17 Aralık 2014 Çarşamba

6 Sıradan Bir Hayat - 25. Bölüm


Kulağıma gelen uğultularla gözlerimi araladım. Odanın rahatsız edici kokusu karşısında kaşlarımı çattım ve etrafıma bakındım. Hiçbir şey benzer değildi. İşin garip kısmı benim rahat yatağım gibi değildi yattığım yer ve kolları ile beni saran sevdiğim erkek yanımda yoktu. İç çekerek etrafıma bakınmaya devam ettim. Burası gerip bir şekilde içimi huzursuz ediyordu. Bu odadan çıkmak için yerimde doğruldum, ama kasıklarımda hissettiğim sancı ile kendimi tekrar yatağa bıraktım. Yatakta yan dönüp bacaklarımı kendime doğru çektim. İçimde bir boşluk oluşmaya başladı ve sebebini bilmediğim bu boşluk yüzünden gözlerimden yaşlar akıyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım ve kollarımı da karnıma doğru çektiğim bacaklarımın etrafına doladım… Kapı kapanma sesi ile gözlerimi açtım ama gözyaşları yüzünden etrafımı bulanık görüyordum.

“Ashley? Üzme kendini ne olur…” diye Brandon fısıldadı yanıma geldiğinde. Eliyle saçlarımı okşarken dudakları da yanağıma değdi. “Sevgilim, ağlama lütfen… Belki böylesi daha iyidir…”

Brandon’ın sözleri kalbimi acıttı, neden öyle söylediğini anlamaya çalışıyordum. “Ne demek istiyorsun?” diye sert bir ses tonuyla konuşmaya başladığımda Brandon saçımdaki elini çekti. Yerinde dikleşerek bana baktı.

“Hiçbir şeyi hatırlamıyor musun?”

Şaşkınlık için kaşlarımı çattım. “Neyi hatırlamıyor muyum?”

“Doktor söylemişti, bazen beyin hatırlamak istemediği anıları siler diye… Ashley gece kanaman oldu ve… ve… biz hastaneye zamanında… gelemedik. Seni hastaneye zamanında… getiremedim…”

Brandon gözlerini benden kaçırırken sözlerini idrak etmeye çalışıyordum. Elimi karnıma koyup inanamayarak “yani… düşük mü? Kayıp mı ettik? Bebeğimiz yok mu?” diye mırıldandım.

“Üzgünüm Ashley…” diyip elini karnımdaki elinin üzerine koyduğunda kaşlarımı çattım ve elini ittirdim.

Yaşadığım bu acının şokuyla ne dediğimin farkında olmadan ses tonum yüksek çıkarak “Beni yalnız bırak… Git…” dedim gözyaşlarımın arasında.

Brandon’ın kalkıp gittiğini ayak seslerinden ve kapının kapanma sesinden anladım. İçimde öyle bir acı vardı ki nefes alamıyordum. Kaybetmenin bu kadar acı olacağını düşünmemiştim. Kalbim sanki atmayı reddediyor gibiydi… Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken sessiz hıçkırıklarımla odanın sessizliğinde kayboluyordu. Ne yapmam, ne düşünmem gerektiğine karar veremiyordum. Kendimi bir boşluğun için kaybolmuş gibi hissediyordum. Sanki bütün duygularım alınmıştı, bana sadece dayanılması imkânsız bir acı bırakmışlardı.

Brandon’ın çaresizce “Hastaneden çıkışını ayarladım. İstersen üzerini değiştir de eve gidelim. Orada dinlenirsin,” dediğini duyduğumda yerimde sıçradım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde elindekileri koltuğa koyuyordu. Ardından bana döndü ve konuşmasına devam etti. “Eğer yardıma ihtiyacın olursa kapının önündeyim.”

Bir şey söyleyemeden dışarı çıktı. Bende gözyaşlarımı ellerimle silerek yataktan kalktım. Ani veya hızlı hareketlerimde kasıklarımda acıma oluyordu. Yavaş yavaş üzerimi değiştirdim ve üzerimdeki geceliği poşete koydum. Daha sonra hiç nasıl göründüğüme bakmadan odadan çıktım. Brandon karşıdaki sandalyeye oturmuş dirseklerini kollarına dayamış başını da ellerinin arasına almış oturuyordu. Önüne doğru yürüdüğümde varlığımı fark etmiş olmalı ki başını kaldırıp bana baktı. Ardından elimden eşyaları aldı ve önden yürümeye başladı. Peşinden gidiyordum bende, hatta biraz daha hızlı yürümeye çalışarak ona yetişmeyi umuyordum. Ama biran için arkasında kaldığımı fark etmiş olmalı ki durdu ve bana döndü. Bende ona doğru yürüdüm ve yanına geldiğimde hızını benim hızımda ayarlayarak çıktık hastaneden.

Ne hastaneden çıkarken ne de arabada tek kelime dahi etmedik birbirimize. Zaten arabaya bindiğimde başımı koltuğa dayayıp camdan dışarıya bakmaya başlamıştım. Şuanda kimsenin beni teselli etmesini istemiyordum. Gözümden akan yaşlarla acımı yaşamak ve bebeğime sahip olamamamın acısını hissetmek istiyordum.

Eve geldiğimizde Brandon arabayı otoparka park etti ve arabadan eve doğru gittik. Eve girdiğimde iç çekerek yatak odasına çıktım. Hiçbir şey yapamıyor, hiçbir şey düşünemiyordum.

Yatak odasına girdiğimde hemen üzerimdekileri çıkardım ve pijamalarımı giyip yatağa yattım. Yan dönerek bacaklarımı karnıma doğru çektim ve kollarımı etrafına dolayıp sessizce gözyaşlarımı akıtmaya devam ettim.

Ne kadar süre yatakta ağladım bilmiyorum ama içimdeki bu boşluğun her geçen dakika büyüdüğünü hissediyordum. Canımı inanılmaz derecede acıtıyordu. Nefes alamaz hale geliyordum. Üstümdeki pikeyi ittirdim ve yataktan kalktım. Aşağıya inmeye başladım. Ne olursa olsun tek ihtiyacım olan kişi Brandon’dı. Şuanda bir tek bu şekilde acımı azaltabilirdim ve Brandon’ın acısını paylaşabilirdim. Salona girdiğimde sehpanın üzerinde yarısından fazlası bitmiş bir viski şişesi vardı ve Brandon elinde bardakla şişeye odaklanmıştı. Sanki gözlerini bile kırpmıyordu.

Ona doğru birkaç adım atıp,“Brandon?” diye fısıldadığımda başını kaldırıp bana baktı.

“Ne istiyorsun?”

Sesinin sertliği ve öfkesi o kadar fazlaydı ki istemsiz geriye doğru bir adım attım ve hızlı hızlı nefes almaya başladım. İlk defa Brandon’dan korktuğumu hissediyordum. Sinirle ayağa kalktığında bir adım daha geri gittim ve kaşlarını çatarak bana baktı.

“Lanet olsun! Sana da çektirdiğin acılara da lanet olsun!”

Kelimeler dudaklarından tükürürcesine çıkmıştı. İçinde kaynayan acı sanki öfke olarak dışarıya vurmuş gibiydi. Sanki bir ejderhanın ağzından çıkan alevler gibi canımı yakmıştı sözleri. Onun öfkesine o kadar odaklanmıştım ki sinirle yere çarptığı bardakla yerimde sıçradım. Yanımdan geçip gittiğinde ve ev kapısını çarparak kapattığında tüm gücüm bitmişti ve ayaklarım beni taşıyamayacak seviyeye gelmişti.

“Gitme…” diye döküldü kelime dudaklarımdan yere çökerken.


***

Yerimde sıçrayarak kalktım. Derin derin nefesler alıyordum. Hızla yataktan kalktım ve lambayı yaktım. Brandon yatakta kaşlarını kaldırmış ve gözlerinden şaşkınlıkla okunan bir ifade ile bana bakıyordu. Odada gezdirdim gözlerimi… Yatak odasındaydım ve Brandon yanımdaydı.

“İyi misin?”

Brandon sesi o kadar yumuşak ve sevgi doluydu ki kaşlarımı kaldırarak baktım. Ama onun gözlerindeki şaşkınlık yerini endişeye bırakıyormuş gibiydi. Yataktan kalmasını bana doğru yaklaşmasını izledim. Attığı her adıma karşılık geri adım atmaya başladım. Bunu fark ettiğinde durdu.


“Sevgilim, beni endişelendiriyorsun.”

“Gitme, lütfen,” diye fısıldadım yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladığında.

Brandon bu sözlerimin üzerine bana doğru yaklaştı hızla ve beni kollarına aldı. Kollarımı sıkıca beline doladım sanki hiç bırakmayacakmışım gibi. Brandon ise sakinleşmem için sırtımı okşuyordu. Bu davranışı daha da ağlamama sebep oldu. Artık sessizce değil hıçkırarak ağlıyordum.

Devamlı tek bir kelimeyi fısıldıyor, tekrar ediyordum. “Gitme…” Sesimin hıçkırıklarımın arasında kesik kesik, çatallaşmış çıkıyor olmasını önemsemiyorum.

“Hiçbir yere gitmiyorum sevgilim. Buradayım, senin yanında… Şimdi sakinleş… Ağlama lütfen daha fazla,” dediğinde biraz geri çekilerek başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Kaşlarımı kaldırarak tekrarladım.

“Gitme… Beni bırakma…lütfen.”

“Sevgilim, hiçbir yere gitmiyorum. Bak kollarımdasın, yanındayım.” Beni inandırmak için dudaklarımdan öpmeye başladı. Dudaklarımızı ayırdığında alnımdan öptü. Bende başımı tekrardan göğsüne koydum.

“Bebeğimizde bizi bırakmayacak değil mi?”

“Elbette, bizi bırakmayacak. Kim kendisini seven anne babasını bırakır ki? Hem buna biz de izin vermeyeceğiz, ama senin dinlenmen gerek. Hadi gel yatalım. Henüz sabah olmadı.”

“O zaman her şey bir rüya mıydı?” dediğimde Brandon kollarını benden çekerek bir adım uzaklaştı. Ellerini yüzümün kenarlarına koydu ve gözlerimin içine bakarak konuştu.

“Kabus… Seni bu hale sokmuş olan şey rüya değil kabus olur ancak… Hadi gel.”

Brandon’ın beni yatağa götürmesine izin verdim ve ben yatınca üzerimi örttü. Tıpkı rüyamdaki gibi kıvrıldım yatakta. Yine yan yatmıştım. Gözlerimi kapıya dikmiştim. Brandon’da ışığı söndürdükten sonra yatağa yattı. Arkamdan belime sarıldı ve beni yatağın ortasına doğru çekerek kollarının arasına aldı. Ona doğru döndüm ve kollarımı ona doladım ve göğsüne sokuldum.

“Gerçekten benimlesin…”

“Evet, gerçekten seninleyim. Hadi uyu sevgilim.”

“Sanki gözlerimi kapatsam buradan kaybolacakmışsın gibi geliyor…” Sokulabildiğim kadar koynuna sokuldum, kollarımı sarabildiğim kadar sıkı sardım Brandon’a.

“Kabusun etkisindesin hala… Gerçek değildi! Bilincinin yaptığı kötü bir şakaydı. Kaybolmayacağım… yanındayım, ne seni ne de bebeğimizi bırakmayacağım! Şimdi hadi uyu.”

Derin bir nefes aldım kokusunu içime çekerken. Ona dokunmam, kokusunu almam, kalbinin kulağımın altında attığını hissetmem, sevgi dolu bakışlarını görmem ve yumuşacık sesini duymam bana gerçek olduğunu kanıtlamıştı. Kollarında olmanın verdiği güven hissi ve dokunuşlarının verdiği huzur ile gözlerimi kapattım. Brandon’ın hala bir şeyler dediğini duyuyordum. Saçlarımda, alnımda, yanağımda dudaklarını hissediyor, elinin sırtımı okşayışını hissediyordum. Bunların gerçekliğine inanarak uyumaya hazırlandım, tekrardan aynı şeyleri görmenin verdiği korkuyu bastırmaya çalışarak.

Sabah gözlerimi açtığımda Brandon yatakta yoktu. Birden yatakta doğrulup odanın içine bakındım. İçimdeki garip korku ile yataktan kalktım ve banyoya bakındım. Orada da yoktu.

Gitmişti…

Gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı merdivenlerden aşağıya doğru inerken. Salondan sesler geldiğini duyduğumda koşar adımlarla salona gittiğimde Lucy haricinde kimse yoktu. Lucy benim bu halimi gördüğünde hemen yerinden kalktı ve yanıma geldi.

“Ashley ne oldu? Ağrın mı var?”

Lucy’nin endişeli bakışlarına, ürkek çıkan sesimle karşılık verdim. “Brandon… Nerede?”

“İşe gitti. Hey tamam, istersen arayalım konuş olur mu? Bilseydim hiç işe göndermezdim.”

“Ben iyiyim… sadece…”

Konuşmamın devamını getiremeyeceğimi anladığımda salondaki koltuklardan birine yöneldim. Tekli koltuğa oturup ayaklarımı kendime doğru çektim ve kollarımı etrafına dolayıp başımı da dizime koydum. Lucy’in karşıma oturduğunu gördüm ama beynim çalışmıyormuş gibiydi. Lucy bir şeyler söylüyordu ama pek algılayamıyordum. Kendimi bir boşlukta sürüklenir gibi hissediyordum.

Bir süre sonra kapı sesi duyduğumda alnımı dizime dayayıp ağlamaya başladım. ‘Lanet olsun!’ diye yankılanmaya başlamıştı sözler beynimin içinde.  ‘Lanet olsun! Sana da çektirdiğin acılara da lanet olsun.’ Ağlamaktan nefes alamaz hale gelmiştim ki omzuma değen bir el ile yerimde sıçradım. Başımı kaldırdığımda Brandon’ı karşımda gördüm. Hızla ayağa kalkıp ellerimi onun göğsüne koyup ittirdim.

“Gitmeyecektin… kaybolmayacaktın… öyle demiştin…”

Brandon hiçbir sözüme cevap vermeden kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. Kollarını bana sarılmak için uzattığında ittirdim kollarını ve birkaç adım geri gittim, ama bunu umursamadı ve bana yaklaştı. İtirazlarıma aldırmadan beni kollarının arasına aldı. Kollarımı beline dolayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Sakinleşmek istiyordum, sadece bir rüyanın etkisindeydin diyordum ama o duygular o kadar içime işlemişti ki bir türlü sıyrılamıyordum o duygulardan.

“Tamam sevgilim… Şşşt… Ağlama artık…”

Brandon’ın şefkat dolu sesi içimde biraz da huzur oluşturdu. Duygularımdan sıyrılamıyordum ama Brandon’ın yanımdaki varlığı onlardan bir nebze uzaklaşmamı sağlıyordu. Sakinleşiyor, ağlamam duruyordu. Brandon elini saçlarımın arasında gezdirirken hafiften ürperdiğimi hissettim ve başımı kaldırıp ona baktım. Gülümsedi, gülümsemesi beni daha çok rahatlattı. Başını eğip dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde ona daha sıkı sarıldım bırakmayacakmış gibi. Bu Brandon’ı güldürdü. Dudaklarını geri çekerek kahkaha attı. Başımı tekrardan onun göğsüne koydum ki Brandon’ın telefonu çalmaya başladı. Saçlarımın arasındaki elini çekip cebinden telefonunu çıkarıp açtı. Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarını alnıma koydu ve telefonun diğer tarafındaki kişi dinlemeye başladı.

“Tamam Charles. Benim yerime imzala sen. Ben bugün gelmeyeceğim bir daha… İyi şimdi! Yani iyi görünüyor!”

Charles ile konuşması bittikten sonra telefonunu sehpaya koydu ve benim elimden tutarak salondan çıkardı. Beni peşinden sürüklemesine sesimi çıkarmadan izin veriyordum. Gerçi ne olursa olsun ona izin verirdim. Yeter ki yanımda olsun…

“Lucy, lütfen kahvaltı hazırlar mısın? Hep beraber kahvaltı yapalım.” Brandon merdivende durmuştu, Lucy’e bakmıştı. Bende yanında durdum. Lucy’in bana endişe dolu bakışları Brandon’a döndüğünde rahatlamış gibiydi. Başını salladı gülümsemeye çalışarak.

Brandon ile odamıza çıktığımızda elimi bıraktı ceketini çıkardı. Bende gidip yatağa oturdum ve sessizce Brandon’ı izledim. Brandon üzerine rahat bir şeyler giyerken davranışlarımı düşünüyordum. Neden sıyrılamıyordum bu duygulardan bilmiyordum. Brandon yanımdaydı, hala ne diye kendimi böyle hissediyordum onu da bilmiyordum. İç çekerek yatağa yattım ve pikeyi boynuma kadar çektim. Gözlerimi kapatıp sadece bir rüya olduğuna ve kendimi buna alıştırmaya çalıştım.

“Ashley… Lütfen unut şu kabusu. Kendini hırpalıyorsun.” Brandon’ın sesini duyduğumda gözlerimi açtım ama ona bakamadım.

Ağlamaktan fısıltı halinde çıkan sesimle “Keşke yapabilsem…” dedim.

“Seni bu kadar etkileyecek ne gördün?”

Burnumu çekerek derin bir nefes aldım. “Bebeğimizi kaybetmiştik. Hastanedeydik. Sonra eve gelince sende gittin… Üstelik giderken bana, lanet olsun! Sana da çektirdiğin acılara da lanet olsun dedin…”

Daha detaya giremeden ağlamaya başlamıştım. Brandon beni yataktan kaldırıp sarıldı. Başımı omzu ile boynunun arasına koydum ve sakinlemeye çalıştım. Ağlamamı durdurmaya, nefes almaya çalıştım.

“O sözleri asla söylemeyeceğimi biliyorsun…” diye fısıldadığında nefesini saçlarımda hissettim.

“Biliyorum… ama…”

“Ama ne?” diye sorduğunda derin bir nefes aldım.

“O an duyguları öyle bir hissettim ki sanki… Sanki gerçekten yaşıyormuşum gibiydi. İçimdeki boşluk o kadar gerçekçiydi ki…”

“Tamam, bir tanem… hepsi geride kaldı. Neden bir duş almıyorsun. Biraz daha rahatlarsın.”

İç çekerek Brandon’dan uzaklaştım ve başımı sallayarak onayladım. Brandon odadan çıkınca bende yataktan kalkmak yerine tekrar yattım ve pikeyi üzerime örtüp içinde kıvrıldım. Boş boş karşıya bakınmaya başladım. Kafamdakileri atmaya çalışıyordum. Hepsinin bir yalan olduğuna kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Belki de bilincim en büyük korkularım ile bana saldırmıştı bu yüzden bu kadar etkilenmiştim bilmiyorum. Ama şu bir gerçekti ne yaparsam yapayım bundan kolay kolay kurtulamayacaktım.

“Sen hala girmedin mi banyoya?” Brandon’ın sesini duymamla başımı ona çevirdim.

“Sonra yaparım. Kahvaltıyı hazırlamıştır Lucy… Bekletmeyelim…” diye mırıldandım kendimin bile zor duyacağı bir ses ile.

“Lucy gitti. Ben gelince o holdinge gitti. Şimdi hadi kalk banyoya gir, önce bir rahatla, sonra da bir şeyler ye.” Yatakta doğrularak Brandon’a elimi uzattım, o da gülümseyerek yanıma yanaştı ve elimi tuttu yatağın kenarına otururken.

“Şuanda bir tek sana ihtiyacım var Brandon,” diye mırıldandım dudaklarına doğru yönelirken. Brandon benim arzulu öpüşümü daha yumuşak hale getirmeyi başardı ve usulca dudaklarımızı ayırdı. Gülümseyerek yanağımdan öptü.

“Belki de sen banyo yapıp bir şeyler yedikten sonra dışarı çıkmalıyız. Hem senin içinde değişiklik olur…”

“Brandon benimle sevi…” dediğimde sözümü kesti parmağını dudaklarıma koyarak.
“Ashley yine seni hastaneye götürmek istemiyorum. Lütfen… Sana dokunamamak zaten yeterince zor, bu tarz bir teklifle gelme… Seni reddetmek imkansız hale geliyor…”

“Tekrardan hastaneye gitmeyeceğiz… Buna ihtiyacım var Brandon… Lütfen reddetme beni… kocamsın… sana dokunmak, seninle olmak istiyorum… Senin olmak istiyorum bunu hissetmeye ihtiyacım…”

Sözlerimi bitirmemiş olmama rağmen Brandon dudaklarımdan öperek beni yatağa yatırdı. Öpüşüşünden kontrollü olduğunu hissediyordum. Pikeyi açıp pijamamı sıyırmaya başladığında, dudaklarını boynuma indirmişti. İlk defa Brandon’a böyle bir teklifi yapıyordum ve her şeye rağmen buna ihtiyacım olduğunu kalbimin en derinlerinde hissediyordum.

Başımı Brandon’ın göğsüne yasladım ve tatlı bir mayhoşluğun verdiği yorgunlukla gözlerimi kapattım. Brandon’ın sırtımda dolanan parmakları ve göğsünün hareketleri sanki beni uyku âlemine itiyor gibiydi. Alnıma değen dudakları ile gözlerimi araladım ve başımı kaldırıp Brandon’a baktım.

“Öğlen oldu ve hala bir şey yemedin.” Sesinin sitemkâr çıkmasını sağlamaya çalışmıştı ama becerememişti, gözlerindeki gülümseme dudaklarında da vardı.

“Tamam, önce banyo sonra yemek… Olur mu?”

Yerden pijamamın üstünü aldım ve üzerime taktım. Uzun olması işe yaramıştı, en azından pijama altımı giymeme gerek kalmamıştı. Banyonun kapısına geldim ve kapı kolunu tuttuğumda gülümsedim, arkamı dönüp Brandon’a baktığımda bir kolunu başının altına koymuş diğer kolunu da yatağa uzatmış bana bakıyordu. Boşta kalan elimi saçlarımın arasına götürdü ve başımı kaşır gibi yaptım.

“Brandon?”

“Efendim?” dediğinde gülümsüyordu. Keyfi duruşundan sesine de yansımıştı.

“Seni seviyorum.”

“Biliyorum.”

Gülerek banyoya girdim ve duşun suyunu açtım. Üzerimdekini çıkarıp ılık suyun altına girdim. Kendime geldiğimi hissediyor, yorgunluğum gidiyordu. Ama kötü tarafı tenimde Brandon’ın kokusu burnuma gelirken şimdi sadece şampuanın kokusu geliyordu… Banyodan çıktıktan sonra havluya sarınarak odaya girdiğimde Brandon yatakta yan dönmüştü ve gözleri kapalıydı. Sanırım uyumuştu. Gülümsedim onun bu haline…

Dolaptan eşofman aldım ve iç çamaşırlarımı giydikten sonra eşofmanı giyindim. Çekmeceden de üzerime bir tişört çıkardım onu da üzerime giyindim. Saçlarımın suyunu havluyla aldıktan sonra taradım. Kurutmak hiç içimden gelmiyordu ki zaten evden çıkamayacağım için problem olmayacaktı. Yatağın kenarına gittim ve yatağa oturdum. Elimi Brandon’ın saçlarına değdirip okşadığımda gözlerini açtı. Bir kolunu yatağa uzattı, yanına çağırırcasına. İtiraz etmeden yanına yattım. Dudakları şakaklarımda geziniyordu.

“Nasılsın?” diye sordu sesinde belirmeye başlayan endişe ile.

“İyiyim… Gerçekten iyiyiz…”

“Ağrın falan var mı?”

“Hayır, ama ikimizde sanırım acıktık…”

Brandon gülmeye başladı sözlerimden sonra, ama beni kollarından da bırakmadı. Bir süre birbirimize sarılı bir halde yattık, ama benim karnım guruldayınca yataktan kalktım. Brandon duşa girdi bende bana yataktan çıkma dememesini fırsat bilerek aşağıya indim. Lucy muhteşem bir kahvaltı hazırlamıştı. Sadece çaylarımız soğumuştu ama onları da yeniledim. Masaya oturduğumda Brandon kapıda kollarını göğsünde bağlayarak duruyordu.

“Çok fırsatçısınız Bayan Masen… Dinlenmeniz gerekiyordu. Bugün için yeterince yoruldunuz…”

“Yemek yiyeyim ardından salona gider koltukta uzanırım olur mu?” diye uzlaşmacı bir şekilde yanaşmaya çalıştım. Brandon ise iç çekerek teklifimi kabul etti. Aslında iç çekmesi istemeden kabul ediyorumla aynı anlama geliyordu.

Beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra salona gittik. Brandon masayı bile toplamama izin vermemişti. Kendisi toplarmış… O mutfakla ilgilenirken bende aldığı dergilerden birini aldım ve incelemeye başladım. Bilimsel bir dergi almıştı. Bazen gerçekten ilginç bilgiler oluyordu ve bende bilimsel şeyleri okumayı seviyordum. Bunu bilerek mi almıştı dergiyi yoksa tesadüf müydü bilmiyordum.

Brandon’ın işi bittikten sonra yanıma geldi ve dergiyi elimden alarak bana okumaya başladı. Bende gülümseyerek buna izin verdim ve onu dinledim. Tabi arada kendi yorumlarımızı da kattık. Bazen zıt fikirli olup tartışmak bile ayrı bir zevkti.
Akşama kadar o şekilde geçirdik günü, akşam olunca yatak odasına gidip Brandon’ın kollarına sokularak uyudum. Ama uykuya dalmadan tedirginliğim başladı yine aynı kâbusu görmek istemiyordum.

Hafta sonuna kadar Brandon işe gitmedi. Amacının benim yanımda olduğunu göstermek olduğunu biliyordum. Hala etkisinden kurtulamadığım rüyanın bunda etkisi olduğunu biliyordum. Brandon’ın insafına gelerek salondaki koltukta yatmamı kabul etmişti ki akşam saatlerinde Charles, Lisa, Alex ve Lucy bize geliyordu. Önce iş konuşuyorlardı, ardından da geç saatlere kadar sohbet ediyorlardı. Birkaç kere George aradı ve bir akşam Betie ile beraber geldi. Onlar gelince yatmaktan çok oturmayı tercih ettim. Ne de olsa büyüğümdü ve yanında yatmak biraz saygısızlık gibi geliyordu. Kendimi rahat hissedemiyordum. Hafta sonu içinde barbekü konusunda karar kılındı. Hatta onun içinde cumartesinden oraya gidilip pazara kadar kalma planları yapıldı. Böyle bir ailenin bir parçası olmak gerçekten benim için çok güzel bir şey olmuştu.

Brandon’ın kollarında yatarken, yarın Brandonsız geçireceğim birkaç saati nasıl geçireceğimi düşünmeye başlamıştım. Yarın cumartesiydi ve öğlene kadar iş yerine gitmesi gerekiyordu. Acilen düzenlenen bir toplantıda bulunmalıymış. Garip bir şekilde Brandon’dan uzak kalmak benim için daha da zor oluyordu. İç çekerek Brandon’a biraz daha sokuldum ve gözlerimi kapattım.

Sabah gözlerimi açtığımda Brandon yoktu yatakta. Komidinin üzerindeki saate kaydı gözüm. Ona geliyordu. İki ya da üç saat içinde Brandon gelirdi. Gülümseyerek yataktan kalktım. Neredeyse bir haftadır ilk defa Brandonsız birkaç saat geçirecektim. En iyisi mutfağa gidip bir şeyler yapmaktı. Aslında eli boş gitmek istemiyordum. Lisa çikolatalı kek yapmayı kabul etmişti. Bende kurabiye yapabilirdim. Tarçınlı kurabiye… Fena fikir değildi hem Brandon gelene kadar da oyalanmış olurdum. Ama önce karnımı doyurmam gerekiyordu. Kendime hafif bir şekilde kahvaltı hazırladım ve meyve suyunu da alıp yemeğe başladım. Yediklerimi toplayıp makineye dizdikten sonra kurabiye için malzemeleri çıkardım. İnsanın elinin altında her şeyi hazır bulunması ne kadar güzeldi. Kurabiye hamurunu yoğurdum ve tepsiye yuvarlayıp dizmeye başladım. Onu fırına attıktan sonra yatak odasına çıktım ve yatağımı topladım. Ardından yanmaması için fırına bakmak için mutfağa indim. Kokusu hemen çıkmaya başlamıştı. Fırının camından baktım kızarmaya başlamıştı. Birkaç dakika bekledikten sonra çıkardım ve tarçına bulayıp tabağa dizmeye başladım.

“Ashley?” diye Brandon’ın sesiyle arkamı döndüm.
“Sevgilim gelmişsin… Hoş geldin,” diyerek yanına gittim kollarımı beline doladım ve boynuna bir öpücük kondurdum ama bu süre boyunca Brandon bana sarılmamıştı. Biraz geri çekilip baktığımda kaşlarını çatarak bana bakıyordu.

“Fırsatını kolluyordun değil mi? Anlaşmıştık hiçbir şey yapmayacaktın ben gelene kadar yataktan çıkmayacaktın. Aferin Ashley… Yataktan kalkmak için yataktan çıkmamı mı bekliyordun?”

“Brandon ben…”

“İkinizden birine bir şey olursa tek sorumlusu sensin.”

Beni mutfakta bırakıp yukarıya yatak odasına çıktı. Garip bir şekilde huzursuz hissetmiştim kendimi. Aslında hiçbir sancım yoktu, kendimi ilk günlere nazaran daha iyi hissediyordum. Ne diye bu kadar problem yapıyordu. Derin bir nefes alarak yukarıya çıktım bende. Odaya geldiğimde banyodan su sesi duydum. Gülümseyerek üzerimi çıkarıp banyoya girdim. Duşun perdesini açtığımda Brandon’ın kaşları çatıldı. Sonra umursamıyormuş gibi saçlarını yıkamaya devam etti. Yanına girdim ve elime vücut kremini döktüm ve Brandon’ın sırtını ovalayarak sürmeye başladım. Kaslarının elimin altında önce sertleşip sonra yumuşaması hoşuma gitmişti.

“Teşekkür ederim,” diyerek duşun perdesini açtı ve dışarıya çıkarak havluya sarındı ardından da odaya gitti. İç çektim ve suyu kapatıp duştan çıktım bende havluya sarınıp banyodan çıktım. Saçlarımdan süzülen sular omuzlarımdan havluya doğru akıyordu. Odaya girdiğimde Brandon iç çamaşırını giyinmiş dolabın başındaydı. Beni gördüğünde gözleriyle süzdü ve iç çekti. Bu gülümsememe neden oldu.

“Nasıl oluyor da günün her saati bu kadar güzel olabiliyorsun… Lanet olsun, senin gibi bir kadını hak etmek için nasıl bir sevap işledim acaba!” Dediğinde sonrasında gelecek olan kelimelerden çok kabusum olan sözler aklıma geldi. ‘Sana da çektirdiğin acılara da lanet olsun!’  İrkilerek geriye doğru adım attığımda Brandon bana doğru bir adım attı ve gülümseyerek kollarını açtı. Bir anlık tereddütten sonra kollarının arasına girebilmek için ona doğru yürüdüm. Kolları ile beni sararken ıslak ve karışık saçlarımın arasında gezdirdi parmaklarını.

“Sevgilim sizin iyiliğiniz için bu kadar üstünüze düşüyordum. Amacım seni sıkmak değil bunu biliyorsun.”

Başımı sallayarak onayladım. “Biliyorum…”

“Hadi git banyonu tamamla ve sonra fazla geç kalmadan çıkalım.”

Kollarının arasından çıkıp banyoya gittim ve duşumu aldım. Banyodan çıktıktan sonra saçlarımı kuruladım ve fönle kuruttum. Saçlarım biraz uzamıştı ve hiç uğraşamayacaktım şekil vermek için bunun için de hızlı bir şekilde ördüm. En kısa şekil verme yöntemiydi. Odaya girdiğimde Brandon küçük spor çantasına bir şeyler koyuyordu bende dolabın başına gittim ve kendime uzun bir etek ve üzerime de yarım kollu bir badi aldım.

“Senin içinde bir şeyler koydum. Hazırlan çıkalım.”

“Tamam. Üzerimi giyinince hazırım.”

Brandon odadan çıkarken bende üzerimi giyindim. Kol çantama hızla gerekli olabilecek eşyalarımı koydum ve aşağıya indim. Brandon spora ayakkabılarını giyiyordu. Mutfağa gittim kurabiyeleri kapalı bir saklama kabına koydum ve doktorun verdiği vitaminleri çantama koydum. Kurabiyeleri de alıp mutfaktan çıktım. Dolaptan babetlerimi çıkardım ve ayağıma giyindim. Daha sonra anahtarımı da alıp evden çıktım.

Arabaya bindiğimizde eşyaları arka koltuğa koydum. Brandon yola çıktığımızda arabayı hızla kullanmaya başladı. Yanımızdan geçen arabaları izliyordum. Biran için Brandon ile beraberken hayatımın da aynı hızla geçtiği hissettim. Bundan şikayetçi değildim… O kadar anlam katmıştı ki hayatıma hızına yetişemesem de o heyecan, o aşk, o tutku için sürüklenmeye razıydım.

Betie’lere geldiğimizde Brandon arabadaki kumandayla büyük demir kapıyı açtı. İçeriye girdiğimizde direk garaja girdi ve arabayı park ettikten sonra arabadan indik. Bu eve ilk kez gelişimdi. Bu ev Betie’ye hediye edilen büyük eve benziyordu. Mimarileri aynı olmasa da benziyorlardı. Brandon yanıma gelip belime sarılınca ona bakıp gülümsedim ve eve doğru yürümeye başladık. Kapıyı çalışanlardan biri açtı ve ben elimdeki mutfağa götürmesini söyleyerek hizmetçiye verdiğimde Brandon’da çantayı uşağa verdi. Odasına bırakması için… Brandon’ın burada belirli bir odası olduğunu bilmiyordum.

Herkese sarılıp öpüştükten sonra salonda oturduk ve akşam yemeğine kadar sohbet etti. Lisa’nin karnı iyice büyümeye başlamıştı. Doğumuna sadece birkaç ay kalmıştı. Ve sanki hamilelik ona eşsiz bir güzellik katmış gibiydi.

Akşam yemeğinden sonra erkekler çalışma odalarına çekilirken bizler salonda oturduk ve sohbetimize devam ettik. Daha doğrusu Lisa hamilelik hakkında konuşuyordu. Heyecanla bebeklerini bekliyorlardı. Cinsiyetini öğrenmemekte ısrarcıydı Lisa. Charles’ın ne kadar öğrenmek için elinde geleni yapmış olsa da Lisa doktoru ile anlaşmıştı ve bebeğin cinsiyetini doktor hiçbir koşulda söylememişti. Bunun sürpriz olmasını istemişlerdi.

Bütün akşam beraber geçirdik. O kadar hoş ve sıcak bir ortamdı ki böyle bir aile daha önceleri sahip olamamanın burukluğu vardı içimde. Ailemden hep ayrı geçirmiştim hayatımı. Üniversite yıllarından sonra iyice kopmuştuk şimdi ise onları yoktu hayatımda… Ama Brandon ve onun ailesi bunun eksikliğini tamamlıyordu. Bu bile bence benim için büyük bir mucizeydi.

“Ashley? Bence artık dinlenmen gerekiyor,” diye Brandon’ın sesini duydum. Başımı çevirip baktığımda kapıya omzunu yaslamış ellerini de cebine sokmuş gülümseyerek bakıyordu.

Charles içeri girerken Brandon’a omzuyla vurdu. “Kızın keyfini bozma Brandon,” giyerek bana göz kırptıktan sonra Lisa’nin yanına oturdu. Brandon’da yanıma geldi ve kolunu omzuma atarak oturdu.
Kulağıma doğru eğilip, “Sevgilim gerçekten endişeleniyorum elimde değil. Lütfen artık biraz dinlen,” dediğinde başımı çevirip ona baktım ve iç çektim.

“Ben izninizi isteyeyim,” dedim gülümseyerek diğerlerine bakarken.

George, Brandon’a onaylamaz bir şekilde başını sallayarak bakarken bana dönen bakışlarında yumuşak sevecen bir ifade vardı. “İyi geceler size.”

Biz salondan çıktığımızda Brandon belime sarılarak beni yanına çekti. Beraber yukarıya çıktık ve Brandon’ın yönlendirmesi üzerine koridorun sonundaki odaya girdik. Buradaki oda da çok asil bir şekilde döşenmişti. Siyah ve beyazların ağırlıklı olduğu bir tablo gibiydi. Ben odayı incelerken Brandon birden arkamdan sarılarak beni kendine çekti ve kolları arasında dönerek başımı kaldırdığımda dudaklarımdan öpmeye başladı.

“Bugün seni pek öpemedim. Özledim tadını,” dedi dudaklarımızı ayırdığında gülümseyerek. Kollarının arasına iyice sokularak kollarımı boynuna doladım.

“Biliyor musun ben yorgun değilim belki…” dediğimde sözümü Brandon kesti.

“Hamilelik hormonları, seni değiştirdi farkında mısın? Genelde ben teklif ederdim şimdi yer değiştirdik.”

Brandon’ın sözlerinden sonra başımı göğsüne koyarak gülmeye başladım. O da benim gibi gülüyordu. Dudaklarını saçlarıma değdirip öptüğünü hissettim. Sonra kollarımdan çıktı ve hazırladığı çantayı alıp odadaki kanepenin üzerine koydu. Bana pijama takımı verdi ve kendine de bir şort çıkardı. Üzerimizi değiştirip yatağa girdiğimde Brandon belime sarılıp beni kendine çekti. Bende arkamı dönerek sırtımı onun göğsüne yasladım. Brandon’da başını arkamdan omzuma dayadı. Bu şekilde uyumayı sevdiğini biliyordum. Bir keresinde itiraf etmişti.

“Sanırım rüyanın etkisinden çıktın?”

“Aslında unutmaya çalışıyorum. Hala içimde bir korku var, bunu atamıyorum…” diye mırıldanarak Brandon’a doğru döndüm. Benim hareket etmem üzerine o da kıpırdandı ve başını boynumla omzun arasına koydu.

“Merak etme, doktora gittiğimizde her şeyin yolunda olduğunu göreceksin.”

“Umarım…” derken Brandon dudaklarını boynuma bastırdı.

“Umma… Ben eminim. Sende emin ol!” Belimdeki elini karnımın üzerine koydu. Bende ellerimi onun elinin üzerine koydum ve başımı çevirip onun bana yaptığı gibi dudaklarımı saçlarında gezdirdim sonra öptüm.

“İyi geceler sevgilim. Seni seviyorum.”

“Bende seni seviyorum” Brandon’ın uyuyuşuna karşılık ben gözlerimi dahi kırpamadan tavana bakmaya başladım. İçimden Tanrı’ya dua ediyordum kötü bir şey olmasın diye… Çünkü ne bebeğimi ne de Brandon’ı kaybedersem ayakta durabilecek gücü kendimde bulamazdım.

Derin bir nefes alarak bir elimi Brandon’ın saçlarının arasında gezdirdim. Brandon’da bana biraz daha sarıldı ve uykuya daldığını belirtircesine yavaş ve düzenli nefesler aldı. Onun nefeslerine odaklanmaya çalışarak gözlerimi kapatıp uykuya dalmayı bekledim… Rüyasız… Kâbussuz bir uykuya…


~~~~~~*~~~~~~

6 yorum :

  1. Baslardaa biraz korktum ruya olabileceği hic aklima gelmezdi ama sonra rahatladim doğrusu ama itiraf edim sanki bi ufaktan ashley kiskandim hee bu ne ilgi kizim böyle yaa acaba bu model türk erkeği varmi merak ediyorum yabancı erkekleri artik okuduğum kitaplardan taniyorum hepsi muhtesemler güzel bi bölümdü Cnm eline saglik ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türk erkeklerinden bu kadar ilgi sanmıyorum olsun genelleme yapmamak lazım ama anca Türk filmlerde görürüz bence bunu ahhhh ahhh bu yabancı erkeklerde sanırım böyleleri var :D en azından ben olduğuna inanmayı tercih ediyorum ;)

      Teşekkürler yorumun için :* :*

      Sil
  2. Ama facebook`da paylasmiyorsun sonra bölüm ne oldu diye bir bakiyorum bölüm gelmis. olmaz ki. güzel bir bölüm olmus olmusta artik biraz hareket lazim bize. bu bölümü okuduktan sonra insanda gelecek bölüm cocuklari olacak ve mutlu mesut yasadilar diye bitecek algisi oluyor.
    Ellerine,yüregine,kalemine saglik...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahahahaha birkaç bölüm böyle durgun ve mutlu göreceğiz ancak gelecek bölümler hareketlenecek ve merak etme henüz bitmeye daha var :) Facebook'a koymayı unutuyorum ama şimdi hemen koyacağım :)

      Teşekkürler yorumun için :*

      Sil
  3. Bölümü beğendim :)
    İlk başta bende noluyoruz yahu oldum.Çok çok şaşırdım diyorum ne hastanesi.Brandonın davranışları falan oha dedim de neyse ki kabusmuş.Ashley gibi bende korktum vallahi.
    Brandonla ashley çok fazla tatlılar ama ya :)) Ah ah diyorum her zaman ki gibi gene :) Nerede böyle adamlar ? Kitaplarda,filmlerde ve hikayelerde görüyoruz ancak insanın morali bozuluyor be :((
    Bölüm çok güzeldi canım ama bende bölümün hareketlenmesi taraftarıyım :)
    Ellerine sağlıkkk :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hareketlenmesine az kaldı ama bu hareketlenme tamamen duygusal olacak ;) Yorumun için teşekkür ederim :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın