Bütün gece Brandon’dan haber alabilme olasılığıyla beklemiştim ve neredeyse beş dakika da bir aramıştım ama hiçbir şekilde ulaşamamıştım. Güneş doğalı çok olmuştu, ben hala camın önünde onu bekliyordum. Telefonun elidme birden titremesi ile camdan başımı çevirip telefona baktım. Mesaj gelmişti Justin’den. İçimdeki hayal kırıklığı ile iç çekerek okudum mesajı; “Müsaitsen konuşalım!” yazmıştı rahatsız etmek istemediği belliydi. Şuanda kimseyle konuşmak istemiyordum ama önemli bir şey olabilirdi… Bu düşünceyle Justin’i aradım.
“Ne oldu Justin?”
Birden konuya girmiş olmam Justin’i şaşırtmıştı. “Hey iyi misin? Bu ne stres... Anlaşılan Bay Carry sana mezarın açıldığını ve otopsiye başlandığını söylemiş. Neyse ben sadece nasılsın diye sormak için aramıştım.”
“Evet, Dean söyledi dün… Ben iyim sadece kötü bir gün geçiriyorum o kadar. Sen nasılsın Bay Black’tan haberin var mı?”
“Bu sabah Bay Carry konuşmuş kendisi ile dün başlamışlar çalışmaya birkaç bir şey bulmuşlar ama hemen söylemek doğru olmayabilirmiş o yüzden bir şey söylemiyorlar şimdilik!”
“Anladım, bir şey öğrenirseniz bana da haber verin ve Justin bundan sonra Dean’ın sözünden çıkmak, başına buyruk hareket etmek yok! Anlaşıldı mı?”
“Ahh hadi ama Ashley sanki öyle bir yapıya sahipmişim gibi konuşuyorsun!” Diyerek beni güldürmüştü çünkü gerçekten öyle bir yapıya sahipti. İçindeki asi ruhu dizginleyemediği bir gerçekti.
“Eminim öyle değilsindir!” Derken başımı sallıyor ve gülüyordum.
“Tamam, tamam… Söz veriyorum bundan sonra çok daha dikkatli olacağım…”
Telefonu kapattığımda camdan tekrar baktım ve gelen gidenin olmadığını bir kez daha gördüm… Kolumdaki saate baktığımda zamanın nasıl akıp gittiğini anlamadığımın farkındalığıyla iç çektim. Artık gelmeyeceğinin kabul ettiğimde masayı toplamaya başladım. Elimdekileri mutfağa bırakırken içindeki huzursuzluk o kadar yoğundu ki bir kez daha Brandon’ı arama isteğine karşı koyamadım. Sonuç ise… aynıydı! Kapalıydı telefonu.
İçimde inanılmaz bir merak vardı ne yaptığına veya ne yapmaya çalıştığına dair ama bu duyguları bastırdım ve sakin olmaya çalışarak masayı topladım. Yemekleri dolaba koydum, bu yemekler bana muhtemelen birkaç gün giderdi. Şarap şişesini elime aldım ve sinirle yere fırlatmak istedim bu içgüdü o kadar kuvvetliydi ki… ama yapamadım. Ne zaman sinirlensem Brandon’ın o beni kendimden geçiren gözleri gözümün önüne gelerek beni sakinleştiriyordu. Tıpkı şimdi sakinleştirdiği gibi… Derin bir nefes alarak şarap şişesini açtım ve kadehlerden birini doldurdum. Dün öğlenden beri hiç bir şey yememiştim ama canımda istemiyordu. Bundan dolayı dünden beri mideme giren tek şey bir yudum aldığım şarap oldu!
Elimde kadehle yukarıya odama çıktım. Hava neredeyse kararmak üzereydi ve benimde üzerimde uyku hali vardı ki bunda dün gece uyumamamın da payı vardı. Kadehten bir yudum daha aldım ve dolabın karşısına geçerek bir pantolon ceket takımı çıkardım, içine giymek içinde gömlek. Bunları dolabın kapağına astım. Çekmeceden geceliğimi aldım ve banyoya gittim. Duşun suyunu açtım bir banyonun ardında da deliksiz bir uyku istiyordum. Tabi uyuyabilirsem.
Ilık suyun altında kendimi tamamen gevşemiş ve rahatlamış hissediyordum. Bir süre kalmak oldukça iyi bir fikir gibi geliyordu. Bunun için uzunca bir süre kaldım suda. Ardından da banyodan çıkıp havluya sarıldım… Aynanın buğulanmış camını bezle silip saçlarımı suyunu aldım ve bedenimi de kurulayarak geceliğimi giyinip odama geçtim. Saçlarımı fönle kurutup veya düzleştirmekle uğraşmayı planlamıyordum yarın hallederdim bir şekilde. Bundan dolayı hemen yatağa yattım ve gözlerimi kapattım.
Biran için boğazımdan bir el hissettim ve sanki nefes almamı engelliyormuş gibi geldi. Olduğum yerde çırpınmaya başlamıştım ki gözlerimi açtım. Seri hareketlerle odaya göz gezdirdim. Sonra kalkıp ışığı yaktım. Hala nefes almakta zorlanıyordum. Belli ki rüyaydı ama gerçekmiş gibi hissettiren bir rüya… Eğer bir rüyaysa neden hala nefeslerim boğazımı acıtıyor ve sanki ciğerlerim uzun süre nefessiz kalmışım gibi aldığım nefes yetersiz geliyordu?
Elim boğazıma gitti. O kadar gerçekçiydi ki. Sert ve büyük bir eldi. Boğazımın tamamını kavramıştı neredeyse… Yataktan çıkıp aynanın karşısına geçtiğimde boğazımdaki kızarıklığı gördüm. Refleks olarak başımı odamın kapısına çevirip de kapının aralık olduğunu gördüğümde hemen kapıyı kapatıp kilitledim. Yaşadığım o şey rüya değildi gerçekti. En azından boynumdaki iz bunun kanıtıydı! Gerçekten biri yatak odamda beni boğmaya çalışmıştı. Çalışmıştı? Bu doğru değildi; çalışmış olsaydı bunu yapabileceği halde bırakıp gitmezdi. Gitmek? Gitmiş miydi? Odamda yoktu, hızla banyoya gidip baktığımda banyo da boştu. Evdeyse odamın kapısı kilitliydi eğer içeriye girmeye çalışırsa hemen polisi arardım. Polis… Neden aramak için bekliyorum ki? Hızla odama geri dönüp telefonumu aradım… Çantamın içine bile baktım ama yoktu! Brandon’ı aramak için salona indiğimde orada bırakmıştım. Gözlerimden akan yaşları silerek yatağıma geçip oturdum ve dizlerimi kendime doğru kıvırıp kollarımı etrafına doladım ve güneşin doğmasını beklemeye başladım. Aslında güneşin doğması da bahanemdi. Dışarıya çıkacak cesareti henüz kendimde bulamıyordum.
Güneş doğmuştu ve ben hala aynı şekilde oturuyor evdeki sessizlikte bir ses arıyordum. Bir an için kapımın açılmaya çalışmasıyla yerimde sıçradım ve yataktan kalkarak cama doğru yaklaştım. Ama kapının altından vuran ışıkta bir hareketlilik göremedim. Kolumdaki saate baktım; saatin kaç olduğunu merak etmiştim. Aslında merak etmemin sebebi odadan çıkabileceğim tek bahane işe geç kalma olasılığımdı. Bu şekilde kendimi kandırıp korkumu bir kenara atarak odadan çıkabilirdim ama ne yazık ki bu düşüncem geri tepti çünkü iş saatime henüz bir buçuk saatim vardı. Derin bir nefes alarak dolabın kapağına astığım takımı elime alıp yatağın üzerine koydum ve üzerimden geceliğimi çıkarıp üzerimi giyinmeye başladım. Daha sonra siyah kol çantamı aldım ve diğer çantamdan gerekli eşyalarımı çıkarıp bu çantama koydum. Ardından da aynanın karşısına geçerek saçlarımı düzleştirdim ve her zamanki gibi topladım. Boğazımdaki kırmızılığı da bir fular bağlayarak kapattım. Ayağıma süet topuklu siyah ayakkabılarımı giydim. Nasıl hem bu kadar korkuyor hem de bu kadar sakindim bilmiyorum. Normal bir insan hemen evi kontrol ederdi. Korkunun ecele bir faydası yoktu sonuçta! Ama ben önce üstümü giyinmeyi tercih etmiştim! Sanırım cidden tuhaf bir davranış sergilemiştim, gerçi bu şuan kimin umurundaydı ki!
Derin bir nefes alarak odanın kapısına yaklaştım ve ellerimin titremesini önemsememeye çalışarak kapıyı açtım, bir adım atarak kendimi her türlü şeye hazırladım ama koridorda hiçbir şey göremedim. Her şey bıraktığım gibi görünüyordu. Bundan aldığım cesaretle yürümeye başladım. Evdeki sessizliği topuk seslerim bölmeye başlamıştı. Aşağıya indim ve etrafıma bakarak salona gittim. Laptopumu çantasına koydum ve telefonuma bakındım salonda yoktu. Laptopun çantasını elime alarak mutfağa yürüdüm adımlarım oldukça yavaştı ve ürkekti. Mutfağa geldiğimde her zamanki gibi mutfağın bahçeye açılan kapısı açıktı. Telefonum ise masanın üzerindeydi. Masanın yanına gittim telefonumu aldım ve kapıyı kapatmak için adım attım ki vazgeçtim. Neden kapatacaktım? İçeri giren her kimse zaten tekrar girecekti kapının kapalı olması ona engel değildi; ama yine de açık bırakmamın verdiği saçmalığı ile gülümsedim ve giderek kapattım kapıyı. Ardından mutfaktan çıkarak kapıya yöneldim ve direk çıktım. Kapıyı kilitledim açık bırakmak saçma bir düşünceydi ne olursa olsun. Biran için arkamı dönerek eve baktığımda her şey o kadar doğal görünüyorduki sanki gece yaşadıklarım tamamen hayal gücümün uydurması gibi geliyordu. Sanırım içten içte doğru olduğunu düşünen yanımdan daha baskındı gerçek olmadığını düşünen tarafım. İç çekip arkamı döndüm ve arabamın yanına gitmek için bahçe kapısına doğru yürürken şiddetli bir uğultu duymamla bahçeden koşarak çıkmam bir oldu. Gördüğüm görüntü ile olduğum yerde çakılı kalmıştım. Bir araba yanıyordu! Hava uçmuş ve şimdi alevlerin içindeydi. Bu araba benimdi! Ellerimdeki çanta birden ellerimden kaydı. Gözlerimi kırpmadan arabaya bakmaya başladım. Etraftaki sesler artmaya başlamış uğultu halinde kulağıma geliyordu.
“Bayan sizin arabanız mıydı?” Diye bir ses arından kolumda hissettiğim baskıya başımı çevirdiğimde bir adamın bana sorarcasına bakan gözleri ile karşılaştım. Başımı tekrar arabaya çevirdim ve sorusuna cevap verdim.
“Evet, benim arabam…dı!”
“İtfaiye ve polis arandı birazdan gelirler…”
“Teşekkür ederim.”
Adam yanımdan ayrıldıktan sonra kaldırımın kenarına oturdum ve yanan arabaya bakmaya başladım. Birkaç dakika… sadece birkaç dakika daha erken çıksaydım eğer o arabayla beraber bende… Ölüme bu kadar yakın olmayı hiç beklemiyordum… Artık aldığım nefes gibiydi ölümün bana yakınlığı, her an içime çekecekmişim gibi ölümün tedirginliği olacaktı üzerimde…
“Hanımefendi iyi misiniz?” Diye birinin sesiyle başımı kaldırdığımda bir polis memuru gördüm. Yerden kalkarak üzerimi düzelttim ve gözlerimden farkında olmadan akan yaşları sildim.
“Evet, ben iyiyim ama… “Dedim devamını getiremedim, hortumlardan çıkan sular arasında sönemeye başlayan alevlerin arasındaki arabama bakıyordum.
“Emniyete gelmeniz gerek… ifadeniz için!”
“Tamam.”
Polis memuru yanımdan uzaklaşarak arabasına doğru gitti bende kapının kenarındaki çantamı alıp peşinden gittim ve kapıyı benim için açtı. Binmeden önce son bir kez daha arabama baktım. Muhtemelen buradan hurdaya verilirdi ki zaten artık bir yararı olmazdı. Bunu yapan kişi kesinlikle gece evimde olan kişiydi. Bundan emindim!
Polis arabasıyla emniyete gittim ve içeriye yanımdaki memurla girdim, beni direk sorgu odasına götürdü. İçeriye girdiğimde masanın önündeki sandalyeye oturdum, ifademi alacak memurun gelmesini bekledim. Bu işlerin nasıl işlendiği ve prosedürü biliyordum. Bundan dolayı endişelenmem gereken bir durum olmadığının farkındaydım. İçeriye bir adam girdi uzun boylu, esmer ve oldukça kaslı bir adam. Üzerinde taşlaşmış bir kot ve siyah bir sweet vardı, belindeki silah ve askılıklarındaki silah dikkatlerden kaçmıyordu.
“Bayan Grench?” Dedi sararcasına kaşlarını kaldırarak ve karşıma otururken.
“Evet!”
“Pekâlâ, buyurun ifadenizi buraya yazın ve imzalayın. Üstelik lütfen bu olayın adınızın karıştığı davayla ilgili olduğunu düşünüyorsanız belirtin!” Diyerek biraz emir verircesine biraz da ilgili bir ses tonu kullanarak kâğıdı ve kalemi önüme itti.
Kâğıda olayların gelişini yazdım ve bu sefer atlamadan aldığım tehditleri de belirttim ve evime birinin girmiş olmasından şüphelenmemden de bahsettim ve hepsinin arkasında Care Davası olduğundan duyduğum şüpheleri de belirttim. Altına adımı ve imzamı attım ardından hala odada bulunan memura verdim. Kâğıdı eline alıp biraz göz gezdirdi.
“Teşekkürler, eşyalarınızı alıp gidebilirsiniz gelişmelerden haberdar edileceksiniz ve evinizin çevresinde bir sivil polis bulunacak bu şekilde güvenliğinizi sağlayabilirsiniz! Ayrıca keşke bu konuda başında yardım talep etseydiniz!” Dedi tek kaşını kaldırıp beni süzerken. Ben o sırada ayağa kalkmış kapıya doğru adımımı atmıştım.
“İlgilendiğiniz için teşekkür ederim. İyi çalışmalar.” Diyerek çıktım oradan.
İlgili memurdan eşyalarımı aldım ve emniyet binasından çıktım. Daha fazla kalmak istemiyordum, zaten işe de geç kalmıştım, ama garip olan şey beni aramamışlardı sanırım benimle işi olmamıştı kimsenin… Önemsemeden emniyetin önünden taksiye bindim ve holdinge doğru ilerlemeye başladım.
Holdinge geldiğimde taksinin parasını ödedim ve indim. Binaya girdiğimde kartımı okutup direk asansöre doğru ilerledim. Asansörün çağrı düğmesine basıp birkaç dakika bekledim. Sanki çevremde herkes bana bakıyormuş gibi bir izlenime kapılıyor etrafıma bakıp duruyordum. Hâlbuki herkes kendi işiyle ilgileniyordu. Asansör gelince bindim ve katın düğmesine bastım. Asansörün aynasında kendime baktığımda normal görünüyordum. Ne kadar normal olabilirsem işte…
Asansörden inip odama doğru yürüdüm hızla. İçeriye girdiğimde Kate ne yapacağını bilemez bir şekilde ortalıkta dolanıyordu. Beni görünce durdu ve sanki rahatlamışçasına bir nefes adı.
“Tanrım! İyi misin?”
“İyim Kate, bir şey yok!” Diyerek yerime geçtim ve çantamı masamın üzerine bıraktım ve laptopumu çantadan çıkarıp masaya koyup açtım ve masamın başına oturdum.
“Arabana olanları…” diyerek sustu. Başımı kaldırıp şaşkınlıkla ona bakmamdan sonra açıklama gereği duydu.
“Geç kalınca seni aradım ve emniyetten bir polis açtı, durumu anlattı.”
“Kimseye söyledin mi?” diye sordum kollarımı masanın üzerinde birleştirip gözlerimi Kate’e sabitleyerek.
“Şey… Bay Borghensee geldi ve seni sordu bende söylemek zorunda kaldım. Geldiğinde ona görünecekmişsin!” Dedi bakışlarını benden kaçırıp yere bakarak.
Bir şey söylemek istiyordum, bu tarz hamlede bulunacaktım ama şuanda kendimde olmadığımın farkına yeni yeni varıyordum ve kuracağım cümlelerle karşımdakini kırabilirim. Bundan korktuğum için sustum. Hiçbir şey söylemeden masamdan kalktım ve odadan çıkarak Bay Borghensee’nin odasına doğru yürümeye başladım. Yanımdan Charles ve Lucy geçti, bana selam vermemiş, beni görmezden gelmişlerdi. Peşlerinden baktığımda başlarının önüne eğik bir şekilde yürüdüklerini fark ettim.
Bir şeyler oluyordu bu aşikâr ortadaydı ama ne oluyordu? Belli ki bu ailevi bir problemdi sanırım Brandon’da bu aileye dâhildi ki iki gündür ulaşamamıştım. Tanrım yine kendimce bir şeyler uydurmaya başladım. Derin bir nefes alıp Borghensee’nin odasının önüne doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde sekreter Bayan Warner beni gördü ve gülümseyerek telefonu eline aldı ki içeriden yükselen sesleri duyduk ikimizde.
“Yeter! Seçme şansınız yok! Bu iki holdingin çıkarına olacak.”
Bayan Warner ile ikimiz şaşkınlıkla birbirimize baktık. Kadın elinde telefonla kalmıştı bir tepki gösterememişti ki kapı açıldı. Jennifer gözleri kızarmış ve yanakları ıslak bir şekilde çıktı, peşinden odadan öfke dolu bir ses daha geldi.
“Bu seçimle bizi bir çıkmaza sürüklüyorsun ve bu bir çıkar olmayacak bizlerin hayatını mahvedecek! Bu kadar kolay olmayacak istediğin şey, elimden geleni yapacağım istediğini sana vermemek için!”
Bu ses öfke dolu dahi olsa kime ait olduğunu anlamıştım. Brandon! Her neyse konu onun sesini ilk defa bu kadar öfke dolu duymuştum. Bu beni korkutmaya yetmişti. Kadın ise telefonu bırakmış korkuyla başını yere eğmişti. Bense başımı odaya çevirmiş bakıyordum ki Brandon kapıyı açtı. Bakışlarımız birbirini buldu. Çatık kaşları, iki ateş topundan farksız gözleri ve öfke soluyan bedeniyle karşımda duruyordu. Başını önüne eğdi sanki daha fazla gözlerime bakamayacakmış gibi, bir an yanağından süzülen bir damla yaş gözüme çarptı. Ona döndüm bir adım atacaktım ki başını kaldırıp arkasında baktı, kapıyı çarparak kapattı ardından bana tek bir kelime bile söylemeden ilerlemeye başladı. Peşinden bakakalmıştım ve arkasına dönüp bir kere bile bakmadı. İstemsiz kaşlarım çatıldı bu davranışı içimde bir şeylerin acımasına neden olmuştu. Ona iki gün ulaşamamıştım ve neredeyse meraktan ölecektim ama o önemsemeden arkasını dönmüş ilerliyordu.
“Bayan Grench, Bay Borghensee sizi bekliyor!” Sesiyle başımı çevirdim ve sekreterin bana olan bakışlarını görünce gülümsedim ve odaya kapıyı çalarak girdim. Bay Borghensee camın kenarında duruyordu beni görünce gülümsedi ve masanın önündeki koltuğu işaret etti kendisi de yerine geçti. Bende koltuğa geçip oturdum ve ne konuşacağını merak ederek Borghensee ‘ye baktım.
“Yardımcınız Bayan Borr bana sabah başınıza gelen talihsiz olaydan bahsetti,” diyerek sustu ben ne diyeceğimi bilemediğimden gözlerimi kaçırarak devam etmesini bekledim ki benim suskunluğumdan dolayı konuşmasına devam etti. “Sözleşmedeki maddeleri biliyorsunuz bunu size tekrardan söylemeyeceğim. Umarım bu olay sadece bir tesadüftür. Yoksa sözleşme maddelerini tekrar gözden geçirmeniz gerekecek!”
“Maddeleri gayet net bir şekilde hatırlıyorum! Bunu size daha öncede belirtmiştim bu davayla bir ilgim yok! Sadece ilk görülen davaya ben baktığımdan dolayı ve davanın avukatı Bay Carry’nin arkadaşım olmasından dolayı adım bu kadar anılıyor. Bu davaya ben bakmıyorum Bay Borghensee!” diyerek kendimi savundum ama sanki tatmin olmamış gibi baktı ve alayla gülümsedi.
“Güzel. Gidebilirsiniz!” dedi kabaca kapıyı işaret ederek. Başımla selam verip yerimden kalktım kapıyı açmıştım ki arkamdan, “Birde çalışanların patronlarıyla ilişkileri ile ilgili olan maddeyi tekrar okusanız iyi olur onu hatırladığınızdan şüpheliyim!” diye sesi geldi ama umursamadan devam ettim.
Brandon, Jennifer ve Elizaer arasında neler olduysa belli ki bir şeyler öğrenmişti. Bu durumda bunu saklayabilecek olmamdan şüpheliydim. Belki de Brandon’ın davranışlarının altında bu da olabilirdi, peki ya Jennifer’ın ağlama sebebi neydi? Brandon sözlerinde “bizi” demişti. “Bizlerin hayatını mahvedecek!” bu sözlerin altında ne anlamlar aramalıydım… Ne düşünmeliydim bilmiyordum. Aslında tek bir düşünce yankılanıyordu aklımda… Onu da arka plana atıyor düşünmek istemiyordum; çünkü canımı acıtıyordu…
Odama gelince masamın başına oturdum önümde laptop açık bir şekilde duruyordu. Ne bir iş düşünebilecek durumdaydım ne de bir işle uğraşabilecek… Sadece Bay Borghensee ‘nin odasındaki konuşmalar defalarca beynimde yankılanıyordu. İnkâr etsem de yapmak zorunda oldukları şey… Önlerine sunulan şey belliydi. Jennifer’ın bu kadar ağlamasının Brandon’ın öfkelenmesinin nedeni… Bu düşünceyi kabullenmemle düşünceler benimde çığlık atmaya başladı. Kelimeler yüksek sesle söyleniyordu, kulaklarım uğulduyor, kalbim sıkışıyor nefes almamı engelliyordu. Brandon ve Jennifer… İki yakın arkadaşı, iki çocukluk arkadaşı… Bunu nasıl önlerine sunabilmişlerdi?
Hâlbuki yeni yeni kabullenmiştim Jennifer ile Brandon’ın arkadaşlıklarının seviyesini ama Bay Borghensee sanki benim tedirginliklerimi biliyormuşçasına bunları tekrardan gün yüzüne çıkarmıştı. Bu da yetmezmiş gibi beni uyarı ismi altında tehditte etmişti. Aslında tehdidinden korkmamıştım, ama beni asıl korkutan Jennifer ve Brandon’ın önüne sunulan şeyin onların isteklerini ve seçeneklerin düşünmeden sunulmuş ve yapmak zorunda bırakılmış olmalarıydı… Bunun anlamı artık Brandon ve benim olmayacağımızdı. Artık biz kavramından uzaklaştığımızdı… Bundan sonra Brandon Veldon’ın yanında ismi anılacak kadın Jennifer olacaktı. İşte bunu kabullenmektense sabah arabanın içinde olmayı tercih ederdim…
Ogün nasıl geçti bilmiyorum ki ondan sonraki günde… Neredeyse bir hafta geçmişti ve ne Brandon’ı ne de Jennifer’ı o günden sonra holdingde görmemiştim. Zaten diğerlerini de pek görmedim. Benim işim sabah odama çıkıp önüme konulan dosyaları incelemekle geçiyordu. Kate’de olup bitenin farkındaydı ancak o da konuyu açmıyordu. Sanırım nasıl tepki vereceğimi bilmediğinden konudan kaçınıyordu. Zaten bende nasıl tepki veririm kestiremiyordum. Hala kabullenmiş olmama rağmen sanki yeni öğreniyormuşum gibi etki yapıyordu düşüncelerimde, kalbimde, bedenimde…
Evimde güven içinde kalırken artık hayatımda Brandon yoktu. Aslında bu evde güvensiz bir şekilde dolaşmayı, her uyandığımda kapıların açık olduğunu görmeyi, evin içinde attığım her adımda tedirgin olup korkmayı Brandon hayatımda olduğu sürece isterdim. Onunlayken her şekilde kendimi zaten güvende hissediyordum. Huzurlu ve mutlu… Aldığım her nefeste o vardı kalbimin her atışında olduğu gibi… Hayatımın anlamı olmuştu, hayatımın merkeziydi…
Yarın bütün bir haftayı geride bırakmış sayılacaktım. Brandon’ın olmadığı, nefes alamadığım, kalbimin atmadığı ve ruhumu kaybetmiş bir şekilde dolandığım, buna rağmen evde güvenle uyuduğum ya da uyuduğumu farz ettiğim bir hafta. Her ne kadar güvenle uyusam da geceleri çoğu kez gözyaşları akıyordu gözlerimden. Sabahları hep gözlerimin sızlamasıyla uyanıyordum, yastığımın ıslandığını görüyordum, ayrılık rüyalarıma da yansıyordu, bu düşünceyle titriyordu bedenim…
“Sensizliği ne kalbim ne bedenim ne de ruhum kabullenemiyor…” Diye fısıldadım elimde bir kadeh şarapla camın kenarındaki koltuğa oturmuş dışarıyı seyrederken aynı zamanda geçmiş bir haftayı beynimden şerit misali geçiyordu...
Kadehten bir yudum daha aldım ve uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapıp müzik setinin önüne gittim ve oradan şu anki ruh halime dokunacağını düşündüğüm bir cd seçip taktım ve yerime geçip oturdum. Müziği notaları sanki kırbaçmış gibi vuruyordu bedenime… Piyanonun tuşundan çıkan her ses gözümden bir damlanın daha akmasına sebep oluyor, sopanın bateriye her vuruşunun sesi sanki kalbimi daha fazla kırıyordu, kırılan parçaları daha da parçalıyordu...
Jackson’ın aldatması bile canımı bu kadar acıtmamıştı. Ondan ayrılmak çok daha kolay olmuştu, karşında güçlü durmak… Şimdi güçlü durmak da zorlanıyordum, sanki ayaklarım bedenimi taşımıyor gibi hissediyordum. Zaman sanki benim için o an durmuştu…
Buna daha fazla dayanamayarak yerimden kalktım ve müziği kapattım. Kadehte kalan birkaç yudum şarabı da içtikten sonra salondaki sehpanın üzerine bıraktım ve yukarıya odama doğru ilerlemeye başladım. Merdivenlerden çıkarken zorlanıyordum, kaç kadeh içtiğimin farkında değildim, geceleri tek uyuyabilmemin yolu da bu kadehlerden geçiyordu. Belki biraz sarhoş yapıyor, belki yürümemi zorlaştırıyordu ama en azından uyumamı sağlıyordu her ne kadar rüyalarımda dahi Brandon’ın sırtı bana dönük olsa da…
Odama girdiğimde üzerimdekileri çıkardım ve çekmeceden geceliğimi alıp giyindim. Yatağıma uzanıp bu gece bir seferlik Brandon’ı rüyamda görmemeyi diledim ama biliyordum ki yine görecektim ve yine bana sırtını dönüp gidecekti tıpkı holdingde gittiği gibi. Arkasına bakmadan…
Gözlerimi açtığımda güneş doğmak üzereydi. Bir süre öyle yattım, yerimden kımıldamadan. Sadece dışarının aydınlanmasını izledim. Sadece bugünün diğerlerinden daha iyi bir gün olmasını diledim olmayacağını bile bile. Yataktan kalktım ve banyoya doğru ilerledim. Yavaş adımlarla hareket ediyordum henüz zamanım vardı işe… Banyoya girince suyu açtım ve üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Soyunduktan sonra duşa girdim ve soğuk suyun beni kendime getirmesini bekledim, ama soğuk su kemiklerime kadar titretince kapattım suyu ve havluya sarılarak banyodan çıktım. Odada dolabın karşısına geçerek siyah bir takım ve içine gömlek çıkardım. Onları dolabın kapağına asıp saçlarımın ıslaklığını almak için havluyla kurulamaya başladım. Daha sonra iç çamaşırlarımı giyip çıkardığım takımı giyindim. Ardından saçlarımı yapmaya başlamadan önce yatağımı topladım ve ardından aynanın karşısına geçerek saçlarımı düzleştirdim ve tepeden topladım. Gözaltındaki morlukları hafif makyajla kapattım. Derin bir nefes alarak görüntüme baktım. Eskisi gibi görünüyordum ama eskisi gibi olmadığıma emindim.
Odamdan çıkıp aşağıya inerek laptop çantasını ve çantamı alarak dün giyindiğim ayakkabıları giydim ayağıma. Uyumlu ya da değil şuanda onu düşünecek durumda değildim. Sadece evden çıkarak işe gitmek ve düşüncelerimden uzaklaşmanın tek yolu olan dosyalara gömülmek istiyordum.
Evden çıkınca sokağın başına doğru yürümeye başladım oradaki taksi durağından bir taksiye binerek holdinge ilerledim. Holdingin önüne gelince de ödemeyi yaptıktan sonra taksiden indim ve girişe yürümeye başladım. Alışmış olduğum sahte gülümsemeyi yüzüme yerleştirdim içeriye girerken. İçimde her ne sebepten ötürü olursa olsun kopan fırtınaları iş hayatına yansıtamazdım. Bundan dolayı burada gördüğüm bana selam veren herkese bir güler yüz borçluydum. Bu düşünce beni holdingde dolaşırken gülümsemeye zorluyordu. Bundan dolayı odama çıkarken gördüğüm herkese gülümsedim. Ama Kate’den saklamam gereken bir şey yoktu, o her şeyin farkındaydı ve bu beni kendi odamda rahat hissetmeme neden oluyordu.
Odama girdiğimde henüz Kate gelmemişti ve bende masama oturup laptopu çantasından çıkardım. Çantamı ise koltuğumun kenarına koydum. Telefondan hat aldım ve çay ocağının telefonu açmasını bekledim.
“Buyurun?”
“Günaydın ben Avukat Grench. Sütlü ve şekerli bir kahve alabilir miyim?” diye sordum ses tonumu nazik tutma çabası içinde. Artık kahve tercihimi de değiştirmiştim. Beni kendime getiren sütlü ve şekerli kahve oluyordu. Benim sevdiğim gibi sade değil, Brandon’ın sevdiği gibi sütlü ve şekerli… Onun tercihi artık en sevdiğimdi… Belki de bu şekilde Brandon’ı yanımda hissediyordum, onun sevdiği şeyleri deneyerek onu ruhumda hissediyordum. Bir şekilde bu kalbimi ısıtıyordu… Buz tutmaya başlamış kalbimi…
“Tabi ki hemen gönderiyorum!”
Telefonumu kapattıktan sonra laptopu açtım ve her sabah yaptığım gibi güncel haberlere baktım. Kendi derdime o kadar düşmüştüm ki şu geçen günlerde ne Justin’i aramış ne de Dean ile konuşmuştum. Onların durumlarından, davanın seyrinden haberim yoktu. Her şeyden uzakta her şeyden habersiz yaşıyordum. Zamanın bile nasıl akıp geçtiğini bilmiyordum. Kendimi zamanın içinde kaybetmiştim ama artık bir şekilde toparlanmam gerekiyordu. Her ne kadar nasıl yapacağımı bilmesem de hayata onsuz devam etmenin yolunu bulmalıydım. Güçlü ayakta durmanın bir yolunu bulmalıydım… Belki de onun mutluluğunda mutluluğu bulurdum… ama onun mutlu olmadığını bilmek beni yıkıyordu, güçlü görünemiyordum ve ben Brandon’ın şuanda yeterince mutsuz olduğundan emindim. Nasıl bu kadar emindim bilmiyorum ama hissediyordum bunu!
Kapının çalınması düşüncelerimi böldü, başımı kaldırıp kapıya baktığımda çay ocağında çalışan çocuğun olduğunu gördüm elinde tepsiyle masama yaklaştı ve ardından kahve fincanını masaya bıraktı. Gülümsememle bana gülümsedi ve başıyla selam verip odadan çıktı. Kahvenin kokusu bana Brandon’ı hatırlatıyordu. Brandon’ın kokusunu… Sanki buram buram Brandon kokuyordu. Sanki yanımdaymış gibi alıyordum kokusunu…
Kapının açılmasıyla başımı kaldırıp baktığımda Kate’i gördüm. Şaşkın bir şekilde bana bakıyordu, ama gözlerinde anlayış da vardı. Eline bir selpak alıp masaya yaklaştı ve bana uzattı anlamamış gibi bakınca açıklayarak, “Gözyaşların için,” dedi.
Cevap veremedim ne diyecektim ki zaten. Benim cevap veremeyeceğimi anlayınca konuşmasına devam etti. “Ben sana bir kahve getireyim sevdiğinden gibi. Sade kahve… Seni kendine getirir.” Diyerek masamın üzerinde henüz dokunulmamış kahve fincanını alıp odadan çıktı. Onun peşine bende selpağı alıp gözyaşlarımı sildim.
Yerimden kalıp camın önüne gittim. Sadece dışarıya baktım. Hiçbir şeyi düşünmeden bakmak istedim ama yapamadım hiçbir zaman düşüncelerimden çıkaramıyordum Brandon’ı. Her daim düşüncelerimdeydi… Hep arka plana atıyordum ama her daim tetikteydiler bir şey olup hatırlanmak için. Tıpkı şimdi ki gibi… Gözümün önüne geliyordu yaşadığımız şeyler… Gülümsemesi, gözleri, sesi, kokusu… Kokusu… Cumartesi sabahı tıraş olduktan sonraki tıraş losyonunun kokusu… Sanki şimdi yanımdaymış gibi alıyordum kokusunu. Gözlerimi kapattım destek almak istermişçesine cama dayadım elimi. Kapının dışından gelen gülüşmelerle aklıma kafede geçirdiğimiz sohbet geldi. Gülüşmelerimiz, birbirimizi tanımak için sorduğumuz sorular, anlattığımız anılar… Dansımız… Belimdeki elini sanki yanımdaymış gibi hissediyordum. Elim belime gitti sanki elini hissedebilecekmişim gibi. Bir boşluk olduğunu fark edince kaşlarımı çattım ki kapı açıldı Kate gelmiş olmalıydı. Ne söylediğimi düşünmeden dudaklarımdan öylece döküldü kelimeler…
“Özlüyorum… Onu özlüyorum Kate. Yapamıyorum, yapabilirim sanıyordum ama yapamıyorum onsuz olmuyor ayakta durmakta zorlanıyorum…”
Arkamı döndüğümde girenin Kate olmadığını gördüm. Dean… Gelen Dean’dı. Bana bakıyordu orada öylece durmuş bakıyordu…
“Burada ne işin var?”
Soru duymazdan gelip iki kelimeden oluşan tek bir soru sordu. “Neler oluyor?”
İkimizde sorularımızı aynı anda yönelttiğimizi ikimizde sustuğumuzda anladık, ama ikimizde ondan sonra konuşmamıştık. Sadece birbirimize bakıyorduk, Dean bundan sıkılmış olacak ki bana yaklaştı, elini kaldırıp gözyaşlarımı sildi, hiçbir şey demeden sarıldı. Sessizce sarıldı. Başımı omzuna dayayıp gözlerimi kapadım hiçbir şey diyemiyordum. Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum.
“Telefondan sonra ulaşamadık. Justin’de… Bundan dolayı seni merak ettik. Neler oluyor neden bu haldesin? Seni en son bu halde gördüğümde aileni kaybetmiştin.” Diyerek sessizliği böldü ve benden bir adım uzaklaşarak kollarımdan tuttu ve yüzüme baktı.
“Ashley?” Dedi ben konuşmayınca sorarcasına.
“Otursana…”
Başını onaylarcasına saldı ve masanın önündeki koltuğa geçip oturdu bende karşısına geçtim. İkimizde bir süre sessiz kaldık. Bir şekilde konu açılacaktı bunu biliyordum belki de Dean ile konuşmak beni rahatlatırdı. Belki de bir şekilde başa çıkmama yardımcı olurdu. Ayakta durmama… Unutmama değil çünkü unutamazdım Brandon’ı zaten unutmakta istemezdim ama en azından acımı azaltıp güçlü durmamı sağlayabilirlerdi.
“Davadaki son durumlar nasıl?” Diye sordum her ne kadar konuşmanın iyi olacağını düşünüyorsam da şimdi değildi burada değil…
“Bay Jones’tan rapor bekliyoruz ama bir şeyler bulmuş ve cinayet olduğunu söylüyor. Adam eceliyle ölmemiş. Detayları raporla öğreneceğiz.” Dedi ve sustu. O kadar kopmuştum ki davadan ne demek gerektiğini bilemedim bu yüzden bir süre sessiz kaldım; ama Dean beni incelercesine baktı gözlerini kıstı ve konuşmasına ben devam etmeyince devam etti. “Konuyu değiştirmeye çalışıyorsun. Neden Ashley? Neler oluyor? Neden tekrar bu hale geldin?”
“Burada değil Dean. Sonra konuşalım. Nerede kalıyorsun otelde mi? Bu gece benim evime gel orada konuşuruz.” Dedim derin bir nefes alıp akmaya hazır olan yaşlarımın akmasını engellemeye çalışarak. Ama engelleyemeyeceğimi anlayınca başımı önüme eğip gözlerimi kapattım. Yüzümde bir ten hissedince gözlerimi açıp başımı kaldırdığımda Dean önümde diz çökmüş yanaklarımdaki ıslaklıkları siliyordu, kapı açıldı bir anda ikimizde kapıya baktığımızda Kate’i gördük. Şaşkın bir şekilde bakıyordu bize. Bir Dean’e bir bana.
“Ben… Affedersiniz rahatsız ettim.” Dedi mahcup bir şekilde.
“Gel Kate.”
Kate’in içeriye adım atmasıyla Dean önümden kalkıp yerine geçip oturdu. Kate elindeki kahve fincanını masaya bıraktığında bana gülümsedi ve raflardaki selpağı alıp masaya bıraktı sanki yeri orasıymış ve yerine koyuyormuş gibi. Ardından aynı gülümsemeyle Dean’e döndü.
“Siz ne alırdınız?”
“Sade kahve alabilirim.”
Kate başıyla onayladıktan sonra bana baktı anlayış dolu gözleriyle ve ardından odadan çıktı. Dean’de Kate’in peşinden baktı benim gibi. İkimizde konuşmadık. Daha sonra kahve fincanına elimi uzattım alıp içmek için ama Dean benden önce davranıp fincanı aldı ve bir yudum içti. Sanki çok enfes bir şey tadıyormuş gibi gözlerini kapattı ve iç çekti onun bu durumuna güldüm ama benim gülmeme rağmen devam edince kahkaha attım. Yerimde arkama yaslanıp oturdum ve onu izledim bana bakıp göz kırptı. Bir süre sonra kapı çaldı ve aralanıp biri başını sokup içeriye incelermişçesine baktı ki gözlerimiz kesişince bunun Justin olduğunu gördüm. Komiğime gitmişti bu durumu beni gülümserken görünce göz kırptı ve kapıyı açıp içeriye girdi ardından da kapıyı kapattı.
“Sana aşağıda bekle demiştim Justin!” Dedi Dean biraz azarlar tonda tutarak sesini ama Justin pek umursamış gibi görünmedi. Sanki Dean hiçbir şey dememiş gibi yanıma yaklaşıp eğildi ve bana sarıldı.
“Seni özlemişim Ashley,” dediğinde bende ona sarıldım.
Benden ayrıldı ve gözlerini açarak Dean’e baktı sanki beş yaşında çocukmuş da dil çıkarmaya hazırlanıyormuş gibi bir surat ifadesi vardı. Sanki buraya benim keyfimi yerine getirmek için Tanrı tarafından gönderilmişlerdi. Onları şuanda yanımda görmek bile bir anlık her şeyi unutmamı sağlamıştı. Bir anlık eski zamanlardaki gibiydik.
Ben bunları düşünerek onlara bakarken onlarda sanki sessiz bir konuşma içerisindelermiş gibi birbirlerinin gözlerine bakıyorlardı. Bunlar ne kadar bu kadar yakınlaşmışlardı. Birbirini yıllarca tanıyanlar bile bu şekilde sessiz konuşmalara girmiyorlardı… Bu erkekleri anlamak oldukça zordu birbirlerini gerçekten çok garip bir şekilde anlıyorlardı.
Kapı çalınca Dean ve Justin’in sessiz konuşmaları da bölündü. Kapı açılıp içeriye Kate girdi ve elinde tepsiyle masaya yaklaştı kahve fincanını masaya bırakacaktı ki benim için getirdiği kahvenin Dean’ın önünde olduğunu görünce gülümseyerek elindeki kahveyi bana bıraktı. Bu süre zarfında bende Justin’e bakıyordu. Çekinmeden Kate’i süzdü ardından tek kaşını kaldırıp yüzüne baktı gülümseyerek yüzünü incelemeye başladı. Başımı Dean’e çevirdiğimde o da benim gibi Justin’in verdiği tepkiyi inceliyordu yüzünde şaşkınlıkla. Gülümseyerek Kate’e baktığımda başı önünde yan gözlerle Justin’e baktı. Göğüs hareketine bakılırsa derin bir nefes aldı ki sonra başını kaldırdı ve Justin’e baktı.
“Siz bir şey alır mısınız?” diye sordu duru sesiyle, Justin bir süre sessiz kalınca başımı çevirip Justin’e baktım. Hala Kate’e bakıyordu. Dean hafiften öksürerek dikkatini çekince kendine geldi.
“Hayır, teşekkür ederim,” dedi fısıltıdan biraz daha yüksek bir tonda.
Kate odadan çıkarken de çekinmeden peşinden baktı kapı kapandıktan sonra bana baktı ve kaşlarını kaldırdı ardından başını Dean’e çevirdiğinde aynı tepkiyi Dean’de vermiş olacak ki, “Ne oldu?” diye sordu.
Dean de ben de bu tavırlarından dolayı gülmeye başladık. Aşikâr belli etmişti Kate’i beğendiğini, ardından da sanki hiçbir şey olmamış gibi davranması bizi koparma noktasına getirmişti.
Öğlene kadar öylece sohbet ettik üçümüz. Özlemiştim onlarla beraber olup sohbetlerimizi. Ne davadan ne de o konudan konuşulmuştu. Sadece üçümüzle ilgili eski yeni her şeyden konuşulmuştu ki Justin’e takılmalarımız sonucunda ağzından laf alıp Kate’i beğendiğini itiraf etti. Öğleden sonra Dean ve Justin holdingden ayrılıp Dean’ın büyükanne ve büyükbabasını ziyarete gittiler. Dean’ın bu şehirde akrabaları olduğunu bilmiyordum ama büyük anne ve büyük babası burada müstakil bir evde yaşıyorlarmış, arada Dean buraya onları ziyarete gelirmiş, bunu da öğrenmiş oldum. Hafta sonunu hem burada onları ziyaret ederek hem de beni merak ettiklerinden iyi olup olmadığımı kontrol amaçlı gelmişlerdi.
Öğleden sonra halletmem gereken bütün dosyalar önümde onlarla uğraştım. Hatta iş saati bitince Kate gitti ve ben dosyaları bitirmeden çıkmadım. Bitirdiğimde çıktım ve Dean ve Justin beni almaya gelmiş aşağıda bekliyorlardı, onların yanına indim. Holdingden çıktığımda Dean ve Justin güvenliğin karşı kaldırımında gördüm. Justin arabanın ön koltuğunda oturmuş camını açmış ve kolunu camdan çıkarmıştı. Dean ise arabanın dışındaydı. Arabanın kenarına yaslanmış kollarını göğsünde bağlamış beni bekliyordu. Dean’ın en son bu halini üniversite son sınıfta görmüştüm. Kız arkadaşını beklerken hep bu şekilde artistik dururdu. Hala aynı şekilde duruyordu.
Onlara doğru yürürken güvenliğin önünde Brandon’ın arabasını gördüm. Bakışlarımız kesişti. Gözlerimiz birbirinden ayrılmadan bakıyordu. Yine hapsediyordu beni gözlerine, ayıramıyordum bakışlarımı. Onu ne kadar çok özlemiştim. Gözlerim sanki bu şekilde özlem gidermeye başlamıştı.
Bir süre sonra bakışlarımızı ayıran Brandon oldu. Arabadan indi ve yanında durdu. Tam yanından geçecek olmak benim için çok zordu. Yanından geçecektim ve ona bakamayacak, sarılamayacaktım. Bu canımı acıtacaktı, zaten acıyan canımı daha fazla yakacaktı. Parçalanan kalbimin bütün parçalarını tekrar parçalayacaktı.
“Seni evine bırakayım? Konuşmamız gerek! Neler söylendiğinin farkındayım ama beni dinlemeden bir şeye inanmanı istemiyorum.” diye konuştu bir anda. Başımı kaldırıp baktığımda gözlerinde acıyı gördüm. Saklanma gereği duymadan sergilediği acıyı… Gözlerinin etrafında mor halkalar oluşmuştu ve sakalları çenesini sarmalamıştı. Bitkin ve yorgun görünüyordu. Tıpkı benim gibi yıkılmış görünüyordu.
“Bende konuşacak bir şey kalmadı, ayrıca teşekkür ederim ama arkadaşlarım almaya geldi.”
Başımı Dean’ın olduğu tarafa çevirerek konuşmuştum, Dean yerinde hareket etmiş kollarını göğsünden indirip kotunun cebine sokmuştu. Justin’de her an arabadan inebilecek durumda görünüyordu. Belli ki kim olduğunun farkındaydılar.
“Arkadaşların?” dedi sorarcasına. Başımı kaldırıp baktığımda hala Dean’ın olduğu tarafa bakıyordu. Çene kasları gerilmiş dişlerini sıkıyordu, kaşları çatılmıştı ve bu kelime tıpkı Elizaer Borghensee’nin odasındaki gibi öfke dolu sesle dudaklarında dökülmüş.
“Dean ve Justin.”
Konuşmak istediği şeyleri deli gibi merak etsem de karşısında hiçbir şey olmamış gibi duramıyordum. Bu gücü kendimde bulamadım. Aslında biraz daha kalırsam gözlerimde akmaya hazırlanan yaşları engelleyemeyecek, akmasına izin verecektim ve bunu Brandon görmemeliydi. Bu zayıflığımı görmesini istemiyordum. Ona karşı olan bu özlemimi, sevgimi, acımı görmesini istemiyor yapması gereken neyse onu yapmasını istiyordum. Onun hayatına engel olmak istemiyordum.
Yanından ayrılırken adımlarımı ileriye atmak için güç sarf etmek zorunda kalıyordum. Sanki geriye gitmek için yalvarıyorlar, Brandon’ın yanında kalmak için yanıp tutuşuyorlar gibiydi. Dean içinde bulunduğum durumun farkındaymış gibi bir anlayışla bakıyordu bana ve ilerlememdeki zorluğun farkına varmış gibi arka kapıyı açtı ve oraya ilerlemeye zorladı. Arabaya binmeden önce Dean ile kesişti gözlerim, akmasın diye sıktığım yaşlar artık süzülmeye başlamıştı. Başını önüne eğdi sanki anlıyorum dermişçesine. Arabaya bindim kapıyı kapatıp şoför koltuğuna oturdu ve arabayı çalıştırdı. İlerlemeden önce camdan baktığımda Brandon’ın hala orada durduğunu gördüm. Arkamdan bakıyordu. Tıpkı benim Onun arkasından baktığım gibi şimdi o bakıyordu. Tek fark ben her şeyimi onun yanında bırakıyordum yalnızlığına arkadaş olsun diye…
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Moralim o kadar ama o kadar bozukki bide bu bölüm üzücüydü ama sevimli yanlarıda vardıı :))
YanıtlaSilAshleye çok çok üzüldüm.Brandonu sabaha kadar bekledi.Üstüne üstlük şirkette brandon ona sırtını döndü.Neden jenniferla kavga ettiler anlamadım? Ve jenniferla olmamalılar ashley kesin depresyona girer :((
Dean ve justinin gelmesi iyi oldu ashley için :) Justin kateden hoşlanmış :DD güzelll :D
Oha ama ya ashley gece saldırıya uğradı ve üstüne üstlük arabasıda yandı.Şu kid care davası çözülseydi hayırlısıyla kimseye bişey olmadan dicem ama bence kesin ashleye bişeyler olsun heyecan kat biraz he :D
Çok acı çekiyor canım yaa :(( Brandon konuşmak istedi ama ashley zor bir biçimde hayır demek zorunda kaldı.Noldu brandona acaba? Barışsınlar ama güzel barışsınlar anladın sen :D
Brandon kesinlikle ashleyi bir erkekle görmeli ve kıskanmalııııı :D Lütfen bunu gerçekleştir.Artık polismi olur :DD(adaya poliste eklendi:D) yoksa emlakçı james mi olur bilemem :D Hatta kid care davasında tehdit eden kişi ashleyi tehdit etsin canını acıtıcam falan diye(yakışıklı bişey olsun anladın sen :D)ashley korkudan numara yapsın ama dean justin ve katele bir plan yapsınlar sivil polis falan dahil olsun oyun oynasınlar.Ama brandon ve şirkettekiler bilmesin tabi daha sonra hem brandon kıskanacak hemde senaryoya hareket gelir.. Nasıl amaa? Bir düşün bence olmasa bile diğer seçeneklerde olur :D
Devamını iple çekiyorummm :))))
Bebeğim sen çok mu film izliyorsun? :) hahah yok ben karşıyım o kıskandırmak için birilerinin kullanılma moduaa ya da oyuna :) Aşk saf temiz ve entrikasız olmalı bence ;) ama Ashley ve Brandon için çok fena planlarım var ayrıca barışmaları çok güzel olacak en azından benim için ;) sizleri bilmem de ;) bomba gibi bir bölüm olacak bir sonraki :)) Ayrıca Kid Care dosyası öyle hemen kapanmayacak ve Ashley'e bela olmaya devam edecek ;)
SilÇok film izliyorum ama kötü fikir yaratacağını düşünmedim affedersin :)
YanıtlaSilKıskanma olayı aşkın başına gelen en güzel şeylerden birisi entrika değilki :)
Merakla bekliyorum yanlış anlama karışmak gibi niyetim yoktu fikir vermek istedim :)
Sanırım alındın üzgünüm :( fikirlerin kötü değil sadece benim aklımdaki kurguya uygun değil ;) Fikirlere açığım her zaman :)) çarşamba gelecek bölüm inş :))
SilÖnemli değil :) Merakla bekliyoruz :)
SilÖnce kalp krizinin esigine kadar geldim sonra bir baktim yalnizlari oynuyorum :) acilarin cocugu olmusum :( Anlayacagin o duygudan o duyguya sürüklendim bu bölüm. Justin'in gelisi tek tesellim ;)
YanıtlaSilLütfen daha fazla aci cekmek istemiyorum . Heyecan, ask ve mizaha evet. Hadi arada üzülelimde ama ne olursun kalbimiz cok yanmasin. Yaktin bu bölüm :(
Yüregine kalemine saglik.
Bu bir başlangıç deyip kaçarım ben ;) hehe birkaç bölüm de bu moda gireceksiniz ne yazık ki çok hain planlarım var :))
SilHayiiiiiiiiiir ;)
Silbu bölümde cok üzüldüm ama "11 den umutluyum''
YanıtlaSil