4 Haziran 2014 Çarşamba

6 Eylül'de Ayaz - 4. Bölüm


Eylül'den ~

Sandığım gibi değildi. Güzel bir kahvaltı ve kararlı davranmaya çalışmak hiç bir şeye çözüm olmuyordu. Neredeyse soğumak üzere olan çayıma baktım. Doğru dürüst iki yudum dahi almamıştım. Böyle hissetmekten gerçekten nefret ediyordum. Sanki kötü bir şey yapmış, sanki utanmam gerekiyormuş gibi.

Aslında yapmış olduğum herhangi kötü bir şey yoktu. Yaşadığım tüm olumsuzluklar, adamakıllı hayatıma dahil bile olmayan Ayaz'dan kaynaklanıyordu. Zorlukla bir lokma ekmeği ağzıma attım. Benim hakkımda bu kadar umursamaz olması canımı yakmıştı. Oysa biraz sevecen olmayı başarabilse onun için çok iyi bir arkadaş olabilirdim. Belki arkadaştan da fazlası.

Tek başına oturduğum kahvaltı masasına bakarken aptallığıma güldüm. Evet, beni duygusal açıdan herhangi bir şekilde umursamayan bir hakkında hayaller kuruyordum. Olmayacak duaya amin demenin bir mantığı yoktu. Yol yakınken kendimi toparlasam ve bu saçmalığa bir son versem iyi olacaktı.

Şükürler olsun ki bu gün okula gidecektim. Defne’nin hala dönmediğini hatırladığımda suratımı buruşturdum. En yakın arkadaşım okulda olmadığında orası olduğundan da sıkıcı bir yer oluyordu. Telefonumu elime alıp ona bir mesaj attım.

“Daha okula gitmeden sıkıldım. Yarın dönüyorsun değil mi?”


Saatin çok erken olduğunun biliyordum ama Defne muhtemelen uyanmış olmalıydı. Son bir buçuk senedir çok fazla uyumuyordu. Aslında şu an ailesiyle ilgili koca bir adım atmıştı ve benim onu rahat bırakmam daha nazik bir tavır olabilirdi. Ama onu özlemiştim. Özellikle de bugünlerde ona fazlasıyla ihtiyacım vardı. Tahmin ettiğim gibi çok geçmeden telefonum cebimde titredi. Annemin nadiren uyuduğu günlerden birisi olduğu için onu sessize almıştım.

"Evet. Yarına kadar dayanabilir misin? Yoksa daha fazla bensiz olamıyor musun? ;)"

Kendi kendime güldüm. 

"Sanırım daha fazla sensiz olamayacağım. Bir an önce dön."

"Eğer olağanüstü bir durum varsa hemen arayabilirim."

"Hayır, orada benimle uğraşmanı istemiyorum. Ailenle ilgilen. Görüşürüz :*"

"Öyle olsun bakalım. Kendine dikkat et :*"

İç çekerek telefonu yeniden cebime koydum. Gideli yalnızca bir hafta olmasına rağmen, Defne'nin yokluğunu gerçekten hissetmiştim. Çok fazla arkadaşım yoktu. Her zaman bir tane çok iyi arkadaşı, birden fazla iyi arkadaşa tercih ederdim.  Ama işte, o uzaklaştığı anda tamamen yalnız kalıyordum.

Sofrayı toplamakla annem için öylece bırakmak arasında kalsam da bırakmayı seçtim ve hazırlanmak için odama döndüm. Her zamanki gibi sadece bir kot ve bir kazak giyip saçlarımı açık bırakmıştım. Sürme, rimel ve pembe bir ruj kullanarak hafif makyajımı tamamladım ve saate baktım. Çıkabileceğim kadar ilerlemiş görünüyordu.

Bu kez karşı eve gözüm dahi takılmayacaktı. Bu konuda kararlıydım. Ayaz’ın çoktan çıktığını biliyordum ama gözümü ve aklımı o evden uzak tutmaya şimdiden başlasam iyi ederdim.

"Günaydın, nereye böyle?"

Arkamı dönüp odasından çıkan anneme baktım. Üzerindeki sabahlık olmasa yataktan çıktığına inanmak zordu. Hiç bozulmayan kahverengi saçlarını gerçekten çok kıskanıyordum. Benimkiler de fena değildi ama onunki kadar kararlı saçlarım da yoktu. Üstelik yaşına göre çok parlak ve taze bir cildi vardı. Omuzlarına ancak değen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.

"Günaydın. Okula anne. Başka nereye olabilir?" diye yanıt verdim. Ona terslendiğim için kendimi biraz suçlu hissetmiştim.

"Erken değil mi?"

"Çok değil." Çantamı çapraz bir şekilde taktım ve saçlarımı düzelttikten sonra annemin yanağına, gönlünü almak için, bir öpücük kondurdum.

"Kahvaltı hazır, istediğin zaman yapabilirsin. Kaçtım ben, görüşürüz.”

Bir an önce çıkmak için gereksiz bir istek duyuyordum. Galiba mahalleden uzaklaşma fikri şu an bana çok çekici geliyordu. Annem kolumu yakaladığında mecburen durup yeniden ona baktım.

"Bekle. Sana söylemek istediğim bir şey var."

“Dinliyorum.”

Annem bir an duraklayacak gibi oldu. Galiba tereddüt etmişti. Onu kararlı ve ne istediğini bilen birisi olarak görmeye o kadar alışmıştım ki ne diyeceğini bilemez gibi görünmesi şaşırmama sebep olmuştu.

“Bir sorun mu var?” diye sordum. Annem kafasını iki yana salladı.

“Hayır ama… Sanırım terziyi kapatacağım.”

“Ne? Neden?”

Terziyi mi kapatacaktı? Annem terziyi kapatırsa biz ne yapacaktık?

“Hatırlıyor musun, bir ara Gülseren’in çalıştığı moda evine yardıma gitmiştim.”

“Evet.”

“İşte onların işleri hala çok yoğunmuş ve kalıcı bir eleman almaya karar vermişler. Dün Gülseren beni aradı. Maaşı da iyi. Hem iş gelmeyecek korkusu da olmaz. Oraya geçeyim diyorum.”

Maaşlı işe geçmek mi? Annem terziyi açarken bıraktığı yerden de gayet iyi bir maaş alıyordu zaten.

“İyi de anne sen başkasının emrinde çalışmayı sevmezsin ki. O yüzden havalara uçmadın mı terziyi açabildiğin için?”

Anlamaya çalışıyordum. Annem her zaman kendi işinin patronu olma fikrini severdi. Her ne kadar küçük bir iş olursa olsun. Aynı zamanda kazandığı para evimize de yetiyordu. Ben zaten okul için yeterli burs da alıyordum. Annem neden şimdi iş derdine düşmüştü ki?

“Öyleydi ama fikrimi değiştirdim. Sabit bir maaş daha iyi gibi.”

Annem gözlerini mi kaçırmıştı?

Dikkatle ona baktım.

“Bana söylemediğin bir şey var değil mi?”

Bu belliydi. Annemin benden saklayacak bir şeyi olduğunu düşünmek hoşuma gitmemişti ama o kolay kolay gözlerini birinden kaçırmazdı.

Gereğinden fazla hızlı bir şekilde, “Hayır,” dedi ve biliyordum ki bu aslında evet demekti. Ne olduğunu anlatması için ısrar etmeyi düşünerek ağzımı açtım ama bir anda durdum. İçimden bir ses şu an onun üzerine gitmemem gerektiğini söylüyordu.  O sesi dinledim.

“Peki, nasıl istiyorsan öyle olsun anne. Hayırlı olsun şimdiden.”

Onu zorlamadığım için rahatlamış görünüyordu. Ona sıcak bir gülümseme yolladım ve dışarı çıktım. Bugün sekiz saat dersim vardı. Karşıya bakmamayı başararak durağa doğru yürümeye başladığımda, akşam döndüğümde de bunu başaracağıma dair kendime söz vererek gülümsedim. Ayaz bey aklımdan da hayatımdan da girdiği hızla çıkacaktı.

Ayaz’dan ~


İki haftalık süre dolmuştu ama siktiğimin herifi hala paramı ödememişti. Meşgul çalan telefona küfrederek bir köşeye fırlattım. Akın denen şerefsizin geberip gittiğimi umduğunu biliyordum. Bunu hiç çekinmeden herkese söylemişti ve anlaşılan o ki paramın peşine düşemeyecek kadar zayıf düşüğümü zannediyordu. Ama yanılıyordu. O parayı ondan söke söke alacaktım. Dövüşen bendim, o değil.

Koltuğa uzanıp gözlerimi yumdum. Akın puştuna ne yapacağımı kafamda tasarlamayı planlıyordum. Ama gözlerimi kapattığımda karşımda yine bana öfkeyle bakan yeşil gözleri buldum. Siktir. Eylül’ü düşünmek istemiyordum. Yeniden gözlerimi açtım. Onu en son üç gün önce görmüştüm. Karşıma çıkmadığı için seviniyordum çünkü onu öpmek istediğimde verdiği tepki kanıma dokunmuştu.

Gözüm solumdaki pencereye doğru kaydı. Tam olarak onun odasını görene. Karanlık evimin açık penceresinden, onun penceresindeki ışığı görebiliyordum. Onu yatağına uzanmış bir aşk romanı okurken hayal ettim. Bu düşünce gülmeme sebep olmuştu. Eylül tam olarak aşk romanı kızlarından birisi gibi görünüyordu. Kesinlikle bana göre değildi.

Ama ben yine de şu an onu düşünüyordum değil mi? Salaklığıma karşılık kendi kendime kafamı salladım. Belki de kafama çok darbe almıştım.

Telefonum çalmaya başladığında aklımı gerzekliğimden uzaklaştırdığı için memnun olarak ayağa kalkıp arayanın kim olduğuna baktım. Akın. Gözlerim avımın adına kilitlenirken kısılmışlardı. Peşini bırakmayacağımı anlamış olmalıydı. Telefonu bir hışımla açtım.

“Sen ne ibne bir herifsin lan!”

“Sana da selam Ayaz.”

“Başlatma selamına.”

Karşı tarafta iç çektiğini duydum. “Haklısın tabii, geçmiş olsun demek için aramalıydım ama bili-”

Gevelemesini dinlemek istemediğimden sözünü kestim. “Paramı yarın istiyorum.”

Kısa süren bir sessizlik oldu.

“Yarın olmaz. Yani baya yüklü bir miktardı ve ben onu kullandım. Ama birkaç gün içinde ayarlayabilirim.”

“Yarın.”

“Ayaz ba-”

“Dövüş biter bitmez o parayı bana vermen gerekiyordu. Yeteri kadar uzadı. Zaman falan yok. Yarın ya paramı alırım ya da canını yakarım. Anladın mı?”

Akın’ın suratındaki ifadenin sertleştiğini tahmin edebiliyordum.

“Beni tehdit mi ediyorsun lan sen? Şimdi karnın doyuyorsa sayemde, adam mı oldun başıma.”

Sesli bir kahkaha attım.

“Seni tanıdığım güne her dakika küfrediyorum ben şerefsizin evladı. ”

“Ayaz-”

“Ben sözümü söyledim. Çok sinirlendiysen yarın uğradığımda kapışırız, bakalım kimin karnı kimin sayesinde doyuyormuş.”

Cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Biliyordum, eğer içimde bu olmasaydı yaptıklarımın hiç birini yapmazdım ama Akın… Akın beni olduğumdan da berbat bir adam yapmıştı. Resmen içimdeki kötülüğü zirveye çıkarmıştı. O olmasaydı belki kendimle baş edebilirdim ama onun daha da boklaştırdığı halimle baş edemiyordum. Yapamıyordum.

Annemin söyledikleri kafamda bir kez daha canlandı: “Niye kendine, bize bunu yapıyorsun?”

Keşke yanıtı bilseydim.

Kendimi sırt üstü koltuğa attım. Benim gibi bir adam için itiraf etmesi zordu ama annemi özlemiştim. Belki de onu aramanın bir yolunu bulmalıydım. Dudaklarını kaplayan üzgün gülümseme boğazıma da bir düğümün tırmanmasına neden oldu. Arasam bile annem o telefonu açar mıydı? Ona ve babama yaptıklarımdan sonra.

Dişlerimi sıktım. Nasıl bir adamdım böyle? Yaptığım diğer her şeye bir kılıf bulabilirdim belki ama kendi anneme böyle bir şeyi nasıl yapmıştım? Karşımdaki duvarda asılı duran anne ve babamın fotoğrafına bakarken kendimden bir kez daha tiksindiğimi hissettim. Bunu anlamanın ya da anlatmanın bir yolu yoktu.

Sanki annem çatlayan sesimdeki pişmanlığı duyabilirmiş gibi, “Şimdi olsaydı,” diye mırıldandım kendi kendime.  “Yapmazdım. Yemin ederim.”

Uyumuş olmalıydım. Kapım gümbürdeyerek yumruklanırken gözlerimi açtığımda saat gece yarısını geçmişti. Bir an için ne olduğunu anlamaya çalışarak gözlerimi kırpıştırdım. Biri kapımı yumruklayıp küfrediyordu. Gözlerime batan ışığı engelleyebilmek için elimi siper ederek doğruldum. Ayağa kalkarken bıkkın hissediyordum. İnsanların evimin kapısını yumruklamasından sıkılmıştım. Belki de gerçekten bu evden defolup gitmeliydim.

Davetsiz misafirim her kimse kapımı kırmaya gerçekten niyetli görünüyordu. Çelik olduğunu fark etmemiş miydi acaba? Uykunun verdiği sersemlikle güldüm ama gülüşüm tamamen sinir bozukluğuyla doluydu. Aslında kapıya doğru attığım her adımda öfkelendiğimi hissediyordum. Birkaç adım sonra hedefime vardım ve çok yaklaşmadan uzanıp delikten baktım. Görebildiğim tek şey, sokak lambasının yansıyan ışığında sendeleyip duran bir gölgeydi.

Yine mi?

İkinci kez düşünmeden kapıyı açtım. Bu adamı tanıyordum.

Kapının açılmasıyla geriye doğru sendeleyip küfrederek balkon demirine çarpan sarhoş adama gözlerimi devirerek baktım. Tamam, pek çok kişinin hayatını bok etmiş olabilirdim ama bu adamın bu hale gelmesinde gerçekten hiç payım yoktu. Adının Mehmet olduğunu hatırladığım adama dik dik bakarak, “Yine mi sen?” dedim bıkkınlıkla. “Kapımı yumruklamaktan vazgeç yoksa bir gün harbiden elimde kalacaksın.”

Mehmet sarhoşluktan odaklamakta güçlük çektiği gözlerini zorlukla yüzüme sabitledi. “Hayatımı siktin lan. Geldin, hayatımın orta yerine sıçtın. Ben de senin…”

“Yavaş!” dedim küfürlerini bölerek. Küfür etmekten rahatsızlık duymuyordum ama bana edilmesini sevmezdim. Ben de böyle bir adamdım işte.

Mehmet, bana doğru bir hamle yapmak isterken yeniden sendeleyerek merdivenlere doğru geriledi. Neredeyse oradan düşecek gibi olmuştu. Ama son derece sesli bir kahkaha atarak korkulukları yakaladı.

Onun problemi, nişanlısının bana aşık olmasıydı. Hoş, kızın nasıl bir kafada yaşadığını da anlamamıştım. Alt tarafı birkaç kez birbirimize denk gelmiştik ki kıza doğru düzgün bakmamıştım bile. Anlaşılan bu herif de o kıza fazlasıyla aşıktı. İçimden bir ses kızın bu adamı terk edebilmek için beni bahane olarak kullandığını söylüyordu. Bu yüzden içten içe o kıza da okkalı bir küfür savurdum. Bu, bu herifin kapıma dördüncü dayanışıydı ve en gürültülü olanıydı. Her defasında gelip, tehditler savurup gidiyordu. Oysa kendimi tutabildiğim için şanslıydı. Çünkü karşımdaki adam bana göre o kadar cılızdı ki onu yanlışlıkla öldürmem işten bile olmazdı.

Mehmet, bağıra çağıra küfürler etmeye devam edince adamı kolundan yakalayıp merdivenlerin aşağısına kadar sürükledim ve son birkaç basamak kala aşağı fırlattım.

“Bak, benim senin sevgilin mi ne haltınsa onunla işim olmaz anladın mı? Git onun kapısında ne bokun varsa ye ama sakın bir daha benim karşıma çıkma. Bu da son uyarım.”

Karşımdaki sarhoş adam çenesinden akan salyasını silerken sesli bir kahkaha daha koyuverdi. Yerinden doğrulmakta baya zorlansa da nihayet bunu başarmıştı. “Sen beni tehdit mi ediyorsun? Sen mi beni tehdit ediyorsun?” Adamın kahkahası daha da rahatsız edici olmaya başlamıştı. Nihayet sendelemeden durmayı başardığında eline beline götürdü ve siyah bir metali çekip çıkardı.

Bu defa silahla mı gelmişti? İşte şimdi işin rengi değişiyordu. Mehmet burnunu çekerek silahını bana doğrulttu. “Süpriiiiiz. Bak burada ne var.”

O kurşunun tadını biliyordum. Pek güzel değildi. Bu yüzden gözlerimi adamın titreyen elindeki silahtan kısa bir an uzaklaştırarak Mehmet’e baktım. Verdiği her öfkeli nefes, soğuk havada kırılarak bir buhar bulutuna dönüşüyordu. “Kafayı yedin herhalde,” dedim sakin kalmaya çalışarak. Adamın silahının ucundaki susturucuyu görmüştüm. Sarhoş ama akıllıydı. Mehmet’in gözlerinde alayla karışık bir ifade parladı.

“Ne oldu? Söndü havan bir anda. Konuşsana şimdi!” Adamın sesi her nasılsa her kelimede daha ve daha yüksek çıkıyordu. “Senin yaşaman haram ulan. Senin aldığının her nefes haram! O tilki dolu kafana bir tane sıkıp kurtaracağım dünyayı senden. Orospu çocuğu.”

Artık gerçek anlamda sinirleniyordum. Küfürlerine annemi karıştırarak çok büyük bir hata yapıyordu. Benden en çok nefret eden adamlar bile bunu bilirdi. Annem ağza alınamazdı. Kendimi tutabilmek için dişlerimi sıktım. Silahla aramda çok mesafe yoktu. Ama yine de onun, arada sendeleyen ve elleri titreyen bir adam tarafından tutuluyor olmasından rahatsızdım. Çünkü Mehmet kendisinde değildi ve bu onu daha da tehlikeli yapıyordu. Zaman kazanmak için, “Benim senin sevgilinle alakam yok. Anladın mı? Adını bile hatırla-“ diye başladım ama hemen sözümü kesti.

“Konuşma! Ko-nuş-ma!” Hıçkırmak için durakladı. “Hatırlamazsın tabii. Onu da hatırlamazsın, beni de hatırlamazsın. Biz kimiz ki? Ama seni de kimse hatırlamayacak. Geberip gideceksin ama cenazeni kaldıracak adam bile bulamayacaksın lan! Köpekler yiyecek leşini!”

En kötüsü hangisiydi? Ona cevap veremiyor oluşum muydu yoksa söylediklerinin doğru olması mıydı? Onu deli edeceğini bildiğim alaycı gülümsememi dudaklarıma yerleştirdim. Soğuk, yüzümü ve bedenimi hafifçe uyuşturmuştu ama adamın bana gerçekleri hatırlatan sözleriyle içimde kaynamaya başlayan acı, o uyuşukluğun verdiği hissi bastırıyordu. Mehmet haklıydı. Cenazemi kaldıracak adam bile bulamayacaktım. Yakıcı bir his boğazımdan yukarı yükselirken onu bastırabilmek için sesli bir kahkaha attım. Mehmet konuşmaya devam ediyordu. “Ama gebermeden önce özür dileyeceksin benden. Köpek gibi yalvaracaksın bana.”

Onun egosantrik düşüncelerini tatmin etmekle uğraşamayacaktım. “Iskalama bari,” demeye hazırlandım. Gözüm karşımdaki adamdan başka her yerde, son kez olmasını umarak, şöyle bir gezinmeye başladığında karşı bahçede ufak bir hareket gözüne takılmasaydı söyleyecektim de.

Gözlerim hızla açıldı. Eylül’ü mü görmüştüm? Mehmet’in nereye baktığımı anlamaması için yeniden ona döndüm. Bir şekilde kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Eylül elinde bir tahta parçasıyla bize doğru gelmeye çalışıyordu. Dehşetle nefesini tuttum. Kafayı mı yemişti bu kız? Tamamen aptal mıydı?

Yine mi benim için geliyordu?

Aniden gülmekle çığlık çığlığa küfürler etmek arasında sıkışıp kalmıştım. İkisini de yapamayınca inlemeye benzeyen garip bir ses çıkardım. Mehmet üçüncü kez, “Özür dile,” diyordu. Ona odaklanmaya çalışarak yutkundum. Ne dediğimin farkında olmadan, “Tamam,” diye mırıldanmıştım. Hiç niyetim yoktu ama şimdi adamın elinden silahı almak için fırsat kollamaya başlamalıydım. Kendime engel olamadan Mehmet’in arkasına bir bakış daha attım. Eylül, bahçelerimizin arasındaki asfalt yola çıkmıştı. İlk defa gerçekten paniklemeye başladığımı hissediyordum. Şu an Eylül’ü bir güzel pataklayabilmek için nelerini vermezdim.

İkimiz de silahlı sarhoş bir adam tarafından öldürülebilirdik ve o hala yavaş ve küçük adımlarla yaklaşmaya devam ediyordu. Hala dönüp gitmiyordu!

Mahallenin sessizliğinin içinde, karlı zeminde, sessiz olabileceğini nasıl düşünmüştü ki? Elbette bir yerde sesi duyulacaktı. Düşünse bile nasıl böyle bir şeye cesaret edebiliyordu? Bunun adı kesinlikle cesaret değil, aptallıktı. Onun benim için böyle bir şey yapıyor olmasına inanamıyordum. İnanamadığım bir diğer şey ise yaşadığım panikti. Onun zarar görmesi fikrine verdiğim tepki o kadar yoğundu ki nefesimin tıkandığını hissediyordum.

Ne yapacağıma karar veremeden Eylül, korktuğum şeyi yaptığında nefesimi tuttum. Attığı son adımda ayağının altında bir buz parçası çatırdamaya başlamıştı. Mehmet sesi anında duyup ve ona doğru döndü. Eylül’ün adımı çatırtılar yüzünden yarım kalmıştı. Suratına yayılan korkuyu görebiliyordum.

Mehmet hiç tereddüt etmeden ateş edebilirdi. Başka seçeneğim kalmayınca ani ve aslında tehlikeli bir şekilde Mehmet’in silahı tutan elini yakaladım. Onun Eylül’e anlık olarak attığı bakış bana yeterli süreyi sağlamıştı. Silahı kolayca elinden alıp bir saniye bile beklemeden yumruğumu suratına geçirdim.

Silahı ve şarjörü farklı taraflara atarken Eylül’ün ufak çığlığını ve adamın inlemesini de aynı saniyede duymuştum. Bir an bile Eylül’e bakmadan yere yuvarlanmış olan adamı yakalarından kaldırıp büyük bir öfkeyle bahçenin duvarına çarptım. Mehmet yere düşerken bir çatırtı sesi duymuştum ama neresinden geldiğinden emin değildim. Yapmak istediğim tek şey şimdi yerde inleyen şu adamı öldürmekti. Ona doğru yeniden bir hamle yaptığım anda Eylül’ün koluma dokunduğunu hissederek durdum.

“Orada dur,” dedim öfkeyle. Ona da yaptığı aptallığın hesabını soracaktım. Ama Eylül geri adım atmak yerine tam karşıma dikildi. “Polisi aramalıyız.”

“Polis mi? Bu piç kurusunu kendi ellerimle öldüreceğim.”

Eylül’ün ses tonumdan korkmuştu. Bir yanım bunun iyi olduğunu söylese de koca bir yanım bu histen nefret etti. Son bir kez onun iri iri açılan gözlerine baktıktan sonra burnumdan soluyarak onu bir kenara itip Mehmet’i yeniden yakalarından tutarak ayağa kaldırdım. Adam bir yeri kırıldığı ya da çatladığı için olsa gerek acıyla inlemişti.

Kendi kendime bunun gerçekten son uyarım olacağına dair yemin ettikten sonra adamın gözlerinin içine nefretle bakarak, “Sevgilin olacak kızla alakam olmadı, olmayacak. Seni başından savmak için uydurmuş bir şeyler ama ant olsun, bir daha karşıma çıkarsan ikimizden biri son nefesini verir,” dedim. Ciddiydim. Adamın gözlerinde söylediklerimi gerçek anlamda kavradığına dair bir ışık yakaladığımda onu bahçenin dışına doğru fırlattım.

“Şimdi siktir ol git. Hemen!”

Mehmet’in bir an durakladıktan sonra kafasını sallayarak uzaklaşmasını izledim. O tamamen gözden kaybolunca, Eylül’e bir an bile bakmayı reddederek, silahı ve şarjörü fırlattığı yerlerden aldım. Ertesi gün o silahı yok edecektim. Ama daha önce yapmam gereken bir şey vardı. Gözlerimi artık Eylül’e diktiğimde o gitmek için hamle yapıyordu. İki uzun adımda ona yetişip Eylül’ü kolundan yakaladım. Afallayan gözleri, anında gözlerimi bulmuştu. Aldırmadan onu peşimden sürükleyerek eve doğru yürümeye başladım. Mahalledekilerin bu patırtıyı duymadığı için şanslıydı. Ya da duydularsa da görmezden geldikleri için. Şu an bütün mahalle onun aptallığını izliyor olabilirdi.

Eylül, kolunu sıkı tutuşumdan kurtarma çalışıyordu ama hiçbir şansı yoktu. “Ne yapıyorsun? Bırak beni,” diye çıkıştı.

Ona gerçekten inanamıyordum. Biraz önce yaptığı şeyden değil ama benimle yalnız kalmaktan korkuyordu ha? Eh, korksa iyi olurdu. Cılız direnişlerini görmezden gelerek onu evinin açık kapısından içeri soktum ve kapıyı arkamdan kapatıp Eylül’e döndüm. Ona bir daha bu kadar aptal olmamayı öğretecektim.


^^ İşte böyle... :) Sonunda kafamdaki soru işaretine vereceğim yanıtı buldum ve karakterlerin ağzından yazmaya başladım. Tabii 3. kişinin ağzından yazılmış epey bir kısım olduğu için düzenlemekte biraz sorun yaşayacağım ama kendimi böyle daha iyi hissediyorum. Umarım siz de hikayeyi bu haliyle seversiniz :)

Bu bölümde çok küfür vardı. Rahatsız edip etmediğini söyler misiniz? Ayaz böyle bir karakter ama dozunun kaçtığını düşündüyseniz elimden geldiğince azaltmaya çalışabilirim.

Bu arada yorumlarda isterseniz bana "sen" diye hitap edebilirsiniz. Benim için sorun olmaz, aksine sevinirim ve ben de size o şekilde hitap ederim :) Ve bana isimlerinizi söylerseniz, sizleri isim olarak da tanımak isterim :)

Son olarak, elimdeki bölümlere güvenerek 3 günde bir bölüm yollarım demiştim ama çok iyimser oldum sanırım. Bu aralar yollarda baya zaman geçirecek gibiyim. O yüzden 3 gün sözünü geri alıyorum ama bulduğum her fırsatta yazıp elimden geldiğince sık bölüm eklemeye çalışacağımın sözünü verebilirim :)

Çok konuştum biliyorum ve susuyorum. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin :)

6 yorum :

  1. Merhaba, okurken bir an ne okuduğumu falan şaşırdım doğrusu yav diyorum bir değişiklik var da ne olmuş diye kendi kendime düşünürken aşağıda ilahi bakış açısından vazgeçtiğini söyleyince bir anda jetonum düşüverdi. :) Kesinlikle ilahi bakış açısında da başarısız değildin ama bu çok daha iyi olmuş sanki hikaye kendini bulmuş gibi geldi bana :)

    Bir de bu senli-benli olalım teklifini direkt üstüme alındım Çiğdem'ciğim -bak yani cidden alınmışım değil mi?- benim adım Seda, sen istersen geveze de istersen Seda de anonim olmak gibi bir kaygım yok doğrusu şimdiden tanıştığımıza memnun oldum. :)

    Eylül ile Ayaz'a dönersem ilk gözüme çarpan matinlere başlarken yazdığın o Eylül'den, Ayaz'dan yazıları oldu. İnsanda sanki senaryo okuyormuşçasına yapaylık hissi yaratıyor bence bildirimler. Onun yerine "*****" gibi bir işaret kullanırsan her bakış açısı değiştirmeden önce insanlar o işareti görür görmez bakış açısının değişiceğini anlar ve o beklentiyle şaşırmadan kim ne diyor yav demeden okuyabilir gibi geliyor bana :)

    "Onu yatağına uzanmış bir aşk romanı okurken hayal ettim. Bu düşünce gülmeme sebep olmuştu." Bu da genel bir şey olduğu için söylemek istiyorum birinci cümle geniş zamandayken ikinci cümle geçmiş zamanda kurulmuş yani büyük sıkıntı değil ama böyle ifadeler kullanırken zamanların birbiriyle uyumlu olması daha güzel olur "Bu düşünce gülmeme sebep oldu." gibi gibi...

    Öncelikle şunu söyleyeyim cins-i latif bile olsam günlük hayatımda yeri gelir, sinirlenirim valla küfür de ederim hiç takılmam, hatta bazen "çok seviyorum seni lan" diyerek insanlara samimi sevgimi gösterdiğim bile olmuştur.. Yani saçmalıyorum kusura bakmayın demek istediğim küfür duyunca duyguları incinip fenalık geçiren insanlardan değilim ama sanki biraz sert girmişsiniz gibi geldi.

    Şimdi Ayaz'ın ilk cümlesinden allah ne verdiyse girmesi kadın okuyucu için yazılan bir romanda karakterin sempatikliği açısından ne kadar faydalı bilemiyorum. Mesele orada it herif çok daha uygun olabilirdi, hem adi serseri gibi amerikanvari komik bir ifade olmazdı hem de hali hazırda yazılmış olan kadar ağır da olmazdı.

    Anita Blake okuru olarak, Anita Blake sever olarak açıkçası Siktir çekmesi bir insanın veya karakterin bana normal hatta neredeyse şirin geliyor çünkü yoğun stres altındaki bir durumu ya da çaresiz kalmayı hiçbir ünlemin betimleyemeyeceği kadar iyi betimliyor o cümle.

    Bir de söylemek istediğim son bir şey var bu konuda o da küfür hayatın bir gerçeği ama homoseksüel bireylerde hayatın bir gerçeği. Yani böyle nasıl derler işte tırnak içinde "ibne", "ılık", vs.. vs.. gibi küfürlerin kitaplarda kullanılması biraz hassas bir konuymuş gibi geliyor bana bilmem siz ne dersiniz?

    "Nasıl bir adamdım böyle?" Ayaz kendi iç sesiyle konuşurken, kendine kızarken falan kendinden sürekli adam diye bahsediyor ama birazcık tuhaf olmuyor mu sanki? Anlatmak istediğim kim kendine kızarken "Ben nasıl bir kadınım?" der ki? "Ben nasıl bir insanım?" çok daha doğru bir söyleyiş olacaktır çünkü Ayaz'ın derdi adamlığıyla değil bence, insanlığıyla.. Tabii Ayaz'ı o kadar da tanımadığım için bol keseden sallıyor da olabilirim onu yazar bilir tabii :)

    Unutmadan geçen bana verdiğiniz cevapta FMA gibi cinsellik yazamam demişsiniz haklısınızda her hikaye o kadar cinsel içerikli olmak zorunda değil ama aşkın cinsel bir tarafıda var. Sayfalarca cinsellik yazmak değil zaten asl olan aralarındaki tutkuyu küçük detaylarla hissettirebilmek. Yani Eylül frijitmiş, Ayaz iktidarsızmış gibi de olmaz sonuç itibariyle :)

    Son olarak şunu söylemek istiyorum kesinlikle çok beğenerek okuyorum yani eleştiri istemiyor olsanız ve ben yardımcı olmaya çalışmaktan keyif almasam inanın söylenecek hiçbir şey yok. Bu Ayaz'ı yola getirir bu kız bakın görürsünüz ihihiih :):) falan deyip geçerim gerçekten keyifli bir hikaye.

    Dövüş denildiği an aklımda Travis diye ampuller yanması da benim algıda seçiciliğim yani şu belalı düğün çıksa da okusak :):)

    Kendinize iyi bakın sevgiler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Eylül frijit, Ayaz iktidarsız..." Ahahahah :D Oyy çok güldüm çok yaşa Sedacığım :D :P (Bak ben de hemen adapte oldum :D )

      Yorumlarınla hiç bir problemim yok merak etme, aksine özellikle bekliyorum. Tabii katılmadığım bir iki şey var ama yorumunda fark ettim ki başka bir hikaye ya da kitap okurken fark ettiğim hataları ben de yapıyorum. Zaman kayması olayı mesela. Okurken benim de çok dikkatimi çeker ama o yoğunlukta yazarken kaçıyormuş demek ki. Daha çok dikkat ederim bundan sonra.

      "ibne"yi falan kullanırken pek o açıdan bakmadım. Günlük hayatta kullanılır ya, o yüzden direk girdim mevzuya ama haklısın aslında dikkat etmek gerek. Kimsenin duygularını incitmek istemem :)

      Ya cinsel bir durum muhakkak ki olur ancak ben bunu çok üstü kapalı geçeceğim kesinlikle, utanırım ben ahaha :D

      Sürekli Amerikan tarzı kitaplar/hikayeler okumaktan tarz biraz oralara kaymış olabilir tabii. Bak orada da haklısın. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama elimden geldiğince ona da dikkat ederim. (Sürekli o tarzda okumaktan, bazı cümle yapıları kafamda normalleşti artık :| )

      Eylül ve Ayaz'ın bakış açılarından olduğunu belirtmek için yıldız kullanamam çünkü bazı metin içi geçişlerde kullanıyorum ama bu ilk bölümden sonra yalnızca E ve A gibi baş harfleri kullanmak gibi bir planım vardı. Tam bir kelime okumayınca pek akıştan çıkarmıyor sanki?

      Anita Blake'i hiç okumadım ama kendisine bunu normalleştirdiği için teşekkürlerimi sunuyorum :P Her ne kadar normal olmak zorunda olmasa da...

      Aslında Ayazî bu kadar küfürbaz yazmamın sebebi, kafamda Eylül'le ona eğlenceli diyaloglar yazmış olmam. Tatlı şeyler olacak gibi gibi. O yüzden bu kadar abarttım sanrım :D Ama rahatsız ettiyse biraz azaltırım tabii sorun değil.

      Hikayedeki karakterlerimin başkasının karakterine benzetilmesi en istemediğim şey ve en çok kaçmaya çalıştığım şey aslında ama binlerce roman yazılmış ister istemez birisini bir ucundan yakalıyorum işte :|

      Yorumun için çok teşekkür ederim. İnsana yazma hevesini veren şey yorumlar ki düzenli yorum yapan iki okuyucumdan birisin. Ben bu hikayeye elimden geldiğince devam edeceğim ama yeriniz ayrı olacak efenim^^ :)

      Sil
  2. merhaba Cigdem,
    bu bölüm digerlerine göre daha Ileri düzeydeydi, ayrica eylül ve Ayaz gözüyle birarada aktarim cok basariliydi. her ne Kadar Tatli bela ve Ayakli Bela kitaplarinin hastasi olsam da karakterlerin(karekter miydi yoksa ?) ayri ayri kitaplarda olmasi her Zaman cekici degil bence . birlikte okuttugun icin sag ol.küfüre gelince ben de Geveze Kitap Kurduna katiliyorum giris icin sertti. gözlerini kapatipta eylül`ün öfkeli yüzünü gördügü anda salladigi `siktir` bana göre hiiiiiic yakismadi yok artik dese daha mutlu olurdum. bu küfürle ilerde eylül`le cooook kavgada ederler yani ;) nedense kavgada arkadan eylül`ün gelmesi karismasi röntgenci imajini cok pekistirdi sevmedim.
    ben Ayaz`in annesi babasi ölmüs sanmistim. simdi daha cok merak ettim ayaz`i Defne`nin katilmasi iyi oldu fazladan karakterler zenginlestiriyor ama cok fazlasi degil bir de ana karakterleri gecmemesi önemli.
    son olarak Eylül`ün annesi kesinlikle kizina iyi bir Kismet bulmus gibi görünüyor.
    not: kelime yanlislari ve imla hatalari icin özür dilerim. yorumlarimla insallah kirmadim seni ellerine kalemine saglik ve son olarak ben nevin :) (ben Bond James Bond gibi oldu)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar, memnun oldum :)

      Yok dediğim gibi eleştiriler dozunda olduğu sürece darılmaca gücenmece yok, merak etmeyin yani :) Evet, küfürler biraz fazla gelmiş sanırım. Ayaz'ın ağzından okuduğunuz zamanlarda yine illaki küfür yazmak zorundayım çünkü o öyle bir karakter ancak bunu elimden geldiğince azami bir seviyede tutmaya çalışacağım :)

      Ama küfürlerin içinde "Siktir" kısmı en yerinde olandı sanki? Katılamadım ona.

      Eylül'ün annesi ile ilgili tahminin çıkar mı göreceğiz ama bayılıyorum okur tahminleri okumaya, o yüzden yorumunun bu kısmı için ayrıca teşekkür ederim :)

      Diğer bölümde Eylül'ün açısından olayın nasıl geliştiği az çok yer alacak, belki senin için de bir mantığa oturtur çıkıp gelişini :)

      Yorumun için de teşekkürler, eleştirilerini elimden geldiğince ve hikayem açısından uygun düştüğü yoğunlukta dikkate alacağım^^

      Sil
  3. Ayaz'ın anne ve babasını özlemesi beni çok duygulandırdı. Öyle sert bir adamın içinde neler yaşadığını bilemiyoruz tabi biz.. Ama o sertliğin altında böyle -doğru kelimeyi tam olarak bulamadım- kırılgan bir ruhun olması da ayrı bir olay. Anne ve babasına tam olarak ne yapmış onu da merak ettim ha :) Nedir yani olay tam olarak ^^

    Küfür meselesine gelince beni çok rahatsız etmedi. Hayatın gerçekleri sonuçta bu. Ama rahatsız olanların sayısı daha fazla sanırım :)) Oy oy oy! Dövüş dedi ya.. Allah'ım! Bende dövüşçü takıntısı vardır arkadaş nasıl uzak kalacağım Ayaz'a :))

    Ellerine sağlık Çiğdem yine süperdin :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dövüşçü takıntın mı var? O nasıl bir takıntı öyle Buse heheh :D Vallahi ben de merak edin diye yazmıştım, amacıma ulaştım o zaman :P

      Küfür dozunu düşürdüm ister istemez. Ama tamamen kesemem zaten, dedim ya Ayaz böyle bir karakter :D

      Beğenmene sevindim^^ :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın