Söylenen sözlerin ardından telefon kapatıldı. Telefonu kulağımdan çektiğimde şaşkın bir şekilde telefona bakıyordum. Yine başlamıştı tehditler. Halbuki bittiğini sanmıştım, davanın benden çekildiğini… yanılmıştım! Rahat olduğum o sessiz geçen süre bitmişti!
Lisa’nın endişeli çıkan sesiyle kendime geldiğimde ne sorduğunu anlamaya çalışıyordum. “Ashley iyi misin? Kimdi arayan? Kötü haber mi?”
“Önemli bir şey değil! Ben Brandon’a baksam iyi olacak,” diye mırıldanarak geçiştirdim, ama Brandon’a söylemem gerekiyordu. Hem de bir an önce!
Onu bulmak için yanlarından ayrıldım ve içeriye girdim. Soyunma odalarını ararken koridorda yürüyordum. Koridorda spor ayakkabılarımın çıkardığı tiz ses yankılanıyordu. Arada ise hızlı nefes alışlarımı duyuyordum. İçimde garip bir korku belirmişti ve bu korku yüzünden adımlarımı hızlandırdım. Nereye gittiğimi bilmeden gidiyordum. Kaybolduğumu hissediyordum ama Brandon’a ulaşma çabam hislerimi bastırıyordu.
Farkında olmadan koridorun sonuna gelmiştim ve önüme merdivenler çıkmıştı. Aşağıya mı inmeliydim yoksa yukarıya mı çıkmalıydım. Ama Justin’i bir keresinde üniversitenin spor kompleksinde aradığımda soyunma odasının alt katlarda olduğunu görmüştüm. Bu düşünceyle alt kata inen merdivenlere yöneldim. Birkaç basamak inmiştim ki arkamdan bir ses duydum. Sanki bir şey düşmüş gibiydi. Başımı çevirip baktığımda her şey normal görünüyordu. Belki de hayal gücümün bir ürünüydü bu, ama diğer taraftaki koridordan duyduğum ayak sesleri ile arkama bakmadan hızla aşağıya inmeme neden oldu. Alt kata indiğimde önüme çıkan ilk koridora girdim ve kapılardaki plakalara bakarak soyunma odalarını aradım, bu sırada tekrardan telefonum çaldı. Korkarak, elimin titremesini engellemeye çalışarak açtım telefonu.
“Ashley? Neler oluyor neredesin?”
Brandon’ın sesini duymam beni rahatlatmıştı. Derin nefesler alarak sesimi normal tutmaya çalıştım. Sesimin titremesini yan da hislerimi sesimle anlamasını istemezdim.
“Seni aramaya içeriye girmiştim. Sen neredesin?”
“Dışarıdayım, niye kızların yanından ayrıldın. Kim aradı sen? Yine mi tehditler? Neredesin yerini söyle ve sakın kıpırdama… Koridorları çok karışıktır kaybolursan hiç iyi olmaz…”
“Alt kata indim. Soyunma odalarının burada olduğunu sanıyordum,” diye mırıldandım etrafıma bakınarak olduğum yerde dururken.
“Lanet olsun! Ashley alt kat aynı zamanda bodruma da gider… Nasıl bir koridordasın? Soyunma odasına giden koridor komple kalebodur ve fayans döşelidir ve her daim aydınlık olur.”
“Hayır, burası öyle değil. Yerler beton ve duvarlarda beyaz boyalı,” diye fısıldadığımda merdivenlerden ayak sesi duydum.
“Tamam, kımıldama geliyorum!”
“Brandın… merdivenlerdeki sen misin?” diye fısıldadım.
“Hayır, henüz içeriye yeni girdim. Bu saatte kimse olmaz burada.”
Brandon’ın son sözleri korkumu iyice arttırmıştı. Olduğum yerde kalıp gelen her kimse onu beklemeyi düşünmüyordum. Sağa doğru devam eden koridor boyunca yürümeye başladım. Arada arkama dönüp bakıyordum gelen kimse var mı diye? Etrafımı da inceliyordum Brandon tarif ettiği koridor mu diye, ama hala aynı şekilde devam ediyordu koridor.
Kulağımda tutmaya devam ettiğim telefondan Brandon’ın sesini duyduğumda yerimde sıçradım. Etrafımdaki sessizliğe o kadar odaklanmıştım ki Brandon’ın sesi beni korkutmuştu. “Ashley aşağıya indim, Charles’a başka bir koridora girdi alt katta. Söylediğin yerde yoksun neredesin?”
Hızlanan nefesimle beraber, “Ben ses duyunca yürüdüm sağdaki koridordan…” diye konuşmaya devam ederken Brandon’ın sesini duydum.
“Sesin gelm…”
Brandon’ın bitmeyen cümlesine karşılık yerimde durarak telefonu kulağımdan çekerek baktığımda çekmediğini gördüm. Bir bu eksikti. Brandon’ın son olarak konuştuğumuz koridorda olduğunu söylediğini hatırladım ve geriye doğru döndüm. Oraya doğru yürürsem yarı yolda karşılaşırdım Brandon ile. Ama karşıma birkaç tane çıkan bu koridorlarda hangisinden ilerlediğimi bilmiyordum. İçimdeki korku daha fazla büyümeye başlamıştı. Birden arkamdan gelen bir silah sesi duydum. Ellerimle kulaklarımı kapattım ve yere çömeldim. Zaten hafif aydınlık olan koridorda bu şekilde belki görünmem diye düşünmüştüm. Ama silah sesine de yaşadığım anları tekrar yaşıyormuşum hissi uyandırmıştı bende. Gecenin karanlığında, evimde, merdivenlerin başında… Aşağıda siyahlar içinde bir adam… Sesi yankılanıyordu kulaklarımda uğultu şeklinde.
Nefes almaya korkar bir halde ayaklarımı kendime doğru çektim ve o şekilde köşe de oturdum. Etrafımdaki sesleri dinliyordum. Farklı taraflardan bana yaklaşan ayak sesleri duyduğuma emindim. Ya biri silahla ateş eden kişiyse ve asıl önemli olan ise diğer kişinin Brandon olmasıydı. Eğer ona zarar verirse… Kesinlikle haklıydı artık benim zayıf noktalarım vardı ve o bunları biliyordu. Belki de en başından beri bu anı bekliyordu.
“Ashley?”
Duyduğum yumuşak, endişeli sesle başımı kaldırdım. Bu Brandon’dı. Koşarak yanıma geldi ve önüme eğildi. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve yüzümün her köşesine öpücükler bıraktı. Ardından kollarını etrafıma dolayarak sarıldı. Onun güven verici kokusu içerisinde sakinleşmiştim. Varlığı bana yetmişti. Başımı göğsüne dayayıp gözlerimi kapattım. Güzel geçen günümüz bir anda kâbusa dönmüştü.
“Tamam sevgilim. Ben yanındayım,” diye fısıldadı kulağıma doğru Brandon.
“Hala burada olabilir. Silah sesini duydun mu? Yoksa benim hayal gücüm mü?”
“Duydum. Tanrım! Öyle korktum ki seni kaybedecek olmaktan. Ne yapmalıyım? Seni eve mi kilitlemeliyim bilmiyorum ki?”
Brandon sözlerinin ardından kollarını benden ayırdı ve yerden kalkmama yardım etti. Charles’ta buradaydı. Güven verircesine gülümsedi bana. Brandon kolunu omzuma atıp beni kendine çekti ve bir tarafıma da Charles geçti.
Koridorda yürürken aklımda silah sesi dolanıyordu. Sanki geçmişe gitmiş gibiydim. Eskide kalmış, zihnimin gerilere attığı anılar tekrar canlanıyordu. Merdivenin tepesinden aşağıya bakarken bir adamın bana silah doğrultuyordu, haince bakışları gözlerimin önünde beliriyordu. Yavaş yavaş ayaklarım beni taşıyamayacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. Kulaklarımda silahın ateşlenmesi sesi yankılandı. Sanki şuanda burada, bu koridorda yankılanıyormuşçasına... Bir an için kurşunun sol boşluğuma geldiğini ve aynı yakıcı acıyı tekrar hissettiğimi hissettim. Aniden yerimde irkildim.
“Ashley?”
Brandon sesi ile çevreme bakındığımda Charles’ın şaşkın bakışları ve Brandon’ın endişeli yüz ifadesi ile karşılaştım. Garip bir dürtüyle kollarımı Brandon’ın beline doladım. Sanki orada beni kimse göremez, bana kimse zarar veremez, kimse canımı acıtamazmış gibi. Sanki her şeyimi kaybedecekmiş gibi hissederek sarıldım. Başımı boynuyla göğsü arasındaki yere yerleştirdim ve gözlerimi kapattım. Derin derin nefesler alırken Brandon’ında belime kollarını doladı ve sıkıca sarıldı. Saçlarımda dudaklarını hissettim. Bir süre öyle kaldıktan sonra kollarında çıkmak için hamle yaptım ama Brandon o kadar sıkı tutuyordu ki çıkamadım kollarından.
“Tamam, sevgilim, her şey yolunda ben yanındayım,” diye fısıldadı. Nefesini saçlarımda hissettim. Sesindeki güven verici bir eda vardı.
“Üzgünüm… Ben sadece… Bir an için…” diyerek kesik kesik konuşmaya başladım. Kelimeleri henüz toparlayamıyordum.
“Şşşt. Hadi gel gidelim. Eve gidelim, daha iyi olacaksın.”
Brandon beni kollarından ayırdı, ama kendinden çok uzaklaştırmadı. Elimi tuttu, hemen yanında olmam için. Başımı çevirdiğimde Charles bizi bekliyordu, yüzünde hafif bir gülümseme oluşmuştu, gözlerinde ise anlayış vardı.
“Özür dilerim,” diye fısıldadım Charles’a bakarak. Brandon’ın elimi sıkması üzerine ona baktım. Sanki azarlarcasına bakıyordu. Gülümseyerek başımı önüme eğdim.
“Önemli değil Ashley. Yaşadıklarını anlıyorum. Kolay değil… Ki kolay kolayda izlerini silemezsin.”
Charles yanımızda çıkışa doğru yürüdük. Etrafımdaki her şeyi boş vermiş Brandon’ın yanımdaki varlığına odaklanmıştım. Beni şuanda tutan geçmişin izlerini geçici bir süre ile olsa da unutmamı sağlıyordu.
Binadan çıktığımızda dışarıdaki kalabalığa şaşırıp kalmıştım. Bu kadar kişi bu kadar kısa sürede nasıl toplandığını anlamamıştım. Alex, Lisa ve Lucy’in yanında arabanın kenarında duruyordu. Bizi görünce bize doğru yürümeye başladılar. Diğer taraftan ise etraftaki kalabalığın yanında polislerin varlığı beni bir nebze olsun gerçekten rahatlatmıştı. Tek başımıza değildik ve daha da önemlisi polislerin işin içinde olması daha iyiydi.
Lucy, “Ashley iyi misin?” diyerek yanıma geldi ve endişe dolu gözleriyle bana sarıldı. Boşta olan kolumla bende ona sarıldım.
“Merak etme iyiyim Lucy.”
Lisa da varlığını hissettirir gibi, “Senin için endişelendik,” diyerek araya girdi, onun ardından da Alex konuştu kınayıcı bakışlarının yanında.
“Burada kızların yanında beklemeliydin Ashley. Kötü fikirdi içeriye girmek. Özellikle içeriden gelen silah sesi bizi şok etti. Birinize bir şey oldu diye…”
“Üzgünüm. O an için doğru gibi geldi.”
“Her neyse hadi artık gidelim. Evde konuşuruz.”
Charles olayı kapatma amacıyla söylediği sözler geçici süreliğine herkesin susmasına neden olurken yanımıza yaklaşan bir grup polisle konunun kapanmayacağı belli oldu.
“Ashley Grench?” diyerek sordu biri bana bakarak. Başımı salladığımda konuşan polisten başkası söze girdi.
“İçeride neler olduğunu anlatmak için karakola gelmelisiniz. Burada bu tarz şeyler pek görülmez.”
“İçeride pek bir şey olmadı. Bir silah sesini duyduk sadece, ne birini gördük ne de birinin içeride olduğuna dair ses haricinde bir ses duyduk,” diye araya girdi Brandon konuşmama izin vermeyerek. Polislerin ona çatık kaşları ile bakmasını umursamadan belime sarıldı ve arabaya doğru yönlendirdi.
Geldiğimiz şekilde arabalara yerleştik ve arkamıza dahi bakmadan oradan uzaklaştık. Yol boyunca sessizlik hâkimdi arabada. Motorun sesi aradaki keskin sessizliği bölüyordu ama artık o da bu sessizliğin boğuculuğundan sıkılmış gibi arada kaynayan bir ses olup çıktı. Başımı çevirip baktığımda herkesin durumu değerlendiriyormuş gibi bir havası vardı. Derin bir nefes aldım ve başımı çevirip camdan dışarıyı izlemeye başladım.
Evin bahçesine girdiğimizde arabalardan indik ve içeriye doğru ilerlemeye başladık. Gittikçe büyüyen bu sessizlik artık can sıkıcı olmaya başlamıştı. Bu benim davamdı ve nedense herkes kendi davasıymış olduğunu düşünüyormuş gibi tavır sergiliyorlardı.
İçeriye girdiğimizde Betie bizi gördü ve sanki her şeyi biliyormuş gibi derin bir nefes aldı. George ise kaşları çatık bir şekilde oturuyordu. Ama yüzünde endişelerin izleri vardı bunu okuyabilecek kadar çok insan tanımıştım. Hepimiz salona geçtiğimizde bile yerinden kımıldamadı ama bir süre sonra yerinde kıpırdandı ve kollarını dirseklerine dayadı. Bizlerde bu sırada koltuklara oturmuştuk. Bir tek Brandon ayakta kalmış ortalıkta dolanıyordu.
Ortalıkta arabadaki aynı delici, sinir bozucu sessizlik hakim oldu. Birinin konuşmasını, bir şeyler söylemesini bekliyordum ama kimseden çıt çıkmıyordu. Arkama yaslanıp hepsinin surat ifadelerini incelmeye başladım. Charles bir tepki bekliyor gibiydi aynı benim gibi. Lisa ise elini Charles’ın bacağına koymuş, Brandon’a bakıyordu. Lucy gözlerini George’a dikmiş onun konuşmasını bekliyormuş gibi endişe ile bakıyordu. Betie ise George’un yanına oturmuş elini de sırtına koymuştu. Alex ise Lucy’in yanında oturuyordu. Bana tek bakan kişi oydu. Sanki bir şeyler anlamaya, sezmeye çalışıyor gibiydi. Bakışlarımız kesiştiğinde kaşlarını kaldırdı sessizce bir soru yöneltiyormuş gibi. Başımı çevirdim. Sorduğu soruyu veya vereceğim cevabı bilemeden. Brandon’a baktığımda kollarını göğsünde kavuşturmuş, ayaklarını omuz hizasında açmış, tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Oradaki endişeli, güven verici adam gitmiş yerine bir beklentisi olan, kızgın ve belki birazda kırgın bir adam gelmişti.
Kırgın… Neden?
Aklımın sorduğu bu sessiz saçma soru karşısında içimden güldüm. Saçmaydı bu soru. İkinci kez tehlike burnumun dibine kadar gelmişti onun bildiği kadarıyla. Benim bildiğim kadarıyla defalarca gelmişti, hepsi bugünkü kadar hafif olmamıştı…
Bir anda odadaki sessizliği telefon sesi böldü. Birinin telefonu ısrarla çalıyordu. Sanki açılmadan kapanmayacakmış gibi. Sanki acı bir şey varmış gibi. Sanki hesap sorarmış gibi. Sanki endişeli gibi… Lanet olsun bu benim telefonumdu. Hemen telefonu cebimden çıkardım. Hep titreşimini aktif ettiğim telefon şimdi titremeden ısrarla çalmaya devam ediyordu. Brandon ise elini bana uzatmıştı. Başımı kaldırıp baktığımda kaşlarını çatmış bakıyordu.
“Her kimse artık yalnız olmadığını bilmeli. Ne zannediyor, her istediği zaman seni tehdit edebileceğini mi? Artık o kadar basit değil! Telefonu bana ver…”
Emredercesine söylediği sözlerin ardından şaşkınca olan bakışlarıma aldırmadı. Eli bana uzanmış bir şekilde dururken ben kaşlarımı kaldırmış bir şekilde Brandon’a bakıyordum. Bu tarz bir tepki, bir çıkış beklemiyordum. Ama bir yandan da bu sahiplenişi hoşuma da gitmişti. İçimdeki rahatlama tam anlamıyla boy göstermeye başlamıştı. Sanırım başından beri ihtiyacım olan şeydi bu. Güven verici, koruyucu, sırtımı dayayabileceğim bir erkek…
Telefonun sesi bir için kesildi. Telefona baktığımda ekranında bir cevapsız arama yazısı duruyordu. Bir tarafım kim olduğuna bakmak istiyor, merak ediyordu diğer tarafım ise Brandon’a ver, şuanda ihtiyacın olan desteği bulmuşken bırakma diyordu. Ki gerçekten de öyleydi. Eğer o desteği kaybedersem, o güven verici, koruyucu duygusunu kaybedersem bununla başa çıkamayacak kadar zayıfladığımı hissediyordum.
Telefona bakarken tekrardan çalması benim düşüncelerimden sıyrılmamı sağladı. Ekranda arayan kişiye baktığımda Dean olduğunu gördüm. Sanırım biraz önce de arayan oydu. Endişelenmem veya Brandon’ın bu çıkışı boşunaydı. Muhtemelen olanları öğrenmişti ve merak edip arıyordu.
“İzninizle,” diye mırıldanıp yerimden kalktım. Brandon’ın yanından geçerken kolumdan tutup gitmemi engelledi. Başımı çevirip ona baktığımdaydı kızgın bir şekilde çatık kaşları ile bana bakıyordu.
“Kim?” diye sordu dişlerinin arasından konuşarak. İçimden bir ses öfkesiyle yüzleşmememin benim için daha iyi olacağını söylüyordu.
“Dean. Merak etmiş olmalı.”
Başını salladı tamam anlamında. Bende yanından geçip salondan çıktım. Merdivenlerin oraya giderek birkaç basamak yukarıya çıktım ve olduğum yere çömelerek basamaklara oturdum. Ardından hala çalmakta olan telefonumu açtım. Telefonumu kulağıma koyarken Brandon’ı gördüm salondan çıkmış yanıma doğru geliyordu.
“Efendim?” diye telefondaki kişiye doğru ama bakışlarım hala Brandon’daydı. Yanıma gelip merdivenlere çömelerek yanıma oturdu.
“Ashley, müsait misin konuşmamız lazım?”
Dean sesini duyduğumda bakışlarımı Brandon’dan çevirip yere baktım. Sanki bu şekilde dikkatimi toplayabilecekmişim gibi hissetmiştim.
“Evet, ne oldu?”
“Lorenzo Jones otopsi raporlarını bana gönderdi bende aynı şekilde sana ayrıntılarının olduğu bir mail attım ama cevap gelmeyince arayayım dedim. Otopsi sonucuna göre kanına Karayip Balon Balığı’nın zehri verilmiş. Bu zehir kana karıştığı andan itibaren hareket etmeni imkânsız kılar. Seni felçli durumuna getirir. Hareket etme yeteneğini yok eder. Kid Care’in kanında bu zehirden bulunmuş.”
Şaşkınlığım sesime yansırken Dean’in sözünü kestim. “O zehri nasıl bulmuşlar hapishanede?” Evet, cinayet olduğundan şüphelenmiştim ama bu kadarını beklemiyordum.
“İnan bilmiyorum, ama her kim soktuysa kuvvetli bağları olmalı. Ki sadece onunla da kalmamış, kanındaki adrenalin çok fazlaymış… Bunu yapanlar kurtulma olasılığını ortadan kaldıracak her türlü detayı düşünmüşler. Zehrin kanına karışmasının ardından hareketlerinin imkânsız kılınması ile kanına adrenalini arttırıcı bazı maddeler verilmiş. Bu şekilde kalp atışları hızlanmış. Görünürde kalp krizi gibi ama detaylı bir otopsi de bunlar meydana çıktı. Bay Jones, ekibi ve ben ailesini her şeyi anlattık. Bu davanın cinayet olduğu artık kesin. Bunun için elimizde deliller var. Bu konuda yeni bir dava açıp cinayeti işleyen kişi veya kişileri kovalayacağım. Faili meçhul bir cinayet olarak kalmasını istemiyor ailesi.”
“Geri kalan şeylerle benim ilgilenmemi ister misin?” diye sordum dirseğimi dizime dayadım ve boşta kalan elime de başımı dayadım. Derin bir nefes aldığımda yeni yeni taşlar oturmaya başlamıştı. Tehdidi yapan kişiler başından beri bunları ortaya çıkmasını engellemeye çalışıyorlardı. Normal bir ölüm gibi görünecekti, kimse cinayetten şüphelenmeyecekti. Ama bu planda atladıkları nokta benim her ay düzenli olarak aldığım Bay Care’in doktor raporlarıydı.
“Bundan sonrasına karışma. Sen üstüne düşeni yaptın. Cinayet olmasından şüphelendin ve onu ortaya çıkardın gerisi benim. Bu işin dışında kalacaksın.”
“Dean, seni bu işe ben bulaştırdım ve dışında kalmak istemiyorum. O davayı ben alacağım…” diyerek karşı çıktım. Ben zaten bu davayla boğazıma kadar batmıştım yanımda kimseyi batırmayı düşünmüyordum.
“Nasıl alacaksın? Burada bile değilsin, orada düzenli bir işin ve hayatın var…”
“Artık bir işim yok. İşten istifa ettim, bu da bu davayı alabileceğim anlamına geliyor,” dediğimde Brandon yanımda kıpırdandığında varlığını fark ettim, o kadar odaklanmıştım ki Dean ile konuşmaya bir anlığına Brandon’ın varlığını unutmuştum. Başımı çevirip baktığımda tek kaşını kaldırmış bakıyordu. Anlaşıldı Dean ilk destekçisini bulmuştu…
“Ashley, artık tehditlerden bıkmadın mı? Her an ölümün burnunun ucunda beklemesinden bu kadar mı memnunsun, artık bir ailen olsun istemiyor musun? Bu tehditleri alırken hiçbir zaman buna kavuşamazsın.”
“Ama Dean…” diye fısıldarcasına konuştum beni duyduğuna emindim çünkü ben daha cümlemi bitirmeden sözümü kesmişti.
“Aması falan yok Ashley! Bundan sonrasına karışmıyorsun.”
Derin bir çekerek durumunu kabullenmek zorunda kaldım. “Tamam. Dediğin gibi olsun!”
Dean’ın inadını biliyordum ve söylediklerini yaptırmak için de elinden geleni yapacağını da biliyordum. Her şekilde sonunda kabul etmem gerekecekti, uzatmanın anlamı olmayacaktı benim için.
Dean ile konuşmamızı bitirdiğimde görüşürüzlerle kapattık telefonu. Brandon yanımda oturmaya devam etmişti konuştuğum süre boyunca. Başımı Brandon’ın omzuna dayadım ve onunda kolunu belime dolamasını bekledim ama yapmadı. Yanımda sadece sessizce oturdu. Öylesine… Kımıldamadan. Bundan rahatsız olunca başımı kaldırıp ona baktığımda bana bakmıyordu. Sanki uzaklara dalmış gibiydi. Burada değil düşünce aleminde gibiydi…
Elimi yanağına değdirdim. Hafif çıkmaya başlayan sakalları avucumun içini gıdıkladı, bu hisle dudaklarım kıvrılırken Brandon başını bana çevirdi. Yüzündeki ifade öyle boştu ki hiçbir duygu belirtisi yoktu. Bana bu şekilde bakması içimi garip hislerle doldurdu. Kolumu koluna doladım. Parmaklarım yavaş yavaş kolunun iç kısmından aşağıya inerken birbirimize olan bakışlarımızı ikimizde kaçırmamıştık. Benim dudaklarımda hafif bir tebessüm varken onun dudakları birbirine kenetli, hiçbir duygu belirtisi olmayan gözlerinde yavaş yavaş duygular sıralanmaya başlıyor gibiydi. Parmaklarım avucunun içinden geçerek parmaklarının arasına girdi ve elini tuttum.
“İçeridekilere bir açıklama yapmamız lazım. Ama önce senin bana açıklaman lazım,” Dediğinde belli etmemeye çalıştığı öfkesini sezdim ses tonundan. Nefes alışları bile ona göreydi. Bu kadar öfkesi içinde ona karşı çıkmadım ki sesimi bile çıkarmadım, sadece onaylarcasına başımı salladım.
Olanları detayları ile Brandon’a anlattığımda Dean’ı desteklercesine konuştu. Yanılmamıştım. Dean’in ilk destekçisi Brandon’dı ve tek destekçisi bile olsa şuanda Brandon’ın sözleri benim için çok önemliydi ve bunlara karşı gelememek gibi bir adet edinmeye başlamıştım.
İçeriye geri dönüğümüzde herkes bir şeylerle meşguldü. George gazetesini almış bir köşede kahvesini içerken okuyordu. Lucy ve Alex televizyon izlerken Charles, Betie ve Lisa dergilere bakıyordu. Daha doğrusu Lisa bakarken Charles onun saçlarını okşuyordu ve arada öpücükler konduruyordu başına. Bu tavrını görünce gülümsedim aynısını Brandon’ın da yaptığı geldi aklıma. Sanırım ailesel bir alışkanlıktı. Acaba farkındalar mıydı böyle bir şey yaptıklarının?
İçeri girip koltuğa oturduğumuzda herkes dikkatini bize verirmişçesine uğraştıkları işleri bir kenara bıraktılar. Dergi ve gazete kapanıp sehpanın üzerine konurken televizyonda kapatıldı. Başımı çevirip Brandon’a baktım. Onun onayını beklercesine ki nereden başlayarak ne kadarını anlatmalıydım bilmiyorum ama bir şekilde beni ailelerine aldıklarına göre bir şeyleri düzgün yapmak adına başından anlatmak doğru geliyordu. Brandon onaylarcasına başını salladığında diğerlerine döndüm ve anlatmaya başladım.
Her şeyi anlatıyordum. Çok ince detaylara soru sorulmadıkça girmedim. Ama çok yüzeyselde geçmedim olayların üzerinden. George’un en çok şaşırdığı nokta ise Borghensee Holding’inde çalışırken odama kadar girebilmiş olmalarıydı. Charles ise savcılıkta geçirdiğim olayı anlattığımda kaşlarını çattı ‘neden anlatmadın’ dercesine baktı bana. Başımı önüme eğdim sadece. Sırada vurulmama ve onun öncesinde evime kadar girebilmiş olmalarına geldiğinde ve onları anlattığımda Brandon’ın sinirlenip yerinden kalması ile bunları ona anlatmadığım aklıma geldi. Ama artık bunu düşünmek için geç kalmıştık, öğrenmişti… Bu düşünceyle devam ettim bugünkü olaylara kadar. Dean ile olan konuşmamı da kısmen anlatmıştım. Otopsi sonucunu, davanın ilerlemesini ve benim artık tamamen geri çekildiğimi, Dean’ın davayı aldığını… Sözlerim bittiğinde ilk tepki Charles’tan gelmişti.
“Tehditler için yanına özel bir koruma ayarlanmalı. Ayrıca Brandon’ın evinin oraya da polis konulmalı. En azında ortalık durulup, arkadaşın davanın ilgisini tamamen üzerine çekene kadar…”
“Bu pekiyi fikir gibi gelmiyor. Sonucunda Brandon evde olmadığı zamanlar yalnız olacak. O zamanlardan birinde sokağa biri girdi binaya da girdi. Eve girmesi de o kadar zor olmayacaktır. Ki daha önce bunu başarmış biri. Bence Ashley direk yanımıza taşınsın. Hem kapıdaki korumalar ve güvenlikten geçemez, hem de evde yalnız olmaz,” diyerek George fikrini söyledi. Söylediği şeylere şaşırmamak mümkün değildi. Böyle bir teklif beklemiyordum. Başından beri beni istemediğini düşündüğüm adam şimdi bana evinde kalmamı tekli ediyordu babacan ve ilgili bir tavırla.
“Neden biz karar alıyoruz onların yerine, bırakalım onlar karar versin.”
Betie’nin sözleri Charles ve George’un fikirlerine karşı olduğunu belirtir cinstendi. Bu sözler üzerine başımı Brandon’a çevirdim. Pencerenin önüne gitmiş dışarıya bahçeye bakıyordu. Dışarıda bir şey gördü mü de bakıyor yoksa daldı mı emin olmak için dışarıya baktığımda sadece esintiden hareket eden yapraklar, ağaç dalları gördüm. Görünen o ki bir şey düşünüyordu ve bu konu onu daldırmıştı. Yerimden kalkıp Brandon’ın yanına gittiğimde başını çevirip bakmadı, varlığımı fark ettiğini gösteren bir davranışta bile bulunmadı. Elimi sırtından omzuna doğru kaydırdığımda dikkati dağıldı ve başını bana çevirdi. Gözlerinde bir şeyler hesaplarcasına bir bakış vardı. Hafif kısılmış gözleri ile bana baktı uzunca bir süre. Ardından bakışlarını diğerlerine çevirdi.
“Ashley, evimde kalmaya devam edecek. Hatta tam anlamıyla oraya yerleşecek. Bu olayların unutulmasını da Ashley ile çıkacağımız bir tatil ile sağlayabiliriz,” diye konuştu sakin ve kararlı bir ses tonu kullanarak.
Lisa şaşkın bir şekilde, “Tatil mi?” diye sordu. Başımı çevirip ona baktığımda benim gibi şaşkın bir şekilde Brandon’a baktığını fark ettim. Lisa ile neredeyse aynı şeyleri düşünüyor olmak ilginç gelmişti. Hep düşünce yapılarımızın farklı olduğunu düşünmüştüm.
“Evet, tatil. Zaten evlenmeyecek miydik Ashley? Ailemin onayını bekliyorduk. Onaylarını aldık, beklemenin bir anlamı yok. Zaten yaz da geliyor en kısa zamanda düğünümüzü yaparız ardından balayına gideriz bir yerlere. Birkaç ay geri dönmeyiz, bilmiyorum belki küçük bir tur bile olabilir. Bu zaman zarfında dava tamamen Dean’ın üzerine döner ve sen unutulursun. Ne dersin?”
“Peki,” dedim sadece. Fikirleri o kadar mantıklı gelmişti ki ve o kadar uzun zamandır tatil yapmıyordum ki bu hem bana hem Brandon’a iyi gelecekti. Her şeyden önemlisi Brandon ile en kısa zamanda evlenecektim ve tatilimiz aslında balayımız olacaktı. Bu deli gibi heyecanlanmamı sağladı.
Brandon ses tonunu yükselterek ve hafiften sinirini belli ederek konuştu. “Sadece peki mi diyorsun?”
“Bu kabul ettiğimi gösterir Brandon. İhtiyacımız olan bu değil mi ikimizin de? Emin ol artık sakin bir hayat ister hale geldim. Ayrıca bana bağırmamayı öğrenmelisin!” dediğimde son cümlelerime güldü ve kollarını belime dolayarak kendine çekti. Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında etrafımdaki kişileri unutturdu. Sanki oda unutmuş gibiydi. Kollarımı boynuna doladığımda gerçekten hayatımda yaptığım en doğru seçimin Brandon ile olmak olduğunu fark ettim.
Etrafımızdaki gülüşmelerden sonra ayırdım dudaklarımızı. Nedense birden utanmıştım. Başımı Brandon’ın göğsüne dayayıp nefesimi düzene sokmaya çalışırken Brandon ellerini saçlarımın arasına sokmuş tararcasına okşuyordu. Hangi ara saçımdaki tokayı çıkardığını fark etmemiştim.
“Biliyor musun Geroge, yeni evlenecek çiftimizde kimi görüyorum?” Betie’nin sesiyle bakışlarımı onlara çevirdim. Geroge’un gülerek karısına bakmasını izledim.
“Sanırım biliyorum,” dediğinde diğerlerinin güldüğünü fark ettim. Brandon bile gülüyordu. Ama ben anlamamıştım hiçbir şey. Başımı kaldırıp baktığımda Brandon gülen yüzünü kulağıma doğru eğdi ve nefesini kulağımda hissederken dudakları kulağımın altından boynuma değdi. Orayı öptükten sonra konuşmaya başladı.
“Betie hep gençliğinde George ile olan ilişkisini anlatırdı. Bizler aşk masalları okumadık ama masal gibi bir aşkı yaşan bir çiftin hikâyesini dinledik. Bizim ilişkimizi de sanırım bu bakımdan kendilerine benzetiyor.”
Gülümseyerek başımı kaldırıp Brandon’a baktım. Oda gülümsüyordu. Eğilip dudaklarıma küçük bir öpücük daha kondurduktan sonra ayrıldı ve kollarını bedenimden ayırarak elimi tuttu. Diğerlerinin yanına oturduk.
Dava ile ilgili her şey bir anda unutulup giderken, ben hala eksik bir şeylerin olduğunu düşünüyordum. Aslında eksik değil! Bu kadar emin olarak hata yaptığımızı düşünüyordum. Onlar en başından beri her şeyi göze almamışlar mıydı? Tehditlerle ve öldürme girişimleri ile… O zaman asla pes etmezlerdi. Kendimizi unutturmayacaktık onlara göre. Sadece bir süre ortadan kaybolacaktık. Bu demekti ki her şey yine başa dönecekti eninde sonunda. Bu düşünce istemsiz ürpermemi sağladı. Brandon’ın belimdeki eli bu ürpermemle birlikte daha da sarıldı.
Düşüncelerimden uzaklaşma isteğiyle şuan ki konuşmalara odaklanmaya çalıştım ve sonradan fark ettim ki ben de onlarla birlikte koyu bir sohbete girmiş ve sohbetin aralarında gülmeye başlamıştım...
Sohbet aralarına George ve Betie’nin anıları giriyordu ve doğal olarak her normal çift gibi atışıyorlardı. Onları bu şekilde izlemek hoşuma gitmişti. Bu sırada çalışanlardan biri kahveleri getirdiğinde herkes gülerek kahvelerini içtiler. Onların arasında o kadar mutluydum ki gerçekten geride bıraktığım şeyler kazandıklarımın yanında değersiz kalıyordu. Ama beni asıl düşündüren ve düşündükçe heyecanlandıran şey Brandon ile evlenecek olmamdı. Bu hala inanılmaz geliyordu. Kahve fincanını tutarken parmağımdaki yüzüğe takıldı gözüm. Avizeden gelen ışık parmağımdan yansıdığında ne kadar dikkat çekici olduğunu düşündüm.
“İnanılmaz geliyor değil mi?” diye Brandon’ın kulağımda fısıltısını duydum. Gülümseyerek başımı salladığımda saçlarımda dudaklarını hissettim. Bunun üzerine kıkırdayarak Brandon’ın kulağına yanaştım.
“Biliyor musun, bunu Charles Lisa’ye yapıyor,” dediğimde kaşlarını çatarak baktı. Sonra gözleri Charles ve Lisa’ye kaydı. Lisa’nin gözleri kapanmak üzereydi Charles ise belinden Lisa’ye sarılmış elini hafif belirginleşmeye başlayan karnının üzerine koymuş, başparmağını karnında gezdiriyordu. Bir süre sonra oda Brandon’ın yaptığı gibi Lisa’nin saçlarını önce kokladı, bunu yaparken gözlerini kapatmış ve derin bir nefes alırmışçasına yapmıştı. Ardından ise dudaklarını saçlarına bastırdığında Brandon’a baktım bakıyor mu diye ki gülümseyerek onları izliyordu.
“Sanırım haklısın.”
Salonda otururken devam eden bu güzel sohbeti akşam yemeği böldü. Saatin geç olduğunu ve yemek masasının hazırlandığını haber veren hizmetlilerin ardından hepimiz masaya gittik. Oturup yemeklerimizi yerken masada hoş bir sohbet ortamı olmuştu yine. Görünen o ki ilk akşamın sessizliği sadece o ana özeldi ve ilk kez aynı masada bulunmamızdan kaynaklanıyordu.
Akşam yemeğinden sonra George ve Betie havuz kenarına çıkarken bizlerde onlara eşlik ettik. Kameriyeye gitmek yerine havuzun kenarındaki şezlonglara oturduk ve herkes eşleri ile aynı şezlongdaydı. Ben yan oturduğumda Brandon gelip uzandı oturduğum şezlonga. Başını bacaklarıma koydu ve gülümseyerek bana baktı. Bende karşılığında gülümsedim.
Tatlılarla beraber çaylarda buraya geldi. Buradaki ortam herkesin hoşuna gitmiş gibiydi. Herkesin dudaklarında bir gülümseme vardı. Başımı eğip Brandon’a baktığımda o da bana bakıyordu. Sanki gözlerini hiç ayırmamış gibiydi. Bir anda elini kaldırıp bana bir şey uzattı. Dikkatle baktığımda bunu saçlarımdan çıkardığı toka olduğunu fark ettim. Gülerek elinden altım ve saçlarımı gelişi güzel topladım. Ardından elimi Brandon’ın başına koydum ve onun saçlarında parmaklarımı gezdirmeye başladım. Brandon gözlerini kapatarak öylece uzandı bense devam ettim saçlarıyla oynamaya. Hoşuna gitmiş görünüyordu ki dudaklarından gülümseme hiç eksilmemişti.
Saat iyice geç olduğunda herkes odalarına çekildi. Bizde odamıza çıktığımızda Brandon’ın gözleri kapanıyordu. Zaten havuz kenarında otururken de ne tatlısını yiyebilmiş ne de çayını içebilmişti. Genelde ara ara uyuyup uyanmıştı.
Brandon hızla üzerini değiştirdi. Altına sadece pijama altını giyindi ve üzerinde atletiyle yatağa girdi. Bende üzerimi çıkarıp geceliğimi giyinip yanına girdiğimde buz gibi olmuş ayaklarını bacaklarımda hissettim. Başımı çevirip baktığımda gülümseyerek bana bakıyordu. Dün akşam onun beni nasıl ısıttığını düşünerek ona yaklaştım. Isıtma sırası bendeydi. Gülümseyerek kollarını bana açtı. Bende kollarının arasına girerken bacaklarımı bacaklarına doladım. Buz gibi olmuş teni tenime değince ürperdim birden ama bir süre sonra alıştım. Brandon uzun sürmeden uykuya daldı. Bende biraz daha sokuldum ona ve uyumayı beklercesine gözlerimi kapattım.
~~~~~*~~~~~
Ben bu hikayeyi telefondan okuyorum kendimi öyle kaptirmisim ki telefonun caldiginda öyle korktumki anlatamam sonra kendime geldiğimde kizin bu tehtit telefonu değil AC artik diye kendime bagrirken buldum anlican fena kaptirmisim kendimi bence bundan sonraki bölümler daha hecanli olucak tatil fikri güzeldi tehtit telefonlar ini nerden geldigide belli oldu artik çok güzel bi bilim olmuş ellerine saglik Cnm siradaki bolumu heyecanla bekliyorum inci hanim ;)
YanıtlaSilVay canına... günün yorgunluğunu üzerimden atan bir yorum oldu bu benim için :) çok teşekkür ederim =) bundan sonraki bölümlerde daha az tehdit ve dava göreceğiz, artık tamaman Brandon&Ashley ikilisine yönelik olacak bölümler en azından bir süre daha :)
SilYorumun için teşekkür ederim tekrardan ve lütfen sadece İnci de :D
Telefondan yorum attigim için bazen yanlis yazabiliyorum bide heycanlandigim zaman iyice kopuyorum yazim hatalari için kusura bakma Cnm günün yorgunluğunu benim yorumumla atmana sevindim ben hala o şaşkin halime guluyorum yeni bolumu sabirsizlikla bekliyorum ;)
Sil