13 Ocak 2025 Pazartesi

0 ALINTILAR // Zeynep Sahra - Adige Prens


 

Kitabın yorumu için tıklayınız!






Sen de biliyorsun ki güçlü fikirler başlangıçta fazla tarafta toplamaz. Ama sonra çığ gibi büyür.


*****

Çalışma masasına doğru ilerledim, dosya dağına elimi uzattım ama ufak bir dokunuşla bile ufak sarsıntılar olunca vazgeçtim. Hafifçe masaya doğru eğilip, gözüme çarpan birkaç sayfaya bakınmaya başladım.

"Neden dağılmış durumdalar?"

"Biraz kafa yordum diyelim."

Sadece akışlarımı yine suratsız uzun adama çevirdim. "Sonuç?"

İki elini de siyah pantolonunun cebine sokmuştu. 

"Bana bu süslü zırvaları açıklayacak tarafsız bir hukuk danışmanı tutmaya karar verdim."

Doğruldum. "Tarafsız derken?"

"Birden olmayan biri."

"Sizden olmayan mı? Siz kimsiniz ki?"

Parmak uçlarını göz çukuruna bastırdı. "Çok soru soruyorsun."

Burnumdan soluyup gözlerimi devirdim. "Öğrenmek için sormam gerekiyor."

"Akışına bırak."

"Kendini akışa fazla bırakırsan kaybolursun."

Koyu yeşil gözlerini yüzüme sabitledi.

"Ben yanındayken kaybolmazsın, çocuk, endişelenme."


*****

"İşe başlamadan önce odanın dışına gel de telefonunu bölmeye bırak."

Elimde olmadan seslice homurdandım. 

"İyi de telefonuma ihtiyacım olacaktır."

"Bir telefonun var," dedi. Çalışma masasındaki dosyaların altında, sadece kablosu görünen sabit hatlı telefonu kastediyordu. 

Gözlerimi devirdim. "Dinlenmediğine emin olduğum telefonuma ihtiyacım olacaktır."

Elleri ceplerindeydi. "Dinlenmesini istemediğin konuşmaların mı var?"

Kollarımı göğsümde topladım.

"Kimse kişisel, özel konuşmalarının dinlenmesini istemez, Çerkes."

Tek kaşını hava kaldırdı. "Özel konuşmalar yapacağın, özel biri mi var?"

Çenemi kaldırıp meydan okudum. "Evet, var."

ir süre bekledi Ardından küstah dudağı yana kaydı.

"Güzel. Dinlemek için sabırsızlanıyorum."


*****

Başparmağı hızlıca çeneme kaydı, işaret parmağıyla destekleyip çenemin ucunu sertçe yukarı ittirdi. 

"Dolunay varken bir daha benimle konuşma," dedi azarlarcasına.

Kaşlarımı çattım. Yüzümü densiz parmaklarından sıyırdım. Dengesiz herif, ne diye sinirlenmişti ki aniden? Bu anın beni de etkilemediğini ispatlamak için üstümdeki battaniyeyi kenara fırlatıp dik oturdum, aramızdaki mesafeyi açıp kibirle çenemi kaldırdım. 

"Neden, kurt adama mı dönüşüyorsun?"

Anında kibirli bakışlarıyla meydan okudu.

"Hayır, ay ışığı yüzüne yansıyor."

"Yani?"

Koyu gözleri tenimde dolaştı. "Ay ışığı yüzüne yansırken sana bakmak hoşuma gitmedi."


*****

"Onu sinirlendirebiliyorsun," dedi Kuzey sesli düşünür gibi. "Onun sinirlendirebilen birini uzu zamandır görmemiştim."

Omuzlarımı salladım." Kuralları gerçekten saçma."

Kuzey konuşmak için biraz fazla bekledi. "Kuralları insanları kendinden uzak tutmak için koyuyor."

"Öyleyse insanları etrafında toplamasın."

"Bu dediğini ben yaparım ama Poyraz yapamaz."

Bu kez ben bir süre bekledim. "Neden?" diye sordum sonra.

"Çünkü o beyaz koyun, ben kara keçiyim."

Yüzümü buruşturup ona doğru baktım. "Poyraz mı koyun? Abisi olmasan onu tanımadığını düşüneceğim."

Kuzey'in bakışlarına farklı bir şey yerleşti. Yüzünü belki de ilk kez böylesine ciddi görüyordum. Bana bakmıyor, sadece kardeşini izliyordu. 

"Benim katlanamayıp kaçtığım ne varsa o sırtlandı. Ben kaçarım ama o kaçmaz. Bana kızgın olduğunu biliyorum ancak ağzını açıp tek kelime sitem etmedi. Etmez. Haklısın, koyun gibi kolay yola gelmez, Poyraz. Ama ailesi için kurban dilmeye hazırdır."


*****

Gupse kendini zorlayıp sırtını dikleştirdi. "Bu saatte neden buradasınız, Bertan? Yanlış olduğunu biliyorsun." 

Çiço yalpalayarak Gupse'ye doğru yürüdü. O da içmişti. Yaklaştıkça kızarmış yanakları, daha da açığa çıkmış parlak mavi gözlerini görebildim.  Ceketini çıkarmış, siyah gömleğinin düğmelerini göğsüne kadar açmıştı. Yüzünde acı çeken bir ifade vardı. 

"Yanlış olduğunu biliyorum be, Gupse." Bir adım attı. "Yarınki Zexes'e katılmaya çalışmamın yanlış olduğunu biliyorum." Bir adım daha attı. "Seni bu saatte buraya çağırmanın yanlış olduğunu biliyorum." Yarım adım yalpaladı. "Sana yaklaşmanın yanlış olduğunu biliyorum." Kalan son boşluğu son adımıyla kapattı. "Seni düşünmenin yanlış olduğunu biliyorum." Gupse'nin yüzüne bakıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. "Seninle ilgili hayal kurmanın yanlış olduğunu biliyorum."

Çok içmişti. ok acı çekiyordu. Elini kaldırdı. Gupse'nin saçına dokunacak gibi oldu ama parmakları tek bir saç teline değmeden yanına düştü. 

"Yanlış olduğunu bile bile seni sevmeye engel olamıyorum be, Gupse."


*****


"Çok fazla ismin var, Poyraz Şahin. Abzeh oğlanı, Reis, patron, Lider." Sadece bir saniye bekleyip imalı şekilde yeni tanıştığım sıfatını da ekledim. "Prens." 

Belli belirsiz bir şaşkınlıkla yüzüme baktı. Kolunu geri aldı ama bu unvanı ne kabul etti ne de reddetti. Adige Prens olduğunu öğrenmemin kaçınılmaz olduğunu o da biliyordu. 

"Çerkes?" dedim usulca. Kısa bir homurtuyla dinlediğini belli etti. "Bunca isim arasında koşturmak seni yormuyor mu gerçekten?"

Yorgunluğunu kitap gibi sayfa sayfa okuyabildiğim yüzü cevabı zaten açık ediyordu. Başını koltuğa devirip dudağı yana kayarken sadece iç çekti. 

"Bu ara en çok Çerkes olmak hoşuma gidiyor."

"Neden?"

Bitkin bakışları gözlerimdeydi. "Çünkü sadece sen bana öyle sesleniyorsun."

 

*****

"İnsan, yarası yarasına denk geleni severmiş," dedi Poyraz usulca. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. Bana bakmıyordu ama onu izlediğimi biliyordu. "Bir arkadaşım söylemişti, diye ekledi.

Tebessüm ettim. "Akıllı bir arkadaşa benziyor."

Gerinerek iç geçirdi. "Akıllı mı bilemem. Evlenip çocukları olunca, güzelim spor arasını galeriye bırakıp sedan modele geçti. Akılsız."

"Demek ki kendi yarasına denk birini bulmuş. Şanslı."


*****

"Vay be! Poyraz Şahin yemek yapmayı seviyor. Poyraz Şahin'in sevdiği şeyler olduğunu bilmek güzel."

Ellerini salata kasesinden çıkardı, parmaklarını beline astığı mutfak havlusuna havalı bir şekilde sildi.

"Sevdiğim birçok şey var, Simaze. Sadece fark edebilmek için yakından bakmak gerekiyor."

Tek kaşım havaya kalktı. Dünyanın geri kalanına haksızlık ediyordu.

"Ama bunun için önce yanına birilerini yaklaştırman gerekiyor."

Belindeki havluyu çıkarıp tezgaha ıraktı. Tehlikeli bakışlarıyla bana yaklaştı. Üstüme doğru gelince geriye sendeledim ama o durmadı. Tezgaha bedeni arasında bıraktı beni.

"Yaklaşabilecek kadar cesur olmaları gerekiyor," dedi fısıldayarak. Gözleri gözlerimdeydi. "Ya da akılsız."

Yutkundum. "Ben hangisiyim?"

Yüzünü tenime yaklaştırdı. "Senin ne olduğunu hala çözemedim, Simaze."

Kokusu çekici bir şekilde etrafımı sarıyordu. Cesur davranmak istiyordum. 

"Belki daha yakından bakman gerekiyordur."


*****

Başını geriye atıp tavana baktı, zorlukla yutkundu. Aniden dudakları yerine elleri hareket etti. Bileklerimden kavrayıp ellerimi kendi göğsüne koydu.

"İt beni!"

"Ne?"

"Beni kendinden uzaklaştır, Simaze. Çünkü ben yapamıyorum."

Acı çeken, işkence gören bir istekti bu. Tutkunun ne olduğunu biliyordum ama anlıyordum ki hiç ta anlamıyla tatmamıştım. Şimdi bu duygu çığ gibi üstüme düşerken, kaçmak yerine soluksuz kalana kadar dibe çökmeyi bekliyordum. 

"Uzaklaşmanı istemiyorum..." diye fısıldadım.

"İstemen gerek. Birimiz istemeli ve o sen olmalısın."

Haklıydı. Ondan uzaklaşmam gerekiyordu. O bilmiyordu ama ben ne olduğumu biliyordum. Ona dokunamazdım. Dokunmamalıydım. Fakat istiyordum. Beynim, kalbim, görevim, sorumluluklarım, arzularım onun yakın çevresinde olduğum zamanlarda çatışmaya başlıyordu. 


*****

"Ben sadece senin gibi güçlü birinin bile yarası olduğunu görünce..." Başımı tam bu kısımda kucağıma eğdim. "... merak ettim işte."

Konuşmaya devam etmeden önce savunmasız duruşumu desteklemesi için parmaklarımla oynadım. 

"İnsanlar bazen güçlü görünüyorsun diye canın yanmaz sanıyorlar. Devrilmediğin, yaranı göstermediğin için sormak, merak etmek akıllarına gelmiyor. Nasılsa atlatmışsındır diye düşünüyorlar. Oysa bazı yaralar öyle kolayca kapanmıyor. Kanamıyor belki ama izi kalıyor."


*****

Başımı yoldan alıp Poyraz'ın avucundaki parmaklarıma çevirdim.

"Arabaya binersek elimi tutmayı bırakacak mısın?" dedim dudak bükerek.

Gülümsemesini tutamadı. Dudağı ona has caziesile yana kaymıştı. Poyraz'ın elini tutarak yürümek bacalarım için olmasa da ruhum için daha konforlu bir seçimdi. Poyraz'ın gözlerinde karanlıkta bile belli olan bir parıltı oluştu. Poyraz Şahin gülümsediğinde göz kamaştırıyordu. 

"Sen istediğin sürece, ben senin elini tutarım, çocuk."

Çocuk gibi sırıttım. "O zaman arabayı da elimi tutmanı da istiyorum."

Sesli, tok bir kahkaha döküldü dudaklarından. "Bir külah dondurma da ister misin?"

Omuz salladım. "İstedim ama şimdi değil."


*****

Bir atı sevmek bugüne yaptığım en rahatlatıcı şey olabilirdi.

"Ayışığı'nın cazibesiyle tavlayamayacağı kimse yoktur."

Poyraz tebessümle bizi seyrederken ağzım sırıtmaktan kulaklarıma ulaşıyordu. "Ben bundan şikayetçi değilim."

"Görüyorum. Ama ben şikayetçiyim."

"O niyeymiş?"

Cevap vermek için onun yüzüne bakmamı bekledi. "Benim olanın sevgisini paylaşmaktan hoşlanmam."


*****

Poyraz'ın dudaklarında haylaz bir gülümseme yeşerdi. 

"Hiçbir duygunu saklayamıyorsun," dedi. Zor olsa da dikkatimi dudaklarından aldım. "Yüzün ayna gibi. Çocuksuluğunu da yorgunluğunu da tutkunu da yüzünde görebiliyorum."

"Belki senin görmeni istediğim şeyleri gösteriyorumdur," diyerek meydan okudum.

Kendinden emin şekilde dudak büktü. "O kadar iyi bir yalancı değilsin, Simaze."

Yanılıyordu... İyi bir yalancıydım. Sırlarımı omuzlarımda, gözlerimde, dudaklarımda saklıyordum. Fakat bazı sırlar öldürürdü. Sevgiyi, aşkı, huzuru, güveni. Benim taşıdığım da bu tür bir sırdı ve Çerkes ile aramda ne varsa öldürecekti.


*****

"Rahat uyuyamadığını söylüyordun?"

Yüzümü ona çevirip gözlerini kıstı. "Derin uykuya dalacağın, kahveden daha etkili yöntemler biliyorum."

Arka koltukta oturan Çiço panikle koltukta geriye kayıp arkasına yaslandı. Bakışlarımla Poyraz'ı azarladım ama oralı olmadı. Sırıtan suratıyla arabayı malikanenin önüne park ediyordu. Arabayı durdurduğunda Çiço beklemeden arabadan indi. Sitem dolu gözlerle Poyraz'a baktım.

"Çiço senin gölgen olabilir ama gölgenin kulakları da var."

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp arsızca fısıldadı. "Senin de öpülesi dudakların var."

İştahla dudaklarıma bakarken yutkunmak zorunda kaldım. Omuzlarımı dik tutmakta zorlandım.

"Senin de arsız bir ağzın var, Çerkes."

"Ayarımı bozan sensin, Simaze."


*****

Yarış boyunca elimi tutacaksın, Simaze çünkü bu yarışta şansa ihtiyacım var."

Avucunca kaybolan parmaklarıma bakıp sırıtmadan edemedim. 

"Poyraz Şahin'in şansa ihtiyacı var, öyle mi? Genelde Poyraz Şahin'in karşısındaki kişinin şansa ihtiyacı olmaz mı?" Dudaklarından keyifli bir ses çıktı. Yüzüne bakıp abartıyla gözlerimi kıstım. "Yoksa elimi tutmak için bahane mi arıyorsun, Çerkes Bey?"

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

"Bahanelere ihtiyacım yok, Simaze. Senin elin, gözlerin, dudakların, hatta üstündeki elbisen, hepsi... benim."

Yutkunmak zorunda kaldım. Ona kafa tutmak çok zordu.

"Sana verdiğimi hatırlamıyorum," diye karşılık verirken sesimin titremesine engel olamadım.

Diğer eliyle yanağıma uzanıp tenimi okşadı. Dudağımın kenarına dokundu. 

"Sen o çakmağı aldığın ilk an ateşi yaktın, Simaze. Artık istesen de söndüremezsin."


*****

"Bilmediğin şeyler var. Poyraz'ı korumaya çalışıyorum."

Nerit'in katı dudakları alaycı bir gülüş çıktı.

"Korumaya mı çalışıyorsun? Ona yalan söyleyerek mi?"

Kendimi savunacak kelimelerim dudaklarıma gelmedi. Nerit koca bir adımla tam karşımda durdu. 

"O sana güvendi, Ayça. Seni aramıza aldı. Benim onu uyarmama rağmen. Seni içimize soktu. Soframıza oturttu. Evine, kalesine aldı. Düğünümüze girmene izin verdi. Vunafe kapısına kadar götürdü. Kimselere el sürdürmediği atına dokunmana izin verdi." Gözlerini gözlerime dikmişti. Görüşüm bulanıklaşıyordu. "Ve sen. Sana güvenmelerini sağladın. Çiço'ya hayal kurdurdun."

Dişlerini sıktı. Katıksız bir öfkeyle bakıyordu bana.

"Onun sana aşık olmasına izin verdin."


 

 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın