3 Aralık 2014 Çarşamba

8 Sıradan Bir Haya - 23. Bölüm


Uçakta başımı Brandon’ın omzuna dayadım. Kolunu kaldırıp omuza attığında gülümseyerek gözlerimi kapattım. Çok yorgundum ve biraz uyumak istiyordum. Yorucu bir balayıydı ama paha biçilemez derecede de güzeldi. Brandon’ın aklına küçük bir dünya turu nereden gelmişti bilmiyorum. En çok görmek istediğim ülkeleri gezmek gerçekten muhteşemdi. Eiffel Kulesi’ne karşı yemek yemek, İtalya’da caddelerde ele ele dolanmak, Pizza Kulesi’ni görmek, Venedik’te kayıkla yaptığımız gezintiler, son olarak da Malibu sahillerinde güzel bir tatil… Güneş, kum, deniz ve yanımda sevdiğim adam… Kocam! Böyle bir tatilin hayalini hiç kurmamıştım ki Brandon’ın bana yaşattığı mükemmel anların arasına balayımızda girmişti. Gündüzleri bulunduğumuz şehri gezerken geceleri sadece bizimdi. Brandon’ın kollarında uyuyup onun kollarında uyanmak ayrı bir zevkti. Hele gördüğün ilk yüzün onun olması hiçbir zaman değişmesini istemeyeceğim bir durumdu.

Alnımda hissettiğim dudaklarla gözlerimi araladığımda Brandon gülümseyerek bana bakıyordu. Rüyamda geçirdiğimiz her günü tekrar yaşamıştım. O heyecanı ve mutluluğu… Ama en çok da Brandon’ın kollarındaki anlar beni gülümsetmişti.

“Ne görüyordun rüyanda, yüzünden gülümseme hiç eksik olmadı?” diye merakla sordu Brandon. Bu sırada uçağın iniş anonsu üzerine kemerlerimizi bağladık ve başımı Brandon’a çevirdim.

“Tatilimiz, balayımızın her bir günün… ve seni…” dediğimde Brandon bana doğru eğilip boynumdan öptü ardından dudaklarını kulağıma getirerek fısıldadı.

“Ben sana balayımızdan daha güzel anılarda yaratacağım hatırlaman için. Hiç şüphen olmasın.”

“Sen evlendikten sonra daha mı şey oldun?” diye sormamla kahkaha atmaya başladı. Ama yanımızda oturanların çatık kaşlarla bakmasının ardından başını koltuğa dayayarak bana çevirdi ve dudaklarını birbirine bastırdı.

Yüzünde zorla tuttuğu gülümsemeyle, “Ne oldum?” diye sorarak üsteledi. Bende aynı şekilde başımı koltuğa dayadım. Gözlerine bakarak konuştum.

“Doyumsuz!”

“İnsanın senin gibi bir karısı olunca dokunmaya, öpmeye doyamıyor.” Gözleri ile beni süzüyor, beni orada gözleri soyuyor gibiydi. Kendimi çıplak hissetmeme neden olmuştu.

“Brandon, yeter! İnsan içindeyiz,” diye fısıldadığımda gülümseyerek kulağıma doğru eğildi ve fısıldayarak konuşmaya başladı.

“Farkındayım. Eve gitmek için sabırsızlanıyorum. Sende sabırsızlanıyor musun?”

“Hayır… Ahh,” yüzümü buruşturarak konuşmaya devam ettim, “Muhtemelen ev şuanda toz içindedir, üç ay kapalı kaldı.” Benim tavrıma karşılık Brandon gülerek geri çekildi ve elimi elinin içine aldı.

Uçak indikten sonra Brandon ile beraber el ele tutuşarak indik. Brandon’ın valizleri almak için kargonun oraya ilerlerken bende peşinden gittim. Bu sırada gözüme yaşlı bir çift çarptı. Muhtemelen atmış yetmiş yaşlarındalardı. İkisinin de saçları beyazlamıştı ama hala kol kola dolaşıyorlardı. Onları böyle görmek beni gülümsetti.

“Neye gülümsüyorsun?” diye sordu Brandon kollarını belime dolarken, sanki bu sıralar daha bir meraklı olmuştu.

“Şu çifte. Çok tatlı görünüyorlar. Acaba bizde öyle olur muyuz?”

“Emin ol olacağız. Ama biz o zaman yanımızda torunlarımız da gezdiririz,” diyerek güldü. Dirseğimle karnına vurdum hafifçe.

“Dalga geçme.”

Eliyle karnını ovarak yüzünü buruşturmaya çalıştı. “Acıdı!” Tepkisine gülerek başımı salladı.

İki valizle gitmiş ama dört valizle geri dönmüştü. Brandon havaalanından valizleri koymak için araba kiralamıştı. Brandon onu sürerken bende yanında ilerliyordum. Havaalanından çıktığımızda duraktaki taksilerden birine doğru ilerledik. Brandon valizleri bagaja yerleştirmede şoföre yardım etti ardından ikimizde arka koltuğa oturduk. Brandon’ın evin adresini söylerken bende dışarıya bakıyordum. Sanırım özlemiştim burayı. Ne kadar da alışmışım meğersem.

Eve geldiğimizde taksiden indik. Brandon’a yardım ederek valizleri yukarıya çıkardık. Daha asansöre bindiğimizde söylenmeye başladı. Bu kadar çok ne aldık bilmem ki diye… Önemsemedim; çünkü bunları onun ısrarı ile almıştık. Bu yüzden başımı önüme eğip sadece gülümsedim. Asansörden indiğimizde çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İlk içeriye ben girdim Brandon’da peşimden valizleri içeriye alıp kapıyı kapattı. İçeriyi görünce derin bir nefes aldım. Her yer tam anlamıyla pislik içindeydi.

Brandon yanımda durmuş, “Ne kadar kötü?” diye sordu.

“Çok…” diye cevaplarken sesim çok çaresiz çıkmıştı.

“İyi ki sabah uçağıyla geldik. En azından yatak odasını temizlersin ve akşam rahat uyuruz. Bence mutfak için de alışveriş yapsak iyi olur.”

Brandon’ın sesinin geldiği yöne baktığımda mutfağa yönelmişti. Peşinden gittim. Mutfakta ağır bir koku vardı sanki bozulmuş yemek gibi… Brandon dolabın kapağını açtığında yüzünü ekşitip kapağı kapattı. Tek kaşımı kaldırıp baktığımda açıklama gereği duymuş olmalı ki konuşmaya başladı.

“Evlenmeden önceki gece biz bir şeyler yemiştik ve bitiremeyince dolaba koymuştum ben.”

İç çekerek, “Brandon…” diye inleyerek mutfağa girdim ve mutfak camını açtım.

Brandon yüzünde çaresiz bir ifadeyle bakarken, “Sanırım ben yiyecek bir şeyler alsam iyi olur,” diye mırıldanarak gitti.

Kapıyı kapatma senin duyduktan sonra sesli bir şekilde of çektim ve dolabı açarak bozulmuş yiyecekleri çöpe attım. Daha sonra yukarıya çıkarak evde bıraktığımız kıyafetlerden aldım, kapri eşofman üzerime de bol bir tişört taktım ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra temizlik malzemelerini hazırladım ve odaya geri döndüm. Önce bütün camları açtım ve perdeleri ve tülleri çıkarıp makineye attım. Onlar yıkanırken yatağın nevresimini çıkardım. Onları da banyoya yıkanacakların arasına attım ve ortalığı süpürüp silmeye başlayarak temizliğe adım attım.

“Ashley, biraz mola ver. Bir şeyler ye sonra devam edersin. Daha ilk günden yorma kendini. Zaten yol yorgunluğun var,” diyerek yanıma geldi Brandon.

“Brandon bir karış tozun içinde uyuyabilecek misin?”

Yüzünü buruşturmasına gülümsediğimde, “Sanırım hayır, uyuyamam,” diyerek cevapladı.

Göz kırparak, “Bende öyle tahmin etmiştim,” dedim.

Kolunu omzuma atarak kendine çekti ve odadan çıktık. Merdivenlerden inerken saçlarımdan öptü. Bende kolumu beline doladım. Beraber salona gittik. Koltuğa oturduğumda her yerimin ağrıdığını hissettim. Aslında iş yaparken durmaktan nefret ederdim çünkü hep böyle oluyordu. Yorgunluğunu o an hissetmiyorsun ama bir oturdun mu da kalkamıyorsun.

Brandon’ın aldığı pizzadan yemeğe başladık. Yanında da kola almıştı. Acıktığımı hissediyordum. Gözüm saate kaydığında saatin altı olduğunu gördüm. Ne kadar çabuk geçmişti zaman. Farkına varmamıştık.

Yemeğimizi yedikten sonra Brandon onları toplayıp mutfağa götürürken bende yukarıya çıktım. Makine durmuştu tüllerle perdeleri çıkardım. İyi ki ütü gerektirmeyen kumaşlardandı da onları ütülemekle uğraşmaktan kurtulmuştum. Onları astım ve yatağın yeni nevresim takımını yaydım. Oda toparlanmış, tertemiz olmuştu. Buradaki işimi bitirdiğim için mutfağa indim. Brandon salonda oturmuş televizyon izliyordu. Kapıdan durup baktığımda maça takılmıştı. Ayaklarını sehpaya uzatmış bir elinde fincanı, sanırım kahve içiyordu, televizyona dalmıştı. Onun keyfini bozmadan mutfağa gittim ve orayı temizlemeye başladım.

Saat kaç olmuştu bilmiyorum ama mutfakla da işim bitmişti. Brandon’ın hiç sesi çıkmıyordu. Mutfaktan çıkarak salona bakındığımda lambalar sönüktü ve televizyonda kapalıydı. Mutfağın lambasını kapatıp yukarıya yatak odasına çıktım. Odaya girdiğimde lambayı yaktım. Brandon yatağa girmiş uyuyordu. Uyandırmamak için lambayı hemen kapattım. Duş alıp yatacaktım ve bunun için aşağıya inip valizlerden iç çamaşırı ve geceliğimi alacaktım ki kapının kenarında olan valizler yoktu. Tekrar yukarıya çıktım ve odanın lambasını mecburen açtığımda Brandon valizleri yukarıya çıkardığını gördüm. Hatta biri açıktı da. Bakışlarımı ona çevirdiğimde saçlarının ıslak olduğunu gördüm. Sanırım duş alıp yatmıştı. Valizlerin yanına gidip iç çamaşırlarımı ve geceliğimi aldım ki Brandon’ın yeni aldığı takımı çıkarıp asıya astığını ve onu da dolabın kapağına astığını gördüm. Cekette değil ama pantolon buruşmuştu ve iki gömlek çıkarmıştı. Pantolonunu ve gömleklerden takıma uyacak olan aldım ve odadan çıktım. İç çamaşırlarımı aşağıya banyoya koydum ardından alt kattaki boş odalardan birinde ütüyü takıp Brandon’ın pantolonu ile gömleğini ütüledim. Onları alıp yukarıya çıktım ve askıya astım. Ardından tekrar aşağıya inerek aşağıdaki banyoya girdim. Ilık bir duş inanılmaz derece rahatlatıcı gelmişti. Havluya sarınıp çıktım ve üzerimi giyinip saçlarımı havluyla kuruladım. Hiç kurutmakla uğraşamayacaktım. Odaya çıktığımda Brandon’ın yüz üstü uzanmış başını benim yattığım tarafa çevirmiş olduğunu gördüm. Üzerine bir şey giymemişti ama altında pijama altı vardı. Üzerindeki pikeyi açmıştı. Onu uyandırmama dikkat ederek yatağa girdim. Üzerini örttüm üşümemesi için ama o sırada gözlerini araladı.

“Ashley? Saat kaç?”

“Hadi uyu sevgilim. Henüz sabah olmadı. Ben uyandırırım seni…” diye mırıldandım. Brandon’da bana doğru yanaştı ve başını omzuma dayayıp kolunu belime doladı. Gülümseyip belimdeki elinin üzerine elimi koydum. Gözlerim kapanmaya başlamıştı zaten ki Brandon’ın bedeninin sıcaklığı ile uykuya dalmıştım.

Sabah alnıma değen bir sıcaklıkla uyandım. Gözlerimi açtığımda Brandon gülümseyerek bakıyordu. Üzerini giyinmişti. Benim ütülediğim gömleği giymiş ve işe gitmeye hazır görünüyordu. Gülümseyerek yerimde doğruldum.

“Uyu sevgilim, ben çıkıyorum. Geç yattın, biraz dinlen.”

“Önemli değil.” Diyerek gülümsedim. Bu sırada Brandon ceketini eline aldı ve bende yataktan çıkarak onunla beraber aşağıya indim. Anahtarını ve ihtiyacı olan eşyalarını aldıktan sonra ayakkabılarını giyindi. Ardından bana sarılarak dudaklarımdan öptü.

“Görüşürüz. Akşama mutfak için alışverişe çıkalım, dolap boş ve mutfak masasının üzerine birkaç kart bıraktım. Acıktığında söylersin getirirler. Bu arada bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu hafiften kaşlarını kaldırarak. Gülümsedim neyi kastettiğini biliyordum. Ama henüz birikimlerim vardı aslında koca parası yiyemeyecek kadar param vardı.

“Hayır, bir şeye ihtiyacım yok sevgilim,” diye karşılık verdiğimde başını sallayarak, “Bu konuda benden çekinmeyeceğini düşünerekten sana inanıyorum.”

“Görüşürüz bir tanem.”

Dudaklarıma bir öpücük daha bıraktıktan sonra, “Görüşürüz,” diye mırıldandı.

Brandon’ın peşine mutfağa gittim ve kendime kahve yaptım. Kahvemi alıp odaya çıkıp yatağı düzenledim ve ardından valizleri yerleştirdim. Kirlileri de ayırdım. Burada işim bittikten sonra evin temizlenmeyen yerlerini temizlemeye başladım.

İşim bittiğinde evimin içi temizlik kokuyordu ve ben bu kokuyu seviyorum. Gülümseyerek evin içinde dolandım ve dağınıklığı toparladım. Temizlik eşyalarını Brandon’ın ardiye yeri olarak kullandığı merdiven altındaki dolaba koydum ve yatak odasına çıkarak duşa girdim. Kıyafetlerimi kirliye attım ve küveti doldurarak iyice köpüklenmesini sağladım. İçine girince kendimi inanılmaz rahatlamış hissettim. Başımı arkaya dayayarak gözlerimi kapadım ve suyun içinde rahatlamanın tadını çıkarmayı planladığımda kapı tıklandı ve açıldı. Başımı çevirip baktığımda Brandon tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.

“Bensiz banyo keyfi… Bunu ödeyeceksiniz Bayan Veldone” diyerek kapıyı kapattı ve çıktı. Güldüm çünkü adım gibi emindim ki soyunup gelecekti.

Gözlerimi kapatıp tekrar geriye dayadığımda kapının açıldığını duydum ve gülümseyerek gözlerimi açıp Brandon’a baktım. Yanıltmamıştı beni. Biraz öne doğru kaydım ve Brandon’da arkama oturdu. Bacaklarının arasına yerleşerek sırtımı göğsüne dayadım. Dudaklarını şakaklarımda hissettim. Gülümseyerek başımı ona çevirdim ve dudaklarından öptüm.

“Sence de burası ikimiz için küçük değil mi?”

“Bence de en kısa zamanda jakuzi taktırmalıyız buraya. Gerçi banyo küçük sığacağını sanmıyorum ama…”

Sözlerine gülerek, “Brandon, kastettiğim şey banyo olup çıkmamızdı,” dediğimde benim gibi o da güldü.

Belimden elini kaldırarak pozisyonumuzu göstermek için işaret ederek, “Ben rahattım böyle,” dedi.

“Eminim rahatsındır. Brandon bacakların sığmıyor bir kere ki sığabilmek için iki büklüm olduk. Hadi duş alıp çıkalım. Hem sen erken mi geldin?” diye sordum ayağa kalkarken. Benim peşime Brandon’da ayağa kalktı ama banyodan çıkmadı. Fıskiyeyi yukarıya yerine taktı ardından duş perdesini çekti.

“Saatten haberin var mı? Saat altı buçuk oldu sevgili karıcığım.”

Brandon eline şampuan dökerek saçlarımı yıkamaya başladı. Gülümseyerek ona sırtımı döndüm. Balayındayken de bunu bir kez yapmıştı ama o zaman bir jakuzinin içindeydik ve banyodaki küçük bir kaçamağımızın sonrasında duş alırken yıkamıştı beni. Ama yine de itiraz etmedim, çünkü bundan inanılmaz zevk alıyordu biliyorum.

Banyodan çıktığımızda üzerime eşofman takımı giyindim ve saçlarımı fönle kurutup tepeden topladım. Brandon’a bu sırada üzerini giyinmişti. Beraber aşağıya indik. Mutfağın önünden geçerken mutfak masasının üzerindeki poşetler dikkatimi çekti. Alışveriş mi yapmıştı. Şuanda buna gerçekten sevinirdim çünkü alışverişe çıkamayacak kadar yorgundum.

“Yiyecek bir şeyler aldım. Alışverişe gitmeden önce atıştırır öyle çıkarız,” diyerek poşetleri açıkladı Brandon.

Gülümseyerek iç çektim ve mutfağa gittim. Aldıklarını tabağa yerleştirdim ve içecekleri de bardaklara doldurup masayı hazırladım. Brandon’da gelmiş masaya oturmuştu. Beraber yedikten sonra bana yardım etti ve beraber bulaşık makinesine dizdik bulaşıkları. Mutfakta işimizi bitirdikten sonra ben yukarıya çıktım çantamı almak için. Çapraz çantama telefonumu ve cüzdanımı koydum. Tam odadan çıkacaktım ki midem bulandı ve kendimi banyoya zor attım. Ama kuru öğürtüden başka bir şey değildi. Elimi yüzümü yıkadım kendime gelebilmek için. Aynada kendime bakarken yorgunluğa yormaya çalışıyordum üzerimdeki bu uyku halini ve bulantılarımı. Bu durum Malibu’daki son haftamızda kendini göstermeye başlamıştı ve o zaman fark etmiştim ki düğünden buyana regl olmamıştım. Üzerinden geçen zaman da beni tedirgin ediyordu ama yine de Brandon’a bir şey hissettirmemeye çabalıyordum. Emin olmadan hiçbir şey söylemek istemiyordum.

Brandon’ın aşağıdan, “Ashley? Hadi seni bekliyorum,” diye sesini duyduğumda yerimde sıçradım. O kadar dalmıştım ki… Derin bir nefes alarak hızla odadan çıktım ve aşağıya indim.

“Geldim…” Ayakkabılarını giymiş beni bekliyordu. Hemen dolaptan spor ayakkabılarımı çıkardım ve giyindim. Eğilip bağcıklarını bağladıktan sonra doğrulduğumda başım döndü ve Brandon’ın koluna tutundum. Brandon’da bir an için refleks olarak belime sarıldı.

“Ashley? Sen iyi misin? Solgun görünüyorsun,” diyerek konuştu endişeli bir şekilde. Gayri ihtiyari elim karnıma gitti. Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım.

“İyiyim sanırım yorgunluktan.”

Brandon pek inanmış gibi görünmedi, ama sesini de çıkarmadı. Sanki biraz da yakınıma yanaşıp yürüdü. Arabaya binip markete doğru ilerledik. Bir markete gideceğiz zannederken alışveriş merkezine gelmiştik. Brandon arabayı otoparka park ettikten sonra indik ve beraber içeriye girdik. Brandon’ın koluna girdiğimde bana baktı.

“İyi misin?” diye sordu yine aynı endişe ile. Elimi kolundan çekip yanında yürümeye başladım.

“Kocamın koluna girmem için illa hasta mı olmam gerek?”

Brandon gülerek kolunu omzuma atarak beni yanına çekti ve bende kolumu onun beline doladım. Mutfak alışverişi için gerekli bölüme geldiğimizde Brandon benden ayrılarak bir sepet aldı. Beraber içeride dolanırken gerekli olabilecek her şeyi aldım. Bazen Brandon’da el atıyordu ama ya gereksiz şeyler alıyordu ya da fazla alıyordu. Gülerek geçirdiğimiz bir alışveriş faslından sonra Brandon ödemeyi yaptı ve buradan çıktık. Brandon’ın ısrarları ile yukarı kattaki kafelerden birinin önüne gelince Brandon beni durdurdu ve elimdeki poşetleri de aldı.

“Sen içeriye geç otur bende poşetleri arabaya bırakayım. Bir şeyler içeriz, tatlı falan yeriz. Sonrada birkaç takım almam lazım, senin de ihtiyacın olan ya da hoşuna giden bir şey olursa alır öyle gideriz.”

Başımı sallayıp onayladığımda Brandon arkasını dönüp ilerleyip asansöre bindi. Bende bu sırada içeriye girmek için hamle yaptım ki köşede bir eczane gözüme çarptı. Brandon’ın gittiği yöne baktım görünürde yoktu. Bir anlık tereddüt ettim ama sonra emin bir şekilde eczaneye girdim. Eczacı adamlardan biri gülümseyerek yanıma geldi.

“Hoş geldiniz.”

Utanarak ve birazda çekinerek, “Merhaba. Şey… Imm… Hamilelik testi alabilir miyim?” diye sordum, eczacı gülümsedi bu halime ama sonra sol elimdeki alyansıma bakarak hemen arkasını döndü ve ilaçların bulunduğu raflarda bakındı ve elinde bir kutu ile geri döndü.

“Ödemeyi kasaya yapıyorsunuz.”

Gülümseyerek kutuyu elinden aldım ve kasaya gittim. Kasadaki kişinin bayan olması beni bir nebze olsun rahatlattı ve ödemeyi yaptıktan sonra hemen oradan çıktım. Poşetle beraber kutuyu çantama koydum ve kafeye girdim. Boş masalardan birine oturdum ve gelen garsona birini beklediğimi söyleyip gönderdim. İçim içimi yiyordu, sonucu merak ediyordum. Aslında bir bebeğe hazır mıydım bilmiyordum ki Brandon ile aramızda bir çocuğumuz olması yönünde pek konuşmamıştık.

Brandon masaya geldiğinde gülümsemeye çalıştım ve garson tekrar geldiğinde Brandon ikimize de tatlı söyledi ve yanına da içecek bir şeyler. Burada biraz oturduktan sonra Brandon hesabı ödedi ve kalktık. Alt kattaki mağazalardan birine girdik ve Brandon’a takım baktık. Aslında hoş takımların Brandon’ın bedenlerini bulmak zor değildi ama Brandon’a beğendirmek zordu. Güzel duranlarda bile bir kusur bulmuştu. Üç mağazaya girip çıkmamızın sonunda iki takım elbise ve dört tane gömlek almıştı.

Arabaya binip eve gittiğimizde yorgunluktan tam anlamıyla ölüyordum. Artık ayaklarım da ağrımaya başlamıştı. İçeriye girdiğimizde Brandon’ın yardımı ile poşetleri mutfağa koydum. Brandon kıyafetlerini yukarıya çıkarırken bende poşetleri dolaba yerleştirdim. Saate baktığımda on bir olmuştu ve benim artık ayakta kalacak gücüm kalmamıştı. Bunun için direk yukarıya yöneldim. Brandon gömleklerin poşetlerini açmış yıkamaya atıyordu. Takımlarını da dolaba asmıştı. Birini dolabın kapısında asılı bırakmıştı.

Asılı olan takımı işaret ederek, “Bunu mu giyeceksin?” Diye sordum. Bu sırada çantamı köşedeki koltuğun üzerine koydum ve çekmeceden geceliğimi aldım.

“Evet. Bugün giydiğim gömlek olur değil mi içine? Boşuna bu saatten sonra ütü yapma.”

Başımı sallayarak onayladığımda tek hayalini kurduğum şey uyumaktı.

Brandon, “Yatacak mısın?” diye sorduğunda tekrar başımı salladım.

“Tamam, bende yatacağım zaten çok yorgunum. Dünyanın işi birikmişti,” diyerek gününü anlatmaya başladı. Gülümseyerek onu dinliyordum. Bu sırada yatağa girdim ve yastığımı dikleştirerek yatağın içinde oturdum. Brandon’da hem anlatıyor hem de üstünü değiştiriyordu. Anlatmasını bitirdiğinde yatağa geldi ve yattı. Bende onun göğsüne kıvrıldım.

Gözlerimi açtığımda henüz sabah olmamıştı. Brandon ise belime sarılmış, bacağını bacaklarımın arasına atmış başı yastığının üzerinde uyuyordu. Ona sokularak uyumayı düşündüm ama birden test geldi aklıma. Başımı koltuğa çevirdiğimde çantamın içinde durduğunu hatırladım. Şimdi yapsam… Brandon öğrenmeden sonucu öğrensem… Bu düşünce ile Brandon’ın kollarından onu uyandırmadan kalktım ve çantamın içinden testi alarak banyoya girdim. Testi yaptıktan sonra üç dakika beklemek gerekiyordu. Klozetin üzerine oturarak sabırsızca bekledim. Üç dakikam dolunca derin bir nefes alarak sonucuna baktım. Pozitif! Tanrım! Bu harika bir şeydi. Sanırım… Elimi karnıma götürdüm refleks olarak ve gülümsedim. Ama Brandon…. O ne diyecekti? Ne düşünüyordu bir bebek hakkında?

Ne kadar o şekilde banyoda kaldım bilmiyorum. Ama kendimi toparlayınca testi kutusunu alıp poşete koydum ve banyodan çıktım. Brandon hala uyuyordu. Sessizce odadan çıktım ve aşağıya inerek mutfağa girdim. Poşeti çöpe attım. Ardından yine aynı sessizlikte odaya girdim. Brandon bana sırtını dönmüş yatıyordu. Yüzümdeki gülümseme oraya yapışmıştı. Yatağa girdim ve Brandon’a arkasından sarıldım ki Brandon bana döndü ve gülümseyerek beni kollarına aldı. Buna itiraz etmeden kollarının arasında gözlerimi kapattım. Tek umudum Brandon’ın bu bebek olayına olumsuz bakmamasıydı.

Sabah uyandığımda yatakta yalnızdım. Odanın içinde gözlerimi dolaştırdığımda Brandon yoktu. Kolumu kaldırıp saatime baktım, öğlene geliyordu. Ellerimi saçlarıma daldırdım ve yatakta gerindim. Öyle derin uyumuştum ki Brandon’ın gittiğini duymamıştım. Üzerimdeki örtüyü açtım ellerimi karnıma götürdüm. Sanki hissedebilecekmişim gibi geliyordu. Derin iç çektim ve gülümseyerek yataktan kalktım. Bu sırada telefonum çalmaya başladı. Aşağıdaydı telefonum ve hızlı bir şekilde odadan çıktım ve merdivenlerden indim. Tam odaya girecektim ki kapı kenarındaki rafa omzumu vurdum. Yüzümü buruşturup inledim… Canım acımıştı ve acıyla gözlerim yaşarmıştı. İç çekerek salona girdim ve telefonumu aldım.

“Efendim?”

Brandon’ın enerjik gelen sesi, “Sevgilim, nasılsın?” diye sordu.

“İyiyim. Gittiğini duymamışım…”

“Evet, çok derin uyuyordun. Gece çok huzursuzdun… Devamlı kıpırdandın…”

“Seni de uyutmadım,” diyerek cümlesinin devamı getirdim. Bu sırada midem bulanmaya başladı. Kusacakmış gibi oluyordum. Ama aç mide ile nasıl kusabilirdim ki?

“Saçmalama Ashley… Ben sana şeyi sormak için aradım. Hafta sonu hava güzel olursa bizimkiler Square Park’a gidecekler. Ne dersin bizde takılalım mı onlarla? Yoksa özel bir plan mı yapalım?” diye konuşurken ben mide bulantıma odaklanmıştım banyoya gitmek için salondan çıktım.

“Brandon, bir dakika…” diyerek Brandon’ı susturdum ve hızla banyoya gittim. Öğürmeye başladım ama sadece kuru bir öğürtüydü. Ağzımın tadı kaçmış, midem allak bullak olmuş ve kendimi de inanılmaz kötü hissetmeme neden olmuştu. Olmayan bulantım son bir haftada kendini göstermeye başlamıştı. Midemin bulanması için geç değil miydi?

“Lanet olsun Ashley, cevap ver!” diye Brandon’ın öfke dolu yüksek tondaki sesini duyduğumda yerimde irkildim.

“Buradayım…” diye fısıldayarak cevap vermiştim. Boğazımda garip bir yanma vardı. Mutfağa doğru ilerledim ve bir bardak suyun iyi geleceğini düşündüm.

“Ne oldu? Neyin var?”

“İyiyim…” derken sözümü kesti.

“Sakın iyiyim deme. Yorgunluktan hiç deme… Hazırlan gelip seni alacağım doktora gideceğiz.”

“Brandon, gerek yok sen işinle ilgilen ben giderim.”

“Ashley…” dedikten sonra derin bir iç çekme duydum. “Gideceğine söz ver…” dedi daha sonra emir verircesine.

“Söz…”

“Pekâlâ, beni ara. Senden haber bekliyor olacağım.”


Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldım. Mutfağa gidip kendime kahvaltı hazırlardım. Arada da ağzıma bir şeyler atıyordum ağzımın tadı değişsin diye. Kahvaltı olarak sandviçte karar kılınca hafif bir sandviç hazırladım. Yanına da kahve yaptım sonra kafeinin bebeğe zarar verebilme olasılığı olup olmaması hakkında bir bilgim olmadığından kahveyi lavobaya boşalttım ve meyve suyu doldurdum. Masaya oturup sandviçimi yedim.

Kahvaltım bittikten sonra odama çıkıp üzerime kot  ve salaş bir tişört giyindim saçlarımı tepeden topladım ve çantamı da aldığımda çok sıradan göründüğümü düşündüm ama önemsemedim. Sonucunda doktora gidiyordun süslenmemi gerektirecek bir durum yoktu ortada.

Evden çıktığımda köşedeki taksi durağına doğru yürümeye başladım. Buranın uzak olduğunu unutmuştum. Muhtemelen Brandon’da kartı olmalıydı taksi durağının… Onu ondan almalıydım. Ki bir korna sesi duyduğumda arkamı döndüm. Bir taksi ve boştu. Gülümsedim şansıma ve el işareti ile durdurdum. Taksiye bindikten sonra, “MedStar Washington Hospital Center’a lütfen…” diye gideceğim yer söyledim.

Hastaneye kadar sessizce bunu Brandon’a nasıl söylemeliyim diye düşündüm.  Bir çocuk isteyip istemediğini bile net olarak bilmiyordum. Tepki gösterirse ne yapacaktım. Aldıracak mıydım? Bu düşünce bile içimi yakıyordu. Tanrım! Umarım ister…

Hastanenin önüne geldiğimde düşüncelerimden sıyrılıp, hiçbir şekilde olumsuz şey düşünmeme çalıştım. Şuanda birazcık umutlu olmak istiyordum. Anneliği hissetmek bile çok hoş bir duyguydu.

Taksi şoförüne ödemeyi yaptıktan sonra indim ve hastaneye girdim. Hemen bir kadın doğum doktorundan randevu aldım ve yarım saat sonraya randevu verdiler. Yukarıya odasının önüne çıktım ve beklemeye başladım. Kimse yoktu, içeride hasta var mıydı bilmiyordum bile. Ama zamanım dolana kadar beklemeye karar verdim. Kalbimin ilk kez Brandon’la beraber olmaya başladığında böyle attığını hissetmiştim ve şimdi de onun bir parçasının içimde olduğunu bilmek de aynı şekilde hızlandırıyordu kalbimi…

“Hanım efendi, Dr Quartz’ı mı bekliyorsunuz?” diye bir hemşirenin sorusu ile başımı çevirdim.

Oturduğum yerden kalkarak, “Evet, randevum vardı,” diydedim. Kadın elindeki listeye bakıyordu bu sırada. Orta yaşı geçmiş, saçları hafif kırlaşmış bir kadındı.

“Bayan Veldone değil mi?” Başımla hemşireyi onayladıktan sonra oda konuşmasına devam etti. “Hamile olduğunuzdan şüpheleniyor muşsunuz?” diyerek gelme sebebimi belirtti.

“Evet… En son iki buçuk ay önce regl oldum, şimdiye kadar hiç gecikmemiştim ve açıkçası eşimle hiç korunmadık.”

“Pekala, benimle gelin kan testi yapalım.”

Kadının gülümseyen yüzüne karşılık gülümsememek mümkün değildi. Onun peşinden giderken kadının yan gözle bana baktığını hissediyordum ama başımı önüme eğip yürümek şuanda içinde bulunduğum değişken ruh halime daha uygun gelmişti. Sanki bu çocuğu sadece kendisi isteyecekmiş gibi bir düşünce yerleşmişti aklına ve hiçbir şekilde kurtulamıyordu.

Hemşire ile laboratuvara gittik ve kan verdim. Nedense iki tüp almışlardı biri ile hamilelik testi yapılırken diğerinde başka bir şeylere bakacaklarmış. Sonuçlar ise direk doktorun bilgisayarına gideceği için yarım saat beklemem gerekliymiş. Bu bekleme süreleri beni çıldırtacaktı. Emin olduğum bir şey için bile bekliyor olmak sinir bozucuydu.

Bekleme salonunda beklemeye başladım. Önümdeki sehpanın üzerindeki gazeteyi aldım hem haberleri okurum hem de vakit geçiririm düşüncesi ile. Gündem haberleri, cinayetler, tutuklamalar, cinnet geçiren aile üyeleri, kazalar ve kazalarda ölenler… İnsanın içini karartan haberler… Ekonomide de pek anlamadığım için o sayfayı hep atlardım. Tıpkı şimdi atladığım gibi. İç çekerek saatime baktığımda on beş dakikayı geride bıraktığımı gördüm. Bu iyiydi. Başımı koltuğun arkasına dayadım ve karşımdaki duvarda bulunan tabloya baktım. Sadece bakıyordum, tablodaki figürlerden hiçbirini hatırlamayacaktım bir saniye sonrasında ki telefonumun çalması bu bakınmamı kesmişti. Telefonun ekranında kocamın adını görünce gülümsedim.

Telefonu, “Sevgilim?” diyerek açtım.

“Ashley, ne oldu gittin mi doktora?” diye direk konuya girmesi ve sesinin endişesinden meraklandığı belliydi.

“Şuanda hastanedeyim, kan tahlili yaptılar sonucunu bekliyorum. Ama şuanda iyiyim, kendimi iyi hissediyorum.”

“Emin misin? Endişelenecek bir şey yok değil mi?”

“Hayır, endişelenecek bir şey değil sevgilim. Rahat ol…” dediğimde telefonun diğer tarafından bir derin nefes alma sesi duydum.

“Tamam, ben şimdi toplantıya gireceğim. Eğer önemli bir şey olursa haberim oluyor, aksi takdirde evde görüşürüz.”

“Merak etme, kötü bir şey yok. Evde görüşürüz.”

Telefonu kapattığımda ilgilenen hemşire kadının gülümseyerek bana baktığını gördüm. Çantamı omzuma takarak yanına gittim gülümseyerek. Beraber doktorun yanına girdiğimizde, kadının doktorun yardımcısı olduğunu fark ettim. Doktorum muhtemelen otuzlu yaşlarda hoş bir adamdı. Gülümsediğinde tek taraflı gamzesi vardı. Koyu renk gözleri her ne kadar esrarengizlik katsa da kesinlikle dikkat çekici görünüyordu.

“Bayan Veldone değil mi?” diyerek sordu gülümseyerek ve eliyle sedyeyi işaret etti.

“Evet.”

“Pekâlâ, Bayan Veldone. Tahlil sonuçlarına göre dokuz haftalık hamilesiniz. Şimdi lütfen sedyeye uzanın ve karnınızı açın ultrasondan da bakalım,” Diyerek yanıma yaklaştı. Sedyeye uzandım ve tişörtümü kaldırdım ve hemşirenin yardımı ile kotumun düğmesini ve fermuarını biraz açarak bir aşağıya indirdim. Doktor eldivenini takıp yanıma geldi. Bir jel sürerek aleti karnımda dolandırmaya başladı. Sanki çok anlayacakmışım gibi bende makineye bakıyordum. Adam elini uzatarak ekranda bir noktayı işaret etti. “Bebeğiniz tam olarak burada…” dedi gülümseyerek. Baktığımda pek bir şey göremiyordum ama dudaklarımda bir gülümseme olmuştu.

Doktor daha sonra aleti çekti ve yanımdan kalktı. Hemşire bana peçede uzattı. Karnımdaki jeli sildim ve sedyeden kalktım. Üzerimi düzelttikten sonra doktorun masasının yanındaki koltuğa oturdum.

“Hamileliğiniz normal görünüyor, bir sorun yok. Ancak ben yine de vitamin yazdım. Bunları sabah akşam kullanın. Ayrıca bu bebeğinizin ilk resimleri... Tebrik ederim…” dedi reçete ve ultrason resimlerini uzatırken. Gülümseyerek yerimden kalktım ve reçete ve resimleri aldım. Gülümseme sanki yüzüme yapışmış gibiydi. Kapıya doğru ilerlerken bir olasılık geldi aklıma. Doktora döndüğümde bana baktığını gördüm.

“Eğer… aldırmak istersem… Bu mümkün mü?” diye sorduğumda sesim pek de yüksek çıkmamıştı.

“12 haftalık hamileliklere kadar kürtaj yapılıyor sonrası ise yasal değil… Ancak yerinizde olsam yaptırmazdım sonucunda onuncu haftaya çok yakınsınız… Eşinizin sevineceğine eminim. Her erkek karısından böyle bir haberi bekler…” dedi gülümseyerek ve biraz da güvence vermeye çalışarak.

“Teşekkür ederim…” diyerek kapının kolunu tutup açtığım sırada doktorun bana seslendiğini duydum.

“Bayan Masen, eğer olurda aldırmaya karar verirseniz, tekrar buraya gelin…”

“Teşekkürler…”

Başka bir şey söylemeden dışarıya çıktım ve hastanenin koridorunda dalgın dalgın yürüdüm. Brandon’ın vereceği tepkiyi bilmiyordum, ama aldırma fikrine giderse de bundan korkuyordum… Bunu kabul etmek zor olacaktı.

Hastaneden çıktıktan sonra en yakın eczaneden vitamin ilacını aldım ve taksiye binerek eve gittim. İçeri girdiğimde içimi daha da büyük bir sıkıntı kapladı. Gözüm saate gittiğinde iki saat sonra Brandon’ın geleceğini fark ettim. Çantamı salondaki koltuğa bırakıp mutfağa gittim ve yemek yapmaya başladım. Yemek yapmaya kendimi kaptırmak beni rahatlatmış düşüncelerimden sıyrılmamı sağlamıştı. Sadece yemek yapmakla kalmamış masayı da hazırlamıştım. Salatayı yaparken belime dolanan kollarla yerimde sıçradım.

“Hayatım, benim… Korkma!” dedi Brandon dudaklarını boynumda dolandırırken.

“Geldiğini duymamışım…”diye mırıldandım salata için yeşillikleri doğrarken.

“Dalmışsın… İki sefer de seslendim hâlbuki…”

“Duymadım…”

 Brandon kollarını benden ayırıp yanıma geldi ve tezgaha yaslanarak bana baktı. Başımı kaldırıp ona baktığımda tek kaşını kaldırmış beni inceliyordu. Gömleğinin düğmelerini açmış, kravatı yarıya kadar aşağıya indirmişti. Serseri havasına bürünmesine rağmen çok yakışıklı görünüyordu. Ki bir anda doktorun sözleri geldi aklıma… ‘Her erkek karısından böyle bir haberi bekler…’ Acaba Brandon’da benden bekliyor muydu? Cesaretimi toplayarak bakışlarımı gözlerine götürdüm ve gülümsedim. İçimi birden bir heyecan sarmıştı.

“Brandon, sana bir şey söyleyeceğim!” Dedim sesimin heyecanlı çıkmasını engelleyememiştim. Ama salondan gelen telefon sesi ikimizin başını da o tarafa çevirmemize neden oldu. Brandon eğilip dudaklarımdan öptü.

“Söyleyeceğin şeyi unutma,” diyerek mutfaktan çıktığında içimdeki o heyecanla beraber cesarette beni terk etti.

Salatayı bitirdikten sonra masaya koydum. Brandon’da bu sırada üstünü değiştirip gelmişti. Gülümseyerek masaya oturdu bende yemekleri koyup oturdum. Sessizce yemeklerimizi yemeye başladık. Hiç ses çıkmaması beni daha da endişelendiriyordu.

“Brandon farkında mısın hiç çocuk konusunu konuşmuyoruz…” diyerek konuyu açtım. Bunu bir şekilde konuşup düşüncelerini öğrenmem gerekiyordu. Yoksa bu bilinmezlik beni çıldırtacaktı.

“Henüz erken olduğunu düşünüyorum. Sonucunda evleneli ne kadar oldu ki… Evliliğin tadını çıkaralım, birbirimize zaman ayıralım… Çocuk bence en son şey olmalı… O da eğer gerçekten istersek…” Dediğinde sözleri sanki kırbaç gibi indi kalbime… Derin bir nefes daha aldım sözlerinin özetini söylercesine konuştum.

“İstemiyorsun…”

Kısa ve net bir şekilde cevapladı beni. “Evet!”

Yemekten sonra Brandon kalktı ve salona gitti bende sessizce masayı toplayıp kirlileri makineye yerleştirdim. Artından da Brandon ile kendime nescafe yaparak içeriye gittim. Brandon haberleri açmış izliyordu. Benim geldiğimi görünce gülümsedi. Kahvelerimizi sehpaya koydum ve Brandon’ın yanına oturdum. Kolunu omzuma atarak aramızdaki sessizliği böldü.

“Bugün doktora gidecektin? Ne oldu?” dedi Brandon sesindeki endişeyi gizlemeden.

“Gittim önemli bir şey yokmuş.”

Dudaklarını saçlarımda hissettiğimde gülümsedim, Brandon ise benim sözlerime cevap verircesine mırıldandı. “Bu iyi bir an çok endişelendim, sabah seni...” cümlesinin devamını getiremedi. Derin bir nefes aldı. Başımı omzundan kaldırdım ve yanlamasına koltukta oturarak Brandon’a döndüm. Bir şeylerin olduğunu fark etmiş olmalı ki televizyonu kapatıp bana baktı.

“Brandon…” gözlerimi kapattım derin bir nefes alıp tekrar gözlerimi açtığımda Brandon’ın yüzünde ciddi bir ifade vardı. Önemli bir şey önemli beklediği ortadaydı. “Hamileyim!” dediğimde kaşlarını çattı. Gözlerini kısarak karnıma baktı.

“Yemekteki konuşma bu yüzdendi…” Diye mırıldandı. Cevap veremeden başımı salladım. Bakışlarını kaçırdı ve kahvesinden bir yudum aldı. Ne düşündüğünü bilmek için şuanda her şeyimi verirdim. Gerçi tahmin etmek o kadar da zor değildi. Tavırlarında hiçbir sevinç gösterisi yoktu. Düşünceli, ne yapacağını bilememenin çaresizliği gibiydi.

“Yarın doktoru arayıp randevu alacağım…”

“Ne kadarlık?”

Brandon ile aynı anda konuşmamız üzerine yine bir sessizlik oldu. Oda konuşmadı uzunca bir süre bende kendi sözlerimin ağzımdan bir anda dökülmesinin ardından tekrardan söyleyebilmek için cesaret kırıntısı arıyordum içimde.

“Dokuz haftalık. Sabahki mide bulantımda bu yüzdendi. Doktor on iki haftalık olana kadar aldırabileceğimi söyledi. Yarın randevu alacağım… Çok gecikmeden verirler diye düşünüyorum.”

“İyi… Şuanda işleri bırakmam imkânsız, eğer alabilirsen akşam saatlerine doğru ya da hafta sonuna al. Olmadı özelde de olabilir! İyi bir yer buluruz.”

“Tamam… Yorgunum ben yatacağım. İyi geceler…” Yorgunluğum bedenen değil ruhendi. Brandon’ın isteksizliği ve tavırları kalbimi kırmıştı.

Yukarıya çıktığımda gözümden akan yaşları sildim. Brandon’ın bir umut kabul etmesini bekliyordum. Yatağın kenarına oturdum ve ellerimi karnımda birleştirip sessizce ağladım. Hıçkıra hıçkıra ağlama isteğimi bastırmaya çalışıyordum. Derin derin iç çekmelerimle de bastırabiliyordum bunu… Garip bir şekilde bağlanmıştım bu bebeğe ve istiyordum. Neden Brandon’ın karşısına geçip bu bebeğe niye bir şans vermiyoruz diyemiyordum ki?

Yukarıya çıkan ayak seslerini duyunca gözlerimi sildim hemen banyoya girdim. Duşun suyunu açtım. Üzerimi çıkarıp suyun içine girdim ve duşun perdesini çektim. En azından içeriye girerse ağladığımı görmezdi. Ağlamamı biraz olsun durmuştu ve sakinleştiğimi hissetmeye başlamıştım. Saçlarımı yıkarken kapının açıldığını duydum. Ardından aynı şekilde kapandığını…

“Benim dişlerimi fırçalayacağım. Bu gece bende erken yatsam iyi olur,” dedi Brandon daha çok kendi kendine mırıldanırcasına.

O dişlerini fırçalarken bende saçlarımı duruladım. Ardından duşun perdesini açarak kenardan havluyu aldım. Brandon başını çevirdiğinde ilk baktığı yer karnım oldu. Bir süre baktı ama bu bakışından rahatsız olmuştum. Hemen havluyu bedenime sarıp banyodan çıktım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra Brandon odaya geldi. Oda üzerini çıkarmaya başladı. Geceliğimi giyinip saçlarımı kurulamak için banyoya gittim. Buğulanan camı elimle sildim ve gözlerimin kızarıklığını fark ettim. İyi Brandon yüzüme bakmamıştı.

Saçlarımı kuruttuktan sonra dişlerimi fırçaladım ve odaya girdim. Brandon sırtı bana dönük bir şekilde yatmıştı. Daha önce hiç böyle yatmamıştık… Gözümden bir damla yaş süzüldü, bir hışımla sildim ve yatağa yattım. Onun gibi arkamı dönemedim… Beni yine kollarına alıp yatmasını istiyordum, ama yapmadı. Gözlerim kapanmaya başlamıştı. Gözümden akan inatçı yaşlarıma aldırmadan onun sırtına arkadan sarıldım. Bana dönmesini, sarılmasını beklemiyordum. Sadece onun bedeninin sıcaklığına duyduğum ihtiyaçla sarılmıştım Bir an için beline sardığım koluma dokunduğunu hissedip ürperdim… Tepki olarak farkında olmadan dudaklarımı atletinden açıkta kalan koluna bastırıp öptüm.

“İyi geceler…” diye mırıldandım son olarak… Onunda aynı şeyleri söylediğini hayali olarak duydum ama o kadarla kaldı…



~~~~~~*~~~~~~

8 yorum :

  1. Demiştim ben. Bu kadar mükemmel ilerleyemez diyeeeee :) Ama çok kötü yerden vurdun ya. Heyecanla bekliyorum yeni bölümü.
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eeeee hep iyi olmaz araya biraz sorun gerekiyor değil mi ;) yorumun için teşekkürler :) :*

      Sil
  2. Bence bu bebek alinmicak gibi geliyor kadin ikinci kez bebeginimi kaybedecek yani yok yok aldirmazlar ornek olarak ta su unlu bay grey de istememişti bebeğini anastasyayi çok üzmüştü yaa brandon öyle bi adam değil dir diye düşünüyorum valla aldirisa ben olsam ashley un yerinde bidada çocuk yapmam ;) güzel bi bölümdü Cnm

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahhh evet Bay Grey <3 <3 kalbimin sahibi :D yorumun için teşekkürler :D bakalım ne olacak bu akşam gelecek olan bölümle görürüz ne olacağını ;)

      Sil
    2. Ahhh Cnm senin gönlünde kelebek gibi bi ayaza bi grey efendiye konuyo sana birini daha tavsiye edimmi benim son favorim su gibi su ;))

      Sil
    3. Tabi ki et kimmiş merak ettim :)

      Sil
  3. Uzun zaman sonra tekrar merhabaaa...
    Ankara iş güç hastalık derken şimdi yorum yazabiliyorum lütfen kusura bakma.
    Toplu yorum yapıcam.Epey birikmiş zaten ama böyle iyi oldu birazda merak ettiğim bölümler hemen ardından geldii :)))
    Öncelikle ben nerden kalmıştım?Teee ayrıldıkları zaman brandon otelde ashleyle barıştığı zaman.Oha falan olmadım değil epey gerideymişim :D
    Georgeların evde vakit geçirmeleri ve ashleyin dahada kaynaşması süperdi.O telefon gelene kadar moralimiz iyiydi.Ashley kaybolurken silah sesi falan duydu ya ahaaa dedim gene bişeyler olacak.Neyse korktuğum gibi olmadı :))
    Brandonın endişelenmesi çok normal bir durum.Georgeunda artık ashleyi kabul etmesi çok güzeldi.Tam anlamıyla artık aile oldular. :)
    Brandon ve ashleyin küvet keyfine bayıldımmmm :)) Düğün planları süperdi.Eve dönmeleri lucynin ısrarı :D Ashleyin gelinliklere bakması çok güzeldi.Küçük çaplı atışmalar oldu ama allahtan büyümedi ve bunada çok sevindim :)
    Brandon gelinlikçiyi ve ashleyi usandırdı ahaha :D Ama o gelinliği hayal ettimde gerçekten çok güzel be :))))
    Ayyy o düğünn o telaşlar o planlar harikaydıııııı :D Aman tanrım didim vallaha.Ahhh ahh diyor insan :)))
    Ashley herzaman ki gibi mükemmeldi bende hayal edince daha bir emin oldum.Brandon zaten herzaman ki gibi yakışıklılığıyla ashleyin kalbini bir kez daha çarptırdı..Aman allahım bunlar çok tatlı değiller mii???
    Ashleyin brandonu görmek istemesi,deanın ashleye eşlik etmesi kate ve justinin dönmesi süperdi.Ta ki o mal jacksona kadar!! Pislik neden geldi anlamadım moral bozdu ancak pislik şey!!! Utanmadan hala ümit bekliyor ahh brandon ağzını burnunu kırsaydı şöyle bir güzel :D :D
    O yemin ettikleri sahne ayyy süperdi.Allahım sanki bende ordaymış gibi sevindim heyecanlandım :D
    Düğün muhteşemdi ashleyin yorgun olması ama işi yapmaları çok güzeldi ahaha :D brandon yorgunluğunu aldı :D
    Balayını detaylı anlatacaksın sanmıştım ama neler yapmışlar en az 2 bölüm sürerdi kısa geçmen iyi olmuş :D Ahh nerde böyle adam nerde böyle balayıı..Tamda hayal ettiğim yerleri gezip tozmuşlar.İç çekmemek elde değil.Bu kitaplarda filmlerde hikayelerde oluyor maalesef.Klonlasak şunları gerçek hayatta olsa ama nerdeee :(( :D
    Eve dönmeleri ashleyin temizlik yapması çok tatlıydı :D Mide falan bulanınca tahmin ettim çokk sevindim ama yaa :))
    Brandondan böyle bir tepki pek beklemiyordum.Tamam hazır değil ama genede doktor ayarlamaya kalkışması falan ağır oldu ve kızın doğal olarak kalbi kırıldı. :S Arkasını dönüp yatması falan keşke böyle davranmasaydı :S Bakalım neler olacak heyecanla bekliyoruzz :)
    Ellerine sağlıkk incicim :)) Geç yorum yaptığım için kusura bakma :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şu yorumu görünce aha dedim bin tane kusur bulan bir okurum var ama okuyunca yüreğime su serpildi :D beğenmene çok sevindim, elbette Brandon'ın aklından geçenler kendince haklı olacağı noktalar vardır da öyle davranışmıştır belki ;)
      Jackson tamamen sürpriz bir gelişmeydi hiç hesapta yoktu onu yazmak ama biraz atraksiyon fena olmaz dedim ki olmadı da sanırım :D Balayını uzun uzun yazmak hatta birkaç bölüm yazmak isterdim ama çok aşk bölümleri olmasını da istemedim zaten yeterince Brandon Ashley çiftinin aşkını okuyacağız uzatıp sıkmak istemedim eeee balayında da sorun çıkarmak da pek hoş olmazdı en iyisi hiç o noktaya girmemekti :D böylesi daha zararsız geldi ;) Ayrıca aramızda kalsın tam benim balayı planım hiç fena olmaz şöyle bir balayı ;)

      Yorum yapman benim için yeterli geçi erkeni olmaz yorumun ne kusuru ayrıca :)

      Çook teşekkür ederim yorumun için :* :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın