Şimdi yorumuma şöyle garip bir cümle ile başlayacağım: "Ben bu kitaba nasıl yorum yapacağımı bilmiyorum ama hakkında epey bir konuşabilirim."
Başından söylemem gerekirse okumaya alışkın olduğum tarzda bir kitap değil. O yüzden ne kadar doğru bir yorum yapabileceğimi bilmiyorum. Yine, o yüzden de doğru yorumu yapmayı kovalamak yerine her zamanki gibi hiç bir şekilde (kitabın türü budur, bu böyle yazılır, şu şöyle okunur tarzı) detaylara takılmadan kişisel fikirlerimi aktaracağım.
Olumlu ve olumsuz yorumlarım var. Olumlulardan başlayayım: Kitabın dilini sevdim. Hafif, sade ve akıcı. Hatta bazen çok fazla akıcı. (Bu konuya aşağılarda bir daha değineceğim, o yüzden şimdilik bunu burada bırakıyorum.)
Kitap eğlenceli de aynı zamanda... Her zaman değil belki, yer yer ama eğlenceli. Sesli kahkaha da attım bir iki kez.
Ayrıca kitabın kendine özgü bir havası var. Ve bir şekilde size kendisini okutmayı başarıyor.
Ve benden "olumlu" kısımda ne yazık ki bu kadar. Gel gelelim olumsuzlara:
Demiştim ya kitap fazla akıcı diye, ha işte, o fazla akıcılıktan bir bakıyorsunuz akıp gitmişsiniz, hem de ne olduğunu anlayamadan ama arada küçük bir problem var. Ne olduğunu anlayamadan akıp gitmişsiniz. Çünkü akıcılık, aynı tonda olduğunda bir süre sonra yoruyor. Evet, bence bütün kitap aynı tondaydı. Yükselmedi, alçalmadı. İşte bu yüzden de beni çok yordu.
İçeriğe girmek gibi olacak ama kavga/ayrılık gibi bir şeylerden konu açılıyor, hah diyorum biraz duygusallık, tonumuz değişecek... Hayır, aynı tonda aynı anlatımla devam ediyoruz. Arada bir hoş bir şekilde dağıtılmış esprilere gülsek de onlar da aynı tonda yapılıyor aslında. Bir gülücük kadar es verip yine aynı şekilde devam ediyoruz.
Kitapta anlatılan bir ilişki de var. Arka kapakta da bahsedilen "O" ile yaşanıyor bu ilişki. Ama ne yaşadıklarını pek olarak anlamıyorsunuz çünkü anlatılmıyor. Özellikle de son kısımlarda gerçekten hiç bir şey anlatılmıyor. Ne oldu şimdi? diye bakıyorsunuz kitaba.
Kendimi kişisel bir günlüğü okur gibi hissettim. Samimiyetini sevsem de bir süre sonra kişisel şeyler okumanın bana göre bir şey olmadığına karar verdim. Banu'nun günlük hayatı üzerine kurulu olan kitap boyunca kendi adıma katılmadığım bazı fikirler okumak benim için hoş değildi mesela. Çünkü ben kitabı okuyarak sadece o fikri alan tarafta kalıyorum.Ve fikrimi belirtmek istiyorum ama kitaptaki karakterler tartışmaya giremem değil mi?
Evet, fazlasıyla tartışmacı bir karakterim. Ve ben en başından siz bunun kişisel bir yorum olacağını söylemiştim :)
Neyse, konuya dönelim. Dediğim gibi. Ara ara tek cümlelik de olsa belli bir hayat tarzı, düşünce yapısı ve onun üzerine belirtilen fikirler var. Ve bu eğer, siz yazarla ya da karakterle (hangisini kullanmak daha doğru olur bilemedim,) aynı fikriyatta iseniz artı bir nokta, değilseniz eksi. Benim için eksi. Sık sık "sence öyle ama ya bence?" demek istedim. Konuşmak istedim, karşımda sadece yaprakları bulunca yapamadım. Ve ben bunu hiç sevmedim.
Sonuç: Kişisellik okumak (Ne demek istediğimi anlarsınız diye umuyorum) bana göre değil.
Bir de ben sanırım bu kitap için çok "gelenekselci" kaldım. Ya da kitaptaki hayat çok "Amerikan"dı. Bilemiyorum. Kitabın başlarında önce sürekli sıkılan kadını okuyorsunuz. Ama gerçekten sürekli sıkılıyor. Evet, günlük hayatta biz de çok sıkılıyoruz ama iki sayfada bir sıkıldığını söyleyen bir karakter de bir yerden sonra ne yazık ki sıkıyor.
Kitabın ikinci yarısındaki sarhoş, barlardan çıkmayan, striptizci erkekleri izleyerek aşk acısını atlatmaya çalışan kadından da hiç hoşlanmadım. Bence kitapta, "erkek iktidarında yaşayan kadın" olarak anlatılan kadınların durumunda daha vahim bir durumdaydı kendisi. Ki "erkek iktidarında" yaşamak ne kadar doğru bir ifade bilmiyorum. En az kitapta bahsedilen "kocam olsun da..." mantığı kadar mantıksız bir şey bence.
Evliliğin bu kadar "saçma" bulunmasını da, en az Banu'nun evliliği bulduğu kadar saçma buldum.
İstediğimiz gibi içip, bar bar gezersek ve "evlilik mi? o da ne? beraber yaşarım" havalarında gezersek güçlü kadın mı oluyoruz? Onu da bilemedim. "Bakış açısıdır," der, saygı duyar geçerim.
Ama dedim ya ben kitapla ciddi bir iletişim problemi yaşadım. Çok Amerikan bir hayatın içine düşmüş bir Türk gibi hissettim. Kendi ülkemin yazarının benim ülkemin kültüründen neredeyse tek bir parça taşımayan bir kitap yazıp üstüne Kurban Bayramında tatile giderken, "Hayvan katlinden kaçıyorum," demesini de garipsedim.
Kısacası üzgünüm, umutlu başladım, seveceğim sandım ama ben bu kitapla özdeşleşemedim, dahil olamadım. Belki de ben bu kitabı okumayı beceremedim, kim bilir.
Eğer benim kadar geleneksel (artık doğru ifade mi ediyorum onu da bilmem de) bir kafa yapınız yoksa (Bunu da kötü bir şey gibi anlatıyorlar artık, onu da atlamamalı. Kültürüne sahip çıktığın ölçüde geri kafalısın malum.) bu kitabı okuyup sevebilirsiniz, deneyin.
Haksızlık edemem, kötü kitap diyemem. Yazımına yapabileceğim eleştiri yalnızca tekdüzeliği... Onun haricinde tamamen kişiliğimden ötürü hoşlanmadım kitaptan. O yüzden okumaya karar verip vermemek için kendinizi de katın hesaba.
Belki hatadır bu yoruma bu kadar kişisellik katmam ama kitap da çok tek bakış açısı, çok tek düşünce tarzı yani çok kişisel, üzgünüm.
Bu arada kitabın adı Romantik İroni ama yalnızca ufak bir kısımda geçen tek bir cümleden alıyor adını. Yani kitapta romantizim, aşk vb yoğunluğu yok. Kıyısından köşesinden anlatılan bir aşk var ama o kadar. Bu da ismin verdiği çağrışımlar açısından bir bilgilendirme olsun.
Aslında kitaba bu yorumu yaptığım için üzgünüm. Kitabın bir kısmında "Kitap yazmak öyle zor bir şey değil. Pek matah bir şey de değil," diyor. Okurken katılmamıştım ama sanırım pek haksız bir cümle değil. Yazmak kolay ama hissettirmek zor olan sanırım.
Daha fazla konuşmuyor, kitabın arka kapak yazısını sizlerle paylaşıyorum:
YENİ BİR İŞ… O’NUNLA AYNI EVDE YENİ BİR HAYAT… ÇOCUK?
Banu’nun yeni işinin bir iyi yanı, bir de kötü yanı var: Kötü yanı, sürekli bir yerlere gitmek.
İyi yanı, sürekli bir yerlere gitmek. Banu’yla birlikte Dubai’den Diyarbakır’a, Moskova’dan Urfa’ya, Cape Town’dan Van’a gezeceksiniz.
Sevgiliyle aynı evde yaşamanın pek çok iyi, pek çok kötü yanı var. Bir ilişkinin mutlu günlerini, o kadar da mutlu olmayan günlerini, kavgaları, barışmaları, kahkahadan sessizliğe, özlemden umursamazlığa, meraktan şüpheye her halini Banu’yla birlikte yaşayacaksınız:
— Aidatı yatırdın mı?
— Hı hı.
Konuşunca barışmış sayıldık.
Çocuk sahibi olmanın birçok iyi yanı ama bir zamanı var:
Rüyamda artık ne gördüysem, sabah panikle Deniz’i arıyorum.
—Deniz, korkunç! Çok korkunç! Ben galiba çocuk istiyorum.
—Ve bu korkunç, çünkü..?
—Çünkü… Ya çocuğum olursa?
Mutlu sonlardan sonra ne olur?
Ayrılık sevginin değil, hayat karşısında artık yan yana, omuz omuza, el ele durma arzusunun bitmesi demek. Sevgiyi bitiren, nefrete dönüştüren, ayrıldıktan sonra ayrılamamak.
Milliyet gazetesinin hafta sonu eklerinde uzun yıllar köşe yazarlığı yapan, şimdi Psikeart dergisinde yazan ve Nar Kitap’ın yayın yönetmenliğini yürüten Tuba Akyol’dan maydanozun, şişme botların ve kullanma kılavuzları için kullanma kılavuzu yazılmasının faydaları, rüyalar ve oyunlar, gece hayatı ve sıkıntı, tembellik ve tembel fikirler üzerine, her şey ve hiçbir şey hakkında, sonu olmayan bir kitap.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın