Koşmaya
devam ederken korktuğumu fark ettim. Deli gibi korkmuştum. O yüzden kaçıyordum.
Annem hayatımıza yabancı bir adamın gireceğini söylüyordu. Onun hayatına çoktan
girmiş olan yabancı bir adamın ve bir… bebeğin.
İnanmak
çok zordu. Düşünmeye ise dayanamıyordum. O anneydi. Böyle büyük hatalar
yapamazdı. Çocuk olan bendim. Hata yapması gereken ben olmalıydım, o değil. O
bana bunların bir hata olduğunu söylemeliydi. Bunun büyük bir sorumsuzluk
olduğunu…
Bir
bebek! Buna nasıl alışabilirdi ki bir insan? Annesinin tanımadığı birisinden
hamile olduğunu öğrenen bir çocuk nasıl tepki verirdi? Bilmiyordum. Sadece
annemden olabildiğince uzağa kaçmak istiyordum. Şu an ona anne demek bile o
kadar zor geliyordu ki.
Düşünmemek
için yüzüme çarpan soğuğa ve sırılsıklam olan ayaklarıma odaklanmaya çalıştım.
Koşmama rağmen donabilirdim. Ama beynimdeki yangındansa vücudumdaki soğuğu
tercih ediyordum. Düşünmeyecektim.
Düşünmek
istemiyordum.
Ne
olduğunu anlayamadan aniden sertçe geriye doğru çekildiğimde kısa bir çığlık attım.
Aniden sırtımda yoğun bir sıcaklık hissetmiştim. Sert bir göğse yaslandığımı ve
kuvvetli kolların belimi kavradığını fark edince geriye doğru bir bakış attım.
Ayaz, sert bir ifadeyle bana bakıyordu. Hemen sonra aynı bakışlarını karşıya
yönlendirdi. O beni hızlıca bırakırken ben de onun baktığı yere doğru baktım.
Tam önümde bir araba duruyordu. Tekerlek izlerini gördüğümde sert bir fren
yaptığını anladım. Ayaz beni bu yüzden mi çekmişti?
Anlaşılan
bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtulmuştum. Daha doğrusu
kurtarılmıştım. Beynimdeki gürültünün yoğunluğu, beni dışarıya karşı tamamen
kör ve sağır etmiş olmalıydı. Akmaya devam eden gözyaşlarımı silerek derin bir
nefes aldım. Sakinleşmeliydim.
Arabanın
kapısının açıldığını görünce oraya baktım. Sürücü öfkeli bir şekilde aşağıya
iniyordu. Öfkesinin nedeni ben olmalıydım ki öldürücü bakışları tamamen benim
üzerimdeydi.
“Ne
yapıyorsun sen?” diye bağırdı, üzerime yürümeye başlamıştı. “Düz yolda giden
adamı katil mi edeceksin? Önüne ba-”
“Siktir
git lan!”
Ayaz’ın
sesi adamın yüzüne sert bir şekilde çarptı. Anlaşılan adam panikten ya da
öfkeden onu görememişti. Ya da onun Ayaz olduğunu fark edememişti. Şu an anladığım kadarıyla adam Ayaz’ı
tanıyordu. Belki de bizim mahalledendi, bilmiyordum. Yüzünün bembeyaz oluşundan
çıkardığım sonuçtu bu. İkinci kez bana bakmadan Ayaz’a ters bir bakış attı ama yanıt vermeden
arabasına binip uzaklaştı.
Arkasından
korkak diye bağırmak istedim. Oysa Ayaz’ı görmeden önce, üzerime yürürken,
son derece cesur görünüyordu. Gücü, kadınlara yeten zavallılardan birisi
olmalıydı.
Ayaz
bana bakarak, “Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordu. Sesi son derece
sıradan çıkmıştı.
“Hayır,”
diye mırıldandım. Bir yandan da annemin gelmediğinden emin olmak için geriye
doğru bakmıştım. O zaman ne kadar çok koştuğumu fark ettim. Evden çok
uzaklaşmıştım. Annemin buraya kadar arkamdan gelmesini beklemiyordum.
Yapamazdı. Ayaz’ın sesi yeniden soğuktan
yanan kulaklarıma ulaştı.
“O
zaman ödeştik.”
Hem
üşüdüğümden hem de çok fazla ağlamış olmam yüzünden akan burnumu çekerken
Ayaz’a baktım. Her ne kadar bir kaza atlatsam da kafamı annemden uzak tutacak
olan her şeye vardım.
“Ne?”
Gözlerini
devirerek bana baktı.
“Zırt
pırt diyorsun ya hani hayatını kurtardım diye.
Al işte, ben de seninkini kurtardım. Ödeştik.”
Neden
bu kadar öküzdü?
“Ben
senin hayatını iki kez kurtardım,” dedim onunla inatlaşma fırsatını
kaçırmayarak. Sesim boğuk çıkıyordu. Bir kez daha burnumu çekip, “daha
ödeşmedik,” diye ekledim.
Gülecek
gibi olmasına aldırmadan yeniden yürümeye başladım. Çenem titremeye başlamıştı.
Gerçekten çok üşüyordum. Pofuduk terliklerim ise kesinlikle ayaklarıma yardımcı
olmuyordu.
Ayaz’ın
arkamdan geldiğini duyunca, ağlamaya son verdiğim için kendimle gurur duyarak,
“Niye peşimden geliyorsun?” diye sordum. “İşin yok mu senin?”
Belli
belirsiz iç çektiğini duydum. Onun da bir şekilde kararsızlık içerisinde
olduğunu hissedebiliyordum. Galiba
peşimden gelmek ve gelmemek arasında kalmıştı. Düne kadar bana karşı takındığı
tavra bakacak olursak, şu an ardımdan gelerek kendisiyle çelişiyordu. Kısa bir
süre sonra yanıt verdi.
“Var
aslında ama...”
Durup
arkama dönerek ona baktım.
“Ama?”
“Hmm…”
dedi nasıl yanıt veremeyeceğini bilemeyerek. Ben inatla yanıt bekleyerek ona
bakarken ensesini kaşıdı. Ya verecek cevap arıyordu ya da cevap vermek
istemiyordu. Konuyu geçiştirmek istediğinden olsa gerek üzerime şöyle bir
baktı. Özellikle ayaklarımdaki sırılsıklam terlikleri gördüğünde şaşırmıştı.
Tek kaşını kaldırdı. Kararsız ifadesi gitmiş, yerini yine ciddi ifadesi
almıştı. Ben
ise giderek daha fazla ve daha fazla üşüyordum. Acilen ayaklarımı ısıtmazsam
birkaç adımdan fazla yürüyemeyecektim.
Ayaz’ın
“Bir de kendimi öldürmeye çalışmıyorum diyorsun değil mi? Donacaksın,” dediğini
duydum. Üzerindeki sıcacık görünen siyah
montu çıkarıyordu.
“Ciddi
olamazsın,” dedim dalga geçerek. Hareketsiz olduğumda çok daha fazla
üşüyeceğimi bilerek yeniden yürümeye başladım.
Gururlu yanım onun montu bana vermesine fırsat vermeden çekip gitmemi
söylüyordu, mantıklı ve şu an çok üşüyen yanım montu almakta bir sakınca
görmüyordu. Ama ben zaten karar veremeden önce yanından ayrılmıştım. Arkamdan
gelen şaşkın sesini duydum. Anlaşılan bu kez peşimden yürümüyordu.
“Nereye?”
Şimdi
benimle ilgilenmeye mi başlamıştı? Zaten ona karşı öfkeliydi şimdi bir de…
annemin…. Ah! Delirecektim.
“Sana
ne?” dedim çıkışarak. “Evine git, Ayaz.”
Sesi
uzaklardan gelmesine rağmen kahkaha attığını duydum. Bu kez gerçekten keyifli
bir şekilde gülmüştü. Bunun kulağa ne kadar güzel geldiğini umursamamaya
çalıştım.
“Rolleri
mi değiştirdik?”
Sözlerini
bitirir bitirmez karı ezen hızlı ayak seslerini işittim. İki saniye sonra
yanımdaydı. Ben ne olduğunu anlayamadan montunu omuzlarıma bıraktı. Kafamı
çevirip ona baktım. Siyah mont üzerime koca bir ağırlık gibi gelmişti. Yine de
o sıcaklığa direnemeden içine sindim. Mont onun gibi kokuyordu ve sıcacıktı.
Üstelik nerdeyse bedenimin büyük bir kısmını örtecek kadar büyüktü. Ayaz’ın üzerinde yine siyah bir tişörtten
başka bir şey kalmadığını gördüğümde kaşlarımın çatılmasını engelleyemedim.
“Bu
kez de sen donacaksın.”
Gülümsedi.
“Ben idare ederim, merak etme.”
Niye
bu kadar güzel gülümsüyordu? Allah onu yaratırken görüntüsü konusundan ona
fazlasıyla cömert davranmıştı. Ama anlaşılan içeride bir yerlerde bazı
noksanlar vardı. Omuz silkerek yoluma devam ettim.
“Vay
be. Öküzün içinden centilmen çıktı.”
Tepkisini
görmek için ona baktığımda kaşlarını çattığını gördüm. “Ağır hakaretlerinle
narin kalbimi incitiyorsun.”
Ses
tonunu son derece ciddi tutmuştu. Dudaklarımın hafif bir gülümseme ile
seğirmesini engelleyemedim. Aslında beni meşgul ettiği için şanslıydım. Aklımı
perdeleyebildiğim için seviniyor ve yeniden anneme kaymaya başlamasını
engelleyebilmek için elimden geldiğince çabalıyordum. Şu son birkaç günde sinir
bozucu derecede çok ağlamıştım. Özellikle de Ayaz’ın karşısında. Daha fazla o
sulu gözlü kız olmak istemiyordum.
Neden
bu durumda olduğumu bile sormuyordu. Neden bu halde ağlayarak sokakta
koştuğumu… Sebebini de tahmin edebiliyordum. Soru sorarsa, sorunlarımla
ilgilenirse hayatıma bir ucundan dahil olacağına inanıyordu ve bunu
istemediğini biliyordum. Kafamı
sallayarak düşüncelerin zihnime hücum etmesini engellemeye çalıştım.
“Nereye
gittiğini biliyor musun?” diye sordu.
Önüme
bakmaya devam ederken düşünmeye çalıştım. Şu ana kadar düşünmeden devam
etmiştim. Ama çok fazla seçeneğim de yoktu. Ben yanıt veremeden önce Ayaz devam
etti. “Bu saçma terliklerin ayaklarını koruduğunu zannetmiyorum.”
Korumuyordu
da zaten. Ayaklarım terliğin içinde adeta yüzüyordu. Aslında giymiyor olsam da
pek bir şey fark etmezdi.
Ayak
parmaklarımın uyuştuğunu iyiden iyiye hissettiğimde Ayaz’a döndüm.
“Telefonunu
kullanabilir miyim?”
Ayaz
bana şöyle bir baktıktan sonra telefonunu cebinden çıkarıp bana verdi.
Beklemeden Defne’nin numarasını tuşladım. Ondan başka yanında rahat hareket
edebileceğim kimse yoktu. Ayaz’ın üzerimdeki bakışlarından biraz da olsa
gerilerek birkaç adım öne doğru gittim. Defne iki çalışın ardından telefonu
açmıştı.
“Alo?”
Defne’nin
sesini duyduğumda yeniden ağlama isteği duydum. İlkokuldan beri yanımda olan
arkadaşım, artık benim için bir sığınak gibi olmuştu. Şu an ona sarılmak ve
beni teselli etmesine izin vermek istiyordum. Ayaz’a kaçamak bir bakış attım.
Ona sarılmayı daha da çok istiyordum.
Gerçek
anlamda umutsuz vaka olduğumu o an tam anlamıyla kavradım. Her zaman dönüp
dolaşıp kendimi Ayaz’la birlikte hayal ediyordum. Kendime engel olmaya çalışsam
da beni çektiği ilk anda ne kadar sıcak olduğunu hatırladım. Ve ne kadar
kuvvetli… Şimdi kendimi böylesine kimsesiz hissederken onun benimle olduğunu
bilmek ne kadar da iyi olurdu.
Başımı
göğsüne yaslar ona ne kadar çok korktuğumu söylerdim. Neden korktuğumu, annemin
beni nasıl aldattığını, kendimi aniden nasıl büyük bir boşlukta bulduğumu… Her
şeyi. Belki o da bana “Korkma,” derdi.
Sonrada saçlarımın üzerine bir öpücük kondurup bana sıkıca sarılırdı. “Ben hep buradayım.”
“Roman
okumayı bırakacağım.”
“Ne?”
Defne
ve Ayaz aynı anda sormuşlardı. Aklımdan geçen şeyi sesli söylediğimi fark
edince irkildim. Yine rezil olmuştum. Olmuş muydum? Ayaz ne düşündüğümü
anlayamazdı ki! Anlar mıydı? Dudaklarında hareketlenen sırıtmaya bakılırsa
anlamıştı. Ve ben yine kızarıyordum.
Çığlık
atsam çok mu garip olurdu?
“Eylül?
Sen misin?”
Defne’nin
telefondan yükselen sesine odaklanmaya çalıştım.
“Evet,
benim. Evde misin?”
“Evdeyim,
evdeyim ama senin sesin kötü geliyor. Ne oldu? İyi misin? Bu kimin numarası?”
“Hepsini
gelince anlatsam olmaz mı? Başım çatlıyor ve donmak üzereyim.”
“Donmak
üzere misin? Neden?” Durakladı. “Yani şey, gel tabii, bekliyorum.”
“Tamam,
görüşürüz.”
Telefonu
kapattıktan sonra geri dönüp Ayaz’a verdim ve “Teşekkür ederim,” diye
mırıldandım. Bir yandan da montu çıkarıyordum.
“Ne
yapıyorsun?” diye sordu kaşlarını çatarak.
“Montunu
sana geri veriyorum.”
“Sebep?”
Montu
ona uzatırken, çoktan sıcaklığını özlemeye başlamıştım bile.
“Çünkü
gidiyorum, gerek kalmadı. Şimdi bir taksi bula-”
“Taksi
bulacaksın. Bu mahallede?”
Etrafıma
şöyle bir bakındım. Mahallenin bu kısımlarını bilmiyordum ama elbette bir
yerden taksi bulabilirdim.
“Başımın
çaresine bakabilirim.”
Ayaz
telefonunu cebine koyarken önce montuna, sonra bana ciddi bir ifade ile baktı.
“Giy şunu,” dedi sert bir şekilde. Neredeyse emir verir gibi konuşmuştu.
Kaşlarımı kaldırarak ona bakmama sebep oldu.
“Emredersin,
başka?”
“Otur,
bekle. Arabayı alıp geleceğim. Seni ben bırakırım.”
Şaşkınlığımı
gizleyemedim. Onu hiç araba kullanırken
görmemiştim, bir arabası olduğunu bile sanmıyordum. Beni bırakmak isteyeceğini
de… Benim yanıt vermeme izin vermeden dönüp gittiğinde kıpırdamadan ona baktım.
Sağımdan solumdan geçmeye başlayan insanların da bana baktıklarını ancak o
zaman fark edebilmiştim. Mont elimde olduğum yerde dikilirken sinirlendiğimi
hissediyorum. Benimle bu tonda konuşmaktan vazgeçmeliydi.
Montunu
olduğum yere bırakıp gitmeyi düşündüğümde aklımda geçenleri duymuş gibi bana
bakıp seslendi. “Aklından bile geçirme.”
Aklımı
mı okuyordu?
Yeniden
ve bu kez daha da şiddetle titremeye başlayınca montu üzerime geçirdim. Hala
inattan çekip gitmek istiyordum ama yolda bir ileri, bir geri yürümekten
fazlasını yapmadım. Galiba biraz da bu halde, daha fazla insanla karşılaşmaktan
çekiniyordum. Perişan göründüğümü biliyordum. Ve öyle hissediyordum. Gidip
güneş alan bir duvarın tepesine oturdum. Birileri bana baktıkça Ayaz’ın montuna
daha fazla gömülüyordum. Omuzlarımın çöktüğünü hissettim. Bugünlerde beni mutlu
edecek şeyler yaşamaya hasret kalmıştım.
Annemin
bir de beni Ayaz’dan korumaya çalıştığını hatırladım. Hah! Şu an beni onun
yaraladığı kadar başkası yaralayabilir miydi? O sekiz aydır bir adamla
birlikteydi. Neredeyse bir koca yıl olmuştu ve bana Ayaz’dan uzak durmamı
söylüyordu öyle mi? Nasıl bir ikiyüzlülüktü bu? Çıldırmak işten bile değildi.
Hızla
yaklaşan siyah arabayı fark ettiğimde oraya baktım. Evden çok uzaklaştığımız
için Ayaz’ın dönmesinin uzun süreceğini zannetsem de yanılmıştım.
Bir
dakika!
Bana
doğru gelen arabaya gözlerimi kırpıştırarak yeniden baktım. Annem, sevgilisi ve
hamile olması şu an aklımdan uçmuş gibiydi. 67 model siyah Impala! Ve
direksiyonda Ayaz oturuyordu. Araba önümde durduğunda inanamayarak yeniden
baktım. Hayallerimdeki araba karşımda duruyordu.
Ayaz,
binmemi bekleyerek Impala da kaldıysa da ben arabaya bakmakla çok meşguldüm.
Yüzüme yerleşen küçük tebessüme ben bile şaşırıyordum. Şu an herhangi bir şeyin
beni böyle mutlu edebileceğini düşünemezdim. Duvardan aşağı zıpladım ve arabayı
bir kez daha baştan aşağı süzdüm. Dudağımı ısırmaktan kendimi alamamıştım.
Ayaz’ın
arabadan inmiş beni seyrediyor olduğunu fark edince ben de ona baktım.
Yutkunduğunu görebilmiştim. Sebebini anlayamadım.
“Neden
gülümsüyorsun,” diye sordu kendisini toparlayarak.
Soru
muydu bu?
“Çünkü
bu 67 model Impala,” diye mırıldandım. Söylediğim şeyin önemini kavrayacağını
umuyordum.
“Vay,”
dedi. Bunu bilmemi beklemiyor gibiydi. “Arabalardan anlar mısın?”
“Hayır.”
Ayaz
kaşlarını çatınca içimde bir gülme isteği hissettim. Kendimi arabanın içine
atarken çok daha iyi hissediyordum. Ayaz’ın bu arabaya sahip olması bizim için
bir işaret olmalıydı. Düşündüğüm şeye güldüm.
Allah’ım,
sanırım bu arabayı bana aklımı kaçırmamam için gönderdin. Teşekkür ederim!
Arabaya
biner binmez terliklerimi çıkarmıştım. Ayaklarımı toparlayarak oturup montu
tamamen kendime sardım ve kemerimi bağladım. Arabanın orjinalinde kemer
olmadığını biliyordum. Sonradan eklenmiş olmalıydı.
“Sanırım
döşemeleri mahvediyorum,” dedim arabayı çalıştıran Ayaz’a.
Yanıt
vermek yerine, “Neden sırıttığını söyleyecek misin?” diye sordu.
“Çok
basit, çünkü bu 67 model Impala.”
Ayaz
da kendi kendine sırıttı. “Biliyorum, bu gerçek bir mutlu olma sebebi ama sen-”
“Supernatural,”
dedim.
“Ne?”
“Supernatural,
Impala, dünyanın en önemli arabası?”
Bilmiyor
muydu?
“Neden
bahsediyorsun?”
“Impala’ya
aşık olmama neden olan diziden.”
Dilimi
ısırdım. Bunu söylemenin başka bir yolunu bulamaz mıydım? Tam bir ergen gibi
konuşmuştum. Ayaz’ın gözlerini devirdiğini gördüm. Daha fazla şey söylemesine
gerek yoktu.
“Bu
arabayı nereden buldun?” diye sordum.
“Dedemden
kalma.”
“Ah.”
Konuşma
burada son bulmuştu. Benim heyecanım da giderek sönüyordu. Yine de Impala ile
gelen geçici mutluluk seansıma müteşekkirdim. Kendime gelmemi sağlamıştı. Kafa
mı yana çevirince dikiz aynasında kendimi gördüm.
Tahmin
ettiğim gibi berbat haldeydim. Saçlarım dağılmış gözlerim kızarmış ve şişmişti.
Kendimi kötü hissederek saçlarımı çözdüm. Taramamış olsam da açık halde daha
iyi görünüyordu. Ayaz’ın çabamı fark
edeceğini biliyordum ancak umursamadım ve ona nereye gideceğimizi söylemek
dışında da konuşmadım.
Aklıma
ısrarla direndiğim kırk beş dakikalık bir sürenin sonunda Ayaz, Defne’nin
oturduğu apartmanın önüne parka etti. Hiçbir şey söylemeden kemerimi çözdüm ama
arabadan inmek için herhangi bir hamle yapmamıştım. Arabanın sıcağı içeriyi
Ayaz’ın kokusu ile doldurmuştu. Ya da ben bu koku için çok seçici olmuştum.
“Teşekkür
ederim,” dedim kısık bir sesle. Ayaz’ın, tüm bu yaptıklarını yapmasını
beklemiyordum.
Küçük
bir baş hareketi ile teşekkürümü kabul etti. Her ne kadar dün ve öncesinde
olanlar için ona hala biraz kızgın olsam da bugün yanımda olduğu için
minnettardım. O olmasaydı düşünmekten delirebilirdim. Şimdi inmem gerektiğini
biliyordum ama elim kapı koluna uzanmıyordu. Kendime engel olamadan, “Seni bir
daha görebilecek miyim?” diye sordum.
Ayaz
aniden kafasını bana çevirdi. “Ne demek şimdi bu?”
Omuz
silktim. “Bir daha eve dönmeyi düşünmüyorum.”
Tek
kaşını kaldırarak bana baktı. Durumun ciddiyetini kavramış olmalıydı. İçimden
bir şeyler çekilirken onun yakışıklı yüzüne baktım. Çenesinde bir kas belli
belirsiz seğirmişti. İçime küçük bir umut yerleşti. Dönmeyeceğim için üzülür
müydü?
“Öyle
mi?” dedi belli belirsiz, “Ne yapacaksın peki?”
Ne
yapacağımı tam olarak bilmiyordum ama bir süre Defne’de kalabilirdim.
Sonrasında da başımın çaresine bakacaktım. Ama annemin yeni ailesine dahil
olmayacaktım.
“Bilmiyorum
ama… dönmeyeceğim.”
Ayaz
kafasını salladı. Bir şey söylemesini bekleyerek ona baktım. Biraz durakladıktan
sonra, “Senin için en iyisi buydu zaten,” dedi.
Ne
demesini bekliyordum ki? Göğsümde bir
ağırlık hissederken, “Değil mi?” diye mırıldandım. Sesimin kırgın çıkmasını
engelleyememiştim. Montunu çıkarıp koltuğa bıraktıktan sonra kapı koluna
uzandım.
“Benimle
alakası var mı?”
Yeniden
Ayaz’a döndüm. Bir an için suratını buruşturmasından anladığım kadarıyla bunu
sormak istememişti. Yine de biraz olsun ilgileniyor olmasına sevinmiştim.
“Neyin?”
diye sordum. Onunla geçirdiğim zamanı uzatmaya çalışıyordum.
Dönüp
bana baktı. Koyulaşan gözlerinin tüm gücünü üzerimde hissediyordum. “Bu sabah,
tüm bu olanların…”
Kafamı
iki yana salladım. “Hayır, yok. Merak etme. Senin için kavga etmeye bile fırsat
bulamadık.”
“Benim
için annenle kavga eder miydin?”
Ses
tonundaki o garip tınıyı yakalamıştım. Bu sorunun yanıtını gerçekten duymak
istediğini anlamamı sağlayan tınıyı… Yüz ifadesi ciddiydi. Gözleri,
kararlılıkla gözlerime dikilmişti. İlk kez bu kadar uzun süre birbirimize
bakıyorduk.
Neredeydik?
Ne yapıyorduk? Her şeyi unutmuştum. Nefesim kesilmişti. Üzerimdeki gücü
inanılmazdı.
“Cevap
ver,” dedi yumuşak bir sesle.
Yutkunarak
ne sorduğunu hatırlamaya çalıştım. Ah, annemle onun için kava eder miydim…
Hafifçe tebessüm ettim. Onun için silahlı bir adamla karşı karşıya dahi
gelmiştim. Ama hala soruyordu öyle mi? Beni gerçekten anlamıyordu.
Göz
kontağımızı bozarak yeniden kapı koluna uzandım ve kapıyı açtım. Ama Ayaz
üzerimden uzanarak kapıyı sertçe kapattı. O kadar hızlı hareket etmişti ki ne
yaptığını bile anlayamamıştım. Şaşkınlıkla hemen yanımda duran yüzüne baktım.
Çok
yakındı.
Öyle
yakındı ki nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Bir an için gözleri
dudaklarıma kayınca ciğerlerimdeki havanın gerçek anlamda bana yetmediğini fark
ettim. Hızlı hızlı solumaya başlamıştım. Beni öpecek miydi? Ben ona izin
verecek miydim?
Olduğum
yerde oturmaya devam ettim. Eğer beni öpmeye kalkarsa, bu kez ona karşı
koyamazdım. Küçücük bir yerde, çok ama çok yakınımdaydı. Bütün duyularım onunla
dolmuştu. Şu an sadece onu görüyor, nefes alışverişini duyuyor, kokusunu alıyor
ve varlığını hissediyorum. Tamamen ona kapılmış durumdaydım.
Bana
biraz daha yaklaştığında yutkundum. Aramızda sadece bir santimlik bir mesafe
kalmıştı. Ve ne yapacağına karar verse iyi ederdi çünkü nefessizlikten başım
dönmeye başlamıştı. Üstelik nasıl nefes alacağımı hatırlayamıyordum.
Bir
anda canı yanmışçasına irkilerek geri çekilip arkasına yaslandı. Ben de aynı
anda tuttuğum nefesimi bıraktım. İkimiz de sesli bir şekilde nefes alıp
verirken hayal kırıklığıyla doluyordum.
“Özür
dilerim,” diye mırıldandı.
Bense
hiçbir şey söylemeden terliklerimi giyerek arabadan indim. Ne yapmaya
çalıştığını anlamıyordum. Tavrı sürekli değişip duruyordu ve bu da benim başımı
döndürüyordu. Üstelik tamamen kötü anlamda!
“Eylül!”
Adımı duyduğumda olduğum yerde kaldım ve
sesli bir soluk alarak gözlerimi yumdum. Bunu hayal etmiştim. Onun kadife
sesinden adımı duyacağım anı. Alaycı bir şekilde değil, kızgınken değil. Böyle.
İncitmekten korkar gibi, yumuşacık… Birkaç saniye sonra gözlerimi açarak
yeniden ona baktım. Tam karşımda duruyordu.
“Ne?”
dedim sessizce. Kendimi bir kez daha
reddedilmiş gibi hissediyordum.
“Eğer bu son görüşmemiz olacaksa-”
diyerek başladı ama sözünü kestim.
“Bu son görüşmemiz olmak zorunda değil,”
dedim hırçın bir tavırla. Sinirlerimi bozuyordu. Yine.
“Zorunda,” diye mırıldandı. O bu kez
sakinliğini koruyordu. “Ve ben de bilmek zorundayım.”
“Neyi, Ayaz?”
“Neden geldin?” diye sordu.
Ne?
“Bu da ne demek şimdi?”
“Benim için defalarca geldin. Kimsenin
gelmediği kadar çok…” derin bir nefes aldı. Bir an için dişlerini sıktı.
Çenesindeki o kas yine seğirmişti.
“İnsanlar…” diye devam etti. Konuşmakta
zorlanıyor gibiydi. “İnsanlar bana gelmezler Eylül. Benden giderler. Sen neden
geldin?”
Ne diyebilirdim? Nasıl cevap
verebilirdim? Gerçekten bilmiyordum. Ama bunun özel bir an olduğunu biliyordum.
Ayaz’ın kendisini bu şekilde açmasının onun için ne demek olduğunu
anlayabiliyordum. Anlamadığımı sanıyordu ama anlıyordum işte. Aslında o bunu
anlamıyordu. Hissettiği şeyleri fark edebiliyordum.
Ayaz’ın dikkatli gözleri, bütün
mimiklerimi ve hareketlerimi takip ediyordu. Yapacağım ya da söyleyeceğim
herhangi bir şeyi yanlış anlamasından çekinerek, dikkatli bir şekilde yanıt
verdim.
“Gelmem gerekiyordu.”
Ayaz kaşlarını çattı. Açıklama
beklediğini söylemesine gerek yoktu. Bense giderek daha fazla geriliyordum.
Ayaz’ın bakışları çok keskin ve deliciydi.
“Bilmiyorum, Ayaz. Kader, belki. Benim
karşısında duramadığım, senin ısrarla direndiğin şey.”
Havadaki
duygu yoğunluğu inanılmazdı. Bu kadar basitti işte, tek yapması gereken kendini
bana açmaktı ve ben ona hemen karşılık veriyordum.
“Kaderse
eğer, iyice çuvalladık demektir,” dedi.
“Nasıl?”
“Benim
kaderim boka saralı çok oldu.”
Gerçekten
beni delirtmeye çalışıyor olmalıydı. Yine aynı şeyi yapıyordu. Yine bir
melodramın içine dalıyorduk.
“Ama
sen yine de bil.” Durakladı. Zorlandığını biliyordum ama şimdi susmazdı. Eğer
devam etmezse, bu kez gerçekten onu paralardım. Şükürler olsun ki buna gerek
kalmadan devam etti. “Eğer en ufak bir umudum olsaydı, kendimle ilgili… O sen
olurdun.”
Gülmekle
ağlamak arasında gidip gelirken garip bir şekilde ona baktım ve “Kim?” diye
sordum. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bunu böyle üstü kapalı yapamazdı. Açık
açık söylemeliydi.
“Yapma,
Eylül.”
“Ne
yapmayım?” Bağırmaya başlamıştım. “Sen ne yapıyorsun, Ayaz?”
“Eylül…”
Daha fazla dayanamayacaktım.
“Sen
bana bunları söyleyerek mi veda ediyorsun? Beni mahvetmeye mi çalışıyorsun?
Amacın ne? Ne yapmaya çalışıyorsun? AYAZ, SEN NE YAPIYORSUN?”
Ayaz
derin bir nefes alıp iki eliyle birden yüzünü ovaladı. Kendisiyle ciddi bir
savaş veriyor gibiydi. Kısa bir süre bekledim. Yeniden bana baktığında bir kez
daha nefesimi tutmuştum.
Hayır.
Bakışlarından
anlayabiliyordum. Kaybetmişti, kaybetmiştim. Az önce birkaç dakikalığına
indirdiği duvarı yeniden yükseltmişti. Geri geri birkaç adım atıp, “Kendine
dikkat et,” diye mırıldandı.
“Yapma
şunu,” diye karşılık verdim ağlamaklı bir sesle. Kafasını iki yana sallayarak
arabasına bindi ve beni kaldırımda arkasından bakarken bırakarak çekip gitti.
^^Supernatural aşkımı yansıttığım ve yazarken başımı döndüren bir bölümdü. Umarım beğenmişsinizdir. :) Yorumlarınızı gerçekten çok merak ediyor ve bekliyorum. Sevgiler^^ :)
cok güzel bir bölüm olmus. zaten Eylül ve duygularini yansitma konusunda hicbir Zaman Problem yok. yalniiiiiiiiz , Eylül ün onun duygularini bilmesi biraz fazla degil mi?iki defa Ayaz´i kurtarmis ve sürekli pencereden gözlemis. ne ara onun duvarlari oldugunu fark etti? ben mi kacirdim?
YanıtlaSilah ah ben cok mu elestiriyorum? bundan sonra sessiz takipci olarak devam mi etmeliyim acaba?
ellerine saglik.
Eylül'ün, Ayaz'ın duygularını bilmesi değil, hissetmesi ve tahmin etmesi var. Ayaz, bunu onaylamadığı sürece "biliyor," yorumu yapılmaz sanırım? :)
SilAyrıca yoğun empati yeteneği olan insanlar genellikle karşılarındaki insanlar hakkında doğru hissi tahminlerde bulunurlar bence ki Eylül Ayaz'ı düşünerek gece ve gündüzünü geçiriyor. Ayrıca onun en zor anlarına ve gel gitlerine de tanıklık etti. Bilmiyorum, o kısım benim açımdan fazla gelmedi :)
Ayrıca lütfen eleştirilerine devam et, benim için sorun yok. Farklı bakış açılarını görmeyeceksem ne anlamı var değil mi :)
Beğenmene sevindim, teşekkür ederim :)
Hahahah ilk işim Impala araştırmasına girmek oldu ve Dean'in arabaya yaslı resmini görünce "vaaayyy benim hatun Supernatural fanı çıktı" dedim :D hahaha bak bilmiyordum bunu ;)
YanıtlaSilAyaz yap be gülüm bırak Eylül'ü bana gel diyesim var ve dedim ve gittim :)
Hatun bekliyorum sonraki bölümü haberin ola ;)
Nasıl bilmezsin hatun he nasıl? :P :D Aslında konuşmuştuk da seninle ama o kadar çok konuşunca arada kaynamıştır ahahah :D
SilSağ ol hatun :D
Valla canım bölüm öyle uzun falan değil şimdi o konuda anlaşalım, pırr diye uçarcasına bitti :)
YanıtlaSilSupernatural konusuna ayrıca geleceğim :):)
Şimdi başlarsak, Eylül'ün içinde kaldığı durum çok zor bir durum eyvallah, ilk etapta verdiği tepkiyi de anlıyorum ama bir kadın ikinci evliliğini yapamazmış, imkansızmış gibi de devam etmemeli bence olay, zamanla daha ılımlı tepkilere taraftarım ben :)
Ve bir diğer konu Eylül hmm nasıl desem çok mu fazla duygusal bana mı öyle geliyor? Böyle bir durumda kalsam ve evi terk etmeye karar vermişsem ilk işim hayati eşyalarımı ve paramı almak olur pofuduk terliklerle çıkmam o evden. Üstelik bu kızın kaçıncı terliklerle çıkışı :)
Ayaz'la karşılaşmaları mevzusuna gelirsek güzel olmuştu. Zayıf anlarda paylaşılan duygusal yakınlıklar, iki insanı birbirine bağlar o yüzden önemli :) Ve yanlış zannetmiyorsam Eylül'ün önüne atladığı araba bu Ayaz'ı dövüştüren adama ait hani sanırım geçen bölüm Eylül'e takılmak istediğini falan söyleyen. Ayaz geçen bölüm çakallık yapma çabalarıyla Eylül umrunda değilmiş gibi davranmıştı falan ama arabanın içindeki düşündüğüm kişiyse artık o Eylül önemli değil ayakları falan patladı, o adam Eylül'e güzel bela olur gibi geliyor bana :)
Ayrıca arabanın içinde geçen mis gibi bir 45 dakika var sanırım biraz vakitsizsin bu ara yoksa o arabanın içinde çılgın muhabbetler döndürebilirdin, kaçacak yeri olmayan iki insandan bahsediyoruz nihayetinde :)
Üstüne üstlük adamın kokusu, adamın gülüşü, adamın yüzü diye Eylül'ün resmen aklı çıkıyor. Çiğdem canım benim orada, öyle zayıf, ıslak ve yalnız bir anda... Bırak beni öpmesine izin verir miyim falan diye düşünmeyi, ben o adamı çat diye öperim. Hele ki bir daha görüşemeyeceğimizi düşünüyorsam ve bu Ayaz'la ilgili son anım olacaksa. O yüzden öptürt şunları :) Yoksa benim ahlak anlayışımı tartışmamız gerekecek, çok mu dürüst oldum ne :)
Bölüm sonunda aralarında geçen konuşma çok hoşuma gitti yani bence tam olması gerektiği gibiydi, git gelli, belirsiz, umutsuz ama en çokta umutlu :)
Impala'ya gelirsek Waoooww Çiğdem süper olmuş ya... Benim nasıl bir Supernatural Fan'ı olduğumu herkes bilir, çevremi geçtim blog'ta bile durup durup yazıyorum. Sam'i sevmiyor Dean'e tapıyorum. Dean'imin Amin diye intihar sebebi şakalar yapıyorum! Ve Impala, ne diyebilirim ki bir arabaya aşık olunsaydı ben o arabaya aşık olmuştum. Ayaz gibi bir adamı o arabanın içinde düşünmek ehhihihie yani ergen kızlar gibi sevindirik oldum ne diyim çok tatlıyız :)
Yaz kızım yaz, durma yaz :)
Sevgiler, saygılar, hürmetler, bir sürü güzel şeyler işte :)
Seda var ya bir Buse vardı yorumlarına bayıldığım, bir de sen geldin şimdi :D Hani derler ya "güldürürken düşündüren," diye senin yorumların da "eleştirirken güldüren" cinsten haha :D Çok gülüyorum gerçekten^^
SilSupernatural konusuna girmeden kapatıyorum yoksa çıkamayız. (O iğrenç şakaları ben de yapıyorum ya "Allah Deanden imandan ayırmasın" falan :D )
Şimdi Eylül'ün tepkisi şu an için fazla değil bence ki hala aynı sabahtayız, öğle dahi olmadı. Zamanla gelişmeler elbette olacaktır. Bir de Eylül'ün tepkisi, annesinin yeni bir hayat kurmasına değil. Bunu ondan çok uzun bir süre boyunca saklamasına ve ona bir nevi dış kapının mandalı muamelesi yapmasına ki haklı bir tepki olduğunu düşünüyorum ben.
Ya sorma , araba için hem de ne muhabbetler geldi aklıma da ramazan arefesi, ev ortamı "biraz daha yazayım da geliyorum"larla ve bölünüp durması ile anca bitirdim. Ama şöyle iki üç bölüm sonrası için çok daha bomba diyebileceğim bir sahnem var efenim, telafisi güzel olacak inşaallah :D
Arabadaki adam herhangi birisiydi ama Akın'ı çok yakında göreceğiz, evet :)
Yok ya ilk öpücüğü öyle araya sıkıştıramam şimdi, bu bölüm yeterince yoğundu zaten :)
Ayrıca evet, Eylül çok duygusal çünkü ben de öyleyim :D Gördüğün üzere pek de bir sulu göz ve yine ben de öyleyim... Ben de eşyalarımı alacak kadar kalırdım ama Eylül daha da duygusalsa demek ki :P Almaması gerekiyordu eşyalarını, sonraki bölümler için. Yapacak bir şey yok :D Sana cevap verirken çok spoiler veriyorum ben :|
Sevgiler, saygılar ve bir sürü güzel şey de benden, beğenmene sevindim :)
"Ayaz’ın sesi adamın yüzüne sert bir şekilde çarptı. Anlaşılan adam panikten ya da öfkeden onu görememişti. Ya da onun Ayaz olduğunu fark edememişti. Şu an anladığım kadarıyla adam Ayaz’ı tanıyordu. Belki de bizim mahalledendi, bilmiyordum. Yüzünün bembeyaz oluşundan çıkardığım sonuçtu bu. İkinci kez bana bakmadan Ayaz’a ters bir bakış attı ama yanıt vermeden arabasına binip uzaklaştı"
SilTamamen şu kısımdan çıkardım ben Akın olayını, o yüzden öyle bir intiba bıraktı ya da muhtemelen ben çok fesatım :)
Spoiler iyidir ya severim ben :) :) Çok can alıcı yerlerde bırakıyorsun :)
Orada sadece, adamın, Ayaz'ı tehlikeli bir baş belası olarak gören mahallelilerden birisi olduğunu anlatmak istemiştim ben :D
Sil"Çok can alıcı yerlerde bırakıyorsun," diyen ikinci arkadaşım oldun. Bu durumda istediğimi yapabiliyorum demek ki^^ :)
Bloğunuzu yeni takip etmeye başladım ve bir solukta okudum hikayeyi muhteşemdi en heyecanlı yerinde kesmemizde ayrı bir merak uyandırıyor ve düşündürüyor . Merakla devamını bekliyorum
YanıtlaSilMerhaba gene ben nesil :)
YanıtlaSilSeninde hikayeni beğendim çiğdem.Aynı incinin hikayesinde olduğu gibi sendede yeni bölümlerini bekleyerek okudum.Gecikme için kusura bakma :)
Eylülle ayazın tanışmaları ilginç ve güzeldi.Ayaz sert bir erkek.İyi iyi :) Ama ayazın geçmişini merak ediyorum.Neden böyle bir hayata sürüklenmiş? Neden herkes ondan bu kadar nefret ediyor?
Eylül kendine itiraf etse iyi olacak.Aşık oldu oluyor farkında değil kız :) Anneside az değilmiş ama oda dul kadın.Tepkisi biraz aşırı oldu.Gerçi kadın hamile çıktı eylülede hak veriyorum.
Eylülün gidip ayazın peşinden gitmesi çok sevimliydi :) Arabada öpüşme bekliyordum ama!! Öpüştür artık şunları ! :))
Merak ettim ilerki bölümlerde neler olacak? Takip ediyorum :)
Bölümleri neden bitirmediginizi ve şaşkınlıktan hangi bölümde bıraktığınızı bile hatırlamıyorum keyifle okurken hayal kırıklığıyla kalakaldım
YanıtlaSilİlgili açıklamayı ciigdemakkaya.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz.Yazarımız Çiğdem hikayeye kendi blogunda devam ediyordu geri kalan bölümler ve ilgili açıklama orada bulunmakta.
Sil