17 Eylül 2014 Çarşamba

17 Sıradan Bir Hayat - 12. Bölüm



BRANDON


Nişandan sonrasında herkes daireme gelmişti ve henüz kimse gitmemişti. Lisa ve Lucy bir şeyler yemek için beni çağırmasalar yemek yemek aklıma bile gelmezdi. Aklımda o kadar çok şey vardı ki hepsi tek bir noktada birleşiyordu. Ashley…

Nasıl üzülmüştü, nasıl canı acıyordu, ne kadar belli oluyordu duyguları. Güçlü durmaya çabalıyor ama beceremiyordu. Belki de ben fark ediyordum onun bu halini bilmiyorum. Her şekilde bende güçlü durmaya çalışıyordum, ama Ashley’nın dün akşamki halini görünce her şey bitmişti benim için. Yıkılmış olması, gözlerindeki acı kalbimi parçalamıştı. Gözlerindeki morlukları kapatmaya çalışmıştı belli ki ama gözlerinin kızarıklığı ortadaydı. Kalbinin kırıklığı gözlerinden belli oluyordu. “Hoşça kal” diye fısıldamıştı kulağıma doğru. Kırgınlığı ve acısı sesine yansımış titrek çıkmıştı, ağladığı, her an ağlayabilecek durumda olduğu sesindeki çatallanmadan belliydi.

“Ashley… sevgilim…” diye fısıldadım karanlık odamın iç karartan duvarlarına doğru. Çaresizlik içinde, bir çıkar yol düşünme çabasında elim kolum bağlanmış söylenen her şeyi yerine getiren itaatkar bir köle gibi hissediyordum kendimi. Elizaer ne derse yerine getiriyordum sorgusuz sualsiz…
Neden? Neden yapıyordum ki? O şirkette bende pay sahibiydim. Ortağı olarak bana bir şeyler yapmamı isteme hakkına sahip değildi. İstemiyorsam hiçbir şey yapamazdı. O şirket aynı zamanda benimdi de… Çözüm aramam yanlıştı. Çözüm zaten bendim. Neden bu acıyı yaşatıyordum ki sevdiğime…

Ellerim bu düşüncelerle saçlarıma gitti. Parmaklarımı saçlarımın arasına geçirdiğimde alnıma bir soğukluk değdi. Elimi çekip baktığımda sağ elimde parmağıma takılı olan yüzük dikkatimi çekti. Lanet olsun…

Hışımla yüzüğü parmağımdan çıkardım ve hemen telefonu aldım Johnny’i aradım. Çaldı, çaldı, çaldı ardından meşgule düştü. Tekrar aradım ve doğrulup karanlık odanın içerisinde yürümeye başladım. Yine meşgule düştü. Pes etmeyecektim ne olursa olsun… Tekrar aradım.

“Ne istiyorsun?” Öfkeli sesi, arkadaşından aldığı darbenin ne kadar canını yaktığını gösteriyordu.

“Gelip sevgilini benim dairemden al ve eğer hala seviyorsan elinde bir yüzükle gel, evlenme teklif et!” Sesimdeki kararlılığı anlayacak kadar iyi tanıyordu beni. Bu kararlılık onu sessiz bırakmıştı bir süre. Bende onun sessizliğini bozmayarak sessiz kaldım.

“Ama siz evlene…” dediğinde devamını getiremedi. Derin bir nefes alış duyduğumda sesi telefondan kulaklarıma dolmaya başlamıştı. “Umurumda değil. Geliyorum.”

Telefonu kapattım ve cebime koydum. Odadan çıkıp aşağıya indim hızla. Herkes salonda oturmuştu. Ortadaki sehpanın önüne gelip avucumu sinirle sehpanın üzerine vurdum. Jennifer yerinde sıçradı birden ve başını kaldırıp bana baktı. Diğerlerinin de bana baktığına emindim. Jennifer’nın gözleri de aynı Ashley gibiydi. Gözlerinde acı, öfke ve kırgınlık vardı. Ağlamaktan kızarmıştı. Onu bu halde en son gördüğümde Johnny ile araları bozulmuştu. Sabaha kadar omzumda ağlamıştı. Tıpkı benim Ashley için çektiğim özlemi oda Johnny için çekiyordu.

Elimi yavaşça sehpanın üzerinden kaldırdım ve karşısında doğrulup orada sessizce kaldım. Gözlerini benden ayırdı ve sehpaya baktı. Ardından sorarcasına bana baktı. Bu işi Elizaer ortaya attığından beri ilk defa gözlerinde umut vardı.

“Olmamalıydı... Başında karşı çıkmalıydık. Senin de yapamayacağını biliyorum. Karım demekten gurur duyacağım bir kadınsın ama sahip olduğum kadınla mutlu olamayacağım bir evlilik olur bu ve ben bunu istemiyorum.”

“Teşekkür ederim.” Jennifer bana sarılıp teşekkür etmesi yerinde bir karar verdiğimi gösteriyordu.

Bu iki kelime çok şey ifade ediyordu. İkimizin hayatı için, bu iki kelime mutluluğun anlamıydı. Hiçbir şeyi umursamayacaktım bundan sonra. Tek bir kişi haricinde… Ailemin yaşadığı aşkı yaşamak istiyordum. Betie ve George’un imrendiğim aşkı… Charles’ın Lisa’ya baktığında hissettiği gibi, sevdiğim kadına her baktığımda tutkuyu hissetmek istiyordum. Lucy ve Alex gibi duygularımı açığa vurmaktan korkmadan, bundan gurur duyarak yaşamak istiyordum. Bunun için her şeyi yapabilecek gücü hissediyordum kendimde. Özellikle dün akşam Ashley’in gözlerinde gördüğüm o acıdan sonra ne olursa olsun benim olacağını biliyordum. Kendi aşkımdan, ona karşı olan bağlılığımdan, duygularımdan bu kadar eminken, Ashley’in de hissettiklerinden emindim. Bu hislere güveniyordum. Benim tek ihtiyacım olan şey onun hisleri, tek ihtiyacımın olduğu kişi Ashley’in kendisiydi. Başka kimseyi istemiyordum o hayatımda olmayacaksa… Çünkü hiçbir şeyin önemi yoktu o noktada…

 Zil çaldığında başımı çevirdim kapıya doğru. Kim olduğunu biliyordum ve düşünce daha doğrusu biraz sonra yaşanacaklar düşündükçe gülümsememe engel olamadım. Kapıya doğru ilerledim ve kapının önüne gelince istemsiz derin bir nefes aldım ardından kapıyı açtım. Johnny karşımda duruyordu. Yüzünde gülümseme, gözlerinde parıltı vardı. Daha önce onu bu kadar mutlu ve umutlu görmemiştim. Konuşmadı ama başıyla selam verdi, bende kapının önünden çekildim. İçeriye girince kapıyı kapattım ve benim arkamda yürüyerek salona girdik. İçeriye girdiğimizde ilk olarak Charles ile gözlerimiz kesişti. Şaşkın bir şekilde Johnny’e baktı ardından Jennifer’a baktı ve gülümseyerek Lisa’nin beline sarıldı. Lisa’de gülümsüyordu. Bu durumlar onu da çok etkilemişti ki hamileliğinin verdiği stresin yanında bir de bunlar oldukça ağır gelmişti ona da.

Arkama, Johnny’e baktım gülümseyerek bana baktı başımı salladım onaylarcasına Jennifer’ın önüne gitti. Jennifer koltuğa oturmuş dirseklerini dizlerine dayamış başını da ellerinin arasına almış oturuyordu. Johnny, Jennifer’ın önünde diz çöktü ve fısıldamaya gerek duymadan herkes duysun istermişçesine yüksek sesle konuştu.

“Sevgilim…”

Jennifer’ın başını kaldırıp da şaşkınlıkla Johnny’e bakmasından sonra Johnny sözlerine devam etti. Sevgilisinin bu şaşkınlıktan kurtulup bir şey diyemeyeceğinin farkındaydı sanırım.

“Bu şekilde hayal etmemiştim ama sanırım bu şekilde olması ileride çocuklarımıza gerçek aşkı gösterecek.”

Johnny konuşmasını devam ettirirken Jennifer’nın elini avucuna aldı ve avucunun içine yüzüğünü bıraktı, ardından bana baktı ben başımı salladığımda bakışlarını Jennifer’a çevirdi.

“Jenny… sevgilim benimle evlenir misin?”

Jennifer tepki vermeden sarıldı ve başını omzuna koydu. Onları daha fazla izleyerek yarama tuz basılmasını ve daha fazla gecikmeyi istemeyerek mutfağa gittim ve Ashley’i aradım. Açmadı. Bana kızgındı bu yüzden açmadığını biliyordum ve pes etmeden tekrar aradım. Ama yine açmadı. Kapıya dayanmam gerekecekse bunu da yapacaktım. Telefonu kapattım ve cebime koydum. Salona gittiğimde her şeyin yolunda olduğu belli oluyordu. Salonum hiç bu kadar aşk kokmamıştı Ashley’in burada kaldığı geceden sonra.

“Ben çıkıyorum keyfinize bakın.” dedim montumu giyerken.

“Ashley’e mi?” dedi Jennifer gülümseyerek. Kızarmış ve morarmış gözlerinde mutluluk aşikâr görünüyordu. Gülümseyerek başımı salladım.

“Bol şans!” dedi Johnny gülümseyerek.

Evden çıktım her şeyi geride bırakarak ve hızlı bir şekilde merdivenleri inmeye başladım. Sanki asansör beni yavaşlatacakmış gibi gelmişti merdivenlerden daha hızlı inebilecekmişim gibi… Kalbimde daha önce hiç hissetmediğim bir heyecan vardı, mutluluk ise damarlarımda çağlayan misali akıyordu. Garajdan arabama bindim ve hızlı bir şekilde Ashley’in evine doğru sürmeye başladım.

Sokağa girdiğimde ilk defa bu kadar kalabalık görüyordum burayı. İçimde garip bir huzursuzluk oluşmaya başlamıştı. İnsanları arasından dikkatle geçiyordum ki yanımdan ambulans geçti. Garip bir şekilde ambulanstaki kişi için üzüldüm. Dikkatimi tekrar yola verince bu kalabalıkta ilerlemeyeceğimi fark ettim ve arabayı olduğu yere bırakıp arabadan indim. Kilitleyip arabadan uzaklaşmaya başladım. Evin önüne yaklaştıkça içimdeki huzursuzluk artmaya başladı. Sanki nefes almamı engelliyordu bu huzursuzluk. Evin önüne geldiğimde içeride polislerin olduğunu fark ettim. Bu konuda yorum yapmak, fikir üretmek istemiyordum. Olması olasılığı olan hiçbir şeyi kabul etmiyordum.

“Pardon burada ne oldu? Bu evde yaşayan bayan… Bayan Grench nerede?” diye sordum kapıdan duran birine, içimden duymaktan korktuğum şeyleri söylememesi için dua ediyordum.

“Vuruldu. İki el silah sesi duyduk, ama net bir şey bilmiyoruz.”

“Hangi hastane?”

“Siz yakını mısınız?” diye sorduğunda cevap veremedim daha fazla konuşamayacağımı hissediyordum. Başımı salladım cevap olarak.

“Central Hospital’a götürdü ambulans.”

Oradan koşarak ayrıldım ve hızla arabama bindim. Sokaktan çıkmak girmek kadar zor olmuştu. O kalabalıktan sıyrılıp sokaktan çıkınca hızla hastaneye doğru sürmeye başladım.

Ashley’e bir şey olmasına izin vermeyecektim. Gerekirse dünyanın en iyi doktorlarını getirtirdim ama onu kaybetmeyi göze alamazdım. Onun yokluğunda ben zaten var olamazdım. Onsuz bir hayatta yaşamayacaktım. Hayır! Bu kadar kolay pes etmesine, beni bırakmasına izin vermeyecektim. Gereken her şeyi yapacaktım ve onu hayatta tutacaktım bedeli ne olursa olsun.

Telefonumun sesi beni düşüncelerimden ayırdı. O anda fark ettim kırmızı ışık yanmış ve yoldan bir çocuk geçiyordu. Aniden frene bastım, durdum. Çocuk önce korku dolu gözlerle sonra da gülümseyerek baktı bana. Daha sonra yoluna devam etti. Çalmakta olan telefonuma baktım… Hemen vitesin yanındaki boşlukta duran telefonumu aldım ve açtım.

“Alo?” Sesim fısıltı halinde ve yıkık, acı dolu çıktığının farkındaydım ama bunu değiştirmeye uğraşacak gücüm kalmamıştı.

“Brandon, Ashley? Haberlerde gördük…” dedi Jennifer.

“Hastaneye gidiyorum… Sonra Jennifer…” dedim sadece ışığın yeşil yanmasıyla gaza yüklendim ve hastaneye doğru ilerlemeye devam ettim.

“Yapabileceğimiz bir şey olursa… Herhangi bir şey… Yanında olduğumu unutma!”

Telefonu elimden bıraktım ve sola dönerek hastanenin bulunduğu caddeye girdim. Hızla hastanenin parkına girip yakın bir yere park ettim ve koşarak hastaneye girdim. Holding çıkışında almaya gelen adamı gördüm. Bakışlarımız kesişti… Gözlerinde acının yer gösterdiğini ama bunun yanında korkuyu da açıkça görebiliyordum.

“Yaşıyor?” diye fısıldadım sorarcasına. Gözlerini sıkıca kapadı sonra başını önüne eğdi. “Hayır! Ölmesine izin vermeyeceğim.” Sözler öfkeyle karışık çaresizlikle çıkmıştı dudaklarımdan.

“Ameliyathanede… Yaşıyor şuan… ama bir saniye sonrasını bilemem,” dediğinde onunda sesinde benimki kadar olmasa da korkuyu hissetmiştim. Bu bile içimin daha fazla acımasına mutluluğun yerini saf acıya bırakmasına ve kalbimin derinliklerinden gelen korkuyu hissetmeme neden olmuştu.

“Durumu?”

“İyi değil! Ambulansa binmeden bilincini kaybetti. Çok fazla kan kaybettiğini söylediler. Kalbi iki kez durdu ama buna rağmen tekrar atmasını sağladılar. Kurşunlardan biri sol boşluğuna gelmiş şanslı olduğu kısımlardan biri bu, dalağa gelmemiş ve diğer kurşunda direk kalbine hedef alınmış ve kalbine çok yakın bir noktaya geldiğini söylediler. Her şekilde öldürme amaçlı yapılan bir saldırıydı ama başaramayacaklar. Ashley güçlü bir kadın bu kadar kolay pes etmeyecek. Onu tanıyorum çok daha zor olaylar atlattı, bundan da kurtulacak.”

Kararlı ses tonu kullanmaya çalışmıştı ama bu sesin ardındaki korku her an ortaya çıkmaya hazırdı. Orada bulunan koltuklardan birine, o adamın yanına oturdum. Dirseklerimi dizime koydum ve başımı da ellerimin arasına aldım. Ne kadar bekleyeceğimi bilemeden ve iyi ya da kötü bir sonuç bilemeden beklemeye başladım.

Öldürme amaçlı… Onu hiçbir şekilde bırakmamalıydım. Eğer yanında ben olsaydım böyle bir şey olmayacaktı. Yanında ben olsaydım onu koruyabilirdim. Şuanda ölümle burun buruna olmazdı. Yanımda, kollarımda olurdu. Belki korkudan ağlardı, bende onu kollarımda koruyacağıma yeminler ederek sakinleştirmeye çalışırdım. Ashley bundan korkarak ağlayacak... Düşüncesi bile komikti. Eğer korksaydı o evde onca tehditten sonra yalnız kalmazdı.

Lanet olsun o araba göz boyama değildi. Blöf de değildi. Yapabileceklerini göstergesiydi. Onun evinde kaldığımda da sanki gözetleniyormuşçasına tedirgin davranıyordu. Kapıya veya pencere kaçamak bakışlar attığını da fark etmiştim, ne diye onu orada yalnız bırakmıştım. Her ne olursa olsun yalnız bırakmamalıydım, yanında olmalıydım… Ashley’i, sevdiğim kadını korumalıydım.

Sinirle yerimden kalktım ve ileri geri yürümeye başladım bekleme odasında. İlk defa sinirlerime hâkim olamıyor, korkumu açıkça belli ediyordum. Şuanda hiçbir şey umurumda değildi. Tek şey umurumdaydı, o da şuanda lanet olası buz gibi odanın birinde bir masanın üzerinde yatıyor ve vücuduna isabet etmiş lanet olası iki metal parçasına karşı kendini korumaya çalışıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.

“Yüzüğün?” diye bir sesle durdum. Başımı çevirip adama baktım.

“Anlamadım?” diye fısıldadım. Kendime olan öfkem sesime de yansımıştı. Ama adam bundan etkilenmiş gibi değildi. Yerinde kıpırdandı ve kollarını dizlerinin üzerine koyarak başını bana kaldırdı. Derin bir nefes alarak soruma cevap verdi.

“Ashley nişanlandığını söylemişti; ancak parmağında yüzük yok.”

“Bitti. Olmamalıydı,” diyerek gidip yanına oturdum.

“Ashley çok kötüydü. Ailesinin kaybettiğinden bu yana onu ilk defa bu kadar çaresizlik içinde gördüm. Destek olmak için ne yapmam gerektiğine karar vermek o kadar zor oldu ki… Ama sonunda toparlayacağına inanıyordum. Bir şekilde hep ayakta kalmayı başarıyordu. Yanından ayrılırken gülümsemeye bile başlamıştı.”

“Yapabileceğim şeyler olduğunu anlamam uzun sürdü. Bu hepimizin canını acıttı. Dağıttıklarımı toplamaya, kırdıklarımı tamir etmeye gitmiştim. Onu ne olursa olsun geri kazanmaya kararlıydım. Geldiğimiz noktaya bak. Sanki Ashley bir kum tanesi gibi ve parmaklarımın arasından kayarken onu tutamıyorum.”

“Eğer tutmak istiyorsan, sabırlı ol. Tanıdığım Ashley oradan çıkacak. Nasıl olacak, ne şartlarda olacak bilmiyorum ama çıkacak. Onu senden daha uzun süredir tanıyorum. Son zamanlarda göründüğü kadar zayıf değildi, hiçbir zamanda olmadı. O zayıf görüntüsünde bile güçlü bir şekilde ayaktaydı, ayaklarını yere basmayı, gözyaşlarını saklamayı bildi. Şimdi de oradan iyi bir şekilde çıkacak. Her şey yoluna girecek… Girmek zorunda!”

Sözleri beynimde defalarca yankılanmıştı. Haklıydı Ashley ile birkaç kez denk gelmemize rağmen gözyaşlarını saklamış ve güçlü durmuştu. Otele geldiğinde bile güçlü, kendinden emindi. O güçlüydü ve oradan çıkacaktı. Kalbini tekrar kazanabilmem için şansım olacaktı. İnanmam gereken tek şey buydu. İnanmak istiyordum. İnanmak zorundaydım!

Saniyeler, dakikalar, saatler hızla geçiyordum. Geldiğimden bu yana dört saat geçmişti ve hala bize net bir şey söylenmemişti. Beklemenin hiç bu kadar sinir bozucu, can acıtıcı olduğunu düşünmemiştim. Özellikle içerideki kalbinse, o zaman daha da dayanılmaz oluyordu.

Başımı geriye doğru yaslayarak duvara dayadım. Gözlerimi tavana diktim ve Ashley ile geçen zamanları düşündüm. İlk andan son dakikaya kadar… Onu ilk gördüğümdeki hali geldi gözümün önüne… Acele bir şekilde girmişti kafeye ve dudaklarında samimi bir gülüşle çıkmıştı. Ne kadar saf bir güzellikti. Yanında durmuş kahvesini alırken nasıl da samimi bir şekilde sohbet etmişti çalışanlarla. Onlara direk isimleri hitap etmişti. İnsanları memnun etmeyi seviyordu. Onların gülümsemeleri sanki güç veriyordu ona. O gece sarhoşluğuyla bile insanın kanını kaynatıyordu. Nefes kesici görünüyordu, her dokunuşumda gülümsemesi tarifi imkânsız bir mutluluk veriyordu içime. Sabahki hırçınlığı bile değişken ruh halinin göstergesiydi. Kendinden emin tavırları bile büyüleyiciydi. O kadın benimdi. Bir hafta öncesine kadar benimleydi. Yanımdaydı ve onunla olmamı istiyordu.

Tekrar… Tekrar o günleri geri alabilmek için her şeyi yapacağım, diye yemin ettim kendi kendime. Her ne gerekiyorsa yapacağım! 

“Ameliyat nasıldı? Durumu nasıl?” Sözleri ile düşüncelerimden sıyrıldım. Ameliyat bitmişti. Nefes alışlarımla beraber kalp atışlarımda hızlandığını hissediyordum, ama aldığım tek kötü bir haberle de duracak gibiydiler. Yine de dikkatle dinlemeye hazırdım. İçimdeki korkuya rağmen dinlemeye hazırdım.

“Kurşunları çıkardık. Oldukça şanslıymış, ucuz atlatmış, kurşunların gelişine bakılırsa direk öldürme amaçlı ateş edilmiş. Ameliyat bu anlamda iyi geçti. Yirmi dört saate kadar kendine gelir, ama ağrıları olacaktır bunu da ilaçlar kesmeye çalışacağız. Ancak bunların yanında bebeği kurtaramadık. Buraya geldiğinde bebek için geç kalınmıştı.”

“Ne bebeği? Hamile miydi?” diye fısıldadım doktorun yanına yaklaşırken.

“Evet. Ne kadarlık olduğunu kesin söyleyemem ama birkaç haftalık muhtemelen. Üzgünüm, yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. İzninizle…”

Bir bebek… Ashley ve benim… Bunu düşünememiştim, bunun olma olasılığı yoktu. Sonucunda onunla kaldığım gece… Lanet olsun! New York… Üç hafta geçmişti Ashley ile ilk birlikteliğimizin üzerinden. Ashley benim çocuğuma hamileydi ve şimdi onu kaybetmiştik. Bebeğimizi… Ama en azından Ashley’m benimleydi. Bu bana yeterdi!

Ameliyathanenin kapısının açılmasıyla başımı çevirdim o tarafa, sedyede Ashley’i çıkardılar. Yanına gittim, elini elimin arasına aldım. Soğuktu teni… Yüzü de beyazdı… Burnundan solunumunu sağlayacak hortumlar çıkıyordu. Kolunda da serum vardı. Kan nakli yapılıyordu. Elimi saçlarının üzerinde gezdirdim. Dokunmaya korkuyordum. Kaybettiğim hayatımı yeni bulmuş gibi hissediyordum. Eğilip kulağına doğru fısıldadım.

“Bekliyorum sevgilim. Uyanmanı bekliyorum…”

Ardından Ashley’den biraz uzaklaştım. Yoğun bakıma doğru götürdüler onu ve camların ardında kalarak onu yatağa yatırışlarını ve makineye bağlayışlarını izledim. Ardından diğer koluna da başka bir serum taktılar. Hemşireler orada işlerini bitirdiklerinde odadan çıktılar.

“Ne kadar kalacak orada?” Diye sordum yanımdan geçen hemşireye.

“Yirmi dört saat gözetimde durması gerekiyor herhangi bir komplikasyon olup olmadığı gözlenecek. Ama bu süre içinde kendine gelirse odaya çıkarılacaktır.”

“Teşekkür ederim.”

Camların ardından sevdiğim kadına baktım. Her şeyin yoluna gireceğine dair bir his vardı içimde ve ben bu hisse bütün gücümle sarılmış bırakmıyordum. Şuanda orada yatıyor olabilirdi ama yakında kollarımda olacak, gözlerime aşkla bakacaktı. En azından ben öyle düşünüyordum. Uzun bir ameliyat sonrasında burada beklemek benim için daha kolay olacağı kesindi çünkü en azından doktorlar iyi olduğunu söylemişlerdi. Bu da bir şeydi benim için…

“Bu arada o kadar konuşmamızın yanında tanışmadık. Ben Dean Carry. Ashley’in üniversiteden yakın bir arkadaşıyım.”

Dean’in sesini duyduğumda başımı çevirip ona baktım. Yanımda ayakta durmuş benim gibi Ashley’i izliyordu.

“Sizden bahsetmişti Ashley. Ben de Brandon Veldone.” Devamını nasıl getireceğimi biledim. Ashley’nın erkek arkadaşımı demek istedim ama o an o kadar komik geldi ki bu durum sustum.

“Ashley’nın yanında güvende hissettiği, samimi gülüşlerle hayata tutunduğu, deli gibi âşık olduğu adam. Değil mi?” Dean’in sözlerine karşılık ona baktım. Gülümsüyordu ve gözlerime bakıyordu. Sözlerinin doğruluğundan emin bir şekilde.

“Deli gibi ona âşık olan, uğruna her şeyi göze alabilecek olan adam,” diye devam ettirdim onun cümlesini.

“Ben kahve alacağım ister misin?”

“Evet, lütfen.”

Yanımdan ayrılırken peşinden baktım. Gerçekten kıskanmamı gerektirecek biri değildi. Ashley’in dediği gibi çok yakın arkadaşlardı. Dostlardı. Bu kadar… Artık bende onunla tanışmıştım bu da beni gerçekten Ashley’in hayatına çıkmamacasına sokuyordu. Bense bu durumdan şikâyetçi değildim. Hatta hoşuma da gitmişti.

Dean elinde kahveyle geldi. Birini bana verdi diğerini ise yolda yudumlamaya başlamıştı anlaşılan çünkü neredeyse bardağı yarılamıştı. Gülümsedi ve Ashley’in odasına baktı. İç çekti ve bir yudum daha aldı kahveden.

“Hastanelerden nefret eder. Hele ki iğnelerden… Uyandığında kolundaki serumları çıkarmaya çalışacağından eminim,” diyerek mırıldanmaya başladı. Söylediği her kelimeyi duyuyordum ama cevap vermiyordum çünkü daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.

Zaman bu şekilde ilerlerken camın önünden, Ashley’i izlemekten bir kere bile yorulmadım. Devamlı çalmasının yanında telefonumu kapatmıştım. İşe gitmemiştim muhtemelen Elizaer durumu öğrendiğinde sinirlenmişti. Jennifer’ı onun karşısında yalnız bırakmıştım, şuan bu ama umurumda değildi. Beni tek ilgilendiren, tek umursadığım kadının yanındaydım.

Düşüncelerimle boğuşurken birden Ashley’in göğsünün normalden daha yükseğe kalktığını, kaşlarının çatıldığını gördüm. Hatta bir ara parmaklarını oynattığına bile yemin edebilirdim. Acaba beynimin bir oyunu muydu bu?

“Biraz önce?” diye söze başladı Dean ama devam etmesine izin vermeden, sözünü keserek konuştum.

“Sadece benim gördüğümü, hayal ettiğimi düşünmüştüm.”

“Uyanıyor…” diyerek yanımdan ayrıldı. Muhtemelen doktoru çağırmaya gitmişti.

Ashley’den gözümü ayırmadım. Onu izledim, verdiği tepkileri… Doğruydu uyanıyordu. Parmaklarını oynattı tekrardan. Ardından kaşları tekrardan çatıldı, hatta gözlerini bir ara kırpıştırırcasına oynattığına bile gördüm. Heyecanım git gide artıyordu.

Koridordan gelen sesle başımı çevirdim. Dean yanında ameliyatına giren doktorla geliyordu. Yanlarında konuştuğum hemşire de vardı. Dean yanıma geldi, doktor ve hemşire içeri girdi. Birkaç bir şey yaptılar, kendi aralarında bir sohbet olduğuna emindim, çünkü durmadan hemşirenin ve doktorun dudakları kımıldıyordu. Arada Ashley’de dudaklarını kıvırıyor ve sonra kaşlarını çatıyordu. Bir süre sonra hemşire serumun içine bir ilaç enjekte etti ardından Ashley’i nefes alışlarının tekrardan düzene girdiğini ve sanki huzurluymuşçasına yüzünün rahatladığını gördüm.

“Ağrıları dolayısıyla ağrı kesici verdik ve bir süre daha uyumasının iyi olacağının kanısındayım. Yoğun bakımdan bir odaya alabiliriz artık. Her şey yolunda...” diye açıklama yaptı doktor gitmeden önce.

“Teşekkür ederiz.”.

Bir süre daha burada bekledikten sonra yanı hemşire gelip Ashley’i odasına götürmek için gerekli şeyleri ayarladı. Dean ve ben de izledik. Yoğum bakımdan çıkıp odasına götürülürken sedyenin yanından ayrılmadım. Hep Ashley’i izledim. Kaybetmeye ne kadar yaklaştığım aşkıma baktım. Şimdi ise hayata tekrardan tutunmuş ve kendini çekeceği acılara hazırlıyormuş gibi hissediyordu herhalde. Artık her şeyin geri kaldığını ona hatırlatmaktan mutluluk duyacaktım. Tekrar beraber olacağımız zamanı heyecanla bekleyecektim.



~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


17 yorum :

  1. valla nefes almadan okudum desem yeridir . tam tahmin ettiğim gibi bradon yıkıldı onla birlikte bende yıkıldım şimdi koca bir hafta beklemek zorunda kalıcam ben günde en az 200 sayfa kitap okurum böyle kitap kurdu bir insan için tabi okuduğum bölüm kısa geldi şimdi siz bana ben o bölümü ne şartlar altın yazıyorum diyosunuz demi evet sizde haklısınız ama ne yapım çok merak ediyorum :))))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim, iş yoğunluğundan enerjiyi zor buluyorum bölümleri düzenlemek için bu yüzden kusura bakmayın anca bir bölüm haftada. Aslında bende istiyorum daha sık göndermeyi ama burası bir kitap blogu yorumların olması gerekiyor çok fazla bölümle boğmamak lazım blogu değil mi ;)

      Haftada bir gönderdiğim için bölümleri uzun tutmaya çalışıyorum :))

      Sil
  2. 13 bölümü her zamanki gibi sabırsızlıkla bekliyorum ve sizi kocaman öpüyorum harika bir iş çıkartmişsınız :)))

    YanıtlaSil
  3. Eveeeet Brandon'dan okumak cok keyifliydi. Her ne kadar en kötü zamana denk gelmis olsa da iyiydi. Fekat , ya hu adam madem istedigini yapabiliyordun! neden nisandan önce karsi cikmadinda nisan ertesi yigitlik yaptin ayrildin. Basketboldan sonra kiza hic haber vermeden sessiz kalmasini demiyorum bile.

    Ah ah olan zavalli Ashley'e oldu. Garibimin ask acisi cektigi yetmiyormus gibi simdide kursun yaralari var. Ben Ashley'nin yerinde olsam Brandon'a dünyayi dar ederim haketti cünķü.

    Ellerine yüregine kalemine saglik...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya işte aklı sonradan yerine geldi Nevin ;) erkek değil mi işte ;) :D
      Bende olsa süründürürdüm ama bakalım Ashley ne yapacak ;) :)

      Yorumun için teşekkür ederim =)

      Sil
    2. Bak ne sormayi unutmusum. Bu kadar olay oluyor da canim Justin'im nerde. Unutuldu arada kaynadi mi ne?

      Sil
    3. Justin unutulacak adam mı? :D Unutulmadı gelecek bölümde belli olur ona ne olduğu :) en azından öyle umuyorum :D

      Sil
  4. Muhteşemdi nefesimi tuttuğumu bölüm bitince farkettim devamı için sabırsızlanıyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ouuuvvv yorumun için teşekkürler beğenmene sevindim :D

      Sil
  5. Bölümü çook beğendimm !! :))
    Brandon'ın gözünden anlatılması çok iyiydi ve mantıklıydı :))
    Jenniferda evlenmek istememesi johnny'i sevmesi ve brandon'ın johnny'i çağırması vee evlenme teklifiii süperdiii !! :))
    Brandon ashleye gittiğinde olanları öğrenip kahrolması çok kötüydü :((( Brandonla birlikte bende çok üzüldüm ama brandon kahroldu tabii.
    Deanle sohbeti güzeldi yavaş yavaş dost olacaklar :D
    Ashley herkesi telaşlandırdı ama sonunda kendine geldii..Amaa şaşırdığım nokta brandonla birlikte hamilelik meselesiydi.Ama açıkçası ölmesi en azından şimdilik iyi oldu biraz erkendi.İleride olur nasılsa :D
    Bölümü çok beğendimmmm :)) Devamını bekliyorum :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet hamilelik bence de erkendi biranda aklıma gelen bir şey oldu =) eee hayata döndü ama bir şeyler kaybetsin dedim ;)


      Yorumun için teşekkür ederim =)

      Sil
  6. 13. blüm ne zeman gelcek yaaa çok merak edip beklediğim bölümden biri daha fazla bekletmeyin beni ne olur inci hanım :(((

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Üzgünüm beklettiğim için, blogumuzda çekiliş vardı o yüzden yayınlayamadım ama bir aksilik olmazsa yarın akşam bölüm göndereceğim. Kusura bakmayın lütfen :(

      Sil
  7. dün 13. bölüm gelicekti ama bugün oldu hala yok demekki bi sıkıntı çıktı demiiii çatlıcam meraktan yaaa :(( böyle merak içinde bekleyen bi benmiyim acaba

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kusura bakmayın yetiştiremedim, bu haftasonu mesleki eğitimim vardı geç saatlerde geldim hep bu yüzden yetiştiremedim :( bunu telafi etmek için pazartesi akşamı bir bölüm çarşamba günü bir bölüm göndereceğim bir aksilik olmazsa :)

      Sil
    2. Bu çok sevindirici bir haber akşamı iple çekiyorum çarşamba günü bir bölüm daha haberi bu dahada sevindirici çok mutlu oldum çokkkkkk :)))))

      Sil
  8. Ben bu erkekleri anlamıyorum madem bu kadar aşıksın be adam ne diye nisan yapıyorsun? Neyse hatanın neresinden dönersen kârdır diyerek Brandon u af ediyorum ve Inci yeter kavuştur bu aşıkları diyorumdiyorum.Ellerine sağlık güzel olmuş ;)

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın