28 Ocak 2015 Çarşamba

7 Sıradan Bir Hayat - 32. Bölüm



Hafiften titremeyle gözlerimi araladım. Brandon’a biraz daha sokuldum ısınabilmek için. Brandon ise hafifçe yerinde kıpırdanarak bana daha sıkı bir şekilde sarıldı. Derin bir nefes aldım ve Brandon’ın kollarında ona doğru döndüm ve başımı göğsüne doğru yasladım. Şömineden gelen odunların yanma seslerini duyuyordum. Neden bu kadar üşümeye başlamıştım bilmiyorum.

“Oda havalandı camı kapatalım Bayan Veldone kıpırdanmaya başladı. Üşüdü sanırım. Hadi uyandırmayalım. Bay Veldone sonra bize kızabilir,” diye bir sesle gözlerimi iyice açtım. Başımı hafifçe kaldırıp Brandon’ın göğsünü görüş alanımdan çekerek arkasına baktığımda iki tane çalışan kadın gördüm. Biri camın kenarında duruyordu biri ise elinde bir iki odunla kapıya yönelmişti.

“Bay Veldone asla çalışanlara kızmaz. O çok naziktir, ama peki, tamam haklısın üşümeleri ve hasta olmalarını istemeyiz,” diyerek camı kapattı ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Başımı tekrardan Brandon’ın göğsüne yaslayarak ona sokuldum. Gözlerimi kapatıp tekrar uykuya dalmayı deneyecektim ki son bir kes duyduğum ses iyice uykumu açtı.

“Gerçekten çok romantik bir adam… Bayan Veldone çok şanslı.”

Sözlerin ardından kapının kapanma sesini duydum. İç çektim ve gözlerimi açarak Brandon’ın yumuşak, huzurlu ve tebessümlü olan yüzüne baktım. Elimi elinden çekerek parmaklarımı yüzünde dolaştırdım. Yüzünü hafifçe buruşturup başını kımıldatınca elimi çektim. Uyandırmak gibi bir amacım yoktu. Aslında amacım onun ısısıyla biraz ısınıp kollarında uykuya dalmaktı.

Elimi Brandon’ın beline doladım ve başımı tekrardan göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattığımda Brandon’ın sırtımdaki eli hafif okşarcasına hareket etti. Gözlerimi açıp başımı ona doğru kaldırdığımda gözlerini açmış gülümseyerek bana baktığını gördüm. Biraz geriye doğru gidecektim ki Brandon biraz yan dönerek bacağını bacaklarımın arasına koydu ve bana biraz daha sıkı sarılarak iyice beni kendine çekti.

“Günaydın…” diye mırıldandım Brandon’ın sıkı sarılışına karşı koymadan.

“Günaydın sevgilim. Nasıl rahat uyuyabildin mi?”

Brandon’ın sözlerine gülerek ona sokuldum biraz daha. Aslında teknik olarak burada minderlerin arasında çok da rahat uyuyamamıştım. Alışık değildim bu şekilde yatmaya, ama Brandon’ın kollarında ona sarılmış ve tutkulu bir gece geçirdikten sonra taş zeminin üzerinde bile sesimi çıkarmadan yatabilir, uyuyabilirdim.

“Bugün ki planımız ne? Ne yapmayı planlıyorsun? Burada bu şekilde mi kalacağız?” diye soruları sıraladığımda Brandon’ın gülme sesiyle sorularımı kısa kestim. Aslında eğer onun bir planı yoksa hemen bir şeyler planlanabilirdik.

“Sakin ol Ashley. Henüz uyandık ve bir dava da değilsin kendimi sorguya çekilecekmiş gibi hissettim. Karıcığım öncelikle güzel bir banyo keyfi, ardından iştah açıcı bir kahvaltı ve sonra seninle kasabada dolaşalım ne dersin? Hatta alışveriş bile yapabiliriz. Senin yanında pek kalın bir şey yok hasta olmanı istemem.”

“Pekala, tamam, her şey bana uyar.” Yerimden kalkmaya çalıştım ama Brandon beni kendine çekti ve kalkmama izin vermedi.

“Ben şimdi kalabilirsin demedim. Belki biraz burada kalıp şöminenin tadını çıkarırız.”

Gülerek Brandon’a sırtımı döndüm o da arkamdan sarılıp omzuma öpücükler bıraktıktan sonra çenesini omzuma dayadı. Başımı çevirip ona baktığımda gözlerini ateşe dikmiş bakıyordu. Sanki bir şey düşünüyormuş gibi. Bir şeyler daha çok…

“Ne düşünüyorsun?”

Aklımdaki soruyu dışıma vurmadan duramamıştım yine. Merak duygusu bazen öyle içine alıyordu ki beni kendimi tutamıyordum gerçi Brandon’la beraberken hiç tutamıyordum ve aklımdan geçenleri söylüyordum ya neyse…

“Sadece… Düşünüyordum da. İlk tanışmamızdan bu yana ne çok şey yaşadık ve onca şeye rağmen hala beraber kalabilmeyi başardık,” diye mırıldanırcasına konuştu bakışlarını şömine ateşinden çekmeden. Sanki daha çok kendi kendine mırıldanıyor gibiydi.

“Çoğunlukla sevgimize sığındığımız için beraberiz. Aslında birbirimizi çok kırdık Brandon. Hiçbir zaman söylenmemesi gerekenleri söyledik ama buna rağmen hep aşkımızın arkasına saklandık. Bu yüzden beraberiz. Belki yerimizde başkaları olsa… Çoktan bitirmişlerdi…”

Brandon’ın sözlerine cevabımı verdikten sonra bende onun gibi şömine ateşine baktım. Aslında ateşin odunları yaktığı gibi yakıyorduk birbirimizi, öyle bitiriyorduk… Sonunda gerçekten nasıl başarıyorduk bilmiyorum ama yine bir şekilde birbirimizin yanında buluyorduk kendimizi.

“Biz hep birbirimize aslında daha çok aşkımızı şanslar veriyoruz. Sanırım her insanın hatası olur gibi bir şey düşünüyor ayrılamıyoruz,” diyerek gülümsedi ve omzuma bir öpücük daha kondurdu.

“Çünkü birbirimize ihtiyacımız var… Nefes almak gibi ihtiyaç duyuyoruz. Sadece ruhlarımız ya da kalplerimiz değil her şeyimiz birbirimize ihtiyaç duyuyor…”

“Sanki bir labirentin içinde kayboluyoruz ve yolların hepsi birbirimize çıkıyor gibi,” diye noktaladığında Brandon, ona doğru döndüm ve dudaklarına doğru uzandım.

Aşkımızın, sevgimizin büyüklüğünü tanımlamamıza imkan yoktu, ama ikimizde farkındaydık birimiz olmadan diğeri için yaşam olmayacaktı. Bu bir alışkanlık değildi, en azından şimdilik bir alışkanlık değildi.

Kendimi yanında liseli aşıklar gibi hissederken, yanımdayken bile deli gibi özlerken ondan ayrı kalmanın acısını bilirken… onsuzluğa dayanmak… yapabileceğim bir şey değildi. Dayanacağım bir şey değildi.

“Ashley, bana söz ver…” diye mırıldandı Brandon emir verircesine. Dudakları boynuma inmişti, beni sırt üstü yatırıp üzerime doğru gelirken boynuma küçük öpücükler bırakıyordu.

“Ne hakkında?”

“Asla, bir daha asla beni terk etmeyeceksin… Bir daha bu acıyı yaşatmayalım birbirimize…”

“Söz veriyorum. Seni evden kovarım,” dediğimde kahkahalarla güldü. Minderlerin üzerinde doğrulup bana baktı. Gözlerinin içi parlıyor ve gülüşü dudaklarından gözlerine yayılıyordu. Sanki güneş yeniden doğuyor gibiydi.

“Hadi kalkalım. Önce banyo sonra kahvaltı… Ardından dolu dolu geçireceğimiz günlerden birine başlayalım…”

Brandon ayağa kalkıp iç çamaşırını giyerken bende kalktım. Üzerimizi hızlı bir şekilde giyinmeye başladık. Gece şömine sönmüştü ve her ne kadar sabah yakılmış olsa da içerinin soğuğu henüz kırılmamıştı. Sanırım sıcak banyoya bedenlerimizin fena halde ihtiyacı vardı.

Üzerimizi giyip odaya çıktığımızda çalışanların bakışları garip bir şekilde utanmama neden oldu. Brandon gayet rahatken ben utanmıştım. Bizi o şekilde görmeleri bence biraz… şey gibiydi… ayıp… İç çekerek odaya girdiğimde direk banyoya yöneldim. Brandon’da peşimden geldi.

Soyunup jakuzinin sıcak suyuna girdiğimizde ikimizin de yüzü gülmeye başlamıştı. Jakuzide hep yan yana otururken bu sefer karşılıklı oturmuştuk, başımı geriye atıp kenara yasladı ve gözlerimi kapatıp suyun tadını çıkarıyorken sudaki hareketlenmeye başlayınca gözlerimi açtığımda Brandon dudaklarıma doğru yönelmişti gülümseyerek onu öptüm.

“Bütün günü suda mı geçirmek istersin?”  diye sordu yüzünde hınzır bir sırıtmayla. Gülerek başımı salladım.

“Hayır… İstemem… Acıktım zaten, hem kasabaya gezinti sözün var. Bunlardan kaçmak için beni kandırıp baştan çıkarmaya çalışma,” diyerek onu üzerimden ittirdim.

İlk önce Brandon banyosunu tamamlayıp çıktı ardından ben banyo olup çıktım. Havluya sarılıp odaya gittiğimde Brandon üzerini giyiniyordu. Dolaptan benim içinde bir şeyler çıkarmış yatağın üzerine koymuştu. Çantadaki eşyalarımız ne zaman dolaba yerleştirildi bilmiyorum ama bunun üzerinde de duracak değildim.

Brandon’ın benim için çıkardıklarını giyindim. Kot ve üzerime kalın boğazlı badi… Yatağın üzerinde lacivert içi tüylü kalın bir polar duruyordu, sanırım Brandon benim için çıkarmıştı. Eğer hava o kadar soğuksa gerçekten bu ihtiyacım olacaktı. Düşünmeden alıp onu da giyindim üzerime ve banyoya gidip saçlarımı fönle kurutup tepeden topladım. Yeterliydi. Kendimi mutlu hissettiğimden olsa gerek yeterince güzel hissediyordum ve bu da makyaj yapmama engel oldu.

Brandon ile beraber aşağıya yemek odasına gittik. Kahvaltı hazırlanmıştı. Çalışanlar bizim geldiğimizi görünce gülümseyerek çaylarımızı koydular. Brandon baş tarafa otururken bende yanına oturdum ve beraber kahvaltımızı yaptık. Gerçekten iştah açıcı görünüyordu. Normalde yediğimden daha fazla yememe neden oldu bu…

Kahvaltıdan sonra Brandon’la üzerimizi giyinip dışarıya çıktık. Kapıdan adımımı attığım gibi soğuk hava dalgası yüzüme çarptı ve titrediğimi hissettim. Brandon’a sokularak arabaya doğru ilerlemeye başladım.

Arabaya bindiğimizde garajdan çıktık ve iki tarafı da ağaçlık olan yolda ilerlemeye başladık. Can sıkıntısı ile radyoyla oynuyor güzel bir müzik bulabilmeye çalışıyordum, ama istediğim gibi bir müzik bulamayınca aramayı bıraktım ve iç çekerek arkama yaslandım.

“Önce sana bir şeyler alalım. Sonra da sokakta boş boş dolanalım olur mu?” diye Brandon’ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim.

Sözlerine gülümseyerek cevap verdim. “Boş boş dolanma fikrini sevdim.” Gerçekten sevmiştim. Etrafına bakınıp hiçbir şey düşünmeden kolunda eşinle gezinmek… Paha biçilemez bir duygu gibiydi.

Kasabaya girdikten sonra biraz daha ilerledik, ardından Brandon arabasını park etti ve beraber arabadan indik. Yanıma gelip kolunu omzuma attı, bende kolumu onun beline dolayıp o şekilde yürümeye başladık. Biraz yürüdükten sonra bir mağazaya denk geldik. İçeriye girip bir şeyler bakınmaya başladık. Brandon beğendiği kazakları, hırkaları bana gösteriyordu bense aralarından seçiyordum. Koca bir yığın halinde olan kıyafetlerle ki bu yığın dört kazak ve bir hırka bir de polardan oluşuyordu, kabine girdim. Tek tek üstüme giyinip bakındım ve Brandon’ın fikrini aldım. Sonucunda iki kazak bir hırka alma konusunda karar kıldık.

Brandon bazen alışveriş konusunda sınır tanımıyordu. Zevkliydi bu konuda bir şey diyemezdim ama beğendiklerinin ya da üzerimde duruşunu beğendiği her şeyi almak istemesi de beni çileden çıkarıyordu.

Poşetler elimizde mağazadan çıktığımızda Brandon’ın koluna girdim ve o şekilde yürümeye başladık.

“Brandon?” diye duyduğumuz ses bizi durdurdu.

Tanıdık biri ve sanki emin olamamış gibi seslenmişti. Arkamızı dönüp baktığımızda bize doğru yürüyen bir kadın gördüm. Kahverengi uzun saçları tepeden toplanmış, yeşil gözleri parlayan, porselen gibi beyaz teni olan ve gülümsediğinde kusursuz dişlerini inci gibi sergileyen bir kadın… Onun güzelliği ile boy ölçülemeyeceği aşikar ortadaydı. Yüzünde bir gram bile makyaj yokken büyüleyici bir güzellikteydi. Daracık kotu düzgün bacaklarını sergiliyordu, üzerinde kısa kalın bir mont vardı. Montun fermuarının yarısı açık, boynuna sardığı atkı montun içine sokuşturulmuş havalı bir görüntü katmıştı. Ayağındaki topuklu çizmelerine kotunu tepmiş bir manken edasında yürüyordu. Onun bu görünüşü karşısında kendimi fazlasıyla paspal hissettim.

“Julia?” diye Brandon’ın şaşkın sesi kızı incelememi bırakmama neden oldu. Bakışlarımı Brandon’a yönelttiğimde suratında şaşkınlık ifadesinin yanında memnunluk içinde bir gülümseme vardı.

“Ahh, biran için seni tanıyamayacaktım. Çok değişmişsin… Tanrım, Brandon!” Kadın kollarını kaldırarak yaklaştı ve Brandon’ın boynuna doladı. Brandon’da ona doğru bir adım atıp onun sarılışına karşılık verdi. Kızın her ne kadar ayağında topuklu olsa da Brandon’ın uzun boyuna yetişememişti.

“Çok fazla değişmedim aslında; ama sen... Tanrım çok güzel görünüyorsun…”

Birbirlerine sarılmaları sırasında kollarımı göğsümde birleştirip bekledim. Hani belki beni tanıştırır diye… Ki eğer tanıştırmama gibi bir hata yaparsa işte o zaman dilimden kurtulamazdı Brandon.

Kadının hala Brandon’a dokunan elini göğsüne indirmesiyle, “Hadi bir yerlere gidip oturalım. Seninle çok uzun zamandır görüşmüyoruz, biraz sohbet ederiz. Neler yapıyorsun merak ediyorum…” demesi karşısında tek kaşımı kaldırıp Brandon’a baktım.

Brandon, “Tabi neden olmasın… Bu arada seni eşimle tanıştırayım. Ashley, eşim, bu da Julia eski bir arkadaş…” gediğinde kadın, Julia onun sözünü kesti.

“Eski bir arkadaş mı Brandon? Sana inanamıyorum, arkadaş… Tanıştığımıza sevindim,” diyerek Brandon’a başını sallarken bana gülümsedi.

“Bende tanıştığımıza sevindim.” Sanki diyecek başka bir şeyim varmış gibi. Ama şu ‘eski bir arkadaş mı?’ sorusunu özellikle not ettim beynime. Bunu konuşmamız gerekecekti.

Julia, Brandon’ı koluna girdi, ben tek kaşım havada Brandon’a bakarken o omuz silkti ve kolunu omzuma atarak beni kendine çekti. Derin bir nefes alıp Brandon’ın yanında ilerlemeye başladım. Normalde kolunu omzuma atında refleks olarak beline sarılırdım ama o kadının bu şekilde yakınlık kurarak yanaşması ve koluna girmesine müsaade etmesine sitemimi belirtmek için sarılmadım beline.

Bir kafeye girdik ve cam kenarında olan yerlerden birine oturduk. Brandon benim yanıma otururken o da tam Brandon’ın karşısına oturdu. Sanki bütün yol boyunca konuştukları konu yetmiyormuş gibi yine eski zamanlarından konuştular.

Garson siparişlerimizi alırken sanki bana bir şey ispatlamaya çalışıyor ya da nispet yapıyor gibi gülümseyerek, “Brandon sen benim neyi sevdiğimi biliyorsun?” diye konuştu. Bu soruya başka biri olsa surat asardı ama insanları artık o kadar iyi tanıyordum ki surat asarak ona istediğini verecek değildim. Hafif bir tebessümle dirseğimi masaya dayadım ve çenemi avucuma dayayıp Brandon’a baktım.

“Bir tane sütlü şekerli bir tane de sütsüz şekerli iki kahve ve inan ki Julia, unutmuşum. Ne istersin?” Brandon ikimizin siparişini verip bakışlarını Julia’ya çevirdiğinde yüzümdeki sırıtmaya engel olamadan ona baktım. Oda en az benim kadar surat ifadesini kontrol edebiliyordu. Ama gözleri… Gözlerinde her şey belliydi. Bozulmuştu.

“Sade kahve şekersiz…” diyerek kendi siparişini verdi.

Siparişler gelene kadar onlar konuştu ben dinledim. Bir süre sonra arkama yaslandım ve üşüyen ellerimi kucağımda birleştirerek ısıtmaya başladım.

Konular o kadar çok değişiyordu ki bir yerde takip etmekte zorlanıyordum ama genel anlamda hep eskilerdendi konuşmaları. Arada Brandon bana bakıp açıklıyordu o zaman sohbete dahil oluyordum ama o da en fazla iki cümle oluyordu sonrasında konu yine değişiyor ve ben yine susmak zorunda kalıyordum.

“Üşüdün mü?” diye Brandon’ın sorusu ile bakışlarımı Brandon’a çevirdim. Gülümseyerek bakıyordu bana, gülümsedim bende.

“Biraz, sadece ellerimi ısıtmaya çalışıyorum.”

Sözlerimden sonra gülümseyerek sandalyemi kendine doğru çekti ve ellerimi ellerinin arasına alıp avuçlarının arasında ısıtmaya çalıştı. Bu davranışı karşısında içten bir şekilde gülümseyerek başımı Brandon’ın omzuna koydum ve dudaklarımı küçük bir dokunuş halinde boynuna değdirdim. Ardından bakışlarını dudaklarımda tatmin bir gülümsemeyle Julia’ya çevirdiğimde arkasına yaslanmış bize bakıyordu.

Siparişlerimiz geldiğinde başımı kaldırdım ve bir elim Brandon’ın elleri arasında kalırken bir elimi çektim ve kahvemi yudumladım. O an titrediğimi hissettim. İçim üşümüştü sanki… Sıcak kahvenin boğazımdan aşağıya akışını hissetmiştim.

“Ne kadar zamandır evlisiniz? Yeni evlendiniz sanırım? Hiç duymadım…” diyerek ilk defa bizimle ilgili bir soru sordu Julia. Brandon’la değil bizimle ilgili.

“Haziranda bir yılımız dolacak. Baya uzun zaman olmuş. Daha dün gibi hatırlıyorum seni mihrapta beklerken beyazlar içinde bana gelişini…” Brandon bana baktı gözlerinin içinin parladığını görebiliyordum. Gülümsedim ve kıkırdayarak kahve fincanımı elime aldım.

“Aşkını bu kadar kolay unutabileceğini düşünmemiştim. Özellikle söz vermişken…” demesiyle kahve fincanın üzerinden bakışlarımı Julia’ya sabitledim. Julia’nın Brandon’ın eski sevgilisi, gerçekten ciddi olan tek ilişkisi olduğu kız olacağı aklıma gelmemişti. Hani gelip geçici ilişkiler vardır ya, sadece ihtiyaç gidermek üzerine ya da çıkar ilişkisi, geçici heves olanlardan sanmıştım. Belli ki değilmiş!

“Çocukluk veya gençlik aşkları çabuk unutulur… Eğer gerçek aşk kapını çalıyorsa hatırlamazsın bile…”

Brandon’ın sözlerinden sonra aralarında geçen konuşmaları dinlemedim. Bir nokta da duyamadım bile. Daha niye burada oturuyorduk daha niye Brandon konuşuyordu anlamıyordum.

Brandon’ın parmaklarıyla yanağıma dokunması ve “Biraz ısındıysan gidelim,” diye sorması üzerine bakışlarım onu buldu.

Sessizce başımı salladım. Ayağa kalkıp montumu giyindim ve Brandon hesap için önden gidip ödeme yaparken bende kapıya doğru yöneldim. Brandon oturduğumuz masanın yanından geçerken kapının kenarında bekliyordum. Brandon’ın geçmesi ile kolunu tuttu Julia ve ayağa kalkıp benimde duyabileceğim bir sesle konuştu.

“Nasıl olurda benden sonra onun gibi biriyle oldun? Benden daha yüksek seviyede bir insanla olsan anlardım, ama bu kadın… Basit, sıradan ve paspal… Tanrım Brandon nasıl bu kadar aşağı seviyeye indin… Nasıl bu kadar zavallıca tercih yaptın anlamıyorum… Belli ki seni kandırmış, bunu nasıl göremiyorsun?” Julia’nın sözlerie tüylerimi diken diken yaptı. Öfkeden yerimde durmak o kadar zordu ki… Her şeyi göz ardı edebilirdim ama asla aşağılanmayı göz ardı edemezdim. Onlara doğru bir adım attım ki Brandon güldü. Onun gülüşü beni yerimde durdurdu.

“Yalnız Julia… Aşağılayıp küçümsediğin kadın Ashley Grench olarak tanınıyordu benimle evlenmeden önce. New York’un gözde avukatlarından biri… Artık Washington’unda öyle… Senden daha aşağı tabaka değil, senin ulaşmayı hayal bile edemeyeceğin seviyeye ait… Ki biliyor musun, her şeyden önemlisi nasıl göründüğü veya ne seviyede olduğu benim için önemli değil. Ashley hayatımda tanıdığım hiç kimseye benzemeyen nadide biri ve dünyanın en rezil insanı dahi olsaydı ona aşık olur onunla evlenirdim. Ahh bu arada seninle zamanında ilişkimiz bitmemiş olsaydı da sen asla evlenmeyi düşüneceğim bir kadın olmazdın!”

Brandon sözlerine karşılık diyecek bir şey bulamadım. Zaten yeterince şey söylemişti gerek yoktu fazlasına. Gerçi o kadar laf kalabalığına bile girmeyip sadece ‘Onu seviyorum’ demesi bile benim için yeterli olurdu, ama yine de… nankörlük etmek istemem, söyledikleri hoşuma gitmişti ve tabi ki Julia’nın yüzünün aldığı şekli görmek de beni oldukça tatmin etmişti.

Brandon yanıma gelip de kafeden ayrıldığımızda Brandon’ın elimi tutmasına bir şey demedim, arabaya geldiğimizde binmeden önce beni arabayla arasında sıkıştırıp öpmesine de bir şey demedim. Hatta karşılık bile verdim. Nasıl veremezdim ki onu bu kadar severken, ama yine de eve gidince küçük bir kıyamet koparacağımdan emindim. Asla çenemi tutamayacak içimdekileri dökme ihtiyacı duyacaktım. Her ne kadar Julia’ya gereken cevabı vermiş olsa da…


Eve kadar olan sessizliğimiz devam etti. Ben eve gelinceye kadar camdan dışarıyı izledim Brandon ise sessizce arabayı kullandı. Radyodan gelen müzik bile aramızdaki gerginliği bitiremedi. Kadının sözleri kulaklarımda hala çınlıyordu ve bu da içimi kaynatıyor, öfkeden kudurtuyordu. Bu sözleri kendime yetiremiyordum.

Eve geldiğimizde Brandon arabayı garaja götürüp park ettiğinde Charles’ın arabasını gördük. Arabadan indiğimizde Brandon bana baktı.

“Sanırım erken gelmişler,” diyerek uzun sessizlikten sonra ilk defa konuştu.

“Acaba Derek’i de yanlarında getirdiler mi?”

Aklımda ilk olarak küçük yaramaz Derek gelmişti. Charles ve Lisa’nin biricik oğulları. İçimdeki burukluğu yok saymaya çalışarak eve doğru ilerlemeye başladım. Brandon’da yanımda yürüyordu arada yüzüne bakıyordum ama yüz hatları o kadar gergindi ki bir şey diyemiyordum.

Eve geldiğimizde kapıyı çalışanlardan biri açtı ve üzerimizdeki montlarımızı aldığında Charles ve Lisa’nin salonda olduklarını söyledi. Brandon önden giderken bende arkasından gittim.

Salona geldiğimizde Lisa’nin yerdeki halının üzerinde Derek’le oynadığını gördüm. Charles ise masada oturmuş önünde laptopla bir şeylerle meşguldü. Bizi gördüklerinde Charles yerinden kalktı gülümseyerek ve önce Brandon’da sarıldı sonra bana sarıldı.

“Sizi beraber görmeyi özlemişiz.” Onun sözleri üzerine Brandon bana baktı. Gülümsedim Brandon’a ve onun yanından ayrılıp Lisa’nin yanına gittim. Yanına eğilip ona da sarıldım ardından Derek’i kucağıma aldım. Tanrım! Bir bebeğin kucağımda olmasının beni bu kadar sarsacağını düşünmemiştim. Ona sıkıca sarıldığımda sanki kendi kızımın yokluğu onunla tamamlanıyor gibiydi. İç çektiğimde omzumda bir el hissettim. Başımı kaldırıp baktığımda Brandon’ı gördüm. Derek’i kucağımdan alıp öptü ve koltuğa oturup onunla oynamaya başladı. Charles’ta onun yanına oturdu ve ikisi de Derek’le ilgilenmeye başladığında Lisa koluma dokundu.

“Benimle gel…” diye fısıldadı. Bir şey demeden Brandon’la Derek’e bir kez daha baktım. Brandon haklıydı acımızı geçmişe gömmenin en iyi yolu bir bebekti, ama öncelikle benim tekrardan buraya dönmem gerekiyordu. New York’taki işimi bitirmeliydim, en kısa zamanda.

Lisa ile beraber çalışma odasına girdiğimizde Lisa koltuklardan birine yöneldi bende yanına gittim ve oturdum. Sanki ne konuşacağını biliyormuş da nereden başlaması gerektiğini bilemiyormuş gibiydi.

“Bunu daha fazla erteleyemem. Biliyorum çok zor zamanlar geçirdin ve Derek olduğundan dolayı yanında olamadım bu beni çok rahatsız etti. Dün sabah gazetelerde sizin Paris’ten resimleriniz vardı ve bunu görmek beni çok mutlu etti, ama bugün sen Derek’e sarıldığında yaralarının hala taze olduğunu fark ettim. Sadece konuşmak istersen yanındayım Ashley. Bunu unutma. Seni anlayacak az insandan biriyim. Anneliğin ne demek olduğunu biliyorum ve durumunun zorluğunun da farkındayım.” O konuşmasını devam ettirirken sözlerinin gerisini duymamaya başladım. Gözümden akan yaş sanki kalbime ulaşıyor canımı acıtıyordu.

Lisa durumumu fark etmiş olmalı ki sustu ve bana sarıldı. Bir süre o şekilde kaldık ben biraz daha sakinleştiğimde anlayışlı bir tebessümle baktı bana. Derin bir nefes alıp gözyaşlarımı kuruladım. Boğazımı temizleme ihtiyacı hissettim.

“İyi misin?” diye mırıldandı. Derin bir nefes alıp başımı salladım evet anlamında.

“Buna alışmak çok zor Lisa. Bir tarafımın hala onun eksikliğiyle acıyor. Bunu bir şekilde Brandon ile dolduruyorum ama yetmiyor.”

“Sevdiğin adamla kendi çocuğun aynı olmuyor. İkisinin de yeri farklı. Ama neden bunun acısını yeni bir bebekle bastırmıyorsun? Derek’i kucağına aldığında yüzündeki hasretli gülümsemeyi fark ettim.” O da Brandon’la aynı düşüncedeydi. Ya beni çok iyi tanıdıklarından bu acımı böyle bastıracağıma inanıyorlardı ya da bu acıyı bu şekilde gerçekten bastırılabilinirdi.

“Aslında… Sanırım bende istiyorum ama içimde aynı şeyi yaşama korkusuna engel olamıyorum. Bu yüzden bir tarafım istemiyor da.”

“Emin ol anlıyorum, ama bu düşünceyle ne kadar gideceksin ki? Eninde sonunda sen farkına bile varmadan Brandon senin hamile kalmanın bir yolunu inan ki bulur. Bir şekilde kendi korunmaz, senin korunmanı da engeller… Güven bana Brandon bazen da çok kurnaz olabiliyor,” dediğinde kahkahalarla gülmeye başladım.

“Emin ol biliyorum. Dün gece o kadar küçük salonda o kadar romantik bir ortam hazırladı ki, daha birkaç saat önce bu konuyu konuşuyorduk ama bir anda her söylenen söz uçup gitti.”

Sözlerimden sonra birden elimi karnıma götürdüm. Lisa da bana bakıyordu tek kaşını kaldırmış, gülümseyerek. Başımı salladım. Bu mümkün olamazdı sanırım… yani öyle bir zamanda değildim. Lanet olsun kimi kandırıyordum ki mümkündü. Brandon!

“Olasılığı var yani?” diye Lisa düşüncelerimi böldüğünde başımı salladım.

“Sanırım var, ama emin olana kadar kimseye bir şey söylemek yok.”

“Merak etme, ama ilk ben öğrenmek istiyorum eğer hamile kaldıysan.” Onun sözlerine ikimizde gülmeye başladık. Koltukta arkama yaslandım ve ellerimi karnımın üzerine koydum.

“Eğer, öyle bir olasılık olursa… Ben bilemiyorum… Bu harika olurdu sanırım!”

“Her ne kadar korkuyor olsan da bir yanın deli gibi anne olmak istiyor değil mi?”

Bakışlarımı Lisa’ye çevirdiğimde gülümsüyordum. Başımı salladım evet dercesine. Gerçekten deli gibi istiyordum. Artık Brandon’la bir aile olmak istiyordum ve sanki bunun için tek eksik evde bir bebek sesiydi. Onun ve benim bebeğimizin…

Lisa ile bir süre daha konuştuk ve evin çalışanlarından biri gelip yemeğin hazır olduğunu söyleyene kadar kendimizi o kadar kaptırmıştık ki konuşmaya zamanı fark edemedik.

Yemek odasına gittiğimiz de Brandon ve Charles masaya oturmuşlardı ve Derek kendi mama sandalyesinde Charles’ın yanında duruyordu. Lisa ile benim yüzümde içten neşeli gülümsemelerle masaya gittik ve oturduk. Yemek sırasında devamlı bakışlarım Brandon’ı buldu. Onun ara ara Derek’e ve Lisa’ye baktığını görüyordum. Hatta arada Charles’ın da Derek’in yemeği ile ilgileniyor olması yüzünde buruk gülümse oluşturuyordu.

Yemekten sonra Brandon ve Charles salonda masanın başına gidip kahvelerini içerken iş konuşmaya başladılar. Bende Derek’i kucağıma aldım ve onunla oynadım. Lisa ise sanki ilk defa rahat nefes almış gibi karşımda tadını çıkararak kahvesini yudumluyordu.

Bir süre sonra Derek kucağımda uyuklamaya başladı. Ayaklarımı koltuğun üzerinde toplayarak onun rahat etmesini sağlayacak pozisyonda oturdum ve Derek’in kucağımda rahat bir şekilde uyumasını izledim. Arada da Lisa ile konuşuyorduk. Biz sohbetimize devam ederken gözlerim Derek’e kayıyordu. Onun huzurla uyuyan yüzüne bakıyordum. Emziği minik dudaklarının etrafını kızartmıştı ama arada emmesiyle çekişleri ve çıkardığı seslerle çok şekerdi.

“Ben yatıyorum!” diye Brandon’ın sesiyle bakışlarımı Derek’ten çekerek ona baktım. Gülümseyerek Derek’in yanağında parmağını gezdirdi ve gülümseyerek tüy gibi dokunuş halinde onu öptü ardından dudaklarını alnıma bastırdı.

“İyi geceler, sizde fazla geç kalmayın. Alt tarafı dedikodu yapıyorsunuz!” diye gülerek salondan çıktı. Charles’a gülerek yatacağını söyledi. Lisa’yi öptü ardından oğlunu. Bana göz kırpıp salondan çıktı oda.

Biz Lisa ile bir süre daha oturduk. Lucy’in düğün hazırlığını konuşuyorduk. Daha doğrusu deli gibi yaptığı hazırlığı anlatıyordu. Bu kız gerçekten deliydi. Bütün bu enerjiyi nereden bulduğunu bilmiyordum ama tam bir mutluluk kaynağıydı Lucy.

Geç saatlerde Lisa ile bende yatmaya gittik. Derek’in burada bir odası olmadığından onu yatağına ben yatırmadım. Lisa’ye verdim. Kendi odalarında bir beşik vardı ve orada yatırıyorlardı.

Lisa odasına girdiğinde bende odama gittim. İçeriye girdiğimde sessizce lambayı yaktım. Brandon yatağa girmiş sırtını dönmüş yatıyordu. İç çektim ve üzerimi değiştirip pijamalarımı giyindim ve yatağa girdim. Havanın soğukluğu içeriye de işlemişti. Sıcaklık yerini ılıklığa bırakmıştı ve birden üzerimden sıcak giysileri çıkarınca üşümüştüm ve ayaklarımda buz gibiydi.

Brandon’a sokularak ayaklarımı ayaklarıma değdirdiğimde Brandon yerinde kıpırdanıp benden uzaklaştı. Umursamadan ayaklarımı ayaklarının arasına sokuşturdum ve yorgana sarılarak gözlerimi kapattım.

“Ashley, ayakların buz gibi. Isıtıcı mıyım ben?” diyerek birden arkasını dönünce sıçradım. Böyle bir tepki beklemiyordum.

“Üşüdüm sende benden önce yattın. Ne olurdu yatağın ortasında yatsan da yatağı ısıtsan.”

“Koca yatağı nasıl ısıtayım? O kadar üşüyorsan bir battaniye al ya da kalın bir şeyler giy üzerine.”

“Bana bağırarak konuşma. Alt tarafı ısınmak için sana sırnaştım. Ufff!” Kaşlarımı çatıp nazlanarak  arkamı döndüm.

Bir süre Brandon’da bende sessizce yattık. Benim uyumadığım gibi Brandon’ın da uyumadığını biliyordum. Dayanamayıp iç çekerek arkama baktığımda Brandon’da omzunun üzerinden bana bakıyordu. Gülerek sırt üstü yattı ve kolunu açtı. Gülümseyip onun yanına yaklaştım ve başımı omzuna koydum sıkıcı sarıldım ve ayaklarımı ayaklarının arasına sokarak ısıtmaya çalıştım.

“Konuşmamız gereken bir şey var Ashley. Bunu bu şekilde rafa kaldırmak olmaz,” diye Brandon söze başladığında elimi Brandon’ın göğsünün üzerine çektim ve çenemi elime dayayarak ona baktım.

“Sanırım ne hakkında konuşacağımızı biliyorum. Konuşmamız gerektiğini düşünüyordum başta ama şimdi düşününce konuşulacak bir şey yok. O kadının sözlerine karşılık verdiğini düşünüyorum ve sonucunda bu olanlarda senin bir suçun yok değil mi? O kadının kim olduğunu biliyorum. Bahsetmiştin hatırlarsan ve karşılaştığınızda bir kahve içer sohbet ederiz daha fazlası olmaz demiştin, bunu da hatırlıyorum. O yüzden konuşmamız yersiz.”

“Zaten bana söyleyecek bir şey bırakmadın. Tamam, o zaman iyi geceler sevgilim.”

Konuşmayı burada bırakınca başımı tekrardan Brandon’ın göğsüne koydum ve gözlerimi kapattım.

Kapının hızla daha çok kırılırcasına çalınmasıyla Brandon’da bende yerimizde sıçrayarak uyandık. Brandon hızla yataktan kalktı ve lambayı yakarak kapıyı açtı. Başımı bir eğerek kimin geldiğine baktığımda Charles’ı gördüm. Kucağında Derek’le kapıdaydılar.

“Tanrı aşkın bu gece uyumak istiyorum. Madem buradasınız ve bu kadar çok seviyorsunuz, bu canavarı alın bu gece sizin misafiriniz olsun!”

Charles’ın sinirle Derek’i Brandon’a vermesini görünce gülmemek için kendimi zor tuttum. Charles gidince Brandon kucağında Derek ile kapıyı kapattı ve bana baktı. Oda gülmemek için zor duruyordu. Derek ise Brandon’a bakıyordu.

Brandon lambayı açık bırakarak yatağa geldi. Derek’i aramıza yatırıp kendi de girdi yatağa. Derek’in gözleri sanki yüzyıllarca uyumuş gibi açık ve etrafı inceliyordu. Brandon elindeki emziği ağzına götürdü ama o diliyle ittirerek attı. Elini ağzına sokuyor tükürük çıkarıyordu.

Yastığımı biraz dikleştirip başımı yastığa dayadım, Brandon’da benim gibi yaptı ve Derek’le ilgilenmeye başladık. Garip bir şekilde ikimizin de uykusu kaçmıştı. Derek gibi açık gözlerle bakıyorduk. Derek’se arada kahkahalar atıyordu. O kadar güzeldi ki gülüşü… Hatta ilk defa dikkatimi çekmişti gülünce yanaklarında gamzeleri çıkıyordu. Tıpkı Charles gibi.

Güneş doğana kadar Derek ile oynadık ama artık Brandon’ın da benimde gözlerimiz kapanmaya başlamıştı ve garip bir şekilde Derek de emziği ağzında gözlerini yavaş yavaş kapatıyordu. Brandon üçümüzün de üstünü örttü ve yastığını indirip bir kolunu Derek’in üzerine atarak ona sarıldı hatta başını Derek’in başına yakın hale getirdi ve gözlerini kapattı. Derek’de başını Brandon’ın başına doğru eğip ona yasladı ve uyudu. Onları uyurken görünce yataktan kalktım gece lambasını yakıp lambayı kapattım ve yatağa girip bende yattım.

Sabah yüzüme değen elle uyandığımda karşımda Derek’i gördüm. Emziğini ağzından atmış, yanaklarını tükürükleriyle ıslatmış dudaklarının arasında tükürüğüyle balonlar yapıyordu. Gülümseyerek elini elimin arasına aldım. Bir parmağımı eliyle tuttu ve sallamaya başladı.

“Günaydın…” diye Brandon’ın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Sanki Derek’de anlamış gibi elimi bırakıp ona döndü. Brandon’a gülücükler saçmaya başladı.

“Günaydın. Uyandırmadık değil mi?” diye sordum yatakta oturur pozisyona geçerken. Brandon bana bakıp hayır anlamında salladı gülümseyerek Derek’le oynuyordu.

Brandon’da yatakta oturarak Derek’le ilgilenirken yanağımdan öptü. Gülümseyerek onları izlemeye başladım. Brandon gerçekten muhteşem bir baba olacaktı. Çocuğuyla ilgilenen bir baba…

“Sanırım haklısın bize bir bebek lazım…” dediğimde Brandon kahkaha atmaya başladı. Başımı çevirip ona baktım.

“Hemen sipariş verelim ne dersin?”

“Brandon, dalga geçme. Yok, sana çocuk falan.”

Dalga geçmesine kızmamıştım aslında söyleyiş tarzımdan böyle cevap beklemem gerektiğini fark etmiştim.  Sadece bir an için büyük bir aşkla bir bebek istediğimi dile getirdiğimde Brandon’ın da aynı tutkuyla istediğini belirtmesini istiyordum, ama sanırım zaten belli etmişti. En başından beri…

“Sen Derek’le oynuyorsun madem bende bir duş alayım…” dedim dolaptan giyeceklerimi çıkarırken.

“Sana eşlik edelim mi?”

Brandon’ın sorusunu duyunca arkamı döndüğümde Brandon Derek’i kucağına almış bana bakıyordu. Derek’de sanki ne olduğunu anlamış gibi bakıyordu bana. Başımı salladığımda gülerek yanıma geldi ve dudaklarını uzattığında bende dudaklarımı dudaklarına değdirip öptüm.

“Siz burada oyalanın ben girip jakuziyi doldurayım içerisi ısınsın, böylece Derek üşümez.”

“Duş alacaktın?” diye gözlerimin içine bakarak konuştuğunda tek kaşını kaldırmış dudaklarında da hain bir gülümseme vardı. Gözlerimi kısarak baktım bende ona misilleme yaparcasına.

“Sen ve Derek’le duş alabilme olasılığım…”

Arkamı dönüp banyoya ilerlerken kahkaha sesini duydum. Tanrım Brandon’da resmen Derek’le beraber çocuk oluyordu.

Banyo suyun sıcaklığıyla iyice ısındığında Brandon ve Derek içeriye girdi. Derek, Brandon’ın kucağındayken üstünü çıkardım ve sonra kendi üzerimdekileri çıkarıp kucağıma Derek’i alarak suya girdim. Brandon’da üzerindekileri çıkarıp yanımıza geldiğinde suya şampuan boşaltarak köpük yaptı. Derek’le suda köpüklerle oynamaya başladı…

Suda ne kadar süre kaldık bilmiyorum ama artık Derek’in elleri buruşmaya başlayınca sudan çıktık. Bizim peşimize Brandon’da çıktı.

“Derek’i yatağa sok üzerini de ört, ben hemen gidip Lisa’dan üzerine bir şeyler alayım,” diye konuşurken üzerini giyiniyordu.

Brandon odadan çıkarken bende Derek’i yatağa soktum ve benim üzerimde bornoz olduğundan yatağın kenarına oturup Derek’le ilgilendim. Onun yeni yeni çıkmış olan yumuşacık saçlarını havluyla yavaşça kuruluyordum. Bana gülücükler atarak başını sağa sola çevirip oyun yapıyordu.

Brandon odaya girdiğinde kıyafetlerini alıp üzerini giydirdim ve Brandon onu kucağına alıp odadan çıktığında bende üzerimi giyinip saçlarımı kuruttum ve çalışanlara iş bırakmamak adına banyonun suyunu bir havluyla aldım. Ardından saçlarımı bir lastikle toplayıp aşağıya indim.

Fark ettim ki bir bebek bir evin tam anlamıyla mutluluk kaynağıydı ve ben bu mutluluğun kaynağını evimde istiyordum…


O güzel günler, o bir hafta nasıl geçti anlamadım. Hani derler ya sayılı gün çabuk geçermiş öyle oldu. Bir anda başladı ve bir anda bitti. Öyle hissettirdi. Şimdiyse… gidiyor olmak… sanki... Sanki içimden bir şeyler kopuyormuş gibi hissettiriyordu. Çok zordu. Sevdiğin insanı geride bırakıp gitmek çok zordu. İlk defa bunu hissediyordum. Ruhumu, kalbimi onunla bırakmış ve bedenim sadece gidiyordu.

Bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Kal dercesine bakıyordu. Gitme dercesine…

Ayrılık zordu… Bunu anlıyordum. Geçen sefer New York’a giderken sinirden ve kırgınlıktan fark edememiştim ama Brandon’ı arkamda bırakışımın ve gitmek zorunda oluşumun bana bu kadar acı verecek olmasını tahmin etmemiştim.

Derin bir nefes aldım ve başımı koltuğa dayadım ve camdan gökyüzünün maviliğinden yerin yeşilliğinin ve griliğinin geometrik şekillere dönüşüne baktım. Gözlerimi kapatıp iç çektim.


***


“Gitme zorunda değilsin! Ara amcanı gelemiyordum, bırakamıyorum de. Bu kadar zor değil.”

Bakışlarını önünden ayırmadan kesik kesik soluyarak konuşmuştu. Kaşlarını çatmıştı ve hız sınırlarını aşarak sürüyordu arabayı. 

“Gideceğime söz verdim. Havaalanındaki konuşmamızda sende vardın. Onu yüz üstü bırakamam,” dediğimde arabayı ani bir frenle durdurdu. Yolun ortasında duruyor olmamızın bir önemi yokmuş gibi başını bana çevirdi. Bakışlarında kırgınlıkla öfke parıltısı vardı. 

“Beni bırakabiliyorsun ama…” 

“Aynı şey değil Brandon. Lütfen… Zaten benim içinde zor…” dediğimde sözümü kesti. Sinirden gülüşüyle başını sallayarak önüne baktı. Sinirle direksiyonu sıktı. 

“Boş versene. Eğer zor olsaydı gitmezdin.” 

***

Gözlerimi açtığımda iç çektim. Nasılda bu kadar çabuk sinirlenmişti bilmiyorum. Neden bu kadar zor hale getirmişti. Evet, benim içinde zor diyebilmeyi ne kadar çok istemiştim ama o an o havaya sessizlik gerektiğinden susmuştum. Daha fazla germemek adına, o küçük gibi görünen tartışmayı büyütmemek adına susmuştum.

Zamanın bu kadar çabuk geçeceğini de düşünmemiştim. O bir hafta… Koskocaman yedi gün çok çabuk bitmişti. Anlayamamıştım. Brandon’la geçirdiğimiz en güzel günler Derek’i yanımıza alarak gezdiğimiz günlerdi. Tabi ki ilk gece küçük salonda şöminenin başında geçirdiğimiz romantik geceyi saymazsak… O gece hala bir hayal gibiydi benim için…

Derek’in yanımızda olmasından yararlanarak Lisa ve Charles’ta rahat bir nefes almış birbirlerine vakit ayırmışlardı. Aslında bir bakıma kızmıştım onlara bunun için. Bir bebeğin onları nasılda mutlu ettiği belli oluyorken onların fark edemiyor olmalarına kızmıştım, ama diğer yandan da birkaç gün Lisa’yi gözlemlediğimde gerçekten Charles’a çok az vakit ayırıyor gibi görünüyordu. Derek yüzünden ayıramıyor demek daha doğru olurdu.

Geçirdiğim bir haftayı düşününce gerçekten anne olmak istediğimi anlamıştım. İçimdeki bütün sevgiyi verebileceğim, unuttum alıştığım dediğim hala kanayan yaramı sarmama yardım olacak Brandon’dan bir parça olan, bir bebek şuanda en çok ihtiyacım olan şeydi. Belki bununla Brandon’la olan evliliğim daha sağlamlaşacaktı. Sanki bir pamuk ipliğe bağlıymışız gibi hissediyorken o zaman bu histen de kurtulacaktım belki.

“İstediğiniz bir şey var mı efendim?” Sesiyle bakışlarımı başımda duran hostese kaydırdım. Gülümseyerek bana bakıyordu, önünde de tekerlekli bir masa da aperatif bir şeyler vardı. Şöyle bir göz gezdirdim ama içimden ne bir şey yemek ne de bir şey içmek gelmiyordu.

“Teşekkürler bir şey istemiyorum.”

Hostes başka kişilerle ilgilenirken çantamda müzik çalarımı çıkardım ve kulaklıkları takarak yavaş huzur verecek bir şeyler açtım. Başımı tekrar koltuğa dayadım ve gözlerimi kapattım.

Uçaktaki bir sarsıntıyla gözlerimi açtım. Bu kadar derin uyuyabilmiş olmama şaşırdım ama şaşırmamam gerekirdi. Bütün gece Brandon’la geçirmiş ve uyumamıştık. Sanki bir hafta sürecek ayrılığın hasretini şimdiden kendimizi birbirimizle doldurarak hafif atlatmayı umuyorduk.

Kulaklıklarımı çıkardım ve müziği kapattım. Etrafıma bakındığımda henüz inişe geçmediğimizi fark ettim. Demek ki bir türbülanstı. Derin bir nefes aldım ve elimde kulaklıklarla başımı tekrar koltuğa yasladım ve gözlerimi tavana diktim.

Dün gece geçirdiğimiz o anlar… Tutku ve aşk dolu anlar… Gözlerimin önünden geçiyordu ve dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamıyordum.

***

“Bu bir hafta geçmek bilmeyecek ama cuma akşamı yanına gelip seni kollarıma aldığım zaman dünyanın duracağını biliyorum…”  

Çıplak göğsüne başımı koymuştum ve onunda eli sırtımda bir aşağı bir yukarıya dolanıyordu. Dudaklarını alnımda hissettiğimde gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Ona biraz daha sokuldum. Brandon bunun üzerinde yerinde kıpırdandı ve yan döndü beni de sanki saklamak istermişçesine göğsüne çekti ve sıkıca sarıldı. 

“Gelmeni bekleyeceğim ve hafta sonu için harika bir plan yapacağım… Benimle New York’ta unutulmaz bir hafta sonu geçireceksin söz veriyorum,” diye fısıldadığımda dudaklarını saçlarımda hissettim. 

“Seninle geçen her anım unutulmaz zaten… Bunun için özellikle bir şey yapmana gerek yok!” 

Sözlerinin üzerine başımı kaldırıp ona baktığımda gözleri aşkla parlıyordu ve dudaklarındaki gülümse içtendi ve ışık saçıyordu. Dudaklarımı dudaklarına götürdüm ve o dudaklardaki gülümsemeye dudaklarımla karşılık vererek bozdum.

***

Elim dudaklarıma gitti. Sanki hala Brandon’ın dudaklarıma dokunuşunu hissediyordum. Kokusunu yanımdaymış gibi alıyordum. Derin bir iç çektim… Onu şimdiden özlemeye başlamıştım. Bir hafta geçmeyecekti…

“Sayın yolcularımız inişe geçiyoruz lütfen yerlerinize oturup kemerlerinizi bağlayınız!”

Pilotun uyarıcı sesiyle kemerimi bağladım ve inişi bekledim. Gerçekten bu uçak sıkmıştı beni. Sanki anılarımı tekrardan canlandırmıştı. Zorluğunu bana tekrardan göstermeye çalışıyormuş gibiydi. İç çektim… Bir kez daha iç çektim…

Uçağın tekerlerinin yere değişini uçaktaki hareketlilikten fark ettim. İnmemiz ve bu uçaktan biran önce çıkmak istiyordum. İlk defa uçak yolculuğu bana bu kadar boğucu gelmişti. Aslında beni boğan Brandon’la olan ayrılığımızdı. Kısmen belki ayrılık değildi ama sonucunda ikimizde farklı şehirlerdeydik. Bir hafta birbirimizi göremeyecektik… Geceleri birbirimize sarılmadan, kokusunu hissetmeden uyumak zorunda olacaktık… Aslında en kötü ayrılık da buydu…

Uçaktan inip bagajdan çantamı almış havaalanının çıkışına doğru ilerliyordum. Bugün benim şanssızlığımdı sanırım. Başımı yukarıya kaldıramıyor yerden başka yere bakamıyordum. Nereye baksam bir çift görüyordum. İki elin birbirini tuttuğunu görüyordum. Kalbim acıyordu. Lanet olsun! Neden bu kadar zor olmak zorundaydı.

Çıkışta bir taksiye binip evimin adresini verdim. Bu sırada çantamdan telefonumu çıkarıp Brandon’ı aradım. Onun çalmaya başlar başlamaz açması telefonu elinde aramamı beklediğini gösterirdi.

“Brandon?”

“Sevgilim?”

İkimizin de aynı anda konuşması üzerine güldük. Onun gülüş sesi gözlerimi doldurdu. Yanımda olmasını onun mutlulukla kıvrılan dudaklarını ve bu gülüşün gözlerine yansıdığını görmek istiyordum. Bu görüntüyü özlemiştim… Şimdiden…

“İndin mi?” Brandon’ın sorusu düşüncelerimden ayırdı beni. Sadece düşüncelerimden değil aynı zamanda duygularımdaki özlem ve hasretten de ayırdı. Sesi bile iyi hissetmemi sağlıyordu.

“Evet, indim. Şimdi eve gidiyorum. Sen evde misin?”

“Evet, evimizdeyim. Senden telefon bekliyordum. Aslında itiraf etmek gerekirse salonda koltukta uyuyakalmışım telefonuna uyandım,” dediğinde içimi pişmanlık duygusu kapladı. Onunda benim gibi uykusuz olduğunu biliyordum ve uyandırdığım için üzülmüştüm.

“O zaman şimdi yatağa git ve tekrardan uyu… Yarın erken kalkmak zorundasın… İşe gideceksin… Sabah arayıp uyandırmamı ister misin? Kalkabilir misin?”

“Evet, kalkarım ama sen yine de ara… Sesini duymak iyi hissettiriyor.”

“Senin sesini duymak da iyi hissettiriyor. Sanki sesin içimdeki özlemi biraz olsun bastırıyor.” Sözlerimi duyan Brandon’ın derin bir nefes aldığını duydum. O an döndüğüm için bir şey söyleyeceğini düşündüm, ama beni yanılttı.

“O zaman her gün her dakika konuşacağız… Ahh, Ashley ben nasıl çalışacağım, her an aklım sendeyken…”

“Peki ya ben Brandon? Her an seni düşünürken nasıl bitireceğim buradaki işlerimi…”

Aramızda bir süre sessizlik oldu bu sırada da eve geldim. Taksiye ödemesini yaptım ve inip çantamı aldım ve binaya doğru girdim.


“Uyudun mu?” diye mırıldandım.

“Hayır, uyuyamıyorum… Yatağa bile yatamıyorum sanki batıyor sensizlik…”

“Brandon, yalvarırım yapma… Zaten dolu dolu geçirdiğimiz haftanın sonunda bu geceyi zor geçireceğiz lütfen daha da zorlaştırma…” dediğimde daire kapımın önüne gelmiştim. Tek elimle çantamı açıp içinden anahtarımı çıkardım ve kapıyı açmaya denedim. Her ne kadar zorlansam da açtım. İçeriye girip ve lambaları yaktım. Çantalarımı içeriye aldım ve kapının kenarına koydum. Ayakkabımı çıkardım ve kapıyı kapattım. Direk salona girdim ve lambayı yakıp koltuğa uzandım.

“Eve girdin sanırım…” Brandon’ın sesini duyduğumda koltukta yan döndüm ve ayaklarımı kendime çekerek cevap verdim.

“Evet, girdim… Şuan koltukta yatıyorum…” diye mırıldandığımda aklıma bir şey geldi. Gülümseyerek yerimde doğrultum.

“Bende koltukta yatıyorum…”

“Brandon senden bir şey isteyeceğim; lütfen itiraz etme. Tamam mı?”

Konuşurken sesimin heyecanlı çıktığının farkındaydım. Salondan lambayı kapatıp çıktım ve daire kapısını kilitleyip çantamı aldım ve odama doğru ilerledim.

“Sesin heyecanlı geliyor, ne oldu? Seni bu kadar heyecanlandıran isteğini merak ettim…”

“Bu ikimizi de ilgilendiren bir istek. Bu gece rahat uyuyacağız sanki birbirimizin yanındaymışız gibi… Şimdi üzerinde ne var?”

Sözlerimin üzerine Brandon’ın kahkaha attığını duydum. Aklına neler geldiğini tahmin ediyordum. Herhalde benim telefonla fanteziler kuracağımı falan düşünmüştü. Ahh, Tanrım bazen bu adamın yaratıcılığı sınır tanımıyordu.

Odaya girip çantayı yere bıraktım ve şifonyerin çekmecesinden pijama takımlarımı aldım. Onları yatağın üzerine koyarken Brandon’ın da hareket ettiğini duydum. Sanırım yatak odasına gidiyordu.

“Üzerimde gündüz ne varsa hala onlar var. Kot, siyah tişört ve siyah polar. Aklından neler geçiyor?” Sözlerinden sonra derin bir nefes aldığını duydum. Bu sırada tuvalet aynasının önüne oturdum ve saçlarımdaki tokaları çıkardım ve açtım saçlarımı. Toplamıştım saçlarımı ve saç diplerim acımaya başlamıştı. Biran saçlarımı açınca rahatladım.

“Yatak odasına git ve duş almak için hazırlan…”

“Ashley, ne düşünüyorsun?” dediğinde nefesinin kesik kesik olduğunu duyduğumda kahkaha attım.

“Fesatlık yapma Brandon… Tamamen masumane şeyler düşünüyorum. Şimdi dediğimi yap ve duşa gir. Sıcak bir duş bütün kaslarını gevşetip düşüncelerini boşaltacak ve seni rahatlatacak. Bir saat sonra senden telefon bekliyor olacağım ama acele etme bende duşa gireceğim… Bir saatiniz var Bay Veldone.”

“Bir saat… Bir saat sonra görüşürüz Bayan Veldone.”  Fısıltısından sonra telefonu kapattım ve üzerime temiz iç çamaşırı ayarlayıp onları da yatağın üzerine koydum ve odamdaki banyoya girdim.

Brandon’a söylediğim sözlerde haklıydım. Sıcak su gerçekten sakinleştirmiş, rahatlatmıştı ve garip bir şekilde Brandon’ın da aynı benim gibi şuanda sıcak suyun altında olduğu düşüncesi yanımda gibi hissetmeme neden oluyordu. Benim gibi onunda rahatladığını düşünerek rahatlıyor ve garip bir şekilde huzurlu ve mutlu hissediyordum.

Duştan çıkıp odama gittim ve acele ederek üzerimi giyindim. Emindim ki Brandon saatini doldurmadan arayacaktı. Üzerimi giyindikten sonra saçlarımın suyunu havluyla aldım ve aynanın karşısında taradım. Fön makinesini elime aldım saçlarımı kurutmak için ki telefonum çalmaya başladı. Odaya girdim ve telefonu elime aldım. Henüz kırk üç dakika geçmişti.

“Tam olarak on yedi dakika erken aradın aşkım,” diyerek güldüm.

“Seni banyoda mı yakaladım,” derken kahkaha atıyordu.

“Hayır, saçlarımı kurutacaktım. Her neyse… Üzerini giyindin mi? Hala havalar soğuk hasta olmanı istemem.”

“Giyindim… Şimdi söyle bakalım ne olacak?”

Sesinden merakını seziyordum ama merakında arkasındaki heyecanı da seziyordum. Gülümsedim. Derin bir nefes aldım ve yatağa gittim.

“Yatağa yat!” dediğimde tekrar kahkahalarla gülmeye başladı. Aslında sesim emredici tondaydı ve itiraz etmesini imkansız hale getirmek için kullanmıştım bu tonu ama o gülüyordu, üstelik kahkahalarla…

Gülüşünün arasında nefes nefese dalga geçerek, “Irzıma geçme ne olur?” dediğinde tereddüt bile etmeden telefonu yüzüne kapattım. Sözlerine karşılık bende kahkaha attım yatağın örtüsünü açarken. Gerçekten Brandon bu gece yaratıcılıkta sınır tanımıyordu.

Brandon tekrar aradı. Onun aradığından emindim, ama açmadım. Odamdaki masa saatine baktığımda iki dakikası vardı bir saati doldurmak için. Bu süre doluncaya kadar açmayacaktım!

Yatağın örtüsünü açtım ve içine girdim. Ardından hala çalmakta olan telefonumu açtım.

“Üzgünüm, üzgünüm… Seni kızdırmak istememiştim!”

Sözlerini bitirdiğinde bile sessizce güldüğünden emindim. Konuşurken bile sesi boğuk gelmişti. Belli ki gülmemek için tutuyordu.

“Gülebilirsin. Gülmen bittiğinde haber ver!” dediğimde kahkahalarla gülmeye başladı. Tanrım! Dünyanın en güzel sesiydi onun kahkahası…

Biraz sakinleştiğinde merakı yine sesine yansımış bir şekilde konuştu. “Sırada ne var?”
“Yatağa yattın mı?” diye mırıldandım. Bu sırada yatakta hep yattığım gibi yatağın sağ ucuna yatmıştım ve sağ tarafıma dönüp dizlerimi hafifçe kendime çektim ve üzerimi örttüm.

“Evet yattım.”

“Yatağın benim yattığım tarafına yatabilir misin?”

“Orada yatıyorum zaten. Yatağın sağ tarafında ve sağa dönük bir şekilde,” dediğinde gülümsedim onunla aynı pozisyonda yatıyorduk. Bu harikaydı… Amacımda buydu zaten.

“Bende yanı şekilde yatıyorum ve şuanda George’un çiftlik evinde küçük salonda minderlerin üzerinde olduğumu düşünüyorum. Şömineden gelen odun seslerini hayal ediyorum ve sen… tam arkamda yatıyorsun. Bana belimden sarılmışsın ve nefesini saçlarımda hissediyorum.

“Saçlarına bir öpücük kondurup kokunu içime çekiyorum. Aramızda hala biraz daha uzaklık olduğunu düşünüp seni kendime çekiyorum. Sırtın göğsüme değiyor ve boynundan öpüp başımı yastıklara koyuyor ve gözlerimi kapatıyorum.

“Uykuya dalıyorum senin kollarında uyuyormuşum gibi…” diye mırıldandım.

“Kollarımdaymışsın gibi sana sarılarak uyuyorum… İyi geceler sevgilim.”

“İyi geceler hayatım.”

Ardından telefonu kapattık ve telefonumu yastığımın üzerine koyup sanki Brandon’ın kolu belimdeymiş de bende onu tutuyormuşum gibi elimi belime koydum ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

***

“Arabada söylediklerim için üzgünüm. Senin içinde kolay olmadığını ve burada benimle kalmak istediğini biliyorum…” 

Brandon’ın mırıltısı ile ona yaklaştım ve kollarımı beline doladım. Oda sanki bırakmak istemiyormuş gibi sıkıca sarıldı ve başını saçlarımın arasına dayadı. 

“Şuan burada ayrılık o kadar zor ki…” diye mırıldandım Brandon’ın kollarından çıkarken. Başımı kaldırıp ona baktığımda dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. 

“Bu nokta da her şey senin elinde sevgilim. Oradaki işlerini ne kadar erken bitirirsen o kadar çabuk tekrar beraber oluruz.” 

“Elimden geldiğince çabuk bitirmeye çalışacağım…” 

“Bu konuda sana güveniyorum,” dediğinde yüzümü ellerinin arasına aldı ve dudaklarımızı buluşturdu. Yumuşak ve sevgi dolu bir öpüştü. Hatırlanmak üzere bırakılmış bir öpücük. 

Uçağımın anonsunun yapılması üzerine birbirimizden ayrıldık ve ben bilet kontrolüne doğru ilerlerken Brandon arkamdan yavaş yavaş geliyordu. 

Bilet sırasında bana sıra gelmesine iki kişi kala Brandon yanıma geldi belime sarılıp kendine çekti ve beni öptü. Bu seferki yumuşak değildi. Tutku doluydu…  Dudaklarımızı ayırıp alnını alnıma dayadığında fısıldadı.

“Kalbim seninle. Her daim yanında olduğumu hissetmen için.” 

***

Gözlerimi açtığımda havaalanındaki anımızı rüyalarımda görüyor olmam garipti. Ne zaman uykuya daldığımı anlamamıştım ama Brandon’la geçen rüyam o kadar kısa gelmişti ki buna canım sıkılmıştı. İç çekerek başımı arkaya çevirdim ve yatağın boş olan kısmına baktım. Elimi oraya uzattım.

“Benim de kalbim seninle Brandon. Her daim yanında olduğumu hissetmen için.” Sanki beni duyacakmış gibi fısıldamıştım, sonra tekrar arkamı dönüp gözlerimi kapattım. Uykuya dalmadan önce boynumda bir nefes ve bir öpücük hisseder gibi oldum. Gülümsedim ve içimdeki huzura sığınarak uykuya bıraktım kendimi…



~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~*~~~~~~


*** Arkadaşlar yavaş yavaş kendinizi sona hazırlayın, sona az kaldı.... Sadece bunu önceden söylüyorum ki daha fazla uzamadan biteceğini bilin istiyorum :) Tekrardan bütün bu hikayenin yayın süresince yanımda olduğunuz için teşekkür ederim :) 

7 yorum :

  1. Güzel bir bölümdü ve bencede artık mutlu sonu görmeliyiz.
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende öyle düşünüyorum :) uzatıp cılkını çıkarmadan bitmeli :)

      Sil
  2. Muhteşem bir bölümdü brandonun juliaya tokat gibi verdiği cevap Lisanin yaptigi konuşma derekle geçirdikleri gece yani bunun gibi sayabilecgim bi kaç bolum daha var anlican keyifli bi bölümdü takii hikayenin sonuna gelipte senin yazini okuyunca bütün keyfim kacti incicim
    Acayip üzüldüm başka hikâyelerle tekrardan yazacagini umuyorum gerçekten keyifle okuduğum bir yazarsin ki bunu artik soylememe gerek yok seninle ilgili düşüncelerimi biliyorsun eline saglik Cnm güzel bir bolumdu ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür edeirm canım, başka hikayeler bilemiyorum belki olabilir, başlayıp yarım bıraktığım çok hikaye var. Fantastik, hist türlerinde falan inş devamını getirebilirsem paylaşırım belki belli mi olur :)

      Sil
  3. 2 bölüm birden okumak süperdi he :P Geç okumanın keyfi :))
    Ayyy bunlar niye bu kadar tatlılar yaaa !! Off off milyonlarca yürek tek soru? Neden böyle erkekler gerçek hayatta yok bunu hep kendime okuduğum hikayelere,kitaplara,filmlere,dizilere bakarken kendime soruyorummm.Nedennnn ?!! :PP
    Ay o küvetteki halleri aman tanrımmmm didimmmm bayıldımm yahuu <3 <3 Ayrılmak istemelerii o şarkı olayı falan süperdii.Marcus kızıma allahtan tatil verdi aferinn ona :D Gözüme girdi :D Marcusa bir kız ayarlayalım :D
    Ay kız demişken o brandonın yanında çalışlan kadın her kimse (soy ismide bi acayip kemseng mi ne :D) o karıya çok fena uyuz oldum !!! Ya sen ne hakla onlara bakıyosun ellerini kontrol ediyorsunn ? Yolarım bunu :D Ama bence ashley yolsa şöyle bir güzel :D
    Brandon yakışıklı olunca kadınlar bitmiyorki ashleyde haklı yani kıskanmakta :D Bide o julia vardı pislikk!! Brandon çok güzel ayar verdi ama keşke ashleyde şöyle bir saydırsaydı :D Neyseki brandon halletti :D
    O evdeki romantik halleri neydi bee :D <3 O atmosfer,nostaljik bir oda ve müzikk off enfes sahidendee <3 O çerçeve boş kalmamalı dimi inciii ?? Bebiş yapacaklar dimi kızımm ? :D Anladın işte bebek olayı falan yapmalılar mutlaka bananeeee :D
    Ay orda birlikte olmaları çok romantikti.Ashleyle birlikte bende eridim yemin ederimm<3 Ahhh ahh nerde böyle erkekler? Varsa bize neden denk gelmiyor? Off off :D
    Ayy iyiki charles bebeğini ashleylere bıraktıı ne kadar tatlılardıı yaaa yenirr vallahiii <3 <3 Ay hele o duştaki halleri offfff <3 <3 <3 Acil bebiş bekliyoruzz :)
    Ashley şimdilik gitmek zorunda kaldıı ama dönecekkk :D Ama dönerken atraksiyon yapar mısın bilmem aldatma falan olmasında sakın şöyle bir kaza olabilir :D Bakalım nolacak ?? :D
    Hikayenin sonlarına doğru gelmesine çok üzüldüm ama her güzel şeyin bir sonuda oluyor malesef :/ Lütfen mutlu son yaapp :)))
    Devamını bekliyorum cnm :)))

    YanıtlaSil
  4. Cevap yazmadında :) Neyse yeni bölüm ne zaman ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayyy bende cevap yazmıştım yayınlanmamış çooook şaşırdım :/ yeni bölüm bir saate ya da bir saatten daha da yakın bir zamanda gelebilir ;)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın