8 Haziran 2014 Pazar

11 Eylül'de Ayaz - 5. Bölüm


E~

Ne diyeceğimi bilemeden kapının önünde durmuş, gözünü dahi kırpmadan bana bakan Ayaz’a temkinle bakıyordum. Belki biraz da korkuyordum. Ayaz’ın gözlerindeki öfke son derece ürkütücü görünüyordu. Elimde olmadan yutkunarak bir adım geri çekildim.

Biraz önce yaşadığım şeylerin gerçekliğini idrak etmekten kaçınmaya çalışıyordum çünkü korku kelimesi dahi yaşadığım dehşeti anlatmak için yeterli değildi. Aslında ilk anda yalnızca Ayaz’ın sarhoş ve asla onunla baş edemeyecek gibi görünen bir adamla tartıştığını görmüştüm. Ortada bir tehlike varmış gibi görünmüyordu. Annemin duymaması için elimden geleni yaparak botlarımı ve montumu giyip bahçeye çıktığımda yaptığım şey merakıma yenik düşmek olmuştu. Aslında sadece onları duyabilmek için biraz yakınlaşmak istemiştim çünkü o kahrolası Ayaz’la ilgili her detayı kendime yakıştıramadığım bir yoğunlukta merak ediyordum.

Sesleri duyduğumuzda insanların bize söylediği şeyi dinleyen annem, beni sert bir şekilde odamda kalmam için uyarmış ve kendisi de yanımda kalmaya çalışmıştı. Ama onu kendi odasına dönmeye ikna etmiştim. Annem insanların kendisine söylediği şeyi yapıyordu: Ayaz’la ilgili çıkan olayları görmezden geliyordu. Bunun ne kadar acımasız olduğuyla da ilgilenmiyor gibiydi.

Yeni komşularımız anneme bunu söylemişlerdi: Ayaz’ın yaşadığı olaylara göz atmanın dahi insanın başını derde sokabileceğini… Herkese karşı bu kadar umursamaz olup olmadıklarını merak etmiştim. Ve işte, yine buradaydım. Üç gündür istikrarla görmezden geldiğim ama aklımdan çıkmayı reddeden adamın karşısındaydım.


Bahçeye ulaştığımda Ayaz’ın onun sevgilisi ile ilgili bir şeyler söylediğini duymuş, canımın sıkılmasını engelleyememiştim. Sümsük herif! Belki de adamın sevgilisini baştan çıkarmıştı? Bahçe kapısının yanındaki ağacın arkasında gizlenirken Ayaz’a kendi kendime öfkeli bir bakış atmıştım. İşte tam o anda da sarhoş adamın belinden çıkardığı silahı görebilmiştim.

İlk tepkim korku dolu bir çığlık atmak olacaktı ama iki elimi birden, son anda ağzımın üzerine kapatarak bunu engelleyebilmiştim. Belki de yapmam gereken tek şey, arkamı dönüp sessizce evime dönmek ve telefonumu bulup derhal polisi aramak olmalıydı ama Ayaz’a doğrultulan silah nefesimi kesmişti. O yüzden olsa gerek beynine oksijen gitmeyen bir aptal gibi, azalan karda sessizce yürümenin ya da adama yaklaşmanın hiçbir yolu olmadığı halde, adamın kafasına vurabileceğim bir şeyler aramaya başlamıştım.

Bir kenarda bulduğum kalın tahta parçasını elime alırken, adamın Ayaz’a söylediklerini duyabiliyordum. Onun ölmesini kimsenin umursamayacağı ile ilgili olanları… Doğru değil, diye bağırmak istemiştim. Ayaz’ın ölmesi fikrini aklıma getirmeye bile dayanamıyordum. O beni umursamıyor olabilirdi, öküzün teki olabilirdi ama yine de bu fikre dayanamıyordum işte. Bu yüzden daha fazla düşünmeden onlara doğru yavaşça yürümeye başlamıştım.

Aslında Ayaz’ın beni ilk gördüğü andaki tepkisi kafamı karıştırmıştı. Ayaz, bariz bir şekilde dehşete düşmüş görünüyordu. Neden? Onun hayatını daha çok riske attığım için miydi? Yoksa Ayaz da benim onun için endişelendiğim kadar, benim için endişelenmiş miydi?

Sorunun cevabını bilmiyordum. Ama şu an ne hissettiğini gözlerinden anlamakta da zorlanmıyordum.

 “Eve gitmek istiyorum,” diye mırıldandım. Sesim çatlamadığı için minnettardım.

Ayaz, derin bir soluk alıp gözlerini yumdu. Kendisini sakinleştirmek istiyormuş gibi görünüyordu. Ben de kendimi, içten içe sakinleşmesini dilerken buldum. Dışarıda tüm o yaşananların üzerine bir de onun öfkesine maruz kalmak istemiyordum. Gözlerini kısa bir süre sonra yeniden açtığında umutla ona baktım. Pek de sakinleşmiş görünmüyordu. Konuşmaya başladığında alçak ama öfke dolu olan sesi evin içinde çınlayarak kulaklarıma ulaştı.

“Sen ne yaptığını zannediyorsun?” diye sordu. Sorunun ciddiyetini anlamamı istediği için olsa gerek gözlerini tek bir an bile gözlerimden ayırmamıştı.

Geri adım atmamı beklediğini hissedebiliyordum. Bir şekilde ondan ürktüğümü hissetmiş olmalıydı. Ama hissedemediği başka bir şey vardı. O da tavrının içimdeki korkuyu yok ettiği ve beni öfkeyle doldurduğuydu. Korksam dahi bir kenara pusmazdım. Bunu öğrense iyi olurdu. Üstelik içimde bir yerlerde onun bana zarar vermeyeceği hissini de saklıyordum. En azından fiziksel anlamda güvende olduğumu bilmek de bana fazladan cesaret veriyordu.

“Sanırım az önce hayatını kurtardım. Yine,” dedim üstüne basa basa. Geri adım atmayacağımı göstermeye çalışıyordum. “Biraz minnettar olamaz mısın?”

Ayaz, söylediklerime inanamıyormuş gibi baktı. Galiba çileden çıkmak üzereydi.

 “Ya herif seni çekip vursaydı? Ha? Nasıl bir aptalsın sen!” diye bağırdı. Üslubundaki azar tonu beni deli ediyordu.

“Sana ne!” dedim aynı tonda karşılık vererek. “Çok mu umurunda bana ne olacağı? Aptallık ya da değil. Yapmak istedim ve yaptım! Sana ne!”

“Sen manyak mısın? Ölebilirdin!”

“Sen de ölebilirdin. Ama ölmedin, ikimiz de ölmedik. Ne uzatıyorsun?”

Cevabım karşısında Ayaz’ın gözlerinin kocaman açılışını seyrettim. Aslında kendi söylediğim şeye ben bile inanamıyordum. Ölmekten sıradan bir şey gibi bahsetmek mi? Tüylerimin diken diken olmuştu. Şu an evde olsam büyük ihtimalle yatağımın içinde titriyor olurdum. Olayı gittikçe daha çok idrak etmeye başlarken bedenimi o beklenen titremenin sarmaya başladığını fark ettim.

Hayır, şimdi kendimi bırakamazdım. Bunu eve saklıyordum. Kendimi toparlamak için aklımı başka bir şeye odaklamaya çalıştım. Sorumun cevabını da merak ediyordum. Ayaz, kendi atlattığı tehlikenden çok neden benim risk almış olmama takılmıştı ki bu kadar? Onun sadece kendisini düşünen bencil bir pislik olması gerekmiyor muydu? Belki de sadece başının çifte belaya girecek olmasından korkuyordu, kim bilir?

Yanıt vermesini bekleyerek gözlerimi Ayaz’ın gözlerine diktim.

“Ne demek ne uzatıyorsun? Senin bir hayatın var. Adam gibi bir hayatın var. Sana ne benim boktan hayatımdan!”

“Ben yaptığım şey için pişman değilim! Boktan ya da değil senin de kendi hayatını yaşamaya hakkın var.”

Ayaz’ın histerik kahkahasını işittim.

“Benim bunu istediğimi nereden çıkardın?”

Bu da ne demekti şimdi? Yaşamak istemiyor muydu?

“İstemelisin…” dedim. Sesim bu kez yumuşak ve kararsızdı. “Herkes hayatını yaşamak ister.”

“Ama ben, istemiyorum. Anladın mı? Bu anasını sattığımın hayatını istemiyorum. Senin gerekli gereksiz her şeye burnunu sokmanı istemiyorum. Aptal bir velet gibi beni takıntı haline getiren bir kızın ölümüne sebep olmak da istemiyorum.”

Tokat yemişçesine bir adım geri çekildim. O ise konuşmaya devam ediyordu. “Git ve yaşa. Anladın mı? Benden uzak dur. O siktiğimin penceresinden de uzak dur. Oradan baktıkça göreceğin sadece bu!” Kollarını iki yana açarak kendisini gösterdi. “Pisliğin içinde boğulmak üzere olan bir herif!”

Gözlerime tırmanan gözyaşlarını bastırmaya çalışarak, “Takıntılı bir velet…” diye mırıldandım. Sesim bana ihanet ederek kırılganlığımı ve karşısında aslında ne kadar zayıf olduğumu belli ediyordu. “Ben sadece-”

“Sen sadece kimden uzak durması gerektiğini anlamayan aptal bir veledin tekisin.”

Artık ona bakamıyordum. Ayaz’ın sözleriyle bir utanç denizinin içine düşmüş gibiydim. Az önce yaşadığı tüm dehşetin, o sözlerle birleşerek üzerime hücum ettiğini hissettim. İyi değildim. Titreyen ellerini, yumruk haline getirdim.

“Gitmek istiyorum.”

Galiba bir histeri krizinin eşiğindeydim. Midem bulanmaya başlamıştı. Kusmamak için gözlerimi yumarak burnumdan derin bir nefes almaya çalıştım. İşe yaramıyordu. Yeniden gözlerimi açtım. Dengemi kaybediyordum. Avuçlarımın içi terliyordu. Ayaz’ın isteksizce “İyi misin?” dediğini belli belirsiz işittim.

Bir de soruyor muydu? Eğer enerjim olsaydı gülebilirdim. Ama onun yerine, az öncekinden daha zayıf bir sesle, “Gitmek istiyorum,” diye tekrarladım. Gitmek istiyordum.

Peki neden gitmiyordum?

Bulanıklaşmış olan zihnimde hareket etmeye çalışmadığımı fark edince kapıya baktım. Ayaz, üstelemeden kapının önünden çekilerek gitmem için yolu açmıştı. Bense onun bu hareketini algılamakta zorluk çekmiştim çünkü tüm enerjimi kendimi bırakmamaya çalışmakla harcıyordum. Bir an için kıpırdamadan durduktan sonra hızla kendime gelerek kapıya doğru yürüdüm. Kapı kolunu yakaladığımda bir anlığına gözlerim kararmasaydı iyi de gidiyordum aslında.

Şimdi bayılamazdım, şimdi olmazdı. Daha fazla zayıf görünmeyi kendime yediremiyordum. Ayaz’ın sendelediğimi fark etmediğini umarak kapı kolunu kavramaya çalıştım ama ben daha elimi kaldırmadan önce onun büyük elinin sırtıma dokunduğunu hissetmiştim. Bir an sonra ise, kendimi onun kucağında buldum.

“Ne yapıyorsun?” diye sordum bıkkınlıkla. Ona daha etkili bir şekilde itiraz edecek enerjiyi kendimde bulamıyordum.

“Seni eve ben götüreceğim.”

Az önce zayıf görünmemeye çalışıyordum değil mi?

“İstemiyorum, bırak,” diye mırıldandım. Ses tonum beni bile ikna etmekten uzaktı.

“Biraz sussana.”

Dudaklarını birbirine bastırdım. Bacaklarımın da titrediğini hissediyordum. Beni taşımasını yere kapaklanmaya tercih ederdim.

Ayaz, kapıyı açarken beni kendi bedeninden özenle uzak tutuyordu. Yeniden ağlama isteği duydum. Hala ona yakın olmak istediğime inanamıyordum. Merdivenlerden aşağı inerken, kendi karanlık evime şöyle bir göz attım. Annem şu an bu halimi görse muhtemelen kalp krizi geçirirdi. Yine de Ayaz, beni sessizlik içerisinde, zorlanmadan evlimize doğru taşırken sesimi çıkarmadım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. İki saniye içinde, duygusal açıdan pestile dönmüştüm. Ağlamamak için dudağımı ısırdım. Hayır, onun önünde ağlamayacaktım. Kısa bir süre içinde evinde olacaktım. O zaman istediğim kadar ağlayabilirdim.

Neden bu kadar yavaş yürüyordu? Kafamı kaldırarak ona baktım. Onu da bana bakarken yakalamıştım. Gözlerimiz birbirine değdiğinde kafasını hızla çevirince tüm melankolimin içerisinden gülme isteğimi yakaladım. Gözlerimi ondan ayırmıyordum.

“Ben velet değilim.”

Kendi sesimi duyduğumda şaşırmıştım. Bunu söylemeyi planlamıyordum. Yine de söylediğim için pişman olmadan ona baktım. İç çekmekten başka bir yanıt vermemişti. Ve hala çok yavaş yürüyordu. Çoktan evde olmalıydım. Bu kez daha kararlı bir sesle, “Korkak ya da zayıf da değilim,” dedim, ne kadar korkak bir açıklama olduğunu görmezden gelerek. Sesim kulağa beş yaşındaki bir çocuğa aitmiş gibi geliyordu.

“Anladın mı?”

Ayaz’ın dudaklarında bir gülümsemenin kıpırdar gibi olduğunu gördüm. Gerçekten görmüştüm. Şimdiye kadar gördüğüm tüm o alaycı ya da oyuncu gülüşlerinden uzak gerçekten bir gülücük gibi bir şeydi dudaklarındaki o ufacık şey.  O hızla ciddiyetini yeniden kazanırken, “Gülümsedin,” dedim küçük bir çocuk gibi. “Gördüm.”

“Hayır, gülümsemedim.” Benimle inatlaşıyordu.

“Gülümsedin.”

“Hayır.”

Ne yaptığımı fark etmeden parmaklarımı dudaklarına uzattım ve hafifçe o güzel tebessümün belirip kaybolduğu yere dokundum. “Gördüm işte. Buradan,” dudağının kenarından başlayarak bir iki santimlik ufak yerde parmağımı kaydırdım, “buraya kadar gülümsedin.”

Elimi yavaşça geri çekerken Ayaz’la aynı anda yutkundum. Onun bana bakmayı reddetme sebebini anlamıyordum ama ben gözlerimi ondan ayıramıyordum. Şu an kucağında olup da başımı omzuna yaslayamamanın nasıl bir saçmalık olduğunu da kavrayamıyordum.

Oysa ne kadar kolay olurdu omzuna yaslanıp kokusunu içime çekmek. Belki, o da anlıma yumuşak bir öpücük kondururdu?

Bunu düşünebiliyor olmam bile inanılmazdı. Gerçekten iflah olmaz bir romantiktim. Zavallıydım.

Nihayet o upuzun kısacık yol bittiğinde kendimi ayaklarımın üzerinde buldum. Hamurumdaki nazik kız beni taşıdığı için ona teşekkür etmem gerektiğini söylüyordu. Ama ben, onun hayatını kurtardığım halde bırak teşekkür almayı üstüne bir de azar işitmiştim. Hakaretlerle harmanlanmış olan bir azar… Bunu düşününce vazgeçtim. Ona teşekkür falan etmeyecektim.

Yine de belli belirsiz, “İyi geceler,” diye mırıldandım. Hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp gitmeyi beceremiyordum. Ayaz kafasını sallayarak içeri girmemi beklerken son bir kez ona baktım. Bu akşamdan sonra aramızdaki bazı şeylerin değiştiğini biliyordum. Bu değişimin iyi mi ya da kötü mü olduğunu bilmiyordum. Onun açısından da kendi açımdan da… Ama bir şeyler kuşkusuz değişmişti.

Anahtarımı bulmak için cebime uzanırken kapının açılmasıyla yerimden sıçradım. Ah, hayır! Annem bembeyaz bir suratla kapıyı açmıştı. Yutkunarak ona baktım. Gözlerindeki ifadeyi okuyamıyordum. Korkmuş görünüyordu. Bu saatte, bu havada, üzerinde sabahlığıyla dışarı çıkmaya kalktığına göre yokluğumu fark etmiş ve nereye gittiğimi de tahmin etmiş olmalıydı. Şahane! Ben de bu geceki tüm hasarın yalnızca Ayaz tarafından verileceğini sanıyordum.

“Anne…” diyerek konuşmaya çalıştım ama onun kapı önünde konuşmaktan daha iyi fikirleri vardı. Bileğimi yakalayarak beni sertçe içeri çekti.

“Gir içeri!”

Onun öldürücü bakışlarının Ayaz’ın üzerine dikildiğini görebiliyordum. Bir ona bir bana baktıktan sonra yeniden Ayaz’a odaklandı. Ona selam verip kapıyı kapatmasını beklemiyordum.

“Sana gelenin Eylül olduğunu biliyorum,” dedi sert bir tonda. Sesi kısık ama öldürücüydü. Annemin bu konuda Ayaz’a benzediğini düşündüm. Ne yapacağını anlamıştım. Araya girmeye çalışarak, “Anne-” dedim bir kez daha ama beni umursamadı.

“Ama bu bir daha olmayacak, anladın mı beni delikanlı? Eylül ve seni bir daha asla yan yana görmek istemiyorum. İsimlerinizin aynı cümlede geçmesini bile istemiyorum,” dedi.

“Buna sen karar veremezsin,” diye çıkıştım. Aslında tepkisinde çokta haksız olmadığını biliyordum ama hala buna o karar vermezdi.

Annemin kafası kısa bir anlığına bana döndü. O an gözlerinde beliren bakışla bile beni kolaylıkla öldürebilirdi. İster istemez gözlerimi ondan kaçırarak Ayaz’a baktım. İfadesiz bir yüzle kısa bir an bana baktıktan sonra yeniden, bir kez daha konuşmaya başlayan anneme baktı. Annem onun söylediği şeyi kavradığından emin olmak istiyordu.

“Ne dediğimi anladın mı?”

Ayaz bana bir bakış daha attıktan sonra omuz silkti ve “Gayet net bir şekilde,” diyerek yanıt verdi. Bu biraz canıma minnet tarzında bir yanıttı.

Tamam, annem şu an beni de kazanıyordu.

“Sevindim, iyi geceler.”

Annem Ayaz’ın gitmesini beklemeden kapıyı suratına çarptı. Yüzünü bana öyle bir dönmüştü ki sanki karşısında yıllardır düşman olduğu birisi vardı. Yavaş adımlarla salona doğru ilerlerken, “Sakin ol anne, benim, kızın,” dedim hafif bir alayla. Canıma susamış olmalıydım.

“Ukalalık yapma,” diye bağırdı. Anlaşılan sağlam bir kavga istiyordu ama ben zaten sınırdaydım. Bugün daha fazla olayı kaldırabilecek gibi değildim.

“Bu konuşmayı yarın yapabilir miyiz?” diye sordum bıkkınlıkla. Odama gidip yatağımın içine sığınmak ve her nasıl bir kriz geçireceksem geçirip kurtulmak istiyordum. Her an salonun ortasına kusabilirdim.

Annemin “Hayır,” diye bağırdığını duydum. “Bu konuşma tam olarak şu an yapılacak. Sen ne yaptığını zannediyorsun Eylül? O ada-”

“Yeter!”

Çıkardığım montumu yere atarak bağırmıştım. Eğer bunu yalnız başıma ağlayarak atlamama izin vermezlerse ben de bağırmak zorunda kalırdım. Başka türlü içimdeki ne olduğunu bilmediğim öfke-hüzün arası hisle nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Sesimin ne kadar yüksek çıktığını umursamadan, dolu dolu olan gözlerimi anneme dikerek yeniden bağırdım.

“Yeter! Ne diyeceğini biliyorum. Aynılarını biraz önce Ayaz’dan da dinledim. Tamam, aptalım, salağım, veledin tekiyim! Oldu mu? Ama yeter. Bu gece için tek bir kelimeyi dahi kaldıracak halim kalmadı benim.”

Yanaklarımdan yaşların süzülmeye başladığını hissedebiliyordum. Sesim çatlıyordu. Ayaz’ın zıplattığı sinirimi annemin üzerine boşaltarak haksızlık ediyordum belki ama kendimi tutabileceğim kadar tutmuştum. Daha fazlasını yapamıyordum.

“Eylül-”

Annem ne söyleyeceğini bilmiyordum ama dışarıdan gelen telefon sesi ona konuşma şansı tanımadı. İkimiz de aynı anda kapıya doğru baktık. Anlaşılan Ayaz hala gitmemişti. Bir de kapıda durmuş laf dinliyordu öyle mi? Peki dedim içten içe. Gitmemekle iyi yapmıştı çünkü şu an, biraz önce onun karşısında olduğumdan çok daha fazla kendim gibi hissediyordum. Annemin kolumu yakalama çabasını atlatarak onu geçtim ve gözlerimdeki yaşları hırsla sildikten sonra Ayaz’ın uzaklaşmasına izin vermeden önce kapıyı açtım. Onu, gitmek için arkasını döndüğü anda yakalamıştım. Kapının sesini duyunca yeniden bana doğru döndü. Suratında küçük de olsa suçlu bir ifade belirmişti. İyi. Anlaşılan bazen insani tepkiler verebiliyordu.

“Kapı mı dinliyorsun?” dedim çıkışarak. Yanıt vermek yerine omuz silkti. Tabii ya, böylece konuşmaktan kaçabilecekti.

“Açıkça dinliyorsun! Aptal bir velet gibi!” dedim bana söylediklerini ona hatırlatarak. Hoşuna gitmiş olmalıydı ki gülecek gibi oldu. Ama akıllılık ederek yüzünü toparladı. Annem Ayaz’ı azarlıyor olmamdan hoşlandığından olsa gerek araya girmeye gerek görmüyordu.

Ayaz, “Az önce sessizce ağlamaktan yanaydın, şimdi fırça atmaya çalışıyorsun,” dedi. Tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. “Her zaman bu kadar değişken misin?”

Saçma sapan bir ifadeyle ona bakarak, “Bu senin üzerimdeki gereksiz etkilerinden birisi sadece,” dedim. Neden böyle söylediğimi bile bilmiyordum.

“Öyle mi? Diğerleri ne peki?”

Tabii ki bu soru gelecekti. Söylediğim şeyin karşılığında başka bir şey söylemesini beklemiyordum. Ama yanıt vermek yerine sert ses tonumu koruyarak, “Sen beni az önce evinden kovmaktan beter etmedin mi?” diye sordum. Annem, “Bir de evine mi girdin?” diye araya girse de umursamadan, “Ne şimdi bu konuşma aşkı?” diyerek devam ettim. “Kapı dinleyince konuşasın mı geldi?”

Ayaz ellerini teslim olur gibi kaldırarak geri geri yürümeye başladı. “Ovv. Şu an sert kız Eylül’le kavga edemeyecek kadar yorgunum. Gidiyorum,” dedi. Sesi yine o alaycı tondaydı. Ona öfkeli ve kesinlikle hoş şeyler ifade etmeyen saniyelik bir gülücük attım ve kapıyı sertçe kapattım. Hala dalga geçebiliyordu. Hah!

“Bana cevap ver Eylül! Bir de evine mi girdin?”

“Of anne ya!” dedim arkamı dönerken. “Az önce söylediklerimin hiç birisini duymadın mı? Bırak da bir nefes alayım.”

Odama gidebilmek için yürümeye başladım. Annemin yanından geçmek için yine bir hamle yapmaya çalışsam da bu kez başaramamıştım. Kolumdan sertçe yakalandım. Kafamı çevirip anneme baktım. Kolumu bırakmadan diğer elinin işaret parmağımı gözümün önünde sallayarak konuşmaya başladı.

“Dua et ki seni odanda bulamayınca çok korktum. Öyle ki benim de bir kavga için enerjim kalmadı. Ama Eylül, yarın konuşacağız,” dedi ve kolumu bırakıp bir adım geri çekildikten sonra kollarını hafifçe kendine sardı. “Her şeyi.”

Tonlamasında garip bir tını olduğunu hissettiğim için, dayanamadan. “Her şeyi?” diye sordum. Annem onaylarcasına kafasını salladı.

Daha fazla burada dikilip kendimi kontrol edemeyecektim. O yüzden, “Tamam,” diye mırıldandım. Yarın konuşurduk, her şeyi.


^^İşte bölüüüm :) Sanırım biraz kısa olduğu hissini veriyor okurken ama değil, gerçekten :D Sanırım biraz hızlı aktığı için böyle oldu :) Yorumlarınızı bekliyorum^^ Sevgiler efenim :)

11 yorum :

  1. Yine güzel bir bölümdü keşke daha uzun bölümler olsa diyesim var :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize sevindim ancak tek cümlelik yorum yazıp onda da daha uzun bölüm istemek biraz garip sanki?

      Yine de yorumunuz için teşekkürler tabii ki :)

      Sil
  2. selam Cigdem,
    bu bölümde elestiri yapabilecegim hicbir sey yok :) cok iyiydi, Eylül, Ayaz ve Eylül`ün annesinin verdigi tepkiler cok dogaldi. yani bir anne kizini yataginda bulamazsa ne tepki verilirse onu yakalamissin,hatta annenin tepkisi cogu anneye göre iyimserdi bence :)
    Eylül`ün birden disi aslan olmasi, kocaman bir tebessüm yerlestirdi yüzüme.
    Ayaz ah Ayaz neden bu hale geldin bir muamma ama cigdemden gerekirse iskence! yoluyla ;)(ki Cigdem biz degerli okuyucularini fazla merakta birakmaz) gecmisini ögrenecegiz.
    simdi hasret&Eylül ikilisinin yarim kalmis ikinci raundunu merakla bekliyoruz bakalim hasretin kizi hakkinda .ne gibi düsünceleri var? bunlari aciklayacak mi? Eylül neler söyleyecek Ayaz kahvaltida onlara katilir mi? cevaplar sadece ve sadece sende Cigdem :) merakla bekliyorum
    sevgiyle kal

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, bölümü beğenmene ve eleştirilerini paylaşan bir okur olarak eleştirilecek bir kısım bulmadığını söylemene çok sevindim :)

      Tepkileri elimden geldiğince doğal tutmaya çalıştım ama evet, benim annemin de tepkisi çok daha sert olurdu :D Ama Eylül'ün geçirdiği ufak çapta krizi ben de geçirsem sanırım o da ertelerdi düelloyu :D

      Vallahi Hasret hakkında yazacaklarım sizi şaşırtacak mı bilmem ama düşünürken ben bile şaşırdım hehe :D Arayı çok uzatmamaya çalışacağım, sevgiler benden^^ Vaktin için çok teşekkür ederim :)

      Sil
  3. Vay, vay, vay yani ilk defa böyle yüzümde geçmeyen bir tebessümle, küçük kahkahalarla okudum bu bölümü ve inanılmaz keyif aldım, yani öyle bir okudum ki göze çarpan bir hata bulmak için bile dikkat edemedim, şimdi ikinci kez okumam gerekecek:)

    Başıma bir şey gelmeyecekse söylemek istediğim ilk şey şu; bu bölüm kısa olmuş :) Sakin ol rica ederim gazete küpürünü temize çekmediğinin farkındayım elbette hiç kolay değil tamamen senin yarattığın bir şeyi uygun sözcüklerle kağıda döküp hayat vermek. Üstelik eminim ki kelime sayısına vursak diğer bölümlerden eksiği yoktur ama bir teori var ya hani "izafiyet teorisi" zamanın farklı durumlarda, farklı hızda akması olayı; işte bunda da yaşanan bu. Ne kadar "keyifli", o kadar "kısa olmuş bu" tepkisi birbirinini kovalıyor :)

    Bir de Ayaz gören masum okuyucu ifadesiyle şunu söylemem lazım ilk paragraftan beri Ayaz'ın bakış açısını okumak için can atıyordum çünkü Eylül çok şeker, çok tatlı benim aşık olasım geliyor, taş mı bu adam mübarek, kaya mı bir şeyler hissedecek mi? Bunları öğrenmek için deliriyorum ben :)

    İkinci kez okuduktan sonra tekrar hiçbir şey bulamadığımı söylemek zorundayım, gerçekten çabalamadığımı düşünme ama çıkmıyor, ki bu bence olumlu bir gelişme :)

    Yine de her eser takdir edilmek ister o zaman bende beğendiğim şeylerden bahsedeyim biraz. Eylül, çok şeker gerçekten gözü kara, duygularıyla hareket eden tam olarak benim sevdiğim insan tipi her halini keyifle okuyorum. Özellikle Ayaz'la olan diyalogları harika ve bir o kadar doğal. Özellikle hoşlandığım, onu geçtim Eylül gibi alenen abayı yaktığım bir adam bana "velet"li cümleler kursa bende Eylül'ün tepkisini verirdim sanırım. :)

    Facebook'taki küçük alıntı zaten bu bölümün efsanevi olacağına işaret ediyordu bence :) Ayrıntılar hikayeyi bence çok güzel bir dokuya kavuşturuyor. Yani misal; Eylül'ün Ayaz beni kendinden uzak taşıyor diye üzülmesi, sonrada buna üzüldüğü için daha da üzülmesi inanılmaz hoş detaylar.

    Son olarak bu hikayeyi buradan yayınladığın için çok mutluyum doğrusu ama yine de tamamen bittiğinde ve son şeklini verdiğinde mutlaka yayınevlerine göndermeli, basımını kovalamalısın. Çünkü bir kaç gün sonra blog'ta da yazacağım bir kitap aldım romantik-komedi olması gereken ama neredeyse okuması bile imkansız olan bir kitap, rezalet. Böyle kitaplar bile basılırken ve bir şekilde benim gibi iyi bir okuyucuya bile ulaşırken böyle hikayelerin basılmaması fikri beni hasta ediyor, büyük adaletsizlik ve utanarak söylüyorum bu konuda benim gibi "Türk yazar mı? hmmm.." triplerine girenlerinde en büyük suçlular olduğunu düşünüyorum. Özür dilerim :)

    Kendine iyi bak, ellerine iyi bak, yaz bize :) :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sedacığım etki-tepki meselesi mi bilmiyorum ama ben de senin yorumunu okurken sürekli gülümsedim vallahi. Çok teşekkür ederim :) Bölüme "kısa" yorumunun geleceğini biliyordum aslında, çünkü bana da okurken o hissi verdi ama dediğin gibi uzunluk olarak diğer bölümlere hemen hemen eşit. Umuyorum ki bu kısalık hissi söylediğin gibi keyifli oluşundan kaynaklanıyordur :)

      Ben bayan (bu kelimeyi de hiç sevmiyorum aslında ama neyse) okuyucuların Eylül'e biraz sinirlenebileceğini düşünmüştüm aslında, çünkü kadınlar olaylara feminist bir açıdan bakıyorlar genelde. O yüzden onun hakkındaki yorumuna ayrıca sevindim.

      Diğer bölüm tamamen Ayaz'ın bakış açısından olacak gibi görünüyor ama tam olarak bilmiyorum çünkü şu anki bölümleri sıfırdan yazıyorum. Yazdığım kısımları sonraki bölümlere bıraktım :) Sen de Nevin'le bir bakıma yanı şeyi söylemişsin: tepkinin yerinde olduğunu ve bu beni gerçekten çok mutlu etti :)

      Kitap konusunda söylediğin şeyler için de çok teşekkür ederim ki elbette bir şeyler yazan herkes gibi benim de gönlümde yatıyor basılı bir kitabımın olması :) Hikayeyi bir tamamlayayım da artık gerisi için Allah Kerim diyeyim :) Ama hikayeyi bir kitap kalitesinde görmen de benim için çok sevindirici bir durum. Çünkü dediğin gibi bloguna şöyle bir bakınca iyi bir okur olduğuna inanmakta zorlanmıyor insan :D Hoş, tek başına hikayeye yaptığın yorumlar da bunu anlamak için yeterli :)

      Tekrar tekrar vakit ayırdığın, buralarda olduğun ve bu desteği verdiğin için çok teşekkür ederim :)

      Sil
    2. Düzeltme: Tamamen Ayaz'ın bakış açısından olamaz, Eylül ve annesinin konuşması var. :D Unuttum onu :D

      Sil
  4. Bir de şöyle bir şey yaptım ben ama istemezsen hemen uçar, kaçar, gider...

    https://www.facebook.com/212759298888659/photos/a.232437996920789.1073741828.212759298888659/312718328892755/?type=1

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İstemememek ne demek ya hu, bunu yapmaya değer görmen bile tek başına çok sevindirici bir durum benim için. Desteğin inanılmaz gerçekten, çok teşekkür ederim can^^ :)

      Sil
  5. Vay vay vay... Ne çok bağırış çağırış vardı bu bölümde yahu! Okurken kendimi  fena kaptırdım sanırım :D Sesimi azıcık yükseltmiş olabilirim yani :)

    Ayaz, Eylül'e çok fena çıkıştı ama ona bir şey olmasından korktuğu için yaptı bence. Yani o anlık korkuyla. Tabi sonrasında geri adım da atamadı. Zaten kızdan da kurtulmak istediğini düşünüyor. Saldım çayıra mevlam kayıra durumu yani :D Bıraktı gitti :))

    Eylül hiç olmadığı kadar sinirliydi O.o Annesi onunla tam olarak ne konuşacak cidden çok merak ettim. Var bir şeyler ama bilemedim.. Ayrıca Eylül'ün içten içe Ayaz'ın alnına küçük bir öpücük kondurmasını istemesi çok şirindi bence. Gerçekten romantik kızımız ama ben seviyorum ki :))

    Ellerine sağlık Çiğdem :)) Daha önce söylemiş miydim? Süperdi :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Busecim daha önce söylemiştim, ama söyleyebilirsin yani sorun yok :P :D Dediğim gibi Eylül'ün annesi ile ilgili düşündüklerim düşünürken beni de şaşırttı haha, sizlerin tepkisini gerçekten merak ediyorum. Ortalık birazcık karışacak sanki... :D

      Yorumların için teşekkürler, cansın :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın