28 Nisan 2014 Pazartesi

0 Julie Garwood - Kadere İnanır mısın? ( Crown's Spies #1 )


Bu kadın hep yazsın! Yemesin... içmesin... konuşmasın... kalkmasın otursun yazsın! Çevirmenlerde durmadan çevirsinler olmadı yayınevleri orjinallerini burada da yayınlasınlar bizlerde yemeyip, içmeyip hep bu kadını okuyalım :D Nasıl fikir? Bence muhteşem! :) 

Garwood'un kalemini seviyorum. Konusunu okumadan, çıktığında hemen aldığım nadir yazarlardan biri kendisi... Beni bu yazara kim alıştırdı merak ediyorum fena halde fanı oldum sanki :)

Neyse...

Kitaba geri dönelim değil mi? :)

Tarihi aşk romanı (historical romance) türünde bir kitaptı ama bu sefer alışılagelmiş bir kadın karakter yoktu karşımızda. Kızılderililer tarafından yetiştirilmiş bir kadın vardı. Dolayısıyla fazlasıyla cesur, cüretkar ve özgür hareket ediyordu ama bunun yanında çok da güzel konuşuyordu. Lyon yani erkek karakterimiz ise bir marki olmasının yanında bir savaşçıda... yani en azından Christina'nın deyimiyle öyle :) Christina annesinin dileğini yerine getirmek için İngiltere'ye geliyor ve Marki Lyon ile tanışıyor o an anlıyorlar ki bu ikisinin "kaderi" beraber olmak...

5 Julie Garwood - Kadere İnanır mısın? ( Crown's Spies #1 )


Bu kadın hep yazsın! Yemesin... içmesin... konuşmasın... kalkmasın otursun yazsın! Çevirmenlerde durmadan çevirsinler olmadı yayınevleri orjinallerini burada da yayınlasınlar bizlerde yemeyip, içmeyip hep bu kadını okuyalım :D Nasıl fikir? Bence muhteşem! :) 

Garwood'un kalemini seviyorum. Konusunu okumadan, çıktığında hemen aldığım nadir yazarlardan biri kendisi... Beni bu yazara kim alıştırdı merak ediyorum fena halde fanı oldum sanki :)

Neyse...

Kitaba geri dönelim değil mi? :)

Tarihi aşk romanı (historical romance) türünde bir kitaptı ama bu sefer alışılagelmiş bir kadın karakter yoktu karşımızda. Kızılderililer tarafından yetiştirilmiş bir kadın vardı. Dolayısıyla fazlasıyla cesur, cüretkar ve özgür hareket ediyordu ama bunun yanında çok da güzel konuşuyordu. Lyon yani erkek karakterimiz ise bir marki olmasının yanında bir savaşçıda... yani en azından Christina'nın deyimiyle öyle :) Christina annesinin dileğini yerine getirmek için İngiltere'ye geliyor ve Marki Lyon ile tanışıyor o an anlıyorlar ki bu ikisinin "kaderi" beraber olmak...

22 Nisan 2014 Salı

0 Dina Nayeri - Bir Çay Kaşığı Toprak ve Deniz


Hasta yatağımda yatarken boş durmadım kitap okudum :) ve Olimpos Yayınları'ndan çıkan "Bir Çay Kaşığı Toprak ve Deniz" kitabını bitirdim.

Adından, kapak tasarımından insanın dikkatini çeken bir kitap ve konusu da ilgi çekiciydi. Çok fazla okumayı tercih ettiğim tür değil ama okuyunca da insanın içine dokunan hayat öyküleri çıkan roman türlerindendi bu kitap da.

İran kültürünü, toplum düşünce yapısını ve yaşayış biçimini okurlarına sunan bir kitap. Dolayısıyla içerikli ve dikkat isteyen bir kitap. Normalde çoğu okur kitap okurken dünyanın gerçekliğinden uzaklaşmak için okur ama bu kitap yine bizim yaşamadığımız ama bir yerlerde yaşandığını bildiğimiz gerçek bir dünyayı anlatıyor. Bu yüzden şimdiden sizi uyarayım. Yaşadığınız hayatın gerçekliğinden kaçayım derken başka bir hayatın gerçekliğine dalıyorsunuz.

Bu tarzdaki romanlarda ben yazarın dilinin hafif, akıcı ve yorucu olmamasını isterim ama ne yazık ki yazarın dili bana yorucu geldi. Aslında konu çok güzeldi ama yazarın dili çok yorucu olduğundan dolayı konuya çok fazla kendimi veremedim. Kitapların geçmiş zamanla yazılması gerektiğini düşünüyorum. Fiilerde -yor eki okumak hoşuma gitmiyor çoğu zaman, eğer böyle bir anlatım olacaksa da yazarın aşırı akıcı yazmasını isterim. Ne yazık ki bu konuda aradığımı bulamadım. Artık çevirmenin dilinden mi yoksa yazarın dilinden mi böyle oldu bilemiyorum.

Kitabın konusunu, kurgusunu beğendim her ne kadar dilini beğenmesem de. Herkesin okuyabileceği kitaplardan değil dolayısıyla tavsiye ederim diyemeyeceğim. Çoğu okur hafif, su gibi akan hayali dünyaları ister okuduğu kitaplarda, bu kitap ne yazık ki her ne kadar kurgu olsa da hayali bir dünya değil bu yüzden herkese tavsiye ederim diyemiyorum. Ama bu tür romanları yani bir bölgenin kültürüyle yazılmış kitapları okumayı seviyorsanız okuyabilirsiniz.

Kısacası eğer farklı hayatlar okumaktan, farklı bölgelerin kültürlerini öğrenmeyi o yerlerdeki hayatları öğrenmekten hoşlanıyorsanız okuyun.

Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:
Büyüyünce anlatacak hikâyeler de mi biter?  
O, büyüse de anlatmaya devam ediyor, çünkü biliyor ki hikâyeleri biterse çocukluğu da bitmiş demektir." 
1980’ler İran’ında, çeltik yetiştirilen küçük bir köyde büyüyen on bir yaşındaki Saba Hafezi ve ikizi Mehtap Amerika’ya hayrandırlar. İngilizce kelimelerden oluşan bir liste yaparlar ve Life dergisinin yasaklı sayılarını, televizyon dizilerinin videokasetlerini ve Beatles kasetlerini biriktirirler. Bu yüzden annesi ve kız kardeşi ortadan kaybolup, kendisini ve babasını İran’da yalnız bırakınca, Saba onların kendisi ve babası olmadan Amerika’ya gittiklerinden emin olur.  
Köyde samimi bir ortamda büyüyen Saba, kaybettiği ailesinin yerine, her biri, Saba’yı üzen bu durum hakkında farklı fikirlere sahip olan dört vekil anneyi ve en iyi iki arkadaşını koyar. Bu arkadaşlar, ailesi ablalarını evlendirene kadar hayatı beklemede kalmak zorunda olan güzel Ponneh ve Saba’nın küçük bir kız olduğu zamanlardan beri âşık olduğu müzik delisi Rıza’dır. Ancak devrim sonrası İran, Saba’nın yeteneklerine sahip bir kız için kısıtlı imkânlar sunmaktadır. Saba, kayıp annesi ve kız kardeşinin ve mahrum bırakıldığını düşündüğü Batı hayatının hasretini çeker. 
Kendisine her zaman, kaderin “kanda yazılı olduğu”, yani ikizlerin toprak ve denizle ayrılmış olsalar bile aynı kaderi yaşamaları gerektiği öğretilmiştir.  Bu yüzden Saba, kız kardeşi için kendisininkiyle eşzamanlı ve paralel giden Batılı bir hayat hayal eder. Ancak Saba’nın hikâyesi İran’daki gerçek hayatın tüm yıpratıcılığı ve vahşetiyle doluyken, kız kardeşinin hayatı ona Saba’nın yalnızca hayalini kurabileceği bir özgürlük ve hâkimiyet verir.  
Renkli karakterlerle dolu olan ve Doğu’ya özgü hikâye anlatıcılığının ahengini dolaysız Batı nesriyle karıştırarak büyüleyici bir üslupla kaleme alınan ‘’Bir Çay Kaşığı Toprak ve Deniz’’, bizlere insanın kendi kaderini kontrol etmesinin önemi hakkında çok hoş bir hikâye anlatıyor.


21 Nisan 2014 Pazartesi

0 Chantelle Shaw - Ve Bir Gece

Bu kitapta iki roman bulunuyordu ve Chantelle Shaw romanını Abby Green'inkinden daha çok sevdim. Duyguları ona nazaran daha hissedilir boyuttaydı. 

Chantelle Shaw'ı da daha önce hiç okumamıştım ve bu ilk okuduğum kitabıydı ama hem kalemini hemde bu romanını beğendim. Akıcı ve duyguları hissettirebilecek şekilde kelimeleri kullanmış romanında. 

Abi kardeş ilişkileri ya da abla kardeş... çok güzeldi. okurken bir abla olarak duyguları bana hissettirebildi yazar. Kitabı sevme sebeplerimden biri... Aşkı yavaş yavaş dokumasına rağmen ilk başta Loukas ve Belle arasındaki elektiriği okurken hissettirdi. Daha kitabın en başından duyguları oturtmaya hisettirmeye başladı yazar bu yüzden de sevdim... 

Bu şekilde sevdiğim birçok şeyi sıralayabilirim. En çok da kurguyu sevdim. Loukas'ın Belle'i koruma çabasını, baba olma heyecanını, aralarında sır kalmaması için çabalamalarını... her şeyi... çok severek okurum. 

Harlequin kitaplarında uzun uzadıya yorum yapamıyorum çünkü kitaplar zaten tadı damağında kalan kitaplar dolayısıyla yorumum da kısa oluyor. Eğer bu kitap daha uzun olaydı hiç sıkılmadan şüphesiz ki okurdum diyerek ve tavsiye ederek yorumumu bitiriyorum :)

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 
Milyarder işadamı Loukas Christakis, bir kadına güvenmemesi gerektiğini, bedeli ağır bir deneyimle öğrenmişti. İlgilendiği tek kadın yakında evlenecek olan küçük kız kardeşiydi. İşte bu yüzden, kız kardeşinin gelinliğini yapması için, işinde canını dişine takan tasarımcı Belle Andersen’i özel adasına getirmekte bu kadar isteksizdi. Bu sevimli güzelle nasıl başa çıkacaktı? Saf ve utangaç Belle, Loukas’ın muhteşem villasında çalışmaya başladığında, bu seksi Yunanlı için beklenmedik bir cazibe kaynağı haline geldi. Oysa sıradan gibi görünen bir gecelik ilişkinin ne gibi sonuçları olabileceğini kim bilebilirdi ki? Belle hayatının en büyük şokuyla yüzleştiğinde, Loukas da kendisine ait olduğuna inandığı şeyi almaya karar verecekti.

0 Abby Green - De Marco Efsanesi

Harlequin'in kısacık hikayelerinden birini daha bitirdim. bazı hikayeleri çok güzel oluyorken bazılar ne yazık ki bana istediğimi veremiyor... Burada da istediğimi veremeyen hikayelerden birini okudum. 

Abby Green... okuduğum ilk romanıydı De Marco Efsanesi... Ne yazık ki bir şeylerin havada kaldığını, oturmadığını ve çok çabuk oldu bittiye geldiğini hissettim bu romanda. Artık kısa romanlar olduğundan mıydı yoksa yazardan mı kaynaklı bilmiyorum ama ne aşkı hissedebildim ne de abla-kardeş ilişkisini... Hep bir duygular havadaydı sanki... 

Aslında konu güzeldi, karakterler de oldukça iyi kurgulanmıştı ama duygudan yoksun geldi bana ne yazık ki :( duygularda tam yerinde olaydı tamam işte... o zaman yeme de yanında yatlık bir roman olurdu. 

Yazarın dilini sevdim, akıcı  ve okuru sıkmayacak bir şekilde yazıyor. Bu yüzden denk gelirsem yazarın diğer kitaplarına da bir şans verip okuyacağım ancak ne yazık ki bu roman bana istediğimi veremedim. Bu yüzden tavsiye etme kısmını es geçiyor ve tercihi size bırakıyorum.

Kitabın konusunu aşağıda paylaşıyorum:
Rocco de Marco. Efsanevi finansör ve milyoner. Odadaki en önemli adam olarak, az önce, Gracie’nin açık büfeden aşırdıklarını gördü. Garson kız Gracie O’Brien’ın, Rocco ile ilk tanışması hatırlanmaya değerdi; ikincisi ise unutulmazdı. Rocco, onu ofisine girerken bulduğunda, masum olduğuna inanmadı ve gerçekleri öğrenene kadar da onu alıkoydu. Yine de bu kızıl saçlı kıza karşı öfke duyamıyordu. Çünkü Gracie, Rocco’nun uzun yıllar önce mezara gömdüğü duygularını bulup çıkarmıştı. Aralarındaki cinsel çekim, patlama noktasındaydı. 

15 Nisan 2014 Salı

1 Jennifer Probst - Aşka İkinci Şans [ Marriage to a Billionaire #2 ]


Jennifer Probst'un yayınlanan ikinci aynı zamanda serinin de ikinci kitabı olan "Aşka İkinci Şans"ı uzun süredir elimde olmasına rağmen okudum ve bitirdim ama bitmesini hiiiiç istemedim.

Yazarın akıcı, okuru yormayan, merakla okunan ve her daim yüzünde bir gülümseme oluşturan, fazla uzatıpda cılkını çıkarmadan tadında bırakan bir kurgu yeteneği ve kalemi var. Zevk alarak okuyup dünyanın bütün stresinden kurtuluyorum şahsen :)

İlk paragrafta dediğim gibi Marriage to a Billionaire serisinin ikinci kitabıydı. İlk kitapta tanıdığımız Maggie'nin aşık olmasını okuyorduk burada tabi aşık olduğu adamı yani Michael'ı da ilk kitaptan tanıyoruz. Cidden müthiş bir ikili :)

Maggie'nin hazır cevap, güçlü her zaman ayakta durabilir ifadelerine karşılık Micheal'ın güçlü kudreli, sadık, ailesine bağlı, onlar için her şeyi göze alabilecek bir adam olması işleri baya karıştırdıysa da her zaman ki gibi aşk kazandı!

Hani derler ya zıt karakterler birbirini çeker diye en büyük kanıtı Michael ve Maggie oldu :) Maggie'ye ilk kitapta bayılmıştım ve bunda ise ahh... Maggie... ah... kalbimde yine taht kurdu :)

Kitaba dair çok alıntılı bir yorum yapamayacağım çünkü tam kendimi kaptırdım gidiyorum bir baktım ki bitti. Sanırım kısa zamanda bir kere daha okurum :)

Çok keyif aldım ve cidden bir çırpıda okunan su gibi akan bir kitaptı. Tavsiye ederim. Serinin her iki kitabını da tavsiye ederim :)

Kitabın konusunu aşağıda sizinle paylaşıyorum: 
Aşk sıra tanımaz.  
Michael, aşkı kendinden önce bulan ve evlenmeye karar veren kız kardeşinin önünü açmalıdır. Kardeşlerin en büyüğü olduğu için önce onun evlenmesi konusunda ısrar eden annesine bir oyun oynamaya karar verir. Sahte bir geline ihtiyacı vardır. Hem de hemen!  
İşler istediği kadar hızlı ilerlemeyince, eski sevgilisi Maggie’den yardım istemek zorunda kalır. Maggie’nin ise bir şartı vardır. Hem de ne şart…  
“En iyi romantik komedi yazarlarından biri.” - USA Today 

13 Nisan 2014 Pazar

0 Ali Bolat - #direnAşk


Diren AŞK! Diyenlerden biri de ben oldum. İnsanların bu kitabı neden tavsiye ettiğini neden bu kadar sevdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Ciddi anlamda biz gençleri anlatan, bizlerin gücünü gösteren aynı zamanda aşkın getirilerini okurun önüne seren bir kitap. Hiçbir kitabı okurken hiç bu kadar kendimi hissetmemiş, kendimi izliyormuş gibi düşünmemiştim.

Etkileyici!

Güçlü!

Sürükleyici!

Başka kelimelere gerek var mı? Bence yok!

Bu kadar diyip yorumumu bitirirmişim :)

Tabi ki böyle bir şey yapmayacağım.Öncelikle Ali Bolat...yazarın adını ilk kez bu kitapla duymakla kalmayıp dilini de bu kitapla beraber öğrendim. Okuru sıkmayan, sürükleyici ve akıcı bir kalemi vardı bu kitapta. Genelleme yapamayacağım diğer kitaplarını bilmediğimden dolayı ama... bu kitap kesinlikle bir çırpıda okunup bitecek kitaplardan. Üstelik merakla okunacak kitaplardan....

Kitabın konusuna aızıcık kıyısından biraz anlatmak istiyorum bilmeyenler öğrenir diye :) DİREN AŞK; boşanmış 35 yaşında asosyel, ev ve iş arasında mekik dokuyan hiçbir hayatı olmayan yalnız bir kadın olan Aslı'nın, yakın bir arkadaşının 19 yaşındaki oğlu Cem'in on gün onunla yaşayacak olmasıyla değişen hayatını konu alıyor. İşte Aslı için dönüm noktası olacak bir hayatın başlangıcı... Cem, kanının deli olduğu, senden benden biri gibi...sosyal medyayı sonuna kadar kullanan, telefonunun elinden düşürmeyen... hem telefonuyla hem de hayatla yaşayan bir delikanlı... Bir gün Cem Gezi Parkı eylemlerine katıldığını söylediğinde Aslı onu oradan almak için Taksim'e gider ve orada hayatını değiştirecek adam olan Ufuk ile karşılaşır... İşte bu noktadan sonra hem biraz Gezi olaylarını okuyoruz, hem de fazlasıyla Aslı'nı geçmişiyle barışmasını, Ufuk ile yeni bir hayata başlamasını okuyoruz...

Eeee aşk hiçbir zaman geliyorum demeden kapını pat diye çalıyor ve bir bakmışsınız ki kapılıp gitmişsiniz... işte tam olarak bunun öyküsü...


Şimdi kitap içeriğine giriyoruz... Spoiler istemiyorsanız okumayın! :)

Aslında aman aman bir kitap içeriğine girmeyeceğim ama yine de içimde kalmasın söyleyeyim dediğim kısımlar var...

Aslı'nın ağabeyinin yaptıklarını açıkçası sindirmek çok zor... Nasıl bir anne buna göz yumar, iftira olduğunu söyler... nasıl bir abi bunu yapar... açıkçası şaşkınlıkla okudum ama ne yazık ki Türkiye'nin hatta bazen dünyanın acımasız bir gerçeği bu... bir ağabey ya da erkek kardeşin kız kardeşine tacizlerini göz yumanlar, görmezden gelenler, önemsemeyenler ne yazık ki var. Bunun bilincinde olup da okumak o kadar tüyler ürpertici ki! Neyse ki yazar okurlarını düşünmüş bu detayları sadece kitabın sonlarında ve azıcık okuttu okurlarına.

Ufuk... aslında düşünüyorum da benim kesinlikle onaylamayacağım bir ilişki olurdu ama bir yandan düşünüyorum neden onaylanmasın? Bir erkek bir kadından büyükse sorun olmuyor da kadın büyük olunca mı olacak? Sanırım ne kadar eşitlik var diye savunsak da aslında eşitlik olmadığının bilincinde büyütülüyoruz! Evet başlarda garipsedim. Az buz yaş farkı yok ama neden olmasın sorusu da beynimde yankılandı Ufuk Aslı ilişkisinde! Eğer çiftler önemsemiyorsa bizler kapının dış kolları neden bunu bu kadar önemsiyoruz diye sorgulamama neden oldu!

Kitap içeriği bitti :)


Alıntılarımıza başlayalım mı? :) O kadar çok yere post it yapıştırdım ki okurken hepsini sizinle paylaşmak istiyorum üşenmezsem :) 

Her şey bir ağacın sökülmesiyle başladı. Kısa sürede
hayatlarımıza sıçrayan bir yangın önce ülkeyi, sonra 
beni sardı!


Gerçek arkadaşlıklar böyledir işte; bazen kelimeler susar 
ifadeler konuşur ve binlerce kelimeyle ifade edilemeyecek 
bir dolu şeyi bir duruş ya da kısacık bir bakışla anlatır.

Odalarından çıkmayan, kendi sanal dünyalarından
başka hiçbir şeyleri olmayan bu çocuklar, bu cesur
adımları atmayı nereden öğrenmişlerdi? 

Hayatın yağmurlarından beni koruyabilecek ve gülüşüyle
güneşi vaat edecek biri vardı yanımda. 
İşte bu aşık olmaya değerdi!

Günümüzün fotoğrafı buydu işte: aynı masada otu-
ran ama karşısındakiyle konuşsa bile telefonuyla il-
gilenmekten kendilerini alamayan insanlar!

Tarih kitaplarında okutulan; cephaneye su, yiyecek ve  
silah taşıyanları engellemeye çalışan birliklerin hikaye-
sinden ne farkı vardı ki bunun? Tek fark, artık en değer-
li silahın iletişim olmasıydı.

Ne yazık ki aşk, biz beklediğimiz anda değil, tam
arkamızı dönüp vazgeçmişken kapımızı çalan bir
misafir gibiydi ve bu gece bir kez daha anladığım 
gibi o kapı çalındığında ne yapacağını şaşırıyordu 
insan.


Belki de aşk bu yüzden değerliydi. Öyle bir güçle doldu-
ruyordu ki insanı, dünya yıkılsa fark etmezdi.


Evet hiç beklemediğim birine aşık olmuştum, 
onun ne düşündüğünden haberim bile yoktu, 
ama zaten bu aşkın yaşanabileceğini düşünmü-
yordum bile. İçimdeydi, bana güzel gelmişti ve
şimdilik benim için önemli olan tek şey de buydu.

Bazı cümleler her okuyuşunuzda kalbinizi yerinden    
oynatabilirler, üstelik ne kadar sıradan görünürlerse 
görünsünler.

Bazen en büyük haksızlıkları hiç hak etmeyenlere
yaparız.
Birkaç ağacın sökülmesiyle başlayan yangın, ölümlerle 
sonuçlanmıştı ama kendimden dolayı çok iyi biliyordum
ki;pek çok insanın da yeniden doğmasına sebep olmuştu.
Şimdi geçmişe, acıya, hayata direnme zamanıydı, hem de 
AŞKLA!


Dediğim gibi çok keyif alarak okuduğum, zaman zaman kendimi sorguladığım, gezi olaylarında dışarıdan izlemenin ve içinde olmanın farklılıklarını ve değişen hayatlar, hiçbir zaman her şeyin planladığımız gibi gitmemesini ve daha da güzel her zaman bir çıkış yolu olduğunu okudum... İç güdülerimize güvenmeyi ve birazda kendimiz için yaşamayı... 

Keyifle okunacak, etkileyici bir kitaptı.

Tavsiye ederim okuyun! 

Yorumumu kitapta çok beğendiğim bir alıntıyla bitiriyorum! 

"CENNET ÇOĞU ZAMAN BİR MEKAN DEĞİL, BİR ANDIR!"

Kitabın konusunu aşağıda paylaşıyorum:
Geçmişle barışmadan ‘AŞK’ için savaşamazsın!
Aslı kocasından boşanmış, ölü bir bebek doğurduğu için ciddi psikolojik sorunlar yaşamış, doğup büyüdüğü şehir ve geçmişiyle travmatik bir ilişkisi olan bir kadındır. En yakın arkadaşı Sibel’in on dokuz yaşındaki oğlu Cem, geçici bir süre Aslı’nın yanında kalacaktır. Tam bu esnada ülkeyi sarsmaya başlayan isyanlar Aslı’nın hayatını da etkiler. Cem’i korumak adına kendini olayların içine atan Aslı, hem kendi gençliğini hatırlar, hem de yepyeni bir nesille tanışıp bir dönüşüm yaşamaya başlar. Kalbini Gezi Parkı olayları sırasında tanıştığı ve kendinden on iki yaş küçük Ufuk’a kaptırınca durum iyice karışır, çünkü Ufuk da Aslı’yla aynı şehirde doğup büyümüştür. Ufuk, Aslı’yı Mersin’e davet ettiğinde Aslı’nın dünyası altüst olur. Travmatik geçmiş, âşık olunan adamın siluetinde bir bombaya dönüşür, çünkü Aslı'nın geçmişinde yüzleşmekten kaçındığı sırlar vardır. Aslı aşkın gücüyle çıktığı bu yolculukta geçmişini yenip yepyeni bir hayata merhaba diyebilecek midir, yoksa kendi içine daha fazla kapanıp aşkı yok mu sayacaktır?

1 Nisan 2014 Salı

10 Fatih Murat Arsal - Zor Kadın [Zoraki Koca #3]


Allah'ım bu nasıl bir kitaptı ya! Açıkçası hayal kırıklığına uğradım! Fatih hocanın kalemine tapan biri olarak hiç beğenmedim! Ya nasıl bu kadar kalemini basit düzeye indirgeyebildi anlamadım. O kadar sıkıldım ki okurken normalde post it kaynayan kitaplarınıza o kadar alışmıştım ki bu kitap... diyecek söz bulamıyorum. Keşke...

Keşke...

Keşke bu kadar sert bir 1 nisan şakası yapmasaydı bu okurunuz :D

Şaka tabi ki :) Bu kitabı aslında dün bitirdim ama yorgunluktan bugüne kaldı yorumu ve iyi ki de kalmış yani :) Açıkçası Fatih hocanın ve fanlarının şu ilk satırı okurken ki yüz ifadelerini merak ediyorum :) Kesin fanlar beni topa koyarlar :D Tamam kendim kaşındım :) kabul ediyorum :)

Şimdi ciddi ciddi yorumuma geçerek kitabı beğendiğimi söyleyeyim :) Yine tipik FMArsal kalemi ve yine güzel bir aşk hikayesi :) Gerçi bu diğer kitaplarındaki gibi heyecanlı olmadı benim için çünkü ne olacağını biliyordum. Yazarımız facebook sayfasında yayınlamıştı bu kitabı ve keyifle okumuş Ateş'e saydırmış, Ecrin'e hayran kalmıştım ve şimdi tekrardan okurken sonunda neler olacağını bilerek okumanın da farklı tatları olduğunu keşfettim. Mesela Ateş hiç de beğenilecek bir adam değilmiş. Neyse o kısma sonra geleceğim :)

Öncelikle kitapta Kara'yı ve Selim'i görmek çok güzeldi. Selim benim Tahir'den ve Doğan'dan sonraki favori erkek'im :) aslında üçünün de yeri ayrı ama bunlar gözümde bir taneler ahhh tabi bir de Ataman ya da Turgut mu deseydim o var :D onları da bir kitap olarak okusaydık çok fena olacaktı :)

Konuyu dağıttım yine =)

Neyse, ben bu karakterleri görmekten memnun oldum açıkçası bu yüzden zaten Fatih hocanın kalemini ve kitaplarını daha ayrı bir seviyorum. Adam resmen karakterler benim ister arkadaş yaparım ister düşman diyerek hepsini arkadaş yapmış :) bence iyi de yapmış :) Şahsen Tahir'in düşmanı olarak görmek istemem Selim'i :)

Bak ya yine dağıldım hemen toparlanıp kitaba dönüyorum.

FMArsal fanlarına özel olarak sormak istiyorum. Hiç nefret ettiğiniz, sevmediğiniz bir FMArsal erkeği var mı? Ben cevaplayayım önce.... benim artık var! Cidden ilk okuduğumda değil ama bu okumam da cidden Ateş'e ısınamadım. Adam ciddi anlamda odunun teki ya! Nerede o okuduğumuz Tahir, Doğan... nerede bir Tamer... tamam onlar gibi olsun demiyorum herkesin ayrı bir karakteri var ama sen git yontulmamış bir odun da olma! Cidden hiç hoşlanmadığım bir karakter oldu kendisi... Tam bir sinir kaynağı... Ecrin'e acıdım onun gibi biriyle bir ömür geçirecek olmasına... hayır aşık olsa ki kaç yazar :P

Şimdi bütün sinirimi dökerken kitabı anlatırım korkusuyla susuyorum ama demeden geçemeyeceğim. Ecrin'e söylediği onca şeyi bana söylemiş olsaydı değil aşkımdan affetmek, gururumdan onu süründürürdüm!

Şimdi sevdiğim alıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum :) eeee alıntısız bir FMArsal kitabı yorumlanmaz değil mi ama :)


"Bence senin de bir şeyler yemeğe ihtiyacın var küçük hanım. Fazla zayıfsın. Hem yemek yeriz... hem iş konuşuruz... hem de belki seni etkilemenin bir yolunu bulurum..."

"An...anlamadım?"

"Bende öyle! Ben de anlamadım! Bana neden böylesine değişik ve...böylesine...çekici geldiğini... hiç bilmiyorum!"


"Gece eve geldiğiniz de sizi karşılayacak biri olsa fena olmazdı ama?"

"Beni karşılayan bir kadın var zaten!.."

"Ah! Berna Hanım!.. Nasıl unuturum? Ama Berna Hanım soğuk gecelerde sizi sıcak tutabiliyor mu?"

"Salep hazırlıyor!"

"Hastalandığınızda size gözü gibi bakıyor mu?"

"Üç büyük şehirde hastanem var benim..."


"Sevgiden de korkuyorsunuz değil mi?" diye fısıldadı Ecrin.

"Anlamadım?"

""İçinde sevgi geçen bir şey sizi ürkütüyor."

"Hiç de bile! Sevgi ile aram iyidir benim!"

""Öyle mi? Bir örnek verin bakalım?"

"Spor arabamı seviyorum mesela? Yeni uçağımı...yatımı..."


"Evlenmeyi kabul ediyor musun?"

"Şey..." dedi Ecrin kararsızca. "İyi bir fikir gibi... Ama kabul edebilmem için... önce teklif etmeniz gerekmez mi?"

"Seni lanet olasıca kadın! Benimle oynama artık! Ya kabul et... ya da etme! Tüm yapacağın 'evet' ya da 'hayır' demek!"


"Keşke bu kadar zengin ve ünlü birisi olmasaydınız! Bu evliliği herkes merak edecek. Aniden evlenmemizi açıklamak zor olacak. Belki de herkes para için sizinle evlendiğimi düşünecek."

"Bu doğru değil mi?"

"Doğru ama...herkesin bilmesine gerek yok ki!" Sıkıntıyla onun yakışıklı yüzüne baktı. "Siz ne diyeceksiniz çevrenizdekilere?"

Ateş alaycı bir şekilde gülümsedi. 

"Senin dediğini..."

"Ben ne dedim ki?"

"Bana soran olursa eğer... bal gözlü bir kıza aşık olduğumu ve onunla evlenmek için acele ettiğimi söyleyeceğim..."


Kırkına merdiven dayamış bir adam olarak hiçbir zaman, bir kadın için bu kadar değişik duygular hissetmemişti. Ecrin çok farklıydı. En azından genç adamın yüreğinde farklı duygular uyandırıyordu. 

Ve... genç adam hayatında ilk kez... korkuyordu.



"Seni kaybetmeyi nasıl göze alırım, değil mi? Ne de olsa, sevgiye inanmayan bir koca bulmuşum!.. Bir bebeği değil istemek, düşüncesinden bile nefret eden bir adamla evlenmişim!.. Zengin ve yakışıklı olmasının yanında karısını her fırsatta kıran bir canavar olması önemli bile değil... Ondan boşanmayı kabul etmem gerçekten saçma olurdu değil mi?Aile ve yuva sahibi olmaktan ölesiye korkan birini neden terk edeyim ki?"



"Sana ortak hesap mı açtım? Bu ilginç işte! Param için benimle evlenen bir kadına neden bu kadar güvendim acaba?"

"Başına kalın bir demir ile vurmuştum. Araba çarpıncaya kadar öyle aval aval geziyordun! Ne yazık ki kazadan sonra kendine gelip, yine eski sen oldun işte! Şekillendirilmemiş bir odun!"



"Dana önce bu yatak odasına..." sustu... Sonra başladığı cümleye devam etmenin dürüstlük olduğunu düşünerek devam etti. "... bu odaya, senden başka hiçbir kadın girmedi. Neden bilmiyorum ama... senin odama ve ... yalnızlığıma... çok yakıştığını düşünmeye başladım!"



"Bence en kısa zamanda kendine bir meşguliyet bul!"

"Mesela? Çocuk olur mu?"

"Ne çocuğu?"

"İki ayaklı, sıklıkla ağlayan, sümüklü bir velet mesela? Ya da kurdele takıntısı olan bak gözlü bir kız çocuğuna ne dersin?"


Bu kadar alıntı yeter. Aslında birkaç yer daha vardı ama baktım onlar çok kitap içeriği olacak en iyisi tadında bırakmak dedim :)

Her ne kadar bazen Ateş'i sevimli bulsam da hiç sevmediğim bir karakter oldu diye bir kez daha söylemek istiyorum. Ecrin'in hazır cevaplılığı, esprili yapısı, neşesi kitaba renk katıyordu. Ama bir de şu hemen yelkenleri suya indirmeseydi çok daha iyi olurdu bence! Hemen affetti, hemen vazgeçti... ya kızım bırak adam sürünsün ya dedikleri yenili yutulur cinsten değil... ama yok hanımefendi affetti! Sonunda böyle bir oduna bağımlı kalırsın işte.

Neyse, ben kitabı beğendim ki zaten beğenmemiş olsam 2. kere okumazdım değil mi :) Ve tavsiye ederim klasik FMArsal kitabıydı! :) Tek farkla erkek karakterine aşık olmadım bu sefer... Buyurun kızlar Ateş sizin olsun tepe tepe aşık olun, adını sayıklayın isterseniz aranızda bölüşün :)

Zoraki Koca Serisinin Kitapları:
Kitabın arka kapak yazısını aşağıda paylaşıyorum:
Şaşırtıcı bir kadınla karşı karşıyaydı.Oysa her şey ne kadar kolay gözüküyordu!Onu elde etmek ne kadar zor olabilirdi ki?İçinde bulunduğu maddi sıkıntılardan kurtulması için kendisini genç adamın kollarına bırakması yeterliydi.Kolay olması gerekirdi! Ama!.. Ama yanılmıştı! Hem de çok! 
Acımasız bir adam olması genç kızı hiç korkutmuyordu.Kötü bir şöhreti olması bile onu hiç rahatsız etmiyordu.Herkesi sindirip yakan ateşli gözlerine bakarak gülebiliyordu!Bunlardan daha da kötü bir özelliği vardı.Hiç alışık olmadığı kadar... zor bir kadındı! 
Aşka ve aileye inanmayan,her istediği kadını kolayca elde edebilen bir adam için onunla karşılaşmak büyük bir talihsizlikti!Ve onu ancak evlilikle elde edebileceğini anlayınca, çaresizce teslim oldu... Hem de iki kere... 
Kötü kalpli olmakla ün salmış, huysuz bir adamın yanında yer almaya hazır mısınız?Böyle bir adamı bile kolayca sevebilirsiniz dedirten, sürprizlerle dolu bir FMArsal romanı daha... 

Ahh... bir de kitabımın imzalı olduğunu söylemiş miydim? :) Fuarları en çok bu yüzden seviyorum =)