31 Ekim 2012 Çarşamba

0 Deeanne Gist - Umutsuz Aşkın Gözyaşları


Yazarın okuduğum ilk ve tek kitabı. Aslında diğer kitaplarını niye okumadım bilmiyorum sanırım denk gelip almadım. Ancak yazarın dilini, üslubunu ve olayları kaleme alış biçimini, karakterlerinin özelliklerini çok beğendim. Ayrıca çok da kitabın kurgusu çok akıcı ve sürükleyici. Yazar her türlü duyguyu yazmış ve bunları da okuyucuya hissettirmeyi başarmış.

Kitap kısacası zoraki bir evliliğin sonunda birbirine aşık olan farklı dünyaların yetiştirdiği iki insanın arasındaki duygulara ve buna rağmen birlikte olabilmek için çabalarını anlatıyor. Kadın karakter Constance, Drew ile beraber kalabilmek için her şeyi öğrenmeye ve çok istediği amcasının kitabının editörü olmayı bir kenara bırakmayı düşünürlen Drew sevdiği kadını alışık olmadığı ve bilmeyip uyum sağlayamadığı ortamda kalmasını engellemeye çalışıp onu geri göndermeye çabalıyor... Aslında kitapta karakterler arasındaki iletişim bozukluğunu da görebiliyoruz. Ayrıca genellikle tarihi aşk kitaplarında cinsel içerikli sahneler bulunurken bu kitapta o sahnelere hiç değinmiyor. Yani evlendiklerinde bile o gece ne yaptıkları anlatılmıyor. ;) En azından her yaşa hitap eder hale gelmiş kitap bu şekilde.

Kitapta matematiksel problemlerin çok olduğundan şikayetçi olabilirsiniz belki ama o da bence Drew'ın Constance için yaptığı oyalama taktiği ve bir yerde sevgisinin göstergesi. Sizleri bilmem ama ben çok hoşlanmıştım bu detaylardan. Sanırım matematiği sevdiğimdem olsa gerek :))

Ve  bir de bu türde bulunan çoğu kitapların yanında buradaki erkek karakter arsız, çok kadınlarla beraber olan bir erkek değil. Utanan, çekinen ve sevdiği kadınla olan ilişkilerinde bile tereddüt edebilen bir erkek... En azından çapkın bir erkek tanımı ile karşılaşmıyoruz ve biraz değişik gelse de okumak güzeldi bunu.

Ben sevdim ve beğendiğim bir kitap oldu. Yazarı tanmayanlar için bence güzel bir başlangıç olur bu kitapla. Tavsiye ederim okuyun.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:


"İngiltereden gelen gemi, Virginia Kolonisindeki çiftçiler için iyi haber demekti. İşledikleri suçlar nedeniyle sürgün edilen kadınlar, tarlalardan toplanan bir balya tütün karşılığında bekâr erkeklere eş olarak satılıyordu. Drew OConner, bir gemi dolusu kadının geldiğini duyduğunda hiç heyecanlanmadı. Âşık olduğu kadını kaybetmenin verdiği kalp kırıklığıyla, sadece evin işini yapacak ve küçük kardeşiyle ilgilenecek bir hizmetçi arıyordu ama arayışı isteksizce yaptığı bir evlilikle sonuçlandı. Amerikaya zorla getirildiğini ve aslında bir Leydi olduğunu iddia eden dik başlı, zeki, namusuna düşkün ama inanılmaz derecede baştan çıkartıcı Constance için de bu evlilik sadece bir formaliteydi. Bir an önce ülkesine dönmekten başka bir şey düşünmüyor; üstelik yemek yapma konusunda fikri olmadığı gibi, zamanının çoğunu da ev işleri yerine matematik bulmacalarına harcıyordu. Nasıl bir kadındı bu böyle? Drewun hoşgörüsü ciddi bir sınavla sınanmak üzereydi... Deeanne Gistin akıcı ve duygu yüklü üslubu, sayfaları birbiri ardına çevirmenizi sağlayacak ve kitabın bitmesini hiç istemeyeceksiniz." 

29 Ekim 2012 Pazartesi

1 Julia London - Tehlikeli İlişkiler


Öncelikle kitap kapağının biraz itici bulduğumu söylemeliyim yazarın son çıkan kitaplarının kapak tasarımları çok daha iyi. Ancak yazarın dili oldukça iyi. Satırlar resmen su gibi akıyor ve bir çırpıda kitap bitiyor. Tarihi aşk romanı severlerin zevkle okuyacakları bir yazar bence. Yazarın dili oldukça akıcı, sürükleyici ve kitaba bağlayıcı. Üstelik çeviri de oldukça iyi.

Yazarın klasik tarihi aşk romanlarındaki küçük bir aldatma, ihanet ve sonunda tatlı bir aşkla bağlanan mutlu sonu yazmamış yazar. Kibatın içinde türlerinden farklı olarak ana karakterlerin ailelerindeki entrikalar, kuşkular, intikam tutkusu da yer alıyor. Bu da daha heyecanlı hale getiriyor kitabı. Hatta anne babalarının hatalarını çocukların ödediğini ve bir yerde kardeşlerin aralarına girdiğini okuyorsunuz. Kısacası şaşılacak çok olay var kitapta... ama tabi bunun yanında güzel ve beklenmedik bir aşk da var. Yavaş yavaş filizlenen bir aşk...

Ben çok sevmiştim yazarın bu kitabını her ne kadar diğer kitaplarını okuma fırsatı bulamamış olsam da en kısa zamanda okuma isteği uyandırdı. Tarihi aşk romanı severlere tavsiye edebileceğim bir kitap.


ENTRİKA, TUTKU, İHANET VEAŞK OYUNLARI İLE DOLU BİR DÜNYA 
İntikam ateşinin başlattığı önüne geçilemez olaylar, tutku dolu aşk oyunları, baştan çıkarmanın beklenmeyen sonuçları 
TEHLİKELİ İLİŞKİLER 
Romantik ve duygu dolu romanların yazarı Julia London dört kitaplık serinin intikam ve şehvet dolu ilk kitabını bizlere sunuyor. 1834 İngilteresinde süregelen olaylar trajik bir düello sonrası Kont Adrian Spencein çok sevdiği ve her zaman mutlu etmeye çalıştığı sert mizaçlı babası tarafından reddedilmesiyle başlıyor. 
Bundan sonra büyük bir çıkmaza düşen Adrian, babasının gözbebeği kardeşi Benedictin sevdiği kıza kur yaparak onu baştan çıkarıp evleniyor. İntikam için yaptığı bu seçim karısı ile birlikte kaderleriyle baş başa bırakıyor. Fakat asıl sorun tutku dolu ilişkide Adrianın içe kapanık olması ve karısı Lillianaya bir yabancı gibi davranmasından kaynaklanıyor. Sonunda bu birliktelik adeta fırtınalı bir denize dönüşüyor. Lilliana, Adrianı evine bağlamanın tek yolunun, kimseye söyleyemediği, en gizli sırlarının kilidini açıp, onun sevgiye karşı sımsıkı kapadığı kalbini keşfetmekte ararken; Benedict, çiftin arasına girebilmek için elinden geleni yapıyor.
Okurlar, inatçı çiftlerin birbirleriyle girdiği bu mücadelenin sonucunu görmek için sabırsızlanabilir, fakat Londranın yarattığı duygu dolu ve yoğun atmosferi hikâyeyi gizemli kılmaya yetiyor ve yazarın büyüleyici tasvirleri sizi görkemli aristokratik hayatın tam ortasına bırakıyor.


28 Ekim 2012 Pazar

3 Corban Addison - Güneşin Kızları


Her insanın hayatında yer edinen yıllar geçse de unutamayacağı ve içinde bir yerlerde gerçeklik payının yüksek olduğuna inandığı ve sadece bir kitap diyip geçse de aslında aklında izler bıraktığı kitaplar olduğuna inanırım. Hayatımın farklı dönemlerinde farklı sebeplerle bir elimin parmak sayısını geçmeyecek kadar az, bu şekilde tanımlayabileceğim kitaplar okudum. Ve şimdi "Güneşin Kızları" da bu sınıfa sokabileceğim kitaplardan biri.
Böyle bir kitabı anlatmak için kelimelerin kifayetsiz kalacağını okuyan herkes bilir. Muhteşem, harika, fevkalade gibi ifadeler bu tür bir kitap için hafif sıfatlar ve bence hayır bu sıfatların kitabı değildi.
Bir kitap, okuyucuya dünyanın görünen yüzündeki kötülükleri, iğrençlikleri ve asla inanamayacağımız yaşanmışlıkları anlatıyorsa ve bunların gerçekten yaşandığı biliniyorsa bu tür bir kitabı harika diye nitelendiremezsiniz. Ben nitelendirmem! Bu sıfatların anlatılan hayatlara hitap edilen sıfatlar olduğunu düşünürüm ve asla söyleyemem. Bu kitapta da ne Sita için ne Ahalya ne de diğer kızlar için harika diyebileceğim bir hayatı anlatmıyordu kitap bu yüzden harika diyemem... Belki Sita için mutlu bir son oldu peki ya Ahalya'nın yaşadıkları ya da diğer kızların... Hiçbiri en nefret ettiğiniz insan için bile dileyebileceğiniz hayat tarzı değil!

Kitap hakkında söyleyebileceğim tek iyi söz ETKİLEYİCİ olduğu. Biliyorum, bu kitapta yazılan her kelimenin gerçeklik payı oldukça yüksek ki yazar kitabın sonunda teşekkürler kısmında gerçekten araştırılarak yazıldığını göstermiş.

Kitabın konusundan bahsetmek pek mümkün değil ama kısacası küçük yaşta kaçırılıp köle gibi kullanılarak fuhuşa zorlanmalarını konu alıyor. Bu kitap aslında Sita ve Ahalya üzerinden diğer kızların hayatlarını anlatıyor. Belki onlar için bir şekilde mutlu son oldu ama bu sonu bulamayan o kadar fazla kız çocuğu vardır ki...

Bu tür kitaplar herkesin okuyabileceği tür değildir kimi insanlar kitap okuyarak gerçek dünyadan soyutlanmayı stresten sıkıntıdan uzaklaşmayı diler bu kitapta bunu bulmak mümkün değil. Okuduğum üç gün boyunca her aklıma gelerek stres yaptım çünkü biliyordum ki bu hayatlar dünyanın bir yerlerinde yaşanıyor. Tıpkı Thomas ile Porter'ın arasındaki konuşma gibi...

"Yani aynı hikaye devam ediyor, hiçbir zaman sona ermeyecek, değil mi?"
"Biz göremeyeceğiz korkarım."

Ben bunu bizlerin ve bizlerden sonraki nesillerin bile göreceğini sanmıyorum.

Neyse, kısacası bu kitap çoğunuzun okumayı tercih etmeyeceği türde bir kitap ama bana sorarsanız okuyun! Bazen insanı hayal dünyasına daldıran kitaplardan daha çok ihtiyacımız var dünyanın karanlık yüzünü gösteren kitaplara... O zaman elimizdeki yaşamın değerini biliriz.

Çok az kitap için "hayatınızda asla unutamayacağınız" tabirini kullanırım ki bunun için bu tabiri kullanıyorum. Hayatımda en çok etkilendiğim ve asla unutamayacağım üç kitap vardı ve Güneşin Kızları'da dördüncü kitap oldu.

"Hem hikâyesiyle hem de verdiği mesaj itibariyle Addison inanılmaz güzellikte bir roman yazmış. Güneşin Kızları geniş bir okur kitlesiyle buluşmayı hak eden bir yapıt."
John Grisham  
Tsunami, Hindistanda yaşadıkları kasabalarını dünya üzerinden silip ailelerini de ellerinden aldığında Ahalya on yedi, Sita da henüz on beş yaşındaydı. Kimsesiz kalan iki kız kardeşin tek kurtuluşları okudukları yatılı okula ulaşabilmekti.
İki kız kardeş Hindistanda bunları yaşarken, çok uzakta, dünyanın diğer ucu Washingtonda avukatlık yapan Thomas Clarke ise özel ve iş hayatıyla ilgili radikal kararlar alarak yeni bir hayat kurmanın eşiğindeydi.
Yolculuklarında acının başka bir yüzüyle karşılaşan Ahalya ve Sitanın kaderi akıl almaz bir şekilde Thomasla kesişir.
Güneşin Kızları yazgıya inat, umudun nefes kesici destansı bir öyküsü.

27 Ekim 2012 Cumartesi

0 Laurie McBain - Saklı Düşler


Yazarın çok akıcı bir dili olduğu ve mekan tasvirlerinde çok başarılı olduğu değişmez bir gerçek. Mekanları anlatırken o kadar ince noktalar yakalamış ki yazar gözünde canlandırmak çok kolay oluyor okuyucu için.
Severek okuduğum tarihi aşk romanlarından biri... Halbuki yazarın tek yayınlanmış kitabı bu ve gönül ister ki başka kitapları da yayınlansın.

Elysia ve Alex arasındaki ilişki çok hoştu. Okumak ayrı bir zevkliydi. İkili arasındaki diyaloglar bazen güldürürken bazen de sinirlendiriyor. Alex'in Elysia'yı kıskanması ve Elysia'nın abisine verdiği sözü tutma çabası ile Alex ile arasının bozulmasını okumak çok zevkliydi.

Yazar profesyonel bir kurgu yapmış bence, ben çok sevdim. Özellikle son sayfalardaki olaylar çok adrenalin yüklüydü ki sonunun o şekilde olacağını hiç tahmin etmemiştim ama belki birazcık hızlı gelişmiş olabilir olaylar ama ben bu durumdan şikayetçi değilim kitapla harika gitti.

Kitapta özellikle dikkatimi çeken şey ise aynı kategoride bulunan kitaplarda olduğu gibi cinsellik içeren sahneler yoktu. Çoğu aşk romanlarında birkaç sayfalık bu tür sahneler oluyor ama bu kitapta yoktu. En fazla iki paragraftır daha fazla değildir.

Şahsen benim severek okuduğum bir kitaptı, sizlere de eğer tarihi aşk romanlarını seviyorsanız tavsiye edebileceğim bir kitap.

Konusunu aşağıda belirtiyorum:



McBain’in karakter yaratma ve hikaye üretmedeki eşsiz yeteneği onu benzerlerinden öteye taşıyor.” Publishers Weekly 
“İyi işlenmiş, muhteşem bir romantizm! Okuyucuları yoğun bir atmosfer bekliyor.” Romantic Times
“Duygulara hitap eden bir anlatım ve renkli karakterler… Kendinizi hikayenin büyüsüne kaptıracaksınız.” Los Angeles Herald  
Etkileyici bir görünüme sahip Lord Alex Trevegne şöhreti tüm ülkeye yayılmış bir hovardadır. Elysia ise güzel; güzel olduğu kadar da talihsiz. Ancak bir gün kaderin ona hazırladığı oyundan sıyrılmaya karar verdiğinde her şey değişir.
Alex ve Elysia dönülmez bir uçurumun kenarında, bir skandalın eşiğinde karşılaşınca Alex onu kanatlarının altına alır. Ancak ona ruhen de bedenen de sahip olabilmesi için en çetrefilli yolları aşması gerekecektir.
Kesişen arzularının şiddetli çalkantısından, şimdiye dek yazılmış en güzel aşk hikayelerinden biri doğar ve nihayet ikiz tutkuları alev alev yanan bir denizin çağlayan dalgalarında birbirine karışır.

26 Ekim 2012 Cuma

0 Sarra Manning - Aşk Kaç Beden


Öncelikle yazarın kaleminin çok iyi olduğunu söyleyerek yorumuma başlamak istiyorum. Anlatımı çok akıcı, sürükleyici ve okuyucuyu kitaba bağlayan bir şekilde. Evet kalın bir kitap ama dili o kadar sade ve akıcı ki sayfaları nasıl çevirdiğinizin farkına varamıyorsunuz ve bir bakmışsınız kitap bitmiş.

Neve... zaman zaman beni sinir ettiğini itiraf etmem gerek. Gerçekten çok güvensiz. Halbuki diğer insanlardan ayıran bir özelliği var ama farkında değil. Çevresindeki insandan daha bilgili daha zeki ve daha kültürlü bir yerde ama onun için önemli olan ince ve uzun olmak... Ahh Tanrım!!! Gerçekten kilo takıntısına ben sinir oldum okurken. Max'a bu yüzden hak verdim.

Kısaca karakterleri şöyle tanıtabilirim size. Neve kendine güvensiz vücudu ile küskün 25 yaşında zayıflamaya çabalayan balık etli bir kız. 44 beden ve 36 beden olma amacında. Max'da çok popüler ve her istediği kızı elde etme potansiyelinde bir erkek. Yani tipik erkek modeli. Ve bunlar "krep" bir ilişkiye başlıyorlar. Ne demek istediğimi kitabı okuduğunuzda anlayacaksınız. Ayrıca bu benzetmeyi de seveceksiniz. Ben çok beğendim... :)

Kitap içeriğine giren bir yorum yapmak istemiyorum, okuyacak olanların hevesini kaçırmayayım. Bu yüzden çoğu beğendiğim ve zevkle okuduğum sahneyi söyleyemeyeceğim ama özellikle beğendiğim bir iki yerden bahsetmek istiyorum.

Neve'nin babasının özür dileyemeyeyip de üzgün olduğunu gösterme şeklini okumak çok güzeldi. Tipik bir aile hissi uyandırdı bende. Max'in de Neve'nin kilo takıntısı ile söylediklerinde yerden göğe kadar hakkı vardı. Ayrılık safhasındayken ki sözleri.. Ki Neve'de zaten haklı olduğunu anladı. Aslında Yuri'nin verdiği partide ikisinin karşılaşmaları ve konuşmaları... Bir yerde biliyor musunuz okurken Max'in Neve'ye gerçekten aşık olduğunu fark ettim ama işte yine de Max'in alaycı umursamaz tavırlarından sonra emin olamadım.

Favori sahnem son sahneydi. Çok güzeldi. Çok romantikti. Özellikle Neve'nin inancını ve o inancını yerine getirmeye çabalaması çok iyiydi.

Kitaptan daha fazla bahsetmeyeyim. Ben şahsen çok beğendim ve aşk romanı severlere okumasını tavsiye ederim. Kapak tasarımında dudak falan kullanılmış ama korkmayın içeriğinde cinsellik yok. Yani tarihi aşk romanlarında okuduğumuz kadar... Daha fazlası yok.

Kitabı eleştirebileceğim ya da kötüleyebileceğim bir nokta var mı derseniz... Hayır, yok! Yalnızca bir iki yerde imla hatası vardı o da birkaç kere o yeri okursanız dikkatinizi çekiyor. O da bu kitabın küçük bir nazar boncuğu olsun =)

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Kuralları Yıkmanın Tam Zamanı! Kitap kurdu olan tatlı Neve Slater oyunu hep kurallarına göre oynardı, ta ki Maxla tanışana kadar. Neve Slater, arşivde çalışan kitap tutkunu yirmi beş yaşında genç bir kadındır, ama Nevein kendisiyle ilgili çok ciddi bir sorunu vardır: Beş yıldır şık olduğu ve üç yıldır görmediği platonik aşkı William, Londraya dönmeden önce otuz altı bedene inmek ve Williamı kendisine âşık etmek. Neve bu süre zarfında çok ciddi bir diyet ve egzersiz programı uygular, yalnızca fiziksel olarak değil, her anlamda mükemmel olmalıdır. Daha önce hiç ilişkisi olmayan Neve ilişki yaşamanın da ne demek olduğunu deneyimlemek ister ve kendisini kız kardeşi Celianın çalıştığı dergide editörlük yapan çapkın ve seksi Maxla çıkarken bulur. Acaba William döndüğünde her şey Nevein hayal ettiği gibi mi olacak? Ya da otuz altı beden olduğu zaman Nevein tüm sorunları çözülecek mi? Yoksa başka, bambaşka gerçeklerle mi yüzleşmek zorunda kalacak?"

0 Elizabeth Elliott - Ya Hep Ya Hiç



Tarihi aşk romanı severlerin seveceği bir kitap olduğu değişmez bir gerçek. Konusu güzeldi, ilgi çekici ve merak uyandırıcıydı ancak çeviri o kadar kötüydü ki yazarın diline yorum yapmak imkansız bu durumda. Bazı yerlerde saçma devrik cümleler vardı ve bazı noktaları da iki sefer okumak gerekiyordu anlayabilmek için. Yine de hoşuma gitti konusu aslında daha iyi bir çeviri ile çok daha harika bir kitap çıkabilirdi ortaya.

Kötü çeviriyi saymazsak ve onu görmezden gelirsek -ki ben kitabı okurken hep öyle yaptım cümleleri kendime göre düzenledim ve anlamaya çalıştım- mekan betimlemeleri fena değildi gözünde canlandırılacak derecedeydi, kitaptaki duyguların yansıtılması da öyle. Ha bir Garwood ya da McCarty kitapları ile kıyaslanamazdı ama onlardan sonra güzel diyebileceğimiz konu içeriğinde olan bir kitap. Umarım yazarın başka kitaplarını daha iyi çevirilerle okuma şansı elde ederiz.

Kitabı severek aldım çeviri hatalarını saymazsak severek de okudum ama tavsiye etme konusunda tereddütlüyüm. Tavsiye ediyorum okuyun derim sonra gelip de çeviri hatası olan kitabı tavsiye ettin diyebilirsiniz. Tercih sizin... Eğer tarihi aşk romanlarını seviyorsanız okumayı düşünün en azından.

Konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Karanlık ve korkutucu…
Lady Tess, Remmington Kalesini üvey babasından geri almanın bir yolunu ararken, bunun kötülüğüyle ün salmış bir savaş lorduyla evlenmek olacağını hiç düşünmemişti. Acımasız ve korkusuz Kenric Montague yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmemişti ve şimdi Tess’in ona bağlılığını ve sadakatini istiyordu. Fakat Tess, onu korumaya ant içmiş ve içindeki en tehlikeli arzuları uyandıran bu adama nasıl teslim olacaktı? 
Güzel ve masum…
Savaş yaraları ve doğumunun ardındaki karanlık gerçek sebebiyle Kenric asla evlenmeyecekti. Tess karşısında dayanılmaz bir tutkuya kapılan Kenric, karısının onu yumuşak başlı bir adama çevirmesine asla izin vermeyecekti. Fakat onları ayırmak için düzenlenmiş hain bir plan karşısında Kenric hayatını tehlikeye atarak sevdiği kadını korumak için elinden geleni yapacaktı."

25 Ekim 2012 Perşembe

0 Elizabeth Rolls - Yaban Sümbülleri


Elizabeth Rolls'un okuduğum ikinci kitabıydı ve çok beğendim. Zaten yazarın dilini, konuları ele alışını ve anlatım tarzını açıkçası kalemini seviyordum bu kitap da bu yüzden okuduğum güzel tarihi aşk romanlarından biriydi.

Kitaptaki acılar resmen içimi titretecek kadar hissettirdi bu yönden yazara hayranım. Mutlu anları her yazar okuyucuya hissettirir ama acı anılarla her yazar okuyucunun tüylerini ürpertmez içini acıtmaz. Bu yazar bunları hissettiriyordu.

Max, başında her ne kadar hayranlık uyandırıcı bir karakter olsa da Verity ile olan ilişkilerinde hep yanlış şeyler söyleyip yanlış şekilde davrandı. Bu yönden çok sinir oldum ve bazı davranışlarında da kaşlarımı çattım. Richard... Max'in kardeşi gerçekten çok sevimli bir karakterdi. Herhalde Verity'nin de en büyük destekçisidi.

Verity'nin karakteristik özellikleri gerçekten hayranlık uyandırıcı gerçi tek kötü tarafı her şeyi üzerine alınmasıydı ama Max'de zaten hep o şekilde imalarda bulundu.

Londra'daki balo salonundaki olaylar şaşırtıcıydı bu konuda detaya girmeyeceğim ama alışılagelmişin dışında bir sahneydi okuduklarımız...

Ben kitabı çok beğendim ki zaten yazarın Hanımeli Kokusu kitabını okuduktan sonra aynı yazar olunca konusunu bile okumadan aldım iyi ki de almışım dedim.

Şiddetle tavsiye ederim eğer tarihi aşk romanı okumayı seviyorsanız. Ben çok beğendim. Çeviri de en az yazarın dili kadar kusursuzdu. Hiç hata yoktu, devrik cümleler yoktu. Gerçi Harlequin bu konuda hep titiz çalışıyor. :))

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Ezilmeye çalışılan bir hizmetçi mi yoksa zarif bir hanımefendi mi?Lord Max Blakehurst, Verity’i ilk gördüğünde onun gam yüklü, çekingen, tutuk bir hizmetçi olduğunu sanmıştı. Gerçekte, yıllarca hizmet ettiği Albay Scott’ın kızı olduğundan habersizdi. Bir zamanlar, babası öldüğünde bu genç kıza yardım etmiş olduğunun farkında bile değildi. Yeniden karşılaştıkları günlerde Verity, tahammül edilmesi çok zor bir hayat yaşamaktaydı. Max, bu duruma kendi gözleri ile şahit olduğunda ona yardım etmek isteyip kendisine şok edici bir teklifte bulunmuştu. Verity’i, metresi olarak götürecekti!Max, kalbini kaptırmaya başladığının farkında değildi. Tam Verity’i ikna ettiği sırada onun gerçek kimliğini öğrenmesi, Max’i alt üst etmişti. Onca kıymet vermiş olduğu Albayının kızı olan bu hanımefendiyi yanında metresi olarak tutması mümkün değildi. Bir skandal çıkmasını önlemek için evlenmekten başka çaresi yoktu!"

2 Marsha Canham - Demir Gül



Yazarın daha önce Benim Ebedi Aşkım ve Gurur kitaplarını okudum ancak bu onlara göre çok farklı geldi bana. Normalde dilini sevdiğim yazarlardandı kendisi. Genel anlamda takip ettiğim, konuları ele alışlarını sevdiğim ve detaylarında boğulmadığım bir yazardı ancak bunları bu kitap için söyleyemeyeceğim.

Kitap bana çok sıkıcı geldi. Konu olarak evet güzeldi ve alışılagelmiş tarihi aşk kitaplarından da farklıydı ama o kadar detaylara girmiş ki açıkçası bazı yerlerde sıkılıp elimden bıraktığım ve konudan koptuğum oldu. Denizcilikle ilgilenmeyen ve terimleri bilmeyenlere -benim gibi- sıkıcı gelecek.

Kitabın konusunda ise hoşuma giden taraflar kadın karakterin güçlü ve ne istediğini bilen savaşçı bir karakter olması çok güzeldi. İnsanın feminen duygularını kabartıyor. Bir de tarihi aşk kitaplarında hep erkeğin gölgesinde kalan kadın karakterleri okuduğumuz için bu kitaptaki kadın karakter ister istemez hoşumuza gidiyor.

Neyse... Genel anlamda konusu güzel ama gereksiz detaylarla sıkıcı hale gelmiş bir kitaptı. Tavsiye eder miyim bilmiyorum. Siz bilirsiniz. Eğer yazarın diğer kitaplarını okuyup da bu kitabı okumalıyım derseniz tercih sizin ben bir daha bu kitabı okumaya çalışmayacağım bile.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:


"Tarihi Aşk Romanlarının En Başarılı Yazarlarından Biri Olan Marsha Canham'dan bir başyapıt daha!
1600’lü yılların başında Atlantik’in engin sularında nefes kesen bir macera! Bir yandan ticaret filolarını korsanlardan korumaya, öte yandan ezeli bir rekabet içerisinde deniz hâkimiyetini kaptırmamaya çalışan iki krallık: korsanlarla anlaşmak için elçi gönderen İngiltere ve onların kökünü kazımaya kararlı İspanya. Ancak iki ülkenin de göz ardı ettiği bir korsan ailesi hâkimdir Karayiplere: ünü yedi denizin dört yanına yayılmış Danteler.
Tüm bu olay halkasının merkezinde ise Korsan Kurt’un kendi gibi gözü pek kızı, Demir Gül’ün kaptanı Juliet Dante bulunmaktadır. Bilinmeyen denizlere yelken açmaya can atan genç ve güzel korsan, bunun yerine hiç bilmediği duygulara yelken açacak; İspanyollardan kurtardığı yakışıklı İngiliz elçi Varian’a gönlünü kaptıracaktır. Ne münasebet! O Demir Gül’ün erkekleri dahi dize getiren yiğit kaptanıdır!
Birçok başarılı romansın altına imzasını atan ödüllü yazar Marsha Canham’dan bir solukta okuyacağınız; okurken nefesinizi tutacağınız aşkla bezenmiş bir korsan hikâyesi…"

24 Ekim 2012 Çarşamba

4 Kristi Cook - Sığınak


Öncelikle bir seri diyerek başlıyorum. Yazarın dili fena değil, akıcı ve sürükleyici, sayfaları hızla çevirmenizi sağlayacak derecede. Ancak konunun ne kadar özgün olduğu tartışılır bence. Bana biraz bütün fantastik özellikle vampir kitaplarının harmanlanmış hali gibi geldi. Biraz Alacakaranlık serisinden biraz Gece Evi serisinden ve belki biraz da diğerlerinden. Bu iki seriyi takip ettiğimden dolayı direk gözüme çarptı benzerlikler ve muhtemelen tutulan diğer serilerin de izlerine rastlayabileceğiniz bir kitap.

Kitabı okuyup bitirdiğinizde aslında fena olmadığını fark ediyorsunuz. Evet biraz özenilerek yazılmış ve yazarında profesyonel olmadığı belli olan bir kitap ama yine de konu sürükleyici ve merak uyandırıcı bu yüzden devam kitaplarını okuma isteği uyandırıyor insanda.

Çok fazla üzerinde konuşmaya değer bir kitap olarak görmüyorum ben ama yine de fantastik okumayı sevenlere önerebilirim boş zamanınızda okuyup kitaba bir göz atabilirsiniz. Ama ölüp ölüp bayılacağınız ya da bulmak için arayacağınız bir kitap da değil bence.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Bugünden geçmişe, Amerika’dan İngiltere’ye, psişik güçleri olan genç bir kızdan sevgisi için yüreğini ortaya koyan genç bir vampire...
Bu kitap dünya içinde devinen, kendi varoluşlarının sırlarını çözmeye çalışan, farklılıklarını özgürce sergileyebildikleri bir varoluş mekânında kendi olmaya çalışan gençlerin hikayesini anlatıyor.
Violet psişik güçleriyle, Aidan bilimsel çabalarla kendini tanımaya, anlamaya, iyileştirmeye çalışıyor.
An geliyor ki kader Violet ve Aidan’ı karşı karşıya getiriyor. Ölümün gölgesi sevgiye, sevginin gölgesi ölüme dönüşüyor.
Sığınak farklılıkları kutsayanların, kendini arayanların, sevgiye ve ortaklığa umut bağlayanların kitabı. "

23 Ekim 2012 Salı

0 Vefa Enver - Aşk Kumarı


Bu kitabı okumaya başladığımda Vefa Enver'in kalemini özlediğimi fark ettim. Eğlenceli dilini, akıcı yazımını ve satırları okurken gülümserken bile gözleri dolduracak satırları özlemişim...

Öncelikle kitap o kadar akıcıydı ki başladığım anca yüz sayfa okumadan elimden bırakamadım. Şu kısmı okuyayım ay burayı da okuyayım moduna girerek kitabın yarısından fazlasını okudum ilk günde. Çok beğendim. Gerçi VE kitaplarını genelde hep beğeniyorum ama :))

Vefa Enver kitaplarında her şey olabiliyor ama olmayan tek şey kusursuz karakterler. Karakterlerinin hep bir kusuru, eksik veya onaylanmayacak bir tarafı oluyor bu da bence okuyucuyu karakterlere daha yakın hissetmesini sağlıyor.. Bu kitapta da öyleydi. Lara... Sıfır beden, kusursuz güzellikte biri değildi ama o kadar eğlenceli, samimi, sıcak, sağlam karakterli, arkadaş canlısı ki dış görünüşünü önemsemez hale gelerek Lara'yı karakteristik özelliklerinden mükemmel görmemize neden oluyor. Halbuki Selin gibi bir karakter -dış görünüş- olarak yaratabilirdi. Ama hayır... Lara bizden biri. Fazlalıklarıyla mutlu, kilo alma derdine girmeden tatlı yiyebilen, erkeklerle erkeksi sohbetlere giren ve gerilim, kanlı canlı filmleri romantik komedilere tercih eden biri... İnsan böyle biriyle arkadaş da sevgili de olmak ister yani... :))

Her neyse Lara'dan çok bahsettim. Genel anlamda kitaba dönmek gerekirse, kitaptaki diyaloglar çok güzel eğlenceliydi. Hatta öyle ki bazı yerlerde kahkaha attığım gibi bazı yerlerde de gözlerim doldu. Vefa Hanım'ın kitaplarını seviyorum çünkü aynı kitap içerisinde her türlü duyguyu okuyabiliyoruz.

Emre'nin gerçekten mükemmel biri olduğunu düşünmüştüm. Çünkü Lara ile çıkarken oldukça dört dörtlüktü davranışları ama Nanny'nin dediği gibi kesinlikle altından bir şey çıktı. Tolga'nın davranışları beni sinir etti. Çünkü gerçek anlamda ne istediğine karar vermedi ama neyse ki akıllandı. Selin'e okurken bile sinir oldum. Tam anlamıyla nefret edilmek için yaratılmış ya... Gıcık insandı...

Kitabın konusunu okuduğumda kumarda kaybetme karşısında Lara'dan isteyeceği şeyin o olacağını hiç düşünmemiştim. Yani ne bileyim aklıma daha farklı şeyler geldi ama sanırım benim ki biraz klasik Türk filmi tadında bir düşünceydi okurken yanılmak en sevdiğim şeydir bu kitapta da yanıldığım çok sahne oldu.

Kısacası kitap en sevdiğim VE kitaplarında 4. sırada. Her zamanki gibi ilk sırada Bahse Var mısın, sonra Bana Prense Deme geliyor ve Leyla Gibi de üçüncü sırada olunca Tolga&Lara da ancak 4. sıraya kaldılar. Kitabı okurken hiç sıkılmadım hatta hep elime alıp devam edebilmek için fırsat yaratmaya bile çalıştım. Çaktırmayın tuvalete giderken bile elimdeydi :))

Neyse tavsiye edeceğim bir kitap diğer VE kitapları gibi. Okuyun çok seveceksiniz. Eğleneceğinizi garanti ediyorum.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:


İlk görüşte aşk değil...
Mükemmel uyum değil...
Alışılmış hiç değil...
Çünkü aşkta elinize ne geleceğini bilemezsiniz!
Çünkü aşk kumarın ta kendisi!
Kazanmak için oynarken kaybetmeyi göze alabilir misiniz?
Aşk Kumarı sadece kazanmaya alışılmış oyuncaların romanı değil...
Erkekleri parmağınızda oynatabilmek için illa çok güzel olmanıza gerek yok...
Onları iyi tanımanız yeterli. Tıpkı Lara gibi! 
Lara'nın 2 numaradaki Tolga'yla nasıl eğlendiğini okurken çok keyif alacaksınız...
Tolga gözlerini dikmiş ona bakıyordu.
"Eee? Kararın ne?"
Lara da bakışlarıyla ona meydan okurcasına karşılık verdi.
"Karıştır bakalım."
tolga imalı bir şekilde güldü. "Ben 500 koyarım."
"Yuh! O kadar kaybedecek lüksüm de param da yok.
"Ama," dedi Tolga sakin bir şekilde "Sende benim çok istediğim başka bir şey var."
lara boş boş baktı. Bir ahlaksız teklif gelmeyecekti ya arkasından?
"Neymiş?" diye sordu aynı sakinlikle.
Tolga yamuk bir gülüşle karşılık verdi... 


22 Ekim 2012 Pazartesi

0 Sabrina Jeffries - Ömür Boyu Sürecek


Üçlemenin son kitabıydı ve diğerlerine göre daha farklı bir konusu vardı ve garip bir şekilde beni daha çok etkileyen de bu oldu.

Öncelikle söylemeliyim ki kardeşlerin diğer ikisini de yer yer görmek çok güzeldi ki bu seri niteliğindeki kitaplarda sevdiğim bir özellik.

Gavin bazı yerlerde beni her ne kadar sinir etmiş olsa da Christabel'e karşı olan zaafını en başından beri belli etmeye başladı. En azından okurken ben öyle algıladım :))
Birbirleri ile atışmaları, tartışmaları çok hoştu. Gavin'in annesiyle tanıştığında o kadının ne yaşadıklarını öğrenmek acıklıydı ve kadının Christabel'e davranışı ve Christabel'in de kadına davranışları çok hoştu. Okurken birazcıcık yürek burkucuydu.

Son kumar sahnesi çok güzeldi. Gavin'in hele "hayalarını sıktı değil mi?" dediği yerde kahkaha attım. Gavin, adamım kirli sırlarla dolu ve bir kumarhane sahibi olarak oldukça iyi ve hoş bir adamdı. Sonunda Christabel ile her şeyi yoluna sokup da aile olmaları çok güzeldi.

Yazarın en çok sevdiğim üçlemesiydi. Aşkı Hırsızı, Bir Prense Aşık Oldum ve son olarak bu... Ben çok beğendim ve tavsiye ederim okuyun sizde çok beğeneceksiniz...

"Haversham Markizi Leydi Christabel'in, onu mahvedebilecek bazı mektupları geri alması gerekmektedir. O kadar çaresizdir ki, bu mektuplara ulaşmak için, ünlü kumar kulübü sahibi Gavin Byrne'ın metresiymiş gibi davranarak onunla birlikte rezil bir ev partisine gitmeyi kabul eder. Ve Byrne'la, ondan gerçek bir metresin davranışları hakkında ders almak konusunda anlaşır ama bu derslerin sonradan ne kadar tehlikeli bir hal alabileceğini tahmin edemez.
Gavin da, kendi çıkarı için, gizlice mektupların peşine düşer. Amacı, henüz ufacık bir çocukken onu Londra'nın en kötü kenar mahallelerinde yaşamaya terk eden asil babasından intikam almaktır. Bu intikam planının yanı sıra, metres derslerinin başarılı ilerleyişinden de aşırı bir zevk almaktadır. Çok geçmeden bu güzel genç dulu yatağa atacağından şüphesi yoktur. Ama Gavin, birdenbire kendini Christabel'in baştan çıkarıcılığına hapsolmuş bir halde bulur. Genç adamı zorlu bir karar beklemektedir. Ya hayatı boyunca planladığı intikamı almaktan vazgeçecek ya da kendini, bir intikamdan daha çok ihtiyaç duyduğu kadını korumaya adayacaktır."


0 Sabrina Jeffries - Bir Prense Aşık Oldum


Serinin ikinci kitabı... Her ne kadar ilk çıkan bu olsa da  :) 
Aşk Hırsızı'na göre sanki daha duygusaldı bu kitap. Yazarın kalemine zaten diyecek yok... Harika yazıyor ve yazdığını da zevkle okutuyor. 

Regina ve Marcus arasında her şeyin başlaması ve ardından da bu başlayan flörtün ya da tutkuların evlilikle sonuçlanmasını okurken kendinizi olayların akışına kaptırıyorsunuz.

Ama onca güzel sayfaların yanında evlendikleri gece Marcus ve Regina'nın arasındaki gerginlik o kadar... hmm... nasıl anlatılır bilemedim. Güzel denemezdi o sahne için ama yine de hoşuma giden bir sahneydi. O an birbirlerine savranışları Regina'nın güçlü kişiliği ve kusursuzluğu içindeki kusurları okumak güzeldi. 

Regina ve Marcus'un ayrılık aşamalarından sonra Zindan'da geçen sahne ise çok romantikti. Çok beğenmiştim o sahneyi ;)
 Regina gerçekten kalbinin "Prensi"ni buluyordu. :))


Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Güzeller güzeli Leydi Regina Tremaine öyle çok erkeği reddetmişti ki; sonunda "Acıması Olmayan Kadın" olarak anılmaya başlamıştı. Aslında kimseyle evlenememesinin nedeni, geçmişinde karanlık bir sır olmasıydı. Ancak Regina, erkek kardeşinin Louisa North ile flört etmesinde bir sakınca görmüyordu. Louisa'nın kötü bir şöhrete sahip ağabeyi ne kadar karşı çıkarsa çıksın, bu ilişki yaşanmalıydı. Marcus North ise kadınlara düşkünlüğüyle tanınan bir Prens'in gayri meşru oğluydu. Onun da kasvetli sarayına kapattığı kadınlara kötü davrandığı söyleniyordu. Yıllarca toplum tarafından dışlanan Marcus, Leydi Regina'nın kardeşiyle ilgili teklifini kabul ederken, belki de hayatının riskini göze alıyordu."

21 Ekim 2012 Pazar

0 Sabrina Jeffries - Aşk Hırsızı


Yazarın ilk okuduğum kitabıydı ayrıca bir üçlemenin de ilk kitabı. Galler Prensi'nin üç gayri meşru oğlunu konu alan bir üçlemenin ilk kitabı. 

Yazarın dilini bu kitapla sevmiştim ki tarihi aşk romanlarını da sevdiğimden olsa gerek bayılarak okumuştum kitabı. Yazarın dili çok iyi, akıcı ve sürükleyici. Okuyucuyu sıkmayan ve içine çeken bir anlatımı var. Betimlemeleri de cuk diye oturuyor ki yerleri ve karakterleri gözümüzde canlandırmak hiç zor olmuyor. 

Alec ve Katherine arasındaki diyaloglar ve olaylar çok güzeldi. Romantikliği fark etmek imkansız özellikle Katherine'in Alec'in aslında fakir bir Kont olduğunu öğrendiğinde verdiği tepki, kandırılmışlık ve terk edişinin ardından Alec'in aşkı için onun peşine düşmesi... 

Ama favori sayfalarım son bölümdü çok şekerlerdi gülümseyerek okutuyor o sahneleri ve Alec'in Katherine'i aşkına inandırmak için Sydney'in evine geldiği kısım... Çok sevmiştim. 

Çok güzel bir kitaptı ve tarihi aşk romanı severlere şiddetle tavsiye edebileceğim bir kitap... Bence okuyun çok seveceksiniz. 

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

"Katherine, Sydney'nin söylediklerini güçlükle anlamaya çalışıyordu. Sahneye bakarken birden yüzünü ateş bastı. Maalesef, Sydney bu şiiri ona daha önce okuduğundan, şimdi aklı Galler Prensi'nin üç gayrimeşru oğlundan biri olan Iversley Kontu Alec, borçlarını ödeyebilmek için kendisine gizlice vâris bir eş aramaktadır. Tutkulu bir kadın olan Katherine adeta dualarının cevabı gibi ortaya çıkar ve Alec'in baştan çıkarmasına verdiği karşılık da adamın ona sahip olduğundan emin olmasını sağlar. Fakat Alec, Katherine'in bir aşk evliliği yapmak istediğini bildiğinden içini kemiren düşüncelerden kurtulamaz... Acaba Katherine, Alec'in yalanların öğrendiği zaman neler olacaktır."

17 Ekim 2012 Çarşamba

0 Chloe Neill - Bazı Kızlar Isırır


Bir vampir serisi... Serileri hep takip etmeyeceğim etmeyeceğim diyorum ama yine de fantastik tutkunluğuma yenik düşünüyordum. Chicago Vampirler serisinin ilk kitabı ve ben beğendim. Değişik bir girişi oldu ve yazarın kalemi de sıkıcı değil. Profesyonel bir yazar olmadığını düşünüyorum çünkü mükemmel diyebileceğim bir kaleme sahip değil yazar ancak yine de akıcı, sürükleyici, sade ve merak uyandırıcı bir dili var.

Kitap ise yeni vampir olup Cadogan Evi'nin yeni üyesi acemi ama bir o kadar da güçlü bir vampir olan Merit'i konu alıyor. Sadece vampirlerle ilgili değil kitap. Diğer fantastik yaratıklar da var. Periler, şekil değiştiriciler, şeytanlar, melekler... yani görüp duyduğumuz her türlü fantastik yaratık mevcut. Bu türü sevenler için güzel bir seri diyebilirim.

Kitap çok olaylı bir kitap değil durgun ilerliyor belki ilk kitap olduğundandır bilemiyorum. Ancak Merit&Ethan ikisilinin diyalogları eğlenceli ve aslında karakterler arasındaki sohbetler, konuşmalar kitabı eğlenceli kılıyor.

Kitap içeriğine giren bir yorum yapmak istemiyorum ancak özellikle belirtmek istediğim şeyler de var bu yüzden içeriğe biraz girmiş olabilirim. Öncelikle Ethan'ı ben bile sevdim her ne kadar bazı yerlerde uyuz olsa da ve Morgan serseri gibi görünse de okuyucuyu kendini sevdirse de biraz şüpheli bir karakter gibi geldi. Jeff ve Luc özellikle sevdiğim karakterler oldu.

Yemin töreni, Ethan'a ilk meydan okuması, vampirlerin arasında Morgan'a kılıcını çekmesi ve sonunda Celina ile olanlar özellikle favori sahnelerim. Gerçi Ethan'ın bulunduğu her sahne favorim. ;)

Neyse yorumumu uzatmayayım. Ben sevdim. Büyük beklentilerle okumayın kitabı sonucunda bir vampirli kitap bir yer de diğerleri ile aynı oluyor. Ancak dediğim gibi yazarın dili çok iyi ve kitabı okutuyor. Çeviri de kusursuzdu ben hiçbir hata görmedim. İmla hatası ve devrik cümleler de yoktu. Gayet güzel bir Türkçe ile yazılmıştı ki bu çeviri kitaplarda çok önemli bir şey.

Tevsiye ederim eğer fantastik kitapları seviyorsanız. :) Şahsen takip edeceğim bir seri. Optimum Kitap'tan da tek dileğim serinin kitapları arasında çok ara vermemesi.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Son derece etkileyici... Harika bir seri. USA Todayin Çok satan yazarı Julie Kenner
Harika, çekici ve zevkli... Mutlaka okumalısınız." 
The Demon King and Iın Yazarı Candace Havens
"Okuyucuların coşkuyla destekleyecekleri ukala bir kadın kahramanımız var. Buna bir de diğer eğlenceli karakterleri ve dumanı üstünde tüten cinsel gerilimi ekleyin. İşte elinizdeki kitap bu müthiş bileşimin bir ürünü."  
Dead If I Do'nun ülke genelinde çok satan yazarı Tate Hallaway 
BENİ ÖLDÜRDÜLER. BENİ İYİLEŞTİRDİLER. BENİ DÖNÜŞTÜRDÜLER. 
Doğru tabii, bir yüksek lisans öğrencisinin hayatı tam anlamıyla göz kamaştırıcı olamazdı ama sonuçta o benim hayatımdı işte. Ve Chicago vampirleri dünyaya varlıklarını açıklayana, ardından serseri bir vampir bana saldırana kadar gayet de iyi gidiyordu. Ama o serseri, kanımdan sadece bir yudum almıştı ki başka bir kan emici geldi ve onu korkutup kaçırdı. Ve bu yeni gelen, hayatımı kurtarmanın en iyi yolunun, beni yaşayan bir ölüye çevirmek olduğuna karar verdi. 
Sonradan öğrendim ki, beni kurtaran kişi Cadogan Evindeki vampirlerin lideriymiş. Artık tez araştırmamı, Kenwoodda bulunan ve Ethan Sullivanın boyunduruğu altındaki vampirlerle dolu bir malikâneye nasıl ayak uydurulacağı üzerine yapıyordum. Tabii ki uzun boylu, yeşil gözlü, dört yüz yaşında bir vampir olarak yüzyılların kazandırdığı cazibeye de sahipti Sullivan ama ne yazık ki benim sadakatimi ve hizmetimi de bekliyordu. Gerçek buydu. 
Fakat gelişmekte olan güçlerim (birdenbire bazı silahlara şaşırtıcı derecede yatkınlığım olduğunu öğrenmem), rahatsız edici bir güneş ışığı alerjisi ve Ethanın tutumu endişelerim arasında son sıradalardı. Biri hâlâ beni öldürmek istiyordu. Bu beni ısıran Serseri vampir mi yoksa rakip evlerden bir vampir miydi? Ya da meşale taşıyanlar vampir çetesinden biri miydi?
Chicagonun gece hayatına kabul edilmem bir savaşın belki de ilk kıvılcımı olacaktı. Ve birilerinin kanı dökülecekti.

16 Ekim 2012 Salı

1 Julie Garwood - Düğün



Garwood'un Gelin kitabının ardından okuyucuyla buluşturduğu, devam kitabı. Aslında Connor MacAlister, Gelin kitabında yok ama Alec Kincaid'in kardeşi olarak karşımıza çıkıyor bu kitapta. Bunun nasıl olduğunu tabii ki söylemeyeceğim ama mantıklı bir açıklaması var, merak etmeyin :)

Bana göre Düğün, Gelin kitabından daha güzeldi ki o kitabı da fazlasıyla severim. Yine de Conner ve Brenna arasında gelişen olaylar, ilişkilerinin ilerleme tarzı, Brenna'nın tavırları, özellikle sürekli devam eden yeniden başlama hevesi gibi pek çok nedenden seviyorum kitabı. Brenna'nın harika bir karakter olduğunu düşünüyorum. Uysal, anlayışlı ama yeri geldiğinde sesini çıkartmasını da bilen birisi.

Ayrıca başına gelen olaylardan sonra takındığı tavır, Connor'a duyduğu bağlılık gerçekten kitabı güzel yapan etkenlerin başında geliyor. Erkek karakterden çok, kadın karakteri sevdiğim nadir romanlardan birisidir Düğün. Öyle ki bazı yerlerde kitabın içine girip Brenna'ya ben destek olmak istedim. :D

Kitabın başlarındaki Brenna'nın küçüklük hallerin de pek bir sevimli zaten. Bu kitabı okuyup Brenna ile tanışmanızı gerçekten isterdim. Her şekilde özverili, tatlı ve sevimli bir karakter. Ah, kitabı defalarca okumuş olmama rağmen şu an yeniden okuma isteği ile doldum.

Gelin kitabında olay akışına ufak bir eleştirim olmuştu, burada tam tersi tüm akışı çok seviyorum. Ama özellikle beğendiğim kısımlar Brenna'nın kitabın kilit noktalarından olan bazı olayları yaşadıktan ve Conner'ı yeniden gördükten sonra takındığı tavır. Güvensiz hissettiği anlarda farkında olmadan Conner'a sokulup yeniden güvende hissetmesi gibi hoşuma giden çok fazla ufak detay var kitapta...

Sözün özü ben Düğün'ü seviyorum, Brenna'yı daha da çok seviyorum. Okumadıysanız tez zamanda kitabı okuyun derim. Ayrıca Alec ve Jamie'nin minik, yaramaz kızları da gerçekten kitaptaki çok hoş detaylardan birisi. Hele ki Gelin'i okuduysanız, Düğün'ü asla kaçırmayın :)
Çocukken babası tuzağa düşürülerek öldürülen İskoç soylusu Connor MacAlister, içindeki intikam duygusunu hiç kaybetmemiş, babasının katilini bulmak hayatının amacı haline gelmiştir. Connor, babasının öldürülmesinde parmağı olduğunu düşündüğü, zalim McNare'e zarar vermek için, onunla evlenmek üzere yola çıkan İngiliz Baron Haynesworth'un kızı Brenna'yı kaçırır. Brenna sıradan bir İngiliz soylusu değildir. Kişilikli, adalet duygusu güçlü, kendine özgü bir kızdır. İngilizler'in vahşi kabul ettikleri dev gibi bir İskoçyalı olan Connor'la ciddi bir mücadeleye girişir ama sonunda boyun eğmek zorunda kalır. 
Kitaplarının pek çoğu New York Times Bestseller listelerine giren Julie Garwood'un bu kitabını da soluk soluğa okuyacaksınız...

15 Ekim 2012 Pazartesi

5 Julie Garwood - Gelin



Julie Garwood'un kitabını her yorumlayışımda söylüyorum. Bu kadına kesinlikle hayranım :) Gelin, kendisinin  okuduğum ilk kitabı ve yanılmıyorsam Türkçe'ye çevrilen ilk kitabı da aynı zamanda. Alec ve Jamie'yi işleyen bu kitap, beni İskoç karakterlerle tanıştıran ilk kitap.

Garwood karakterleri işlemeyi kesinlikle çok iyi biliyor. Bu, okuduğum ilk kitabı içinde geçerli. Alec ve Jamie'nin karakterleri çok iyi işlenmiş. İlk kitaplar genelde daha sonra gelenlerin yanında sönük kalırlar ama Gelin, hala "Garwood" deyince akla ilk gelen kitaplardan birisidir.

Jamie'nin Alec'e, Alec'in Jamie'ye karşı olan tavırları bana göre yerindeydi. Özellikle Alec'in kararlı ve kararkterli oluşu ki Garwood kitaplarında genelde böyledir, okuyucu açısından doyurucu bir özellik bence. Zayıf erkek karakterlerden hoşlanmayan birisi olarak Alec Kincaid'ı kesinlikle beğenmekteyim, ıhım :)

Kitaba karşı tek ve ufak bir eleştirim var: Jamie'nin başını derde sokan olaylar, birazcık basitti. Evet anlatım, yaşanan olaylar vb gerçekten size her sayfayı merakla çevirtiyor ama kitap bittikten sonra düşündükçe "orada biraz kolaya mı kaçmış" hissine kapılabiliyorsunuz. Ama buna çok da takıldığımı söyleyemeyeceğim. Garwood hikayeyi öyle güzel veriyor ki size yalnızca okuyup beğenmek kalıyor.

Eğer tarihi romanları seviyorsanız ve hala Garwood okumadıysanız hemen Gelin ile başlayın derim. Alec ve Jamie'nin aralarındaki çekişmeyi ve aşkı seveceksiniz. Jamie'nin dik başlılığı ve Alec'in de bir o kadar inatçı oluşu kitabı hayli renklendiriyor.

Okumayanlara gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum. Beğeneceğinizi düşünüyorum :) Öyleyse sizlerle konuyu paylaşayım.
Kralın emrine karşı gelmek olanaksızdı ve İskoçya'nın en güçlü toprak sahibi Alec Kincaid, İngiliz bir gelinle evlenmek zorunda kalmıştı. Baron Jamison'un en küçük kızı Jamie, Alec'in seçtiği gelindi. Alec'in ilk dikkatini çeken Jamie'nin menekşe rengi
gözleri ve öfke dolu cüretkar bakışları olmuştu. Bu kadın, korkusuz savaşçının adeta ruhuna dokunuyor, şehvetiyle onun bedenini kavuruyordu. Jamie her şeye rağmen duygularına söz geçirip ona teslim olacak mıydı? Yoksa zaten teslimiyetleri katışıksız, ihtirasları yatışmış mıydı? 
"Unutulmaz bir hikaye, unutulmaz karakterler..." 
Johanna Lindsey

12 Ekim 2012 Cuma

6 E.L. James - Grinin Elli Tonu


Eveet, son günlerde kitap okuyan herkesin, eminim ki bir yerlerde karşılaştığı ya da duyduğu bir kitap Grinin Elli Tonu. Eh, ben de kitabı her yerde gören, duyan birisi olarak aldım ve okudum. Romanı bir dakika kadar önce bitirdim ve bir açıdan hayal kırıklığı yaşadım. Sebebi neydi? Bazı yorumlarda, benim açımdan, kitabın abartılı ve ihtişamlı gösterilmesi idi. Doğal olarak kitabı çok yüksek bir beklentiyle aldım ancak beklentimi karşılamadı. İşin özü atla deve değil...

Ama kitabı tamamen yükseltilmiş beklentilerimle değerlendirirsem haksızlık olacağını biliyorum. O yüzden tamamen objektif bir şekilde ve beklentilerimi görmezden gelerek yapacağım yoruma geçmeden önce kitabı henüz okumayanlara naçizane bir uyarıda bulunmak istiyorum: Çok abartılı, kitabı fazla yücelten yorumlara aldanıp, benim gibi, beklentilerinizi yükseltmeyin. Aksi takdirde tat alamıyorsunuz.

Objektif olarak bakacak olursak, kitap bazı yerlerde anlatım açısından tekrara düşmesi ve oralarda biraz sıkması haricinde keyifli ve okunmaya değer bir kitap. Her ne kadar Christian'ın sabit odaklı tavırları ve Ana'nın son noktaya kadar boyun eğişi canımı sıksa da bunların bile kendi açısından bir çekiciliği mevcut. Ayrıca yazarın zaman zaman araya serpiştirdiği esprilerde gerçekten takdire şayan ve yüz gülümseten cinsten.

Aslında sıkıcı yerler kitabın ortalarından sonra geride kalıyor. Sonrasında, belki de Christian'ın biraz daha yumuşak bir tavır takınmasından olsa gerek, daha ilgi uyandırıcı.

Kitaptan abartılı bir şekilde "porno" olarak bahsedildiğini bile gördüm ki şu konuda sizi rahatlatayım: Her ne kadar elinize aldığınız anda tamamen cinsellik içerikli bir kitap okuyacağınızı düşünseniz ve kitabın bir kısmı da sizi bunu yansıtsa da aşk romanlarında okumadığınız kadar ağır bir cinsellik değil kitaptaki. Kesinlikle +18 ama hayır, bir "porno kitap" değil. Ancak kitap üzerindeki sohbetlerin neredeyse %90'nının cinsellik üzerinden yürüdüğü de bir gerçek.

Kitaptaki mailleşmeler başka bir keyif veren kısımdı. Mailleri okumayı gerçekten sevdim. Ve son yüz sayfalık kısımda en azından tamamen cinselliği yoğunlaşmış sohbetlerden uzaklaşıp Christian'ın biraz daha eğlenceli tavrını gördüğümüz için ikinci kitap için daha umutluyum. Ve nihayetinde de Ana'nın tepki vermiş olması da benim için güzeldi tabii...

Serinin geri kalanında ne olacağını tam olarak bilmiyorum. Ama bu kitapta aşık olunacak bir karakter bulamadım. Aksine insanı kızdıran hatta yer yer çileden çıkaran karakterler var. Umudumu ikinci kitaba saklıyor, daha iyi olacağını umuyor öyle de olacağını düşünüyorum çünkü "Grinin Elli Tonu" tek başına 40 milyon satılmasını sağlayacak, binlerce fan oluşturacak bir kitap değil. O yüzden 2. ve 3. kitapta bir keramet var sanırım diyorum :)

Bakalım ikinci kitap haftaya çıkıyor, onu da bir süre sonra okur, yorumumu sizlerle paylaşırım. Umarım E.L. James, ikinci kitapta umutlarımı boşa çıkarmaz...

Bu arada küçük bir not: Eğer kitap hakkında her gelişmeyi takip edebileceğiniz ve üzerine paylaşımlarda bulunup sohbet edebileceğini bir platform arıyorsanız. Grinin Elli Tonu Tr forumuna uğrayın derim.

7 Ekim 2012 Pazar

1 Maureen Smith - Seninim


Şu dakika bitirdim kitabı ve açıkçası nasıl bitti anlamadım. O kadar akıcıydı ki bir elime altım 150. sayfadayım ondan sonra çay almak için giderken ayraç koyduğumda baktım 280. sayfadayım. Nasıl bu kadar hızla ilerledi farkına varmadım. Resmen bir içim su olan bir kitap. 

Yazarın kalemi çok akıcı ve üslubu da çok sürükleyiciydi. Ağır bir dil değil hafif ve keyifle okunacak bir dili var yazarın...

Erotik sahneleri var bunun için biraz yaş sınırlaması gerekebilir ama onun haricinde çok güzel romantik bir kitap. Lena ve Roderick'in ilişkileri biraz fena başladı özellikle anlaşma ile başlaması kötüydü ama birbirlerine davranışları hiçbir zaman bir anlaşma gölgesinde değil gibiydi. Daha çok sanki normal bir zamanda karşılaşmış ve aşık olmuş gibiydiler. Japonya'da geçirdikleri zamanlar çok güzeldi. Hele Lena'nın Geyşa kılığında çay odasındakiler harikaydı. Ama ayrılıkları ve ondan sonra gelenler işte gerçekten gerginliğin hissedildiği noktalardı. 

Lena'nın Remy ile karşılaşdıklarında Remy'nin verdiği tepkiden aslında Roderick'in düşünceleri ve duyguları bir yerde anlaşılmıştı ama Lena'nın mesajının cevapsız kalması ise bir o kadar tereddüte düşürdü. 

Yazar çok akıllıca bir taktik kullanmış Lena ve Roderick'in ayrı geçirdikleri ve aşk acısı çektikleri kısımları detaylarla anlatarak okuyucuyu sıkmamış. 

Ben çok beğendim bu kitabı. Okuyun derim eğer romantik bir hikaye seviyorsanız. Gerçi kitabın romantikliğine bayılacaksınız. 

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

“Smith, romantizmle gerilimi dengelemeyi çok iyi biliyor.”
Pusblisher’s Weekly 
Arzular, karanlık çöktükten sonra daha derinden alev alır.
Lena Morrisson gündüzleri, başarma hırsı ile dolu bir yazardır. Geceleri ise Chichago’nun en başarılı erkeklerinden bazılarına eskortluk yapmaktadır. Seks, menüsünde yoktur. Onun işi, seçkin müşterilerine eşlik etmek ve parlak zekâsıyla onların sohbetlerine dahil olmaktır. Lena ek gelir elde etmekten hoşlanmaktadır. Dahası, güzelliğine ve beynine hayran kaldıklarını hissetmeyi sever. 
Zengin işadamı Roderick Brand, Lena’yı kendi özel partisi için kiraladığında, aralarında oluşan elektrik Lena’nın hayatındaki en tutkulu geceyi yaşamasına yol açar. Başından geçenlerin akıl almaz oluşuna rağmen, iş ve zevki bir kez daha birbirine karıştırmamaya yemin eder fakat Roderick acımasızdır. Teklifi karşı koyulmazdır: Üç hafta boyunca tüm fantezilerini gerçekleştirecek, karşılığında ise Lena’nın ciddi bir terfi almasını kesinleştirecek bir milyon dolarlık bir bağış yapacaktır. 
Lena bu oyunu oynayabilir. Roderick’e en ateşli, en vahşi tutkuları yaşatıp daha fazlası için kıvrandırarak öylece çekip gidebilir. Ancak, iş arzulara geldiğinde kurallar ve kalpler kolayca sarsılabilir. En iyi hazırlanmış planlar bile kimsenin ummadığı biçimde başarısızlığa uğrayabilir.

5 Ekim 2012 Cuma

0 Deborah Simmons - Kalp Hırsızı


De Burgh serisinin 3. kitabı. Serinin ikinci kitabını kaçırdığım için okuyamadım ama birinci kitabı Wessex Kurdu'nun yanında biraz sönük kaldı gibiydi kitap. Heyecanlı bir şekilde başladı ve ben hep aynı heyecanla devam edeceğini sandım ama yanıldım. Aradaki bölümlerde Bethia ile Simon'ın birbirlerine sataşmaları güzeldi bunları okumakta öyle ancak başlangıcındaki heyecan yoktu. Kitabın sonundaki savaş sahnesi de güzeldi. Zaten tam bir atak ve heyecan o kısımlarda vardı. Bir de Simon'ın göçük altında kaldığı yerde...

Yazar genel olarak sanki duygulara ön plana çıkarmış hep birbirleri hakkındaki duyguları anlatmış gibiydi. Bu kısımda biraz bana sıkıcı geldi.

Simon'ın Baddersly'deki durumları ve kahya ile geçen muhabbetler kabul etmeliyim ki eğlenceliydi. Ayrıca Simon'ın savaşçı bir kız tarafından zaman zaman alt edildiğini görmek de öyle...

Özellikle sevdiğim kısım Ansquith'e De Burgh'lerin gelme zamanıydı. Simon ve Bethia onların gelişini izlemeleri... Gözümde canlandırmak bile heyecan vericiydi. Kardeşlerin bir birleri ile diyalogları alayları ama kardeşlikleri de çok güzeldi bunu da arada söyleyeyim.

Neyse dediğim gibi başı ve sonunu çok beğendim sanırım biraz da Wessex Kurdu ile kıyasladım çünkü ondaki olaylar neredeyse hiç bitmiyor hep doruktaydı bunda da onu bekledim ve onu bulamamak biraz üzücüydü. Ancak tabi ki her kitap aynı olamaz...

Çeviri kusursuzdu ve imla hatası hiç yoktu. Tabi ki yazarın kalemi de çok iyiydi bu da inkar edilemez... Zevkle de De Burgh erkeklerini okumaya devam edeceğim ve sırada Stephen olacak...

The DeBurgh Serisinin Kitapları:
Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum:
"Bakire… Savaşçı… Sevgili!
Bu, Simon DeBurgh’un, Bethia Burnel’i gördüğü andan itibaren dilinden düşmeyen, devamlı tekrarladığı bir ayin gibiydi. Ödülü ise silahşörlerinden herhangi birine rakip olabilecek yiğit ve çıldırtıcı bir kadındı. O kadın, Simon’ın dünya görüşünü değiştirmiş, savaşarak kalbini kazanmıştı.Simon DeBurgh ateş püskürüyordu çünkü Bethia, onun ellerini ve ayaklarını bağlamış, ormanın derinliklerine sürükleyerek esir etmişti. Daha kötüsü, onunla alay etmiş, erkeklik gururunu incitmişti. Bethia Burnel, Simon’ın hakkından gelebileceğini birkaç kez ispatlamıştı ama yine de ilk kez eşitini bulduğunun farkındaydı. Bütün çabalarına ve direnmesine rağmen sonunda kalbini o haşin şövalyeye kaptıracaktı."

2 Ekim 2012 Salı

2 İlknur Uğur ile Röportajımız

Merhabalar İlle Kitap ailesi... 
İkinci röportajımızı Yansıma kitabının yazarı İlknur Uğur ile yaptık. Kendisi açık yüreklilikle sorduğumuz her soruya cevap verirken kitabın yazımına ve ikinci kitaba dair küçük ipuçları da öğrendik. 
İlknur Uğur'a samimi cevapları için teşekkür ediyoruz .


İlle Kitap: Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Okurlarımıza biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

İlknur Uğur:  Rica ederim. Bu şekilde okurlarımızla bizleriz buluşturduğunuz için asıl teşekkürü hak eden sizlersiniz. Kısaca kendimden bahsetmem gerekirse özel bir şirkette asistanlık işi ile uğraşıyorum. Eğlenmeyi, gezmeyi, arkadaşlarımla ortaklaşa aktivitelere katılmayı severim. Hareketli bir tarafım olduğu kadar, sessizliği ve böyle bir ortamda kitap okumayı kesinlikle arzularım. Tabii kitap okumam için sessiz bir ortam olması benim için şart değildir. Yeter ki kitapla bütünleşeyim. Fakat bu güzelliklerin yanında yazma tutkum her zaman daha baskın bir rol oynadığı gerçeğini değiştirmez. 

İ.K.: Sanırım bunu tüm Fantastik roman yazarlarımıza soracağım :) Bu türü Türk karakterlerle kabul ettirmenin biraz zor olduğu kanısındayım. Öyle ki Fantastik romanlar bizim aklımızda çeviri kitapları ile yer etti. O yüzden yazarken "Ya okuyucu yadırgarsa" gibi bir endişeye düştünüz mü?

1 Ekim 2012 Pazartesi

5 FMArsal - Nefretten Sonra


Vee bir FMArsal kitabı daha bitti. O kadar aramama yırtınmama ve sonunda bu kitaba sahip olma çabalarıma değdi mi derseniz sonuna kadar değdi. Çok güzeldi. Gerçi yazarımızın kalemini zaten seviyorum ama bu kitap çok aramamdan dolayı sanırım benim için ayrı bir değerli oldu. 

Başta Tamer ve Doğan ikilisini okumak ayrı bir zevkti ve sonra Natalia girdi. Küçük cadı neler yaptı. Aslında hiçbir şey bilmeden sadece gördükleriyle yargıladı Tamer'i. Haklı mıydı? Teknik olarak kendince evet haklıydı. Kendince sebepleri vardı. 

Tamer ise adamım ya gerçekten çok acı çekti. Resmen dağ gibi adamı yıktı geçti Yunanlı güzel. 

Natalia'nın doğum günü gecesi Tamer'e söyledikleri o kadar ağırdı ki okurken benim tüylerim diken diken olmuştu ama sonra hamileliğini öğrendiğinde söylediklerini okuduğumda keşke sadece doğum günü gecesinde söyledikleriyle kalsaydı dedim. Yenilir yutulur cinsten değildi söyledikleri ve buna rağmen Doğan'a Tamer'in odasında söyledikleri içimi sızlattı. 

Doğan'ın da Tamer'inde kadınlardan çekecekleri varmış. Çok süründürdü resmen iki kadında bu iki adamı. 

Sonu çok güzeldi. Evli, mutlu, çocuklu... Daha ne olsun değil mi? Tamer'in Turan'dan haberi olduğu bölümleri çok daha ayrı bir duyguyla okudum. Ama Kristos'un gerçekleri anlatmadan önceki halleri, havuz başındaki, çok sevimliydi. İnsan okurken sırıtmadan edemiyor.

Kitabı çok beğendim. Umarım yakın bir zamanda yeni basımı çıkar da onu da alabilirim. Gerçekten onca arama çabalarıma değdi. 


Tutku Serisi'nin Sıralaması 



Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

Bir insandan ne kadar nefret edebilirsiniz?
Onu kendinize aşık edecek kadar mı?
Sonra terk edip gidecek kadar mı?
Peki, tüm nefretinize rağmen...
...artık onsuz duramıyorsanız?
Natalia babasının intiharı ile bir Türk'e emanet edildi.
Çünkü babası, ölmeden birkaç saniye önce yazdığı vasiyetinde, Tamer Karlıbel'i kızına vasi tayin ettiğini yazmıştı.
Fakat intiharından birkaç dakika önce sadece kızına söylediği çok önemli bir şey daha vardı.
“Natalia…Seni seviyorum kızım…
Beni asla unutma… Ondan intikamımı al…”Ve Natalia yaşadığı dehşetten sonra bu yakışıklı ve tehlikeli adamdan artık ölesiye nefret ediyordu.
İntikamın tatlı sularında yüzmek için Yunanistan’dan Türkiye'ye gelmesi ve bu isteksiz adamın koruması altına girmesi yeterliydi.
On beş yaşındaki bir kız için intikam amaç olunca, araç olarak güzel yüzünü ve çekici fiziğini kullanmaktan çekinmedi.
Babasının sahip olduğu her şeyi acımasızca alan bu adam, belki Natalia'nın bedenini de alabilirdi, ama…
kalbini asla!
YA DA ÖYLE SANDI...