11 Haziran 2014 Çarşamba

11 Sıradan Bir Hayat - 1. Bölüm


Her akşam yaptığım gibi bu akşamda dosyalar kucağımda eve geldim. Artık şirkette işlerimi bitiremez olmuştum. Eski nişanlımı yeni sevgilisi ile gözümün önünde kırıştırmasını izlerken işlerime odaklanmak oldukça zor oluyor ve zaman alıyordu. Sonucunda da yarım kalan bütün işler tamamlanmak üzere eve geliyor ve bana bütün gece arkadaşlık ediyordu.

Kollarım dosyalarla dolu bir şekilde apartmandan içeriye girdiğimde alışkanlık gereği posta kutusunu kontrol ettim. Posta kutusundaki bütün zarfları dosyaların üzerine koyarak  asansöre doğru ilerlemeye başladım. Normalde hemen orada kimden gelmiş olduğuna bakar sonra içinden ne çıkacağını düşünerek eve çıkardım ama aklım işlerimle kollarım da dosyalarla doluyken bu imkansız görünüyordu.

Asansörle en üst kata çıktım. Dairem en üst kattaydı… Bir çatı katı… aslında çatıya dubleks bir daireydi ve bu benim hep istediğin bir şeydi. Dairemin önüne gelince kapıyı açıp içeri girdim. Ahh! Evim… İnsan evini özler miydi? Ben özlüyordum. Burası kendimi huzurlu hissettiriyordu… İçimi rahatlatıyor sıkıntılarımı unutturuyordu…

Dosyaları masanın üzerine koydum ve mutfağa gittim bir kahve fena olmazdı. Hemen kahvemi hazırladım ve masanın başına gidip zarflara bakmaya başladım. Hep iş teklifleri… Belki de artık bu şirketten ayrılmam gerekliydi ama işte kendime yediremiyordum. Sanki… sanki ondan kaçıyormuş gibi görünmek istemiyordum ama belki de artık bir yenilik gerekiyordu hayatıma.

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp kahvemden bir yudum aldım ve başka bir zarfa baktım. Bu zarfı elime alınca altındaki davetiye dikkatimi çekti. Bu bir düğün davetiyesiydi. Elimdeki zarfı diğerlerinin yanına korum ve davetiyeyi elime alıp açtım… Ahh! Hayır! Hayır… hayır… hayır….

Lanet olsun!

‘Sayın Ashley Grench

Bu mutlu günümüzde sizi de aramızda görmek istiyoruz!

Jackson Ride – Kate Stero’


Bu ne biçim kaderdi! Bir de sanki nispet yaparmış gibi utanmadan bana da davetiye gönderiyorlardı. Hadi bunca şeyi, arkamdan işler çevirerek yaptınız… ama bu yüzsüzlük de ne… daha ne alıp veremediğiniz var benimle!

Sinirle çantamı aldım ve evden çıktım. Ağlıyordum bunu nasıl yapmışlardı. Jackson bunu bana nasıl yapabilmişti. Hep benden özür dileyecek her şeyi eski yoluna koyacak diye düşünürken… Nasıl?

Gözümden süzülen bir damla yaşı sinirle sildim! Kendime ağlamayı yediremiyordum ama lanet olası yaşlarda durmak bilmiyordu. Bunca zamandır kalbimde tuttuğum her şey taşıyordu artık! Bu son şey… o küçük kağıt parçası artık kalbimin sınırlarını zorlamıştı.

Binadan çıkıp da taksi çevirmem sadece birkaç dakikamı almıştı ve ben hala içimdekileri yaşlarla dışarı atıyordum.

Taksiye bindiğimde camdan dışarıya bakmaya odaklanmıştım arabanın yavaşça hareket ederken “Bayan nereye?” diye sordu şoför.

Bakışlarım ota yaşın biraz üzerinde olduğu belli olan adama çevirdim.. Karşımdaki adam evli miydi? Karısını hiç aldatmış mıydı? Yoksa koşulsuzca karısına ya da sevgilisine aşık bir erkek miydi?

Düşüncelerimde kaybolmuşken “Herhangi bir bara” dedim boğuk çıkan sesimle.

Adam dikiz aynasından bakışlarını bana dikerek başını salladı anladığını belirtircesine. Neyi anladığını bilmiyordum. İçimden geçenleri mi neler yaşadığımı mı yoksa sadece nereye gideceğini bilmeyen kendini kaybetmiş bir kadın olduğumu mu?

Aklımda sadece Jackson vardı… En yakın arkadaşımla beni aldatmasını affedecek kadar seviyordum onu ama şimdi… İhanetinin sınırlarını aşmış, affedilemeyecek bir adım atmış ve kırdığı kalbimi parçalamış ve üzerine basmış ezmişti. Bu da yetmemiş parçaladıklarıyla alay edercesine düğün davetiyesini göndermişti. Tanrım! Ne hakla beni çağırıyorlardı düğünlerine… Yaptıkları ihaneti mi göstermek istiyorlardı yoksa benimle nasıl dalga geçtiklerini mi? Nasıl da inanmıştım onlara… nasıl da güvenmiştim… Bütün acılarımı onlarla paylaşmış, onlara sırtımı dayamış bütün dünyam haline getirmiştim ve onlarda karşılığında…

Bunu düşünmek bile beni paramparça ederken sinirle tekrardan akan yaşlarımı sildim. New York’un lüks ve ışıklı sokaklarından geçerken herkesin gülüp eğlenmesini izledim buğulu bir bakışın ardından. Dışarı çıkıp güvenmeyin beraber güldüğünüz insanlara diye bağırmak istiyordum. İnanmayın onlara… ihanetin büyüğünü onlardan göreceksiniz demek istiyordum ama biliyordum ki bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.

Başımı taksinin koltuğuna dayadım ve taksi duruncaya kadar düşüncelerimin içerisinde boğulmamak için çırpındım ve her seferinde irkilerek ne kadar çırpınırsam çırpınayım dibe battığımı hissettim.

Birkaç dakika sonra taksi durduğunda parasını ödeyip indim… Karşımdaki binaya baktığımda taksi şoförünün beni lüks bir bara getirdiğini gördüm. Elit ve gösterişli bir yerdi. Gerçi ne fark ederdi ki şu anda benim için varoşlardaki bir barla aynı görevi görüyordu.

Nasıl bir yer olmasına, dekorasyonuna, giren çıkan insanları umursamadan içeri girdim. İçerisi kalabalıktı. Bir tarafta müzik çalıp millet eğleniyor bir tarafta da sarhoş oluncaya kadar içiyorlardı. Eğer keyfim yerimde olsaydı buraya bayılır ve ortamın fazlasıyla egzotik olmasında kendimi kaybederdim ama şimdi hiç o havada değildim.

Kuytu masalardan birine oturdum kimse tarafından rahatsız edilmek istemiyordum. Birkaç dakika sonra yanıma bir garson geldi. Yaklaşık olarak yirmi, yirmi bir yaşlarında bir delikanlıydı. Muhtemelen okul parası için burada çalışıyordu ya da hayatın zor şartlarından payına düşeni almıştı. Okuldayken bende barlarda çalışmıştım ve şimdi o zamanlar o kadar uzak görünüyordu ki gözüme. Sanki o zamanları ben yaşamamıştım gibi uzaklardı anılarımdan. Şimdi geriye dönüp baktığımda o zamanların ne kadar kıymetli olduğunu yeni anlıyordum keşke hep o zamanlarda kalabilseydim diye düşünmeden edemiyordum.

“Bayan ne alırsınız?” Delikanlının sorusuyla düşüncelerim dağılırken hafifçe gülümsedim.

“Votka, sek olsun.” Sadece üç kelime… söylemesi o kadar zor gelmişti ki, boğuklaşan sesimle oldukça da kaba çıkmıştı dudaklarımdan.

Delikanlı karşımda tek kaşını kaldırmış bakıyordu. Ses tonuma mı söyleyiş biçime mi yoksa tercihime miydi bu bakışı bilmiyordum ama şuanda bununla ilgilenmemiştim ki ilgilenecek halimde yoktu.

Düşüncelerimde o kadar yoğunlaşmıştım ki delikanlının yanımdan ayrıldığını ancak önüme konan votka bardağıyla fark etmiştim. Hangi ara gidip gelmişti bilmiyordum ama onun daha arkasını dönüp gitmesine fırsat vermeden tek bir yudumda içtim içkimi ve bardağımı masaya bıraktığımda bir tane daha getirmesini işaret ettim.

Dirseğimi masaya dayamış çenemi de avucumun içine koymuş bir şekilde kaçıncı olduğunu sayamadığım boş bardağımı elimde çevirirken duyduğum sesle başımı kaldırdım.

“Sizin kadar genç bir bayanın bu kadar içmesine sebep olan şeyi sorabilir miyim?”  

Yarı kapanmış bulanık bakışlarım karşımda ayakta dikilen adamdayken garson çocuk yeni bardağımı masaya bıraktı. Biran için bakışlarımı delikanlıya çevirdiğimde boş bardağımı almış karşımdaki adama bakıyordu. O an karşımdaki adamı tekrardan hatırladım. Bulanık olan beynim biran da sanki bir ışık yanmış gibi karşımdaki yabancıyı hatırlamış ve ona odaklanmıştı bakışlarım yeniden. Uzun boyu, beyaz gömleğinin altından belli olan geniş göğsü, koyu mavi gözleri ile karşımdaki adam rüya gibiydi… Şuanda hiç ihtiyacım olmayan bir adam. Eğer kafam yerinde olsaydı ve dikkatim bu kadar çabuk dağılmasaydı adamın tam seyirlik olduğunu kabul edebilirdim.

İç çektim, Jackson’da iyi görünür ilk görünüşte adama benzerdi ama sonucunda beş para etmez biri olduğunu öğrenmiştim ve yine aynı türen biriyle tanışmaya pek de hevesli değildim.

Ben tekrardan düşüncelerimin odağını kaybetmişken adam karşımdaki sandalyeye oturmuş “Oturmamın bir sakıncası var mı?” diye sormuştu.

“Zaten oturmadınız mı?”

Kaşlarımı çatarak başımı elimden kaldırıp arkama yaslandığımda votkamı tek içişte bitirdim. Kaçtı bu bardak? Üç? Beş? Ahh belki de yediydi? Bilmiyorum ama kesinlikle beni çarpacak kadar içmiştim. Muhtemelen yatağıma girdiğimde sızıp kalacak kalbimdeki acıyı bu geceliğine unutacaktım.

Hala gitmemiş olan delikanlı benim tekrardan boşalmış bardağımı alırken karşıma oturmuş adama ne istediğini sormayı ihmal etmemişti.

“Siz bir şey alır mısınız efendim?”

“Viski… sek olsun lütfen.” Derinden gelen yumuşak kadifemsi bir sesi vardı adamın kapanmak üzere olup da savaş verdiğim gözkapaklarımı tamamen açıp bakmama neden olmuştu bu ton.

Garson yanımızdan ayrıldığında derin bir nefes alıp yanaklarımda yol yapmış olan yaşları elimin tersiyle sildim. Muhtemelen beraber görünüyordum, gözlerim kan çanağına dönmüş, göz makyajımdan kalanlar gözlerimin altını siyaha boyamış ve yanaklarıma doğru bir yol yapmış olmalıydı.

Karşımda oturmuş olan adam önce yüzümü ardından beni inceledi. Ne arıyordu ya da ne bulmayı bekliyordu bilmiyordum ama kesinlikle boşa zaman harcıyordu. En azından hala yerinde olan mantığımdan kalan kırıntılar bu yöndeydi. Hafifçe başlayan baş dönmem ve kapanmasına karşı açtığım savaşı kaybedeceğimden emin olduğum göz kapaklarım beni tamamen başka bir boyuttaymışım gibi hissettiriyordu. Aslında fena fikir değildi… Başka bir boyutta olsam ve sadece… sadece ben olsam… acılarımı geride bırakarak gitsem…

“Bu kadar içmene sebep olan şey ne?” diye duyduğum soru karşısında biraz kendime gelmeye çabaladım. Bunu daha önceden de sormuştu. Bundan ona neydi ki... Zaten masama izin almadan oturmuştu şimdi birde bana hesap mı soruyordu. İnsanlar ne kadar da müdahaleci olmuşlardı böyle. 

“Tanımadığım birine niye söyleyeyim…” Evet, kendimde değildim belki ama savunma mekanizmam son hızla çalışırken düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordu.

“Tamam! Yanlış bir giriş yaptım, önce kendimi tanıtmalıydım. Ben Brandon Veldone! Sende Ashley Grench’sin…” dediğinde tek kaşını kaldırmış bana gülümseyerek bakıyordu. Tamam beni tanıyor olabilirdi, belki de ailesinden birinin avukatı falandım. Bilemiyorum… ama bu kendini beğenmiş ve ukala davranması anlamına gelmezdi. İşte beş para etmez olduğunu kanıtlamıştı. İçimi çektim sıkılmışlığımı belli ederek.

“Tanıştığım kişileri unutmam ama seninle tanışmadığıma eminim… Beni nereden tanıyorsun?” Evet, işte güzel bir cevap benden… Sarhoştum belki ama dikkatimi toplamış düzgün cevap vermekle kalmamış kelimeleri bile yuvarlamamıştım. Bu büyük başarı… Aferin Ashley Grench… Aldatılmadan bir başarı elde ettiniz… 

“İki yılda müthiş bir başarı elde etmiş bir avukatı tanımamak olmaz!”

Bu doğruydu; üniversiteden mezun olalı iki yıl olmuştu ve ceza avukatıydım ve ilk yılımı hukuk bürosunda çalışarak geçirmiş aldığım her davayı kazanmıştım. Son bir yılımı, yani sevgili eski nişanlım Jackson ile tanışınca, bir şirkete geçmiş orada avukat olarak çalışarak hukuk işlerini yapmıştım. Normalde bundan nefret ederdim ama nişanlımla aynı yerde çalışmak, sabahları kalkıp beraber işe gitmek oldukça güzel görünmüştü gözüme ve belki birazcık da sakin bir hayattı cazip gelen. Yanlış bir karardı benim için!

Gerçi hala o şirkette çalışıyordum hala aldığım yanlış karara bağlıydım. Oradaki başarım bile duyuluyordu. Ve lanet olası şirkette herkes benim Jackson ile ilişkimi biliyordu ve düğünümüze davetlilerdi. Şimdi ise herkes aldatıldığımı biliyordu, üstelik en yakın arkadaşım tarafından! Ama yanı zamanda onların kırıştırmalarını izliyor ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı. Rezaletin bu kadarı…

“Şimdi tanıştığımıza göre anlatacak mısınız?” Karşımdaki ısrarlı  yabancı düşüncelerimi tekrardan dağıttı. Bakışlarımı ona odakladığımda aynı soruyu sorup durduğunu fark ettim.  

“Nesin sen papağan mı? Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorsun!” kendime engel olamamış ve tekrardan terslemiştim adamı. Sinirlerinmiş ve gerilmiştim. Sanırım nedeni tekrar olanları hatırlamamdı ve karşımdaki bu adam bana hatırlatmakta ısrar ediyordu.

“Evet! Ben bir papağanım ve istediğim şeyleri öğrenen kadar aynı soruları tekrarlarım.”  

Umursamazlığın bu kadar! Kendini beğenmiş olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ama her şeye rağmen yakışıklılığı dikkat çekiyordu. Beyaz gömleğinin altından geniş göğsü, duruşu ve  saçlarının dağınıklığı ise serseri görünümü katıyordu. Gözlerinin maviliği okyanuslardaki gizemi anımsatıyordu. Tanrım ne diyorum ben… Kesinlikle kafayı buldum iyice… Düşüncelerimden sıyrılmak için başımı salladım. Lanet olsun Jackson… Hepsi senin yüzünden...

“Eski nişanlım düğünümüze bir hafta kala beni en yakın arkadaşımla aldatmıştı ve şimdi ikisinin düğününe davet edildim.” Aynı şeyi tekrar soracağını bilerek verilmiş otomatik bir cevaptı. Sesim sarhoşluğumdan duygusuz çıkmıştı ya da en azından ben öyle çıkmış olmasını umuyordum.

“Gerçekten içilmeye değer bir sebep.”

Tekrardan masamıza gelen içkilerimizi ikimizde tek yudumda içtik. Ardık boğazımdan aşağıya kayan içkinin acı sertliğini hissedemiyordum.

“Peki sen?” Karşımdaki yabancı ısrarla benden istediği cevabı almıştı en azından karşılığında bir şeyler söylemeliydi. Ben özelimi söyledim o da öyle yapmalıydı!

“New York’u sevdim ve buraya bir iş için geldim ama yarın geri dönüyorum… Gitmeden dağıtmak istedim…”

Başımı onun aldığı aptalca karara karşılık salladım. Aklı olan biri asla zamanını bu şekilde harcamazdı!

“Seninki geçerli bir sebep değil… Son gününse burada ne işin var? New York’un daha güzel yerlerini gezsene…”

Sözlerim onun tarafından o umursanmadı. İçkilerimizi içtikçe yenileri geliyordu. Artık midem felaket bulanmaya başlamıştı. Ahh hayır, buraya kusamam… Hızla masadan kalktım ki bizim ukala sırıtarak bakıyordu. Kendimi lavobaya zor attım. Direk kabinlerden birine gittim ve içimde ne varsa çıkarttım daha sonra soğuk bir suyla elimi yüzümü yıkadım, aynada kendime baktığımda görüntü beni bile korkutmuştu ve o yakışıklı yabancı benden bakışlarını hiç kaçırmamıştı. İç çekerek yüzümü biraz daha yıkadım amacım ayılmaktan çok yüzümdeki makyaj izlerini yok etmekti bunu başarsam bile bu soğuk suyun beni ayıltmaya yetmeyeceğini biliyordum.

Lavobadan zorda olsa çıkmayı başardım ve tutuna tutuna masama doğru ilerledim. Adam hala oturmuş içiyor ama bana mısın demiyordu. Anlaşılan içkiye alışıktı sarhoş olacak gibi görünmüyordu. Masaya ulaştığımda oturdum ve kollarımı masaya koyup başımı ellerimin arasına aldım. Hızlı müzik çalmayı bırakmışlar yavaş müzikler çalıyorlardı. Çalmaya başlayan bu müzik en sevdiklerimdendi, slow bir müzikti. Gözlerim artık kapanıyordu ve daha da kötüsü başım hala dönüyordu.

“Dans edelim mi?” ne kadar zamandır sesini dinlediğimi hatırlamadığım yabancıdan gelen bu teklif karşısında şaşkınlıkla başımı kaldırmış olsam da onaylamadan edemedim. Bedenimin benim hükmüm olmadan harekete geçtiğini hissediyordum.

Ayağa kalkıp önüme gelip elini uzattığın elini tuttum ve masadan uzaklaşıp piste gittik. Herkes dans ediyordu ama sanki her taraf dönüyor gibiydi. Kollarını belime dolayıp kendine doğru çektiğinde kollarımı omzuna koydum ve başımı daha fazla tutamadım ve omzuna yasladım. Kulağıma bir şeyler fısıldıyordu ama hiçbir şey anlamıyordum başımı kaldırıp baktım anlamaz şekilde. Bana sırıttı.

“En sevdiğim müziklerden biri!” Dediğinde benimde demek istedim ama dudaklarımdan hiçbir kelime dökülmedi iç çekip başımı tekrardan omzuna geri yasladım. Bu şekilde müzik bitene kadar dans ettik…

***

Bir ara kendime gelir gibi oldum. New York’un meydanlarından birindeydik. Serin hava yüzüme çarpıyordu ve havanın serinliği üşütüyordu. Sırtımda soğuk tırabzanları hissediyordum ve önümde Brandon duruyordu. Kolları yine belimdeydi ve benim ellerim ise onun göğsündeydi… Bedenlerimiz birbirimize değiyordu. Bakışlarım ellerim ve onun göğsü arasında gidip geliyordu. Benim burada onunla ne işim vardı. Kafamı toplamaya çalışıyordum ama o kadar çekiciydi ki ve kokusu… Erkeksi kokusu etkiliyordu insanı… Baştan çıkarıyordu.  Düşüncelerimden sıyrılmak için başımı hafiften salladım ve başımı kaldırıp ona baktım. Bakışlarımız kesişti… Masmavi gözlerinde istek, arzu vardı. Gizemini bir kenara bırakmış bütün çıplaklığıyla isteklerini gösteriyordu ki davranışları da o yönde değişti. Gözlerini gözlerimden ayırıp dudaklarıma kaydırdı ve  bende daha ne olduğunu anlamdan öpmeye başladı. Öpüşüne karşılık veriyordum. Buna bir anlam veremiyordum ama ona hayır diyemiyor, onu reddedemiyordum. O kollarını belimde daha da sıkarken bende kollarımı göğsünden çekip boynuna doladım ve onu daha çok kendime çektim.

***

En son meydanda öpüşmemizi hatırlıyordum. Burası da neresiydi? Buraya hangi ara gelmiştik biz… Brandon bir kapıyı açmaya çalışıyordu bense etrafı incelemeye devam ediyordum… Nerede dolduğumuza bakıyordum ki Brandon fazla oyalanmadan kapıyı açtı. İçeri girip ışığı yaktı elimi tuttuğu için bende içeri girmiştim… Burası bir odaydı…  Otel odası…

İçeri girince kapıyı kapattı ve beni kapı ile arasında sıkıştırarak tekrar öpmeye başladı. Bu yaptığım koca bir saçmalıktı tanımadığım biriyle bir otel odasında… Bunun nereye varacağını biliyordum. İtmek istiyordum buradan hemen gitmek; ama yapamıyordum. Bunu yapmanın sonucunu biliyordum sabah uyandığımda bundan dolayı pişman olacaktım. Belki bilinçaltımda Jackson’ın yaptığına bende böyle karşılık veriyordum. Ama kaybeden ben olacaktım. Kendi bedenimden iğrenecektim belki de… Kendimi resmen sarhoş bir adama sunuyordum… Ama beni kendine çekiyordu… Öyle bir çekim alanı vardı ki karşı koyamıyordum.  Artık düşüncelerim değil içgüdülerim kazanıyordu kendimle verdiğim savaşı.  Onun beni istemesi belki cazip gelmişti bilmiyorum ama ona karşı koyamıyordum… Ki Brandon’da karşı koymamı daha da zor hale getiriyordu tutkusuyla… Artık pes etmiştim; muhtemelen bu adamı bir daha görmeyecektim ve bu gece burada unutulup gidecekti. En iyisi sadece şuanı yaşamaktı, zaten beynim artık hükmetmiyordu bedenime…

***

Sabah güneş ışığının gözüme vurmasıyla uyandım. Hafiften gerildim; ama dur burası benim yatağım değildi. Ben asla saten nevresim kullanmazdım. Üzerimdeki hafif ağırlıktan geceyi hatırladım. Daha doğrusu hatırlamaya çalıştım. Hatırladığım tek şey sarhoş olduğum ve geceyi tanımadığım biriyle geçirdiğimdi. Üzerimdeki ağırlıktan rahatsız oldum ve gözlerimi açtığımda belimde bir kol, omzumda bir baş ve bacaklarımın arasında bir bacak vardı. Tanrım bu nasıl bir yatıştı… Adam resmen üzerimde sızmıştı. Hafiften kıpırdandım ama belimdeki kolunu biraz daha sıkmasından başka bir şeye sebep vermedi.

Kalkmam gerekliydi işe gitmeliydim. Üstelik katılmam gerek bir toplantı vardı… Ufff! Bu adamın adı neydi? Anlamıyorum niye bu kadar içersin ki… Zaten başımda çatlayacak kadar ağrıyordu. Hem ne bekliyordun seni usulca eve bırakacağını mı? O anca filmlerde olur… Bu gerçek hayat, asla öyle anlayışlı erkekler olmaz… Erkeklerin aklı tek yönde çalışır ki bu dün akşam tekrar kanıtlandı… Gözlerimi sımsıkı yumdum; derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtım.

“Hey?” diye adama seslenmeme karşılık alamayınca devam ettim. “Sana diyorum üzerimden kalk artık!” Hem sesleniyor hem de parmağımla dürtüyordum ki sonunda gözlerini açıp bana soran gözlerle baktı. Tanrım bu adam anlama özürlü falan mıydı?

“Patilerini üzerimden çekte kalkayım!” diye çıkışmaya engel olamadım. Bazen önüne geçemediğim cevaplar veren bir çenem oluyordu ve cidden nerede ne demesi gerektiğini bilmiyordu bu çene.

“Bu patiler gece seni çok tatmin etmişti.”

Adamın sinirle kaşları çatık bir şekilde söylediği sözlerden sonra arkasını dönüp yatması gururumu kırmıştı. Sanki ben demiştim ona geceyi beraber geçirelim diye.

“Ahh! Tabi teşekkür etmem gerekliydi değil mi?”

“Evet! Benim gibi biriyle geceyi geçirdiğin için çok şanslısın!”

Yataktan kalkmış üzerimi giyerken duyduğum bu sözler üzerine kaşlarımı çatarak baktım yatakta sırtı bana dönük yatan adama. Kendini beğenmişlikte sınır tanımayan yabancıya…

“Yalvardım değil mi sana benimle yat diye… Ama bakıyorum da sende halinden pek şikâyetçi değilsin!”

Son sözlerimden sonra başını bana doğru çevirerek üzerime göz gezdirdi. Bu sırada gömleğimi giyiyordum. Bana karşı bakışlarını hissedince kaşlarımı çatarak baktım. Daha ne diye beni süzüyorsa… Görebileceğinden daha fazlasını almıştı sonuçta değil mi?

“Ne yalan söyleyeyim bu vücudun boşa gitmesini istemezdim,” deyip de başını tekrar yastığa koyduğunda sinirlerim tepeme çıkmış benden bahsetme biçiminden hiç hoşlanmamıştım. Hem de hiç!

“Sarhoştum ve sen benden faydalandın… İşte bu kadarlıksın sen!”

Gülerek bakışlarını üzerime sabitlerken “Aslında yanlış cümle… İkimizde sarhoştuk ve ister kabul et ister inkar et ikimizde bunu istedik!” dediğinde sinirle ayağımı yere vurdum ve umursamadan arkamı döndüm. Odadan çıkmak için hamle yaptığımda sinirden kendimi kaybetmeme neden olacak cümleyi kurdu.

“Otel parasını ben öderim o kısmı sen dert etme!”

Duyduğum cümleyle şok olmuş bir şekilde arkamı döndüğümde sırtını bana dönmüş yatıyordu. Ne dediğini anlamadım başta… Yani dememiştir herhalde… Mümkün değil dememiştir. Ama duyduğum… Ne yani bu kadar mıydı? Beni ne zannediyordu… Bir fahişe falan mı? Yok, bir de gece için para verseydi…

Hiç bu kadar aşağılandığımı hatırlamıyordum. Sinirlerimi tepeme zıplattı bu sözleri. Resmen burnumdan soluyordum. Şimdi onu camdan aşağıya atmak için her şeyimi verirdim. Önce hadım eder sonra karşısına geçer gülerek aşağı atabilirdim. Lanet olsun ama şuanda dediğine karşılık yapacak bir şeyim yoktu. Arkamı dönüp gidemezdim de. Tanrım! Lanet olsun.

Kendime kendime sinirden kudururken komidinin üstündeki sürahi gözüme çarptı. Komple ıslatmama yetmezdi ama ona bu dediklerine karşılık en azından bunu yapabilirdim. Hemen sürahiyi alıp yatağın kenarından destek alarak başından aşağıya döktüm. Bir anda ne olduğunu anlamdan yatakta zıpladı. Bende gülmeye başladığım, çarşafı beline dolayarak kaşlarını çattı.

“Sen ne yaptığını zannediyorsun?”

“Otel parasını öderim de ne demek?”

“Seni ben getirdim otele tabi ben ödeyeceğim.”

Birbirimize kaşlarımız çatılı bir şekilde bakarken son söylediğim sözler onu şaşırtmış olacak ki kaşlarını kaldırıp doğal bir şekilde açıklamaya çalışmıştı ama bunun altında kalamazdım.

“Otel parasını ben öderim lafı fahişelere söylenir. Sen bana bir fahişe muamelesi yaptın karşılığı bu değildi ama bununla idare et. Gerçi bu karşılık biraz az kaldı ama neyse… Dua et ki acelem var seninle uğraşacak boş vaktim yok!”

Kapıyı çarpıp çıktığında peşimden bir şeyler dediğini duymuş ama üzerinde durmamıştım. Aslında baya bir bağırma sesi gelmişti bu da beni biraz da olsa memnun etmişti eee ne de olsa onu uykusundan etmiş bununla kalmamış sinir etmiştim.  
Onu daha fazla umursamamaya karar vererek resepsiyona gidip otelin parasını ödedim. Aslında onu bu dediklerine pişman bırakacak bir şeyler yazıp bırakmak isterdim ama toplantı şuanda onun dediklerinden daha önemliydi.  Otelden çıkıp bir taksiye binerek direk eve gittim. Henüz toplantıya bir buçuk saat vardı ve benimde iyi bir duş ve temiz giysilere ihtiyacım vardı…
Eve geldiğimde direk yatak odama gidip üzerime giyecek yeni kıyafetler ayarlamaya çalışırken bir yandan da yardımcım olan Justin’i aradım. Normalde benim telefonlarımı ikinci çalışta açan Justin şimdi uzunca çaldırmama rağmen açmamıştı.

“Alo?” Tam kapatacakken karşı taraftan sesini duymak bana kendimi rahat hissettirmiş tanıdık bir liman gibi gelmişti “Ashley? Bir sorun mu var? Toplantıyı hatırlıyorum ama bir buçuk saat var daha, değil mi?”

“Ne kadar var biliyorum ama yardımına ihtiyacım var. Şimdi kalkıyorsun ve şirkete gidip şu ortaklık sözleşmeleri ile ilgili dosyayı buluyorsun.”

“Neredeki dosya? Hem neden ki?” Yavaş yavaş sooyunmaya başlamışken telefonu kulağımla omzum arasına sıkıştırmış konuşuyordum.

“Masamdaki kırmızı dosya… Ben anca toplantıya yetişirim. Bu yüzden toplantı öncesi her şey hazır olsun! Gecikecek gibi görünüyorum.”

“Tamam da Ashley daha bir buçuk saat var sen o saatte dosyayı on defa hazırlarsın”

İç çekerek gülümsedim, Justin’in sesi uykulu geliyordu. Henüz uyanamamış hatta eminim ki yataktan bile kalkamamıştı. “Justin, şimdi duşa gireceğim ve hazırlanacağım. Sabah trafiğini göz önünde bulundurursan anca toplantıya yetişirim.”

“Off! Tamam, her şeyi hazır farz et!” dediğinde karşılıklı olarak telefonları görüşürüzlerle kapattık.

Justin başarılı bir çocuktu. Hukuk fakültesi son sınıftaydı, oldukça hevesli ve öğrenmeye açıktı. Gelecek vaat eden iyi bir avukat olacaktı. Buna yürekten inanıyordum çünkü hiçbir zaman pes etmeyen ve azimli bir yapısı vardı. Yanımdaki ikinci stajyerimdi ve Justin’den oldukça memnundum. Yanımda iki yıldır çalışmasına rağmen hiç hata yaptığına, bir şeyin dikkatinden kaçtığına tanık olmamıştım.

Sıcak suyun altında akşamdan kalma izleri vücudumdan akıtırken olanları hatırlamaya çalışıyordum ama sadece derin bakışları hatırlıyordum. O bakışlara kendini beğenmişliği ve ukalalığı yakıştıramasam da öyle bir adamın beni tek gecelik bir kadın zannetmesi de gururumu kırıyordu. Gerçi buna ben sebep olmuştum ama yine de… böyle düşülmek pek hoş değildi. En azından bir ders almıştım alkol bana yaramıyordu! Bir daha sarhoş olacağımı sanmıyordum.

Oyalanmadan duştan çıkıp bornozumu giydim. Islak saçlarımı kurutup düzleştirmem, üzerimi giyinmem sadece kırk beş dakikamı almıştı ve hafif, uğraştırmayacak kadar az bir makyaj yapıp aynada kendime baktığımda karşımda kendinden emin öz güveni yüksek bir kadın görüyordum. Nedense şuanda kendimi hiç öyle hissetmiyordum.  

Bir kez daha iç çekerek daha fazla vakit kaybetmemek için hızla çantamı hazırladım ve evden çıktım. Koşar adımlarla garaja inip arabana bindiğimde çok az zamanım kaldığının farkındaydım. Gerçi geç kalmam da çok önemli değildi sonuçta sevgili CEO’muz Jackson Ride her zaman toplantılara on dakika geç gelirdi!

Biraz iyi bir gelirimin olmasıyla sağladığım birikimlerim biraz da babadan gelen maddi destekle geçen sene almış olduğum Audi A8 marka arabamla sessiz ama hızlı bir çıkış yaparak trafiğe karıştım. Yoğun ama akıcı olan trafikte ilerlerken önüme gelen her kırmızı ışıkta durmak da anca benim şanssızlığım olurdu! Hani bir aceleniz olurda yetişmek için çırpınırken evrenin yaydığı enerji geç kalmanız yönünde olur ya işte şimdi o enerji sanki benim geç kalmam için yayılıyordu evrene.

Kırmızı ışıkta durmuş saçma sapan şeyler düşünürken parmaklarımla direksiyonda ritim tutuyordum. Sanki saniyeler geçmiyor gibiydi. İç çekerek yolcu koltuğunda duran zarfları elime aldım ve kimlerden geldiğine bakındım. Jones Avukatlık Bürosu… Singh Holdingler Grubu… Borghensee Holdingler Grubu… Israrla onlarla çalışmamı teklif eden üç yer. Belki de ciddi anlamda işten ayrılmayı düşünmeliydim. Belki de yeni bir başlangıca ihtiyacım vardı. Belki de Washington’da yaşamak New York’ta yaşamaktan daha kolay olacaktı benim için. Peki ben her şeyi geride bırakıp gidebilecek miydim? 

Karma karışık olan kafamı biraz olsun sakinleştirebilmek için başka şeylere odaklanmak istedim. Bakışlarımı önce ışığa sonra da yanımda benimle beraber bekleyen arabalara yönlendirdiğimde telefonum çalmaya başladı. Justin… şu anda beni arayabilecek tek kişi oydu. Telefonumu elime alıp da yanılmadığımı görünce gülümsedim.

“Tanrı aşkına Ashley! Neredesin?” Telefonu açıp kulağıma koymamla beraber kulağıma Justin’in endişeli ve telaşlı sesi geldi.

“Sakin ol, on dakikaya oradayım.”

“Acele et! Sen hiç geç kalmazdın, iyi misin? Ayrıca herkes geldi, bir sen yoksun! Cidden herkes geldi! Herkes derken herkesi kastediyorum! CEO dahil!”

“Geliyorum…”

Derin bir nefes alarak telefonumu kapatmamla yeşilin yanması arasında sadece birkaç saniye vardı. Hiç yapmadığım kadar hızlı bir kalkış yaparak ve hızımı azaltmadan holdinge sürdüm arabayı. Şans bana gülmüş yoğun olan trafik azalmıştı. İşe varmam on dakikadan az bir zaman almıştı. Justin odaya girdiğimi görünce gözle görülür bir rahatladığında gülümsedim.

Odama girmeme izin vermeden elimden çantamı alıp masamın üzerine koydu ve elindeki dosyaları bana vererek koluma girdi.

“Öncelikle günaydın! Bir an hiç gelemeyeceksin zannettim. Herkes toplantı odasına geçti ve birkaç dakika önce arayıp seni sordular. Her neyse biliyorsun ki ben toplantıya katılsam da stajyer olduğum için söz hakkım yok bu yüzden sana gerekli detayları hemen anlatayım.”

Justin’in nefes almadan konuşmasını dinlerken dosyayı elimde sımsıkı tutmuştum. Bir kez daha eski nişanlım ile eski dostumun kırıştırmasını izlemek zorunda kalacak olmama kendimi alıştırmaya çalışıyordum. Artık ne kadar alışabilirsem!

Toplantı odasına girdiğimde herkes yerlerine yerleşmiş benim gelmemi bekledikleri aşikar yüzlerinden okunuyordu. Herkes ait oldukları koltuklara otururken Kate, Jackson’ın yanındaki koltuğa oturmuştu. İstemsiz olarak kaşlarım çatıldı. Normalde onun oturması gereken koltuk orası değildi ki ben bile nişanlılığım süresince oraya oturmamıştım ki benim yerimken o koltuk… şimdi onu orada görmek kötü hissettirmişti. Ama asıl yaralayan şey bakışlarındaki ben kazandım sen ise kaybettin bakışıydı.

Umursamaz davranmaya çalışarak yerime oturdum. Sonuçta herkes bitmişti daha fazla bu detaya takılmanın ne bana ne de onlara bir faydası vardı. Gerçi Kate’e vardı çünkü o bu durumdan fazlasıyla zevk alıyordu!  

Benim yerime oturmamla beraber herkes önlerinde dosyalar incelemeye ve kendi bölümleriyle ilgili gelişmeleri aktarmaya, tartışmaya başladılar. Her ay olduğu gibi bu ayda aylık giderlerimiz ve gelirlerimiz, elde ettiğimiz karlar, ortaklık teklif eden şirketler hakkında daha genel incelemeler, o şirketlerin çalışma prensipler ve çalışanların verimi, bizim çalışanlarımızın durumu, gelirler ve giderleri, karları olmak üzere her şey konuşulmuştu. Benimle ilgili kısımlara henüz gelinmediğinden sessizce yerime oturmuş dinliyordum.

Herkes birimiyle ilgili konularda görevlerini yerine getirmişti. Hukuki işlerde ise benim sıram gelmişti. Ortaklık teklifini kabul edip de anlaşmaları imzaladığımız bir şirketle ilgili hukuki sözleşmeyi ben hazırlamıştım ve o kadar güvenilen bir çalışandım ki iki tarafta bu sözleşmeyi okumadan imzalamıştı. Her ne kadar geç kalınmış olsa da Jackson sözleşmeyi okumak istedi. Ondan böyle bir davranış beklediğim için çoğaltılmış olan sözleşmenin bir kopyasını ona diğer kopyalarını da toplantı masasında bulunan herkese dağıttım. Kimsenin bir açık bulamayacağına o kadar güveniyordum ki hiç tedirgin hissetmiyordum kendimi. Herkes sessizce okurken her maddesini bildiğim sözleşmeyi tekrardan okuma gereği bile duymadım.

“Bu sözleşme de ne demek oluyor?”

Jackson’ın öfkeli çıkışı beni irkiltse de bunu kimseye belli etmemeye çalıştım. Onun bana sinirlendiğini pek hatırlamıyordum dolayısıyla sözleşmede bir hata yaptığımı düşünmeye başlamıştım. Sesimdeki şaşkın bariz bir şekilde belli olarak “Hata mı var?” diye sordum.

“Evet! Son madde…” diyerek bağırması sadece beni değil herkesi şaşırtmıştı. Jackson normalde öfkesini soğukkanlılığının altına saklardı şimdi ise farklı biri gibi davranıyordu. “Şimdi son maddeyi sesli okuyun lütfen Bayan Grench”

Emredercesine konuşmasına karşılık kaşlarım çatılsa da sinirimi dışıma vurmamaya çalıştım ama içimden bir ses onun bu davranışlarının ardında bir şey olduğunu söylüyordu

“Anlaşma yapılan şirketle yüzde elli ortaklık söz konusu olduğundan elde edilen karın eşit olması gerekmektedir.  Eğer bir şirket diğerinden fazla kar yapmışsa diğer tarafın talebi ile fazla olan miktar paylaşılacaktır… Uzlaşma olmadığı takdirde anlaşma sahibi taraflardan biri mahkeme kararı ile fazla olan karın tazminatını alacaktır!”

Sesli bir şekilde okuduğum maddede herhangi bir hata veya şirketin zararına olacak bir durum söz konusu değildi. Herkesin şaşkınlığını bende yazarken başımı okuduğum kağıttan kaldırım kaşlarım çatık halde Jackson’a baktım.

“Bu ne biçim bir madde?” Ayağa kalkmış, ellerini masaya dayamış bakışlarını bana dikmişti. Her an saldırıya geçecekmiş gibi görünüyordu.

“Maddenin nesi varmış? Bu madde her iki tarafında çıkarına olacak…”

“Ben bir tek o tarafın çıkarını görüyorum! Bu anlaşmaya bu maddeyi koymanı onlar mı istedi?”

Sabrımı sınıyor, suçlamalarıyla sakin kalmamı imkânsızlaştırıyordu. “Dalga geçiyorsun değil mi? Şimdi de rüşvetle mi suçlayacaksın beni?”

“Aksini ispatlayabilir misin?”

“ Ne saçmalıyorsun sen? Jackson senin benimle ne alıp veremediğin var! Bu maddeyi bütün şirketler ortaklıklarında kullanıyorlar… Üstelik şirketin her sözleşmesinde var bu madde!”

“Lanet olsun! Dün gece kimin koynundaydın?”  

Tek bir soru… Herkesin şaşkınlığını doruk noktasına çıkaran ve bakışları üzerine toplanmasına neden olan tek bir soru… O an için beni de şaşırtsa da hızla çalışan beynim onun bu sorusuna karşılık mantıklı bir soru üretmişti hemen. “Dün gece evde olmadığımı nereden biliyor?”

Sahiplenme mi yoksa kıskanmamı vardı bu davranışının altında bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı artık hayatıma müdahale edebilecek bir konumda değildi.

“Bay Ride bana etmiş olduğunuz hakaretler için sizi dava etmeyeceğim. Benim hayatıma müdahale hakkına sahip değilsiniz!  Bu şirkette işe başlamadan önce yapılan sözleşmede şahsıma gelecek herhangi hakaret içerikli söz ile istifamı vereceğimi ve karşılığında yüz bin dolarlık tazminat alacağımı yazdırmıştım ve bu şartım şirket sahibi tarafından imzalandı.”

Onun sinir olacağını bildiğimden kendimden emin ve oldukça sakin bir şekilde arkama yaslanmış otururken kelimelerimi tane tane söylemiş ve her kelimemde yüzünün aldığı öfkeli kaybetmişlik ifadesini izlemiştim. Bundan keyif almış mıydım? Hayır! Onunla ilgili hiçbir şey bana artık keyif vermiyordu. 

“Bunu yapamazsın!”  

Yüzümde onu sinir edeceğini bildiğim bir ifade ile “İstifa ediyorum!” dedim. 

11 yorum :

  1. Hatunuuum. Resmi olarak ilk bölümün hayırlı uğurlu olsun diyorum :D Bu aynı bölüme bilmem kaçıncı yorumum olacağı için kısa tutacağım artık. Detayları zaten sen biliyorsun :D

    Aslında ben Türk yazarların yabancı karakterlerle yazması olayını pek sevmiyorum ki sana da bunu Türklerle yazman için az dil dökmemiştim :D Ash ve Brandon'a alışacağız artık. Aklım ister istemez diğer isimlere kayıyor tabii ki :D

    Eleştirilerimin tamamen imla ile ilgili olduğunu biliyorsun :D Hoş kaç sene önce yazılmış hikaye ki bir şeyi düzenlemek sıfırdan yazmaktan daha zor bunu çok iyi bir şekilde kavradım ben de :D Eminim senin de kafan bir nokta da davul gibi olmuştur haha :d Ama ben yine de buraya böyle ufak bir not düşeyim: Virgüllere -de ve -da'lara biraz daha özen okumayı çok daha kolaylaştıracak ve hikayenin ne kadar güzel olduğunu çok daha net bir şekilde görmelerini sağlayacaktır insanların :)

    Bu hikayeyi baştan baştan pek çok kez okumuş birisi olarak (hoş İnci bir şeylerin değişeceğini söylüyor ama) okuyun diyorum efenim. Bir süre sonra içinde yaşamaya başlıyorsunuz :D

    Tekrar hayırlı olsun hatunum, gönlünce olur umarım :*

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türkçe'min zayıf olduğunu söylesem kurtaramaz mıyım durumu ;) :P hehe önerilerin dikkate alınacak :) :*

      Sil
  2. Bayıldııım! Bir hukuk öğrencisi olarak daha çok ilgimi çekti. Çok akıcı olmuş, olaylar sıradan gibi gözükse de oldukça meraklandırıcı. Ufak tefek imla sorunları da düzelirse, mükemmel bir iş olabilir. Eline sağlık ve lütfen devamı için çok bekletme bizi! :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vay canına hukuk öğrencisi? O zaman bu konularda hatalarım olursa affola :) sonucunda bizim karakterimizde avukat ;) teşekkür ederim yorumun için :) çarşamba akşamı bir aksilik olmazsa 2.bölüm gelecek :)

      Sil
  3. Allahiiiiim! Cok begendim nefesimi tutarak okudum.
    Cok akiciydi ama; sanki bir yerlere yetisiyormusum gibi hizliydi. Bu hizla sanki bir kac bölüm sonra bitecekmis gibi hissettiriyor.
    Yabanci isimler neden kullandiniz bilemiyorum tercih meselesi.
    Ilk aklima gelen su siralar cok fazla okudugumuz üzere beraber olduktan sonra ertesi gün toplantida karsilasacak olmalariydi. bekliyorum sabirsizlikla
    Ben de yazarken cok dikkatli olmamama ragmen okurken yanlis yazilmis kelimeler dikkat cekiyor.
    Sonuc olarak hayirli ugurlu olsun. Elinize yüreginize saglik. Keske daha önce gün tayin etmis olmaniza sevinmeseydim iki üc günde bir bölüm gelse fena olmazdi. Buradan Cigdem'e diyorum ki ' özür dilerim bir daha ne zaman bölüm yayinlarsan ses cikarmayacagim . Tövbeler tövbesi :)
    Sevgiyle kalin
    Nevin...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hızlı mı? Zamanında yazarken bana öyle gelmemişti ama başlangıç bölümü olarak öyle oldu diyelim ya da konuya girmek için bir an önce... Sanırım savunamadım kendimi :))
      Açıkçası Türk isimleri denedim denemedim değil ama New York ve evlilik öncesi ilişki, beraber yaşamalar vs. bizim kültürümüzde pek olmayan şeyler ve bu hikayede de bunlar olacağı için yabancı isimleri daha uygun göründü gözüme. Ama Türk isimleri ile de yeni çalışmalar yapacağım :))

      İmla hatalarını vs. düzelteceğimden emin olabilirsin. Hızlı bir düzenlemeden oldu bunlar daha dikkat edeceğim ;) umarım :))
      Yorumun için teşekkür ederim. :)

      Sil
  4. Sevgili inci.kitabını arkadaşım Mine nin meth etmesi sayesinde başladım. Çok başarılı buldum.Ben de acaba Brandon aşığı olurmuyum bilmiyorum ama sanırım sıkı bir takipciniz oldu :) haydi hayırlısı kalimine sağlık canım♡♡

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahhh çok teşekkür ederim, dilerim aşığı olursun şahsen eğer böyle aşk başlatabiliyorsam demek ki iyiyim derim :) Dilerim beğenmeye devam edersin diğer bölümleri de :)

      Sil
    2. Gulsumcum emin ol çok seviceksin amaaaa brandon benim sakin unutma ha ha memnun kalicagini biliyordum arkadasim inci güzel bi yazar bundan emin olabilirsin Cnm :)

      Sil
    3. Amanınnnn egolarım tavan yaptı Mine :D çoook teşekkürler :)

      Sil
  5. Canımın içi tabiki Brandon senin :) inci sağ olsun yazmış be :)

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın