Merhabalar,
bir süre ara vermiştim ama bu yıl aldığım kesin kararla Türk yazarlarımızı hem
daha yakından tanımak hem de azıcık sohbet etmiş olmak için röportajlar yapmaya
karar verdim. Bu yılın ilk röportajını da hem okuduğum kitaplarını çok sevdiğim
ve diğer kitaplarını da aldığım sizinle yapmak istedim.
Hazırsanız
başlayalım :)
İlleKitapBlogu: Bize kendinizden
bahseder misiniz? Müje Hanım kimdir, nasıl biridir? Ne yer ne içer? Ne
yapmaktan hoşlanır? Neler okur, ne tür yazmayı daha çok sever? Gezmeyi mi
yazmayı mı yoksa okumayı mı daha çok sever?
Öncelikle
merhaba ve bu güzel köşede bana da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
Müjde kimdir tanımlamak bence biraz zor. Müjde biraz ondan biraz bundan,
ortaya karışık biridir diyebilirim. Bir yanım anne, bir yanım çalışan bir
kadın, bir yanım yazar, bir yanım aşık... Çoğumuz için olduğu gibi listem böyle
uzar gider. Tüm bunların arasında bölünerek geçişler yaparken en çok yazmaktan
hoşlanıyorum diyebilirim kendimden emin bir şekilde. Yazmaktan hariç de en çok
kitap okumaktan ve Kore dizileri izlemekten hoşlanırım.
Tam bir Kore
sevdalısıyım diyebilirim ama haricen diğer Asya dizilerini de izlerim. Şimdi
merakla Ji Chang-wook’un yeni dizisinin bitmesini bekliyorum ki izlemeye
başlayayım. Sebebiyse ortada; çünkü ben iflah olmaz bir romantiğim. Dolayısıyla
da içinde romantizmi barındıran her şeyi yazmayı çok seviyorum. Bu bu gün
tarihi olabilir, yarın cinayet, öbür gün psikolojik bir analiz ama kapı hep
romantizme çıkacaktır. Romantizm benim için insan doğasının özünde var olan ve
tüm davranışlarımızı yönlendiren bir sistem. Bu yüzden yazarken geri plan
hikayeleri olan karakterler ve yan karakterler yazmayı, insanların günlük
yaşamdaki sıkıntılara verdikleri bedensel ve zihinsel tepkileri yansıtmayı
seviyorum. Gezmeyi de en az yazmak kadar çok seviyorum ve yazdığım hikayelere
en az aldığım akademik eğitimi eklemek kadar gezdiğim yerleri harmanlamak da en
büyük keyfim. Gezmeyi mi okumayı mı yoksa yazmayı mı daha çok seviyorum
sorusuna cevabım üçünü de birbirinden ayıramam olacak çünkü üçü de benim için
birbirini besleyen pozitif besleyen şeyler.
İlleKitapBlogu: M. A. Lemariz adı nereden geldi? Güzel bir nick ve biraz da yabancı bir
kişiymiş hissi veriyor.
Lemariz benim mahlasımdı ve ilk hikayelerimi bu isimle internette yayınlamaya
başlayınca ismimin bir parçası oldu. Ne var ki kelimenin benim için evveliyatı
var tabii. İnternet icat olunduğunda - ki bu yaşımı gayet saklamadan ele
veriyor – nick nameimdi Lemariz. Üniversitedeydim ve bir nickname seçecekken
aldığım derslerden biri için elimin altında Osmanlıca sözlük vardı. Şansıma açtığımda
ilk karşıma çıkan kelimeydi. Farsça kökenli olsa da Osmanlıca bir kelime ve parlayan/parıldayan
anlamına geliyor. Aslında hiç de yabancı sayılmaz ve gayet bizden,
köklerimizden bir kelime sayılır.
İlleKitapBlogu: Yazmaya nasıl
başladınız? Birden ilham geldi bunu kaleme mi aldınız yoksa birileri mi teşvik
etti?
Bu soru en
sevdiğim soru olabilir çünkü kendimi en ukala hissettiğim cevap bu soruya
olabilir. Yazmaya başlamam yazmayı öğrenmemle eş zamanlı diyebilirim. Yazmayı
öğrendiğim andan itibaren kendimi ifade etme şeklim yazmaktı. İlkokula giderken
bile annemle babama kendimi ifade etmenin yolunu onlara aynı evin içinde
mektuplar yazarak bulmuştum. Bu yüzden sanırım yazmakla o kadar iç içe geçtim
ki tam olarak ne zaman başladığıma dair bir şey demem çok zor. Hayatımın her
evresinde oldu yazmak. Yazdığım kısa hikayelerle ortaokul ve lise yıllarımda
yarışmalara katılırdım. Üniversite yıllarımda yazdığım metinler daha akademik
araştırmalara dönüştü. Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi okuduğum için
orada yazmanın başka bir yönünü keşfettim. Dünya tarihine ve bize olan
etkilerine merak sardım ve bu yazdığım metinlere yansımaya başladı. Bunun dışında
siyaset felsefesi başka akımları kalemime almama, felsefe ve psikolojiyi
kullanmaya başlamama sebep oldu. Tabii tüm bunlar insanları gözlemlemeden
olmayan şeyler. Her şeyin önünde diyalog kurmak, insanları dinlemek ve herkesin
acısını mutluluğunu paylaşmak yatıyor. Beni de yazmaya teşvik eden işte tam
olarak bu dinamik oldu.
İlleKitapBlogu: Hayalinizde bir
yazar olmak var mıydı? Yoksa sonradan gelişen bir olay mıydı?
Hayalimde
yazar olmak hep vardı ve hep var olacak çünkü yazar olmak bir süreç. Kitaplar
yazıp yayınladığımız zaman her ne kadar yazar adıyla anılsak da yazar olduk
demek olmuyor. Zamanla eserleriniz kalıcı bir yer buldukça bu sıfat size gerçek
anlamda okur tarafından veriliyor. Bir nevi bir mertebe gibi bana sorarsanız.
Umarım bu mertebeye eserlerimle layık görülürüm. Yüksek lisansımı yaparken
dünya devi markaların bünyesinde çalışan reklamcılığın duayeni bir hocamız
bizlere bir gün tüm defter kitapları kaldırtıp birer dosya kağıdı çıkarttırdı
ve üzerine bir soru yazdırttı. Soru büyüyünce ne olacaksınız diye soruyordu her
birimize. Benim cevabım büyüdüğümde romanlar yazacağım ve yazar olacağım
olmuştu. Bildiğim kadarıyla o kağıt hala onda saklıdır. Her sene bu soruyu
sorar, verilen cevapları saklarmış.
İlleKitapBlogu: Yanılmıyorsam
bir tane historical romans türünde kitabınız var, Safir? Bu türde yazmaya devam
edecek misiniz?
İngiliz ve
İskoç tarihi romantik kitaplar okumayı da çok sevdiğim bir tür ve bu yüzden
yazarken inanılmaz keyif aldım kendi adıma. Bu tarzda ikinci bir kitabım yarısı
yazılmış şekilde duruyor ama ondan önce tamamlayacağım başka hikayelerim var.
Bu türde yazmaya devam edip etmeyeceğim biraz da yayınevi ve piyasadaki genel
talepler doğrultusunda şekillenecektir. Malum her şeyde olduğu gibi bu alanda
da dönemsel modalar oluyor. Bir dönem İskoç ve İngiliz tarihi romantik
hikayeler inanılmaz revaçtayken bir dönem de vampirler ve fantastik farklı
türlerin konu alındığı hikayeler çok modaydı. Bir de benim çok tasvip etmediğim
bir yaklaşım var. Genel olarak basılı eserleri olan yazarlardan standart bir
tarzda ilerlemeleri bekleniyor. Bu beklenti hoşuma gitmiyor benim. Bana göre
yazar kurguda özgür olmalı. Tıpkı okumakta dönem dönem farklı türleri
seçtiğimiz gibi yazar da farklı türlerde diliyorsa yazabilmeli. Bu yüzden ben
kendimi romantik tür yazarı olarak kabul ediyorum ve içinde romantizmin olduğu
sürece fantastik, tarihi, cinayet, hatta korku, hiç fark etmez, kendimi
kısıtlamıyorum. Kendimi mutlu etmek için İngiliz ve İskoç tarihi türde vakit
ayırabildikçe yazmayı sürdürürüm ama okurla ne zaman hangi koşullarda buluşur
orasını zaman gösterir.
İlleKitapBlogu: Hissiz
kitabında ve serisinde neden yabancı isimler kullanmayı tercih ettiniz? Bu
arada serinin diğer iki kitabı Maske ve Yoksun’da okuma listemde kısa zamanda
okuyacağım onları da ve beklentimin çok yüksek olduğunu araya sıkıştırmak
istiyorum :)
Her kurgunun kendine ait bir dinamiği olduğunu düşünüyorum. Bazı kurguların
ihtiyaç duyduğu insan hikayesi, karakterler ve kültür standart değerlerle
değerlendirilemez. Örneğin Türk karakterler ve Türk kültürü ile yazacağınız bir
hikaye Amerikan kültürü ve Amerikan karakterlerine uymayacağı gibi tam tersine
o değerler de Türk tabanına uymaz. Bu yüzden karakterleri seçerken kurgunun
ihtiyaçlarını ön planda tutuyorum. Burada da ciddi anlamda kendi mesleğim ve
akademik geçmişimden destek alıyorum. Gezmeyi çok sevdiğimi söylemiştim,
mesleğim gereği de aktif olarak yurt dışına gidip geliyorum ve orada yerel
insanlarla yakın interaktif iletişim içerisindeyim. Hem kültürlerini tecrübe
edebiliyorum hem de siyasetten ticarete bir çok sosyal temeli oluşturan faaliyetleri
tartışabiliyorum. Bu yüzden yazmayı seçtiğim karakterlerin ait oldukları ülke
ve kültürlere yabancı olmadan kaleme alıyorum. Örneğin Hissiz kitabımın kurgusu
Türk karakterlerle özenti dururdu ve temellerimize uymazdı, ne var ki bir
Frezya’nın da kurgusu asla yabancı karakterlerle o geçişi vermezdi. Yabancı
karakter ve ülkeleri seçerken bir diğer hedefim de okuyanlardan bu ülkeleri en
azından yakın zamanlarda görme şansı olmayacak olanların en azından kitap
sayfalarında tanışıp tecrübe edebilmesi.
İlleKitapBlogu: Hangi türü
yazmaktan daha çok hoşlandınız? Ve hangisini yazmakta daha çok zorlandınız?
Günümüz aşk mı? Historical romansı mı?
Hepsini yazmaktan çok hoşlandım. Keyif almadığım kurguyu devam edemiyorum.
Bu yüzden başladığımda o akışı yakalayabildiğim, bir anlamda elektrik aldığım
kurguları kitaplaştırıyorum zaten. Aralarında seçim yapmam gerekirse eğlence
anlamında seçim yapmam bu yüzden çok zor ama anıları taze olduğu için Zambak
Baharı diyebilirim. En zorlandığımsa Frezya’ydı. Zorluğu da konusunun içerdiği
acı gerçeklikti. Çok ağladım yazarken. Çocuk yuvaları ve kadın sığınma
evlerinde çokça gönüllü hizmetlerde bulunmuş olduğum için her bir parçası
hayatımın içinde çokça karşılaştığım gerçek haberler, insanlar ve olaylardan
oluşuyordu. Bu yüzden benim adıma daha da anlamlıydı.
İlleKitapBlogu: Okuduğum
kitaplarınızda sadece aşk değil de araya macera kokan satırlar da ekliyorsunuz,
romanslarda en sevdiğim şeydir bu ve bunu yapıyorsunuz. Kurgularınızı kaleme
alırken böyle yazmanızın bir nedeni var mı yoksa yazarken gelişen bir şey mi?
Kısa bir
cevabı var; ben ne okumayı seviyorsam ve nasıl okumayı seviyorsam öyle
yazıyorum. Asla kendimi küçümsemeyeceğim bir okurum. Sadece Türkçe çeviri
kitaplar değil, hatırı sayılır İngilizce dilinde romantik türevi kurgular
okuyorum. Neyi okumayı sevdiğimi o yüzden iyi biliyorum ve benim gibi şeyleri
okumaya aç başkalarının olduğunu biliyorum. Hem kendimi hem onları mutlu etmek
istiyorum yazarken. Kendi okumayacağım bir kitabı kimin okumasını bekleyebilirim
ki? Bu yüzden her satırda kendime bunu ben raftan alıp okur muyum diye
soruyorum.
İlleKitapBlogu: İlk
kitabınızı elinize aldığınızda ne hissettiniz? Ailenizde, yakın çevrenizde
okuyanların tepkileri nasıldı?
İlk kitabımı elime aldığımda ağlayabilirdim. Uzunca bir süredir hayalini
kurduğum şeye sahip olmaktı. Dokuz ay özlemle beklediğin bebeğini kucağına
almak gibiydi. Bir yandan da deli gibi korkuyordum insanların ne düşüneceğinden
çünkü Türk bir yazarın dünya listelerindeki çok satan romantik kitap türleri
gibi bir kitap yazmasına herkes yabancıydı. Okudukları tüm Amerika ya da
İngiliz kurgularının bu ülkelerdeki insanların yazdığını düşünüyorlar ya da bu
yazar bir Yunan ya da İspanyolsa da onun idrakinde olmuyorlardı. Bu yüzden
yabancılayan da en az seven kadar oldu. Bir Türk yazarsanız beklenti daha ağır
ağdalı psikolojik analizler, anılar ya da benzeri şeyler yazmanızdı. O zamana
kadar var olan yayınevlerinin tutumu da bunu körüklüyordu. Sanırım diğer yazar arkadaşlarla
birlikte bu tabuyu kırdık.
Ailem konusuna gelince, maalesef babam, eltilerimden biri ve yeğenlerimden
biri dışında aileme kitaplarımı okutturamıyorum. Yazdığım türde kitaplar
çoğunun kitap tür tercihi olmasa da esas benim yazdığım bir kitabı okumayı
tuhaf buluyorlar ve hala alışamadılar. Çok gülüyorum. Neyse ki aralarından
okuyanları beğeniyor da ben de kapris yapmıyorum.
İlleKitapBlogu: İlk
imzanız nasıldı? Eminim çok özeldir ama neler hissettiniz? İlk imzanızı kime
verdiğinizi hatırlıyor musunuz?
İlk imzam inanılmazdı. Kalbim sanki ağzımda çarpıyordu. Neyle
karşılaşacağımı bilmiyordum fakat öyle bir kalabalıkla karşılaştım ki öyle olacağını
hiç bilmediğimden dolayısıyla hazır da değildim. Ne yazacağımı, nasıl
imzalayacağımı bile karıştırdım. İnanın ilk kime imzaladığımı bile
hatırlıyorum. Hatta geçenlerde yeni kitabım Zambak Bahar’ı duyurusu
geçildiğinde tebrik edenlerden biriydi ve oraya yazıp ona da hatırlattım.
İlleKitapBlogu: Yazdığınız
kitaplar basıldıktan sonra keşke burayı o şekilde yazmasaydım dediğiniz yerler
oldu mu? Varsa örnek verebilir misiniz?
Maalesef
oldu. İlk kitabım Hissiz’in ilk baskısı benim sektörel tecrübesizliğime denk
geldi. Dosyam ham haliyle bir nevi taslak halindeyken sözleşmemi imzaladık ve
imzayı atmaz basıö işlemine alındı. Dosyayı elden geçmem gerekiyordu, ekleyip
çıkartacak bir çok şeyim vardı ama buna fırsat tanınmadı. Neticede beni hiç mutlu
etmeyen bir şekilde ham haliyle basıldı. Peş peşe beş baskı girilince de arada
vakit tanınmadığından en azından temel hataları düzeltmeye bile fırsatım
olmadı. Neyse ki sonradan başka bir yayınevinden çıkan versiyonunu içime
sinecek şekilde baştan sona revize ettik. İçimdeki en büyük iki uhdeden biridir
bu konuda. Diğeri de peş peşe yakın arayla baskıya alındıkları için aynı kadere
maruz kalan ikinci kitabım Maske olmuştu. Bu yüzden tüm hata ve eksikliklerine
rağmen beni mazur görerek destekleyen okurlarıma tüm kalbimle teşekkür
ediyorum. Sırf bu bile her zaman dediğim gibi hikayelerimi sadece benim değil,
okuyan herkesle birlikte hepimizin kılan şey.
İlleKitapBlogu: Bildiğim
kadarıyla aslında okuduklarıma göre soruyorum bu soruyu, historical romans ve
günümüz romansları haricinde bir türde yazmayı denediniz mi? Ya da öyle bir
projeniz var mı?
Bu aralar tarihi
romantik skalasını genişletiyorum. Yeni kitabım Zambak Baharı yakın
tarihimizden bir Bosna Savaşı hikayesi. Şu an yazmakta olduğum da gene bu
coğrafyaların tarihinden bir hikaye olacak ama şimdilik konusu bende kalsın. Gerçi
dediğim gibi, ben baktığımda tek tür görüyorum hepsi için, o da romantik tür.
Ben esas o aşkı, ayrılığını, kavuşmasını ya da ihanetini yazıyorum. Geri kalanı
o aşkın filizlendiği toprak benim için. Bu yarın bir cinayet de olabilir, bir
uzaylı da, Amerikan tarihi de. Ben sınıflandırmada üst türe bağlı kalıyorum.
Alt türler içinde İskoç tarihi yazdığım gibi hepimizi şaşırtacak başka bir şey
olmayacağını söyleyemem.
İlleKitapBlogu: Ben Türk
yazarlarda, aslında birkaç yabancı yazarlarda da bunu hissettim yazdıkça ya da
kitapları çıktıkça kalemler çok daha iyi olmaya başlıyor. Sizin de öyle
acemilik kitabımdı diyebileceğiniz bir kitabınız var mı? Verseler baştan yazsam
daha iyi olur dediğiniz?
Verdiler baştan yazdım. J Hissiz ve Maske
öyle oldu. Kalem yazdıkça daha iyi oluyor çünkü yazmak, okurla karşılaşmak,
eleştirilmek ya da beğenilmek, hepsi bir öğrenme süreci ve öğrenmek sonsuz bir
şey. Ben oldum, artık ben tamamım demek gibi bir lüksü yok kimsenin. Allah beni
profesyonel olmaktan sakınsın ki dinamiğim açık olsun. Öğrenmekten, denemekten
vazgeçmemeli bir yazar. Bu yüzden bir kitap yazıp basmak değil zaten yazar
olmak. Yazar olmak bir pişme süreci. Ne zaman sana okurların oldun der o zaman
yazar olursun olmasına da sen gene de kendine ben oldum diyemezsin. Şayet
dersen o zaman dinozor olur, monotonlaşırsın. Hayatta pek çok şeyde olduğu gibi
tehlikeli bir şey. Çenem düştü gene. J
İlleKitapBlogu: Safir’in
kapağını çok beğenmiştim, tam türüne göreydi bence. Hissiz serisinin de
kapakları çok güzel. Yeni çıkacak kitabınızın kapağı ise cıvıl cıvıl… kapak
tasarımları yapılırken siz de fikir söylüyor musunuz, ya da yardımcı oluyor
musunuz yoksa grafikerler kendileri mi yapıyorlar?
Şöförün
yoluna karışılmaz derler. Çalıştığın ekibin profesyonelliği bu açıdan çok
önemli. Her ne kadar bir beğenin olsa da o işi yapan insanlar gibi o göze sahip
olamazsın. Bu yüzden ekibin işine karışmayı çok sevmiyorum. Sağ olsunlar önceki
yayınevimden basılan kapaklarda da Pika Yayınları’ndan basılan kitabımın
kapağında da bu bir ekip işiydi ve beni de onlar kendileri ne istediğimi
önceden analiz edip hikayeyi iyi tanıyarak dahil ettiler. Beğendiğinizi
söylediğiniz tüm kapaklar için o ekipteki arkadaşlara buradan tekrar teşekkür
etmek isterim.
İlleKitapBlogu: Yeni kitabınız,
yeni yayıneviniz öncelikle hayırlı ve bol satışlı olur inşallah. Yeni
kitabınızda okurları neler bekliyor azıcık ipucu rica etsek?
Çok teşekkür ederim. Benim için keyifli bir başlangıç oldu gerçekten ve çok
uyumlu, sıcak bir kucaklama gibi oldu Zambak Baharı’nın çalışması. Umuyorum
okuyanlar da geri plandaki o keyfi hisseder. Zambak Baharı bir Bosna Savaşı
hikayesi. Hani diyorum ya geri plandaki hikayeler o aşk filizini ektiğimiz
toprak diye. İşte Zambak Baharı’nda da o toprak Srebrenitsa’dan Bursa’ya uzanan
Bosna Savaşı. Hemen mendilleri hazırlayıp, nefesinizi tutmayın. Bu defa birebir
savaşın içinden bir kare değil, savaşın sonrasında açılan yaraların nasıl
sarıldığını analiz edeceğimiz bir savaş sonrası analizi yapıyoruz. Biraz
felsefe, biraz tarih biraz da insanlık var içinde. En çok ne var derseniz, en
çok hepimizin kendi yaralarını, pişmanlıklarını kucaklaması ve seçimleriyle barışması
var. Sonuçta bizi biz yapan onlar değil mi?
İlleKitapBlogu: Yeni kitap geliyor ve yeni bir fuar da geliyor. CNR’da imzanız olacak
mı?
Tüm fuar,
imza ve söyleşi duyurularını Pika Yayınları yapacaktır. Benim henüz böyle bir
bilgim yok, o yüzden yanlış yönlendirmek istemem. Kitap da daha yeni raflara
çıktığı için program belli oldukça hem Pika Yayınları sayfasından hem de benim
hesaplarımdan duyurusunu yapacağız.
İlleKitapBlogu: Kitaplardan çok
konuştuğumu düşündüm şuanda ve başka konulara geçmek adına geliyor bu seferki
sorum :) Ne tür ortamlarda yazmaktan hoşlanıyorsunuz? Sessiz ve sakin mi yoksa
hafif müzikli arka planda seslerin olduğu bir ortam mı?
Müziğim
daima var. Her kitabın da kendi dinamiğine göre bir müzik listesi oluyor ama
hiç değişmeyen parça daima Beethoven’ın Moon Light Sonat’ı oluyor.
Vazgeçemiyorum. Onun dışında yazdığım mekanları yakın zamanda Pika Yayınları
sayfasından sizlere göstereceğim.
İlleKitapBlogu: Kitabınızı
yazarken bir anda tıkanıp kaldınız, ki genelde böyle durumlar oluyormuş, öyle
bir durumda ne yapıyorsunuz?
Elbette
oluyor. Kurguda öyle bir noktaya geliyorsunuz ki bir an noktalamış gibi
oluyorsunuz. İşte o zamanda duruyorum ve zorlamıyorum. Mola almam gerekiyorsa
alıyorum. Araya belki okuyacağım bir kitap ya da izleyeceğim bir Asya dizisi
giriyor. Bekliyorum ve müzik dinliyorum, geziyorum. Kafamı toplamamı ne
sağlayacaksa onu yapıyorum ve sonra bir şekilde o bir anahtar kelime doğuruyor,
hikaye akmayı sürdürüyor. Ayrıca itiraf etmeliyim ki benim bir ilham perim var.
Bir bookstagram; @morrkitaplik. İrem sağ olsun asla hikaye içinde kaybolup
gitmeme izin vermiyor. Bunun için hakkını ödeyemem.
İlleKitapBlogu: Yazar olarak,
severek takip ettiğiniz ve okumaktan keyif aldığınız yerli – yabancı
yazarlar kimler? Her okurun gözü kapalı kitabını alacak kadar kalemine güvendiği yazarlar olduğunu düşünüyorum. Sizin de öyle yazarlarınız var mı?
yazarlar kimler? Her okurun gözü kapalı kitabını alacak kadar kalemine güvendiği yazarlar olduğunu düşünüyorum. Sizin de öyle yazarlarınız var mı?
Elbette var
ama yerlileri saymayayım. Zaten hesabımı takip edenlerin kolayca saptayacakları
isimler onlar.
Joss Ware,
Ted Dekker, Julie Garwood, Brenda Joyce, Monica McCarty, Julia Quinn, Lara
Adrian, Christine Feehan, Gena Showalter, Sherrilyn Kenyon, Anne Rice, Jaci Burton, Rachel Gibson gibi popüler dönem
romantik kurgu türünün farklı alt türlerdeki yazarların yanı sıra Chimamanda
Ngozi Adichie gibi kadının gücünü destekleyen yazarları da severek takip
ediyorum. Buraya herkesin ilk aklına gelen klasikler haricinde kısa bir özet
geçiyorum yazar listesi olarak. Okuduğum türler siyaset felsefesinden
distopyaya kadar geniş bir yelpazede farklılık gösteriyor ve hepsini sıralamam
mümkün değil. Sadece kadın yazarları ağırlıkta tutarak pozitif bir ayrımcılık
yaptım.
İlleKitapBlogu: Bu kadar soru
yanıtladıktan sonra azıcık sıkıcı konulardan uzaklaşıp eğlenceli sorulara
geçelim :) Dilerim cevaplarken sıkılmazsınız. İşte sorularımız :)
Sorularınızın
hiçbiri sıkıcı değildi, öyle olsalar bana sormazdınız eminim. Bu yüzden kısa
cevaplara geçmeden bu keyifli sohbet için bir defa daha teşekkür etmek isterim.
# Çay mı kahve mi?
Elbette kahve J
# En sevdiğiniz kitabınız?
Çok zor bir soru. Hangi evladını daha çok
seviyorsun gibi bir şey. Ayrım yapamadım ama ille bir cevap vereceksem heyecanı
yeni olduğu için Zambak Baharı diyeyim.
# En sevdiğiniz karakteriniz?
Zambak Baharı’ndan Rodoplu. Kızım olsa onunla
baş göz ederdim J
# En sevdiğiniz mevsim?
Yaz
# En sevdiğiniz kapak tasarımınız?
Bir zor soru daha. Hangisini desem aklım
öbüründe kalacak. Adil olmak için en tazesi Zambak Baharı diyeyim.
# İlk hayran olduğunuz kitap?
Barbara Cartland’ın kitapları. Tek tek
isimlerini hatırlamıyorum ama ortaokul yıllarımda gizli gizli ders kitaplarımın
arasında onun romanlarını okurdum.
# İlk okuduğunuz seri?
Unuttum. Hangisi ilkti bilemiyorum.
# Favori seriniz, erkek ve kadın karakteriniz?
Kesinlikle Hep Kitap’ın
Yüzüncü Kraliçe serisi. İçindeki bütün karakterlere, olayın işleyiş biçimine ve
temelde kullanılan farklı efsanevi kültüre bayıldım. Bu türde okuduğumuz türü
tür yapan o genel klişelerden çok farklıydı ve çevirisini beklerken
sabırsızlıktan serinin devamını orijinalinden okudum.
# Ciltli kitap mı karton kapaklı kitap mı?
Çok fark etmiyor benim için. Şu
üzerinde ek bir giydirmesi olan sert kapakları pek sevmiyorum sadece. Yanında
taşırken sorun oluyor, yırtılıyor, kayboluyor. Sıvama sert kapak olduğu sürece
karton ile arasında seçim yapmam.
# Kitap arasına ayraç mı yoksa rastgele bir kağıt parçası mı kullanırsınız?
Ayraç
# Şu anda okuduğunuz kitap?
Platon - Devlet
# En son okuduğunuz kitap?
Sun Tzu -
Savaş Sanatı
# En sevdiğiniz çizgi film?
Fineas ve Förb ile Scooby Doo
# En sevdiğiniz film?
Kızarmış Yeşil Domatesler
# En sevdiğiniz dizi?
Castle
# Gitmeyi en çok istediğiniz 3 yer?
Küba, Güney Afrika ve Avusturalya
# Okumaktan hoşlandığınız türler?
Tarihi romantik, fantastik, distopya,
dark romance, chick lit, siyaset, tarih, felsefe ve cinayet
# Asla okumam dediğiniz tür?
Kişisel gelişim. Laf aramızda kalsın rahmetli
anneannemin söylediği şeyleri allayıp pullayıp, evirip bana geri postalamak
gibi geliyor.
# Kendi karakterlerinizden en çok hangisini kendinize yakın hissediyorsunuz?
Neden?
Safir’de ki Caci. Yaşlandığımda onun gibi olacağım ama onun karanlık
güçleri yerine ben bastonumu savuracağım.
# Ne tür müzik dinlemekten hoşlanırsınız?
Sefarad müziğinin o içe
vuran tınısını çok seviyor olsam da rock müzik hayranıyım.
# Ne tür film izlemekten hoşlanırsınız?
Sonu mutlu biten her şey. Mutsuz
sonları kaldıramıyorum.
# En sevdiğiniz hayvan?
Tüm hayvanları çok seviyorum. Kargalara saygım
sonsuz ve yılanları çok faydalı buluyorum. Ama beslediğim için torpil
geçeceğim; guineapigler. İki tane küçük kızım var.
# Dizi izlemek mi film izlemek mi?
Sonu gelmeyen sezonlardan içim
bayılıyor. Hele de sezon uzatmak için sarpa sardığında boğulacakmış gibi
oluyorum ve izlemeyi bırakıyorum. Bu yüzden film seçeneği diyorum.
# Tiyatro mu sinema mı?
Sinema
#En son izlediğiniz film?
Gerçeğin Peşinde olarak çevrilen Angel of Mine
#En son sizi üzen olay?
Evime yakın bir noktada mendil satan bir lise
talebesi var. Onun hayatla olan mücadelesine üzüldüm daha bu gün.
#En son sizi çok sevindiren olay?
Zambak Baharı’nın çıkışı
#Takipçilerinize, okurlarınıza söylemek istediğiniz bir cümle?
Hayatta
nefes aldığınız sürece bir yolu daima vardır.
İlleKitapBlogu: Son sorum.
: ) Bir yazar olarak, yeni yazar adaylarına, yeni yeni yazmaya başlayanlara ve
acemi yazarlarımıza hitaben neler söylemek istersiniz? Onlara nasıl nasihat
verip yol göstermek istersiniz?
Kimsenin
kendi okumayacağınız metinleri okumasını beklemeyin. Kendi okurunuz önce siz
olun. Çok kitap okuyun ve lütfen sevseniz de sevmeseniz de farklı türlerde
okuyun. Öyle çok okuyun ki kendi yazdıklarınızın da ilk eleştirmeni sizler
olun. Milli eğitimin verdiği donelerle yetinmeyin, bilgi için açgözlü olun,
eleştirin, sorun, sorgulayın. En başta da kendinizden başlayın. İyi bir kitap
yazmak için zihninizin içini göremeyen insanlara oradaki bir kesiti anlatıyor
olduğunuzu unutmayın. Hayata ve her şeyden önce kendinize saygı duyun ki
kurgularınıza bu saygı yansısın. Son olarak da içinize o yazma sevgisi düşmüşse
asla vazgeçmeyin. Tek bir okuyanınız bile olmasa siz kendiniz için yazın.
Tüm bunları
söylememe imkan tanıdığınız için de ayrıca teşekkür ederim İlle Kitap.
Biz size çok teşekkür ederiz, hem bir okur hem de bir blogger olarak sizinle röportaj yapmak ve sizi tanımak benim için bir onurdur.
Gelecek yıllarda yepyeni nice kitabınızı raflarda görür ve bool okurlu nice imzanız olur inşallah :) Zambak Baharı'da inşallah bol okurlu, satışlı olur :)
Merakla beklediğim röportaj gelmiş 😍😍 sevdiğim iki insanın sohbetini okumak çok keyifliydi, uzun olmasına da bayıldım. Bu sohbete doyum olmazdı çünkü. ❤️❤️
YanıtlaSilKuzum teşekkür ederim ❤❤
SilÇok güzel bir röportaj olmuş. Benim de röportaj yapmak istediğim yazarlardan. İnşallah bende yaparım:) Emeklerinize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, inşallah yaparsınız siz de =)
Sil