7 Ağustos 2014 Perşembe

5 Sıradan Bir Hayat - 8. Bölüm


Bütün günü toplantıda geçirdik. Ne öğle yemeğine çıkabildik ne de birkaç dakikalığına ara verebildik. Herkes randevularını, görüşmelerini iptal etmek zorunda kaldı ki arayanlara bile cevap vermedik. Sabah dokuzda başlayan toplantı, akşamüzeri beş olmasına rağmen henüz bitmemişti ve bir sonuca ulaşana kadar da ne Bay Borghansee ne de Bay Rosewood bitirmeye ılımlı bakıyordu. Bu aynı zamanda burada sabahlamak anlamına da geldiğini gösteriyordu.

Herkes bir şekilde fikirler üretmeye çalışıyor, zararın çalışanların çalışma saatlerini arttırarak karşılanmasını söylüyor ama hiçbir fikir zarar karşılayabilecek mevlaya denk gelmiyordu. Aslında çok büyük bir vurgun değildi bunu Alex söylemişti muhasebeci olarak ancak elbette ki yeni bir işe atılmak için holdingde nakit bulunması gerekliydi ve yeterli nakit yoktu bu da bir çıkmaza sürüklüyordu.

Geçen saatlerin ardından artık herkes yorulmuş, fikir üretmez hale gelmişti. Hiçbir şekilde bir şey düşünemiyordum, aslında sadece ben değil hepimiz aynı durumdaydık. Üstelik bu kadar saat burada oturmaktan da ayaklarımın uyuştuğunu hissediyordum. Hafiften karıncalanmalar oluşmuştu ayak tabanlarımda ve sanki dizlerime doğru da çıkıyordu. Devamlı aynı pozisyonda oturmaktan sadece ayaklarım değil popom da uyuşmuş, sırtıma ağrılar girmeye başlamıştı. Artık dayanamadığım noktada arada sırtını dikleştirerek derin nefes alıp sırtımı esnetmeye çalışıyordum. Ayaklarıma da en güzel çözüm ayakkabılarımı çıkarmaktı. Nasılsa masanın altında kimse görmezdi.

“Arkadaşlar bugünlük çok yoruldunuz, yarın kaldığımız yerden devam ederiz!” diyerek ayağa kalkan Bay Rosewood önündeki dosyaları kapatarak toplantıyı bitirdi.

Bay Rosewood’un sözlerini devam ettirerek “Yarın herkes saat sekizde burada olsun!” diyen Bay Borghensee’de dosyalarını kapatıp ayaklandığında ayakkabılarımı ayağıma giydim. Halbuki yeni çıkarmıştım. Ayaklarım çok fena acıyordu ama yapacak bir şeyim yoktu. Unutmayıp da yarın odama bir tane babet getirip bıraksam çok iyi olacaktı sanırım.

Bay Borghensee ve Bay Rosewood toplantı salonundan çıktıklarında biz hala dosyalarımızı toparlıyorduk. Hangi ara bu kadar dağılmıştık bilmiyorum ama emindim ki dağılan sadece dosyalarımız değildi.

“Buna bir çözüm bulmamız gerekiyor, yoksa yakın bir zamanda toparlanamayız!” diye Alex düşüncelerini dile getirdiğinde yerimde kalkmış sırtımı esnetmeye çalışıyordum. Kollarımı kaldırıp gerilme ihtiyacı duyuyordum ama ne kıyafetim ne de şuandaki durumum buna müsaade etmiyordu.

“Aslında benim daireme gidip çalışmaya devam edebiliriz, belki bir şey çıkar ne dersiniz?” diye Brandon fikrini söylediğinde Jennifer hemen karşı çıktı

“Brandon alt katında yaşlı bir çift var, tartışmalarımızdan rahatsız olurlar.”

O an Jennifer’ın sözleri soğuk bir ayaz gibi yüzüme çarptı. Onun Brandon’ın evine gitmiş olması, alt katında yaşlı bir çiftin oturduğunu bilecek kadar da çok gitmiş olması beni rahatsız etmişti. Her ne kadar onun evine gitmeyi, yaşadığı alanı görmeyi istiyor olsam da Jennifer’ın da gidecek olmasından duyduğum rahatsızlıkla dudaklarımdan dökülen kelimelerin farkına geç vardım.

“Benim evim müsait, bana gidelim!”

Herkes sözlerimi onaylarken Brandon’ın bakışlarında farklı anlamlar vardı. Belki de benim paranoyamdı bilmiyorum öyle sezinledim.


Herkes masanın üzerinde kendi dosyalarını toparladı hızlıca, çalışmaya devam edecek olmamızın verdiği rahatlıkla daha çok hepsini üst üste koyup kollarımıza aldık demek daha doğru olur.

Toplantı salonundan en son Brandon ile benim çıkmamız, ikimizin diğerlerinin arkasından yan yana yürümemize neden olmuştu. Bundan şikayetçi değildim. Aslında onunla sessizde olsa yan yana yürümek lise genç kızlar gibi heyecanlanmama neden olmuştu.

Brandon, odama gelene kadar yanımda yürüdü, etrafına kaçamak bakışlar attığı gözümden kaçmıyordu, hele ki odama gelip de etrafı incelemesi kaşlarımı kaldırıp ona bakma isteği uyandırdı. Göz kırparak yanağımdan öptü. Geri çekilip baktığında gözlerini kıstı sanki bu öpücük ona yeterli gelmemişti. Daha sonra tekrardan eğildi, bu seferki hedefinin dudaklarım olacağını düşünüp bu beklentiyle dudaklarının temasını beklerken yanıldım! Dudakları dudaklarımı değil boynumu buldu. Derin bir nefes alarak boynuma bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Gözleri parıldıyor, dudakları koca bir sırıtmayla kıvrılıyordu.

Brandon arkasını dönüp asansöre doğru ilerlerken bende hızla odama girip gerekli eşyalarımı ve kol çantamı aldım. Hızlı davranıp diğerlerine yetişmek istiyordum. Şirkette yalnız olmak beni rahatsız ediyordu. Odamdan çıktığımda ve koridorun sonunda doğru yürümeye başladığımda asansörün orada beklendiğimi gördüm. İnsanları bekletmiş olmanın verdiği mahcubiyetle yanlarına gidip, otoparka kadar sessiz kaldım. Ayaklarımın acısını görmezden gelmeye çalışarak muhabbeti takip etmeye çalışıyordum. Lucy, Alex, Lisa, Charles ve ben bir sohbete dahilken Brandon ve Jennifer kendini bizden soyutlamış kısık sesle bir şeyler konuşuyorlardı. Üzerinde durmamaya önemsememe çalışırken deli gibi ne konuştuklarını merak ediyordum.

Otoparka gelip de arabaların olduğu kısımlara dağılmadan önce Charles konuştu. “Lisa, Jennifer ve ben Brandon ile beraber geliriz, Alex ve Lucy’de seninle gelse olur mu, Ashley?”

“Tabi olur, arabam şu tarafta.”

Beraber arabanın yanına gittik ve ben kucağımda dosyalarla çantamda anahtarı bulmaya çalıştım ki uzun bir çabadan sonra da buldum. Arabayı açınca Alex, Lucy’nin kapısını açtığında Lucy yanağından öptükten sonra arabaya bindi,  onları gülümseyerek izlerken kollarımdaki dosyaları arabanın arka koltuğuna bıraktım ve ardından bende arabaya bindim.
Otoparkın çıkışına ilerlerken Brandon’ın arabası da arkamdan geliyordu. Holdingin otoparkından çıkınca yolda ilerlemeye başladım. Oldukça dikkatli kullanmamın yanında arada Brandon’ın haricinde arkamdan gelen var mı diye de bakıyordum. Her ne kadar işimle meşgul olsam da beynimin bir köşesi tehditler konusunda hep uyarı durumundaydı.

Evin önüne geldiğimde arabayı park ettim, Brandon’da benim arabamın arkasına park etmişti. Lucy ve Alex’in yüzündeki şaşkın bakışları görebiliyordum. Sanırım böyle bir ev görmeyi beklemiyordu, bir daire falan bekliyorlardı.

Ben gülümseyerek arabadan çıkarken diğerleri de çıktı. Hep beraber eve doğru yürüdük, ben kapıyı açıp da kapının kenarına çekildiğimde gülümseyerek diğerlerine baktım. “Evime hoş geldiniz! Salon şu tarafta orada daha rahat çalışırız!” dedim konuştum salonun yerini gösterirken.

Diğerleri salona geçerken, Lisa yanıma gelip biraz çekingen bir bakışla “Ashley, acaba bana verebilecek rahat bir şeyin var mı? Bu şekilde rahat hareket edemeyeceğim!” diye mırıldandı üzerindeki dar kesim elbiseyi gösterirken.

“Tabi ki, benim gel, bende üzerimi değiştireceğim zaten. Kızlar sizin bir şeye ihtiyacınız var mı?”

Lucy ve Jennifer istemediklerini belirtircesine başını sallayınca bende Lisa’yla beraber odama çıktım. Ona henüz hiç kullanılmamış bir eşofman takımı verirken kendime de devamlı giydiklerimden bir tane aldım. İkimizde üzerimizi değiştirdikten sonra salona indi. Diğerleri salonda sehpayı koltuklara yaklaştırmış ve çalışmaya başlamışlardı. Brandon ve Charles çiftli koltuklarda yalnız oturuyorlardı, Lisa da hemen eşinin yanına geçtiğinde bende mecburen Brandon’ın yanına oturdum ve başlamış olan çalışmalar bizim katılmamızla devam etti.

Ne kadar sürdü bu çalışma bilmiyorum; ama artık hem acıkmaya başlamış hem de beynimin yorulduğunu hissetmiştim. Dün gece de tedirginlikle yatınca pek uyuyamamıştım ve üzerine bu çalışma beni fazlasıyla yormuştu. Belim yine eğilmekten ağrımaya başlamıştı bunun için arkama yaslanıp derin bir nefes aldığımda diğerlerinin de benimle aynı durumda olduğunu gördüm.

“Siz acıkmadınız mı? Ben kahvaltı ile duruyorum ve çok acıktım!” Dedi Lisa artık dayanamıyormuş gibi aynı zamanda diğerlerinin de duygularına tercüman olmuş gibi görünüyordu.

Ellerimi iki yanda kaldırarak, “Aslında bende aynı durumdayım!” dedim.

“Sanırım hepimiz açız!” diye Brandon’da bize katılınca bir bayanlar bir şeyler hazırlamak için ayaklandık.

Dördümüz el birliği ile bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçince herkes bir görev almıştı üzerine. Ben patates soymaya başlarken Lucy köfte yapıyordu bir yandan da makarna suyu koyuyordu. Şuanda en kısa zamanda yetişecek tek şey patates, köfte ve makarnaydı, onların yanına çeşit olması için hazır aldığım pizzaları da çıkarınca hemen onları da fırına attık

Biz mutfakta çalışırken salondan televizyonun sesi gelmeye başladı. Sanırım oyalanacak bir şeyler arıyorlardı. Herkes gülümseyerek bir şeyler yaparken yemeğin nasıl hazırlandığını anlamadık bile.

Lisa, mutfaktan başını uzatarak “Yemek hazır!” diye seslendi salona doğru.

Televizyon sesinin kesilmesiyle erkeklerin mutfağa gelmeleri bir oldu. Ne kadar acıktıkları masaya bakışlarından belli oluyordu. Boşuna demiyorlardı erkeklerin kalbine giden yol midesinden geçer diye. Onlar neredeyse tek şeye odaklıydı o da yemek yemek.

Herkes masaya yerleştiğinde, “İçecek ne alırsınız?” diye sordum.

Beni şaşırtmayarak cevap Brandon’dan geldi. “Şarap!”

Charles, Brandon’a başını olumsuz anlamda salladıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. “Sen en iyisi meyve suyu getir, çalışmaya devam edeceğiz şarap içmek pek mantıklı değil.”

Brandon iç çekerken ben gülümsedim. Dolaptan çıkardığım meyve suyunu masaya koyduktan sonra bende yerime oturdum ve herkes sessiz bir şekilde yemek yemeye başladı.

Tabağımdan bir köfteyi bölüp ağzıma attığımda başımı kaldırıp masaya baktım bir şey eksik mi diye, o an Brandon’ın bakışları ile karşılaştım, gülümseyerek bakıyordu karşılığında bende gülümsedim ve masaya göz attım başımı çevirerek ki Charles’ı gördüm tabağından birkaç köfteyi Lisa’nın tabağına koydu, Lisa ise bu davranışına gülümsedi. Onları rahatsız ettiğim hissine kapıldım bir an ve başımı önüme eğip yemeğimi yemeğe devam ettim.

Yemekler yendikten sonra erkekler masadan kalktı ve bizde masayı toplamaya başladık. Daha doğrusu Lucy ve ben topluyordum, Lisa hamileydi ve bugünlük çok yorulmuştu onun iş yapmaması daha iyi olur diye düşünerek onu erkeklerle ve Jennifer ile salona göndermiştik. İkimizin ortak çalışması sonucunda işimiz çabuk bitti ve biz de salona geri döndük. Tekrardan kaldığımız yerden çalışmaya devam ettik.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama bir ara gözüm saate gitti. Saat gece bir olmuştu ve henüz bir çıkar yol üretememiştik. Vücudumdaki her bir nokta ağrıyor gibi hissediyordum. İç çekerek diğerlerine bakındığımda Lisa başını Charles’ın omzuna dayamış dosyalara öyle bakıyordu, Lucy ve Alex ise dosyalar üzerinden bir şeyler konuşmaya devam ediyorlardı ve Jennifer ile Brandon’da bir bakışma içerisindeydiler. İkisinin bu kadar samimi olması beni rahatsız etmişti, ama sesimi çıkaramadan önümdeki dosyaya dikkatimi vermeye çalıştım gerçi bir türlü dikkatimi toplayamadım, hep gözüm onlara kaydı ki Brandon sanki Jennifer bir şey söylemiş gibi başını salladı. İstemsiz kaşlarımı çattım…

“Off, ben çok yoruldum!” diye şikayetçi olarak ilk pes eden Lisa oldu.

“Eğer dinlenmek istersen, misafir odalarından birini kullanabilirsin.” diyerek gülümsedim ona.

“Burada kalmayı mı planlıyorsunuz?” diye sordu doğal bir şekilde Lisa, saki hep yaptıkları bir şeymiş  gibi.

Charles kolunu karısının omzuna atıp onu kendine çekerken, “Hayır, öyle bir plan yok. Gençler biz artık kaçalım, Lisa’nın dinlenmesi gerek.”  dedi.

“Bizde artık gidelim… Yarın sabah nasılsa devam edeceğiz!” Alex, Lucy’e bakarak konuştuğunda ona göz kırptığını fark ettim.

Jennifer, Alex ve Lucy’ye bakara, “Beni de bırakırsınız değil mi çocuklar?” diye sordu.

“Ben bırakırım!” diye ilk yanıtı Charles verdi.

Brandon sakin bir ses tonuyla, “Ben hazır başlamışken biraz daha devam edeceğim. Siz benim arabamı alın, ben taksiyle gelirim.” dediğinde şaşkın bir şekilde ona baktım, o ise Charles’a bakıyordu sanki aralarında bir bakışmayla anlaşma oldu gibi. Anlamını çözemesem de onunla evde yalnız olmak beni biraz tedirgin etmişti.

“Peki, o zaman, her şey için teşekkürler Ashley. Yarın görüşürüz!” diyerek Charles ayaklanınca diğerleri de ayaklandı.

Onlarla birlikte kapıya kadar gittim, bahçeden çıkışlarını da bekledim sonra kapıyı kapattım ki telefonum çalmaya başladı. Çantam salondaydı bundan dolayı direk salona gittim ve çantamın içinde telefonumu aradım ki ilk defa kısa sürede bulmuştum.

“Alo?” diyerek açtım telefonu ancak hiçbir ses gelmiyordu, bundan dolayı açtığımdan emin olmadım ve telefona baktım açmış mıyım diye ki açtığımı gösteren zamanı ilerliyordu.

“Kimsiniz?” diye sordum biraz daha şaşkın bir sesle.

“Bu gece kapını kilitlemeyi unutma!”

“Kimsin?”

Tehditlerin devam edeceğini biliyordum ama bu kadar istikrarlı olacaklarını tahmin etmemiştim. Ben değildim davada görevli olan Dean’di. Niye hala tehdit alıyordum anlamıyordum. Buna bir mantık erdiremiyordum.

“Yakında… Yakında anlarsın!” Sadece üç kelime ver ardından telefonun kapattığını belli eden bir ses..

Kafayı yememek elde değil.

Telefonu kulağımdan çekip çantamın içine bıraktım. Bu her kimse benim burada oturduğumu biliyor ve daha da önemlisi beni izliyordu. Bu düşünce daha da tedirgin olmamı sağlamıştı ve bu tedirginlikle Brandon’ın burada olduğunu unutup yalnız olduğumu düşünerek ani bir hareketle hemen salonun perdelerini çekip derin bir nefes alarak arkamı döndüğümde Brandon’ın beni izlediğini gördüm. Sanki bir şeyler anlamış gibi bakıyordu; ama şuanda ona hiçbir şey açıklayacak durumda değildim henüz kendim bile alışamamıştım bu tehditlere.

Brandon’ın konuyu açmamasını umarak, “Kahve yapacağım ister misin?” diye sordum.

Bakışlarını üzerimde dolaştırarak sadece, “Olur, içerim.” dediğinde salondan mutfağa gittim ve kahveleri hazırlamaya başladım.

İçimde kötü bir his vardı, bu his pek de hayra alamet gibi görünmüyordu. En azından öyle hissediyordum. Bir bardak su alıp içtim belki rahatlatır diye ama fayda etmedi. Bu sırada mutfağın bahçeye açılan kapısının açık olduğunu gördüm ve hızla giderek kapıyı kapatıp tülünü çektim. Sonra kaynamış olan suyu kahvelerin üzerine doldurdum ve fincanları da tepsiye koyup salona gittim.

Sehpanın üzerindeki kâğıtları biraz kenara toplayıp Brandon’ın kahvesini koydum o dosyalara daldığı için geldiğimi görmemişti ancak kahveyi koyarken başını kaldırdı ve gülümsedi ama bu gülümsemenin zoraki bir gülümseme olduğunu anlamak çok zor olmadı, çünkü hiçbir samimiyet yoktu gözlerinde, oldukça donuk bakıyordu.

Umursamamaya çalışarak kahvemi alıp, benim ilgilendiğim dosyaları aldım elime ve incelemeye başladım.

Adamlar parayı aldıkları gibi başka birinin üzerine geçirmişlerdi bu da parayı almamızı engelliyordu ki bunu ispatlayamıyorduk, aynı tarih olması o kadar nakidin bir şirketten çıkmasını imkânsız gösteriyordu. Dosyalara öyle dalmış inceliyordum ki Brandon’ın sesi beni kendime getirdi.

“Evet! O proje, tek çıkış yolu o gibi görünüyor sen ne düşünüyorsun bu konuda?”

Hangi ara telefonla konuşmaya başlamıştı bilmiyorum. O kadar dalmıştım ki önümdeki raporlara o mu aradı yoksa arandı mı bilmiyordum.

“Tamam, o zaman yarın bunu daha detaylı konuşalım Jennifer!”

Bu kadınla bu kadar yakın olmalarının nedeni neydi bilmiyorum ama bu yakınlık beni rahatsız ediyordu. Hem de oldukça çok rahatsız ediyordu.

“Tamam, görüşürüz iyi geceler!”

“…”

“Bende.” diyerek gülümsedi telefonu kapatırken. Bende kelimesi neye karşılık söylenir olasılıkları beynimde bir bir geçiyordu. Hatta bu olasılıklara o kadar dalmıştım ki elimdeki fincanı tabağına sert koyduğumu çıkan sesten fark etmiş, Brandon’ın da dikkatini çekmiştim. Tek kaşını kaldırarak bana baktığında sadece omuz silktim. Sanırım bu tavrımdan sonra açıklama gereği duydu ki konuşmaya başladı.

“Çok yoruldun bugün, artık incelemene gerek kalmadı. Geçen ay için planladığımız bir üretim vardı ancak bu şirket için durdurmuştuk, onu üreterek bu zararı karşılarız muhtemelen!”

“Ama bu kaybedilen mevlayı geri getiremez. Unutuyorsun galiba şirketin avukatıyım ve o parayı bir şekilde geri almaya çalışmalıyım.”

Sert çıkan ses tonuma karşılık kaşlarını havaya kaldırarak, “Sen iyi misin?” diye sordu.

“Evet!”

Elimdeki dosyaları incelmeye devam ettim, aslında inceliyormuş gibi yapmaya devam ettim demek daha doğru olur! Onu ve konuşmasını önemsememişim gibi davranmak mantıklı bir hareket gibi göründü gözüme. Çocukça olduğunun farkında olsam da şimdilik buna kıskançlık adı altına almaktansa tavır yapmak daha mantıklı geliyordu.

“Ashley?” diye Brandon’ın sesiyle başımı kaldırıp baktığımda sehpanın kenarına oturmuş bana bakıyordu.

“Efendim?”

“Bu gece burada kalmamın bir sakıncası var mı?”

Kalabileceğini belirtir bir şekilde başımı sallarken “Kalabilirsin,” diye mırıldandım.

“O zaman şu kaprisli halini bir kenara bırak ve gel!”

Elimden tutup beni kaldırırken dosyaları sehpanın üzerine bıraktım ancak bırakırken de kendi kendime mırıldanmayı da eksik etmedim.

“Kaprismiş!”

“Evet, kaprislerinle bile çok güzelsin bir tanem!” Dedi belime sarılarak kendine çekti ve dudaklarını çene hizamda gezdirdi.

“Brandon…” diye mırıldandım hızlanan nefes alışlarımın arasında.

“Odan nerede?”
.
“Yukarıda, sağdaki son kapı!”

Dudaklarıma bir kez daha öpücük kondurduktan sonra kollarını benden belimden çekere elimden tuttu. Salondan çıkmamızı, merdivenlerden odama gidişimizi sanki bir rüyayı yaşıyormuşum gibi hissederek gittim. Odama gelip de odanın ortasında durduğumuzda birbirimizin gözlerine bakarak kollarımızı birbirimize doladık. O an tek düşündüğüm dokunuşunun verdiği zevk, yanımda olmasının verdiği huzur ve bakışlarında yakaladığım aşktı. Sanki hayat benim için O’ydu!

***

Alarmın sesine uyansam da gözlerimi açamıyordum sanki açtıkça yeniden kapanıyordu gözlerim. Üstelik şuanda o kadar huzurlu bir uykunun içindeydim ki uyanmayı bırak yerimden kıpırdamayı bile istemiyordum, ama alarmın susmak bilmez sesi beni hareket etme zorladı. Kapama düğmesine basıp başımı çevirip saatin kal olduğuna baktığımda gözlerim anında açıldı. Saat yedi olmuştu!

Lanet olsun! Lanet olsun! Bir saat sonra toplantımız vardı ve biz hala yataktaydık. Kahretsin!

Başımı çevirip Brandon’a baktığımda hala uyuyordu. Bir bacağını bacaklarımın arasına atmış, kolunu belime dolamış, başını benim yastığıma koymuş tamamen bana sokulmuş uyuyordu. Gülümseyerek elimin tersi ile yanağında gezdirdim elimi, derin bir nefes alarak onun uyanmamasına dikkat ederek yataktan çıktım. En azından ben duşumu alana kadar uyuyabilirdi.

Ilık su bütün vücudumdaki uyuşukluğu alıp götürmüştü. Sanki on iki saattir uyuyormuşum gibi hissediyordum kendimi. Oldukça dinç ve sıfır uyku…

Havluya sarılıp banyodan çıktığımda Brandon’ın uyanmış olduğunu gördüm. Gülümseyerek ona baktığımda yatağın içinde oturmuş, pike beline kadar çekili, bir eli saçlarının arasında bir elinde de telefon olduğunu gördüm.

“Tamam, Jennifer olur! Orada görüşürüz o zaman.”

Jennifer’ın adını duyduğumda istemsiz yüzüm asıldı. O kızla bu kadar yakın olmalarını anlamıyordum. Sabahın köründe arayacak kadar, bakışlarla anlaşacak kadar, birbirlerinin evlerine girip çıkacak kadar birbirleri ile anlaşıyor olmaları canımı sıkıyordu.

“Günaydın!”

Brandon’a bakarak düşüncelerime dalmış olduğumu onun sesini duyduğumda fark ettim. Yüzümde zoraki bir gülümsemeyle “Günaydın! Sekizden önce şirkette olmalıyız, toplantı var unutma!”  diye mırıldandım dolabımın karşısına geçerken.

“Bunu bugün ikinci kez duyuyorum!”

Brandon’ın sözleri üzerine bakışlarımı ona çevirip kaşlarımı kaldırdığımda kendini yatağa geriye doğru atıp bana döndü. Gülümseyerek bakıyordu.

“Jennifer, uyuya kalmayayım diye aramıştı!”

Anladığımı gösterircesine başımı salladım. “Anlıyorum! Tabi seni kaldırmalı biri!”

Umursamaz bir şekilde omuz silkip dolabıma geri döndüğümde sitemli bir şekilde sesini duydum.

“Problem ne? Sabah sabah bu tavırların anlamı ne? Benimle yatmaktan bu kadar pişmansan bir daha böyle bir şeye kalkışmam. Sanki seni istemediğin bir şeye zorlamışım gibi davranıyorsun!”

Bakışlarımı ona çevirdiğimde kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Daha ben bir şey söyleyemeden yataktan kalkıp iç çamaşırını giyindi. “Banyonu kullanabilir miyim?”

Sinirli konuşmasının verdiği şaşkınlıkla “Tabi!” diye mırıldandım sadece.

Brandon, banyoya girdikten ve su sesi duyduktan sonra iç çekerek yatağa oturdum. Derin nefesler alarak duygularımı kontrol altına almaya çalıştım. Sanırım kıskandığımı kabul etmeli ve bu konuyu Brandon ile konuşmalıydım yoksa başlamadan bu ilişkiyi bitirmeyi başaracaktım. Halbuki onu gerçekten çok istiyordum. Yanımda olmasını, bana dokunmasını… beni sevmesini…

Brandon banyodan çıktığında bende iç çamaşırlarımı giymiş elbisemi üzerime giyiyordum. Beline sarılı havluyu çıkarıp bana arkasını döndüğünde bakışlarım sırtındaki kasların kıvrımından sıkı poposuna kaydı. İçimden ıslak bedenini önemsemeden arkasından kollarımı bedenine dolamak geliyordu. Dudaklarımı sırtında dolandırırken onu baştan çıkarmak… tabi hiçbirini şuanda yapamazdım. Sınırlı zamanım vardı, toplantıya yetişmemiz gerekiyordu. İç çekerek aynanın karşısına geçtim ve saçlarımı toplayıp hızlıca makyajımı yaptım.

İkimizde hemen hemen aynı zamanda hazırlanmıştık. Odadan çıkıp aşağıya indiğimizde Brandon direk salona yönelirken ben durup, “Kahvaltı hazırlıyorum!” dedim.

“Benim içinse zahmet etme, canım istemiyor!”

Brandon arkasını dönmeden beni cevapladığında bozulduğumu kabul etmeliyim. Onu bu kadar boş vermesine sebep olacak bir şey yapmadığımı biliyordum ama niye onun bu kadar tavı aldığını anlamamıştım.

Derin bir nefes alarak salonun kapısına gidip ona seslendim. “Brandon?”

Yerinde doğrulup bana baktığında konuşmama devam etti. “Yukarıda olanlar…”

“Boş ver! Haklıydın işe başka şeyleri karıştırmak olmuyormuş. İkimizin de işine engel oluyor! Unut gitsin!”

Ben daha sözlerimi tamamlamadan kendi sözlerini söylemesi ve bu kadar acımasız olması kalbimi kırmıştı. Diyecek hiçbir şey bırakmamıştı sanki bana başımı anladığımı belirtircesine sallayıp salondan çıkıp mutfağa gittim.

Derin nefesler alıp duygularımı kontrol altına almaya çalışırken tezgaha dayamış olduğum ellerimin arasına aldım başımı. Biraz sakinleşir gibi olduğumda farkına varmadan tezgahtaki su barçağına çarptı kolum ve bardak yere düşüp kırılırken gözlerimi dikip izledim. Cam bardağın parçalara ayrılmasını izledim…

İç çekerek yere eğildim kırılan parçaları toplamaya başladığımda Brandon’ın endişeli sesini duydum. “Ashley?”

Başımı kaldırıp baktığımda onun mutfak kapısında endişeli gözlerle bana baktığını gördüm. Hiçbir şey söylemeden cam kırıklarını toparlamaya devam ettim.

“Ashley iyi misin? Dur yardım edeyim bir yerini keseceksin.”

Brandon önümde eğilip de büyük parçalarımı toplamaya başladığında “Gerek yok kendim hallederim. En kötü ihtimal elimi keserim o da sorun olmaz can benim canım istediğim gibi acıtırım!”

Neden böylesine saçma bir cümle kurup da olayı dramatize ettiğime dair en ufak bir fikrim yoktu ama dudaklarımdan dökülen sözler aslında tam olarak ruh halimi yansıtıyordu.

“Yanılıyorsun! Benim için değerlisin, canının acımasını hiç istemem. Kıyamam sana!”

Elindeki cam kırıkları çöp kovasına dökerken söyledikleri aslında hoş şeylerdi ama şuanda söylediği hiçbir şey, az önce söylediklerini unutturamazdı.

İnanmadığımı gösterircesine başımı salladığımda önüme kadar gelip kollarımı elleriyle sıkıca kavrayıp kendine çekti. Elimdeki camlar tekrardan yere saçılırken gözlerim gözlerine kilitlenmişti. Dudakları dudaklarımı bulurken söylediği tek bir cümle dünyalara bedeldi sanki.

“Senden cidden çok ama çok hoşlanıyorum.”

Dudaklarımda oluşan gülümsemeyle öpüşüne karşılık verdim. Kollarımı boynuna dolayıp da öpüşümüzü derinleştirirken telefonu çalmaya başladı. İç çekerek dudaklarımızı ayırdı ve başını çevirip mutfağın kapısına bakış attı.

“Toplantının da zararın da canı cehenneme! Hadi odana gidelim!”

Söylediği sözlerine kahkaha attığımda bakışları bana kilitlendi. “Seninle yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim” diye mırıldandım dudaklarını dudaklarıma bastırmadan hemen önce. Dudaklarındaki gülümseme dikkatimden kaçmamıştı.

Telefonu tekrar çalmaya başladığında ikimizde istemsizce ayrıldık birbirimizden. Brandon salona doğru ilerlerken ben de hızlıca camları toplayıp, kağıt havluyla yerin suyunu aldım. Burada işimi bitirip de salona gittiğimde Brandon’ın konuşmasını duydum.

“Bu iyi haber, zaten toplantıya yetişemeyecektik Jennifer!”

Başka bir şey söylemeden telefonu kapattığında bakışlarımız buluştu. “Sence de Jennifer seni çok aramıyor mu?”

Kendime hakim olamadan dudaklarımdan dökülen sözler Brandon’ın yüzünde kendini beğenmiş bir sırıtma olarak geri dönüş yaptı. Burnunu havaya kaldırıp sanki bir şeyi kokluyormuş gibi yaptı. “Havada kıskançlık kokusu mu var?”

Alaycı bir şekilde gülerek omuz silktim ve dosyalarımı toparlamak için sehpaya yöneldiğimde arkamdan kollarını belime dolayıp omzuma öpücük kondurmaya başladı. “Sadece sen… bunu sakın unutma! Sadece seni istiyorum!”

Başımı göğsüne yaslayıp kollarımı kollarının üzerine koydum. “Sana inanıyorum ve güveniyorum!”

Dudakları alnıma değdikten sonra benden uzaklaşıp dosyalarını topladı. B sırada toplantının bir saat ertelenmiş olduğunu da söylemeyi ihmal etmedi. Bunu duymak beni rahatlatmıştı sonucunda yetişmek için pek de çaba gösterir halimiz yoktu. Ne Brandon’ın ne de benim.

Evden çıktığımızda Brandon benden arabanın anahtarlarını aldı. Araba kullanmaktan fazlasıyla hoşlandığının farkına varmıştım zaten. Gülümseyerek o şoför tarafına yerleşirken bende yolcu koltuğuna oturdum. Çantamı ve evrakları arka tarafa koyduktan sonra kemerimi bağladım.

Yol boyunca konuşmadık ama Brandon bir eli direksiyonu tutarken diğer eli benim ellerimin üzerindeydi. Bu durum dudaklarımdan hiç eksilmeyen bir gülümseme oluşturmuştu.

Borghensee Holdingine geldiğimizde ikimizde arabadan inip binaya doğru yürümeye başladık. Bu sırada yine Brandon’ın telefonu çalmaya başladı. İç çekerek onu arkamda bırakıp asansöre doğru yürümeye başladım. Adım kadar emindim ki yine Jennifer arıyordu. İç çekerek Brandon’ın sözlerini zihnimde tekrarladım. “Sadece sen… sadece sen…”

Asansörün önüne gelince çağrı düğmesine basmak için elimi uzattığımda başka birinin eliyle ellerimiz birbirine değdi. Gülümseyerek elimi geri çektiğimde adam çağrı düğmesine basarak çağırdı asansörü. Bakışlarım asansörün kapısına dönünce adam konuşmaya başladı.

“Sizi daha önce burada görmemiştim, yeni misiniz?”

Gülümseyerek adam döndüğümde sorusunu yanıtladım. “Evet, ilk haftam henüz, yeni başladım.”

“Ahh, sizi daha önce görmemiş olmam bundan olmalı. Kabalığımı bağışlayın kendimi tanıtmayı atlamışım, ben Mark Smith.”

Uzattığı eli tutup tokalaşırken kendimi tanıttım. “Bende Ashley Grench! Borghensee Holdinglerin yeni avukatıyım.”


“Bay Smith?”

Brandon’ın arkamdan gelen sesini duyduğumda ona doğru döndüm. Birkaç adım da yanımıza yaklaşmış, keskin bakışlarını Mark Smith’e yöneltmişti.

“Bay Veldone!”

“Burada ne işiniz var? İşten ayrıldığınızı mı unuttunuz?” Brandon’ın ses tonunda iğneleyici bir ton vardı.

“Hayır, unutmadım! Ayrıca, unutmayın Bay Veldon ben unutmam, unutacak kadar hafızam güçsüz olsaydı avukat olmazdım!”
.
“Buranın avukatı mıydınız?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak şaşkınlıkla.

“Evet Bayan Grench, sizden önceki avukat bendim. Aslında buraya da bazı dosyaları teslim etmek için gelmiştim. Ama isterseniz size hem dosyaları vereyim hem de biraz bilgi vereyim ne dersiniz?”

“Gerek olduğunu sanmıyorum Ashley, zaten gerekli her bilgiyi biliyor!”

Benim konuşmama fırsat vermeden Brandon’ın konuşmaya dalması ve bana seçenek bırakmaz bir şekilde konuşmasına kaşlarımı çatarak baktım. Sanki ben orada yokmuşum gibi, bakışlarını Bay Smith’e odaklamıştı.

O an biraz Brandon’a inat olsun diye, “Tabi, dosyalara bakmayı isterim, yukarı odama çıkalım!” Dedim.

Asansör gelince bir tarafımda Brandon bir tarafımda Mark Smith duracak şekilde asansöre bindik ve yukarıya çıkışımı boyunca üçümüzde sessizdik ama sessizlikten çok boğucu bir gerginlik hakimdi asansörün içine.

Derin bir nefes aldığımda Brandon’ın dikkatini çektim. “İyi misin?” diye mırıldandı eli elime dokunarak. “Hala gelemedik..” diye karşılık verdiğimde sırıtarak bana baktı.

“Klostrofobin mi var?”

Bakışlarındaki anlayışa karşılık kaşlarımı çatarak baktım. “Hayır! Gerilim fobim var.”

O elimi tutup parmağı ile avucumun içini okşarken iç çekerek “ben hiçbir şeyden korkmam,” diye mırıldandım.

“İşte buna inanırım, bu arada dün gece ki telefon…”

“Brandon!”

Onun amacını anlıyordum. Vahşi hayvanların yerlerini işaretlemeleri gibi sözleri ile ona ait olduğumu vurguluyordu Bay Smith’e. Bu adamla ne alıp veremediği vardı bilmiyordum gerçi merak da etmiyordum ama bu şekilde açık davranması anlaşma maddelerindeki can alıcı maddeye ihanet ettiğimi gösteriyordu. Şuanda bunu kimseye açıklamaya niyetli değildim.


Asansörün kapısı açıldığında diğerlerinden önce ben çıktım ve odama doğru yürümeye başladım. Onların arkamdan geldiğini ayak seslerinden duyuyordum.

“Toplantıya yarım saat var, unutma.” diyerek göz kırptı Brandon ve kimseyi umursamadan dudaklarımın kenarına öpücük bıraktı.

Bay Smith, her ne kadar aramızdakilerin farkında olsa da bir şey söylemedi. Ben odama girerken o da arkamdan geldi. Çantasından çıkardığı dosyaları bana verdi. Ben masaya bırakınca da yanıma gelip dosyaların detaylarını anlatmaya ve bana bazı önemli ayrıntıları göstermeye başladı.

Çalışmaya kendimizi o kadar kaptırmıştık ki toplantı aklımdan çıkmıştı. Kapının açılmasıyla Bay Smith ile başımızı kaldırıp kapıya baktığımızda Brandon’ın çatık kaşları ve sert bakışlarıyla karşılaştık.

“Toplantıya bekliyorlar seni!” Sesi de en az bakışları kadar sertti.

“Bende artık gideyim! Umarım görüşürüz tekrar…” diyerek elimi sıktı Bay Smith ve çantasını alıp odadan çıktı ama gözümden kaçmamıştı çıkarken alaycı bir şekilde gülmüştü Brandon’a ki bu Brandon’ı daha fazla sinirlendirmişti. Ellerini yumruk yapmıştı. Onun peşinden çarparak kapıyı kapattı ve bana yaklaşarak konuşmaya başladı.

“Eminim bu kadar yakın durmanızın bir açıklaması vardır!”

“Sadece dosyaları açıklıyordu!” dedim toplantı ile ilgili dosyaları almak için yerimden kalktım ve yanından geçerken kolumu tuttu.

“O yüzden mi seni her an öpebilecekmiş gibi duruyordu!”

“Brandon, saçmalıyorsun! Adam sadece dosyaları anlattı, oradan bakıldığında nasıl görünüyor bilmiyorum ama bizim durumumuzda böyle! Şimdi canımı acıtıyorsun kolumu bırak!”

“Ashley, sen benimsin ve seni kimseyle paylaşmam… Bunu sakın unutma!”

“Senin malın olduğumu unutmuştum hatırlattığın için sağ ol!” Kolumu sert tutuşundan kurtarıp dosyaları alarak odadan çıktım. Peşimden odadan çıktığını ve bana yetişmek için hızlı adımlar attığını ayak seslerinden duyuyordum.

“Öyle demek istemediğimi biliyorsun.”

Cevap vermediğimi görünce daha yumuşak ve sevgi dolu bir sesle konuştu. “Ashley, sevgilim yapma sadece sizi öyle görünce kıskandım! O adamı burada çalışırken de sevmiyordum bir de senin yanında görünce… Kendime engel olamadım.”

“Katılmamız gereken bir toplantı var izin verirsen ona odaklanmak istiyorum!”

Aslında kıskanması ve bunu itiraf etmesi hoşuma gitmişti ama bunu şimdilik belli etmek istemedim. Ona çaktırmadan yüzümde oluşan gülümsemeyi silmeye çalışıyordum ama bu toplantı odasına girip de Brandon’ın Jennifer’ın yanına oturması ve konuşmalarıyla pek de zor olmadı. O kadında beni huzursuz eden bir şey vardı ve bu beni rahatsız ediyordu.

“Pekala, Brandon’ın dediği gibi yapıp geçen ay ki projeyi üretime geçirelim en azından kısa sürede toparlanmamıza yardım eder…” Dedi Bay Rosewood.

“Şu dolandırılan mevlayı geri alabilme olasılığımız var mı?” Diye sordu Bay Borghensee.

“Bunun üzerinde çalışıyoruz Elizaer!” diyerek boş durmadığımızı göstermeye çalıştı Charles.

“Aslında alma olasılığımız yüksek. Parayı aldıktan sonra akrabalarından birinin üzerine geçirmişler bunun üzerine gidersek alabiliriz!”  diyerek bende konuşmaya katıldım.

Bir süre daha bu konu üzerine konuşuldu ve ardından toplantı bitti. Herkes önündeki dosyaları toplamaya odaklanırken Jennifer ile Brandon yine konuşmalarına geri dönmüşlerdi. İçim içimi yiyordu resmen, ama hiçbir şeyde yapamıyordum. Sessizce dosyaları toparladım, aslında biraz da yavaş yapıyordum işimi belki benim de buradaki varlığımı fark eder diye ama keyifleri yerindeydi kimseyi fark edecek durumda değillerdi.

“Ashley, ben şu dolandırıcı işini kovalayacağım bunun için savcılığa gideceğim, gelmek ister misin?” Diye sordu Charles düşüncelerimi dağıtarak.

“Yapabileceğim bir şey var mı?”

“Aslında yok! Neler yapabileceğimize bakacağım ve suç duyurusunda bulunacağım bu konu hakkında.”

“O zaman gelmesem daha iyi olur, ayakaltında durmamış olurum! Buradan neler yapabiliriz bir araştırayım bende.”

“Tamam, sen bilirsin!”

Charles, eşi Lisa’yı yanına alarak kapıya doğru yürümeye başladıklarında benimde tehditler için suç duyurusunda bulunmam gerektiği aklıma geldi. Birden elimdeki işi bırakıp onlara döndüm.

“Charles, bende gelsem iyi olur! Son zamanlarda tehdit telefonları almaya başladım, bu konuda yapabilecekleri bir şey var mı öğrenmek istiyorum!”

Charles, bana bakarak açıklamamı dinledi ardından da başını sallayarak, “Tamam, giderken odana gelirim beraber çıkarız!” dediğinde başımı salladım tamam anlamında. Onlar çıktıktan sonra dosyaları elime aldığımda Brandon’ın bakışlarını fark etti. Sonunda buradaki varlığımı fark etmişti. Derin bir nefes aldım ve dosyaları elime alıp odadan çıktım.

Odama gittiğimde Kate dosyalarla ilgileniyordu. Bana gülümsedikten sonra işine devam etti, bende dosyaları yerlerine yerleştirip incelemem gerekenleri masama bıraktım.  Bu sırada kapı açılıp içeriye Brandon girdi. Bu adama kapıyı çalmayı öğretmemişler miydi acaba?

Kate hemen kapıya doğru hareketlenerek, “Ben size kahve getireyim!” dedi.

“Ben istemiyorum Kate; ama Bay Veldon istiyorsa getir lütfen!”

“Kate, bizi yalnız bırakır mısın?”

Kate başını sallayıp odadan çıktığında Brandon masamın yanına gelip kalçasını masanın kenarına dayadı ve bakışlarını bana dikti.

“Tehdit telefonları da ne?”

“Önemli bir şey değil!”

Baştan beri anlatmaya çalıştığım şeyi anlamamakta ısrar etmişti. Şimdi önemsemiş olması benim için artık önemsizdi.

Bakışlarımı elimdeki kağıtlara çevirdiğimde,  Brandon sinirle elimden kağıtlara alıp masaya bıraktı.

“Bırak şu lanet olası şeyleri de bana bak!”

Yüksek ses tonu yüzünden sinirlenerek ayağa kalktım. “Sana önemli bir şey olmadığını söyledim!”

“O yüzden mi savcılığa gitme gereği duyuyorsun?”

“Birincisi bana bağırma Brandon, ikincisi bu bir başlangıç ve bende önlem alıyorum! Şimdi tatmin oldun mu? Sana bunları en başından beri anlatmaya çalışıyordum. Daha yeni mi anlıyorsun önemini!”
Masamın yanından uzaklaşıp odanın içinde dolandı ardından bir elini saçlarının arasına geçirdi diğer elini kumaş pantolonun cebine soktu. “Sadece endişeleniyorum, sana bir şey olacak diye!”

Onu bu şekilde görmek bütün sinirlerimi alıp götürdü. Görünüşü müdürün odasının önünde bekleyen bir liseli gibiydi. Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu.

“Merak etme sadece önlem ve bir şey olmayacak!”

“Bir şey olursa beni arayacaksın! Saat kaç olursa olsun!”

Gülümseyerek onaylayacaktım ki toplantı odasında Jennifer ile olan durumları gözümün önüne geldi ve istemsizce gerilmeme neden oldu.

“Sanırım arayamam! Belki Jennifer ile birliktesindir, gecenizi veya eğlencenizi bölmek istemem!”

“Bu da ne demek?”

“Toplantı salonunda toplantı ile ilgilenemeyecek kadar önemli bir konu üzerinde konuşuyor olmalıydınız?”

“Sandığın gibi değil Ashley! Hem sabah söylemiştim sadece sen varsın! Jennifer ile küçüklüğümüzden beri arkadaşız, aramızda hiçbir zaman öyle bir şey olmadı… olamaz da! Özellikle sen varken olması da imkânsız zaten!”

Sözleri beni tatmin etmişti. Gülümseyerek onun yanına doğru bir adım atmıştım ki kapı çaldı. Olduğum yerde durarak içeriye girebileceklerini söylediğimde Charles içeriye girdi. Hazır olduğunu, aşağıda beklediğini söyledi.

Charles’ın bakışları Brandon ile benim aramda bir iki kez gidip geldikten sonra Brandon’a baktı. “Jennifer seni arıyordu, haberin olsun.”

Charles çıktıktan sonra Brandon yanıma gelip elini çenemin altına koydu ve başımı kaldırdıktan sonra hızlıca tutkulu bir öpücük çaldıktan sonra sırıtarak baktı.

“Bu akşam içinde plan yapma, yemeğe çıkalım!”

“İptal olacak bir yemek için plan yapmayalım istersen!”

“Neden iptal olsun ki? Benim bir planım yok, senin de varsa iptal et! Bu akşam benimlesin… Sabaha kadar…”

Göz kırptıktan sonra itiraz dinlemek istemediğini belli edercesine odanın kapısını açtı ve dışarı çıkmam için beni bekledi. İç çekerek çantamı ve tehdit mektuplarını yanıma alıp odadan çıktım. Ben asansöre doğru giderken  Brandon’da benim ters istikametime doğru ilerlemeye başladı.

“Bende seni arıyordum Brandon!” Jennifer’ın sesini duyduğumda arkamı dönerek onlara baktım. Jennifer, Brandon’ın koluna girmiş gidiyorlardı. Brandon biran arkasına bakmak için başını çevirdi benim bakışlarımı yakaladı; gülümsedi ve göz kırptı bu hareketi gülümsetmişti beni

Alt kata indiğimde Charles beni bekliyordu. Beraber onun arabasına binip şirketten ayrıldık. Adliyeye gelince arabayı park edip arabadan Charles ile birlikte indik ve içeriye doğru yürüdük. Bu sırada ikimizde de sessizlik vardı ki şuanda konuşmak da istemiyordum. Nasıl bir suç duyurusunda bulunabilir nasıl bir koruma isteyebilirdim diye düşünüyordum.

“Ashley, benim tanıdığım bir savcı var bu tarz işlerle çok içli dışlı onunla konuşacağım, sen de benimle gelip ona mı danışmak istersin yoksa…” Charles konuşurken araya girip sözünü kestim.

“Charles, ben başka birini bulurum. Öylesi daha iyi…”

“Tamam, o zaman telefonlaşırız.”

Başımı sallayıp onun gidişini izlerken kararsızlıkla iç çektim. Sanırım boşuna gelmiştim. Hiçbir şey için bir başvuruda bulunmayacaktım.

Kapıdan çıkıp Justin’in numarasını çevirdim. Uzun süredir onlarla konuşmamıştım ve sanırım iyi olup olmadıklarını öğrenmek için en uygun zamandı şuanda.

Justin’in telefonunu uzunca çaldırmama rağmen açmadı. İkinci kez aradım… yine aynı sonuçla karşılaşınca üçüncü kez aradım. Telefonlara cevap gelmemesine gerilirken gözlerim etrafta dolanıyordu.

Bir an… nasıl oldu bilmiyorum ama bir anda yolun karşısında bulunan siyah araba dikkatimi çekti. İçinde telefonla konuşan adam gözlerini dikmiş sanki beni izliyordu. Kaşlarımı çatarak etrafıma bakındım. Şuanda burada benden başka kimse bu bakışların hedefi olabilecek konumda değildi.

Gözlerimi kısmış kaşlarımı çatmış arabaya doğru sakin ama yavaş iki atmıştım ki telefonum çalmaya başladı. Yerimde sıçrayarak elimdeki telefona baktığımda ekranda Justin’in adını gördüm.

“Neden telefonlarımı açmıyorsun?” diye çıkışarak açtım telefonu bakışlarımı tekrardan siyah arabaya odaklarken.

“Üzgünüm spor salonundaydım,  gelince duşa girdim ki duymadım, bilirsin beni duşa girince müzik açarım… Bir problem mi var Ashley?”

“Hayır, sadece merak ettim ne durumdasınız diye?”

“İyiyiz ama anlamadığım şeyler oluyor?”

Justin’in son söylediği söz dikkatimi çekmiş olduğum yerde durmama neden olmuştu. “Ne gibi?”

“Ne gibi mi? Bende sen biliyorsundur diyordum. Nedenini bilmediğim bir sebepten ötürü her an bir adam peşimde… Koruma… Çok ihtiyacım varmış gibi. Daha da kötüsü geçen gece yurt odam darmadağınıktı; biri girmiş bir şeyler aramış gibi…”

“Birincisi koruma iyi olmuş bu Dean’ın işidir. Bir bildiği vardır kesin fazla sorgulama bence! İkincisi dosyaları odana götürmüyorsun değil mi?”

“Tabiki, hayır! İncelediğim, bulduğum bütün dosyaları Bay Carry’nin ofisinde tutuyorum. Bu konuda oldukça hassas davranıyor Bay Carry. Sanki bana güvenmiyor gibi…”

“Bu güvensizlik değildir… Tamamen seni güvene almak için yapıyordur bunu. Eğer odana giren kişiler davayla alakalı kişilerse muhtemelen bir şeyler aramışlardır. Ki bulamamışlardır, bu da senin dava dışında zannetmelerine sebep olur. Böyle hayati tehliken söz konusu olmaz…”

“Haklısın… Peki, sen ne durumdasın?” Ustaca bir manevra ile konuyu değiştirmeye çalışmasına izin verdim. Kendi hakkında özellikle bu tür bir konuda konuşmak istemeyeceğini tahmin ediyorum.

“Aynı, hiçbir gelişme yok!”
“Ne gelişme olacaktı ki? Sen çalışıyorsun, çalıştığın holdingle ilgilenmelisin, diğer işleri Bay Carry ile bana bırak. Hem sesin geçen konuşmamıza kıyasla oldukça iyi geliyor. Yani şey gibi…”

“Ne gibi Justin?”

“Jackson ile birlikteyken gibi… Mutlu… huzurlu…  Biri mi var?” Diye sordu direk dolandırmadan.

Derin bir nefes alarak, “Evet!” dedim.

“Şaka yapıyorsun? Çalıştığın yerden mi?”

“Evet! Bundan dolayı kimse bilmemeli. İmzaladığım sözleşmede bu tarz şeyler kovulma sebebi…”

“Anladım, merak etme aramızda. Ama senin adına sevindim. En azından bu kadar olayın arasında huzura ihtiyacın vardı. Dur bir dakika Care Dava’sında olduğunu biliyor mu?”

“Evet ve o kadar deli ki umursamıyor!”

“Sevdim ben bu adamı… Neyse benim kapatmam gerek derse geç kalacağım yoksa. Tekrar görüşürüz! Dikkatli olun Bayan Grench. Ayrıca sevgili konusunu daha sonra tekrar konuşalım. Bu adamı merak ettim. Bu sefer doğru bir tercih gibi görünüyor. Jackson gibi göt herif değil!”

“Sende dikkatli ol Justin. Lütfen dikkatli ol ve Dean’ın talimatlarına da karşı çıkma.”

Gülümseyerek telefonu kapattığımda çevreme olan ilgilimi Justin ile konuşurken kaybettiğimi fark ettim. Gözlerim yine siyah arabayı aradı ve kolaylıkla buldu. Yine bana bakıyordu. Gözlerini kaçırmadan, korkmadan direk bana bakıyordu. Beni izlediğini gösteriyordu.

Ondan korkmadığımı göstermek istercesine ona doğru yürümeye başladım. Benim kaşlarım ne kadar çatık ise onun yüzünde de o kadar alaycı bir ifade vardı. Dudaklarını oynatarak bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini duyacak kadar yakınında. Bunun verdiği sinirle kaldırımdan ayağımı yola atmamla bir korna sesi duymam bir oldu. Hemen geri çekildim kamyonun geçmesini bekledim ama o geçtikten sonra baktığımda siyah araba orada değildi. Yola çıkıp sağa sola bakındım ama yoktu. Bu kadar çabuk ortadan kaybolmasına şaşkın bir şekilde orada kalakalmıştım.

Tekrardan geldiğim yere yürümeye başladığımda Charles’ı gördüm. Gülümseyerek bana baktı; gülümsemeye çalıştım ama pek başarılı olmadım. Beraber sessizlik içinde onun arabasına bindik her ne kadar ben pek bir şey yapamamış olsam da önemsemedim ve holdinge doğru ilerlemeye başladık. Benimse aklımda hala siyah arabadaki adam vardı. Kimdi, bu davada ne gibi bir işi vardı bilmiyordum. Benim akılsız kafam ne arabanın markasına ne de plakaya bakmayı akıl etmişti. Bazen o ana o kadar takılı kalıyordum ki başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. İşte o zaman da öyle bir zamandaydım sanırım.

İş yerine geldiğimiz de daha doğrusu Charles beni bırakıp gittiğinde etrafıma bakarak içeriye girdim. Her an bir yerden çıkabilecek birini arıyordum sanki. Asansöre binip katın düğmesine bastım ve adamı gözümün önünde canlandırmaya çalıştım, ama bir türlü aklıma gelmiyordu… Tek net bir şekilde hatırladığım alayla kıvrılmış dudaklarıydı. Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. Bu sırada asansörün kapısı açıldı ve içeriye siyah gözlüklü bir adam girdi. Üzerinde siyah takım vardı. Garip bu adamı burada ilk defa görüyordum. Sanki çok uzun süredir buradaymışım gibi buradaki çalışanları tanıyacaktım. Ciddi anlamda garipleşmeye başlamıştım. Bu adam içimde yine de garip hislere neden oluyordu. Asansörün kapısı açıldığında odamın katına geldiğimi anladım ve asansörden indim; yürürken refleks olarak arkama baktım ki asansörün kapısı kapanırken içerideki adamın dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Buna karşılık kaşlarım çatıldı; bu gülümseme o siyah arabadaki adamın gülümsemesiydi. Hızla geri dönüp asansöre doğru ilerlemeye başladım ama geç kalmıştım. Koşar adımlarla odama yürüdüm, içeriye girdiğimde direk camın önüne gittim ellerimi cama koyarak aşağıya bakmaya başladım. Gözlerim o arabayı, o adamı aradı; ama hiçbir şey göremedim.

“Endişeli gibisin, her şey yolunda mı?”

Duyduğum sesle yerimde sıçradım. Hızla arkama dönüp baktığımda sesin sahibin Brandon olduğunu gördüm.  Derin bir nefes alıp elimi kalbimin üzerine koyarken kaşlarım çatılmıştı.

“Lanet olsun! Bundan sonra odama ben yokken girme… Tanrım!”

Derin nefesler alıyor sakinleşmeye çalışıyordum.

“Sen dönem dönem böyle gerilme evresi falan mı geçiriyorsun? Hayır, problem değil ama arada böyle parlamaların kırıcı oluyor, söyle bari de o zamanlarda çevrende bulunmayayım.”

Brandon’ın kırgın ve endişeli ses tonuna karşılık bakışlarımı ona doğru çevirdim. Derin nefesler alırken arkasını dönüp kapıya ilerleyişini izledim.

“Sadece kötü bir gün geçiriyorum!” diye mırıldanıp ona doğru bir iki adım atmamın ardından bana doğru geldi. Beni kollarının arasına alırken “Ne oldu?” diye sordu.

Başımı göğsüne yaslayarak güven verici varlığının tadını çıkardım.

“Önemli bir şey olmadı. Sadece artık çok yoruldum. Bu dava ile uğraşmaktan, her daim tetikte olmaktan, çevremde hep uyarı aramaktan çok yoruldum.”

Brandon beni kollarında sıkıcı sarınca kollarımı ceketinin atından beline dolayıp gömleğinin üzerinden sıcaklığını hissettim. Çenesini başıma dayayıp, arada dudaklarını saçlarıma değdiriyordu. Derin nefeslerle kokusunu içime çekip sakinleşiyordum.

Ne yazık ki bu huzur uzun sürmedi. Aniden açılan kapı ile Brandon ile beraber başımızı kapıya çevirdik. Birbirimize sarılmış, yeterince samimi bir görüntü sergilerken kime yakalandığımıza baktık.

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


5 yorum :

  1. Merhaba
    7.bölüm yorumumu yapamamıştım bu bölüm yorumumla birleşik yazıcam :)
    Öncelikle itirafın gelmesine ve ilişkilerinin başlamasına çok sevindim ve okurken oh be dedim :) Bu davayla ilgili sorunlar ne zaman çözülecek meraklanıyorum.Ashley'in Brandon'ı düşünüp birlikte olmak istememesi çok tatlıydı ama brandon bırakmadı tabi iyide yaptı.:)))
    Bu bölümde ful çalıştılar.Jennifer'a bende sinir oldum sürekli gülmeler fısıldaşmalar falan.Ashley'in bu konuya tepkili şekilde onun evine gitmeleri iyiydi.
    Evdede brandonla yalnız kalması çok iyiydi.Sonra dayanamayıp birlikte olmaları :D Özlediler tabiiki :)
    Jenniferla Brandon küçüklükten beri beraberlermiş.İyi bari ama genede ashley yakayı elden bırakmasın.Mark'ın ashleye sünmesi brandonun kıskanması çok güzeldi! :) Ama ben emlakçı james birgün şirkete gelsin falan brandon dahada kıskansın isterim.Ayrıca justinide katele sevgili yapabilirsin benden öneri :)
    Bakalım bu dava nolacak? Siyah giyimli adam ve siyah arabası.Ashley tehlikede.Ve bence sondada yakalandıkları kişi charles olabilir.
    Bakalım nolacak? Devamını bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oovvvv hayal gücüne ve kurgu yeteneğine hayran kaldım. Bir şeyleri tutturdun ama bakalım ;)

      Yorumun için çok teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Ben o Ashley olsaydım o Jennifer denen iyi aile çocuğunun saçını başını yolladım :) saka bir yana ilerleyen bölümlerde kızımızı hayin planlar içinde bulma dileği içindeyim. Konuların akışı çok güzel. Begenmesem hayatda yorum yazmayazmam.Bayıldım. Beğendim. Kim tutar seni yaz güzelim ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oyyyyysss bu yorumlar yazma isteğini tavan yaptırır teşekkürler canım :)

      Sil
    2. GÜLSÜMCÜM kızım doğru okusana şu hikayeyi jennifer ın bi suçu yokki kadin zorla nişanlayo bence burdaki tek suç incinin he he arada ekşın vermeden rahat edemiyo malesef bide baştan seni uyardım ben demi çok seveceksin diye ama dikkat et fazla sevme sonra bende sana ekşın uygularım ona göre he he he :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın