Kitabın yorumu için tıklayınız!
Koluna bıçak dayadığı ve kendisini bir Muhafız olarak gösteren dövmeyi sildiği günün en zr gün olduğunu düşünmüştü. Yanılmıştı. Eski arkadaşlarıyla yüz yüze gelmek ve onların kendisine nasıl baktığını görmek... Bu çok daha kötüydü. Onu öldürmemiş olabilirlerdi ama yine de sanki on sekiz bıçak içini deşmiş gibi hissetmişti. Onlara ne kadar kötü ihanet ettiğini biliyordu ama o ana kadar bunu gerçekten anlamamıştı.
***
"Yaptığın şeyin sonuçlarının ve verebileceği kalıcı zararın farkında olduğunu sanmıyorum. Ben seni korumaya çalışıyorum."
Sözlerinin hiçbir etkisi olmadı. Joan, öfkesini kontrol etmekte zorlanıyor gibiydi. "Beni kendimden kurtarması için parlak zırhlı bir şövalyeye ihtiyacım yok Sör Alex. Kendi adıma düşünme yetisine sahip olmadığıma dair inancınıza rağmen, ben ne yaptığımı ve sonuçlarını çok iyi biliyorum."
"Ne yaptığının beni ilgilendirmediğini biliyorum ama birinin sana göz kulak olması gerektiğini düşünüyorum."
Joan kaşlarını kaldırdı. "Bu bir özür müydü?"
Alex sırıttı. "Evet, öyle olması gerekiyordu, ama sanırım pek iyi bir özür olmadı."
Joan ona sırıtınca hem şaşırmış hem de çok memnun olmuştu. "Evet, kabul edildi. Ama benim için endişelenmenize gerek yok Sör Alex. Beni kollayan biri var."
"Kim?"
"Bunu yapabilecek en iyi konumdaki kişi."
Alex onunla aynı fikirde olduğundan emin olmasa da nazik sitemini anlamıştı. "Kendin."
***
Bu genç kadın, yılların derinlklerinden gelen şövalyelik ve onuru birkaç kelimeyle silip süpürebilirdi. Ama eğer bunun -bu her ne haltsa- alışılmadık bir şey olmadığını ve daha önce yaşadığı geçici hayaller benzediğini düşünüyorsa, aklını kaçırmış olmalıydı. Ve bunu ona kanıtlamaya niyetliydi. Eğer vazgeçeceğini düşündüyse, yakında hayal kırıklığına uğrayacaktı.
***
Alex, korktuğu o barbarın ta kendisine dönüşüyordu.
Söyledikleri karşısında şok olmuş gibi Joan'ın yüzü bembeyaz kesildi. "Alex, bekle. Ben öyle demek istemedim..."
Alex onun bitirmesine izin vermedi. "Hayır, haklısın. Duygularını oldukça açık bir şekilde ifade ettin. Bir daha fikrini değiştirmeye çalışmayacağım. Ama fikrini değiştirirsen, en azından birkaç hafta boyunca beni nerede bulacağını biliyorsun. Ondan sonra..." Omuz silkti. Gerçekten bir önemi yoktu. Savaştan dönse de dönmese de kadının onu beklemeyeceğini biliyordu.
***
"Belki de tek bir kişinin her şeyi yapabileceğini düşünmek saflıktı."
***
"Hiç pişmanlık duyuyor musun?"
Alex ilk başta o kadar sessizdi ki onu duymadığını sandı. Ama Joan'e baktığında, gözlerindeki kasvet ona ihanet etti. "Bu hayatımda yaptığım en kötü şeydi. Benim için bir kardeş gibi olan krala verdiğim sözü bozmak, neredeyse yedi yıl boyunca kardeş gibi savaştığım adamlar ihanet etmek..." Durdu. Sesindeki çiğlik, şimdi ile o kararın ağırlığını hissettiğine dair hiçbir şüphe bırakmadı. "Ama o anda verebileceğim tek kararı verdim. Tanrı biliyor ya, orada iyi bir şey yapamıyordum; diğer taraftan daha fazlasını yapabileceğimi düşündüm."
Joan, duyguların altında yatan hayal kırıklığını duydu. "Peki, yapabildin mi?"
Alex'in gülümsemesi neredeyse acı vericiydi. "Dediğim gibi, ikna etme yeteneğimi ve Edward'ın mantığını dinleme yeteneğini gözümde fazla büyütmüş olabilirim. Ama pes etmedim. Ayrıca hiçbir amaca hizmet etmez. Asla geri denemem."
***
"Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Oradaydım, neler yaşadığını gördüm. Robbie'nin yaptığı bazı şeyler için üzgün olduğunu ve her şeyin daha farklı olmasını dilediğini biliyorum."
Alex alaylı bir ifadeyle, "Bundan oldukça şüpheliyim," dedi.
"Öyle. Sen onun için bir kardeş gibiydin, her ne kadar öfke ve intikam duyusuyla bunu kabul edemeyecek kadar körleşmiş olsa da. Belki... Hiç geri dönmeyi düşündün mü?"
Hayır diyebilmeyi diledi. Ama kendine yalan söyleyemezdi. He gün nelerden vazgeçtiğini düşünüyordu. Zorlukları. Tehlikeyi. Önemli bir şeyin parçasıymış gibi hissetmeyi. Yoldaşlığı. Evet, en çok bunu... Muhafızlar, her zaman öyle hissettirmese de şimdiye kadar sahip olduğu en yakın arkadaşlardı. Onlardan uzaklaşmak, benliğinin bir parçasından uzaklaşmak gibiydi. Ama bunu yapmak zorundaydı. Yaptığı şeyi yapmaya devam edemezdi. Sonunda her şeye değeceğini umuyordu.
"Sen gittiğinden beri hiçbir şey eskisi gibi değil, Robbie eskisi gibi değil," dedi Rosalin, onun düşüncelerini tahmin ederek. "Sana ihtiyaçları var, Alex."
Alex başını salladı, Rosalin yanılıyordu. "Onları kısa bir süre önce gördüm."
Rosalin'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Ne zaman?"
Küçük kıza ne olduğunu ve etrafının nasıl sarıldığını anlattı. "Gitmeme izin verdiler ama kocan bir sonraki karşılaşmamızda ne olacağı konusunda çok netti." Başını iki yana salladı. "Hayır, geri dönüş yok."
***
Onu gördüğünde dudaklarını büken çocuksu gülümseme kalbine bir bıçak gibi saplandı. İstediği ama ona ait olmayan her şeyle alay ediyor gibiydi. Her şey rolden ibaretti. Her an paramparça olabilecek hayallerden oluşan bir cam ev gibi.
***
"Despenser bir zamanlar bu adama aşık olduğunu söyledi. Sonra bu kadar geç kalınca..."
Joan sinirlendi, Sör Phillip. Mesele buydu. Alex, ona t*cavüz eden adamı kıskanıyordu. Ağlayacak gibi hissetmese gülecekti.
Tanrım, keşke ne kadar yanıldığını bilseydi.
"Sör Hugh sana yalanlar söylüyor, Alex. Babasıyla birlikte gelen bir şövalye var, onu küçük bir kızken tanıyordum ama seni temin ederim ki onunla hiçbir şey yapmak istemiyorum. Öğle yemeğinde beni bulup konuşmak istediğinde de ona tam olarak bunu söyledim."
Gözleri Joan'ın yüzünü taradı, muhtemelen gerçeğe aykırı işaretler arıyordu. "O halde onu sevmedin?"
"Ben hayatımda sadece bir erkeğe aşık oldum ve seni temin ederim ki o da Sör Phillip Gifford değil."
Joan'ın sözleri onu yatıştırmışa benzemiyordu, aksine kızdırmıştı. "Peki, kim o zaman?"
Joan bir süre ona baktı, başını salladı ve güldü.
Alex öfkeyle kaşlarını çattı. "Komik bir şey göremiyorum. Sana lanet olası bir soru sordum."
Hala gülerek, elini yatıştırıcı bir şekilde onun yanağına koydu. "Sen, Alex. Seni kastetmiştim."
***
"Hepimiz zamanı geldiğinde yapılması gerekeni yaparız, sen bile. Sana güvenen insanlara sırtını dönmek gibi." MacRuairi ona öylece baktı, suçlama gözlerinde parlıyordu. "Nasıl böyle çekip gidebildin? Yaşadığımız onca şeyden sonra?"
Alex dişlerini sıktı, kelimeler istediğinden daha derine ve daha sert çarpıyordu. "Neden umurundaymış gibi davranıyorsun? Başından beri buraya ait olmadığımı açıkça belirtmiştin."
"Evet, yanılmışım. Sen de bizden biriydin. Bunu hiç görmeyen tek kişi sendin."
Alex ne diyeceğini bilemedi. Sanki az önce bacakları altından kesilmiş gibi hissediyordu. MacRuairi böyle bir şey söylemesini bekleyeceği son kişiydi. Belki de ilk kez ihanetinin derinliğini anlamıştı. Kendisine her zaman bunun onlar için - ya da en azından bazıları için - hiçbir zaman önemli olmadığını söylemişti ama ya yanılıyorsa? Bu, düşünmek bile istemediği bir şeydi. "Başka seçeneğim olduğunu düşünmemiştim." O zamanlar başka bir yol görememişti. Sadece yaptığı şeyi yapmaya devam edemeyeceğini biliyordu.
"Bu saçmalık. Seçme şansın vardı, sadece yanlış olanı seçtin.
***
"Bir şey unutmadın mı?"
"Nikahı ilan etmemize gerek yok. Stirling'den ayrılmadan önce Inchaffray Başrahibi'nden bir izin aldım."
Joan kaşlarını kaldırdı. Kendinden oldukça emindi, değil mi? "Ne kadar düşüncelisin ama ben kendimden bahsediyordum. Bütün bunlarda benim söz hakkım yok mu?"
"Hayır."
"Alex!" diye haykırdı Joan, bu kez tamamen arkasını dönerek.
Alex omuz silkti. "Bu senin hatan. Bir haydut istedin, şimdi bununla başa çıkmak zorundasın."
Gülümsemesi, genç kadının öfkesinin çoğunu alıp götürdü. Çoğunu. Ona uzun uzun baktı. "Sanırım seni parlak zırhla daha çok seviyorum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın