22 Kasım 2014 Cumartesi

3 Sıradan Bir Hayat - 21. Bölüm



Gözüme güneş ışıklarının gelmesiyle gözlerimi araladım. Uyku sersemliği ile gerilmek istedim ancak Brandon’ın üzerimde olan kolu ve bacağı bunu engelledi. Başımı çevirip baktığımda belime dolanan kolunun yanında üzerime attığı ayağı da kımıldamamı engellemişti. Gözlerim yüzünde dolanırken, uyuyan yüzünde huzurun izlerini görebiliyordum. Sadece huzurunda da değil üstelik, mutluluğun da izleri vardı. Dudaklarında hafif kıvrım ile uyuyordu. Onun bu mutluluğu gülümsememe neden oldu ve elimi kaldırıp yanağında gezdirdim. Hafifçe kıpırdandı ve başını omzuma dayayıp belimdeki kolunu biraz daha sıkıp uyumasına devam etti. Bir ömür boyunca Brandon’la bu şekilde uyanacak olma fikri bile hoşuma gitmişti. Gözlerimi açtığımda ilk gördüğüm yüz onun olacaktı, tıpkı gözlerimi kapamadan önce göreceğim ilk yüzün onun ki olduğu gibi.

“Brandon?” diye fısıldadım elimi saçlarının arasına sokarken. Uyanma zamanıydı, kahvaltıyı kaçırmak istemiyordum, ayrıca acıkmıştım da yakında midemden sesler gelmeye başlardı.

“Efendim?” diye mırıldandı ama yerinden pek kımıldamadı. Derin bir iç çekti, bu iç çekişi daha çok derin bir nefes alma gibiydi.

“Kalksak diyorum?” diye söylenmemin üzerine başını kaldırıp bana baktı. Gözleri hafif kısık bakıyordu, kaşları da çatılmıştı.

“Bende uyuyacağız diyorum!” Başını tekrar omzuma koydu dudaklarını boynumda hissettim. Ardından bana biraz daha sokuldu. Kolunu belime dolamakla kalmadı bacağını bacaklarımın arasına koydu ve vücudunun yarısını üzerime koyuyormuşçasına yattı.

“Brandon, hadi ama… Bütün günü yatakta geçirecek değiliz ya!”

“Bence sen koca sözü dinlemeyi öğrenmelisin Ashley…” dedi başını kaldırıp bana çatık kaşlarının ardından gülmemek için kendini zorlarken.

“Koca sözü dinleyecekmişim! Kalk üstümden. Benim herhangi bir şekilde birinin sözünü dinleyeceğime inanıyor musun?”

Brandon gülerek sırt üstü yattı. İkimizde sessizce yatakta sırt üstü yatmış tavana bakıyorduk. Nefes alışlarımız aramızdaki tek sesti. Gerçekten Brandon ile evlilik yolunda ciddi bir adım atmıştık ve bir süre sonra gerçekten kocam olacaktı. Evlilik henüz düşünmediğim bir şeydi. Ama Brandon ile olunca o kadar da zor bir karar gibi gelmemişti, anında cevap verip karar alabilmiştim. Peki ya evliliğin getireceği sorumluluğu almaya hazır mıydım? İşte bundan emin değildim. Bu düşünceler başımı çevirdiğimde Brandon’ın bana baktığını gördüm. Daha sonra yan döndü ve bir dirseğinin üzerinde doğruldu. Elini uzatıp alnımdaki saçlarımı geriye doğru ittirdi.

“Sorun ne?”

“Ben… Bilmiyorum. Sadece bunlar o kadar ani gelişti ki… Bir yerde yanlış yapmaktan korkuyorum sanırım!” Dediklerim kısmen doğruydu. Evet, Brandon’ı seviyordum, bu sevgiden şüphem bile yoktu, ama yine de sanki yanlış bir şeyler var gibiydi. Atladığımız noktalar…

“Ben senin korkularının farkındayım Ashley! Güven bana, Dean davayı aldıktan sonra senin peşini bırakacaklar. Hem bırakmasalar da senin güvenliğini sağlayacağım bundan şüphen olmasın.”

“Ben kendi güvenliğimden korkmuyorum ki! Telefonda bana, zayıf noktalarımı bildiklerini söylediler,” diye fısıldadım Brandon’ın göğsüne yaklaşırken. Garip bir korunma içgüdüsü hissediyordum. İlk defa birilerine sırtımı dayamak, onun kanatları altında olmak istiyordum. Brandon’a bunu sezmiş olmalı ki kollarını bana doladı sanki küçük bir çocuğu korurcasına. Saçlarıma öpücük bırakırken mırıldandı.

“Merak etme! Her şey yoluna girecek göreceksin!”

“Umarım…”

Bir süre Brandon’la o şekilde uzandık. Kollarındayken kendimi gerçekten güvende hissediyor bütün sıkıntılarımdan uzaklaşıyordum. Ama bu şekilde daha uzun süre kalmak istesem de kalamadık. Brandon yerinden kalktı ve beni de elimden tutarak banyoya doğru götürdü. Jakuzinin dolmasını beklerken kendi üzerini çıkarmaya başladı. Gülerek ona eşlik ettim ve bende soyundum. Beraber jakuzinin sıcak suyunun içine girdik ve suyun bizi gevşetmesine izin verdik. Brandon’ın bacaklarının arasına oturdum ve sırtımı da göğsüne dayadım. Brandon kolunun birini belime dolarken diğerini jakuzinin kenarına koydu ve ben başımı omzuna dayarken yanağıma öpücükler kondurdu. Sanki bütün düşüncelerimden arınmıştım. Brandon ciddi anlamda bana neyin iyi geleceğini çok iyi biliyordu.

“Bence artık çıksak iyi olur. Diğerlerinin yanına gitmemiz gerekiyor…” diye mırıldandım, uzunca bir süre suyun içinde kaldıktan sonra.

“Onların şuanda aklına gelmeyeceğimizden eminim. O yüzden şu anın keyfini çıkar.”

“Neden akıllarına gelmeyelim?” diye sordum merakla yerimde kıpırdanıp başımı Brandon’a çevirdiğimde.

“Çünkü burada çok nadiren hava güneşli olur ve onlar şu anda havuzun tadını çıkarıyorlardır,” diyerek dudaklarıma öpücük kondurdu ve ardından başını yine arkaya dayayarak beni kendine doğru çekti. Sırtımı yine göğsüne dayarken, “Sence de su soğumaya başlamadı mı? Üşümeden çıksak iyi olur,” diye mırıldandım.

“Bugün ne kadar huysuzsun sen?” diyerek bana baktı, ardından sözlerini ciddiye almamam için su sıçrattı.

“Huysuzmuş!”

Benim de ona su sıçratmama karşılık, Brandon’ın beni kendine çekip dudaklarımdan öpmesiyle bu küçük oyunumuz kısa sürdü. Dudaklarımız ayırdığında ayağa kalktı ve elimden tutarak beni de kaldırdı. Havluya sarınıp odaya gittiğimizde üzerimize bir şeyler ayarlamak için dolabın başına geçtim. Altıma bir pantolon ve havanın güneşli olmasını fırsat bilerek kısa kollu tişört giydim. Brandon’da aynı tarzda giyinmişti yaklaşık olarak. Saçlarımı havluya sardım ve yatağı topladım. Ardından saçlarımı kurutmak için banyoya gittim, banyoda yere saçılmış kıyafetlerin yanında yerler aynı zamanda su içindeydi. Hemen bir havluyla yerleri kuruladım ve kıyafetleri toplayıp odaya gittim. Kirliye atmanın anlamı yoktu bugün dönecektik, nasıl olsa evde yıkanırdı. Bu yüzden çantaya koydum. Tekrardan banyoya dönüp saçlarımı havluyla kuruladıktan sonra fönle kuruttum ve şekilsiz olan saçlarımı tepeden topladım. İçeriye gittiğimde Brandon yine laptopta bir şeylerle meşguldü. Gidip arkasından boynuna sarıldım ve boynundan öptükten sonra laptopta ne yaptığını merak ederek bakındım, ama Brandon hemen bakındığı sayfadan çıktı ben hiçbir şey göremeden.

“Önemli bir şeylere bakıyorsan ben gideyim,” diyerek mırıldandım kollarımı boynundan ayırırken. Ama kollarımı çekmeme izin vermedi. Hatta bir elimden tutup kendine çekti. Koltuğun üzerinden ona doğru çekilince dengemi kaybettim ve koltuğun üzerine doğru düşerken Brandon beni tuttu ve kendine çekti. Bir an da nasıl yaptı bilmiyorum ama kendimi onun kucağında buldum. Brandon ise gülmemek için dudaklarını birbirine batırıyordu.
“Sakın gülme ve beni bırak. Sen gizli bir şeyler karıştırıyorsun!” diyerek sitemkâr bir şekilde çıkıştım.

“Hadi aşağıya inelim!”

Brandon kucağından kalktıktan sonra arkama bile bakmadan yanından ayrıldım. Kapıyı açıp koridora çıktığımda Brandon arkamdan geliyordu. Umursamazca yürüyordum ama birden kolumdan tutup kendine çevirdi ve omuzlarımdan tutup duvara yasladı. Kaçmayayım diye de bir elini duvara dayarken bir elini de belime doladı. Başımı kaldırıp bakmıyordum çünkü biliyordum dudaklarımdan öpecek ve her şeyi eski haline getirecekti. Direncimi kırmamayı düşünüyordum.

“Ashley bana bak!”

Emir verircesine konuşması beni biraz sinirlendirdi. Şimdiye kadar kimse benimle bu ses tonu ve tarzıyla konuşmamıştı. Kaşlarımı çatarak göğsüne bakmaya başladım. Üzerine giydiği gri tişört omuzlarına tam oturmuş ve göğüs kaslarını dikkat çekici şekilde belirginleştirmişti. Garip bir şekilde iç çekmeme neden oldu. Bunu fark eden Brandon kıkırdamaya başladı, göğsünün hareketinden anlamak o kadar zor değildi. Elini belimden çekerek çenemin altına koydu ve başımı yukarıya doğru kaldırdı. Dudaklarındaki gülümsemenin gözlerine de ulaşmış olması garip bir şekilde hoşuma gitmişti. Kızgınlığımı unutturmuştu. Onun hayatında bu kadar önemli bir yerde olabilmek, onun gülüşünü gözlerine kadar çıkarabilmek ayrı bir haz vermişti. Bu bakışlarla dudaklarını bana yaklaştırdı. Gözleri gülerken öpüşmek ayrı bir tattaydı. Kollarımı boynuna dolarken oda bana doğru bir adım daha atmıştı, sırtımda duvarın soğukluğunu hissetmiştim. Kendimi Brandon’ın tatlı dokunuşuna kaptırmıştım ki öksürme sesiyle ikimizde kendimizi geri çektik. Başımızı çevirdiğimizde George’un gülümseyerek bize doğru baktığını fark ettim.

“Sanırım odanızı arıyorsunuz?” dedi sorarcasına. Sesindeki imayı fark etmiştim, benim gibi Brandon’da fark etmişti. Ben utanarak başımı önüme eğerken Brandon gülümseyerek kolunu omzuma attı.

“George? Sen niye diğerlerinin yanında değilsin bir sorun mu var?” diyerek lafa girdi Brandon sanki hiçbir şey olmamış, utanç verici bir durumda yakalanmamışız ve George hiçbir şey söylememiş gibi.

“Brandon, şirketten bazı dosyalar mail olarak gelecekti, sana göndermişler. Onlara bir baksak… Sanırım acil bir şeyler var.”

“Gördüm, dosyaları indirmiştim. Ben laptopu alıp geliyorum. Çalışma odanda görüşürüz. Sevgilim sen bir şeyler ye diğerleri ile takıl. Daha sonra aranıza katılırım,” diyerek dudaklarıma öpücük bırakıp yanımızdan ayrıldı ve odaya girdi. Ben de George ile beraber koridorda yürüdüm. Merdivenlere geldiğimizde ikimizde sessiz bir şekilde aşağıya indik. Ben tam mutfak tarafına ilerleyecektim ki George’un konuşması beni durdurdu.

“Ashley, başında Brandon ile olman konusunda takındığım tavır için üzgünüm. Brandon, kız kardeşimin oğlu ve anne babasının ölümünde babanın… Her neyse bu dava oldukça hepimizi yıprattı ve senin kim olduğunu öğrendiğimde verdim bu tepkiyi, seninle kişisel bir problemim yok. Bu yüzden aramızda buzlar olmasını istemem. Sende aileye giriyorsun ve ailemizde hiçbir zaman kırgınlık, küslük olmaz. Brandon, öz oğlum gibi değerlidir benim için ve seninle mutlu olduğunu görmek beni memnun ediyor. Aramızda bir soğukluk olmasını istemem.”

“Ben…” derin bir nefes alıp söyleyeceklerimi toparlamaya çalıştım. “Haklısınız, sadece… eğer soğuk davranıyorsam bu henüz böyle bir aileye alışık olmadığımdandır. Bunun aramızda geçenlerle bir ilgisi yok,” diyerek küçücük bir yalan söyledim. Aslında George’dan çekinmemin tek sebebi o davadan doğan tepkisiydi. Ama biliyordum ki bu yalanımın kimseye bir zararı dokunmayacaktı.

“Tekrar ailemize hoş geldin Ashley. Brandon uzun zamandır böyle bir mutluluğu bekliyordu. Artık bu yolda adım atmasının zamanı gelmişti.”

Brandon’ın aşağıya gelmesi ile konuşmamız bitti. Onlar çalışma odasına giderken bende mutfağa doğru ilerledim. Kahvaltı masası toplanmış mutfaktaki masanın üzerine konulmuştu. Oradan da gerekli yerlere yerleştiriyorlardı. Ben ne yaptıklarını pek önemsemeden masanın kenarına gittim. Kenarda duran temiz bir tabağı aldım ve biraz kızarmış ekmek alarak üzerine yağ sürdüm. Ekmeğin sıcaklığında hemen eridi yağ. Onu yerken birkaç tane daha hazırladım kendime. Çay için bardak aramak amacıyla başımı kaldırdığımda çalışanların bana baktığını gördüm. Ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra onlara mahcup bir şekilde bakarak konuştum.

“Özür dilerim işinizi bölmek istememiştim.”

“Siz söyleseydiniz bana ben size getirirdim efendim,” diyerek Bayan Misery araya girdi.

“Ben pek alışık değilim böyle muameleye, bundan dolayı. Lütfen siz rahatsız olmayın sadece bir bardak çay alıp gideceğim,” dediğimde hemen çalışanlardan biri dolaptan bir fincan çıkardı ve çay doldurdu. Ardından önüme bir tepsi koyarak tabağımı içine koydu ve bardağımı da koyarak bana baktı. Samimi bir şekilde gülümsedim bu davranışı karşısında.

“Teşekkür ederim. Rica etsem Brandon’a da yiyecek bir şeyler götürür müsünüz? Henüz o da kahvaltı yapmadı. Bay Rosewood’un çalışma odasında.”

“Peki efendim!” dedi Bayan Misery.

Bende ardından yanımdaki hizmetçiye döndüğümde beni beklediğini gördüm. Sanırım benim arkamdan gelecekti. Bu şekilde hizmet görmek beni kesinlikle şımartırdı. Ama kendi işini kendi yapanlardandım. Bunu seviyordum. Bu yüzden tabağımı ve fincanımı tepsiden aldım gülümseyerek mutfaktan çıktım. Arkamdan bir şeyler dediklerini duydum ama pek önemsemedim. Brandon’ın dediklerini hatırlayınca dışarıya havuzun olduğu bölüme açılan kapıya doğru ilerledim. Bir yandan da çayımı yudumluyordum.

Dışarıya çıktığımda Betie, Lisa ve Charles şezlonglarda oturmuş güneşin tadını çıkarken Lucy ve Alex havuzun kenarına oturmuş ayaklarını suya sokuyorlardı. Gülümseyerek yanlarına gittim ve Betie’nin yanındaki şezlonga oturdum bende tabağımı kucağıma alarak ekmeklerimi yemeğe başladım. Betie başını çevirip gülümsedi ardından ne yediğime baktı.

“Kızım söyleseydin ya düzgün bir kahvaltı hazırlasalardı sana. Hem Brandon nerede? O da yapmadı değil mi kahvaltı?”

“Ben istedim bunları çok leziz görünüyorlardı. Ayrıca söyledim Brandon’a kahvaltı gönderecekler. Bay Rosewood ile beraber bakmaları gereken dosyalar varmış,” dedim gülümseyerek. Bu kadının anaç tavırları bana annemi hatırlatıyordu. Oda her zaman ne yediğime dikkat ederdi. Bunları hatırlayınca içimde burukluk oldu ve bu buruklukla başımı eğip ekmeğimi ısırdım.

“Bay Rosewood mu? Ashley, lütfen George’a da ismiyle hitap et. Eminim oda kırılır bu şekilde aranıza resmiyet koymandan,” diye mırıldandı Betie yerinde doğrulup bana doğru dönerken. Haklıydı, daha bir kaç dakika önce George ile aramızdaki konuşmada ailelerine kabul ettiğini açıkça ifade etmişti.

“Ağız alışkanlığı,” diyerek mahcup bir şekilde gülümsedim.

“Ashley? Günaydın,” diyerek Lucy geldi yanımıza ve yanıma oturdu. Gülümseyerek ona döndüm. Bu kızın sıcak ve samimi davranışlarımı hoşuma gidiyordu.

“Günaydın Lucy. Alex.” diyerek Alex’a da baktım. Alex göz kırpıp Charles’ın yanına oturdu. Betie uzandığı şezlongda oturur pozisyona geçti ve Lisa’de yanına geldi oturdu. Sanki kız kıza konuşulması gereken bir şey vardı ve bunun için hazırlık yapılıyor gibiydi.

“Eee Ashley? Nasıl bir düğünün hayalini kurmuştun?” diye Lucy konuyu açtı ki bu hazırlığın sebebi anlaşıldı.

“Bilmiyorum.”

Lucy’nin sorusunu yanıtlarken aslında bunun hiç hayalini kurmadığımı fark ettim. Jackson ile de bu adımı attığımda her şey aslında Jackson’ın istediği gibi olmuştu. Mekânı o seçmişti, içeceklere, yiyeceklere, çiçeklere, oturma planına bile o karar vermişti ki hemen hemen gelinliğim üzerinde bile onun kararları vardı.

“Gerçekten hiç hayalini kurmadın mı nasıl bir düğün istediğinin?” diye inanamaz bir şekilde sordu Lisa. Başımı hayır anlamında sağa sola sallarken üçü de sanki çok garip bir şey söylemişim gibi bana bakıyorlardı.

“Belki Brandon ile konuşup karar vermeliyiz,” diye fikir önerdim. Umarım Brandon’ın bu konuda bir hayali vardır. Bir şeyler düşünmüştür diye dua ediyordum.

“Hanımlar nişanlımı niye böyle sıkıştırıyorsunuz?” diye Brandon’ın lafa atlamasıyla kendimi rahatlamış hissettim. George ile beraber geldiler yanımıza. George Betie’nin yanına otururken Brandon’da benim arkama oturdu ve kollarını arkamdan belime dolayarak çenesini omzuma koydu.

Lucy şaşkın bir ses tonuyla, “Düğününüzü konuşacaktık ancak Ashley bu konuda pek bir şey düşünmemiş,” dedi.

Brandon hemen beni savunmaya geçerek, “Lucy, biraz anlayış. Ashley’nin bunları düşünecek zamanı olmadı ki. Kız neler atlattı,”  dedi ama Lucy’in inatçı bir şekilde Brandon’a bakması dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmasına neden oldu.

“Hayalini bile kurmamış böyle bir şeyin. Her neyse sen ne düşünüyorsun? Mesela nerede yapmak istersin?”

Konuşmasına bana bakmadan yapmıştı. Belli ki kesin bir cevap alma peşindeydi. Ancak Brandon taviz vermeyen bir ses tonuyla konuşunda şaşkın bir şekilde başımı ona çevirmiştim. “Ahh. Lucy senin bu yorucu düğün planlaman hepimizin canını çıkaracak bu yüzden karışma. Ashley ve ben hallederiz.”

Kızın hevesini yıkıp geçmişti bir anda. Ki bu durum benim içimde garip bir üzüntü oluşturmuştu. Bu duruma müdahale etme gereksinimi duymuştum. “Brandon söylesene, Lucy kötü bir şey yapmıyor. Hem yardım etse ki ne olur.”

“Ashley, Lucy karışırsa gerçekten bittiğimiz andır. Lisa ile Charles düğününe de o küçük burnunu sokmuştu, tamam muhteşem bir iş çıkarmıştı ama emin ol ikisinin de düğünlerinde ayakta kalacak halleri kalmamıştı.” Karşı çıkarken benim bakışlarımdaki yalvarış sonrasında derin bir iç çekerek konuşmasına devam etti. “Eğer düğün günü ve gecesi yorgun olduğuna dair tek bir sızlanma duyarsam affetmem. Bu bahanen kabul görmeyecek,” diye sözlerini bitirdiğinde dudaklarımı yanağına değdirerek küçük bir öpücük bıraktım.

Gülümsemeye devam ederken, “Hadi söyle ne düşünüyorsun?” diyerek devam etmesini sağladım.

“Aklımda L'Enfant Plaza Hotel vardı. Havuz kenarında olur diye düşünmüştüm. İçeride balo salonundan havuza açılan kapısı var. Önce balo salonunda yemekli bir davet ardından havuz kenarında kokteyl tarzında... Salon danslarını çalan bir orkestra ya da onun gibi bir şey… Otelin zaten kendi özel suiti var. Gelin ile damada özel suitini veriyor. Misafirleri içinde odalar ayarlanabilir.”

“Gerçekten harika bir seçim Brandon… Düşünüyorum da, sen damatlığının içinde Ashley’da gelinliğiyle… Harika. Tarih ne zaman? Yani ne kadar süre bekleyeceksiniz?”

 İşte bu soru benim kadar eminim Brandon’ı da hazırlıksız yakalamıştı.

“Sen şuna kısaca hazırlıklara ne zaman başlayacağım diye sorsana küçük cadı.”

“Ufff! Brandon! Sen bu kadar mızmız değildin! Hadi söyle… Eminim sen düşünmüşsündür,” diye Lucy konuşurken Brandon’ın bakışlarındaki acınası hal gülümsetmişti beni. İki kuzen ama iki kardeş gibi davranışları çok hoştu. Özellikle atışmaları ve kimsenin buna dâhil olmayışı ama herkesin benim gibi gülümseyerek izlemesi… Alex haricinde… Onun bakışlarında dalgınlık vardı. Bunun sebebini tahmin edebiliyordum. Kendi düğününü… Lucy’in kendi düğünü için planlar yaparken görmek istediğine emindim.

“Önümüzdeki ay sonuna düşünüyorum. Hem hazirana girmiş oluyoruz. Böylelikle tatil sezonunu açmış oluruz. Sen ne dersin Ashley,” diye Brandon’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak Brandon’ın sorusunu cevapladım.

“Bana uyar ama sence yetiştirebilir miyiz her şeyi?”

“Sen merak etme Ashley. Oteli Brandon halleder sonra dekora biz el atarız ve gelinlik içinde Lisa’nin gelinlik diktirdiği moda evine gideriz. Belki oradaki modellerden birini beğenirsin belli mi olur!”  

Bu konuşma bu şekilde uzarken ben gülümseyerek izliyordum sadece. Lucy’nin otel ile kurduğu dekor planlarına Brandon’ın itirazları ve onunla zıt şeyler düşünmesi karşılığında atışmaları güldürüyordu beni. Ama sonunda ikisinin de uzlaşmaya varamamaları ise gerçekten komikti. En iyi öneri Betie’den gelmişti. Bu ikisini nasıl orta yola sokacağını çok iyi biliyordu.

Zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştik, ama gitme zamanı gelmişti. Brandon yukarıdan eşyalarımızı indirirken bende diğerleri ile vedalaştım. Onlar bizden daha sonra çıkacaklardı. En erken biz çıkıyorduk çünkü otele uğrayıp düğün tarihi için yeri ayarlamamız gerekiyordu. Brandon eşyaları bagaja koyduktan sonra beraber bindik ve evin bahçesinden çıkarak yola koyulduk. Başımı arka koltuğa koyarak düğünümün nasıl olmasını istediğimi düşündüm. İlk defa bu konuda hayal kurmaya başladım.

“Ne düşünüyorsun?” diye Brandon sesi ve yanağımdaki eliyle dikkatim dağıldı. Başımı çevirip baktığımda kırmızı ışıkta durduğumuzu ve Brandon’ın bana baktığını fark ettim.

“Düğünümüzü düşünüyordum. Daha doğrusu hayal ediyordum.”

Brandon’ın birde, “Jackson’la nasıl olacaktı?” diye sorması üzerine şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Bu şekilde bir soru beklemiyordum. Bu beni oldukça şaşırtmıştı ama Brandon’ın bu kadar kayıtsız davranması da aynı oranda rahatlatmıştı.

“Hatırlamıyorum ama hiçbir detayda ya da ayarlamada benim fikrim sorulmamıştı. Her şey onun istediği gibiydi.”

“Hayalin nasıldı?” Yüzündeki hafif tebessüm gerçekten merak ettiğini gösteriyordu. Fikrime gerçekten önem verdiğinin farkındaydım ve bu benim için gerçekten çok önemli bir olgu haline gelmişti birden.

“Aslında bir an için düşündüm de abartılı olmasa. Yani zaten anlattığına bakılırsa otel yeterince görkemli... Bunun yanında dekoru da ona sadelikle eşlik etse ne dersin?”

“Olur… Aslında harika bir fikir gibi... Önerin ne?”

“Lucy’in orkidelerini boş verelim. Kullanılacak her çiçek kır çiçeği olsun. Beyaz ağırlıklı olmasın orada tek beyaz giyen ve bu rengi taşıyan kişi ben olmalıyım bence. Nedimeler de kırmızı değil uçuk pembe giymeli… Havuzun kenarlarına ışıklandırma olacak demiştim o ışıkların kenarlarında çiçeklerden oluşan ince detaylı süsler olmalı…” diyerek anlattım olmasını istediğim şeyleri. Bu sırada yeşil yanmış yola devam ediyorduk. Bir an için Brandon’ın beni dinlediğinden şüphe ettim ve onu inceledim dikkatle. Dudaklarında oluşan gülümseme dinlediğinin göstergesiydi.

“Yanılmıyorsam, otelin masalarının örtüleri beyazdı. Onları değiştirmelerini rica etmeliyiz ya da onlara da ince detaylarla renk verebiliriz,” diyerek fikrini belirtmesi hoşuma gitmişti. Emniyet kemerimi biraz gevşetip Brandon’a uzandım ve yanağından öptüm.

“Teşekkür ederim Brandon. Bana bu teklifi yaptığın ve hayatına aldığın için.”

“Ne demek, her zaman!” diye gülerek dalga geçti. Koluna vurdum hafifçe. Elimi yakalayıp dudaklarına götürdüğünde gülümsüyordu. “Bence ikimizde birbirimizin hayatlarını tamamladık Ashley. İkimizde birbirimizi hayatımıza aldık!”

Brandon söylediği her kelimede haklıydı ve ne o ne de ben bu aldığımız karardan pişman değildik. Hatta oldukça memnunduk. Çünkü gerçekten sanki ruhumuzun bir kısmı kayıptı ve biz o kısmı birbirimizle tamamlıyorduk. Her zaman annemle babamın aşkına özenir onlar gibi bir evlilik yapmak isterdim ve yapacaktım… Brandon ile ben onlar gibi bir evlilik yapacaktık… Bundan şüphem yoktu.


~*~


Üç gün geçmişti hafta sonunun üzerinden. Brandon ile oteli ayarlamıştık, ama tam istediğimiz tarihe değil haziranın ikinci haftasına ayarlanmıştı. Orada düğününü yapmak isteyenler genellikle aylar öncesinden ayarlamayı bırak yıllar öncesinden yapıyorlarmış ayarlamayı. Önümüzdeki üç yıla kadar doluydu…  Bu insanları anlamak bazen gerçekten imkânsızdı.

Belime arkamdan sarılan bir çift kol ile yerimde sıçradım. Brandon uyanmış olmalıydı. Dudaklarını boynumda hissettim ve ardından omzumda. Gülümseyerek arkama döndüm ve dudaklarımızı buluşturduk.

“Günaydın,” dedim gülümseyerek. Hala üzerinde pijamaları vardı. İşe bu şekilde gitmeyi planlamıyorsa biran önce üzerini değiştirmeliydi. Yoksa kahvaltı yapmaya bile vakti kalmayacaktı.

“Günaydın.”

“Hadi üzerini değiştir de gel bende kahvaltıyı hazırladım sayılır.”

Brandon yanımdan ayrıldığında bende kahvaltıyı hazırlamaya devam ettim. Kahvaltı için ekmek kızartmış ve omlet yapmıştım. Brandon birkaç gündür çok yoğun çalışıyor, geceleri geç geliyordu. Düzgün beslendiğinden bile emin değildim ki gözlerinden yorgunluğunun belli olmasının yanında sanki her an hasta olacakmış gibi görünüyordu. Garip bir şekilde eve geldiğinde ya televizyon başında uyuya kalıyordu ya da sessizce yatağa gidip uyuyordu. Bazen geceleri huzursuzca kıpırdanmasına uyanıyordum. Ciddi anlamda endişelenmeye başlamıştım ki bu durumum onun her ne kadar hoşuna gitmese de sesini çıkarmıyordu. Sanırım birazda çalışmaya alışık biri olarak evde durarak kafayı yemek üzereydim.

“Ashley geç kalıyorum. Kahvaltıyı sonra yaparım. Akşama görüşürüz sevgilim!” Brandon mutfağın kapısından konuştu. Göz kırptı ve oradan ayrıldı ki birkaç dakika içinde ben mutfağın kapısına gidene kadar o çoktan çıkmıştı. İç çekerek masaya oturdum ve dirseklerimi masaya dayadım ve yüzümü avuçlarımın içine aldım. Bu böyle olmayacaktı. Ciddi anlamda sıkılmıştım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu.

Kahvaltıda hafif bir şeyler atıştırdıktan sonra kendime bir kahve yaptım ve kahvaltı masasını toplamaya başladım. Bulaşıkları, kendi kendime çıkardıklarımı makineye yerleştirdim sonra da kahvemi elime alarak salona gittim. Evde hafif ses olsun diye televizyonu açtım ve müzik kanallarını gezdim. Hoşuma giden bir müzik bulunca kumandayı elimden bıraktım. Video klibi izlerken elimde tuttuğum kahvemi yudumladım. Hiçbir şey yapmadan oturmak sanırım tam olarak bu oluyordu. Düğünüm vardı ama ben boş boş oturuyordum. Gerçi içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. İlk defa tembellik hissini keşfetmiştim. Gülümseyerek önümdeki laptopu açtım ve internetten gelinlik modellerini bakınmaya başladım. Hoş modeller vardı ama tam olarak istediğim gibi bir şeye rastlamamıştım. Değişik sitelerden sadece hoş dediklerimi kaydettim. Belki Lucy ile baktığımızda bulamazsam bunlardan birini tercih ederdim. Elimden en azından örnek bulunurdu.

Bir süre daha bakındım internette. Ama sadece gelinliklere değil aynı zamanda nedime olabilecek kıyafetlere de bakınıyordum. Eminim Lucy bu konuda bir şeyler düşünecekti ama yine de bakınmak istemiştim. Kendimi kaptırmış bilgisayarda arayışıma devam ederken telefonu çaldı. Baktığımda tanımadığım bir numara gördüm. Bir an için yine onlar mı diye açmama konusunda tereddüt ettim ama yine de elim bir şekilde açma tuşuna gitti.

“Ashley Grench ile mi görüşüyorum,” Dedi kalın bir erkek sesi, resmi ve sert bir tonda.

“Evet, benim. Siz?”

“Merhaba ben internetteki satılık ev ilanı için aramıştım,” diye konuşunca adam, konunun ne olduğunu anladım. Evi internet üzerinden satışını koymuştum ve ilanımı görmüş olmalılardı.  Adam konuşmasına devam ederek, “Eğer size de uygunsa evi görmek istiyorum,” dedi.

“Tabii ki, ne zaman size uygun?”

“Bir saat sonra evin orada buluşmamız mümkün mü?”

“Tabi ki. Görüşmek üzere.”

Telefonu kapattıktan sonra laptopu kapattım ve yerimden kalkarak yatak odasına üzerimi değiştirmeye gittim. Siyah kot ve üzerime de gri bir bluz giyindim. Ayağıma krem rengi babet giyerken onunla aynı tonlarda kol çantamı aldım. Saçlarımı topladım ve hafif makyaj yaptım. Evin anahtarlarını da unutmadan çantama attım ve evden çıktım. Sokağın başına doğru yürürken telefonla Brandon’ı aradım ama açan olmadı. Bu sefer holdingin numarasından Brandon’ın odasını aradım. Uzun çalmanın ardından telefonu bir bayan açtı. Sanırım yardımcısıydı.

“Brandon Masen’ın odası?”

“Merhaba, Brandon ile görüşebilir miyim?”

“Şuanda kendisi toplantıda eğer yardımcı olabileceğim bir konuysa ben yardımcı olayım,” dediğinde kadının bir an için nezaketten kırılacağını düşündüm.

“Ben Ashley Grench. Kendisine aradığımı söyler misiniz?”

Telefonlarımızı kapattıktan sonra taksi durağına yaklaşmıştım. Brandon’ın şu anda bu saatte toplantı da olması şaşırtmıştı. Demek ki bir işin peşindelerdi ve o işi yakalamışlardı. Belki de anlaşma falan imzalayacaklardı. Bundan dolayı o kadar çalışıyordu.

Taksi durağına gelince bir taksiye bindim ve evin adresini verdim. Taksi hareket ettiğinde bir dahakine taksiyi eve çağırma kararı aldım. Bu kadar uzak olma olasılığını düşünmemiştim durağın. Bunları düşünürken birden aklıma Brandon geldi. Acaba ev satışını ona da söylese miydim? Daha sonradan aramızda böyle önemsiz meselelerin problem olmasını istemiyordum. En azından haber verseydim. Ama aramıştım sonuçta değil mi? Tanrım! Sanırım kendimi evlilik moduna sokuyordum. Bu kadar detay düşünmezdim ben normalde. Eğer bir dava üzerinde çalışmıyorsam.

Eve geldiğimizde taksi şoförüne ücretini ödedim ve arabadan inip evin bahçesine girdim. Yeniden burada olmak, uzun zaman sonra kendimi hiç iyi hissettirmemişti. Buradaki anılarımı henüz atlatamadığımı fark ettim. Her an arkamdan birinin yaklaşacağının hissiyle doluydum. İç çekere anahtarla kapıyı açıp içeriye girdiğimde gözümde burada yaşadıklarım birer birer geçmeye başlamıştı sanki. İyisiyle kötüsüyle geçmiş anılarla doluydu. Sonucunda Brandon ile tutkuyla birlikteliğimizin ilkini burada tatmış sayılırdık. Birbirimizi tanıyarak, kim olduğumu bilerek… ama bunun yanında ölümle burun buruna gelmem de burada olmuştu.

“Affedersiniz? Bayan Grench?” diye duyduğum sesle yerimde irkildim ve arkamı döndüğümde uzun boylu yapılı, koyu renk saçları ve gözleri olan sert mizaçlı otuzlarının üzerinde bir adamla karşılaştım.

“Buyurun benim!” diye resmi biraz da samimi bir ses tonu kullanarak cevap verdim.

“Ben Michael Huses. Telefonla görüşmüştük.”

“Ah, evet. İsterseniz öncelikle evi gezelim.”

“Aslında evin mimarisini ve dekorasyonunu tahmin edebiliyorum. Arkadaşlarımdan biri bu mahallede oturuyor. Onun tavsiyesiyle almak istiyorum zaten bu evi. Biz direk fiyat üzerine konuşsak nasıl olur?”

Direk konuya girerek konuşması işini hemen halletmeye alışık bir adam olduğunu gösteriyordu. Ses tonu ne istediğini bilen ve onu elde etmeye çalışan birinin ses tonuydu. Fiyat üzerinden konuşmalarımızın arasında, “Neden satmak istediğinizi öğrenebilir miyim? Eğer çok özel değilse, tabi…” diyerek sorması beni şaşırtsa da zararsız bir soru olduğunu düşünerek cevapladım.

“Evleniyorum.”

Adam anladığını belirtircesine başını sallarken bakışlarını üzerimde gezdirmeyi ihmal etmemişti. Bunu önemsememe çalıştım. Sonuçta evi sattıktan sonra bu adamı bir daha görmeyecektim değil mi?

Bu satış işlemi düşündüğümden de basit olmuştu. Adamın tek bir telefonu ile banka hesabıma o mevla yatırılmıştı ve beraber notere giderek satışı yapmıştık. Bir gün içinde halledebildiğimize de sevinmiştim. Aslında tamamen bu evden kurtulduğuma sevindim. İçime yine de garip bir hüzün çökmüştü.

İşim tamamen bittiğinde, vitrinlere bakarak yolda yürüdüm. Gözüm hep gelinliklere kayıyordu. İçimdeki garip dürtüyle dükkânlarından birine girdim. Hemen yanıma görevlilerden biri geldi.

“Hoş geldiniz efendim.”

“Merhaba. Lütfen hiç rahatsız olmayın sadece bakıyorum fikir edinmek için.”

Sözlerimden sonra görevli olan kadın gülümseyerek yerine oturdu ve elinde uğraştığı işine geri döndü. Bir gelinliğin üstüne taş işliyordu. Bende boydan boya beyazlarla kaplı askıların arasında dolandım. Dudaklarımda oluşan istemsiz gülümsemeyle bazılarını alıp inceledim ve hoşuma gidenleri üzerime tuttum. Kendimi beyazlar içinde görmek çok hoş bir duyguydu. Brandon’ı hep takım içinde görmüştüm iş yerinde ama şimdi her ne kadar takıma benzese de damatlık içinde düşününce kalp atışlarım hızlandı. Otelin havuz kenarındaki masalarından birinde onu hayali bir damatlık içinde kendimi de tuttuğum gelinlik içinde hayal ettim. Gülümsememin sırıtmaya döndüğüne emindim. Hayallere dalmışken telefonumun çalması beni hayallerimden uyandırdı. Hemen gelinliği yerine astım ve çantamdan telefonumu çıkardım. Brandon arıyordu. Gülümseyerek dükkânın çıkışına yöneldim. Çıkarken kadına gülümseyerek selam verdim oda aynı şekilde karşılık verdi. Dükkândan çıktığım gibi telefonu açtım.

“Sevgilim.”

“Aşkım beni aramışsın önemli bir şey mi var?” Demesiyle biraz da olsa hayal kırıklığına uğradım. Daha farklı bir şekilde cevap bekliyordum en azından halimi hatırımı sorabilirdi.

“Yok, önemli bir şey yok. Sadece evin satış ilanı için aramışlardı bugün adamla görüştüm ve evin satışını yaptım. Bunu haber verecektim.”

“Keşke beni bekleseydin Ashley. Neyse artık çok geç. Neredesin eve mi gidiyorsun?”

“Aslında… Evet, şimdi eve gideceğim,” diye mırıldandım. İçimdeki bütün heyecanı öldürmüştü bir anda. Birden bire bu kadar ilgisizleşmesinin sebebini anlamamıştım.

“Problem ne Ashley? Sesin iyi gelmiyor…”

“Yok, bir şey…”

“Pekâlâ, madem eve gidiyorsun, gitme. O ilk kez çıktığımızda gittiğimiz kafeye git. Bende bir saate kadar gelirim oraya öğlen yemeğini beraber yeriz ne dersin?” diye sorması gülümsetmişti. Beraber öğle yemeği harika bir fikirdi.

“Tamam, olur.”

Görüşürüzlerle kapattık telefonu ve ben o kafeye doğru yürümeye başladım. Aslında bulabilir miydim bilmiyorum ama Brandon bir saate kadar gelirim demişti, yani benimde bulmak için bir saatim vardı. Sanırım bu şehri iyi öğrenmem gerekiyordu, sonucunda artık burada yaşayacaktım.

Uzun dolanmanın ardından kafeyi buldum. Aslında bu kadar dolanmam da iyi olmuştu, bazı yerleri keşfetmiş, tam zevkime uyan mağazalar bulmuştum. Tabi bir daha bulabilirsem gelip bir alışveriş yapabilirdim. Kafeye girdiğimde direk Brandon’la her geldiğimizde oturduğumuz yere gittim. Boştu yerimiz, gülümseyerek gittim ve minderlerin üzerine oturdum. Hemen garson yanıma geldi. Birini beklediğimi söylediğimde garson yanımdan uzaklaştı.

Bir süre sonra canım sıkıldı ve yan masada duran gazeteyi aldım ve haberlere göz gezdirdim. Yine manşet haberdi Care Davası. Ama bu sefer tek bir kez bile ismim geçmemişti. Tamamen Dean’ın adı vardı. Bütün sorumluluğu üzerine alması biraz vicdanımı sızlatmıştı ama yine de ona gerçekten büyük bir teşekkür borçluydum. Diğer haberlere bakarken farkında olmadan magazin haberlerine geçmiştim. Onlara da şöyle bir göz gezdirirken Brandon ve Jennifer’ın resminin altında kendi resmimi gördüm. İstemsiz kaşlarım çatıldı.


“Söylenenlere göre Care Davası’nda defalarca adı anılan genç ve güzel avukat Ashley Grench kalbini Rosewood Holdinglerinin hissedarı çapkın Brandon Veldone’a kaptırmış. Bay Veldone’ın adı defalarca güzel mankenlerle anılmıştı, en son Borghensee Holdinglerinin tek varisi Jennifer Borghensee ile nişanlanan Bay Veldone şuanda avukat Grench’la nişanlandığı söyleniyor. Bu ilişkinin Bay Veldone’ın diğer ilişkileri gibi uzun süreli olmayacağını bildiğimiz halde genç çifte mutluluklar diliyoruz.”


Gazete manşetine takılıp kalmıştım. Haberin detaylarında Brandon’ın isminin anıldığı güzeller vardı. Hatta utanmayıp bir liste bile çıkarmışlardı. Tanrım! Brandon’ın bu kadar çapkın olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Ki resimleri olan kızlarda Jennifer gibi sarışın güzellerdi. Çoğu renkli gözlüydü. Muhteşem fiziklerinin yanında muhteşem yüz hatları olan bebeksi ifadeleri ile masum görünen kızlardı.

Sinirle gazeteyi masaya bıraktım ve dirseklerimi masaya koyup yüzümü de ellerimin arasına aldım. Brandon’ın gerçekten bu kadar kabarık bir ilişki listesi olduğunu bilmiyordum. Hâlbuki sorduğumda bana tek bir kızdan bahsetmişti ama burada… Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Kalbimde aynı şekilde sıkışıyordu. Saçlarımda hissettiğim dudaklar ve nefesle gözlerimi sıkıca kapattım. Gözlerim dolmuştu ve bunları Brandon’a göstermek istemiyordum. Başımı kaldırdığımda yanıma oturduğunu gördüm. Belime doladı kolunu ve boynuma öpücük kondurdu. Sonra hafiften geri çekildi ve elini çenemin altına koyup yüzümü incelercesine baktı.

“Ne oldu?” diye sordu sesinde endişe kırıntıları bırakarak.

Cevap vermedim, yüzümü elinden kurtardım ve gazeteyi önüne uzattığımda garson tekrar geldi. Brandon siparişlerimizi verirken ben sessizce oturdum. İçimde o eski heyecan ve neşe kalmamıştı. Garip bir şekilde kalbi kırılmış hissediyordum. Hâlbuki bunların illaki bir açıklaması olduğunu da düşünüyordum.

“Ashley lütfen bana bunlara inandığını söyleme… Dedikodudan ibaret hepsi.”

“Peki isimler?” diye mırıldandım. Brandon uzak kalamazmış gibi yanıma geldi ve belimdeki kolunu daha da sıkarak beni de kendine çekti. Ona doğru yaklaştım itiraz etmeden.

“Her erkeğin hayatında böyle isimler oluyor. Hele bir de zenginsen, servet düşkünü birçok isimle adın anılır. Beraber sohbet ederken görülsen sevgilisin, yemek yerken görünsen sevgilisin… Tamam, belki bazıları ile çok kısa süreli bir ilişkim olmuş olabilir ama hayatımdaki tek ciddi ilişkimi de sana anlatmıştım. Hepsi gelip geçiciydi. Ki zaten bunları sana söylemiştim, Ashley. Takılma…”

“Hepsi sarışın… Sarışınlardan mı hoşlanıyorsun?” diye sordum istemsiz olarak. Benim koyu renk saçlarım ve gözlerim pek bu resimdekilerle ortak nokta oluşturmuyordu. Brandon ise sözlerime kahkahalarla güldü ardından dudaklarını kulağımın arkasına değdirerek öptü ardından sır verircesine fısıldayarak konuştu.

“Biliyor musun ben aslında esmerlerden hoşlanırım.”

Brandon’ın son sözleri hoşuma gitmişti, yüzümde oluşan gülümsemeyle başımı kaldırıp boynundan öptüm. Bu sırada siparişlerimiz geldi. Beraber yemeğimizi yerken başka konulara girdik. Sohbetimizin yön değiştirmesi o kadar zor olmamıştı. Ki bundan ikimizde memnunduk. Yemeklerimiz bittiğinde Brandon hesabı ödedi ve beraber çıktık. Arabaya doğru ilerlerken aklımda yer etmiş olan gelinliği Brandon’a göstermek geldi ama vazgeçtim. Yüzümü buruşturdum. Muhtemelen Lucy daha iyi bir şeyler ayarlardı.

“Ne oldu? Neye yüzünü buruşturdun?”

“Zamanın var mı? Sana bir şey göstermek istiyorum,” dedim hevesle kolundan çıkıp karşısına geçtim. Kaşlarımı kaldırmış gülümseyerek ona bakıyordum. Tepkime gülerek kolundaki saate baktı.

“Aslında pek zamanım yok… Ama sanırım biraz geç kalsam toplantıya problem olmaz,” diyerek bana baktı. Elini yanağımda gezdirdi.

“Toplantın varsa boş ver sonra gösteririm.”

“Hadi yerini söyleyin Bayan Grench? Ahh Bayan Veldone demem gerekirdi. Buna alıştırma yapmak gerek,” dedi konuşmamız devam ederken arabanın yanına gelmiştik. Brandon kapımı açtığında bende bindim ve ardından Brandon’a binip yola çıktık. Tahmini olarak Brandon’a yol tarif ediyordum. Ama doğru yolda olduğumuza dair olan içgüdülerimi kaybetmiştim. Koltuğa iyice gömülerek dudağımı ısırdım.

“Sanırım unuttum nerede olduğunu… bulamayacağım.”

“Çevresinde hatırladığın bir yer var mıydı?” diye sorduğunda gülümseyerek Brandon’a baktım.

“Noterin yakınlarında.”

Brandon gülümseyerek geri döndü. Yanlış yolda olduğumuzu tahmin etmiştim. İç çekerek koltuğumda arkama yaslandım ve etrafımı incelemeye başladım ki o anda Brandon’a nereye gideceğimizi söylemeyi unuttum. Başımı çevirip baktığımda ağır bir şekilde ilerliyor ve etrafını inceliyordu. Onun baktığı dükkânlara baktığımda yolun sıralı dükkânlarının hepsinin genelde gelinlikçi olduğunu gördüm.

“Aslında sen aradığında bir gelinlikçideydim. Sadece model bakmak için girmiştim. Belki aklımda bir şeylere karar verebilirim diye. Ama biri hoşuma gitti. Sana göstermek istiyordum,” dediğimde gülümseyerek başını bana çevirdi. Sanki sözlerim hoşuna gitmiş gibiydi.

“Eğer olurda beğenmezsek, bence Lucy’i boş verip bir gün biz ikimiz bakmaya çıkalım. Ne dersin?”

“Lucy kırılmaz mı? Gerçi benimde hoşuma gider, ama Lucy’i üzmek istemiyorum çok hevesli görünüyordu.”

“O küçük cadı bu konularda hep öyledir. Gitsin kendi düğününü planlasın. Merak etme ben onunla konuşurum. Hem bu bizim düğünümüz bıraksın da bunun heyecanını biz yaşayalım değil mi?”

Gerçekten haklıydı. Şuanda bunu hevesini kalbimin en derinlerinde hissederken, Brandon’ın sözleri beni oldukça heyecanlandırmıştı.

Dükkânı tanıdığında Brandon’a yeri gösterdim. Oda yakınında bir yerde park yeri buldu ve arabadan indi. İnerken kravatını ve ceketini arabada bıraktı. Hızla yanıma geldi ve beraber dükkâna doğru yürüdük. Dükkâna geldiğimizde kadın beni tanımış olacak ki tekrar başıyla selam verdi ve eliyle içeriyi işaret etti. Sanırım hala fikir edinme konusunda beni rahat bırakıyordu. Gülümseyerek Brandon’ı beğendiğim modelin yanına götürdüm. Model kısmen göğüs dekoltesi verilmiş bel kısımlarına tül detayları olan bir modeldi. Brandon’a gösterdiğimde kaşları çatıldı başta. Sonra inceledikten sonra bana baktı.

“İstersen bir deneyebilirim,” diye sorduğumda elimden aldı ve yerine astı. Şaşkın bakışlarımı fark edince açıklama gereği duydu.

“Çok sade. Seni daha ihtişamlı bir gelinliğin içinde görmek isterim. Ama sen bu tarz sade bir şey istersen karşı çıkmam ama yine de çok dekolteli olmasın. Onu giydiğinde muhtemelen göğüslerini sergilemiş olacaksın. Şahsen ben… Yine de hoşuna gittiyse sen giyeceksin ve hayalindeki bu tarz bir şey ise…” diyerek düşüncelerini belli etti. Gülümseyerek koluna girdim ve dükkânın çıkışına doğru yürüdük.

“Aslında hayalimde bir model yok. Sadece bakınıyordum da beğendim. Senin fikirlerin benim için önemli Brandon.”

“O zaman bir ara beraber düşünelim ne dersin?”

“Eğer akşam gelip yorgunluktan sızmazsan,” diye mırıldandım ki Brandon mırıldanmamı duymuş olmalı ki beni yanına çekti ve kolunu omzuma attı. Bende karşılığında kolumu beline doladım.

“Bu kadar çalışmaya mecburum Ashley. Yeni bir anlaşma imzalanacak onun üzerinde çalışıyoruz. Ki bunu öne aldık. Normalde iki ay sonrasında başlanacaktı ama seninle düğünümüzün ve balayımızın planları olunca bu işi halletmemiz gerekiyor. Farkındayım şu üç gündür seni de ihmal ediyorum ama emin ol bu çalışmalarım bizim için sevgilim.”

Sözlerinde haklı olduğunu biliyordum bu yüzden cevap veremedim. Sessizce arabaya kadar yürüdük. Arabaya bindiğimizde de sessizdim. Brandon arabada hafiften bir müzik açtı ve onun sesi aramızdaki sessizliği böldü. Beni eve bırakacağını biliyordum ve ardından da işe gidecekti ve kim bilir gece kaçta gelecekti.

“Bana öpücük vermeden mi ineceksin?” diye sordu apartmanın önüne gelip durduğumuzda inmek için kapımı açtığım sırada. Gülümseyerek ona döndüm ve dudaklarına özlemle dolu bir öpücük bıraktım. Dudaklarımız ayrıldığında Brandon sanki bırakmaya hazır değilmiş gibi dudaklarını tekrar dudaklarımın üzerine getirdi.

“Akşam geç mi gelirsin?”

“Evet. Beş buçukta bir toplantım daha var ne kadar sürer bilmiyorum, sen beni bekleme.”

Sadece başımı salladım anladığımı gösterircesine ve arabadan indim. Brandon ben binaya girene kadar gitmedi. Ama binaya girdiğimde kapıdan baktım peşinden. Akşam yemeğini yalnız yiyip gece yatağa yalnız girecektim. Eğer geçen seferki gibi olursa muhtemelen gene geç saatlere kadar çalışırdı. Sanırım bu duruma alışmam gerekiyordu.

Akşam yediydi ve Brandon aramamıştı, gerçi niye aramasını bekliyorsam. Geç geleceğini zaten söylemişti. Onsuz yemek yemeği canım istemediği için sadece hafif bir şeyler hazırladım kendime ve onları yedim televizyonun karşısında. Geç saatlere doğru gözlerim kapanmaya başlamıştı ki koltuğun kenarına kıvrıldım ve televizyona bakarken içimin geçtiğini uykuya daldığımı fark ettim.

Bir ara alnımda hissettiğim el ile gözlerimi açtığımda Brandon’ın geldiğini fark ettim. Dudaklarını alnıma bastırdı ve beni kucağına aldı. Gülümseyerek kolumu boynuna dolayıp başımı omzuna koydum. Beni yatağa yatırdığında üzerimdeki eşofmanlar olmasını umursamadan yatakta kıvrıldım. Brandon’ın arkamdan belime sarıldığını hissettim.

“İyi geceler Bayan Veldone,” Dedi kulağıma doğru fısıldayarak. Uyku sersemliği ile kıkırdayarak ona döndüm ve göğsüne doğru kıvrıldım. Kendimi onun güçlü ve güven verici kollarında uykuya bıraktım.



~~~~~~*~~~~~~

3 yorum :

  1. Bu kadar güzel ilerleyemez. Biliyorum bir şey olacak ve bana kal gelecek. Off Of vallahi bunalıma gireceğim.
    Kısacası bölüm güzel olmuş
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şimdilik bölümler böyle ilerleyecek bir süre için o yüzden bol bol aşk okuyacağız :) teşekkürler yorum için :D

      Sil
  2. Allahhh düğün var brandonu bana yolla düğün organizasyonu benim işim harika mekan hazirlarim incicim hem bu vesileyle brandonlada tanismis olurum ayyy ne güzel olur ama harika bi bolum olmuş ellerine saglik Cnm ;))

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın