13 Ağustos 2014 Çarşamba

9 Sıradan Bir Hayat - 9. Bölüm


Birbirimize sarılmış bir halde kapıyı açan kişiye şaşkın bir şekilde bakıyorduk. En çok yakalanmamız mı şaşırtmıştı bizi yoksa yakalayan kişi mi bilmiyorum ama içeriye girmesi en muhtemel kişiye yakalanmıştık.

Brandon kollarını çözerek benden uzaklaştı ve derin bir nefes alarak yapacağı konuşmaya hazırlanıyor gibi görünüyordu. Onun benden iyice uzaklaşıp koltuğa oturmasını izlerken, “İçeri gel Kate, sanırım konuşmamız gerek,” diye mırıldandı. Kate içeriye girerek kapıyı arkasından kapattı. Brandon el hareketiyle Kate’in oturmasını işaret ettiğinde Kate’in bakışları beni buldu. Bende onaylarcasına başımı salladığımda Brandon’ın karşısındaki koltuğa oturdu. İç çekerek onların arasına karıştım ve Brandon’ın yanındaki koltuğa tam Kate’in karşısına da ben oturdum.

Sessizliği nasıl yorumlayacağını bilemediğini belli ederek ilk konuşan Kate oldu. “Sözleşmelerde geçen kuralı biliyorsun değil mi Ashley?” Benim bildiğimi gösterircesine başımı sallamamın artından kaşlarını çatarak anlamamış gözlerle bana baktı. “O zaman niye…”

Kate’in tamamlanmayan cümlesinin cevabını Brandon verdi. “Bizim tanışmamız Ashley’in burada çalışmaya başlamasından öncesine dayanıyor Kate.”

“Ama yine de… ya benim yerime bir başkası gelseydi?”

 Brandon iç çekerek bir elini saçlarının arasına geçirdi. “Bu konuda haklısın Kate, bundan sonra daha dikkatli olacağız, bundan emin olabilirsin!”

Brandon’ın sözlerine karşılık şaşkınlıkla ona baktım. “Dikkatli olacağız mı? Yani ne olursa olsun devam mı edeceksiniz?” Kate şaşkınlıkla Brandon’ın sözlerine karşılık verince, Brandon öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı ve bakışlarını Kate sabitledi.

“Kate, Ashley’i seviyorum. Ondan vazgeçmem için basit bir sözleşme maddesi yeterli değil. Sadece sen bunu görmemiş ol ve…”

Kate, Brandon’ın sözlerini keserek panik içinde konuştu. “Bu açığa çıktığında bildiğim öğrenilirse bende Ashley ile birlikte kovulurum. Ben Ashley gibi başarılı bir avukat da değilim.”

“Kate, ben söz veriyorum eğer öğrenilirse ki bu muhtemelen öğrenilir çok uzun süre saklayamayız, kimse senin buradaki işinden edemez. Gerekirse bu şirketteki payımı ortaya atarak seni bu işte tutarım.”

Şaşkınlıkla Brandon’a çevirdim bakışlarımı. Bu şirkette payı olduğunu bilmiyordum. Onun sadece çalışan olduğunu sanıyordum. Daha fazlası olacağını, holdingte hissesi olabileceğini hiç düşünmemiştim.

Kate derin bir nefes alarak, “Size güveniyorum Bay Veldone. Kimsenin haberi olmayacak bundan emin olabilirsiniz.”

Kate yerinden kalkıp kapıya doğru ilerlerken birden durdu ve dönüp bana baktı. “Bu arada Ashley, Bay Dean Carry sana ulaşamamış cep telefonundan, onu aramanı istiyor.”

Başımı anladığımı belirtircesine sallarken “Teşekkür ederim, her şey için,” diye mırıldandım. Karşılığında Kate’ten samimi kocaman bir gülümseme almış olmak beni rahatlattı.

Kate odadan çıktıktan sonra Brandon’a baktım tek kaşımı kaldırarak. Ona soracağım çok şey vardı ama önce Dean ile konuşmalıydım. Bu düşünceyle masama geçip telefonumu aldım ve Dean’in numarasını çevirip hemen aradım. Uzun çaldırmama rağmen telefonu açmadı. İkinci kez aradım belki duymamıştır diye ama sonuç yine aynı oldu. Telefon açılmadı. Belki ofisindedir diye düşünerek ofisini aradığımda yine ulaşamadım. İçimdeki huzursuzluk büyürken elim Justin’in numarasına gitti ve karşıdan Justin’in sesini duyana kadar onu aradığımın farkına bile varmamıştım.

“Alo Ashley bir problem mi var?

Justin’in endişeli sesi beni daha da panik haline düşürürken “Dean’e ulaşamıyorum,” dedim.

“Bu yüzden mi aradın?”

Sorusuna sinirlenerek sert bir sesle, “Evet!” dedim.

“Tamam, tamam kızma ben dersten çıktım sen arayınca önemli bir problem var diye. Bay Carry bugün Bay Jones’u karşılamaya gidecekti. Muhtemelen şu saatlerde havaalanındadır bu yüzden açamamıştır ya da duymamıştır telefonunu.”

“Bay Jones, hafta sonu gelecek zannediyordum.”

Lorenzo Jones, hastasının komplikasyonlarından dolayı gidişini ertelemişti ve haftasonu gidecekti erken gitmiş olmasını bir sebebi mi vardı acaba.

“Yarın cumartesi Ashley. Bay Jones hastasını başka bir doktora vermiş. Onun yapabileceği bir şey kalmamış, zaten hastası da birkaç güne taburcu olurmuş o yüzden bugün geliyor ekibiyle beraber.”

Açıklaması içimi rahatlatırken Justin’in dersini bölmüş olmam kendimi suçlu hissettirdi. “Anladım. Tamam, Justin sen dersine gir. Sonra görüşürüz. Gelişmelerden beni haberdar et. Görüşürüz.”

Justin ile konuşmamı bitirdikten hemen sonra Dean’i aradım tekrardan. Telefonu bu sefer kapalıydı ve telesekretere bağlanmıştı. “Dean benim Ashley. Lütfen hemen beni ara merakta bırakma beni.”

Telefonu kapatım masama bıraktığımda Brandon’ın bakışlarını üzerimde hissettim. Ona baktığımda dudaklarından tek bir isim döküldü kim olduğunu sorarcasına. “Bay Jones?”

“ Kendisi doktor. Kendi ekibiyle Kid Care’in otopsisiyle ilgilenecek.”

“Kafede tanıştığın adam. Buraya ilk geldiğin günlerde… Sonra seni oteline kadar bırakmıştı.”

Hatırlıyor olmasının verdiği şaşkınlıkla cevapladım sorar gibi kurduğu cümleyi. “Evet, o!”

“Harika! Justin, Dean şimdi bir de Bay Jones! Başka kimler dâhil olacak bu listeye?”

Sinirle hatta birazda kıskançlıkla yerinden kalkıp odada dolanmaya başladığında koltuğuma oturup arkama yaslandım ve hafif bir tebessümle onu izlemeye başladım.

“Şimdilik aklıma başka kimse gelmiyor ama gelirse merak etme dâhil ederim!” dediğimde sinirle bana döndü, bir şey söylemek için ağzını açtı ama sonra vazgeçip kapadı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum ki birden bütün neşem Kate’e verdiği güvence aklıma geldiğinde kaçtı.

“Holdingde hissen olduğunu bilmiyordum.”

Brandon derin bir nefes alarak açıklamaya başladı. “Her iki holdingde de hissem var. George Rosewood dayım, annem tek kardeşiydi ve Rosewood holdinglerini büyük babam kurmuştu onun mirası olarak anneme ve dayıma kaldı yarı yarıya hisseler dolayısıyla annemden de bana geçti. Borghensee Holdingleri ise babam ile Elizaer kurmuşlar. Babam henüz annemle tanışmadan… Onun buradaki yüzde elli hissesi bana kaldı.”

“Ailene ne oldu?”

İç çekerek omuzlarını düşürdü ve kalktığı yere oturdu. “Onları iki yıl önce kaybettim.”

Bu acının nasıl olduğunu biliyordum. Ne kadar derin olduğunu…nasıl da unutmadığını… Derin bir nefes alarak yerimden kalkıp yanına gittim. Koltuğunun koluna oturup kollarımı omzuna doladım.

“Üzgünüm!” diye mırıldandım.

“Alıştım. Onların yokluğuna alıştım.”

Onu daha fazla üzmemek, kederlendirmemek adına konuyu değiştirmeye çalıştım. “Bu akşam için ne gibi bir planın var? Ya da iptal mi? Hani Jennifer ile bir plan yaptıysanız eğer…”

“Hayır, iptal değil. Ayrıca ne bu Jennifer, Jennifer, Jennifer? Neden bu kadar taktın kadına.”

 “Bilmiyorum, sana olan yakınlığı rahatsız ediyor,” diyerek yerimden kalkıp odadan bir iki adım atıp ona döndüm tekrardan.

 “Kapris yapınca ve kıskanınca çok çekici olduğunun farkında mısın?” diyerek yanıma doğru gelmeye başladı.

“Orada dur! Bir kişiye daha yakalanmak istemiyorum. İşimden olmak da istemiyorum!” Dedim ama beni dinlemedi yanıma gelip kollarını belime doladı ve gömleğimin yakasından açık kalan boynumu öpmeye başladı.

“Jennifer benim çocukluk arkadaşım. Babamın kardeşim dediği adamın kızı. Jennifer ile kardeş gibi büyüdük ne o ne de ben birbirimize farklı gözlerle bakmayız! Kıskanmanı gerektirecek bir durum yok! Jennifer benim evimde kaldı ve aramızda hiçbir şey geçmedi bile.”

“Ne? Ahh; bir de aynı yatakta yattık de tam olsun!”

“Yok! O kadar da değil! Ama yatsak da bir şey olmazdı zaten.”

“Yeter, Brandon, ayrıntıları duymak istediğimi pek sanmıyorum!” Diyerek kollarının arasından sıyrılıp yerime oturdum, Brandon’ın gülmesi sinirime dokunmaya başlamıştı. Sinirle bakıyordum ama susmuyordu. Yanıma gelip ellerimden tuttu ve beni ayağa kaldırdı. Dudaklarını dudaklarıma dokundurdu ve ardından çekti. Aynı şeyi birkaç kez daha yaptı, devam edecek gibi görünüyordu; ama ben kollarımı boynuna dolayınca öpmeye başladı. Dudaklarımızı ayırdığında gözleri parıldıyordu. Bu gülümsememe neden oldu.

Akşam sekizde seni evden alırım! Geceyi de benim evimde geçiririz, zaten yarın cumartesi. Güzel bir kahvaltı ardından da şehir turu ne dersin?”

“Kabul!”

Brandon son bir kez daha dudaklarımdan tutkuyla öptükten sonra odadan çıktı. Bende kalan işleri bitirebilmek için işimin başına döndüm, arada Kate’e bazı dosyalar için yanıma gelmişti ama gördükleri konusunda tek kelime dahi etmemişti. Tamamen sır olarak kalacaktı bu konu… Bu konuda Kate’e güveniyordum.

İşime odaklanmış çalışırken masamın üzerinde telefonum titremeye başladı. Başımı kaldırıp baktığımda arayanın Dean olduğunu gördüm. Bekletmeden telefonu açıp  hal hatır sormadan sonra direk konuya girdi.

“Çağrılarını gördüm, dönüş yaptım ama ulaşamadım her şey yolunda mı?”

“Evet, sadece merak ettim ne yaptığınızı o yüzden aradım. Bu arada Justin Bay Jones’un ekibiyle geleceğini söyledi.” Aslında hiçbir şey bilmemem benim yararımaydı ama merak içimi yerken öğrenmeden duramazdım da.

“Şimdi onları eve yerleştirdim ve çalışacakları hastaneyi gösterdim. Onlar için her şey hazırdı burada, gerekli yerleri gösterip, açıklamaları yaptım, yarın sabah mezar açılacak. Ondan sonraki olayları zaten medyadan takip edebilirsin. Ben sana Bay Jones’un raporlarını fakslarım elime geçince, böylece her şeyden haberdar olursun!”

“Tamam, bir şey olursa Dean, herhangi bir şey beni ara. Saati önemsemeden. Tamam mı? Burada sizden uzakta zaten yeterince endişeleniyorum. Bir de habersiz kalınca çıldıracak gibi oluyorum!”

“Tamam, sen sadece kendine dikkat et. Biz burada güvendeyiz bir şekilde ama sen orada açık hedefsin bunu unutma.” İkimizin de birbirimizi koruma çabası beni o an eğlendirdi. Gülümsemeden edemedim.

Gözlerimin önünde Brandon’ın görüntüsü belirince iç çektim. “Merak etme. Her daim yanımda olan bir deli var.”

“Evet, evet Justin bahsetti biraz. Umarım senin için en doğrusudur Ashley. Tekrar üzülmeni istemem. Seni severim bilirsin, değerlisin benim için…”

“Biliyorum Dean teşekkürler.”

“Görüşürüz Ashley. Tekrar diyorum dikkatli ol!”

Telefonu çantama koyup çıkmak için hazırlanmaya başladım ben daha hazırlığımı bitirmemişken Kate içeriye girdi. Elinde bazı dosyalar vardı onları yerlerine yerleştirmeye başladı. İç çekerek ona doğru bir iki adım attım.

“Kate, gördüklerin için bana kızgınsın bunu anlıyorum ama…” dediğimde bana dönüp konuşmamı kesti.

“Anlıyorum, bana bir açıklama yapmak zorunda değilsin ki benim karışmaya da hakkım yok!”

Bu şehirde tanıyıp güvendiğim iki insandan biriydi Kate ve onu bu şekilde incitmiş olmak beni üzüyordu ama ne yapabilirdim onu da bilmiyordum.

“Ben çıkıyorum saat altı sende çıkabilirsin!” Ne kadar normal konuşmaya çalışırsam çalışayım duygularımı sesime yansıtmıştım. Bu Kate’in de dikkatini çekmiş olacak ki dikkatini bana verdi.

“Ben üzgünüm, sadece bu iş yani bu konumda çalışmak… Şimdiye kadar bulduğum en iyi iş ve ben bunu kaybetmek istemiyorum.”

“Brandon bu konuda sana garanti verdi Kate. İşini hiçbir şekilde kaybetmeyeceksin.” dediğimde sanki Kate konuşmaya devam etmek istiyormuş gibi odada ilerleyip koltuklardan birine oturdu bende karşısına geçtim.


“Biliyorum ama bir düşün Ashley; öğrenildi ve sen işten ayrıldın. Tamam, Bay Veldone’a bir şey diyemeyecekler peki bana bir daha güvenebilecekler mi? Bunu bilip sakladığım için bana eskisi gibi davranacaklar mı? Davranışlarını bir görsen; sanki önemli bir konumdaymışım gibi, sanki önemli, sözü geçen biriymişim gibi davranıyorlar. Öyle ki bazen gelen telefonlarda Bayan Borr diye hitap ettiklerinde bile… Bunları kaybetmek istemiyorum. Belki bencilce bir düşünce ama ben ilk kez bu kadar önemsendiğim bir iş buldum.” Diyerek bana fikirlerini ve ne hissettiğini anlattı. Haklıydı bunlar benim her daim hayatımın bir parçasıydı. Her ne kadar rahatsız olsam da bana devamlı soyadımla hitap edilirdi; her daim sözü geçen biriydim, her daim önemsenen ve yüksek konumlarda olan biri olmuştum. Ama Kate için bu durum daimi değildi.

“Üzgünüm Kate sana bu kadar ağır bir sır verdiğim için.”

“Boş ver sadece keyfini çıkar aşkın Ashley; çünkü kaybedilmeyecek kadar değerlidir.” Dedi gülümseyerek ve odadan çıktı. Sadece peşinden baktım. Ne diyeceğimi veya ne söylemem gerekirdi bilemedim. İlk defa Kate karşısında sessiz kalıyordum, cevap veremiyordum. Uygun kelimeleri bulamıyordum.

Düşüncelerimden sıyrıldığımda çantamı da alarak odadan çıktım ki Kate’in gitmiş olduğunu gördüm. Yürümeme devam ederek asansöre ilerledim ve çağrı düğmesine bastım. Fazla beklememe gerek kalmadan asansör geldi binip kapıların kapanmasını beklerken Bay Borghensee’nin buraya doğru geldiğini gördüm. Gülümseyip kapıların açık kalmasını sağlayacak düğmeye bastım. Bay Borghensee geldiğinde tekrar düğmeye bastım ve kapıların kapanmasını bekledim. Kapılar kapandır aşağıya doğru inerken tek kelime dahi konuşmadık. Bu durum binadan çıkarken de devam etti, ama arabaya yaklaştığımda başıyla selam verdi bende selam verip arabama bindim.

Direk eve doğru sürmeye başladım ama çevremde ne zaman siyah bir araba görsem gözlerimi ondan ayırmıyordum. Bu durumda eve nasıl geldiğimi anlamadım. Geldiğimde de direk arabayı park edip eve girdim. Her şey normal görünüyordu ama kontrol etmekten bir zarar gelmezdi diye düşünerek tek tek her yere baktım. Kimsenin olmadığına kanaat getirince yatak odasına çıkıp üzerime eşofman takımını giyindim. Daha sonra aşağıya inip mutfağa geçtim ve bir kahve yapıp salona geçtim ve televizyonu açıp müzik kanalı buldum ve biraz sesini açarak dinlemeye başladım. Bu sırada dava dosyalarından bana gönderilenleri incelemem yarım kalmıştı onları aldım elime ve incelemeye başladım.

O kadar dalmıştım ki bir an için gelen tıkırtıyla sıçradım. Hemen yerimden kalkıp kumandayı elime alıp sesi kıstım ve sesi dinlemeye çalıştım ama hiçbir ses gelmedi. Sessizliğe odaklanmıştım birden zil sesini duyunca yerimde sıçradım. Sanırım bu evde kalmamam daha iyi olacaktı. Bu evi satmalıydım hem de kısa zamanda, bir zil sesi daha beni düşüncelerimden ayırdı. Kumandayı hemen bırakıp kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açtığımda karşımda Brandon’ı gördüm. Lanet olsun yemeğe çıkacaktık. Unutmuştum!

“Ben üzgünüm Brandon aklımdan çıkmış!” Dedim direk daha içeriye almadan kapıda beklerken, Brandon gülerek elindeki demeti bana uzatırken.

“Bunlar senin için!”

Küçük buketi elinden alıp dudaklarına bir öpücük kondurdum. “Hemen üzerimi değiştirip geliyorum. Keyfine bak sen!”

Çiçekleri yatağımın üzerine bıraktım ve dolabımın karşısına geçerek ne giysem diye düşünmeye başladığımda Brandon’ın kıyafetleri aklıma geldi. Üzerine spor bir gömlek, kot ve siyah ceket giymişti. Ona uygun giyinebilirdim. Şık ama spor tarzda bir şeyler. Sonra kendime de bir kot çıkardım içime siyah askılı bir badi ve gri çizgili ceketimi alıp üzerimi giyinmeye başladım. Giyindikten sonra aynada kendime baktığımda günlük ama şık göründüğünün düşünerek ayağıma gri tonlarında topuklu ayakkabı giydim. Sabah çıkmadan yaptığım makyajımı çıkarmakla uğraşıp zaman kaybetmek istemedim bundan dolayı sadece saçlarımı açtım ve gevşek bir şekilde ördüm. Zaten düzleştirmiş olduğum saçlarımı örmek kolay olmuştu. İşim bitince siyah çapraz çantama gerekli eşyaları koyup aldım ve taktım. Tam anlamıyla hazırdım bunun için aşağıya inmeye başladım.

Salona indiğimde Brandon elinde kâğıtlarla masada oturuyordu. Sanırım dava ile ilgili raporlara bakıyordu. Benim geldiğimi görünce gülümsedi ve yanıma geldi. Ama yanıma gelirken de beni incelemeyi ihmal etmedi. Beraber evden çıktık ve onun arabasına doğru ilerledik. Önce benim kapımı açtı ben bindikten sonra da kendi tarafına bindi ve arabayı çalıştırdı. Arabada hafiften müzik çalıyordu. Sanırım radyoyu kapatmadan kontağı kapatmıştı ki müzik kontak açılınca çalmaya devam etti. Hafif müzik eşliğinde şehrin ışıklı ve bir o kadar yoğun caddesinde ilerliyorduk.

“Planın ne? Nereye gidiyoruz?” Diye sordum daha fazla merakta kalamayarak. Brandon ise gülümsedi.

“Öncelikle arabayı otoparka bırakıp yürüyeceğiz ve yemeğimizi yeni keşfettiğim bir kafede yiyeceğiz.”

“Kafe mi? Ben bir restorana falan gideriz diye düşünmüştüm.”

“Aslında benimde planım oydu, ama bu biraz sıradan olur gibi geldi ve sen bu şehirde yenisin ve değişik yerlere giderek güzel bir gece geçirebiliriz diye düşündüm. Fakat istersen bir restorana da gidebiliriz.

“Bu gece tamamen senin planına göre hareket edeceğim. Ne dersen o…”

Biraz daha ilerledikten sonra bir katlı otoparka girdik. Arabayı park etti ve beraber otoparktan çıktık. Caddede yan yana yürüyorduk bende geçtiğimi yerleri, yürüdüğümüz caddeyi inceliyordum. Arada Brandon’ın eli elime değiyor dikkatimi dağıtıyordu. Ama bu şekilde yürümemiz çok uzun sürmedi, Brandon bir adım atarak parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi ve elimi tuttu. Bende gülümseyerek Brandon’ın yüzüne baktım ve elimdeki elini sıkıca kavrayarak karşılık verdim. Şimdi tam anlamıyla iki sevgili gibi yürüyorduk. Biraz daha yürüdük; Brandon bir restorana girmek için hamle yaptı ki ben durdurdum.

“Kafeye gideceğimizi sanıyordum,” diye mırıldandım kaşlarımı şaşkınlıkla yukarıya kaldırarak.

“Restoranda bir şeyler yeriz sonrasında ise kafeye gideriz.”

“Hayır! Bence direk kafeye gidelim. Plan o şekildeydi bozmak yok!”

Brandon’ın elinden çekiştirerek restorandan uzaklaşmaya başladığımızda Brandon gülüyordu.

“Tamam, kafeye gidelim ama yanlış yönde gidiyoruz!”

Doğru yöne doğru biraz daha yürüdükten sonra Brandon bir kafeye doğru ilerledi. Oldukça güzel bir yerdi. Büyük bir bahçesi ve bahçesinde kameriyeleri vardı. Bahçede yürüdükten sonra içeriye girdik. İçerisi de oldukça hoş döşenmişti. Bazı bölgelerde yer minderleri ve küçük masalar vardı. Bazı yerlerde ise dörder ve ikişer kişilik masalar konulmuştu bir nizam içinde. Bu kafenin her yaştan insana hitap ettiği müşterilerden ve mekânın tasarımından belli oluyordu.

“Hoş geldiniz! Nasıl bir masa istersiniz?” Diye gelen sesle dikkatim dağıldı ve Brandon’ın konuştuğu garsona baktım, ardından garsonu takip etmeye başladık. Brandon elimi bırakmış belime sarılmıştı. Bu şekilde ilerliyorduk.

Masaların arasından geçtikten sonra garson bizi merdivenlere doğru götürdü ve ardından merdivenlerden çıkmaya başladı bizde onun peşinden çıkıyordu. Kafenin üst katı asma kat tarzında yapılmıştı ve oldukça egzotik görünüyordu; ama buradaki masalardan birine yerleştirmek yerine yürümeye devam etti garson. Merakla Brandon’a baktığımda sadece gülümsemekle yetindi. Biraz daha yürüdükten sonra kafenin arkasındaki terasa çıkardı bizi. Tavan kısmı camdan yapılmıştı ve pencereleri ise sürgülüydü ve havanın güzel olmasından, en azından yağışsız olmasından dolayı da pencereler açıktı. Her tarafta yer minderleri ve puflar vardı; bir tek duvar kısımlarında ve köşelerde sedirler yapılmıştı. Onlarında ortalarında yuvarlak masalar konulmuştu. Buradaki müşteriler genelde gençlerdi ama birkaç tane orta yaş üstü insan vardı, onlarda bulunan gençleri gülümseyerek izliyor sohbetlerine devam ediyorlardı. Gençler ise genelde arkadaş grubu halinde gelmiş ve ortadaki yer minderlerine ve puflara oturmuşlardı. Bir yandan içeceklerini içerken bir yandan da oyun oynuyorlardı. Ben gülümseyerek çevremi incelerken garson, Brandon ve beni köşede kalan ama sedir olmayan bir yere götürdü. Oturduğumuz yerde de minderler vardı. Geldiğimizde direk kendimi yere attım ve Brandon’da yanıma oturdu. Garson mönüleri verdi; biz mönüyü incelerken bekledi ve Brandon’da bende ne siparişlerimizi verdikten sonra garson yanımızdan ayrıldı. Bunun üzerine ben etrafı incelemeye devam ettim.

“Beğendin mi?”

Bakışlarım Brandon’ı bulduğunda yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum. Bir yandan başımı sallıyor bir yandan etrafı incelemeye devam ediyor bir yandan da Brandon’a cevap veriyordum. “Evet, çok güzel ve değişik bir yer. Nasıl buldun burayı?”

“Tamamen tesadüf eseri…”

“Gerçekten çok hoş bir yer.”

“Ashley, birlikteyiz ve birbirimiz hakkında pek bir şey bilmiyoruz. Neden birbirimizi tanıyarak geçirmiyoruz bu geceyi.”

Brandon’ın sözleri beni şaşırtmıştı ama aynı zamanda birbirimizi tanıma fikri de hoşuma gitmişti.

“Tamam, bana uyar. Peki, ilk kimden başlayacağız.”

“Senden,” dediğinde gülerek başımı salladım. Bu sırada garson siparişlerimizi getirdi. Önümüze koyarken ikimizde sessizdik. Brandon yiyeceklerin yanında şarap ister diye tahmin ederken kola istemişti. Bir kez daha şaşırtmıştı beni. Sanırım bu gece onun hakkında daha çok şaşıracaktım.

“New York’ta anladığım kadarıyla kimsen yok! Ailene ne oldu ve Jackson’la neden ayrıldınız?” Diye sorularına başladı Brandon yemeklerimizi yemeye başladığımızda.

“Ailemi yaklaşık yedi ay önce kaybettim. Zaten Jackson ile de düğünü ertelememizin sebebi de buydu.  Ailem düğün için New York’a gelecekti ve uçak kazası sonucunda düğünü ertelemek zorunda kaldık. Üç ay sonraya erteledik bu fikir de Jackson’dan çıkmıştı, ama düğüne bir hafta kala tuttuğumuz evde yatak odasında en yakın arkadaşım Kate ile gördüm. Daha öncelerden yakınlıkları hakkında çok şey duymuştum ama biri nişanlım biri arkadaşım, konduramamıştım. Duyduklarım doğruymuş ki bu sebepten dolayı ayrıldık.”

“Ben üzgünüm bunları tekrardan hatırlatmak istemezdim.”

“Önemli değil. Ailemin yokluğuna alıştım, Jackson’da uğruna üzülmeye değmeyecek biri…”

“Peki, konuyu biraz daha değiştirelim o zaman. Neden Borghensee Holdinglerini seçtin? Neden Rosewood değil de Borghensee?”

Önümdeki yemekten bir çatal alıp ağzıma atarken kaşlarımı çatmış düşünüyordum. Bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. “Bilmiyorum, sadece Borghensee tekliflerinde daha ısrarcıydı sanki, hem Charles’ın adını duymuştum ve sizinle çalıştığını da biliyordum sanırım o yüzden Borghensee oldu tercihim.”

Sohbetimiz yemeğimizle devam ediyordu. Benimle ilgili her şeyi soruyordu. Neden bu mesleği seçtiğimi, çocukluğumu, neden New York’ta yaşadığımı, Justin’i ve Dean’ı, arkadaş çevremi, nasıl bir yerden geldiğimi her ayrıntıyı sorup öğreniyordu. Cevaplarken de sıkılmıyordum. Çünkü biliyordum ki bende aynı soruları sorduğumda Brandon’da bana zevkle cevap verecekti ve sıkılmayacaktı.

Bir süre sonra yemeklerimiz bitti ve garson tabakları toplarken Brandon’la ben hala konuşmamıza devam ediyorduk. Ortam biraz daha kalabalıklaşmış, etrafta konuşmalar, gülüşmeler biraz daha artmıştı. Bu ortam konuşulan konu ne olursa olsun insanda gülümseme dürtüsünü uyandırıyordu ve istemeden dudaklarımız yukarıya doğru kıvrılıyordu.

“İçecek bir şey alır mısınız?” Diye garsonun yanımıza gelip sorması konuşmamızı bölmüştü.

“Bayana sade şekerli bana da sütlü şekerli kahve lütfen!” Dedi Brandon ben daha ne istediğimi söylemeden ki garson da başıyla onaylayıp yanımızdan ayrıldı.

Şaşkınlıkla Brandon’a bakıp, “Kahveyi nasıl sevdiğimi nereden biliyorsun?” diye sordum.

“Aslında New York’a ilk geldiğimde senin devamlı kahve aldığın kafeye girmiştim. Orada gördüm seni. Başta bilmiyordum kim olduğunu ama dikkatimi çekmiştin.”

“O gece o yüzden yanıma geldin. Beni tanıdığın için!”

Derin bir nefes alıp sanki büyük bir sırrı açıklıyormuş gibi ciddileşmişti ifadesi. “Evet. New York’ta bir hafta kaldım ve seni görebilmek için hep aynı saatte o kafeye gittim, bir seferinde sen kahveni alırken tam yanındaydım ama fark etmedin beni. Çok dalgındın! O zaman garson sana seslenince kim olduğunu anladım ve bara girerken de seni görmüştüm pekiyi görünmüyordun o yüzden bende girdim bara ve tanıştık…”

Gelen kahvelerimizden bir yudum alıp konuşmamıza devam ettik. “O gece de sarhoş falan değildin değil mi? Amacın benimle yatmaktı.”

“Aslında hayır! O gece sana kimse zarar vermeden seni evine bırakmayı planlıyordum. Ancak her ne kadar senin kadar olmasam da bende sarhoştum ve sen evini hatırlamıyordun o an yakınımızdaki bulunan otele gittik. Hatırlamadığın nokta beni oraya sen götürmüştün!” dediğinde arsız bir sırıtma vardı yüzünde. Utandığımı hissederek bakışlarımı önümdeki kahveye çevirdim.

“Bana o gece olanları anlatsana!”

O gece çok içmiştin ve ayakta bile duramıyordun. Özellikle dans ederken söylediklerin seni beğenen bir erkek için bile oldukça fazlaydı, üstelik bardan çıktığımızda sana evini sorduğumda eve gitmek istemediğini söyledin. Benimle olmak istediğini de ekledin daha sonradan…”

“Sana ne söyledim?” diye sorduğumda gülmeye başladı.

“Bence o kadarına girmeyelim; muhtemelen kızaracaksın! Ama emin ol gerçekten duyduklarım hoşuma gitmişti özellikle senin gibi bir kadından duymak ciddi anlamda güzeldi. Ayrıca New York’ta meydanda beni öperken de oldukça ateşliydin ve arzuluydun. Aslında beni korkutmuştun arzularını tatmin edememekten dolayı; ama uğruna her şeyi deneyebileceğim kadar kapılmıştım sana o gece. Ki o gece seninleyken daha önce hiç hissetmediklerimi hissettirdin. Gerçi sana en zaman dokunsam aynı tepkiyi veriyor vücudum.”

“Emin ol bu konuda yalnız değilsin.”

“Gerçi o muhteşem gecenin ardından sabah olanlar…” Diye devam edecekti ki sözüne kahkahalarla gülmeye başladı.

“Ciddi anlamda sinirime dokunmuştun Brandon. Kendimi ciddi anlamda…”

“Şşşt! Ne olursa olsun bir kadına hesap ödetecek değildim! Gerçi sen ödemiştin ama olsun!”

“Aslında o geceye dair çok fazla bir şey hatırlamıyorum! Sadece buğulu bir şekilde görüntüler ve hissettiklerim… Ayrıca bana diyorsun ama emin ol sende o gece arzuluydun!”

Bu sohbet bu şekilde devam eder giderdi ama ben daha fazla konuşmak istemiyordum; çünkü ilk defa ciddi anlamda sarhoş olmuştum ve karşılığında da tanımadığım bir erkekle, Brandon’la yatmıştım. Bu bir kadın için pek de güzel bir şey değildi. Bu düşüncelerden sıyrılıp kahvemden bir yudum aldım; bu konuda diyecek bir şey bulamıyordum daha çok Brandon’ın teklifi benim yapmış olmamla ilgili söyledikleri karşısında utandığım için susmayı tercih ettim ki bir süre sessiz kaldıktan sonra Brandon ikimiz arasındaki sessizliği böldü.

“Bu şarkıyı hatırlıyor musun? Barda dans ettiğimiz şarkı!”

“Hayır, hatırlamıyorum, sadece dans ettiğimizi hayali olarak anımsıyorum. “

“O zaman hadi dans edelim! Bu sefer ikimizde net bir şekilde hatırlarız.”

“Brandon saçmalama, burası bir kafe ve kimse dans etmiyor ayrıca rezil olacağız otur lütfen!”

“Hadi ama buradakileri bir daha nerede göreceksin. Hadi kalk.”

Elimden tutarak beni ayağa kaldırdı ve biraz ilerletip belime doladı kollarını, bende aynı şekilde bir kolumu boynuna dolarken bir elimi de göğsüne koydum ve o şekilde dans etmeye başladık. Müzik süresince ikimizde konuşmadan sadece dans ettik. Çevreme bakındığımda orta yaşı geçmiş kişilerin bizi izlediğini fark ettim, ama ortada sadece dans eden biz değildik, başka çiftlerde vardı. Bizim peşimize onlarda kalkmış eşleri ile dans ediyorlardı. Bu durum gülümsememe neden oldu. Müzik bittiğinde ikimizde gülümseyerek ayrıldık; ama Brandon elini belimden çekip çenemi tuttu ve dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı ardından da gözleri parıldayarak sadece iki kelime fısıldadı.

“Seni seviyorum!”

Gülümsedim, ona aynı derecede şiddetli duygular besliyor muydum emin değildim ama emin olduğum bir şey vardı bunları ilk kez hissettiğimdi.

Danstan sonra yerimize oturup biraz daha sohbet ettik; farkında olmadan ikinci bardak kahvemizde bitmişti. Ama sohbet o kadar iyi gidiyordu ki zamanın ne kadar hızlı geçtiğine dikkat etmiyorduk. Brandon benimle ilgili her şeyi öğrenmişti, gerekli gereksiz her bildiği sormuştu. Bende Brandon ile ilgili sorularıma başlamıştım ancak ailesi ile olan sorulara girmemeye çalışıyordum çünkü şahit olmuştum bu konuda ne kadar hassas olduğuna.

Bir süre daha burada kaldıktan sonra Brandon hesabı ödedi ve kafeden ayrıldık. Yine aynı şekilde sokaklarda yürümeye başladık. El ele ışıkların canlandırdığı, insanların büyük bir coşkuyla dolaştığı sokaklarda yürüyorduk Brandon ile. Bu gerçekten iyi gelmişti, beni her düşünceden uzaklaştırmış ve rahatlatmıştı. Arabaya doğru ilerlemeye başlamıştık, bu geceyi Brandon’ın evinde geçireceğimi biliyordum ve evine gidecek olmak da ayrı bir şekilde heyecanlandırıyordu beni. Sonucunda onun bulunduğu ortamlarda bulunmak, zevk aldığı yerlere gitmek hoşuma gidiyordu. Brandon hakkında bilmediğim şeyleri keşfetmemi sağlıyordu.

“Tatlı bir şeyler alalım mı?” Brandon sesi, beni düşüncelerimden ayırdı yolda yürürken.

“Tamam, olur!” İçimden bir ses Brandon ne istese tamam diyeceğimi söylüyordu ama insan böyle bir adama özellikle böylesine sevimlice bakarken nasıl hayır diyebilirdi ki?

Beraber biraz daha ilerledikten sonra bir pastaneye girdik ve Brandon küçük bir pasta yanına da ekler tarzı yiyecek ve aperatif şeyler aldı. Daha sonra buradan da çıkarak direk otoparka doğru ilerlemeye başladık. Brandon bir eliyle benim elimi tutarken diğer eliyle de poşetleri taşıyordu. Arada bir baktığımda sanki halinden memnun hatta mutlu, huzurlu bir ifadesinin ardında gurur bile vardı. Sanırım bu şekilde dolaşmamız ciddi anlamda hoşuna gitmişti. Onun bu şekilde davranması benim bile huzurlu olmamı sağlıyordu. Onu bu şekilde incelerken başını önüne eğdi ve gülümsedi, ardından bana bakarak “Ne oldu?” diye sordu.

“Hiç! Sadece bu şekilde dolaşmamız hoşuna gitmiş gibi.”

Sözlerime sırıtarak karşılık verdi, elimi bırakıp kolunu omzuma attı ve beni kendine doğru çekip şakaklarıma öpücük bıraktı. “Evet, sanki yeni evli çiftler gibi hissetmeme neden oldu!”

Bu sözleri söylemesi beni şaşırtması da durumumuz gerçekten öyle bir izlenim kazandırıyordu ve bu şekilde düşünmesi nedense benimde hoşuma gitmişti. Brandon ile olmak ciddi anlamda ve resmen birbirimize ait olmak... Sanki hiç ayrılmayacakmışız, sanki birbirimizden hiç kopmayacakmışız gibi… Bu düşünce hoşuma gitmişti.

Bu düşüncelerle bende kolumu Brandon’ın beline doladım ve arabaya kadar o şekilde yürüdük. Otoparka gelip arabanın yanına gidince Brandon poşetleri arka koltuğa koyarken bende ön koltuğa oturdum ardından Brandon’da binince eve doğru gitmeye başladık.

Bir süre sonra Brandon bir apartmanın yanındaki park yerine arabayı park etti. İkimizde inince çevreye bakınmaya başladım. Bu sokak hemen hemen aynı mimariye sahip binalardan oluşuyordu. Hepsinin yanında arabalar için park yeri vardı ve oldukça sakin bir sokağa benziyordu ya da saatten dolayı sakindi bilmiyorum. Brandon yanıma gelip elimi tutunca onun yönlendirmesi doğrultusunda yürümeye başladım. Binaya girdik ve asansörün çağrı düğmesine basarak gelmesini bekledik bu sırada Brandon susuyordu bense bundan istifade binanın içini inceliyordum. Yarıya kadar kahverengi üstü ise krem rengi boyanmıştı ve asansörün yanından yukarıya çıkan merdivenlerin ise tırabzanları aynı şekilde boyalıydı. İçerisi oldukça temizdi ve çok hoş bir kokusu vardı binanın. Bu hayret vericiydi. Asansör gelince bindik ki normal bir apartman asansöründen hiçbir farkı yoktu. Brandon 5. katın düğmesine bastı ve yukarıya doğru çıkmaya başladık. Bir süre sonra asansörün kapısı açıldı ve bizde indik. Karşılıklı iki kapı vardı ki Brandon sağ taraftakine doğru ilerledi bende peşinden ilerledim. Cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve kenara çekilip bana yol verdi. Bene içeriye girdim ve kapının kenarındaki ayakkabılık dikkatimi çekti. Hemen ayakkabılarımı çıkarıp ayakkabılığa koydum ki peşimden Brandon’da aynı şekilde ayakkabılarını çıkardı ama ayakkabılığa koymak yerine içeride kapının kenarında bıraktı. Yanımdan ilerleyerek ışığı açtı. Işık açılınca daha dikkatli bakınmaya başladım etrafa… Holde duvarlar krem boyalıydı ve ayakkabılık siyah mobilyadandı; duvarlardaki resimlerin de çerçeveleri siyahtı. Çerçevelerdeki resimler sanırım aile resimleriydi çünkü bir kadın ve bir adam vardı…

“Annem ve babam…” dedi Brandon düşüncelerimi tahmin ederek.

“Annen çok güzelmiş. Gözlerin annenle aynı sanırım?”

“Evet, annemden almışım! Bu arada ben şunları mutfağa bırakayım şurası salon sen oraya geç.”

Ben, gösterdiği yöne, salona doğru ilerledim Brandon’da mutfağa gitti. Salonun hemen girişindeki duvardaydı ışığın düğmesi bastım ve ışığın açılmasıyla salon aydınlandı. Holle aynı tarzda döşenmişti krem rengi duvar, köşeli krem koltuklar ve siyah minderler ve mobilyaları da siyahtı. Oldukça şık ve sadeydi. Gerçekten çok hoş bir görünümü vardı. Etrafı incelemeye devam ederken ceketimi çıkarıp çantamla koltuğun kenarına koydum ve sehpalardaki resimlere bakmaya başladım. Şirketteki çalışanlarla resimleri vardı. Jennifer ile dans ederken resmi vardı, Jennifer olduğundan çok daha güzel görünüyordu. Bay Rosewood ve Bay Borghensee ile resimleri, Charles, Alex ile basket oynarken, Brandon’ın elinde gitarla resimler… Bu şekilde sıralanıyordu resimler. Sanırım resim çekmeyi ve çekilmeyi seviyordu. Gülümseyerek arkamı döndüğümde Brandon’ın beni izlediğini gördüm. Kapını eşiğine yaslanmış ellerini göğsünde birleştirmiş gülümseyerek bana bakıyordu.

İçeriye doğru birkaç adım atarken, “Ne yapmak istersin?” diye sordu.

“Bilmiyorum… Geceyi sen planladın bu kısmı da düşünmüş olman lazım!”

“Aslında film izleriz diye birkaç film aldım. Ne dersin?” diye seçenek önerdi. Aslında kabul edilebilinirdi ama sonuçta birbirimizi tanıyacaktık ve henüz benim merak ettiğim kısımlar vardı ki sanırım tereddüttümü anlamış gibi ellerini havaya kaldırıp göz kırptı.

“Anlaşılan soruların bitmemiş; o zaman kahve ister misin?”

Benim onaylamamdan sonra beraber mutfağa gitti. Brandon kahveleri hazırlarken bende mutfağa incelemeye başladım. Burası da aynı şekilde siyah ve krem ağırlıklıydı. Yerde beyaz üzerine siyah dallar şeklinde çizgileri olan bir halı vardı. Yine siyah bir masa ve sandalyeler ve krem minderler ki o sırada kahve fincanları dikkatimi çekti. Beyaz üzerine siyah desenliydi.

“Bu siyah beyaz takıntısı ne?” diye sordum dayanamayarak. Sözlerime güldü ama sonra gülümsemesi soldu.

“Annem bu uyumu çok severdi. O yüzden bu şekilde döşettim evi ve yemek takımı, fincan takımları falan hiç birini ben almadım bunlar annemin aldığı ama kullanamadığı takımlardı. Onları her an yanımda hissetmemi sağlıyor!”

“Ben üzgünüm…”

“Önemli değil merakını anlıyorum!” deyip gözlerindeki hüzün birkaç saniye de kayboldu ve yüzündeki gülümseme yerine geri gelirken “Burada mı salonda mı içelim?” diye sordu.

“Burada!”

Brandon’da kahveleri masaya koydu ve karşıma oturdu. Kahvemden bir yudum aldım ve sorularıma devam ettim. “Buraya kaç kız getirdin?”

“Sen ikincisisin, pardon dördüncü!” Verdiği cevaba kaşlarım çatılırken o da hesap yapar gibiydi. Aslında hiç demesini bekliyordum, genelde öyle yanıt verirlerdi değil mi?

“Özür dilerim beş!”

Kaşlarımı kaldırıp şaşkınlıkla baktıktan sonra kaşlarım çatıldı yeniden. “Tamam, başka bir şey sorayım yoksa bu şekilde liste artacak!” deyince Brandon kahkahalarla gülmeye başladı.

“Gelenler bizimkilerdi. İlk Bethie geldi George’un eşi, zaten burayı onun yardımlarıyla bu hale getirdim aldığımda tam bir harabeydi. Genelde işler uzadığında burada çalışırız. Lucy, Lisa ve Jennifer’da buraya gelen diğer kızlar!

“Bunu başında söyleyebilirdin! Neyse, daha önce kaç ciddi ilişkin oldu?” diyerek konuyu değiştirdim. Bunlarla aslında ilgilenmiyordum ve benden öncesi beni ilgilendirmezdi ama gelecek neyi gösterir bilemiyordum bundan dolayı hazırlıklı olmak istiyordum eski kız arkadaş mevzularına.

“Bir! Lise aşkımdı onun üzerine birçok kız oldu ama gerçekten bir tek onu sevmiştim. Zaten o da üniversite için başka bir ülkeye gidince ayrıldık sonra ikimizde birbirimizden haber alamadık.”

“Peki, yarın kapını çalıp karşına çıksa?”

“Muhtemelen iki arkadaş gibi eskilerden konuşur bir kahve içeriz. Daha fazlası olmaz!”

“Pekâlâ ya öğrenilirse?”

“İlişkimiz mi?” diye sordu başımı salladım evet anlamında ve kahvemden bir yudum daha aldım Brandon’da konuşmasına devam etti. “Muhtemelen Elizaer senin ayrılmanı isteyecektir. İstifa etmeni… Ama benden bu tarz bir şey isteyemez hisselerim dolayısıyla. Yine de önemli değil öğrenilmesi, hatta çok daha iyi olur böylece daha fazla vakit geçiririz ve bir şeyler saklamak zorunda kalmayız! Bu işime gelir açıkçası!”

“Tabi işinden olan sen olmayacaksın!”

“Ashley başka bir yerde de iş bulabilirsin! Bu cidden senin için zor olmaz.”

“Yanılıyorsun Brandon! Eğer bu işi kaybedersem geri dönerim ve muhtemelen davaya karışırım!”

“Bu kadar kolay gidebilirsin buradan?” Boşta olan elini saçlarının arasına geçirmiş sinirli bir şekilde soluyordu. Bu kadar çabuk vazgeçmeme şaşırmış, hayretler içinde gibiydi.

“Başka şansım var mı?”

“Peki ya ben?” dedi sadece, işte gerçekten beni burada tutacak tek şeydi Brandon, muhtemelen onun için burada kalabilirdim.

“O zaman şartlar bizden yana olmayacaktır!” Dedim çıkış yolu arayıp konuyu dağıtma çabasıyla.

“Şartları yaratabilirim!”

“Kalabildiğim sürece buradayım… Seni bırakamam!” Bu konu üzerinde daha fazla konuşup da tadımızı kaçırmak, geceyi mahvetmek istemiyordum.

“Hadi gel film seçelim!” diyerek elini uzattı bana. Sanki konunun değişmesinden o  da memnun gibiydi.

Gülümseyerek yerimden kalktım ve bana uzattığı eli tuttum. Beraber salona doğru gittik ve aldığı filmlerin arasından Brandon’ın ısrarı üzerine gerilim filmi seçtik ve takıp izlemeye başladık.

Filmi izlerken Brandon’ın omzuna başımı koydum ve oda kolunu belime doladı ve beni şaşırtacak bir hareket yapıp ayaklarını ortadaki sehpaya uzattı. Başımı kaldırıp ona baktım bu hareketi sonucunda, omuz silkti ve ardından başını tekrar televizyona çevirdi. Gülümsedim tipik erkek hareketiydi bu… Annem bundan dolayı babama çok kızardı ve görünen o ki bütün erkeklerde bu davranış vardı. Sanırım kalıtsal bir şeydi, Y kromozomu bu tür özellikleri de taşıyordu demek ki!

Film bittikten sonra Brandon kalktı ve DVD’den filmi çıkarttı bende bu sırada mutfağa gittim ve pastayı dilimledim aperatifleri hazırladım. Tabakları bulmak biraz zor olmuştu tek tek dolaplara bakma zorunda kalmıştım ama sonunda bulmuştum. Bunları tek tek salondaki sehpanın üzerine koydum. Ardından servis tabaklarını almak için mutfağa döndüğümde Brandon’da peşimden geldi ve dolaptan bir şarap çıkardı ardından da iki kadeh aldı tam kapıdan çıkıyordu ki

“Mutfağa çok yakıştın!” Dedi gülümseyerek. Bir şey diyemedim ama sözleri hoşuma gitmişti.

Tabakları da alıp salona gittikten sonra Brandon kadehleri doldurdu ve bir şeyler atıştırıp sohbetimize devam ettik. Daha doğrusu birbirimize olan sorularımıza devam ettik. Gece bu şekilde ilerledi, geç saatlere doğru esnemeye başladım. Brandon ise karşımda bana gülüyordu. Kolumu koltuğun kenarına uzattım ve başımı da koluma dayayıp Brandon’la olan sohbetimizi bölmedim; ama gözlerimle olan savaşımın Brandon farkındaydı.

Savaşımı kaybetmeme az kaldığını anladığında “Benim odamda yatar mısın yoksa misafir odasını mı göstereyim?” diye sordu.

“Seninle ilk yatışım olmayacak!” diye cevap verdim ve Brandon elimden kadehi alıp kendi kadehi ile birlikte sehpaya koydu. Elimden tutup kaldırdı beni ve salonda çıkıp holün sonundaki merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladık.

“Bu merdivenleri çatıya çıkış zannediyordum.”

“En üst katlar çatı katı tarzında dubleks yapılır. Burası da öyle! Ve yukarıda yatak odaları… En azından benim ki orada!”

Yukarıya çıkınca kısa bir koridorun sonundaki odanın kapısını açtı Brandon. Odayı inceleme gereği duymadım çünkü buranında aynı tarzda döşeli olduğuna emindim!

“Üzerine bir şey vereyim.” diyerek dolaba yöneldi Brandon ve dolaptan bir pijama takımının üstünü bana uzattı. Tek kaşımı kaldırıp ona bakınca konuşmasına devam etti. “Sana gecelik gibi olacağına eminim!”

Pijama üstünü elinden aldım ve ilk önce badimi ardından da pantolonumu çıkarttım ve üzerimi giyindim. Brandon haklıydı mini bir gecelik gibi olmuştu. Brandon’a baktığımda oda pijamasının altını giyinmiş üzerine bir şey giymemişti. Yatağın örtüsünü açıyordu. Bir erkek olarak fazla düzenliydi.

“Öyle mi yatacaksın?” Diye sordum Brandon’ın çıplak göğsünün göstererek.

“Rahatsız olur musun?”

Sorusuna, başımı salladım hayır anlamında ve yatağa girdim benim peşime Brandon’da yattı ve kolunu boynumun altına uzattı; bende Brandon’a sokularak gözlerimi kapattım. Fısıltı halinde sesini duyduğumda uykuya dalmaya başlamıştım. “İyi geceler bir tanem!”Cevap veremeyecek kadar uykulu olduğumdan sadece boynuna öpücük kondurdum ve Brandon’ın kollarında huzurlu bir uykuya bıraktım kendimi.


Sabah uyandığımda Brandon’ı gördüm karşımda… Uyuyordu ve bir eli belimde diğeri de boyunum altında, bacağını da bacaklarımın üzerine atmış beni tamamen kendi bedenine hapsetmişti. Yerimde biraz kıpırdandım belki biraz gevşetir kollarını diye ama daha fazla sıktı. Bende daha fazla kıpırdanmayıp Brandon’a sokuldum ve gözlerimi kapattığım anda telefon çalmaya başladı. Ben daha kıpırdamadan Brandon elini belimden çekerek sırt üstü yattı. Elini saçlarının arasına geçirdi ve huysuz bir şekilde homurdanmaya başladı. Telefonsa hala çalıyordu.

“Brandon telefon…” Dedim bakmasını ima ederek. Başını bana çevirdi ve gülümsedi daha sonra yanıma yaklaşıp öptü.

“Günaydın!”

“Günaydın ama telefon hala çalıyor!”

Homurdanmaya devam ederek yataktan kalktı ve odadan çıktı bende peşine yataktan kalkıp odadan çıktım. Salona gittiğimde Brandon elinde telefonla koltuğun birine uzanmış konuşuyordu. Beni görünce gülümsedi ve konuşmasına devam etti.

“Tamam, Jennifer idare ederim.” diyerek telefonu kapattı. Tek kaşımı kaldırıp baktım açıklama beklercesine, ama bana gülümseyerek baktı ardından koltukta yan dönerek gözlerini kapatıp yattı.

“Bu kadar ısrarlı telefon edecek kadar önemli olan konu neymiş merak ettim doğrusu!”

“Dün geceyi erkek arkadaşıyla geçirmiş ve Elizaer’e benimle birlikte çalıştığını söylemiş benden onu idare etmemi istedi.”

Açıklamasını yaparken gözleri hala kapalıydı, ama bu açıklaması beni tatmin etmemiştim madem erkek arkadaşıyla geçirmişti bunu ne diye ailesinden saklıyordu ki. Başka bir şeyler vardı bunun altında bu aşikâr ortadaydı.

“Eminim öyledir!”

Yatak odasına doğru yürümeye başladım. Odaya gelince üzerimden Brandon’ın pijamasını çıkardım ve yerden kotumu alıp giydim. Badimi de giymek için elime almıştım ki kapı açıldı ve içeri Brandon girdi. Sessizce yanıma yaklaştı ve elimden badimi alıp yere bıraktı. Daha ben ne yaptığını anlayamadan beni kucağına alarak yatağa attı. Oda yanıma uzandı ve yan dönerek başını omzuma dayayıp kolunu da belime doladı. Bu şekilde kıpırdamadan durduk bir süre ama Brandon sıkılmış olacak ki homurdanarak kıpırdandı ve bacağını bacaklarımın arasına atarak daha da sarıldı.

“Uyumadığına eminim bundan dolayı üzerimden kalk!” derken sesimin sinirli çıkmasını sağlamaya çalıştım ama başarısız oldum. Çünkü şuan ki durumdan memnundum.

“Johnny, Jennifer’ın erkek arkadaşı, aynı zamanda benimde okuldan arkadaşımdı. Ailesi ilişkilerini onaylamıyor, çünkü Johnny’in ailesi fabrikatör veya holding sahibi değil… Bir milyonerin oğlu falanda değil! Bir devlet dairesinde çalışan bir memurun oğlu ve Johnny’de bir holdingde CEO olarak çalışıyor. Elizaer her ne kadar makul bir adam gibi görünse de sadece çalışanlarına göre öyledir. Ailesi söz konusu olduğunda tam bir diktatördür. Bu ilişkiyi hiçbir zaman onaylamadı ki Jennifer ve Johnny çok şey yaşadılar hatta ayrıldılar neredeyse bir yıla yakın ayrı kaldılar ama iki ay önce tekrar barıştılar çünkü birbirlerini çok seviyorlardı. Toplantıda bana dün gece için yaptıkları planlardan bahsediyordu… Dün geceyi onunla geçirmiş ve Elizaer’a benimle kaldığını ve beraber çalıştığımızı söylemiş. Jennifer ile aramızdaki arkadaşlık diğerlerine oranla daha fazla olmasının sebebi bu…” Diye anlattı daha sonra omzumdaki başını kaldırıp bana baktı ve konuşmasına devam etti. “Yani kıskanmanı gerektirecek bir durum yok! Bu gece seninle olan planlarımdan Jennifer’ın haberi vardı. Yani ilişkimizi başından beri biliyordu… Gerçi diğerleri de biliyor yani George ve Elizaer haricindekiler.”

“Biliyorlar mı? Dalga geçiyorsun değil mi?” dedim korkmuş ve şaşırmış görünerek.

“Hayır ciddiyim. Senin teklifi kabul ettiğini ilk Jennifer’dan öğrendim, öğrendiğinde beni aradı. New York’taki gizemli kızdan haberleri vardı ve Jennifer’a kim olduğunu söylemiştim ancak diğerleri sen geldiğinden beri beniz izliyorlarmış. Sana olan davranışlarımdan dolayı ilk Lisa anlamış ve Charles’a bahsetmiş oda gözlemlemeye başladı ardından da Alex ve Lucy öğrendi.”

“Çok rahatladım emin ol!”

“Panik yapmanı gerektirecek bir durum yok! Ben söylemeseydim anlamayacaktın. Neyse bunu konuşmanın bir anlamı yok… Karnım acıktı benim seni yememi istemiyorsan kahvaltı yapalım!” Dedi ancak ben hala söylediklerinde takılı kalmıştım. Biliyorlardı bu demekti ki her an Bay Rosewood ve Bay Borghensee de öğrenebilirdi. Bu da benim işten ayrılmam anlamına gelirdi. Sanırım yavaş yavaş kendimi bu duruma hazırlasam daha mantıklı olacaktı. En azından hazırlıksız yakalanmamış olurdum.

“Anlaşılan bende çok özlenmişim!”

Brandon, bu sözleri beni düşüncelerimden sıyırdı ve dudaklarıma değen dudaklar ile Brandon sözleri aklıma geldi. Gülümseyerek öpüşüne karşılık verdim ama çok uzun sürmedi dudaklarımızı ayırıp şaşkın bir şekilde bana baktı.

“Neye gülüyorsun?”

“Karnının aç olduğunu sanıyordum”

“Evet, açım ama seni de özledim!” diyerek dudaklarıma yaklaşmaya başladı tekrardan.

Brandon’ı kendimden uzaklaştırırken, “Evde kahvaltılık bir şeyler var mı yoksa dışarıda mı yapacağız?” dedim.

“Dolapta var!” deyip yatağa sırt üstü yattı ve başını bana çevirdi. Bende dirseğimin üzerinde doğruldum ve dudaklarına öpücük kondurup yataktan kalktım. Yerden badimi aldım ve üzerime giyinirken Brandon’a baktım.

“Ben kahvaltı hazırlayacağım sende giyin gel.”

Mutfağa girdiğimde buzdolabının kapağını açarak kahvaltılık ne varsa çıkardım. Onları masaya koyduktan sonra dolaptan yumurta çıkarıp omlet yaptım. Nasıl sevdiğini bilmediğimden sade yaptım. Omlette hazır olduktan sonra kahvaltı tabaklarını ararcasına dolaplara bakındım ki bulunca iki kişilik servis hazırladım masaya ve dolapta gördüğüm meyve suyunu çıkardım. Bardakları da koyduktan sonra ıslık sesi duydum. Arkamı döndüğümde mutfakta kimseyi göremedim ki mutfağın kapısına ilerledim ve merdivenlere baktığımda Brandon altında kot üzerinde koyu mavi bir tişört giyinmiş merdivenlerden ıslık çalarak iniyordu. Gülümseyerek yanıma geldi ve kolunu omzuma atarak mutfağa girdik. Masaya oturduğunda meyve sularını koydum ve kahvaltıya başladık.

“Omlet güzel olmuş ama peynirli olmasını tercih ederdim.” dedi Brandon kahvaltı sırasındaki sessizliği bölerek.

Elimdeki çatalla önündeki omleti işaret ederek konuştum. “Nasıl sevdiğini bilmiyordum önündeki ile idare et.”

“Çok leziz olmuş. Eee insanın sevgilisi yapar da güzel olmaz mı?” diyerek kıvırmaya geçti güldüm söylediklerine, bu sırada yine Brandon’ın telefonu çalmaya başladı. Tek kaşımı kaldırarak Brandon’a baktım. Yüzünü buruşturarak masadan kalktı ve salona doğru ilerledi. Bende bu sırada elime meyve suyu bardağımı alıp bir yudum aldığımda içeriden Brandon’ın sesini duydum.

“Lanet olsun!”

Hızla yerimden kalkıp salona gittim Brandon telefon elinde henüz açmamış bir elini saçlarının arasına geçirmiş salonun ortasında dolanıyor kendi kendine mırıldanıyordu. Arayan Elizaer Borghensee olmalıydı ne bahane uyduracağını düşünüyordu sanırım bu kadar stres yaptığına göre.

“Kim arıyor?” Diye sordum salona girerek. Brandon yerinde durdu ve bana döndü.

“Charles! Onları ekmek için bahane bulamıyorum…”

“Neden ekmek istiyorsun? Bir planınız mı vardı?”

“Evet! Bugün onlarla basket oynamaya gidecektik haftalar öncesinde yapılmış bu plan. Çocukluk arkadaşlarımızla buluşup hepimiz beraber bir gün geçirecektik ancak bugün için sana söz verdim! Tanrım nasıl unuttum ben!”

“Brandon bu kadar dert etmene gerek yok! Hadi gel kahvaltımızı yapalım ondan sonra beni eve bırak ve git.” dedim gülümseyerek yanına giderken. Elimi uzatmıştım bana inanamayan gözlerle bakıyordu. Konuşmama devam ederek onu rahatlatmak istedim. “Hem biz daha sonrada bir şeyler yaparız bir daha arkadaşlarınla kim bilir ne zaman bir araya gelirsiniz!”

“Özür dilerim, bu şekilde olmamalıydı.” Dedi yerinden kalkarken, bende koluna girip onu mutfağa doğru götürmeye çalıştım.

“Önemli değil! Ama bana verilmiş bir şehir turu sözün var unutma!”

Mutfağa gittiğimizde kahvaltımıza devam ettik. İkimizde acıkmıştık ve bunun için sessizdik masada. Kahvaltı bittikten sonra Brandon duş almak ve hazırlanmak için odasına gitti bende mutfağı toparlamaya başladım. Kahvaltılıkları dolaba yerleştirdikten sonra bulaşıkları yıkadım ve kurulayıp yerlerine yerleştirdim. Bu sırada telefonum çaldı, salona gidip çantamdan telefonumu çıkardığımda iki mesaj gelmişti ve ikisi de Justin’dendi. Gülümseyerek mesajları okumaya başladım. “Ben yurttayım ve iyiyim. İçiniz rahat olsun avukat hanım!” bu mesaj beni güldürmeye yetmişti. Ukala birde dalga geçiyordu. İkinci mesajı açtığımdaysa “Cevap veremediğine göre müsait değilsin şu senin yeni erkek arkadaşla ilgilendiğine adım gibi eminim! Neyse bir ara arada konuşalım!” yazmıştı. Sanırım dava ile ilgili bir gelişme vardı; ama olsaydı Dean’de beni arardı bilgilendirmek için. Daha fazla düşünmek istemedim. Eve gidince arar konuşurdum ikisiyle de. Telefonumu çantama koyup Brandon’ın odasına gitmek için yukarıya çıktım. Kapıyı çalmadan girdiğim için Brandon’ı içeride havluyla görmek zorunda kaldım.

“Ben özür dilerim! Hemen çıkıyorum.” Diyerek arkamı döndüm; ama Brandon benim bu davranışıma kahkahalarla gülerek karşılık verdi. Belime sarılan bir çift kol ile arkamda olduğunu fark ettim. Dudaklarını boynumda ve omzumda dolaştırıyordu ve ıslak bedeni badimi ıslatıyordu.

“Brandon üzerimi ıslatıyorsun ben çıkayım sen giyin!” diyerek kollarını tutup itmeye çalıştım.

“Sen buradayken de giyinebilirim, ama bence üzerindekiler ıslandı neden çıkarıp kurumasını beklemiyorsun. Onlar kururken de ben seninle ilgilenirim!” Kulağıma doğru fısıldayarak konuşurken kontrolümü kaybetmiş bir şekilde başımı geriye atarak göğsüne yasladım ve ellerini itmek yerine parmaklarına geçirdim parmaklarını.

“Sevgilim arkadaşlarınla buluşacaksın, benim yüzümden geç kalmanı istemem. Neden bu akşam bana gelmiyorsun beraber yemek yeriz!”

“Sen mi yapacaksın?”

“Evet, hadi şimdi beni bırak da üzerini giyin.”

Belimdeki ellerini gevşetti ve ardından beni kendine doğru çevirerek dudaklarımdan öptü sanki hiç bırakmayı istemiyormuş, daha da ileri gitmek istiyormuş gibi. Daha ileri gitmek istediğinin farkındaydım bugün bunu fazlasıyla göstermişti; ama üstelemeden ayırdı dudaklarımızı gülümseyerek belimdeki ellerini de çekti. Parmak ucumda yükselerek boynundan öptüm.

“Sen traş mı oldun?” diye sordum traş kokusunun losyonunu içime çekerken. Sadece gülümsemekle yetindi bende bunun üzerine konuşmama devam ederek, “Traş losyonunun kokusunu beğendim!” diyerek yanından ayrıldım.

Brandon dolabın başına gitti bende yatağı topladım. O sırada Brandon sabah giyindiklerini giyinmişti ve küçük bir spor çantasını hazırlıyordu. Hazırlandıktan sonra beraber salondan çıktık ve aşağıya indik ben ceketimi giyinip çantamı aldım ve kapının önüne gidip ayakkabılarımı giyindim. Brandon ise beyaz spor ayakkabı giyindi ve ayakkabılıktan bir çift basket ayakkabısı çıkardı ve poşete koyup spor çantasının içine yerleştirdi. Daha sonra beraber evden çıktık. Asansöre giderken de asansörden inerken de Brandon elimi bırakmadı. Parmakları parmaklarıma geçirili bir şekilde yürüdük ve binadan çıkarken ve otoparka giderken yolda bazı kişilere selam verip kısa sohbetlere girdi ve bana sorarcasına bakanlara da kız arkadaşım diye tanıştırdı. Bunun karşısında bende gülümseyerek selam verdim. Arabaya bindiğimizde sessizce benim evime doğru yola çıktık; ne Brandon ne de ben konuşmamıştık. Evin önüne geldiğimizde de gülümseyerek Brandon’ın dudaklarından öptüm.

“Dün gece çok güzeldi. Teşekkür ederim!”

“Bende çok eğlendim, benim içinde güzeldi. Ayrıca özür dilerim bu şekilde…” derken sözünü kestim.

“Akşama bekliyorum!” Gülümseyerek başını salladı. Arabadan inip bahçeye girdiğimde Brandon’da evin önünden uzaklaştı.

Direk eve girdim ve içimi birden huzursuzluk kapladı. Brandon yanımdayken böyle hissetmiyordum. Belki de bu ev ve bu davadan dolayıydı bu… Artık bu davanın bitmesini ve rahat ve huzurlu yaşamayı istiyordum.

Derin bir nefes alıp kapıyı kapattım ve direk odama çıkmaya başladım. Odama gelince kapıyı açtım ve etrafa bakındım her şey normal görünüyordu bu yüzden içeriye girdim. Üzerimdeki ceketi çıkarıp yatağın üzerine bırakırken yatağın üzerinde gül yapraklarını fark ettim. Brandon’ın verdiği gülü yatağın üzerine bırakmıştım ama yapraklarını yolarak değil! Hızla odanın kapısını kilitleyip odanın içinde her yere bakmaya başladım. Dolaba, banyoya… Kimse yoktu en azından odamda, ama eve her kim girdiyse hala burada bulunabilirdi. İçimdeki korkuya rağmen sessizce ayakkabılarımı çıkardım hem ses yapmaması için hem de topuklularla rahat hareket edemeyeceğim için.

Kapının kilidini sessiz olmaya özen göstererek açtım, tek tek üst kattaki her odaya baktım. Boştu! Alt kata indim sessiz ve seri hareketlerle salona, alt kattaki banyoya ve son olarak da mutfağa baktım boştu ama mutfağın bahçeye açılan kapısı açıktı. Oraya doğru yaklaşmaya başladım. İçimdeki korku artarken nefes alışlarımda onunla paralel bir şekilde hızlanıyordu. Kapının önüne gelince tek bir adım daha atarak bahçeye çıktım. Etrafa bakındım ama tek bir iz bile yoktu. O kimse şuanda evde değildi. Ama henüz sakinleşmediğimden hızla içeriye girdim ve kapıyı kilitleyip tülünü çektim. Sırtımı kapıya dayayarak sakinleşmeyi bekledim. Evde yalnızdım, kimse yoktu ve bir şey olacak olsa yardım isteyebileceğim ve koşulsuz bir şekilde yardıma gelecek biri vardı yanımda. Bu düşüncenin verdiği güvenle sakinleşmeye başladığımda telefonumun sesine yerinde sıçradım. Dalmıştım ve telefonum çalması beni korkutmuştu. Sessizce odama çıktım ve çantamdan telefonumu alıp kim olduğuna bakmadan açtım.

“Ashley benim Dean…” diyerek Dean konuştu ben daha konuşmadan.

“Bir problem mi var Dean?”

“Mezarı açtık!” deyince şaşkınlıktan cevap veremedim, Dean konuşmasına devam etti. “Biliyorum pazartesi demiştik ama magazin bunu olay haline getirecek bundan dolayı sabah sessizce açtık. Bay Jones ve ekibi cesedi hastaneye götürdüler. Haber vereyim dedim; raporları elime aldıkça sana da göndereceğim. Her ayrıntıdan bilgileneceksin emin olabilirsin bu konuda.”

“Tamam, Dean haber verdiğin için sağ ol!”

“Tamam, sonra konuşuruz.”
Telefonu kapattıktan sonra yatağımın kenarına oturdum. Sanki ayaklarım beni daha fazla taşıyamayacakmış gibi hissediyordum. Neden bu kadar endişelendirmişti ki bu durum beni. Biliyordum mezarın açılacağını ve bunun sonucunda olacaklara da hazırlıklıydım ama… İşte hep amalar vardı her işte olduğu gibi bunda da… Derin bir nefes alarak dava ile ilgili her düşünceyi uzaklaştırdım aklımdan, bu akşam Brandon gelecekti ve ona yemek yapacağımı söylemiştim. Bu hafta sonu huzurumu hiçbir şeyin kaçırmasını istemiyordum. Bunun için banyoya gittim ve yüzümü yıkadım soğuk suyla kendime gelebilme umuduyla; daha sonra direk mutfağa gittim. Akşama ne yapacağıma henüz karar vermediğim için önce birkaç dakika masada oturdum ve ne yapabilirim diye düşünerek geçirdim zamanımı…

Ne yapacağımı henüz karar vermeden masadan kalktım ve dolabın karşısına geçip ne var ne yok diye kurcalamaya başladım ve işime yarayacağını düşündüğüm şeyleri çıkarıp tezgâhın üzerine koydum. Dolabı kapattıktan sonra aklımdan dava ile ilgili düşünceleri getirmemek için sebzelerle uğraşmaya başladım. Bazı sebzeleri doğrarken bazılarını haşlanmaları için tencereye koymuştum.

Bu şekilde ne kadar zaman geçirdiğimin farkına varmadım ama dolabımda bulunan malzemelerden üç çeşit yemek yapmıştım. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki havanın kararmak üzere olduğunu fark etmesem devam edebilirdim bu şekilde. Salatalık malzemeleri çıkarıp son olarak salatayı da yaptıktan sonra masayı hazırlamaya başladım. İçecek olarak da şarap çıkardım, Brandon seviyordu şarabı. Masayı hazırlayabileceğim en özenli şekilde hazırlamıştım şimdi geriye bir tek Brandon eksikti o da gelince yemeğimizi yer birlikte yarım kalan vaktimizi geçirmeye kaldığımız yerden devam ederdik.

Beklemek için salona geçtim ve televizyonda kanalları gezerek eski zamanlardan kalma müziklerin çalındığı bir kanal buldum ve biraz sesini açıp eve sesin dolmasına izin verdim. Kendimi koltuğa atarak biraz dinlenmek istediğim ki o zaman ne kadar yorulduğumu fark ettim.

Zaman geçmeye başlamıştı… Saat akşam dokuz olmuştu ve ne Brandon gelmişti ne de aramıştı. Bekliyordum ama hiçbir şekilde ondan ses çıkmıyordu. Merakla odama çıkıp telefonumu aldım ve Brandon’ı aradım; ama telefonuna ulaşamadım. Kapalıydı ya da çekmiyordu. Belki de henüz maçları bitmemişti ya da bitmişti de arkadaşlarıyla zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti.

Telefon elimde salona inip camın kenarındaki koltuğa oturup bahçenin demir parmaklıklı kapısından caddeden geçen arabalara bakıyor Brandon’ı bekliyordum; her geçen arabada bir heyecanla kapıda durmasını umuyordum ama hiçbir durmuyor geçip gidiyordu. Telefonu elime alıp tekrar Brandon’ın numarasını çevirdim açık olması umuduyla ama yine kapalıydı yine ulaşamamıştım. Zamanın bu şekilde akması ve beklemenin verdiği sıkıntıyı yeni yeni fark ediyordum. Oldukça rahatsız ediciydi; ama asıl rahatsız edici olan beklemekten çok beklediğin kişiye ulaşamamaktı…

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


Dilerim beğeneceğiniz bir bölüm olmuştur. Ne yazık ki okurlar düşüncelerini belirtmedikleri için hatalar varsa da farkına varmıyorum. 

Neyse, bu cuma yıllık izne çıkıyorum.Bir yıl bir fiil çalıştıktan sonra sanırım bunu hak ettim =) Bu yüzden önümüzdeki hafta bölüm gönderemeyeceğim. 27 Ağustos'a da bölümü yetiştirmeye çalışacağım. Haberiniz olsun. Bekletmeden dolayı kusura bakmayın lütfen. 

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın :)

Yorumlarınızı bizden eksik etmeyin :))

9 yorum :

  1. Yine mükemmel olmuş, ben her seferinde yorum yapmasam da kaçırmadan okuyorum hepsini. Eline sağlık, sabırsızlıkla bekliyorum sonraki bölümü. Artık gelişme bölümüne geldik sanırım, biraz daha somut olaylar görürüz herhalde.. Ayrıca dilini ve kelimeleri kullanma şeklini gittikçe geliştiriyorsun bence.. Brandon başta gizemli biri gibi yansıtılmıştı ama gayet sevecen ve açıkmış. :)

    YanıtlaSil
  2. Bayıldım :))
    Bölüm çok güzeldi kesinlikle :))
    Ashleyle brandon kate'e yakalanmışlar.Kate kendi çapında haklı ve söylemeyeceğinden eminiz zaten :D
    Birlikte vakit geçirmeleri brandonun geri lokantaya gitmesi ama ashleyin geri cafeye sürüklemesi çok tatlıydı !! :))
    Dansetmeleri birbirlerini tanımaya çalışmaları harikaydı :D brandon en merak ettiklerinide sordu böylece(dean ve justin malum :D)
    birlikte film izlemeleri ve uyumaları süperdi.keşke brandon söz vermeseydi maç için.tam yemek yicekler derken brandon gelmedi.acaba o adammı bişey yaptı? yoksa brandon gelip maça daldıkları için özür mü dileyecek? umarım 2.seçenektir.
    bi önceki yorumumun cevabında hayal gücümün iyi olduğunu ve bazı şeyleri bildiğimi söylemişsin :) evet sezgilerim ve hayal güçlerim çok iyidir :)) neyi bildiğimi merak ettim ama? justin ve kate konusu olabilir mi? :D kalbim temiz olduğu için çoğu çıkıyor.umarım buda çıkar :))
    devamını bekliyorum takipteyim :)

    YanıtlaSil
  3. Ooo bir kac bölüm yorum yazamadim ve bir sitem var gibi koyu renkle yazilmis cümlelerde :) kusura bakma malum tatil ve internet sorunu ayin 28 inden itibaren yorumlarima tam gaz devam edecegim merak etme.

    Cok güzel bir bölümdü yine yazim hatalari vardi da sonlara dogruydu göze de batmiyordu ama vardi yanii :)

    Ellerine yüregine kalemine saglik. Iyi tatiller.
    Ve son olarak ilk defa bu hafta bölüm gelmeyecegi icin seviniyorum cünkü vakitli okuyamiyorum. Bu duyguyu da yasattigin icin sag ol :)

    YanıtlaSil
  4. Yorumlar için teşekkürler arkadaşlar :)

    Nevincim sana değildi sitemim:) biliyorum sen yorum eksik etmiyorsun üzerine alınma hiç yorum yapmayan arkadaşlar var ama onları da artık es geçmeye karar verdim :)

    Hızlı olmak adına hatalarım oluyor hep ve 2. kere okumadan atıyorum bu da ne yazık ki çok daha fazla hata demek en aza indirgemeye çalışacağım sevgili Nesil Zülfikar.

    Asena G. güzel sözlerin için çooook teşekkür ederim :))

    YanıtlaSil
  5. Canım ben hatanda ilgili bişey yazmadım yukarda görüldüğü gibi. Yanlış okudun sanırım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çook pardon isimler karıştı =)) ortak yanıt vereyim derken karışıklık oldu=)

      Sil
    2. Önemli değil :)) Ben sorularıma yanıt almak istiyorum ama :)

      Sil
    3. Brandon'a ne olduğunu gelecek bölümlerde öğreneceğiz bu yüzden o soruyu es geçiyorum :) diğer tahmin ettiğin kısım ise Kate ve Justin konusu ;)

      Sil
  6. Biliyordum ya valla :)) Çok sevindimm :)))))

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın