Her akşam yaptığım gibi bu akşamda dosyalar kucağımda eve
geldim. Artık şirkette işlerimi bitiremez olmuştum. Eski nişanlımı yeni
sevgilisi ile gözümün önünde kırıştırmasını izlerken işlerime odaklanmak
oldukça zor oluyor ve zaman alıyordu. Sonucunda da yarım kalan bütün işler
tamamlanmak üzere eve geliyor ve bana bütün gece arkadaşlık ediyordu.
Kollarım dosyalarla dolu bir şekilde apartmandan içeriye
girdiğimde alışkanlık gereği posta kutusunu kontrol ettim. Posta kutusundaki
bütün zarfları dosyaların üzerine koyarak
asansöre doğru ilerlemeye başladım. Normalde hemen orada kimden gelmiş
olduğuna bakar sonra içinden ne çıkacağını düşünerek eve çıkardım ama aklım
işlerimle kollarım da dosyalarla doluyken bu imkansız görünüyordu.
Asansörle en üst kata çıktım. Dairem en üst kattaydı… Bir
çatı katı… aslında çatıya dubleks bir daireydi ve bu benim hep istediğin bir
şeydi. Dairemin önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Ahh! Evim… İnsan evini
özler miydi? Ben özlüyordum. Burası kendimi huzurlu hissettiriyordu… İçimi
rahatlatıyor sıkıntılarımı unutturuyordu…
Dosyaları masanın üzerine koydum ve mutfağa gittim bir kahve
fena olmazdı. Hemen kahvemi hazırladım ve masanın başına gidip zarflara bakmaya
başladım. Hep iş teklifleri… Belki de artık bu şirketten ayrılmam gerekliydi
ama işte kendime yediremiyordum. Sanki… sanki ondan kaçıyormuş gibi görünmek
istemiyordum ama belki de artık bir yenilik gerekiyordu hayatıma.
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp kahvemden bir yudum aldım
ve başka bir zarfa baktım. Bu zarfı elime alınca altındaki davetiye dikkatimi
çekti. Bu bir düğün davetiyesiydi. Elimdeki zarfı diğerlerinin yanına korum ve
davetiyeyi elime alıp açtım… Ahh! Hayır! Hayır… hayır… hayır….
‘Sayın Ashley Grench
Bu mutlu günümüzde sizi de aramızda görmek istiyoruz!
Jackson Ride – Kate Stero’
Bu ne biçim kaderdi! Bir de sanki nispet yaparmış gibi
utanmadan bana da davetiye gönderiyorlardı. Hadi bunca şeyi, arkamdan işler
çevirerek yaptınız… ama bu yüzsüzlük de ne… daha ne alıp veremediğiniz var
benimle!
Sinirle çantamı aldım ve evden çıktım. Ağlıyordum bunu nasıl
yapmışlardı. Jackson bunu bana nasıl yapabilmişti. Hep benden özür dileyecek
her şeyi eski yoluna koyacak diye düşünürken… Nasıl?
Gözümden süzülen bir damla yaşı sinirle sildim! Kendime
ağlamayı yediremiyordum ama lanet olası yaşlarda durmak bilmiyordu. Bunca
zamandır kalbimde tuttuğum her şey taşıyordu artık! Bu son şey… o küçük kağıt
parçası artık kalbimin sınırlarını zorlamıştı.
Binadan çıkıp da taksi çevirmem sadece birkaç dakikamı
almıştı ve ben hala içimdekileri yaşlarla dışarı atıyordum.
Taksiye bindiğimde camdan dışarıya bakmaya odaklanmıştım
arabanın yavaşça hareket ederken “Bayan nereye?” diye sordu şoför.
Bakışlarım ota yaşın biraz üzerinde olduğu belli olan adama
çevirdim.. Karşımdaki adam evli miydi? Karısını hiç aldatmış mıydı? Yoksa
koşulsuzca karısına ya da sevgilisine aşık bir erkek miydi?
Düşüncelerimde kaybolmuşken “Herhangi bir bara” dedim boğuk
çıkan sesimle.
Adam dikiz aynasından bakışlarını bana dikerek başını
salladı anladığını belirtircesine. Neyi anladığını bilmiyordum. İçimden
geçenleri mi neler yaşadığımı mı yoksa sadece nereye gideceğini bilmeyen
kendini kaybetmiş bir kadın olduğumu mu?
Aklımda sadece Jackson vardı… En yakın arkadaşımla beni aldatmasını
affedecek kadar seviyordum onu ama şimdi… İhanetinin sınırlarını aşmış,
affedilemeyecek bir adım atmış ve kırdığı kalbimi parçalamış ve üzerine basmış
ezmişti. Bu da yetmemiş parçaladıklarıyla alay edercesine düğün davetiyesini
göndermişti. Tanrım! Ne hakla beni çağırıyorlardı düğünlerine… Yaptıkları
ihaneti mi göstermek istiyorlardı yoksa benimle nasıl dalga geçtiklerini mi?
Nasıl da inanmıştım onlara… nasıl da güvenmiştim… Bütün acılarımı onlarla
paylaşmış, onlara sırtımı dayamış bütün dünyam haline getirmiştim ve onlarda
karşılığında…
Bunu düşünmek bile beni paramparça ederken sinirle tekrardan
akan yaşlarımı sildim. New York’un lüks ve ışıklı sokaklarından geçerken
herkesin gülüp eğlenmesini izledim buğulu bir bakışın ardından. Dışarı çıkıp güvenmeyin
beraber güldüğünüz insanlara diye bağırmak istiyordum. İnanmayın onlara…
ihanetin büyüğünü onlardan göreceksiniz demek istiyordum ama biliyordum ki bu
hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.
Başımı taksinin koltuğuna dayadım ve taksi duruncaya kadar
düşüncelerimin içerisinde boğulmamak için çırpındım ve her seferinde irkilerek
ne kadar çırpınırsam çırpınayım dibe battığımı hissettim.
Birkaç dakika sonra taksi durduğunda parasını ödeyip indim… Karşımdaki
binaya baktığımda taksi şoförünün beni lüks bir bara getirdiğini gördüm. Elit
ve gösterişli bir yerdi. Gerçi ne fark ederdi ki şu anda benim için
varoşlardaki bir barla aynı görevi görüyordu.
Nasıl bir yer olmasına, dekorasyonuna, giren çıkan insanları
umursamadan içeri girdim. İçerisi kalabalıktı. Bir tarafta müzik çalıp millet
eğleniyor bir tarafta da sarhoş oluncaya kadar içiyorlardı. Eğer keyfim yerimde
olsaydı buraya bayılır ve ortamın fazlasıyla egzotik olmasında kendimi
kaybederdim ama şimdi hiç o havada değildim.
Kuytu masalardan birine oturdum kimse tarafından rahatsız
edilmek istemiyordum. Birkaç dakika sonra yanıma bir garson geldi. Yaklaşık
olarak yirmi, yirmi bir yaşlarında bir delikanlıydı. Muhtemelen okul parası
için burada çalışıyordu ya da hayatın zor şartlarından payına düşeni almıştı. Okuldayken
bende barlarda çalışmıştım ve şimdi o zamanlar o kadar uzak görünüyordu ki
gözüme. Sanki o zamanları ben yaşamamıştım gibi uzaklardı anılarımdan. Şimdi
geriye dönüp baktığımda o zamanların ne kadar kıymetli olduğunu yeni anlıyordum
keşke hep o zamanlarda kalabilseydim diye düşünmeden edemiyordum.
“Bayan ne alırsınız?” Delikanlının sorusuyla düşüncelerim
dağılırken hafifçe gülümsedim.
“Votka, sek olsun.” Sadece üç kelime… söylemesi o kadar zor
gelmişti ki, boğuklaşan sesimle oldukça da kaba çıkmıştı dudaklarımdan.
Delikanlı karşımda tek kaşını kaldırmış bakıyordu. Ses
tonuma mı söyleyiş biçime mi yoksa tercihime miydi bu bakışı bilmiyordum ama
şuanda bununla ilgilenmemiştim ki ilgilenecek halimde yoktu.
Düşüncelerimde o kadar yoğunlaşmıştım ki delikanlının
yanımdan ayrıldığını ancak önüme konan votka bardağıyla fark etmiştim. Hangi
ara gidip gelmişti bilmiyordum ama onun daha arkasını dönüp gitmesine fırsat
vermeden tek bir yudumda içtim içkimi ve bardağımı masaya bıraktığımda bir tane
daha getirmesini işaret ettim.
Dirseğimi masaya dayamış çenemi de avucumun içine koymuş bir
şekilde kaçıncı olduğunu sayamadığım boş bardağımı elimde çevirirken duyduğum
sesle başımı kaldırdım.
“Sizin kadar genç bir bayanın bu kadar içmesine sebep olan
şeyi sorabilir miyim?”
Yarı kapanmış bulanık bakışlarım karşımda ayakta dikilen
adamdayken garson çocuk yeni bardağımı masaya bıraktı. Biran için bakışlarımı
delikanlıya çevirdiğimde boş bardağımı almış karşımdaki adama bakıyordu. O an
karşımdaki adamı tekrardan hatırladım. Bulanık olan beynim biran da sanki bir
ışık yanmış gibi karşımdaki yabancıyı hatırlamış ve ona odaklanmıştı bakışlarım
yeniden. Uzun boyu, beyaz gömleğinin altından belli olan geniş göğsü, koyu mavi
gözleri ile karşımdaki adam rüya gibiydi… Şuanda hiç ihtiyacım olmayan bir
adam. Eğer kafam yerinde olsaydı ve dikkatim bu kadar çabuk dağılmasaydı adamın
tam seyirlik olduğunu kabul edebilirdim.
İç çektim, Jackson’da iyi görünür ilk görünüşte adama
benzerdi ama sonucunda beş para etmez biri olduğunu öğrenmiştim ve yine aynı
türen biriyle tanışmaya pek de hevesli değildim.
Ben tekrardan düşüncelerimin odağını kaybetmişken adam
karşımdaki sandalyeye oturmuş “Oturmamın bir sakıncası var mı?” diye sormuştu.
“Zaten oturmadınız mı?”
Kaşlarımı çatarak başımı elimden kaldırıp arkama
yaslandığımda votkamı tek içişte bitirdim. Kaçtı bu bardak? Üç? Beş? Ahh belki
de yediydi? Bilmiyorum ama kesinlikle beni çarpacak kadar içmiştim. Muhtemelen
yatağıma girdiğimde sızıp kalacak kalbimdeki acıyı bu geceliğine unutacaktım.
Hala gitmemiş olan delikanlı benim tekrardan boşalmış
bardağımı alırken karşıma oturmuş adama ne istediğini sormayı ihmal etmemişti.
“Siz bir şey alır mısınız efendim?”
“Viski… sek olsun lütfen.” Derinden gelen yumuşak kadifemsi
bir sesi vardı adamın kapanmak üzere olup da savaş verdiğim gözkapaklarımı
tamamen açıp bakmama neden olmuştu bu ton.
Garson yanımızdan ayrıldığında derin bir nefes alıp
yanaklarımda yol yapmış olan yaşları elimin tersiyle sildim. Muhtemelen beraber
görünüyordum, gözlerim kan çanağına dönmüş, göz makyajımdan kalanlar gözlerimin
altını siyaha boyamış ve yanaklarıma doğru bir yol yapmış olmalıydı.
Karşımda oturmuş olan adam önce yüzümü ardından beni
inceledi. Ne arıyordu ya da ne bulmayı bekliyordu bilmiyordum ama kesinlikle
boşa zaman harcıyordu. En azından hala yerinde olan mantığımdan kalan
kırıntılar bu yöndeydi. Hafifçe başlayan baş dönmem ve kapanmasına karşı
açtığım savaşı kaybedeceğimden emin olduğum göz kapaklarım beni tamamen başka
bir boyuttaymışım gibi hissettiriyordu. Aslında fena fikir değildi… Başka bir
boyutta olsam ve sadece… sadece ben olsam… acılarımı geride bırakarak gitsem…
“Bu kadar içmene sebep olan şey ne?” diye duyduğum soru
karşısında biraz kendime gelmeye çabaladım. Bunu daha önceden de sormuştu.
Bundan ona neydi ki... Zaten masama izin almadan oturmuştu şimdi birde bana
hesap mı soruyordu. İnsanlar ne kadar da müdahaleci olmuşlardı böyle.
“Tanımadığım birine niye söyleyeyim…” Evet, kendimde
değildim belki ama savunma mekanizmam son hızla çalışırken düşüncelerimi
toparlamaya çalışıyordu.
“Tamam! Yanlış bir giriş yaptım, önce kendimi tanıtmalıydım.
Ben Brandon Veldone! Sende Ashley Grench’sin…” dediğinde tek kaşını kaldırmış
bana gülümseyerek bakıyordu. Tamam beni tanıyor olabilirdi, belki de ailesinden
birinin avukatı falandım. Bilemiyorum… ama bu kendini beğenmiş ve ukala
davranması anlamına gelmezdi. İşte beş para etmez olduğunu kanıtlamıştı. İçimi
çektim sıkılmışlığımı belli ederek.
“Tanıştığım kişileri unutmam ama seninle tanışmadığıma
eminim… Beni nereden tanıyorsun?” Evet, işte güzel bir cevap benden… Sarhoştum
belki ama dikkatimi toplamış düzgün cevap vermekle kalmamış kelimeleri bile
yuvarlamamıştım. Bu büyük başarı… Aferin Ashley Grench… Aldatılmadan bir başarı
elde ettiniz…
“İki yılda müthiş bir başarı elde etmiş bir avukatı
tanımamak olmaz!”
Bu doğruydu; üniversiteden mezun olalı iki yıl olmuştu ve
ceza avukatıydım ve ilk yılımı hukuk bürosunda çalışarak geçirmiş aldığım her
davayı kazanmıştım. Son bir yılımı, yani sevgili eski nişanlım Jackson ile
tanışınca, bir şirkete geçmiş orada avukat olarak çalışarak hukuk işlerini
yapmıştım. Normalde bundan nefret ederdim ama nişanlımla aynı yerde çalışmak,
sabahları kalkıp beraber işe gitmek oldukça güzel görünmüştü gözüme ve belki
birazcık da sakin bir hayattı cazip gelen. Yanlış bir karardı benim için!
Gerçi hala o şirkette çalışıyordum hala aldığım yanlış
karara bağlıydım. Oradaki başarım bile duyuluyordu. Ve lanet olası şirkette
herkes benim Jackson ile ilişkimi biliyordu ve düğünümüze davetlilerdi. Şimdi ise herkes aldatıldığımı biliyordu, üstelik en
yakın arkadaşım tarafından! Ama yanı zamanda onların kırıştırmalarını izliyor
ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Rezaletin bu kadarı…
“Şimdi tanıştığımıza göre anlatacak mısınız?” Karşımdaki
ısrarlı yabancı düşüncelerimi tekrardan
dağıttı. Bakışlarımı ona odakladığımda aynı soruyu sorup durduğunu fark ettim.
“Nesin sen papağan mı? Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun!”
kendime engel olamamış ve tekrardan terslemiştim adamı. Sinirlerinmiş ve
gerilmiştim. Sanırım nedeni tekrar olanları hatırlamamdı ve karşımdaki bu adam
bana hatırlatmakta ısrar ediyordu.
“Evet! Ben bir papağanım ve istediğim şeyleri öğrenen kadar
aynı soruları tekrarlarım.”
Umursamazlığın bu kadar! Kendini beğenmiş olduğunu bir kez
daha kanıtladı. Ama her şeye rağmen yakışıklılığı dikkat çekiyordu. Beyaz
gömleğinin altından geniş göğsü, duruşu ve
saçlarının dağınıklığı ise serseri görünümü katıyordu. Gözlerinin
maviliği okyanuslardaki gizemi anımsatıyordu. Tanrım ne diyorum ben… Kesinlikle
kafayı buldum iyice… Düşüncelerimden sıyrılmak için başımı salladım. Lanet
olsun Jackson… Hepsi senin yüzünden...
“Eski nişanlım düğünümüze bir hafta kala beni en yakın
arkadaşımla aldatmıştı ve şimdi ikisinin düğününe davet edildim.” Aynı şeyi
tekrar soracağını bilerek verilmiş otomatik bir cevaptı. Sesim sarhoşluğumdan
duygusuz çıkmıştı ya da en azından ben öyle çıkmış olmasını umuyordum.
“Gerçekten içilmeye değer bir sebep.”
Tekrardan masamıza gelen içkilerimizi ikimizde tek yudumda
içtik. Ardık boğazımdan aşağıya kayan içkinin acı sertliğini hissedemiyordum.
“Peki sen?” Karşımdaki yabancı ısrarla benden istediği
cevabı almıştı en azından karşılığında bir şeyler söylemeliydi. Ben özelimi
söyledim o da öyle yapmalıydı!
“New York’u sevdim ve buraya bir iş için geldim ama yarın
geri dönüyorum… Gitmeden dağıtmak istedim…”
Başımı onun aldığı aptalca karara karşılık salladım. Aklı
olan biri asla zamanını bu şekilde harcamazdı!
“Seninki geçerli bir sebep değil… Son gününse burada ne işin
var? New York’un daha güzel yerlerini gezsene…”
Sözlerim onun tarafından o umursanmadı. İçkilerimizi içtikçe
yenileri geliyordu. Artık midem felaket bulanmaya başlamıştı. Ahh hayır, buraya
kusamam… Hızla masadan kalktım ki bizim ukala sırıtarak bakıyordu. Kendimi
lavobaya zor attım. Direk kabinlerden birine gittim ve içimde ne varsa
çıkarttım daha sonra soğuk bir suyla elimi yüzümü yıkadım, aynada kendime
baktığımda görüntü beni bile korkutmuştu ve o yakışıklı yabancı benden bakışlarını
hiç kaçırmamıştı. İç çekerek yüzümü biraz daha yıkadım amacım ayılmaktan çok
yüzümdeki makyaj izlerini yok etmekti bunu başarsam bile bu soğuk suyun beni
ayıltmaya yetmeyeceğini biliyordum.
Lavobadan zorda olsa çıkmayı başardım ve tutuna tutuna
masama doğru ilerledim. Adam hala oturmuş içiyor ama bana mısın demiyordu.
Anlaşılan içkiye alışıktı sarhoş olacak gibi görünmüyordu. Masaya ulaştığımda
oturdum ve kollarımı masaya koyup başımı ellerimin arasına aldım. Hızlı müzik
çalmayı bırakmışlar yavaş müzikler çalıyorlardı. Çalmaya başlayan bu müzik en
sevdiklerimdendi, slow bir müzikti. Gözlerim artık kapanıyordu ve daha da
kötüsü başım hala dönüyordu.
“Dans edelim mi?” ne kadar zamandır sesini dinlediğimi
hatırlamadığım yabancıdan gelen bu teklif karşısında şaşkınlıkla başımı
kaldırmış olsam da onaylamadan edemedim. Bedenimin benim hükmüm olmadan
harekete geçtiğini hissediyordum.
Ayağa kalkıp önüme gelip elini uzattığın elini tuttum ve
masadan uzaklaşıp piste gittik. Herkes dans ediyordu ama sanki her taraf
dönüyor gibiydi. Kollarını belime dolayıp kendine doğru çektiğinde kollarımı
omzuna koydum ve başımı daha fazla tutamadım ve omzuna yasladım. Kulağıma bir
şeyler fısıldıyordu ama hiçbir şey anlamıyordum başımı kaldırıp baktım anlamaz
şekilde. Bana sırıttı.
“En sevdiğim müziklerden biri!” Dediğinde benimde demek
istedim ama dudaklarımdan hiçbir kelime dökülmedi iç çekip başımı tekrardan
omzuna geri yasladım. Bu şekilde müzik bitene kadar dans ettik…
***
Bir ara kendime gelir gibi oldum. New York’un meydanlarından
birindeydik. Serin hava yüzüme çarpıyordu ve havanın serinliği üşütüyordu.
Sırtımda soğuk tırabzanları hissediyordum ve önümde Brandon duruyordu. Kolları
yine belimdeydi ve benim ellerim ise onun göğsündeydi… Bedenlerimiz birbirimize
değiyordu. Bakışlarım ellerim ve onun göğsü arasında gidip geliyordu. Benim
burada onunla ne işim vardı. Kafamı toplamaya çalışıyordum ama o kadar
çekiciydi ki ve kokusu… Erkeksi kokusu etkiliyordu insanı… Baştan çıkarıyordu. Düşüncelerimden sıyrılmak için başımı
hafiften salladım ve başımı kaldırıp ona baktım. Bakışlarımız kesişti… Masmavi
gözlerinde istek, arzu vardı. Gizemini bir kenara bırakmış bütün çıplaklığıyla
isteklerini gösteriyordu ki davranışları da o yönde değişti. Gözlerini
gözlerimden ayırıp dudaklarıma kaydırdı ve
bende daha ne olduğunu anlamdan öpmeye başladı. Öpüşüne karşılık
veriyordum. Buna bir anlam veremiyordum ama ona hayır diyemiyor, onu
reddedemiyordum. O kollarını belimde daha da sıkarken bende kollarımı göğsünden
çekip boynuna doladım ve onu daha çok kendime çektim.
***
En son meydanda öpüşmemizi hatırlıyordum. Burası da
neresiydi? Buraya hangi ara gelmiştik biz… Brandon bir kapıyı açmaya
çalışıyordu bense etrafı incelemeye devam ediyordum… Nerede dolduğumuza
bakıyordum ki Brandon fazla oyalanmadan kapıyı açtı. İçeri girip ışığı yaktı
elimi tuttuğu için bende içeri girmiştim… Burası bir odaydı… Otel odası…
İçeri girince kapıyı kapattı ve beni kapı ile arasında
sıkıştırarak tekrar öpmeye başladı. Bu yaptığım koca bir saçmalıktı tanımadığım
biriyle bir otel odasında… Bunun nereye varacağını biliyordum. İtmek istiyordum
buradan hemen gitmek; ama yapamıyordum. Bunu yapmanın sonucunu biliyordum sabah
uyandığımda bundan dolayı pişman olacaktım. Belki bilinçaltımda Jackson’ın yaptığına
bende böyle karşılık veriyordum. Ama kaybeden ben olacaktım. Kendi bedenimden
iğrenecektim belki de… Kendimi resmen sarhoş bir adama sunuyordum… Ama beni
kendine çekiyordu… Öyle bir çekim alanı vardı ki karşı koyamıyordum. Artık düşüncelerim değil içgüdülerim
kazanıyordu kendimle verdiğim savaşı.
Onun beni istemesi belki cazip gelmişti bilmiyorum ama ona karşı
koyamıyordum… Ki Brandon’da karşı koymamı daha da zor hale getiriyordu
tutkusuyla… Artık pes etmiştim; muhtemelen bu adamı bir daha görmeyecektim ve
bu gece burada unutulup gidecekti. En iyisi sadece şuanı yaşamaktı, zaten beynim
artık hükmetmiyordu bedenime…
***
Sabah güneş ışığının gözüme vurmasıyla uyandım. Hafiften
gerildim; ama dur burası benim yatağım değildi. Ben asla saten nevresim kullanmazdım.
Üzerimdeki hafif ağırlıktan geceyi hatırladım. Daha doğrusu hatırlamaya
çalıştım. Hatırladığım tek şey sarhoş olduğum ve geceyi tanımadığım biriyle
geçirdiğimdi. Üzerimdeki ağırlıktan rahatsız oldum ve gözlerimi açtığımda
belimde bir kol, omzumda bir baş ve bacaklarımın arasında bir bacak vardı.
Tanrım bu nasıl bir yatıştı… Adam resmen üzerimde sızmıştı. Hafiften
kıpırdandım ama belimdeki kolunu biraz daha sıkmasından başka bir şeye sebep
vermedi.
Kalkmam gerekliydi işe gitmeliydim. Üstelik katılmam gerek
bir toplantı vardı… Ufff! Bu adamın adı neydi? Anlamıyorum niye bu kadar
içersin ki… Zaten başımda çatlayacak kadar ağrıyordu. Hem ne bekliyordun seni
usulca eve bırakacağını mı? O anca filmlerde olur… Bu gerçek hayat, asla öyle
anlayışlı erkekler olmaz… Erkeklerin aklı tek yönde çalışır ki bu dün akşam
tekrar kanıtlandı… Gözlerimi sımsıkı yumdum; derin bir nefes aldım ve gözlerimi
açtım.
“Hey?” diye adama seslenmeme karşılık alamayınca devam
ettim. “Sana diyorum üzerimden kalk artık!” Hem sesleniyor hem de parmağımla
dürtüyordum ki sonunda gözlerini açıp bana soran gözlerle baktı. Tanrım bu adam
anlama özürlü falan mıydı?
“Patilerini üzerimden çekte kalkayım!” diye çıkışmaya engel
olamadım. Bazen önüne geçemediğim cevaplar veren bir çenem oluyordu ve cidden
nerede ne demesi gerektiğini bilmiyordu bu çene.
“Bu patiler gece seni çok tatmin etmişti.”
Adamın sinirle kaşları çatık bir şekilde söylediği sözlerden
sonra arkasını dönüp yatması gururumu kırmıştı. Sanki ben demiştim ona geceyi
beraber geçirelim diye.
“Ahh! Tabi teşekkür etmem gerekliydi değil mi?”
“Evet! Benim gibi biriyle geceyi geçirdiğin için çok
şanslısın!”
Yataktan kalkmış üzerimi giyerken duyduğum bu sözler üzerine
kaşlarımı çatarak baktım yatakta sırtı bana dönük yatan adama. Kendini
beğenmişlikte sınır tanımayan yabancıya…
“Yalvardım değil mi sana benimle yat diye… Ama bakıyorum da
sende halinden pek şikâyetçi değilsin!”
Son sözlerimden sonra başını bana doğru çevirerek üzerime
göz gezdirdi. Bu sırada gömleğimi giyiyordum. Bana karşı bakışlarını hissedince
kaşlarımı çatarak baktım. Daha ne diye beni süzüyorsa… Görebileceğinden daha
fazlasını almıştı sonuçta değil mi?
“Ne yalan söyleyeyim bu vücudun boşa gitmesini istemezdim,” deyip
de başını tekrar yastığa koyduğunda sinirlerim tepeme çıkmış benden bahsetme
biçiminden hiç hoşlanmamıştım. Hem de hiç!
“Sarhoştum ve sen benden faydalandın… İşte bu kadarlıksın
sen!”
Gülerek bakışlarını üzerime sabitlerken “Aslında yanlış
cümle… İkimizde sarhoştuk ve ister kabul et ister inkar et ikimizde bunu
istedik!” dediğinde sinirle ayağımı yere vurdum ve umursamadan arkamı döndüm.
Odadan çıkmak için hamle yaptığımda sinirden kendimi kaybetmeme neden olacak
cümleyi kurdu.
“Otel parasını ben öderim o kısmı sen dert etme!”
Duyduğum cümleyle şok olmuş bir şekilde arkamı döndüğümde
sırtını bana dönmüş yatıyordu. Ne dediğini anlamadım başta… Yani dememiştir
herhalde… Mümkün değil dememiştir. Ama duyduğum… Ne yani bu kadar mıydı? Beni
ne zannediyordu… Bir fahişe falan mı? Yok, bir de gece için para verseydi…
Hiç bu kadar aşağılandığımı hatırlamıyordum. Sinirlerimi
tepeme zıplattı bu sözleri. Resmen burnumdan soluyordum. Şimdi onu camdan
aşağıya atmak için her şeyimi verirdim. Önce hadım eder sonra karşısına geçer
gülerek aşağı atabilirdim. Lanet olsun ama şuanda dediğine karşılık yapacak bir
şeyim yoktu. Arkamı dönüp gidemezdim de. Tanrım! Lanet olsun.
Kendime kendime sinirden kudururken komidinin üstündeki
sürahi gözüme çarptı. Komple ıslatmama yetmezdi ama ona bu dediklerine karşılık
en azından bunu yapabilirdim. Hemen sürahiyi alıp yatağın kenarından destek
alarak başından aşağıya döktüm. Bir anda ne olduğunu anlamdan yatakta zıpladı.
Bende gülmeye başladığım, çarşafı beline dolayarak kaşlarını çattı.
“Sen ne yaptığını zannediyorsun?”
“Otel parasını öderim de ne demek?”
“Seni ben getirdim otele tabi ben ödeyeceğim.”
Birbirimize kaşlarımız çatılı bir şekilde bakarken son
söylediğim sözler onu şaşırtmış olacak ki kaşlarını kaldırıp doğal bir şekilde
açıklamaya çalışmıştı ama bunun altında kalamazdım.
“Otel parasını ben öderim lafı fahişelere söylenir. Sen bana
bir fahişe muamelesi yaptın karşılığı bu değildi ama bununla idare et. Gerçi bu
karşılık biraz az kaldı ama neyse… Dua et ki acelem var seninle uğraşacak boş
vaktim yok!”
Kapıyı çarpıp çıktığında peşimden bir şeyler dediğini duymuş
ama üzerinde durmamıştım. Aslında baya bir bağırma sesi gelmişti bu da beni
biraz da olsa memnun etmişti eee ne de olsa onu uykusundan etmiş bununla
kalmamış sinir etmiştim.
Onu daha fazla umursamamaya karar vererek resepsiyona gidip
otelin parasını ödedim. Aslında onu bu dediklerine pişman bırakacak bir şeyler
yazıp bırakmak isterdim ama toplantı şuanda onun dediklerinden daha
önemliydi. Otelden çıkıp bir taksiye binerek
direk eve gittim. Henüz toplantıya bir buçuk saat vardı ve benimde iyi bir duş
ve temiz giysilere ihtiyacım vardı…
Eve geldiğimde direk yatak odama gidip üzerime giyecek yeni
kıyafetler ayarlamaya çalışırken bir yandan da yardımcım olan Justin’i aradım.
Normalde benim telefonlarımı ikinci çalışta açan Justin şimdi uzunca çaldırmama
rağmen açmamıştı.
“Alo?” Tam kapatacakken karşı taraftan sesini duymak bana
kendimi rahat hissettirmiş tanıdık bir liman gibi gelmişti “Ashley? Bir sorun
mu var? Toplantıyı hatırlıyorum ama bir buçuk saat var daha, değil mi?”
“Ne kadar var biliyorum ama yardımına ihtiyacım var. Şimdi
kalkıyorsun ve şirkete gidip şu ortaklık sözleşmeleri ile ilgili dosyayı
buluyorsun.”
“Neredeki dosya? Hem neden ki?” Yavaş yavaş sooyunmaya
başlamışken telefonu kulağımla omzum arasına sıkıştırmış konuşuyordum.
“Masamdaki kırmızı dosya… Ben anca toplantıya yetişirim. Bu
yüzden toplantı öncesi her şey hazır olsun! Gecikecek gibi görünüyorum.”
“Tamam da Ashley daha bir buçuk saat var sen o saatte
dosyayı on defa hazırlarsın”
İç çekerek gülümsedim, Justin’in sesi uykulu geliyordu.
Henüz uyanamamış hatta eminim ki yataktan bile kalkamamıştı. “Justin, şimdi
duşa gireceğim ve hazırlanacağım. Sabah trafiğini göz önünde bulundurursan anca
toplantıya yetişirim.”
“Off! Tamam, her şeyi hazır farz et!” dediğinde karşılıklı
olarak telefonları görüşürüzlerle kapattık.
Justin başarılı bir çocuktu. Hukuk fakültesi son sınıftaydı,
oldukça hevesli ve öğrenmeye açıktı. Gelecek vaat eden iyi bir avukat olacaktı.
Buna yürekten inanıyordum çünkü hiçbir zaman pes etmeyen ve azimli bir yapısı
vardı. Yanımdaki ikinci stajyerimdi ve Justin’den oldukça memnundum. Yanımda
iki yıldır çalışmasına rağmen hiç hata yaptığına, bir şeyin dikkatinden
kaçtığına tanık olmamıştım.
Sıcak suyun altında akşamdan kalma izleri vücudumdan
akıtırken olanları hatırlamaya çalışıyordum ama sadece derin bakışları
hatırlıyordum. O bakışlara kendini beğenmişliği ve ukalalığı yakıştıramasam da
öyle bir adamın beni tek gecelik bir kadın zannetmesi de gururumu kırıyordu.
Gerçi buna ben sebep olmuştum ama yine de… böyle düşülmek pek hoş değildi. En
azından bir ders almıştım alkol bana yaramıyordu! Bir daha sarhoş olacağımı
sanmıyordum.
Oyalanmadan duştan çıkıp bornozumu giydim. Islak saçlarımı
kurutup düzleştirmem, üzerimi giyinmem sadece kırk beş dakikamı almıştı ve
hafif, uğraştırmayacak kadar az bir makyaj yapıp aynada kendime baktığımda
karşımda kendinden emin öz güveni yüksek bir kadın görüyordum. Nedense şuanda
kendimi hiç öyle hissetmiyordum.
Bir kez daha iç çekerek daha fazla vakit kaybetmemek için
hızla çantamı hazırladım ve evden çıktım. Koşar adımlarla garaja inip arabana
bindiğimde çok az zamanım kaldığının farkındaydım. Gerçi geç kalmam da çok
önemli değildi sonuçta sevgili CEO’muz Jackson Ride her zaman toplantılara on
dakika geç gelirdi!
Biraz iyi bir gelirimin olmasıyla sağladığım birikimlerim
biraz da babadan gelen maddi destekle geçen sene almış olduğum Audi A8 marka
arabamla sessiz ama hızlı bir çıkış yaparak trafiğe karıştım. Yoğun ama akıcı
olan trafikte ilerlerken önüme gelen her kırmızı ışıkta durmak da anca benim
şanssızlığım olurdu! Hani bir aceleniz olurda yetişmek için çırpınırken evrenin
yaydığı enerji geç kalmanız yönünde olur ya işte şimdi o enerji sanki benim geç
kalmam için yayılıyordu evrene.
Kırmızı ışıkta durmuş saçma sapan şeyler düşünürken
parmaklarımla direksiyonda ritim tutuyordum. Sanki saniyeler geçmiyor gibiydi.
İç çekerek yolcu koltuğunda duran zarfları elime aldım ve kimlerden geldiğine
bakındım. Jones Avukatlık Bürosu… Singh Holdingler Grubu… Borghensee Holdingler
Grubu… Israrla onlarla çalışmamı teklif eden üç yer. Belki de ciddi anlamda
işten ayrılmayı düşünmeliydim. Belki de yeni bir başlangıca ihtiyacım vardı.
Belki de Washington’da yaşamak New York’ta yaşamaktan daha kolay olacaktı benim
için. Peki ben her şeyi geride bırakıp gidebilecek miydim?
Karma karışık olan kafamı biraz olsun sakinleştirebilmek
için başka şeylere odaklanmak istedim. Bakışlarımı önce ışığa sonra da yanımda
benimle beraber bekleyen arabalara yönlendirdiğimde telefonum çalmaya başladı.
Justin… şu anda beni arayabilecek tek kişi oydu. Telefonumu elime alıp da
yanılmadığımı görünce gülümsedim.
“Tanrı aşkına Ashley! Neredesin?” Telefonu açıp kulağıma
koymamla beraber kulağıma Justin’in endişeli ve telaşlı sesi geldi.
“Sakin ol, on dakikaya oradayım.”
“Acele et! Sen hiç geç kalmazdın, iyi misin? Ayrıca herkes
geldi, bir sen yoksun! Cidden herkes geldi! Herkes derken herkesi kastediyorum!
CEO dahil!”
“Geliyorum…”
Derin bir nefes alarak telefonumu kapatmamla yeşilin yanması
arasında sadece birkaç saniye vardı. Hiç yapmadığım kadar hızlı bir kalkış
yaparak ve hızımı azaltmadan holdinge sürdüm arabayı. Şans bana gülmüş yoğun
olan trafik azalmıştı. İşe varmam on dakikadan az bir zaman almıştı. Justin
odaya girdiğimi görünce gözle görülür bir rahatladığında gülümsedim.
Odama girmeme izin vermeden elimden çantamı alıp masamın
üzerine koydu ve elindeki dosyaları bana vererek koluma girdi.
“Öncelikle günaydın! Bir an hiç gelemeyeceksin zannettim.
Herkes toplantı odasına geçti ve birkaç dakika önce arayıp seni sordular. Her
neyse biliyorsun ki ben toplantıya katılsam da stajyer olduğum için söz hakkım
yok bu yüzden sana gerekli detayları hemen anlatayım.”
Justin’in nefes almadan konuşmasını dinlerken dosyayı elimde
sımsıkı tutmuştum. Bir kez daha eski nişanlım ile eski dostumun kırıştırmasını
izlemek zorunda kalacak olmama kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Artık ne kadar
alışabilirsem!
Toplantı odasına girdiğimde herkes yerlerine yerleşmiş benim
gelmemi bekledikleri aşikar yüzlerinden okunuyordu. Herkes ait oldukları
koltuklara otururken Kate, Jackson’ın yanındaki koltuğa oturmuştu. İstemsiz
olarak kaşlarım çatıldı. Normalde onun oturması gereken koltuk orası değildi ki
ben bile nişanlılığım süresince oraya oturmamıştım ki benim yerimken o koltuk…
şimdi onu orada görmek kötü hissettirmişti. Ama asıl yaralayan şey
bakışlarındaki ben kazandım sen ise kaybettin bakışıydı.
Umursamaz davranmaya çalışarak yerime oturdum. Sonuçta
herkes bitmişti daha fazla bu detaya takılmanın ne bana ne de onlara bir
faydası vardı. Gerçi Kate’e vardı çünkü o bu durumdan fazlasıyla zevk alıyordu!
Benim yerime oturmamla beraber herkes önlerinde dosyalar
incelemeye ve kendi bölümleriyle ilgili gelişmeleri aktarmaya, tartışmaya
başladılar. Her ay olduğu gibi bu ayda aylık giderlerimiz ve gelirlerimiz, elde
ettiğimiz karlar, ortaklık teklif eden şirketler hakkında daha genel
incelemeler, o şirketlerin çalışma prensipler ve çalışanların verimi, bizim
çalışanlarımızın durumu, gelirler ve giderleri, karları olmak üzere her şey
konuşulmuştu. Benimle ilgili kısımlara henüz gelinmediğinden sessizce yerime
oturmuş dinliyordum.
Herkes birimiyle ilgili konularda görevlerini yerine
getirmişti. Hukuki işlerde ise benim sıram gelmişti. Ortaklık teklifini kabul
edip de anlaşmaları imzaladığımız bir şirketle ilgili hukuki sözleşmeyi ben
hazırlamıştım ve o kadar güvenilen bir çalışandım ki iki tarafta bu sözleşmeyi okumadan
imzalamıştı. Her ne kadar geç kalınmış olsa da Jackson sözleşmeyi okumak istedi.
Ondan böyle bir davranış beklediğim için çoğaltılmış olan sözleşmenin bir
kopyasını ona diğer kopyalarını da toplantı masasında bulunan herkese dağıttım.
Kimsenin bir açık bulamayacağına o kadar güveniyordum ki hiç tedirgin
hissetmiyordum kendimi. Herkes sessizce okurken her maddesini bildiğim
sözleşmeyi tekrardan okuma gereği bile duymadım.
“Bu sözleşme de ne demek oluyor?”
Jackson’ın öfkeli çıkışı beni irkiltse de bunu kimseye belli
etmemeye çalıştım. Onun bana sinirlendiğini pek hatırlamıyordum dolayısıyla
sözleşmede bir hata yaptığımı düşünmeye başlamıştım. Sesimdeki şaşkın bariz bir
şekilde belli olarak “Hata mı var?” diye sordum.
“Evet! Son madde…” diyerek bağırması sadece beni değil
herkesi şaşırtmıştı. Jackson normalde öfkesini soğukkanlılığının altına
saklardı şimdi ise farklı biri gibi davranıyordu. “Şimdi son maddeyi sesli
okuyun lütfen Bayan Grench”
Emredercesine konuşmasına karşılık kaşlarım çatılsa da
sinirimi dışıma vurmamaya çalıştım ama içimden bir ses onun bu davranışlarının
ardında bir şey olduğunu söylüyordu
“Anlaşma yapılan şirketle yüzde elli ortaklık söz konusu
olduğundan elde edilen karın eşit olması gerekmektedir. Eğer bir şirket diğerinden fazla kar yapmışsa
diğer tarafın talebi ile fazla olan miktar paylaşılacaktır… Uzlaşma olmadığı
takdirde anlaşma sahibi taraflardan biri mahkeme kararı ile fazla olan karın
tazminatını alacaktır!”
Sesli bir şekilde okuduğum maddede herhangi bir hata veya
şirketin zararına olacak bir durum söz konusu değildi. Herkesin şaşkınlığını bende
yazarken başımı okuduğum kağıttan kaldırım kaşlarım çatık halde Jackson’a
baktım.
“Bu ne biçim bir madde?” Ayağa kalkmış, ellerini masaya
dayamış bakışlarını bana dikmişti. Her an saldırıya geçecekmiş gibi
görünüyordu.
“Maddenin nesi varmış? Bu madde her iki tarafında çıkarına
olacak…”
“Ben bir tek o tarafın çıkarını görüyorum! Bu anlaşmaya bu maddeyi
koymanı onlar mı istedi?”
Sabrımı sınıyor, suçlamalarıyla sakin kalmamı
imkânsızlaştırıyordu. “Dalga geçiyorsun değil mi? Şimdi de rüşvetle mi suçlayacaksın
beni?”
“Aksini ispatlayabilir misin?”
“ Ne saçmalıyorsun sen? Jackson senin benimle ne alıp
veremediğin var! Bu maddeyi bütün şirketler ortaklıklarında kullanıyorlar… Üstelik
şirketin her sözleşmesinde var bu madde!”
“Lanet olsun! Dün gece kimin koynundaydın?”
Tek bir soru… Herkesin şaşkınlığını doruk noktasına çıkaran
ve bakışları üzerine toplanmasına neden olan tek bir soru… O an için beni de
şaşırtsa da hızla çalışan beynim onun bu sorusuna karşılık mantıklı bir soru
üretmişti hemen. “Dün gece evde olmadığımı nereden biliyor?”
Sahiplenme mi yoksa kıskanmamı vardı bu davranışının altında
bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı artık hayatıma müdahale edebilecek
bir konumda değildi.
“Bay Ride bana etmiş olduğunuz hakaretler için sizi dava
etmeyeceğim. Benim hayatıma müdahale hakkına sahip değilsiniz! Bu şirkette işe başlamadan önce yapılan
sözleşmede şahsıma gelecek herhangi hakaret içerikli söz ile istifamı
vereceğimi ve karşılığında yüz bin dolarlık tazminat alacağımı yazdırmıştım ve
bu şartım şirket sahibi tarafından imzalandı.”
Onun sinir olacağını bildiğimden kendimden emin ve oldukça
sakin bir şekilde arkama yaslanmış otururken kelimelerimi tane tane söylemiş ve
her kelimemde yüzünün aldığı öfkeli kaybetmişlik ifadesini izlemiştim. Bundan
keyif almış mıydım? Hayır! Onunla ilgili hiçbir şey bana artık keyif
vermiyordu.
“Bunu yapamazsın!”
Yüzümde onu sinir edeceğini bildiğim bir ifade ile “İstifa
ediyorum!” dedim.
Hatunuuum. Resmi olarak ilk bölümün hayırlı uğurlu olsun diyorum :D Bu aynı bölüme bilmem kaçıncı yorumum olacağı için kısa tutacağım artık. Detayları zaten sen biliyorsun :D
YanıtlaSilAslında ben Türk yazarların yabancı karakterlerle yazması olayını pek sevmiyorum ki sana da bunu Türklerle yazman için az dil dökmemiştim :D Ash ve Brandon'a alışacağız artık. Aklım ister istemez diğer isimlere kayıyor tabii ki :D
Eleştirilerimin tamamen imla ile ilgili olduğunu biliyorsun :D Hoş kaç sene önce yazılmış hikaye ki bir şeyi düzenlemek sıfırdan yazmaktan daha zor bunu çok iyi bir şekilde kavradım ben de :D Eminim senin de kafan bir nokta da davul gibi olmuştur haha :d Ama ben yine de buraya böyle ufak bir not düşeyim: Virgüllere -de ve -da'lara biraz daha özen okumayı çok daha kolaylaştıracak ve hikayenin ne kadar güzel olduğunu çok daha net bir şekilde görmelerini sağlayacaktır insanların :)
Bu hikayeyi baştan baştan pek çok kez okumuş birisi olarak (hoş İnci bir şeylerin değişeceğini söylüyor ama) okuyun diyorum efenim. Bir süre sonra içinde yaşamaya başlıyorsunuz :D
Tekrar hayırlı olsun hatunum, gönlünce olur umarım :*
Türkçe'min zayıf olduğunu söylesem kurtaramaz mıyım durumu ;) :P hehe önerilerin dikkate alınacak :) :*
SilBayıldııım! Bir hukuk öğrencisi olarak daha çok ilgimi çekti. Çok akıcı olmuş, olaylar sıradan gibi gözükse de oldukça meraklandırıcı. Ufak tefek imla sorunları da düzelirse, mükemmel bir iş olabilir. Eline sağlık ve lütfen devamı için çok bekletme bizi! :))
YanıtlaSilVay canına hukuk öğrencisi? O zaman bu konularda hatalarım olursa affola :) sonucunda bizim karakterimizde avukat ;) teşekkür ederim yorumun için :) çarşamba akşamı bir aksilik olmazsa 2.bölüm gelecek :)
SilAllahiiiiim! Cok begendim nefesimi tutarak okudum.
YanıtlaSilCok akiciydi ama; sanki bir yerlere yetisiyormusum gibi hizliydi. Bu hizla sanki bir kac bölüm sonra bitecekmis gibi hissettiriyor.
Yabanci isimler neden kullandiniz bilemiyorum tercih meselesi.
Ilk aklima gelen su siralar cok fazla okudugumuz üzere beraber olduktan sonra ertesi gün toplantida karsilasacak olmalariydi. bekliyorum sabirsizlikla
Ben de yazarken cok dikkatli olmamama ragmen okurken yanlis yazilmis kelimeler dikkat cekiyor.
Sonuc olarak hayirli ugurlu olsun. Elinize yüreginize saglik. Keske daha önce gün tayin etmis olmaniza sevinmeseydim iki üc günde bir bölüm gelse fena olmazdi. Buradan Cigdem'e diyorum ki ' özür dilerim bir daha ne zaman bölüm yayinlarsan ses cikarmayacagim . Tövbeler tövbesi :)
Sevgiyle kalin
Nevin...
Hızlı mı? Zamanında yazarken bana öyle gelmemişti ama başlangıç bölümü olarak öyle oldu diyelim ya da konuya girmek için bir an önce... Sanırım savunamadım kendimi :))
SilAçıkçası Türk isimleri denedim denemedim değil ama New York ve evlilik öncesi ilişki, beraber yaşamalar vs. bizim kültürümüzde pek olmayan şeyler ve bu hikayede de bunlar olacağı için yabancı isimleri daha uygun göründü gözüme. Ama Türk isimleri ile de yeni çalışmalar yapacağım :))
İmla hatalarını vs. düzelteceğimden emin olabilirsin. Hızlı bir düzenlemeden oldu bunlar daha dikkat edeceğim ;) umarım :))
Yorumun için teşekkür ederim. :)
Sevgili inci.kitabını arkadaşım Mine nin meth etmesi sayesinde başladım. Çok başarılı buldum.Ben de acaba Brandon aşığı olurmuyum bilmiyorum ama sanırım sıkı bir takipciniz oldu :) haydi hayırlısı kalimine sağlık canım♡♡
YanıtlaSilAhhh çok teşekkür ederim, dilerim aşığı olursun şahsen eğer böyle aşk başlatabiliyorsam demek ki iyiyim derim :) Dilerim beğenmeye devam edersin diğer bölümleri de :)
SilGulsumcum emin ol çok seviceksin amaaaa brandon benim sakin unutma ha ha memnun kalicagini biliyordum arkadasim inci güzel bi yazar bundan emin olabilirsin Cnm :)
SilAmanınnnn egolarım tavan yaptı Mine :D çoook teşekkürler :)
SilCanımın içi tabiki Brandon senin :) inci sağ olsun yazmış be :)
YanıtlaSil