10 Eylül 2014 Çarşamba

15 Sıradan Bir Hayat - 11. Bölüm


Bütün yol boyunca konuşmadım… Ne Justin ne de Dean konuşmak için konuyu açmadı da. Dudaklarımdan çıkan tek kelime evimin yolunu tarif etmeme yarayacak kelimelerdi. Daha fazlası istesem de çıkmazdı zaten ki ne diyebilirdim onu da bilmiyordum. Yol boyunca dışarıya baktım ve sessizlik içinde içimdeki fırtınaların yıkımlarını karşılamaya çalıştım. Ne kadar başarabilirsem artık…

“Şuradaki ev…” Dedim uzun bir sessizliğin ardından, Dean’de evin önüne park etti. Ben arabadan inerken Justin’de inip kapımı tuttu. Sadece zoraki oluşan bir gülümseme vardı dudaklarımda. Justin’de bunu fark etmişti ve gözlerini kapatıp başını salladı.

Beraber bahçeye girdik. İkisi de arkamdan geliyordu ve etrafı incelediklerine adım gibi emindim. Ki arada bahçe ve ev ile ilgili sözlerini yakalıyordum. Aslında yakalamaya çalışıyordum çünkü Brandon’ın o hali gözlerimin önünden gitmiyordu. Sanki canımın acısı yetmezmiş gibi beynim daha fazla acımı arttırmak için o görüntüyü tekrar tekrar hatırlatıyordu. Yapabileceğim bir şey varmış gibi…

“Ashley?” Diye bir fısıltıyla arkamı döndüğümde Dean yanıma yaklaştı ve fısıldayarak konuşmasına devam etti. “Sokağın başında araba içinde bir adam gördüm burayı izliyordu tıpkı çapraz evinin bahçesinde kitap okuyor ayağına yatan adam gibi…”

“Polis onlar. Emniyetten yardım aldım. Bu gerekliydi merak etme her şey kontrol altında.” Diyerek gülümsedim güven vermek için.

Önüme dönüp kapının önündeki birkaç basamağı çıktım ve çantamdan anahtarı çıkararak kapıyı açtım. İçeriye girdiğimde Dean ve Justin’i davet etmek için arkamı döndüm ama onlar kendi evlerine giriyormuş rahatlığıyla içeri girdiler ve direk etraflarına bakarak salonu buldular. Bende peşlerinden gülümseyerek kapıyı kapattım ve salona ilerledim. Dean sehpanın üzerinden şarap şişesini almış tek kaşını kaldırarak bana bakıyordu.

“Emin ol çok iyi geliyor özellikle uykusuzluk çekenlere…” Diyerek konuyu kapatma çabasında elinden aldım şişeyi ve sehpanın üzerindeki bardağı da aldım. Salondan çıkıyordum ki“Unutma bazıları seni kendine idolü kabul ediyor. Örnek olman gerekir… Alkol kullanarak örnek bir davranış sergilemiyorsun…” Diyerek beni durdurdu Dean. Yüzünde sinirini dindirmeye, sakinleşmeye çalışan bir ifade vardı.

“Ben kimseye beni örnek almasını istemedim Dean.”

“Alkol alarak acılarını unutamazsın, sadece o anlık rahatlarsın. Sonunda ne olacak peki. Ayıldığında… Acıların geri gelecek bunlarla bu şekilde baş edemezsin. Kolay demiyorum, biliyorum senin için çok zor bir durum. Özellikle sevdiğin adamın gazetelerde yarın akşam nişanlanacağını okumak çok zor. Ama bir şekilde…”

“Sen ne dedin?” Diyerek Dean devam eden konuşmasını kestim. Söylediği sözlerden sadece tek bir yeri beni öldürecek derece şiddetle sarsmıştı. Sözlerine şaşırmışlığın yanında artık tamamen de kaybetmenin verdiği acıyı yaşıyordu kalbim…

“Lanet olsun bilmiyordun…” Diyerek arkasını dönüp ellerini saçlarının arasına daldırdı Dean.

“Dean cevap ver. Nereden biliyorsun? Doğru mu duydum?” Diye sordum gözlerimden akan yaşlarla. Hala inanmak istemiyordum duyduklarıma. İnkâr etmesini, sadece ne tepki vereceğimi merak ettiği için demesini istiyordum… Tek istediğim bunun gerçek olmamasıydı.

“Bu sabah gazetelerin magazin sayfaları bu haberle doluydu. Ashley ben özür dilerim bildiğini sanıyordum.” Diyerek bana doğru bir adım attı. Gözlerimiz buluştu başımı hayır anlamında inanamamışçasına salladım ve arkamı dönerek salondan ayrılıp direk mutfağa gittim.

Brandon artık tamamen hayatımdan çıkıyordu. Artık tamamen kopma noktasındaydık. Ne yazık ki bundan geri dönüşü yoktu. Şimdiye kadar hep içimde olan umutta artık yok olmuştu. Geri dönüşü olmayacak bir biçimde kaybetmiştim aşkımı. Kalbim tamir olamayacak kadar kırılmış, ruhum ise tekrar bir araya gelemeyecek kadar parçalanmıştı.

Sinirle elimi kaldırdım ve gözyaşlarımı sildim. Ağlamanın hiçbir yararı yoktu bunun farkındaydım ama ne yaparsam yapayım neyi kabul edersem edeyim gözyaşlarım sanki hiçbir şeyi kabul etmiyormuşçasına akıyordu yanaklarımda iz bırakarak. Akan her yaş sanki asitmişçesine yakıyordu tenimi… Bu zayıflığıma olan sinirle elimdeki şarap şişesini yere fırlattım. Sanki ayakta duramayacakmış gibi hissediyordum sanki ayaklarım beni taşımıyordu. Bu düşünceyle elimi destek almak için tezgâha dayadım.

“Ashley?” Diye bir sesle mutfağa giren Dean ve Justin’i buğulu bir şekilde gördüm. Dean’di sanırım bana sarıldı sanki durumumun farkındaymış gibi. Başımı göğsüne dayadım. Evet, bu Dean’di.  Her zaman kullandığı parfümün kokusundan belliydi. Hissettirdiği güvenle ellerimle belime sarıldığı kollarını tuttum. Farkında olmadan sıkıyordum, parmaklarımda hissettiğim ağrıdan bunu anlıyordum ama hiçbir tepki gösteremiyordum ki Dean de canı acıyorsa bile umursamıyor gibiydi.

“Her şey yoluna girecek…” Diye fısıldıyordu kulağıma.

Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama orada o pozisyonda bulunduğumuz süre boyunca benim gözyaşlarım Dean’ın gömleğini ıslatıyordu ve bundan şikâyetçi görünmüyordu. Bu kendimi daha rahat ve daha sakinleşmiş hissetmemi sağladı. Sanki akan gözyaşlarımla acımın katlanamayan tarafı da akıp gitmi, içimi biraz da olsa rahatlatmıştı. Dean’den ayrılırken emin olmayan gözlerle bana bakıyordu. Gülümseyerek güven vermeye çalıştım, her ne kadar bana inanmadığı gözlerinden belli olsa da başını sallayıp yanımdan ayrıldı. Justin’de mutfakta bana endişeli gözlerle bakıyordum.

“Teşekkürler her zaman en zor anlarımda yanımda oluyorsunuz. Şimdi daha iyiyim.”

Sözlerim üzerine ikisi de tek kaşını kaldırdı ve başlarını salladılar sanki bu tepkiyi vermek için anlaşmışlar gibi… Gülümseyerek dolabın önüne gittim ve yiyecek bir şeyler hazırlamak için dolaptan malzemeleri çıkarmaya başlamıştım ki;

“Pizza sipariş veririz boşuna yorulma… “ Diyerek beni durdurdu Dean.

“Pekâlâ, siz nasıl isterseniz... O zaman ben üzerimi değiştireyim. Dolabın üzerinde pizzacının numarası yazılı…” Diyerek mutfaktan çıktım.

Odama gittiğimde kapıyı kapattım ve derin bir nefes alarak artık benim olmayan olan adamı düşünmemeye çalıştım. Muhtemelen iş çıkışı bana bunu söyleyecekti. Belki de beni nişanına davet edecekti. Lanet olsun! Artık düşünmek yok, diyerek kendi kendime kızıyordum hala onu düşünebildiğim için. Birkaç kez durduğum yerde nefes aldım. Sadece nefes alışlarımla sakin olmaya çalıştım. Ardından dolabımdan eşofman takımı çıkardım ve üzerimi değiştirdim. Saçlarımı açtım ve yüzümdeki makyajı daha doğrusu ağlamaktan akan kalemleri temizledim. Ardından odadan çıkarak aşağıya indim. Justin kapıdaydı ve pizzaları alıyordu bende mutfağa gittim ve içecek bir şeyler hazırlayıp salona gittim.

Bütün gece önemsiz ne kadar konu varsa konuştuk. Ardından dava hakkında ayrıntıları öğrendim ve her ne kadar istemsizce olsa da konu Brandon’a geldi. Olanları anlatım. Sadece New York’ta birlikte olduğum adamın Brandon olduğu kısmını anlatmadım. Aslında oldukça yüzeysel anlatmıştım. Ama hala yaşananları yüzeyselde anlatıyor olsam yeniden yaşıyormuşum gibi hissetmeme neden olmuştu.

Gece yarısını geçtiğinde Dean ve Justin evden ayrıldılar ve kaldıkları yere, Dean’ın büyükannesi ile büyükbabasının yanına gittiler. Ben yine bu koca evde yalnız kaldım. Yukarıya çıkıp yapmak yerine koltuğa uzandım ve hiçbir şey düşünmeden boş bir şekilde tavana baktım… Ama arada düşüncelerime Justin’in ‘Bu adam sana gerçekten âşık!’ sözleri sızıyordu. Bu sözlerse unutmaya belki de zihnimin arkalarına gizlemeye çalıştığım acıları tekrardan gün yüzüne çıkarıyordu.

Sinirle yerimden kalktım. Bu kadar zayıf bir kadın değildim, elbette çok canım acıyacaktı, ayrılıklar hep acı yüklü değil miydi? Bununla yaşamayı öğrenecektim. Kolay olmayacaktı ama benim hayatım hiçbir zaman kolay olmamıştı. Şimdi de kolay olması beklenemezdi. Kesinlikle bir başkası olmayacaktı. Brandon’a karşı hissettikleri kesinlikle bir daha hissedebileceğim türden duygular değildi. Onlar eşsizdi ve sadece bir kişiye özeldi.

Odama çıktım ve üzerimi çıkarıp geceliğimi giydim ardından da yatağıma yattım. Yan döndüğümde yatağın bir tarafındaki boşluğu bir gece Brandon’ın doldurduğu aklıma geldi. Onunla birlikte oluşumuz. Bana karşı şehvetli ama nazik dokunuşları… Uyurken ki yaramaz çocuk gibi yüzünün hali ve erkeksi kokusu. Kollarındaki güven verici his… Bunları özleyecektim. Hiçbir zaman giderilemeyecek bir özlem olacaktı benim için. Belki bu özlemi giderir umuduyla yattığı yastığı aldım ve sarıldım. Gözlerimi kapatırken onunla geçirdiğim günleri düşündüm sadece. Eğer bununla yaşayacaksam mutlu olduğumuz anılarla hayata tutunmam kolay olabilirdi.

Gözlerimi açtığımda Brandon’ın kokusunu hissettim yanımda. Gülümseyerek yatağa bakındığımda hala yastığın kollarımda olduğunu fark ettim. Bugün kesinlikle kendimi daha iyi hissediyordum bunun için yataktan hemen çıkmak yerine yatakta bir süre daha kalmaya karar verdim ki kapı çaldı. Bu rahatımı ve huzurumu bozan kişiye kesinlikle sinir olmak üzereydim ki ikinci kez çaldı kapı. Yataktan sinirle çıkarak üzerime sabahlığımı giyindim ve ardından aşağıya inerek kapıya baktım. Gelen postacıydı ve elinden zarfı alıp salona gittim ve koltuğa oturup zarfı açtığımda üzerinde yazan yazılar kalbime kızgın yağ dökülmüşçesine yaktı. Nişan davetiyesi gönderilmişti ve bu akşamki nişana davet ediliyordum. Nasıl? Nasıl bu kadar ileri gidebilmişti Brandon? Neden yapmıştı bunu? Canımı acıtacağını beni ölüme sürükleyecek kadar çıkmaza sürükleyeceğini bilmiyor muydu?

Kâğıda akan damlaları görünce ağladığımı fark ettim ve gözyaşlarımı silerek davetiyeyi bir kenara koydum. Ağlamak yoktu! Bundan sonra akmayacaktı o gözyaşları! Bunu hak etmiyordu. Eğer bana bu davetiyeyi gönderecek kadar sevmemişse hak etmiyordu bu yaşları.

“Sevmemişse…”

Bu kelime dudaklarımdan çıkarken gözyaşları gözlerimi akmak için zorlarken kalbim acıyordu. Yarama tuz basılmışçasına çığlık atmak istiyor ama susmak zorunda kalıyordum. Bu acıyı ne yaparsam yapayım söküp atamayacaktım ve saklayamayacak kadar da zayıf düşmüştüm artık.

Akşam saatine kadar aynı yerde elimde davetiyeyle oturdum. Yerimden kımıldayacak gücü kendimde bulamamış aynı zamanda kımıldasam bile ne yapacağımı bilememiştim. Ama artık bir karar vermiştim. Artık bu ilişki bitmişti onlar benim patronlarımdı ve nasıl olması gerekiyorsa başından beri o şekilde olacaktı.

Direk mutfağa gittim ve bir şeyler atıştırdım ardından da odama çıkıp sıcak bir duş aldım. Sıcak su sanki verdiğim kararların doğru olduğunu vurgularcasına omuzlarıma çarpıyordu. Bu da içimi ayrı bir hisle dolduruyordu. Garip bir duygu… İsmini koyamadığım ama ne olduğunu daha önce de tattığım bir duyguydu. Jackson’ın beni aldattıktan sonra aldığım kararlarda hissettiğim duygunun aynısı…

Duştan çıktıktan sonra dolabımın başına geçtim ve bu geceye uyacak bir şeyler bakınırken gözüme siyah bir elbise takıldı. Askısını alıp baktığımda ailemin cenazesinin ardından bir hafta boyunca giyindiğim diğer siyah elbiselerimden biri olduğunu fark ettim. Bu gecenin de benim için cenazeden farkı neydi ki? Bundan dolayı gayet uyacaktı bu elbise bu geceye…

Siyah, kare yaka, ince kol askıları olan dar kesim diz üstü bir elbiseydi. Üzerime giydiğimde bütün vücut hatlarımı belirtmesi gibi göğüs dekoltesini de ön plana çıkarıyordu. Aynanın karşısına geçerek makyajımı yaptım. Hep belli belirsiz makyaj yaparken bu sefer gayet belirgin yapmıştım. Kırmızı mat rujumla da tamamlamıştım. Saçlarımı da düzleştirmek yerine bukleleri belirginleştirmek için maşa yaptım ve açık bırakarak omuzlarıma dökülmesine izin verdim. Ayağıma siyah deri ince topuklu ayakkabılarımı giyindim ve küçük bir el çantasıyla tamamladım kıyafetimi. Dolabın kapağındaki aynanın karşısına geçip kendime baktığımda çarpıcı, dikkat çekici görünüyordum. Sanırım bunu ilk defa kendime itiraf ediyordum. Gerçekten hoş olmuştum. Ama sanki bir şeyler eksik gibiydi. İncelercesine bakarken aynada kendime fark ettim boynuma bir şeyler takarak renk getirebilirdim. Ne uygun olabilirdi? Annemin kolyesi… Dudaklarımda bu düşünceyle beliren gülümseme ve gözlerimdeki kararlılıkla görünüşüm anında daha farklı bir boyuta kaydı. Kesinlikle buydu! Seksi… Umursamaz ve seksi… Bu şekilde bu gece orada rahatlıkla rol yapabilirdim. Arkamı dönüp çekmecen annemden bana kalan tek şey olan kolyeyi kadife kutusunda çıkarıp boynuma taktım. Zinciri minik yüzük şeklince bir halkayla birbirine bağlanmış ve halkanın içinden bir zincir daha geçirilmiş ve bu zincirler halkanın iki kısmından sarkmış ve uçlarında iki ayrı kalp bulunuyordu. Bu kalplerden biri biraz yukarıda kalırken biri göğüslerimin arasına doğru uzanıyordu. Bu kolyeyi babam anneme evliliklerinin 20. yıl dönümünde almıştı. Benim kalbimi de kendi kalbinle beraber taşı anlamında hitaben…

Eskileri gözümün önüne getirmek içimde garip bir hüzün oluşturmuştu. Aileme karşı duyduğum özlem ilk defa kendini bu kadar göstermiş, onlara olan ihtiyacımı ilk defa bu kadar açıkça hissetmiştim. Onlara şuanda yanımda görmeye, desteklerini yanımda hissetmeye o kadar ihtiyacım vardı ki bunu hiç kimse yerini dolduramıyordu. Diğerleri gibi ayrılık acısını iliklerime kadar hissederken annemin omzunda ağlamayı istiyordum. Her şeyin yoluna gireceğini kulağıma fısıldamasını istiyordum. Gece yattığımda gözyaşlarım durmaksızın akarken babamın nasıl olduğumu merak edip içeri girmesini ve saçlarımı okşamasını istiyordum. Onları şuanda yanımda istiyordum. Bu acıyla baş etmemde yanımda olmalarını istiyordum. Onları desteğine ihtiyaç duyuyordum.

Gözlerimden akan yaşları sildim ardından makyajımı tazeledim ve tekrar ağlamamak için kırpıştırarak merdivenlerden indim. İçimdeki burukluğu atamıyordum bir türlü. Sanırım kolay kolay kendimi toparlayamayacaktım ki bu akşam da üzerimde nasıl bir etki yapacak bilmiyordum. Sanırım artık kendimi tamamen kaderimin ellerine bırakmıştım ve nereye gideceğimi ne hissedeceğimi bilmeden sürükleniyordum. Şimdiki durağım ise sevdiğim adamın başka birine ait oluşunu görmekti.

Evden ne zaman çıktım ve ne zaman taksiye bindiğimi bilmiyordum. Şimdi ise kırmızı ışığa yakalanmış nişanın yapılacağı otelin bulunduğu sokağa dönmemizi sağlayacak olan ışıkta durmuştuk. Acaba Brandon kapıma gelen davetiyeden haberdar mıydı? Ya da geleceğimi hiç düşünmüş müydü? Karşısında beni görünce vereceği tepkiyi merak ediyordum. Jennifer için hep arkadaşım derken karım diyecek olmanın onun için ne ifade ettiğini merak ediyordum. Brandon’ın kendi elleri ile aşkımızı yok edişini görmek için gidiyordum şimdi o nişan törenine…

“Bayan geldik.”

Duyduğum bu ses beni düşüncelerimden sıyırdı ve dikkat ettiğimde oldukça lüks bir otelin kapısının önünde duruyorduk. İçimden inmek gelmiyordu, hemen taksi şoförüne geri dönmesini söylemek geliyordu içimden. Hatta hemen havaalanına dönüp New York’a geri dönmek istiyordum. Onların birbirlerine sarılarak ortalıkta gülücük saçmalarını izlemek, birbirlerine ait olduklarının kanıtı olan o yüzüklerin takılmasını izlemek oldukça canımı acıtacaktı ve ben bunu bile bile ücreti ödeyip indim. Kendimden emin attığım adımlarıma ve başımın dik duruşuna hayret ederek yürüdüm otelden içeriye. Görevli beni direk nişanın yapılacağı salona yönlendirirken adımlarım istemsiz olarak yavaşladı. Gitmek istemediğimi her an geri dönebilecek kadar güçsüz olduğumu gösterircesine yavaşladı. Ama bu yine de salona girmeme engel olmadı. Kapıdan girdiğimde etrafa göz gezdirdim. Oldukça şık ve lükstü her şey… Tıpkı Brandon’a yakışacak derecede büyüleyiciydi. Gözlerimle etrafı süzerken gözüme o çarptı. Brandon ve Jennifer… Yanlarında Charles, Lisa ve Lucy vardı.  Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Onların yanına. Brandon’ın arkasının bana dönük olması adımların kararlı olmasını sağlarken Jennifer ile bakışlarımız kesiştiğinde adımlarım da bir o kadar güçsüzleşti.

Jennifer oldukça güzel görünüyordu. Giydiği buz mavisi elbisesi omuzlarını açıkta bırakmış ve kollarını sararak bileklerine kadar inmişti. Uzun ve tamamen vücut hatlarını ortaya çıkaracak bir elbiseydi. Kusursuz ve bir o kadar da büyüleyici görünüyordu. Jennifer’in bakışlarının ardından Charles’ın bakışları beni buldu. Yüzlerindeki ifade hemen değişirken gözlerinde de hüzün belirmeye başlamıştı. Bu yaptığım tam bir delilikti. Deliler gibi âşık olduğum adamı nişanlısıyla kutlamaya gidiyordum.

Bir adım daha yaklaştığımda Brandon’da arkasını döndü ve bana baktı. İşte o an içimdeki acı şiddetlenmişti. Çünkü gözlerinde belki bir mutluluk kırıntısı bulurum diye umut etmiştim ama onunda gözlerinde acı vardı. Yapmacık gülümsemesi yüzünden kaybolurken ifadesine büyük bir acı oturmuştu. Tıpkı benim ifademe oturduğu gibi. Bu olduğum yerde durmama neden oldu. Gözlerimi kapatıp başımı önüme eğdim derin bir nefes alarak bunların bir kâbus olmasını diledim. Gözlerimi açıp başımı kaldırdığımda her şeyin acı bir gerçek olduğunu anladım.

Bir adım daha attım bu gerçekle yüzleşirken. Bir adım daha… Yanlarına geldiğimde nefessiz kaldığımı hissettim. Brandon’ın gözlerine bakarken nefessiz kalışımı, boğuluşumu hissettim. Nasıl söze başlamam gerektiğine karar veremedim. Ama artık her şey için geç olduğunu düşündüm artık hiçbir şeyin yapılamayacağını… Bu düşünceyle dudaklarımı zorla yukarıya doğru kıvırdım.

“Bay Veldone ve Bayan Borghensee tebrik ederim. Umarım…” Dedim ki sustum, devamını getiremedim. Devamında gelmesi gereken kelime dizisini dudaklarımdan çıkaramadım.

“Ashley…” diye söze başladı Brandon bana bir adım yaklaşarak. Bu yaklaşmasından aldığım cesaretle yanına yaklaştım ve kulağına fısıldadım. “Hoşça kal!”

Jennifer’ı bulan gözlerimi, “Tebrik ederim” diye mırıldanan dudaklarım eşlik etti. Sözlerimi bitirdikten sonra Jennifer’ın gözünden akan yaş dikkatimi çekti. Onunda canı acıyordu bunu fark edebiliyordum. Orada durmam orada bulunmam zor olan her şeyi imkânsızlaştırıyordu ki zaten daha fazla duracak gücü kendimde bulamadım. Arkamı dönüp hiçbir şey demelerini beklemeden ilerledim. Kapıya geldiğimde arkamda bıraktıklarıma son kez bakmak için döndüğümde Jennifer, Lucy’nin omzuna dayamıştı başını ve Brandon’da bana bakıyordu. Gidişimi izliyordu… Tıpkı benim onun başkasının oluşunu izlediğim gibi… O an dudaklarımdan asla yüzüne söyleyemeyeceğim ve sesli dahi ifade edemeyeceğim sözlerin fısıltı halinde çıkışına tanık oldum.

“Canım acıyor sevgilim… Senin başkasına ait olman canımı acıtıyor… Seni kendi yanımda bile hayal etmeye kıyamazken başka birinin kollarında olacak olman içimi acıtıyor… Ama her şeye rağmen sahte bir gülüşle seni ve onu… Sizi demeye dilim varmıyor sevgilim… Tebrik ederim…”


Otelden ayrıldığımda kalbimin her parçasını orada bırakmış gibi hissediyordum. Kalbimin acısı yetmiyormuş gibi vicdanımda rahat bırakmıyordu beni. Zaten ben yeterince işkence çekiyordum neden Brandon’ı da bu işkenceye davet etmiştim ki? Onun o halini görmek beni daha beter bir çıkmaza sürüklerken onu da yanımda o çıkmaza sokmuş ve ikimiz de şimdi kaybolmuştuk. Belki en azından Jennifer ile ortak olan acılarında birbirlerinin yaralarını sararlardı. Belki bu acı, bu kalp kırıklığı zamanla onları birbirine daha fazla bağlar ve… Sonrası yoktu! Asla olamazdı da! Ben getiremezdim sonrasını… İkisini zaten beraber düşünmek canımı acıtırken bir de onları birbirlerine aşık düşünmek dahi istemiyordum. Böyle bir şey mümkün değildi. Hem Brandon anlatmıştı Jennifer’ın sevdiği adamı… Ona olan aşkını… Her şeye rağmen tekrardan birlikte olmalarını… Asla olamazdı ikisi… Asla Jennifer, o adama hissettiklerini hissedemezdi Brandon’da… Brandon’da Jennifer’a bana karşı hissettiklerini hissettiremezdi. Belki de olurdu, belki de ben kendimi bu şekilde kandırıyordum…

“Hanımefendi geldik!” Sesiyle irkildim birden ve etrafıma baktım. Eve gelmiştim. Taksi şoförüne ücreti uzattıktan sonra arabadan indim ve bahçeden içeriye girdim. Kapıda Dean’ı gördüm. Ellerini cebine sokmuş ve kapıda bekliyordu. Beni görünce gülümsedi ama sonra yüzümdeki ifadede ne gördüyse kaşları çatıldı ve yanıma yaklaşmaya başladı. Elini yüzüme koydu ve yanağımı okşadı.

“Keşke her şey yoluna girebilecek diyebilsem…” Diye fısıldadı sanki söylediği şeyi kimsenin duymamasını ister gibi.

“En azından karşımda yalan söylemiyorsun…” Diye karşılık verdim boğuk ve kısık çıkan sesimle.

Önünden çekildim ve kapıya gittim. Kapıyı açıp içeri girince ayakkabılarımı çıkardım ve yalın ayak içeriye girdim kapıyı Dean girsin diye açık bıraktım. Salona gittim ve koltuklardan birine oturdum ve başımı koltuğun arkasına dayayarak kendimi serbest bıraktım. Gözyaşlarım yanaklarımdan akarken hıçkırarak ağlamaya başladım. Dean’ın sessizce salona girip koltuğa oturduğunu gördüm, ama bana bakmadı, ağlamama tepki de vermedi. Sadece oturdu ve benim hıçkırıklarımın bitmesini ve sakinleşmemi bekledi. Tabi yapabilirsem…

Ne kadar süre geçtiğini hatırlamıyorum, ama gözlerimi açtığımda yatak odamda olduğumu gördüm. Gözlerimdeki yanmaların yanında kendimi biraz da olsa rahatlamış hissediyordum. İçimdekilerin bir kısmını sanki dışarı atmıştım. Gözlerimdeki yanmayı da soğuk suyla giderebilirdim muhtemelen. Bu yüzden yataktan kalktım ve yüzümü soğuk suyla yıkadım. Havluyla kuruladıktan sonra yüzümü aynadaki yansımam dikkatimi çekmişti. Gözlerim kızarmış ve şişmişti, gözaltlarım ise mora yakın bir renkteydi. Berbat görünüyordum, bu normaldi berbat hissediyordum çünkü.

Odama geçtiğimde üzerime eşofman takımımı taktım ve üzerinin polarını giymeden bir badi giydim. Saçlarımı da rastgele toplayıp odadan çıktım. Mutfaktan tıkırtılar geliyordu, içim rahattı çünkü biliyordum ki Dean beni bu halde yalnız bırakmazdı. Yanılmamıştım, mutfağa gittiğimde Dean’ı gördüm. Kahvaltı hazırlamıştı. Geldiğimi fark edince hafif bir gülümseme eşliğinde, “Günaydın,” dedi.

“Günaydın.” Diyerek cevap verdim ama sesim fısıltı edasında çıkmıştı.

“Sesin muhtemelen ağlamaktan kısıldı. Takma birkaç güne düzelir. Bu arada hadi kahvaltıya acıktım ben.”

Sözlerine gülümseyerek cevap verdim ve Dean servis tabaklarını masaya koyarken bende bardaklara çayı koydum. Beraber kahvaltı masasına oturduk, kahvaltımızı yaptık derin bir sessizlik içinde. Ardından da masayı topladık, salona geçip oturduk. Dean’ın ben konuşmadan konuşmayacağını bildiğim için sessizliğini garipsemedim.

Akşam olmuştu ne ben ne de Dean konuşmamıştık. Dean bu süre zarfı içerisinde televizyonla oyalanmıştı ama aralarda sıkılmışçasına sesler çıkarıp duruyordu. Birden televizyonu kapatıp kumandayı sehpanın üzerine bıraktı ve bana baktı. Bende o sırada ona bakıyordum ki gülümsedim bakmasına karşılık.

“Neden gittin?”

“Gitmemin doğru olacağını düşündüm!” diye cevap verirken konunun ne olduğunun farkındaydım ve bu konunun açılacağını da biliyordum.

“Neden?”

“Çünkü dün sabah bir davetiye aldım. Onların nişan davetiyesini… Belli ki biri oraya gitmemi istiyordu. Bende… Yapabileceğimi sandım. Kaldırabileceğimi… Her şeyi daha kolay kabul edeceğimi…”
“Umduğun gibi oldu mu?”

“Hayır… Onsuz yapamayacağımı bir kez daha fark ettirdi, ona ola sevgimin büyüklüğünü, acımı tekrar hissettirdi… Ama en kötüsü ne biliyor musun Dean?” Diye kısık sesimle konuşmama devam ederken Dean başını kaldırıp bana baktı.

“Ne?”

“İçimde bir umut vardı belki o mutludur diye. Bununla avunabilirdim. Onun mutluluğuyla yaşayabilirdim. Aşkımın bu fedakârlığı kaldırabileceğini biliyordum, ama o da kötüydü… Mutlu değildi, acısı gözlerinden belli oluyordu… Yüz hatları eskisi gibi canlı değildi, gözleri bana bakarken parlamıyordu, bu sefer acıyla kıvranıyordu. Zayıflamış geldi gözüme… Oda acı çekiyor, onunda kalbi kırılıyor… İşte bu beni bitiriyor, içimdeki bütün enerjiyi alıp götürüyor… Beni bir labirente sokuyor ve attığım her adımda aldığım her nefeste sanki kaybolmama neden oluyor…”

Konuştukça gözyaşlarım akıyordu. İçimdekileri dile döküyor olmak beni biraz rahatlatıyor, sanki acımı hafifletiyordu. Her şeyden önemlisi beni anlayacak ve yaptıklarımı, sözlerimi sorgulamayacak birine anlatmanın verdiği güvenle kendimi daha iyi hissetmeme neden oluyordu.

O akşam Dean ile gece yarısına kadar konuştuk… Aslında ben anlattım o dinledi. Aralarda yanıma olduğumu hissettirecek sözler söyledi ve arada sorular sordu onun haricinde evdeki tek ses benim ağlamaktan boğuklaşan ve fısıltı gibi çıkan kısık sesimdi. Dean gittikten sonra odama çıktım ve üzerimi değiştirip geceliğimi giyindim. Yatağıma yatmıştım ki aşağıdan duyduğum tıkırtı üzerine yerimde doğruldum. Aslında bu ses sanki ayak sesi gibiydi, evin sessizliğinde yankı yapıyordu… Yataktan kalktım ve aşağıya inmek için hareket ettim. Eğer acımdan dolayı aklım uyuşmamış olsa, mantıklı düşünebiliyor olsaydım muhtemelen kapımı kilitler odada kalırdım ama mantık beni terk etmişti o an.

Odamdan çıkıp kim olduğuna bakmak için merdivenlerin başına gelince aşağıda birini gördüm. Karşılıklı duruyorduk, tek fark benim üst katta olmam onun alt katta olmasıydı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor ve korkudan bacaklarımın beni taşıyamayacağını hissediyordum.

“Kimsin?” diye fısıldadım, gecenin sessizliğinde beni duyacağını biliyordum. Kaçmayı aklıma getirmiyordum çünkü ben odama girene kadar beni yakalardı muhtemelen. Ayakta duracak gücü zor bulurken kaçmak zaten akıllıca gelmemişti.

“Seni uyarmıştım. Davanın peşini bırak demiştim. Sonunun bu olacağını tahmin etmeliydin…”

Sözlerine gür sesiyle devam ederken benim nefesim kesilmeye, korku adrenalinle beraber damarlarımda dolanmaya başlamıştı. Beynim artık fikir üretmeyi bırakmış, hareket etmemi de imkânsız hale getirircesine kendini kapatmış gibiydi. Kalbim hızlı bir şekilde atmaya başlarken odadaki tek sesin kalp atışlarımın olduğunu fark etmiştim. Ta ki adam silahını çıkarıp, tetiği çekene kadar…

Birden sol tarafımda bir acı hissettim, istemsiz sendeledim. Başımı eğip baktığımda sol tarafımdan kanlar akmaya başlamıştı. İkinci defa silah sesi duyduğumda ayaklarım beni taşımıyormuşçasına yere düşmek üzereydim. Sol göğsümde hissettim soğuk metali… Nefeslerim kesilmeye başlamıştı, kendimi boşlukta hissederek yere düştüm, merdivenlerin başında olmamdan dolayı aşağıya doğru yuvarlandım. Gözlerim kapanmaya başlamıştı. Bilincimi kaybettiğimi hissediyordum. Kulağıma uzaktan uğultular geliyordu ama bir şeyleri anlamlandırmak çok zorlamaya başlamıştı beni.

“Hemen ambulansı arayın…”

“Lanet olsun Bayan Grench… Bayan Grench … Bilincinizin kapanmaması için konuşmaya çalışısın.”

“Sorularıma cevap verin…”

Sesler yakından geliyordu. Tanıdık değildi ama muhtemelen polislerden biriydi bu sesin sahibi. Bu polisler madem bu kadar yakınımdaydı neden bu kadar geç kalmışlardı ki… Sanki olacaklara engel olabileceklermiş gibi…

“Bayan Grench …”

Seslerin ve art arda sorulan soruların hiçbirine cevap veremez haldeydim. Belki de bunun nedeni ölümün artık beni çağırmasıydı. Ölüm… Acaba orada hayat benim için buradaki kadar acı mı olacaktı?

Brandon… Sevgilim… Bir ayrılık dahi bizi yıkarken benim ölüm haberimi nasıl karşılayacaktı. Canını daha fazla yakacaktı bunun farkındaydım. Belki oda benim gibiydi. Bir yerlerde bir şekilde nefes alıyor olmamız yaşama tutunmak için tek tutanağımızdı… Belki bir yerler de birileri bizi güldürebiliyordur diye ummak tek umudumuzdu. Ama şimdi her şey bitmiş ve sona gelmiştik…

“Ashley…” diye bir ses duydum. Gür ve yüksek sesle konuşmuş ve ismimi haykırmıştı bu ses… Tanıyordum bu sesin sahibini… Dean.

“Sakın! Duydun mu? Sakın yenilmeyi düşünme. Pes etmek yok! Bu kadar kolay değil! Lanet olsun duydun mu Ashley? Sakın… Lütfen…” diye konuşmasını sürdürürken sonlara doğru baştaki kararlı ve gür sesi fısıltı halini almış ve çatallaşmaya başlamıştı.

“Beyefendi izin verin de ambulansa taşıyalım. Henüz bilinci açık ve hemen hastaneye gitmesi gerek…”

Dean’ın yanımdaki varlığı beni güçlendirirdi eskiden ama artık pek fayda etmiyordu. Şuanda tek ihtiyacım olan kişi Brandon’dı. O da şuanda başkasının kollarındaydı. Bir başkasının…

Sesler her an artarken aralardan çok yakınımda duranların ne dediğini anlayabiliyordum. Ama kim ne derse desin aklımda tek bir düşünce, tek bir kelime, tek bir yüz vardı. Brandon… Gülümseyen yüzünün bana bakmasıydı aklımdaki yüz… Sert ve güçlü bakışlarındaki pırıltılar… Kollarında hissettiklerim, hücum etmiş onunla yaşadıklarım canlanıyordu düşüncelerimde. Belki de beynimin oynadığı bu küçük zararsız oyun canımı yakıyordu ama bilincimin de bunun sayesinde açık kaldığını düşünmeye başlamıştım…

“Nefesi alışları yavaşlıyor… Nabzı da öyle… Acele edin artık…”

Bu duyduğum son ses oldu. Güçlü bir kadın sesiydi. Emirler yağdırmaya, komut vermeye devam ediyordu ama artık ben anlamlandıramıyordum. Sadece bir uğultuydu benim için artık…

Sadece Brandon’la geçirdiğimiz New York’taki gece vardı aklımda. Dudaklarının tenimde dolaşması, kulağıma bir şeyler fısıldadığında sesindeki şehvet, güçlü kollarının arasındayken tüy gibi dokunuşları… Son hatırlayacaklarım bunlardı sanırım… Son olarak… Sona yaklaşırken…



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

15 yorum :

  1. Allahim sana geliyoruuuuum. Harika bir bölüm olmus. Bayildim bittim ☺ vallahi imla kurallarina aykiri ya da yazim yanlisi varmiydi dikkat bile edemedim. Ashley ile agladim sürüklendim ve vuruldum. Yeni bölümle hayata simsiki tutunmayi bekliyorum. Bir hafta komadayim��

    Ellerine yüregine kalemine saglik...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yeni bölüm hayata sımsıkı tutunacağın bir bölüm olacak, Brandon'ın tarafından anlatılacak vee seni hayata döndürecek söz :D

      Teşekkürler yorumun için :)

      Sil
  2. Offff ya ah ashley benide çok fena üzdün yanii :(((
    Dean ve justinin destek olmaları süperdiii :))
    Ashley çok fena yara aldı kalbinde sevdiği adam birde nişanlanıyor feci bir durum :((
    Ama neden nişanlanıyorlar yaaa hem jenniferda başkasını seviyor :(
    Ah o nişan sahnesii :( ashleyin ve brandonın acısııı fenaydı :((((
    Ohaa ama ya ashley vuruldu pislik vurdu hemde 2 el ateş etti şok oldum!
    Devamını merakla bekliyorumm çok merak ettim !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Devamı bu kadar heyecanlı olmasa da bu sefer sizi şok etmeyecek bir bölüm olacak :)) Teşekkürler yorumun için :)

      Sil
  3. Bu bölüm burada biter mi ama yaa!! Önümüzdeki haftaya kadar çatlamazsam iyi. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öbür bölümde derin bir soluk alacaksınız o yüzden sakin ;)

      Sil
  4. yaaa tek umudum 11. bölümdü brandon zaten bitik şimdi ashley in vurulduğunu duyunca kahrolacak adam yaaa ama hikaye muhteşem bayıldım çok sevdim bide bişe rica etsem küçük ufacık bir rica ya haftada 1 yerine 2 bölüm yayınlasanız nasıl olur iyi fikir demi ama lütfen lütfen lütfen :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim :) hafta iki bölüm yayınlamayı çok isterim ama ne yazık ki kısıtlı zamanım var. Bir bölümü bile yetiştirmek çok zor oluyor :/ O yüzden şimdilik haftada 1 bölümle idare edeceğiz artık

      Sil
  5. Yazarkafe aracılığıyla harika bir blog keşfetmiş oldum:)
    Ne güzel yazıyorsunuz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim :)

      Sil
    2. yaaa bu beklemek nekadarda zormuş 12. bölüm hala yokkk çok heycanla beklediğim bir bölüm ne olur beni daha fazla bekletmeyin inci hanım ne olur :)))

      Sil
    3. ben çok kitap okurum ama ilk defa bir blog dan okuyorum ve çok zevkli ama beklemek çok zor hele çok beyendiğiniz bir hikayeyi ama sizi ve hikayenizi çok sevdim bu hikayeyi kitaba dönüştürmek isterseniz ne olur haberim olsun isterim çünkü böyle güzel bi hikayeyi kitap arşivimde bulundurmak isterim :))

      Sil
    4. anemmm çok heyecan yaptım :D hehe çook teşekkür ederim eğer olur da öyle bir karar alırsam zaten kesinlikle haberiniz olur :) blogda bolca duyurusunu yaparım ;) Bölüm ise birkaç saate gelecek inş :))

      Sil
    5. işallah böyle bir karar alır sizi sevenleri sevindirirsiniz şahsen ben çok mutlu olurum :))

      Sil
  6. Ya ben demedim mi o karının saçını başını yolsun diye.Yolmadı gitti dağ gibi adam.Ah ahh vuruldu da.kim yolacak o saçları ??:)

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın