30 Eylül 2012 Pazar

1 Nora Roberts - Geçmişin Gölgeleri


Senatör... MacGregor'ların avukatlık yaptıklarını sanırdım hep ama bu sefer karşıma Senatör olarak çıktı. Gerçi hukuk okumuş Alan ama Senatör ve başkanlığa oynuyor... Alan, düzenli, planlı programlı çalışan takımı elbiseli bir adam... Shelby ise aykırı, asi, kendine göre yaşayan ve plansız disiplinsiz bir kadın... Hani derler ya zıt kutuplar birbirini çeker diye bunu bu kitapta görüyoruz. 

Alan'ın Shelby'e gönderdiği hediyelere bayıldım. Eee karşındaki kadın diğerlerinden farklıysa, farklı olan hediyeleri hak ediyor demektir. Ama kabul bir sepet çileğe bende tav olabilirdim :)

İlk beraber olduklarında, Alan hediye ettiği dondurulmuş domuzun adını öğrenince kahkaha attım. Güya Shelby'nin yatağına girecek tek MacGregor o dondurulmuş domuzdu. Bu arada domuzun adını MacGregor koymuştu Shelby. 

Shelby'nin yaşlı korsan Daniel MacGregor'la tanışmaları harikaydı. Özellikle MacGregor evinde geçirdiği zaman da okumaya değerdi. Tipik İskoç klanlarının tavırları. Her ne kadar geçmişte kalmış olsa da günümüze yansıtıyorlar. Küçük bir bilgi olsun Shelby, Campbell kabilesinden Alan ise MacGregor... Bir yerde düşman kabilelerdenler. O satırlar harikaydı. 

Okuduğum üçüncü Nora kitabıydı ve kadının yazımını gerçekten çok sevdim. Vıcık vıcık bir aşk yazmıyor, ayırıp barıştırmalara girmiyor, sadece aşk üzerine kurulu bir kitapta yazmıyor... Aile bağlarını, kardeş ilişkilerini de işlemesine bayılıyorum. Ana karakterlerindeki ilişkiler de tamamen günlük hayatta karşımıza çıkacak sorunlar olması da daha keyifle okunur hale getiriyor kitaplarını... Ben seviyorum Nora'yı ve okumayanlara da tavsiye ediyorum okuyun. Özellikle MacGregor ailesi okumaya başlamak için harika bir seri. 

MacGregor Serisi'nin Yayınlanan Kitapları:
  1. Kumarbaz Aşk
  2. Kader Bizi Bağladı
  3. Geçmişin Gölgeleri
  4. Yalnız Adam
  5. Paylaşılan Hayaller
  6. Alacakaranlık
Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum: 

"Shelby bir an durdu. “Sen İrlandalı olamazsın, değil mi?”
Alan başını hafifçe salladı. “İskoçyalıyım.”
“Yüce Tanrım! Ben de öyle...”
Bu kez şaşırma sırası Alan’daydı. Kadehini ona doğru kaldırarak “Eski düşmanlıklara o zaman…” dedi. “Hiç şüphem yok ki atalarımız birbirlerini gayda ağıtlarıyla boğazlamışlardır. Ben MacGregor klanındanım.”
Shelby'in yüzü aniden soldu “Sana vakit ayırdığımı büyükbabam Campbell bir bilse... Lânet olası, çılgın MacGregor’lar… Sen, sen Alan MacGregor, Massachusetts Senatörü değil mi?"
Çok eski yıllara dayanan aileler arası düşmanlık bile gerçek aşkın karşısında duramazdı. Alan MacGregor bunu Shelby Campbell’e ispatlamaya kararlıydı.
Shelby, yakışıklı Senatör MacGregor’a yoğun bir ilgi duyduğunu kabul ediyordu ancak ona âşık olma riskini göze alamıyordu. Çocukluğunda yaşadığı korkunç travma nedeniyle Shelby, kendi babasının ayak izlerini takip etmeye niyetli olan bir politikacıya âşık olamaz ve onunla asla evlenemezdi."

3 Brenda Joyce - Maskeli Balo


Maskeli Balo, Brenda Joyce'un Bir Avuç Aşk kitabından sonra yayınlanan ikinci kitabı ve o kitaptaki karakterleri de küçük bir kısımda olsa da görebiliyoruz. Açıkçası iki kitabı da okumuş birisi olarak Maskeli Balo'nun ilk kitaptan çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Üstelik ilk kitabı da sevmiş olmama rağmen... Duyguların anlatılışı ve kurgu gerçekten çok iyiydi. Bazen tahmin edilebilir bazense tamamen farklı yönlerde akan bir kurgusu vardı benim için.

Kitap hakkında söylemek istediklerim, kitabı henüz okumayanlar için biraz fazla içeriğe giriyor olabilir. Okumayanlar için kitabın tadını ve sürprizlerini kaçırmak istemem bu yüzden onlar için şu anda kitabın gerçekten çok iyi ve bu tür romanları sevenler için gerçekten okunmaya değer diyorum ki bu noktadan sonra okuyup okumamak sizlere kalmış, çünkü içeriğe değineceğim :)

3 Frank McCourt - Angela'nın Külleri


Benim zoraki okuduğum ve bitmek bilmeyecek kalınlıkta olan ama ikinci kez okumamda ise çok kısa sürede bitirdiğim ve hayatımda okuduğum en iyi kitaplar arasına giren bir kitap Angela'nın Külleri... İlkokul 6. sınıfta dönem ödevimdi bu kitap ve okumak tam bir işkenceydi ama ikinci kez lise de okuduğumda ise asıl sayfalardaki acı hayat işkenceymiş onu anladım. 

Bu kitap aslında yazar Frank McCourt'un hayatı... Küçük bir İrlandalı çocuğun yaşadıkları. Gerçekten okurken ""böyle hayat olmaz be! diyorsunuz. Ben çok dedim. Yeri geldi ağladım okurken yeri geldi bazı düşüncelere tebessüm ettim bazen de küfürler saydırdım. Ama asla etkisinden çıkamadım. Bence herkesin okuması gereken bir kitap. Örnek alınacak ve elindekilere şükrettirecek bir kitap... 

Okul hayatları, öğretmeninin duygusuzluğu, bir annenin çocuklarını doyurmak için verdiği savaş... Bir çocuğun başları bir çatı görsün diye annesinin amcasının yatağına girmek zorunda kalmasını dinlediğini düşünün... Ve babasının kazandığı bütün parayı içkiye yatırdığını bile bile aç kalınan zamanlar... Tüyler ürpertici o kadar çok olay var ki!

Tam kapağına damgalamışlar "Pulitzer Ödülü" diye, okuduğum bu ödülü alan ikinci kitap ve gördüm ki eğer bir kitapta bu ödüle layık görüldüyse kesinlikle okunmalı... 

Kitabın devamı da var. Umuda Doğru. Frank McCourt'un Amerika'ya yolculuğunu ve öğretmen oluşunu konu alıyormuş. Evet yazarımız bir öğretmen... İkinci kitabı okumadım nedense bu kitabın etkileyiciliğini söndüreceğini düşündüm, neyse Umuda Doğru'yu okuyun diyemem bu yüzden ama Angela'nın Külleri'ni mutlaka okuyun.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Geriye bakıp çocukluğumu anımsadığımda, nasıl hayatta kalabildiğime hâlâ şaşarım." Ekonomik kriz sırasında, Amerika ya yeni gelmiş bir göçmen ailesinin çocuğu olarak, Brooklyn de dünyaya gelen ve İrlanda nın Limerick kentindeki yoksul mahallelerde büyüyen Frank McCourt un anıları böyle başlıyor. Frank ın babası Malachy, genellikle çalışmadığı, çalıştığı zamanlar da aldığı parayı içkiye yatırdığı için, annesi Angela nın çocuklarını bakıp besleyecek parası yoktur. Ancak aynı Malachy, sorumsuz ve garip bir adam olmasına karşın, Frank ın hikâye yazma yeteneğini ortaya çıkaracaktır. Frank, babasının, İrlanda yı kurtaran Cuchulain hakkında anlattığı hikâyelerle, annesine bebekler getiren, Yedinci Basamaktaki Meleğin hikâyesiyle büyür.


29 Eylül 2012 Cumartesi

2 Colette Caddle - Her Şey Senin İçin


Yazarın ilk okuduğum kitabıydı ve tek kelime ile bayıldım... Yazarın dili çok akıcı, sürükleyici ve her sayfayı merakla çeviriyorsunuz. Eee çeviri de güzel ve doğal olarak bunun da etkisi var. 

Kitap, çocuğuna tapan bir annenin hayatını konu alıyor bir yerde. Gençken aşık olduğu adam tarafından büyük bir hayal kırıklığına uğrayıp ayrılıklarından sonra hamile kalıp doğuran ve ondan sonra da oğlunun hastalıkları ile onu büyütme çabasında olan bir annenin, oğlunun babasının çıkıp gelmesi ile hayatının dengesinin allak bullak olmasını konu alıyor. Tabi sadece bunları konu almıyor bunun yanında diğer karakterlerinde hayatlarına değinmesi kitabı daha cazip yapıyor tabi ki...

Şimdi aşağıdaki yorumlarımda kitap içeriğine girmiş olabilirim bu yüzden hazırlıklı olun :)

İtiraf etmek gerekirse kitabın sonunu önce okudum. Son sayfada Sam'in Conor'a baba demesi onun babasının olduğunu düşünmeme neden oldu ama işin aslı öyle değilmiş. Neil'in ise söyledikleri yalanlardan sonra Peggy'nin bulduğu kanıtları da göz önüne alınırsa ben Neil'den ümidi kesmiştim. Hatta şerefsiz ne hakla oğlunun karşısına çıkmayı göze alıyorsun diye düşünmedim de değil, ama tabi Neil'in sebeplerini hayatını ve yeni ailesini öğrendiğimde söylediğim lafları geri aldım. 

Conor adamım... Mümkünse onun Türk versiyonundan bir tane almak istiyorum. Harika adam ya... Her şekilde Dee'ye olan aşkını gösteriyor. Sam'e olan ilgisi, Dee'ye davranışları desteği... Çok tatlı :) Hele çiftlikteki yenilikleri harikaydı. Sırıtarak okudum :)

Lisa'da Lauren'de iyi arkadaşlar Dee'ye çok destek oldular gerçekten ayrıca Freddy'nin de Lisa için iyi olacağı değişmez bir gerçek :) onunda mutlu olmasına çok sevindim. 

Neyse çok anlatmayayım. Tavsiye ederim okuyun ben çok zevk alarak okudum ve bazı diyaloglarda da güldüm. 

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"“Her adımda okurları hem güldürecek hem de ağlatacak bir roman.”
Irish Times  
Genç bir kadın… Tek başına oğluna bakmak zorunda kalan ve oğlu için her şeyi göze alan bir anne…
Oğlunun sağlık sorunları ve sürekli artan faturalarla Dee Hewson’ın ihtiyacı olan en son şey, bir gün kapıyı açtığında karşısında kalbini kırıp güvenini boşa çıkaran çocukluk aşkı, oğlunun babasıyla yüz yüze gelmektir.
Acaba Dee hayatını yoluna koyup Sam’e babasını tanıma sansı verecek mi?
Büyük bir samimiyet ve eksiksiz gözlemleriyle İrlanda’nın bir numaralı roman yazarı Colette Caddle günümüzün endişe verici dünyasında aile ve ilişkilerin kırılganlığını incelerken Dee’nin yaşadığı ikilemi gerçekçi bir biçimde gözler önüne seriyor. 
“Her yaşa hitap eden içten, karşı konulmaz İrlandalı bir yazar. Bunu nasıl başardığını Tanrı bilir, o özel bir sihre sahip…”
Bookseller"

27 Eylül 2012 Perşembe

0 Henri Charriere - Kelebek


Hiçbir zaman babamın elinde bir kitap hayal edemezdim ama meğersem gençliğinde okurmuş o da ve Kelebek'de babamın unutamadığı bir kitap haline gelmiş. Ben bunu öğrendikten sonra kitabı çok merak ettim ve bir de annem bunun filmini izlemiş olup bana anlatınca merakı tavan yaptı ve en sonunda merakıma yenik düşerek alıp okudum... Kitaba tek kelime ile ba-yıl-dım!!!

Kelebek adlı kitap aslında yazarın hayatının bir bölümünü konu alan biyografi türünde bir kitap. Adı ise adamın hapishane arkadaşları tarafından takılan bir lakap. Sebebi de kelebek şeklindeki dövmesi...

Suçsuz yere hapse atılan bir adam ve suçsuz olduğunu ispatlanamıyor. Ancak "Kelebek" lakablı adamımız suçsuz yere içeride yatmaktansa kaçmayı deniyor. Yalnız bir kere ya da iki kere değil! Eline geçen her fırsatta ve hepsinde yakalanıyor. En sonunda denizin ortasındaki bir adada olan hapishaneye atılıyor. Kaçması imkansız yani... Ama işte hiçbir şey imkansız değildir...

Aslında bu bir yerde bir adamın azimle özgürlüğü için savaşmasının da hikayesi... Pes etmeden, vazgeçmeden her seferinde yakalanmasını umursamadan...

Biliyor musunuz sonunda Kelebek özgürlüğüne kavuşuyor. Affedildiğinden ya da suçsuz olduğu anlaşıldığından değil, tamamen kaçmayı başardığından dolayı özgürlüğüne kavuşuyor. İşte can alıcı nokta ve en sevdiğim yer kaçışısının nasıl gerçekleştiği... İnanılamaz bir şey ama çok da zekice...

Çok zevkle okumuştum, her yakalanmasının ardında ben pes etmiştim. Herhalde o kadar azimli olamazdım. Neyse ben çok beğendim ve benimde favori kitaplarım arasına girdi Kelebek.

Kesinlikle, gözüm kapalı okuyun diyebileceğim nadir kitaplarda biri. Kitap resmen "azmin" kelime anlamı gibi...

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:
"Kelebek" Henri Charriere, işlemediği bir cinayetten müebbet kürek cezasına çarptırıldığında, yargıtaya bile başvurmayacak kadar umutsuz, toplumun gözden çıkardığı bir süprüntüydü. Uğradığı haksızlığın bilediği bir hınçla çok az insanın sağ kalmayı başardığı kürek cehenneminden kaçıp kurtulabilmek için aralıksız on üç yıl sürecek korkunç kaçma-yakalama-yeniden kaçma mücadelesine atıldığında kıçında gizlediği bir tüp içindeki bin altı yüz franktan başka hiçbir şeyi yoktu. Bugün dünyanın en çok okunan, en sevilen yazarlarından biri.

25 Eylül 2012 Salı

4 Thomas Perry - Şeytani İntikam


Şeytani intikam benim uzun zaman sonra okuduğum ilk Suç romanı. Garwood, McNaught gibi yazarlar nedeniyle okumaya başladığım aşk romanları neredeyse iki yılımı almış durumda :) Hala onları okumaktan keyif alıyorum almasına ama artık farklı bir şeyler okuma isteğimde hat safhaya ulaşmış durumda idi. Yine de alışkanlık gereği diğer türdeki romanlara odaklanmakta biraz sıkıntı çekiyordum ve o romanların geneli yarım kalıyordu.

Ama Şeytani İntikam yarım kalmayan hatta iki günde biten nadide romanlardan. Bunun başlıca nedini yazarı tek bir karaktere odaklanmamış olması... Farklı bölümlerde farklı karakterleri okuyorsunuz ve onun devamını okumak için sabırsızlanarak diğer bölüme geçtiğiniz halde bu kez kendinizi o bölümde anlatılan hikayenin içinde buluveriyorsunuz. Bu şekilde merakınız sürekli taze kalıyor ve okuma isteğinizi muhafaza ediyorsunuz.

Kitapta neredeyse hiç duygusallığa yer yok. Uzun süredir okuduğum kitapları baz alırsak bazı noktalarda duygusallık aradım ama hiç yok :D Tam ve katışıksız bir suç romanı... Ama hiç sıkmayan ve gerçekten iyi bir üslup ile yazılmış olan bir suç romanı...

Bu noktada çevirinin kusursuzluğundan da bahsetmek gerekir sanırım. Öyle ki çeviriye dair gerçekten hiç bir kusur gösteremem. Gözüme batan tek bir cümle bile yoktu.

Bu romanı ben böylesine sevmişken, suç romanlarını zaten sevenler bu romandan kesinlikle hoşlanacaklar diyor ve tavsiye ediyorum. Bir de almak isteyenlere not: Kitap iki farklı kapakla satışta. Benim okuduğum versiyonunu bulamadığım için kendim çektim. O yüzden kalite biraz düşük, bunun için üzgünüm. Diğer kapak şöyle;


Kitabın konusu da şu şekilde;
Joe Carver'ın istediği tek şey, Los Angeles'ta yeni bir hayata başlayabilmek için güvende olmaktı. Ama güçlü bir adam onun peşinden haydutlarını gönderirken bunu gerçekleştirmesi zordu. Sorunların çözülmesi için elinden geleni yapmıştı. Gözden uzak kalmış ve tehdidin geçmesini beklemişti ama Manco Kapak'la basit bir ateşkes yapmak mümkün değildi. Adam, Carver'ın kendisine zarar verip vermemesini umursamıyordu. Ve şimdi, yanlış bir kararda ısrar etmenin ne kadar pahalıya patlayabileceğini öğrenecekti... 
"Olağanüstü karakterlerle dolu 'Şeytani İntikam'a, sizi soluk soluğa bırakacak temposu boyunca tutsak kalacaksınız..." 
-Globe and Mail- 
"Saf ve katıksız eğlence..." 
-Library Journal- 
"Perry'nin hassas zamanlaması ve ustalığı, paralel ilerleyen hikâyeleri neredeyse mükemmel bir sonla bitiriyor. Başka bir dünyada bir süre vakit geçirmek isteyenler için ideal... 
-Publishers Weekly- 
"Perry, 'Şeytani İntikam'da en hınzır formunda... Kitabı elinizden bırakmak istemeyeceksiniz. Bitmesini istemeyeceksiniz. Çok ama çok iyi zaman geçireceksiniz." 
-Josh Bazell-Beat the Reaper adlı romanın yazarı

24 Eylül 2012 Pazartesi

12 Alex Haley - Kökler


Bu kitabın yorumunun bu blogda olması gerektiğini düşünerek okuyan birisi olarak yorumlamak istedim.

Kökler... Adından bahsederken bile halen tüylerim diken diken olur... Gerilim olduğundan değil. Bu bir gerilim romanı da değil zaten. Bu köleliği ve onların zaferle sonuçlanan savaşını anlatan biyografi tarzında bir kitap... Büyüklerimizin bildikleri dilde Kunta Kinte'nin ve onun torunlarının torunlarına varana kadar süren hayat hikayesi... Zaten hikayeyi anlatan Alex Haley'de onun soyundan gelen biri. Yanılmıyorsam yedinci kuşaktı.

Afrikalı zenci bir çocuğun ailesinden, arkadaşlarından, kabilesinden, topraklarından koparılıp bilmediği bir yerde başka insanlara mal gibi satılıp işkence edilip kimliğini inkar etmesi istenip bu çocuğun direnci ile başlayan bir soyun hikayesi. Gemilerde kendi dışkıları arasında onlarca insanın tıkılıp, daha sonrasında sahipleri tarafından işkencelere maruz kalmasını ve bunun karşısında güçlü duruşlarını okuyorsunuz... Erkekler tarlalarda, bahçelerde, ahırlarda çalıştırılırken kadınlar evlerde işlere bakıyorlar... Tabi ev sahibi olan erkeğin bazen zevklerini yerine getirmek de var. Zorla... İstemeyerek...

Kitabı okurken sayfalarına çok göz yaşı bıraktım... Yeri geldiğinde acılarından dolayı yer geldiğinde kazandıkları zaferi okurken...

Bu kitap asla iki üç günde bitmez... Kalınlığından değil... İçeriğinden... Okuduğunuz acılar o kadar içli ki hissediyorsunuz ve bunların gerçekten yaşandığını bildiğiniz için sayfaları çevirmeye korkuyorsunuz daha kötüsü ile karşılaşacağım diye...

En çok etkilendiğim kitaplarda bir tanesi... Hatta ilk sırada yer alan kitaptır da. Uzun süre etkisinden kurtulamadım ki bazen o sayfalarda anlatılanları hatırladığımda bile gözlerim dolar...

Hayatımda en çok parayı verdiğim kitaptı ama yine olsa yine gözümü kırpmadan verirdi. Üstelik ikinci el, saman kağıdından bazı sayfalarındaki yazıların solmuş olması, sayfaların kıvrık olmasına rağmen... Eee nede olsa 1979 basımı bir kitap... Benim gözümde tarihi eser... Kitaplığımın en nadide parçası...

Okumadıysanız mutlaka okuyun demeyeceğim. Çünkü bulamazsınız! Ben yedi sekiz sene önce üç yıl kadar aramamın sonucunda buldum şimdi ise bulmak imkansız... Ama olur da denk gelirseniz bence kaçırmayın. Okuduğunuza pişman olmayacağınız tek kitap!

Alex Haley bu kitapla Pulitzer ödülünü almış ve aynı zamanda yılın adamı da seçilmiş...

Kitabın konusunu size yazamayacağım zaten yorumumda ne anlattığına değindim. Zaten kitabın arka kapağında da konusu yazmıyor.

Kitap öyle bir kitap ki yayınlandığı yılda 14 baskı yapıp bir milyon kadarı bir ay içinde tükenen bir kitap... Ve yeni nesile dahi ulaşabilmiş...

Olur da bir sahafta, internette veya e-kitabına denk gelirseniz mutlaka okuyun, ama denk gelemezseniz de niye bulamıyorum demeyin. Çünkü yeni basımları yok...

23 Eylül 2012 Pazar

2 Nisa Şahin - Hayat Kurtaran Kelime


Konusu çoğu insanın yaralı olduğu bir konu... Bu yüzden etkileyiciydi. Ki bunu bir çocuk üzerinde okumak çok daha etkileyici kılıyordu kitabı. Yazarın dili iyiydi, ağır ve sıkıcı değil. Bazı yerler bazı cümlelerin tekrarları vardı o biraz okurken göze çarpıyordu, bunun haricinde okunabilecek kitaplardandı bence... Çocuğun ailesiyle ilgili düşünceleri, ilişkileri, okul hayatı... Bunların arasında böyle bir hastalığı okumak biraz zordu.

Aralarda öyle cümleler vardı ki... Çok güzellerdi. Çok anlam içeren cümleler... Bazılarını daha sonra bazı yerlerde kullanmak için aklıma yazdığım...

Tavsiye eder miyim? Eğer yaralıysanız bu hastalıkla ilgili okumayın, çünkü gerçekten çok zor oluyor, okurken gözlerimin dolduğunu yerler oldu. Ama diğer bir yandan da okuyun diyebilirim böylece elinizdekilerin değerini daha iyi göreceksiniz bir yerde...

Şu da değişmez bir gerçek... Etkileyici bir kitaptı...

Kitabın konusunu arka kapak yazısından yazıyorum:

"Kendine güvenen bir çocuk... Derin düşünen, bazen çocukluğunu unutan. Hayal kuran ve güzel bir hayat yaşamayı hedefleyen. Peki ya hastalık onu yakalarsa? Neler yaşar? Neler düşünür? Dünyayı ve kendi dünyasını bırakır mı? Yoksa büyüdüğünü kanıtlar, savaşır mı?
Asıl soru pes etmek mi? Direnmek mi? Galiba hayatın sorusu da bu. Her an bir seçim yapmak gerekir. Düşünecek zaman yoktur artık; seçim yaptıktan sonra geri dönme şansı yok..."

22 Eylül 2012 Cumartesi

0 Yorumlarınızı Yayınlayalım



Merhabalar arkadaşlar :) 

Blogumuzda siz okuyucuların da yorumlarını Anasayfamızda yayınlamak istiyoruz. Siz de yorumunuzun Anasayfamız da yer almasını istiyorsanız illekitap@hotmail.com adresine yorumunuzu, yorumunuzun hangi isimle yayınlanmasını istediğinizi belirterek gönderebilirsiniz. Dönüşler en kısa süre içerisinde yapılacaktır. O yüzden mailinizi sık sık kontrol etmeyi unutmayın... :)

20 Eylül 2012 Perşembe

7 Attila Şanbay ile Röportajımız

Merhabalar İlle Kitap ailesi... Artık blogumuzda yazarlarımızla yaptığımız röportajlara da yer vereceğiz. İlk röportajımızı Aynadakiler romanının yazarı olan Attila Şanbay ile yaptık bile :) Kendisi samimi bir şekilde sorularımızı yanıtladı. Gösterdiği ilgi için şahsına bir kez daha teşekkür ediyor ve sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz.


İlle Kitap: Önce sizden kendinizi okura anlatmanızı istesek... Attila Şanbay kimdir?

Attila Şanbay: Öncelikle siz İllekitap’a, bu mecrayı hayata geçirdiğiniz ve düzeyli bir şekilde çalıştığınız için teşekkür ederim. Değerli okur arkadaşlarıma da selamlar…

Kendimi anlatmakta biraz beceriksiz olduğum söylenebilir. Ayrıca anlatmaya değer yanlarım olduğunu da sanmıyorum. Elbette "anlatılmam, yaşanırım" diyerek iğrençleşmeyeceğim :)

İ.K.: Aynadakiler adlı romanınızın başarısından ve kalitesinden ötürü sizi tebrik etmek istiyoruz. Kendini okutması zor bir tür olmasına rağmen akıcılığı ve merak uyandırmayı başarmış durumdasınız. Peki romanınızı tamamlamanız, kitabınıza düştüğünüz notu baz alırsak yazarken yaptığınız araştırmalarla birlikte, ne kadar sürdü? Zorlandığınız zamanlar oldu mu?

A.Ş.: Teşekkür ederim. Haklısınız, gerilim-fantastik kurgusu zor olmakla beraber, risklidir de. Özellikle yerli bir yazarsanız. Fakat kendinize has bir roman dili geliştirmişseniz ve çalışmışsanız, imambayıldı tarifi bile yazsanız okutabilirsiniz. :)

Aynadakileri altı ayda yazdım (araştırma ve basım sürecini saymıyorum) Elbette zorlandığım zamanlar oldu. Zaten zorlanmamışsanız, sıkıntı çekmemişseniz, an gelip de saçınızı başınızı yolmamışsanız pek de değerli bir şey üretememişsiniz demektir. Okurlar çoğunlukla farkına varmayabilir ama bir kitap, metin ve benzeri eserdeki hayran oldukları her tanım, benzetme ya da sahne, işte bu sıkıntılı anların meyvesidir. Bence zorlanmadan yazmak ustalık değildir. Hatta zorlanmadan yazdığım her şey için, "Acaba nerede yanlış yaptım?" diye sorarım kendime.

19 Eylül 2012 Çarşamba

0 Vefa Enver - Bunu Sen İstedin [Alıntı]



Adamım Baran ya... Bayılıyorum bu karaktere... Ama bu kitapta da Baran ayrı bir olaydı. Gerçi üç çiftte farklı güzeldi ama favori çiftim Baran&Sibel ve gelecekteki favori çiftim de sanırım Kadir&Nazlı olacak.

"Baran nasıl davranıyor sana çok merak ediyorum. En çok da o istiyordu hamile kalmanı."
Sibel omuz silkti. "Abartmaya başladı bile. Spor arabasına binemiyoruz mesela. Bindiğimizde de o arabadan beklenmeyecek bir ağırlıkta turluyoruz İstanbul sokaklarını. Herkes arabayı süren acemi mi diye bize bakıyor. Geçen televizyonda bir şey gördüm. Vay ne harikaymış dedim ertesi gün kapı çalındı Nevzat sabah sabah elinde küçük bir kutuyla geldi. Abi bunu size getirmemi söyledi dedi. Televizyonda gördüğüm şeyi aldırmış."
Ahu atıldı. "Aş erdiğin bir şey diye almıştır."
Sibel kahkaha attı. "Aş erdiğim şey dizi arasındaki reklamda çıkan yakut ve pırlantalarla bezeli kolye ise, bu bebek kesin kız." 

18 Eylül 2012 Salı

2 Vefa Enver - Leyla Gibi [Alıntı]



Okurken çok eğlendiğim tabu sahnelerinden birini alıntı yapmak istedim :) yalnız dikkat çekeyim Engin ve Leyla sevgili değiller ve kedi köpek gibi atışıyorlar :) 

İlk tur bizim. Anlatmaya başlıyor. Zamana karşı yarışıyoruz.
"Ben sana ne derim?"
"Kelime kötü bir anlam mı içeriyor?"
"Hayır, ama en belirgin özelliğin ne?"
"Sevimli?"
"Ne demezsin. Neyin üzerinde durursun?"
"Eee başka kelime..."
"Of tamam. Bebeklere neden patik alınır?"
"Giysileri ile takım satıldığı için."
Engin bir eli belinde diğeriyle ensesini sıvazlıyor. "Yuh! Sana bir şey anlatmak deveye hendek atlatmak gibi."
"Sen de doğru dürüst anlat. Ne öyle konudan konuya..."
"Tamam her şeyi unut. Sen ve ben yan yana durduk mu ilk fark edilen nedir?"
"Senin bana hiç yakışmadığın mı?"
Engin köpürüyor. Dönüp Berna ve Hakan'a şikayet ediyor. "Resmen sabote ediyor. Ya bilmemek için uğraşıyor ya da tam salak."
"Doğru konuş, adam gibi anlatsan anlarız herhalde. Kelime hazinen çok zayıf. Daha fazla okumalısın bence."
"Olur, senden kitap ismi alayım da yarın ilk iş gidip alırım."
"Kalk ayağa."
"Ne?"
"Kalk dedim..."
"Ne kalkacam?"
"Bir kere de söz dinle be... Birşey anlatıyoruz."
"Ha tamam o zaman."
"Bana bak."diyor Engin. İstemeye istemeye başımı kaldırıp bakıyorum.
"Şimdi söyle bakalım, uyumsuz olan ne? Çağla senden nasıl farklı?"
"Daha uzun?"
"Evet. Sen onun gibi olmak için ne giyersin?"
"Onun gibi olmaya çalıştığım falan yok."
"Leyla saçmalama, cevap ver."
"Leyla deme bana."
"Leyla'sın işte. Leyla gibisin bir kelimeyi bulamadın. Sadece boş kafalı değil aynı zamanda şaşkının tekisin."
"Bana sadece arkadaşlarım Leyla gibisin der ve sen benim arkadaşım değilsin."
Berna sayıyor " 3-2-1"
"Topuklu ayakkabı." diyorum.

0 Tracy Anne Warren - Gül ve Diken



Üç kitaplık bir serinin ikinci kitabı Gül ve Diken. Tavsiyem önce Kollarımdaki Yabancı'yı okuyun sonra bunu okuyun ki Jeannette'nin yaşadıklarını ne kadar hak ettiğini anlayın :) Yine ve yine kitap içeriğine giriyorum. 

Jeannette resmen ektiğini biçiyor bu kitapta ama biçtiği şey sonunda Daragh gibi bir erkek olunca insan acaba bende mi bu tür şeyler eksem diyor. :) Neyse, Jeannette'nin bütün huysuzluklarını, kaprislerini, sivri dilini, küçümseyici aşağılayıcı tavırlarını bu kitapta okuyoruz. 

Kız kardeşi ile yer değiştirmenin cezasını İrlanda'ya giderek alıyor. Orada tabi ne güzel partiler ne balolar ne de yüksek sosyete erkekler ve kadınları var. Hepsi orta halli insanlar ve Jeannette çıldırıyor. Ah tabi çıldırtan bir etki daha var o da Daragh... 

Daragh bir mimar aynı zamanda da bir kont... Tabi bu kontluk ünvanından son ana kadar Jeannette'nin haberi olmuyor. 

Daragh, Jeannette'nin burnunu sürtmekten çok hoşlanıyor ama kendi de yavaş yavaş kapılıyor tabi Jeannette'nin güzelliğine ve asiliğine... Neyse bunlar yakalanılmaması gereken şekilde yakalanıyorlar. Üstelik kalabalık bir erkek grubuna ki bu grupta eniştesi Dük Adrian, dükün erkek kardeşi ve yanına kalmaya geldiği kuzeni de var... Tabi evlenmek zorunda kalıyorlar. 

İşte bu kısımda Daragh fena bir oyun oynuyor Jeannette'ye... Bu oyunu söylemeyeyim ki tadı kaçmasın zaten çok şey söyledim. 

Kitap,, Kollarımdaki Yabancı'dan daha eğlenceliydi. O çok daha ciddi duygular üzerine kurulmuşken bundan daha çok eğlenceli bir anlatım vardı. Kitabı baştan sonra gülümseyerek okudum bile diyebilirim. Kesinlikle tavsiye ederim :) Okuyun... 

The Trap Serisi kitapları:
Kitabın konusunu aşağıda belirtmiş bulunuyorum: 

"Rüzgar eken fırtına biçer...  
Düğün gününde ikiziyle yer değiştirip büyük bir skandala imza atan Leydi Jeannette Brantford, ailesi tarafından cezalandırılır ve can sıkıcı kuzenlerinin yanına İrlanda'ya gönderilir; ancak Jeannette'ı sürgünde bekleyen sürprizler vardır. Yolda şeytani derecede yakışıklı bir mimar olan Darragh O'Brien ile karşılaşır ve cezası birden tutkulu, eğlenceli bir hal alır.  
Jeannette kendi statüsünde bir leydiyi ancak bir dükün tatmin edebileceğini düşündüğü için Darragh'a olan hislerini belli etmekten kaçınır, oysa bu cesur adam Mulholland Kontu'dur ve gerçek kimliğini açıklamadan önce Jeannette'a aşk hakkında bir ders vermek ister. "


17 Eylül 2012 Pazartesi

2 Tracy Anne Warren - Kollarımdaki Yabancı


Tarihi aşk romanı... Öncelikle değişik bir kitaptı ve yazarın dili oldukça akıcıydı ve olay kurgusu da çok güzeldi. Baştan uyarayım konu içeriğine girebilirim. :)

Violet ve Jeannette iki ikiz kız kardeş. Biri pasif gözlükleri arkasına saklanan çekingen bir kız diğeri de cilveli erkeklerin dikkatini çeken. Tabi bizim sevgili dükümüz de cilveli ve kadınsılığını kullanan kızımızla evlenmek istiyor ama tam nikah günü bu kız - Jeannette- vazgeçip onun yerine ikizi Violet geçiyor. İşte olaylar tam olarak bu nokta da başlıyor. Dük ikizlerin yer değiştirdiklerini anlamıyor ve Violet Dük'e çok öncelerden aşık. 

Dük Adrian'ın hiçbir şey anlamaması ve hep evlendiği kadın Violet'e kız kardeşiymiş gibi hitap etmesi bazen çok kötü hissettiriyor. Aslında iki kardeşin birbirinden o kadar farklı tarafları var ki Adrian'ın ikizlerin yer değiştirmiş olduğunu anlamaması evleneceği kadını tanımadığını ortaya çıkarıyor. Ancak anlayan da anlıyor yani... Mesela Adrian'ın erkek kardeşi bunu fark ediyor. 

Özellikle sevdiğim sahnelerden biri de Adrian'ın evlendiği kadının Violet olduğunu anladığında ve verdiği tepki sonucunda Violet'ın gittiğinde Adrian'ın hissettikleri.... Violet'ın yanına gidip de onu sevdiğini söylediği zaman... Ve son olarak Adrian'ın yaş günü kutlamasında bahçede gelişen olaylar... Çok güzeldi :)

Violet başını Adrian'ın omzuna yasladı. "Başardık," dedi. "Eğer mahvolduysak, en azından birbirimize sahibiz."
Adrian ona baktı ve gülümsedi. "Haklısın aşkım. Çok haklısın."

İşte gülümseten sözler...

Neyse, okumaktan zevk aldım bu kitabı. Dediğim gibi yazarın dili akıcıydı ve kitabı elinizden bırakmanıza izin vermiyordu resmen. Bir en fazla iki günde bitecek bir kitap. Zevkle okuyacaksınız. Çevirisi iyiydi .

The Trap Serisi kitapları:
Konusunu merak edenler aşağıda belirtiyorum: 

"Gelinin yerine geçmek ne kadar zor olabilirdi ki... 
Violet Brantford hayatı boyunca kendini hep Raeburn Dükü Adrian Winterın arzulu kollarında hayal etmiştir. Oysaki Dük, Violetin şen şakrak, toplum önünde daha gösterişli tıpatıp ikizi Jeannette ile evlilik hazırlığı içindedir. Ancak Jeannette düğün törenine yalnızca dakikalar kala hayatını dükle birleştirme kararından vazgeçer. Dudu dilli Violet çok geçmeden kendini beyazlar içinde bulur; kardeşinin yerini almıştır. Kısa sürede cemiyet içinde parmakla gösterilen bir hanımefendi olan Violet hayal bile edemeyeceği fantezileri yaşarken gerçek kimliğini bir sır gibi saklamaya devam eder. 
Adrian ise kendi düşüncesine göre ne yaptığının farkındadır. Her ne kadar Jeannette bencil ve aklı havada olsa da Winter ismini taşıyacak mükemmel bir eş görüntüsü çizmektedir. Fakat dünyalar tatlısı masum eşi onu her defasında şaşırtmakta ve mantık evliliğine dair beklentilerini kökünden değiştirmektedir. Planda yokken Dükün içine tarifsiz bir aşk ateşi düşer. "



16 Eylül 2012 Pazar

1 Julie Garwood - Güllere Sor


Julie Garwood'un ilk okuduğum tarihi olmayan kitabıydı. Teknik olarak güncel de sayılmazdı çünkü konu alan tarih yine eski zaman. Neyse sevdim. Çok güzeldi. Anlatımımda konu içeriğine girebilirim. Bu konuda küçük bir uyarı yapayım. 

İlk sayfalarında küçük serseri sokak çocuklarından oluşan küçük bir grubun sokakta bir kadının birkaç aylık bir bebeğin dışarıda bırakmasını ve çocukların onu bulması ile başlıyor. O sayfalar çok güzeldi hele bebeğin cinsiyetini anladıkları zaman kahkahalarla güldüm. 

Mary Rose, çocuklardan ikisinin annesinin adını koydular. Çocuklar için küçük kız kardeş oldu. Çok iyi niyetli, sevimli bir kız. Erkek kardeşlerde ayrı bir olay. Adam'ı katmıyorum çünkü o ağır başlı en büyük ağabey. Ama diğerleri tam anlamıyla fırlamalar. 

Harrison'ın çiftliğe gelmesi, Mary Rose ile yakınlaşması kardeşlerin buna tepkisini okumak çok güzeldi. Kitap kalındı ama bir çırpıda da biten cinstendi. Harrison'ın ağabeylere kız kardeşinizi baştan çıkaracağım demesinde çok güldüm. Ama amacına ulaştı  da sonucunda evlendi Mary Rose ile. 

Her bölümün sonunda çocukların Rose anneye yazdıkları mektupları okumak çok hoştu. Bir yerde burukluk hissi uyandırıyor bir yer de mektup içerikleri güldürüyor. Kitapta tek beğenmediğim nokta Mary Rose öz babasını bulduğunda çok çabuk baba diye kabullendi. Ben bu kadar çabuk bir kabulleniş beklemiyordum. Ahh bir de o sayfalarda Harrison'ın Mary Rose gül bıraktığı sayfa çok hoştu. 

Neyse ben kitabı kısacası çok sevdim. Güzeldi. Ah tabi ki İskoçlarla bir tutulamaz ama yine de anlattığı dönem itibari ile bana biraz Western filmlerini anımsattı ve ben çok sevdim. Tavsiye ederim okuyun. :)

Konusunu merak edenlere aşağıda belirtiyorum: 

"New York'taki dar sokakta terk edilmiş bir bebek bulan Clayborne kardeşlerin hayatı birdenbire değişir. Bebeğe Mary Rose adını verip onu bir leydi gibi yetiştirmek adına Montana, Blue Belle'e yönelirler. Aralarında kan bağı olmasa da orada bir aile olurlar. Ancak ansızın karşılarına çıkan bir yabancı onları ayırma tehdidi oluşturmaktadır...  
Lord Harrison Stanford MacDonald belindeki silahla boş boş gezinmektedir, fakat çok geçmeden özünde bir centilmen olduğunu kanıtlar. Ağabeyler ona haydut bölgesinde nasıl hayatta kalacağını öğretirler, Mary Rose ise derin ve ümitsiz bir tutkuyla onun kalbine dokunur. Ancak kısa süre içinde yıkıcı gerçekler Mary Rose'un kendisi, hayatı ve yeni keşfettiği aşkı hakkında bildiği her şeyi sorgulamasına neden olur."




15 Eylül 2012 Cumartesi

3 Judith McNaught - İçinde Aşk Saklı


Juditht McNaught gerçekten kalemine saygı duyduğum yazarlardan birisidir.Karakterlerin duygularını, yaşadıklarını o denli güzel anlatıyor ki hikayenin içine süzülüveriyorsunuz. İçinde Aşk Saklı'da kuşkusuz en iyi romanlarından birisi, öyle ki beni aşk romanı okumaya iten kitaptır kendisi.

Muhtemelen okuyabileceğiniz en uzun ve doyurucu tarihi aşk romanlarındandır İçinde Aşk Saklı. Clayton ve Whitney'in aşkı gerçekten tekrar tekrar okunmaya değer. Whitney'in, Paul'u takıntı haline getirişi ile başlayan roman ilk andan itibaren ilginizi hep kitapta tutmanızı sağlıyor. Hepinizin bildiği gibi bir kitabı güzel kılan şey, onu "Acaba şimdi ne olacak?" Merakı ile okumaktır. İşte bu kitapta sürekli olarak neler olacağını merak edebilirsiniz :)

Uyarıyorum hem Whitney'e hem de Clayton'a sık sık kızacaksınız. Birisinin aklı başına geldiğinde diğerinin aklı başından gidiyor ve bu kesinlikle bir okur olarak sizi deli ediyor :D Ama kavuşmalarına kadar geçen zamanda çektikleri tüm o sıkıntıların sonunda gerçekten birlikte alacakları an geldiğinde sanki siz sevgilinize kavuşmuş gibi hissediyorsunuz :D

McNaught, özellikle o "kavuşma" anını öyle güzel ayarlamış ve öyle tadında yazmış ki o sahneyi kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum bile.

Kitabın en sevdiğim yanlarından birisi de evlilikten sonra sona ermemesi. En nefret ettiğim şey tüm kitap boyunca kavuşmasını beklediğiniz çift kavuşur kavuşmaz kitabın sona ermesi... E o kadar meraklandık yazarcım, çiftimizi bir görseydik :D

Kitapta her ne kadar evlilikte de problemler olsa da yine de okumak çok güzeldi. Kısacası kitap, bu türü seven herkese kesinlikle tavsiyedir. Atlamayın ve mutlaka okuyun derim. Okumayanlar için, buyurunuz tanıtımı;
Dirseğini çimenlere yaslayarak Whitney'in yanına uzandı Clayton. Başparmağıyla Whitney'in yanağına dokundu ve genç kadının elmacık kemiğinin nazik kıvrımını parmak ucunda hissetti. Clayton bu kadının ruhuna, tazeliğine tapıyordu adeta; Whitney'in tutkusu iç yakıcı ve tahrik ediciydi. Bunu düşündüğünde bile Clayton iliklerine yayılan keskin bir acı hissediyordu. Bu kadın tıpkı onun umduğu gibi, hatta umduğundan da öte bir yaratıktı; inatçıydı, tatlıydı, şehvetliydi, küstahtı ve zekiydi. Heyecan verici bütün zıtlıkları içinde barındıran bir hazineydi. Clayton'ın hazinesiydi!

4 Mary Wine - Her Şey Senin Uğruna


İlk okuduğum Nemesis Kitabı olmasının yanında yazarın da ilk okuduğum kitabıydı. Okuduğum yorumlarda bazı arkadaşların pek beğenmediğini görmüştüm ama ben beğendim. Evet klasik İskoç hikayeleriyle hemen hemen aynıydı ama yazarın dili akıcı ve olaylar da birbiri ile bağlantılıydı. Okurken eğlendim açıkçası. Karakterlerin bazı tavırlarına güldüğümde oldu. 

Shannon, Torin'in intikam için tutuştuğu bir klanın liderinin kızı. Torin, kızı kaçırıyor ve onunla aralarında büyük bir aşk ateşleniyor. Tabi bunun haricinde gelişen devlet meseleleri de var. Shannon'ın tavırlarını, güçlü ve gururlu duruşunu, boyun eğmemesini okumayı sevdim. Torin'in de barbar, kaba tavırları eğlenceliydi. Bu ikisi bir arada gerçekten hızla okunacak sayfaları oluşturmuşlardı. 

Torin'in başından beri Shannon'ı sahiplenmesi ve onun için uğraşması çok etkileyiciydi, hele ki evlenme teklif etmesi hiçbir İskoç'un yapmayacağı türden bir şeydi. 

Özellikle Shannon'ı kaçırmak için dört adamın seferber olması, Shannon'ın Donan Kulesi'ne ilk geldiğinde gördüğü muamaleyi okumak çok güzeldi. Bir hizmetçi gibi ev işlerine yardım etmesi Shannon aslında önemsiz biri gibi yetiştirildiğinin kanıtıydı. 

Bahar eğlencelerinin olduğu sayfalar çok eğlenceliydi. Zar oynamaları dans etmeleri... Çok beğendim.

Kısacası ben yazarın kalemini beğendim, akıcı, sürükleyici yazıyor... Diğer kitaplarını okumayı isterim. Özellikle kitapta görüğümüz karakterlerden Cameron ve Lindsey'i özellikle okumak isterim. Okumayanlara da tavsiye ederim. 


Kitabın konusunu arka kapak yazısından yazıyorum:

"Toprakları için ölmeye hazır, öfkeli bir Kuzey İskoçyalı... Torin McLeren!Babasının sevgisini hissedemeden büyümüş bir genç kadın... Shannon McBoyd!Halkına yapılan saldırının intikamını almak için harekete geçen Torin'in planı, düşmanının kızını kaçırarak esir almaktır. Bu plan onu, Shannon McBoyd'un masum güzelliğiyle tanışacağı bir yola sokar. Torin düşmanının kızı olan Shannon'ı intikam için kaçırmıştır ve bir İskoç kahramanına yakışır şekilde esirine hak ettiği gibi merhametli davranmalıdır. 
Esir alındıktan sonra hayatına bir köle gibi devam edeceğini zanneden Shannon ise, Torin'e karşı duyduğu öfkenin, kendisine gösterilen şefkat karşısında eridiğini görmektedir.  
Torin ve Shannon arasında gelişen olaylar Torin'i intikamından, Shannon'ı ise korkularından uzaklaştırabilecek mi? 
Aynı çatı altında olmak, düşmanca tavırlarla başlayan bu ilişkiyi be yönde devam ettirecek? 
Bir yanda tutku, diğer yanda intikam...1400'lü yılların büyülü atmosferinde geçen etkileyici bir roman."

13 Eylül 2012 Perşembe

2 Brenda Joyce - Bir Avuç Aşk


Bu kitabın kalın olduğu değişmez bir gerçek ve kitaba başlarken öncelikle ön yargılarınızı bir kenara atın. Yok kalın, yok sıkıcı yok bitiremem diye düşünmeyin. Kitap çok akıcı, yazarın üslubu çok iyi ve kalemi çok sürükleyici. Ben çok beğendim ve yazarın ikinci kitabının da çevrilmesini merakla bekledim diyebilirim.

Ama karakterlerin de beni bir o kadar sinir ettiği yerler oldu. Devlin'in kırılmaz direnci beni sinir etti, hep bir şeye odaklı olarak hayatını sürdürme peşindeydi ve geçmişi rahat bırakmıyordu bir yer ki aşkı bile geri tepebilirdi. İyi ki Virginia aşklarına sahip çıktı. 

Virginia'nın Devline henüz kitabın başlarındayken silah doğrultması çok güzeldi. Virginia tamamen affetmesini bilen, aşkına sadık bir kadın karakteriydi. Ve güçlü, bazı aşk romanlarındaki gibi zayıf karakterli değildi. Devin'le olan ilişkilerinde Devlin'in her yaptığını affetmesi insanın içinde burukluk bırakıyordu. 

Devlin, Virginia'yı kaçırdığında Cüretkar'daki atışmaları, diyalogları çok güzeldi. Eğlenerek okudum o sayfaları. Devlin'in içten içe kıskanması ama bunu belli etmeme çabaları okunmaya değer. Hele evlendiklerinde Devlin'in kardeşi Virginia'yı öptüğünü Devlin öğrendiğinde kahkaha attım o sohbetlerde. 

Ama asıl insanın gülümsemesine neden olan yer ise, sonunda savaş çıktığında Virginia'nın Yaban Gülü'ne döndüğünde bir akşam Devlin'in kapısına gelmesi çok güzeldi. İç çekerek okudum o sayfaları. Bir de Savaş sırasında kasaba da Devlin'in Virginia'yı araması... 

Şiddetle tavsiye ederim. Okuyun çok seveceksiniz. Gerçekten güçlü bir kalemi var yazarın...

DeWarenne Dynasty Serisi Kitapları;
 
 Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

"TUTSAK EDİCİ, GÜÇLÜ BİR AŞK İÇİN NASIL BİR DEĞER BİÇERSİNİZ?  
"Denizlerin belası" olarak ün salmış Britanya Kraliyet Donanması Kaptanı Devlin O'Neill, babasını vahşice öldüren Kont'tan intikam alma arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Malını mülkünü elinden aldığı Eastleigh Kontu'nu neredeyse tamamen yıkıma uğratmış olmasına rağmen, son büyük darbeyi indirmek için doğru zamanı kollamaktadır. Kont'un güzeller güzeli Amerikalı yeğeni ortaya çıkınca gerçek bir intikam fırsatı yakalamış olur.  
Virginia Hughes doğup büyüdüğü ve büyük bir sevgiyle bağlı olduğu çiftliği Yaban Gülü'nü borçlarından kurtarmaya kararlıdır. Amcasının, gerekli parayı kendisine vereceği ümidiyle İngiltere'ye doğru tek başına yola koyulur. Ancak yolun yarısında Devlin O'Neill tarafından kaçırılır. Genç ve güzel Virginia, fidye elde etmek için tehlikeli bir oyuna girişen Devlin'in soğuk ve çıkarcı kalbini de ateşe atmak üzeredir."

0 Sherrilyn Kenyon - Aşk Kölesi [Alıntı]



"Savaşa ilk girdiğinde ne hissettiğini anlatsana bana"
"Hiçbir şey hissettmedim"
"Korkmadın mı?"
"Neden?"
"Ölmekten ya da yaralanmaktan."
"Hayır"
"Nasıl olur da korkmamış olabilirsin?"
"Yaşamak için bir nedenin yoksa ölmekten korkmazsın."
***
"Affedersiniz ama burada neler oluyor? Neden ona vurdun?" diye sordu Jullian'a. Jullian Grace'e tuhaf bir bakış attı. "Çünkü ona vurmak bana büyük bir zevk verdi." 
Grace'e bile bakmayan Cupido (Eros), "Ne hoş," dedi Jullian'a. "Beni yaklaşık iki bin yıldır görmedin ve arkadaşça, kardeşçe bir kucaklama yerine sert bir yumrukla karşılaşıyorum. Sonra da annem neden kardeşlerimle daha yakın olmadığımı merak edip duruyor (...) Söyler misin, beni bir güzel dövmek için mi çağırdın yoksa burada olmamın daha yararlı bir nedeni var mı?"
"Açıkçası, üç bin kez çağrılarıma cevap vermediğin için bu sefer de geleceğini düşünmemiştim."
"Cevap vermemiştim çünkü beni döveceğini biliyordum." Cupido şişen çenesini gösterdi. "Ve dövdün de"

10 Eylül 2012 Pazartesi

6 Michele Sinclair - İskoçyalı'nın Gelini


İskoçyalı'nın Gelini, aslında benim çok önceden okuduğum bir kitaptı. Ama o zamanlar çok fazla okuyor oluşumdan olsa gerek son zamanlarda kitabı gerçek manası ile unutmuştum. O yüzden bugün yeniden okudum ve unutarak aslında kitaba haksızlık ettiğimi anladım.

Kitabın, Julie Garwood kitaplarına benzetildiğini öğrendim ancak bunun yazara haksızlık olduğunu düşünüyorum. En azından yazarın hikayesinin ve anlatımının Garwood'a çekilmesi haksızlık. Çünkü Garwood'un bütün kitaplarını okuyan birisi olarak kitaplar arasında kendimi zorlayınca ancak bağlantı kurabiliyorum ki onlarda şu şekilde;

Laurel'in inatçı ve mücadelecei tavrı ve kaleyi düzene sokuşu...

Bunları düşününce içimden "Aman ne benzerlik," demekten kendimi alamıyorum açıkçası. Çünkü bunlar hemen hemen İskoç'ların anlatıldığı tüm romanlarda var olan bir durum. Hele ki Laurel'in mücadeleci tavrı, neredeyse tüm tarihi romanlarda mevcut. O yüzden bu benzetme beni kızdırıyor, çünkü haksız yere yazarın özgünlüğünün lekelendiğini düşünüyorum.

Bu noktayı geçip kitaba gelecek olursak söyleyeceğim ilk şey kesinlikle okunmaya değer olduğu olur.

Aslında kitabın ilk elli-altmış sayfasının duygusal anlamda biraz hızlı ilerlediğini düşündüm. Ama bunu bana düşündüren yanlızca bir iki paragraf. Bu noktada sonra ise kitap tam anlamıyla rayına oturuyor ve akıp gidiyor. Öyle ki bitirene kadar başında oturmanıza neden olacak kadar.

Yine de  bir kaç eleştirim var: Özellikle son kısımlarda Keith karakterinin başına gelenleri gerçek anlamda okumak isterdim. En azından Laurel'e yaptıklarının cezasını tam anlamıyla çektiğini bilmek... Hele ki ortaya çıkıp Laurel'in onun karısı olduğunu iddia ettikten sonra. Bunun sonrasında bir kaç gün içinde gerçekleşen olaylarda, Laurel kısmı ne kadar güzel anlatılmışsa Conor kısmı bir o kadar kısa idi. O günlerde yaşanan şeyleri, Conor'ın tam anlamı ile ne yaptığını vs. daha detaylı okumak isterdim.

Bu ve bunun gibi bir kaç detay kitabı çok daha iyi yapabilirdi ancak bu haliyle de okunmaya değer olduğunu ve özellikler bazı kısımlarının benim açımdan tekrar tekrar okunabilecek kısımlar olduğunu belirtmek isterim. Buyurun kitabın konusu;
"ݝskoçyalı Lord Conor McTiernay ebedi aşkın varlığına inanır ama kendisini unvanı ve toprakları için isteyen kadınlar, evliliğe sonsuza dek tövbe etmesine neden olmuştur.

Ve bir gün adamları kaybolmuş bir ݝngiliz kızı bulup onun huzuruna getirir. İœstü başı dağılmış ve kir içinde olsa bile Laurel Cordell bir peri kadar güzeldir. Gerçekte bir gönülçelen mi yoksa Conorun uğruna tüm dünyayı feda edecek kadar çok seveceği bir kadın mı olduğunu ise zaman gösterecektir.

TUTKUYLA BAĞLANMAYA HAZIR

Laurel, ݝskoç Lordunun onu, zulmünden ancak kaçarak kurtulabildiği lorddan koruyacağına inanmıştır. Gri gözlerinin derinliklerinde hem bir savaşçı hem de tutkulu bir adam gördüğünü hissettiği ilk andan itibaren hem de. Onlar ihtiraslarını keşfederken, kapılıp gittikleri bu yeni aşk Laurelin geçmişiyle tehdit edilir..."

9 Eylül 2012 Pazar

8 Nancy Pickard - Bakire


Bakire şimdiye kadar okuduğum en güzel garilim, polisiye harmanlanmış kitaplardan biriydi. Öncelikle demeliyim ki yazarın dili çok iyi ve konuyu çok iyi kurgulamış. Aralarda geçmişe dönmesi ve olayları geçmişte de anlatması çok ayrı bir tat vermişti kitaba. 

17 yıl önce ölen bir kızın üç gencin hayatını nasıl etkilediğini görmek ve ölen kızın bu gençlerin hayatlarında nasıl bir rol aldığını okumak gerçekten çok güzeldi. İlginç olaylar silsilesinde kurgulanmıştı. 

Abby, Mitch ve Rex... Üç yakın arkadaş tıpkı aileleri gibi. Abby ile Mitch birbirlerine aşık bir çift aynı zamanda. Ölen genç kız, bu üç gencin hayatlarında bir yerde dönüm noktası haline geliyor. Aslında bir yerde bu üç genç ailelerinin yaptıklarının bedelini ödüyor da denebilir. Aslında üçü de Mitch'in babasının yaptığı hatanın bedelini ödüyor. 

Kitabı okurken çok şaşırdığım yerler oldu. Bunlardan biri de 'Bakire'nin gerçekten acaba iyileştirme gücü var mı yoksa insanlar sadece buna inanıyor mu diye düşündüm. Ama sonunda Sarah doğumdan sonra Abby'nin babasına bebeği için "bir gün onun için geri döneceğim..." cümlesini kurması gerçekten bu iyileştirme olaylarında gerçekli payı aramama neden oldu. 

Sonunda yargıç hak ettiğini buldu. Ve bunda Sarah'nın payının olması gerçekten çok güzeldi. O sonu okurken gerçekten gülümsedim. 

Sonunda her şey yoluna kondu belki ama arada Abby, Micth ve Rex'in kaybettikleri 17 yıl da cabası...

Neyse uzun lafın kısası ben çok beğendim. Şimdiye kadar niye okumadım dedim. Hep söylediğim şeydir, gerilim okumaktan çok izlemeyi severim. Ama okumak da inanılmaz zevkliymiş uzun bir süre sonra bunu yeniden bu kitapla tattım. 

Tavsiye ederim gerçekten çok güzel bir kitap. İlginç, merak uyandırı ve harika!

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Small Plains Bakiresi kimdi ve nasıl öldü? 
Acımasız bir cinayetle değişen hayatlar... Küçük bir kasabadaki sahipsiz bir mezar... On yedi yıldır saklanan korkunç gerçeği öğrenmeye hazır mısınız? 
Kansasın kırsal kesimindeki küçük bir kasabanın halkı, genç bir kızın adsız mezarını Small Plains Bakiresi olarak kabul etmiştir on yedi yıl boyunca. Bazı kişilere göre mucizelere ve açıklanamaz iyileşmelere sebep olan bu mezarla ilgili söylentiler de zaman içinde dilden dile yayılmıştır. Ama karla kaplı arazide bulunan, buz tutmuş çıplak cesede gerçekte ne olmuştur? Ve neden genç Mitch, cesedin bulunmasından bir gün sonra, arkasında çılgına dönmüş sevgilisi Abbyyi ve en iyi arkadaşı Rexi bırakarak kasabadan apar topar ayrılmıştır? Bu şekilde kasabadan ayrılan Mitch, yıllar sonra Small Plainse geri döndüğünde, unutulmuş sırları ve gerilimi tekrar alevlendirecektir. Mitche karşı hâlâ bir şeyler hissetmekte olan Abby ise onun gidişinin arkasındaki gerçeği açığa çıkarmakta kararlıdır. Şimdi, üç eski dost kendilerinin ve küçük kasabalarının kaderini değiştiren o gecenin getirdiği sonuçlara katlanmak zorundadır. 
Nancy Pickard edebi gücü yüksek bir yazar. Orta batının küçük bir kasabasındaki üstü kapatılmış sırları incelikle şekillendirmiş. The Denver Post 
Kışkırtıcı Kasabalıların peşini bırakmayan çözümlenmemiş cinayeti, yazar engin bir sezgisellikle işlemiş. The New York Times Book Review 
Üstün bir yapıt. Yazarın hikâyeye derinlik sağlamadaki yeteneği eşsiz. Orlando Sentinel 
Güven, inanç ve masumiyet kaybına dair bu roman tek kelimeyle ilgi çekici. Tucson Citizen"

3 Sherrilyn Kenyon - Aşk Kölesi [Alıntı]


"Selam, Jullian," dedi Eros hemşirenin arkasından "Hun ݝmparatoru Atilla'ya her şeyin yolunda olduğunu söyle de içeri girebilelim ve bebeklere 'Ay, ne şeker!' diyebilelim." 
Julian gülerek hemşireye, "Tamam, Trish," dedi "O benim kardeşim." 
Eros, Psykhe'yle içeri girerken Trish'e dil çıkardı. "Çıkışta birisi bana, onu kem göz okuyla vurmamı hatırlatsın lütfen" dedi Trihs kapıyı kapadığında.
Julian bir kaşını kaldırdı. "Yayına yine mi el koymalıyım?" 
Eros ona da dil çıkarıp Selena'nın yanına gitti ve Venesa'yı kollarına aldı. "Ah, sen ne canlar yakan birisi olacaksın böyle. Eminim peşinden koşan bir sürü çocuk olacak." 
Julian'ın rengi soldu ve annesine döndü. "Anne, senden istediğim bir hediye var." 
Aphrodite umutla ona baktı. 
"Hephaistos'tan Venesa için bir bekaret kemeri isteyebilir misin?" 
"Julian!" diye gülen Grace zorlukla nefes aldı. 
Julian devam etti. "Fazla giymeyecek zaten. Sadece otuz, kırk yıl kadar"

7 Eylül 2012 Cuma

1 Judiht McNaught - Düşler Krallığı [Alıntı]


"Odasının kapısı hızla açılıp duvara çarpınca irkildi. "Şalını al" dedi Stefan Westmoreland sert ve uğursuz bir sesle. "Benimle o sahaya geliyorsun, yoksa ben seni sürükleyerek götürürüm!"
"Gelmiyorum," dedi Jenny, yine pencereden bakmaya başladı. "Kocam ailemi parçalara ayırırken gülmeyi midem kaldırmıyor"
Stefan Jenny'i omuzlarından tutup kendine çevirdi; Sesi sertçe vurulmuş bir kırbaç gibi şakladı Jenny'nin yüzünde.

"Sana ne olduğunu söyleyeyim! Kardeşim o sahada ölüyor! Senin akrabalarına dokunmayacağına yemin etmişti ve de bunu anladıkları an senin değerli akrabaların onu kesip biçmeye başladılar. Turnuvada onu parçalara ayırdılar."
(...)
"Jeniffer... Royce onların kendisini öldürmelerine göz yumuyor. O sahada senin için ölüyor. Kardeşini öldürmenin bedelini ödemek için..."  "

6 Eylül 2012 Perşembe

0 Vefa Enver - Beni Buna Zorlama [Alıntı]




Vefa Enver'in ilk okuduğum kitabı "Beni Buna Zorlama!"dan sevdiğim iki konuşmadan alıntı yaparak güne başlayalım istedim :) Zorlu ile Zeynep arasındaki konuşma. 


"Bu gece burada ne işin olduğunu ya da buraya gelmek için nasıl bir oyun çevirdiğini bilmiyorum, ama o koca burnunu bizim ilişkimden uzak tut!"
"Hayret doğrusu... Oysa şimdiye kadar hep yüzümle orantılı bir burnum olduğunu düşünmüşümdür. Büyüklüğü ile göze batacak yanım burnum değil hatırlarsan..."
Zeynep kulaklarına kadar kızarırken sırıtarak eklemeyi ihmal etmedi. "Ayaklarımı kastetmiştim, utanmana gerek yok. Sen de çok fesatsın!" 
(...) 
"Seninle ilgili her şey beni, benimle ilgili her şey de seni ilgilendiriyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Birbirimiz için yaratıldığımızı ne zaman kabul edeceksin?"
"Asla! Sen ve ben... o kadar farklıyız ki!"
"Ah evet evet biliyorum şu klişeler değil mi? Güneş ve gece, siyah ve beyaz, ay ve güneş gibi bir sürü benzetme yapacaksın."
"Hayır, öküz ve trene benzetecektim aslında!"


5 Eylül 2012 Çarşamba

0 Vefa Enver - Leyla Gibi


Yeni bir Vefa Enver kitabı daha bitti. Okumaya başladığımda daha ilk sayfalarda kahkaha atmaya başladım. Leyla'nın her gördüğü yakışıklıya aşık olmasının ardından yediği vurgun büyük oldu gerçi ama neyse o kısma da geleceğim. 

Engin'le tanışmaları, her yerde karşılaşmaları çok güzeldi. Aslında bir yerde aha bu kızların bahsettiği Engin&Ömer ikilisinden hangisi acaba diye düşünmedim değil. Ama tabi o zaman Ömer'in Ömer Şanlı olma olasılığı aklıma gelmemişti. İşte yolda karşılaşılan bir zengin iş adamıydı. Sonra tabi değişti işler. 

Her neyse, Engin'in evinde geçirdikleri sahneyi sırıtarak okudum. Hele Engin&Çağla yatak odasında Leyla oturma odasındayken... hatırlarken bile gülüyorum.  Ama en güzeli de tabu oynarken ki bir birlerine karşı sataşmaları. Gerçi başlarda Engin'in Leyla'ya karşı bu sataşan tavırlarını çok sevdim ama bazen aşırıya kaçıyor diye de düşünmedim değil. Sanırım kadınlık gururum Leyla'nın tarafını tuttu.

Leyla'nın Ömer Şanlı'nın şirketinde çalışmaya başladıklarında da Banu'ya ben de sinir oldum. Bana bile itici geldi... Gerçi Ömer Bey'in Ömer olma safhası da oldukça hızlı gelişti ya neyse. Henüz buluşmalarında Ömer derken ben Ömer Bey diye okuyordum :) 

Ömer kesinlikle tam rüya gibi bir adam. Yani teknik olarak her kadının isteyeceği bir adam. Seninle oturup romantik komedi bile izleyebiliyor. Bu çok güzel... Leyla'nın onunla olduğu zamanlar gerçekten tam prenseslere layık hayat yaşadığı değişmez bir gerçek ki Ömer'de gerçekten Leyla'yı sevmiş. Ama işte gönül bazen umulmadık kişilere kayıyor. 

Engin'de tam Ömer'in tersi. Yani gerçekten Leyla haklı, odun değil kütük mübarek. Ama tartışmalarındaki evden çekip gitmeleri de tipik Türk erkeğini yansıtan tavırlar. Aslında Ömer değil de Engin tam Türk erkeği stilinde Ömer daha modern. Hele alttan alttan Engin'in Leyla üzerindeki otoriter tavırları çok şekerdi. Leyla'ya onun gibi bir erkek gerekiyordu. 

Ancak Engin'in de çok zayıf olduğunu keşfettik. Bu yüzden kendisine çok kızdım. Yani Ömer gibi bile olamadı. Ne istediğini bilip de savaşamadı. Hemen teselliyi başka kişilerde aradı. Ömer ise savaştı, Leyla'nın yaralarını sabırla iyileştirdi ve onu mutlu etmeye çabaladı. Ve gerçekten sevdi! Ki arabanın için de Leyla'ya evlenemeyeceklerini söyledi. 

"Hep kendime seni mutlu edip edemeyeceğimi sorduğumda cevabım EVET oluyordu, ama kendime doğru soruyu sormuyordum. Asıl soru senin beni mutlu edip edemeyeceğin. Eğer ben mutsuz bir erkek olursam seni de mutlu edemem."

İşte Ömer'in Engin'den üstün tarafları. Ömer kendi sevgisine güvendi Engin güvenemedi. Ve sonunda cıvıl cıvıl, yaşamaktan zevk alan kadını hayat küstürüp depresyona soktular. Ahh bu erkekler! Engin'in dediği gibi "Sadece erkeğim." yani sadece busunuz!

Her ne kadar Ömer'den ayrılıp Engin'le olmak attan inip eşeğe binmek olsa da işte Leyla bunu yaptı. Gerçi sonunda kendi mutluluğuna ulaştı ama çok da yıprandı. 

Ve bir şey itiraf edeyim, Ömer'le tekrar bir araya gelip de çiftliğe gittiklerinde ata binmeleri sırasında hep, Leyla'nın attan düşeceğini aslında Engin'den hamile olduğunu ve bebeği düşürdüğünü öğreneceğini, Engin'le tekrar barışacaklarını düşündüm. Ama yanıldım. Gerçi yazarımız kendini tekrar eden bir yazar değil bunu Baran&Sibel ikilisinde yapmıştı. Yine de okurken aklıma geldi. 

Ben çok beğendim. Favori 3. kitabım Leyla Gibi oldu. Resmen bulutların üzerinde gibi hissettirirken bir den yere çakıldığımızı da hissettirdi kitap. 

Okumayanlara tavsiye ederim. 

"Pembe kraliçemiz Vefa Enverin bir romanının daha ikinci baskısıyla karşınızdayız!
Neden mi?
Çünkü ilk baskısını okuyanların bile bu kitabı yeniden okumak isteyeceğini biliyoruz İnsanların karakterlerini araba modelleriyle özdeşleştirerek çözüyor bir kere! İlginç değil mi? Zaten kendisinin de gönülden bağlı olduğu bir minisi var. Ve çok yakın iki arkadaşı Berna'yla Sedef. Onlar öyle yakın arkadaşlar ki Leyla hayatının önemli kararlarıyla ilgili ikilemlere düştüğünde hep onun yanındalar. Engin'le Ömer de var tabii bu romanda, okuyanlar bilirler. İşte Leyla tam bu iki adamın ortasında! Okuyunca Leyla gibi sizin de aklınız karışabilir. Siz olsanız, gözlerinizde aşkı arayan bir adamla mantıklı bir aşkı mı yoksa size baktığı anda içinizi eriten bir adamla tutkulu bir aşkı mı seçerdiniz?"

0 Judith McNaught - Düşler Krallığı


Judiht McNaught, Julie Garwood ile birlikte favori yazarlarımdandır ve şüphesiz en iyi kitaplarından birisi olduğunu düşündüğüm Düşler Krallığı'nın bundaki katkısı epey büyüktür.

Aslında konu, kitabın klasik bir tarihi roman olduğunu düşündürebilir. Ama McNaught'un kalemi o kadar iyi ki kendinizi olayın içine tam anlamıyla sürüklenmiş olarak buluyorsunuz. 

Kitabın içeriğine gelecek olursak...

Royce ve Jenny'nin aşkı gerçekten kuvvetli ve okuyucunun içinde hissettiği bir aşk. Jenny'nin kendi ailesine karşı duyduğu ve aslında onların hiç hak etmedikleri sevgi ile saygının Royce ile ilişkisinde neden olduğu pek çok şey okurun boğazını düğümleyecek cinsten. Özellikle arena bölümü ve Jenny'nin açıkça ilesini seçmesi, Royce'un buna verdiği tepki ve sonrasında yaşananlar... Öylesine derin işlenmiş ve anlatılmış sahneler ki satırladan başınızı kaldırdığınızda aslında kitabın içine ne denli girdiğinizi hatırlıyorsunuz.

Kitap boyunca sürüp giden kızgınlık ve düşmanlıklar, sürekli devam eden mücadele hali, iki tarafında hissettiği yoğun ihanete uğramışlık hissi ve bunun devamında gelen kızgınlıklar ve tüm bunlara rağmen güçlü bir şekilde hissedilip yaşanan bir aşk var bu kitapta. Şiddetle tavsiye ediyor ve okuduğunuza pişman olmayacağınızı söylüyorum.

Kitabın konusu;
Bir İskoç dükünün kızı olan Jennifer Merrick, 'Kurt' lakabıyla anıla İngiliz Claymore Dükü Royce Westmoreland tarafından manastırdaki okulundan kaçırılır. Dük, düşmanlarının yüreğine dehşet salan, adını duyan herkesin dudağını uçuklatan bir savaşçıdır, ama Jennifer de onun ününü umursamayacak kadar inatçı ve yürekli bir kızdır. Ailesine saldırmak üzere olan savaşçı kendisini tutsak aldığında, ondan kurtulmak için akıl almaz bir zeka kıvraklığı ve özgüvenle, küstah, alaycı ve yakışıklı düşmanını şaşkına çevirir. 
Ancak onun güçlü kollarında aşkı bulduğu andan itibaren Jennifer için hayat; gururunun, ailesine karşı hissettiği vefa ve koruma duygularının, karşı koyamadığı bir aşkla çatıştığı tehlikeli bir tuzağa dönüşecektir...

4 Eylül 2012 Salı

1 Taheref Mafi - Bana Dokunma [Alıntı]


Merhabalar :) Artık okuduğumuz kitaplardan beğendiğimiz kısımları, sizlerle alıntılar halinde paylaşacağız :) Siz de kendi alıntınızı yorumlarda belirtebilirsiniz. Biz de kimi zaman onları anasayfamızda yayınlayabiliriz :) Buyrun ilk alıntımız;
"Artık eskisi kadar ağaç yok, diyordu bilim insanları. Eskiden dünyamızın yeşil olduğunu söylüyorlardı. Bulutlarımız da beyazmış. Güneşimiz hep olması gerektiği gibi aydınlatırmış etrafı. Ne var ki benim o dünyaya ait anılarım çok soluktu. Geçmişe ilişkin pek bir şey anımsamıyordum. Şu an bildiğim tek var oluş, eskiden bana verilendi. Eskiden olanın yankısı. 
Avucumu, küçük pencereye bastırdım ve soğuğun, elimi tanıdık bir kavrayışla sardığını hissettim. İkimiz de yanlızdık. İkimiz de başka bir şeyin yokluğunda vardık. 
Neredeyse bir işe yaramayan, içinde çok az mürekkep kalmış, her güne pay etmeyi öğrendiğim tükenmez kalemimi alıp baktım. Fikrimi değiştirdim. Olayları yazmak için gereken çabadan vazgeçtim. Bir hücre arkadaşı iyi olabilirdi. Gerçek bir insanla konuşmak bir şeyleri kolaylaştırabilirdi. Sesimi kullanmaya çalıştım. Dudaklarımı, ağzıma yabancı olan tanıdık sözcüklerin etrafında şekillendirdim. Bütün gün çalıştım. 
Nasıl konuşulacağını anımsadığıma şaşırdım. 
Küçük defterimi rulo yapıp duvara ittirdim. Üstünde uyumaya zorlandığım kumaş kaplı yayların üzerine oturdum. Bekledim. Bir ileri bir geri sallanıp bekledim. 
Çok uzun bekledim, uyuya kaldım."