26 Kasım 2014 Çarşamba

6 Sıradan Bir Hayat - 22. Bölüm


Gözlerimi araladığımda Brandon‘ın kollarındaydım hala. Gülümseyerek biraz daha sokuldum, sanki sokulmamı fark etmiş gibi bana daha sıkı sarıldı. Kıpırdamadan gözlerim açık bir şekilde yatıyorum, hiçbir şeyi düşünmüyor kafama hiçbir şeyi takmıyordum. Şuanda o kadar huzurluydum ki sanki düşünmemem gereken, planlamam gereken bir düğün yok, her şey sıradanmış gibi geliyordu. Beynimin içi bomboştu sanki...

Brandon‘ın kıpırdanmasıyla başımı kaldırdığımda hala uyuduğunu gördüm. Gözleri kapalıydı, kirpikleri yanaklarına değiyordu, nefes alışları düzenliydi, dudakları hafif aralanmıştı ve içimde öpme dürtüsü uyandırıyordu. Bunun yanında bacağını bacaklarımın arasına atarken elini de belimden biraz daha aşağıya indirerek kalçama doğru getirdi. Sadece iç çektim... Çünkü Brandon hafta sonundan beri bana dokunmuyordu. Kardeş misali yan yana yatıyorduk. Hatta çoğu gece sarılmadan uyuyakalıyordu ki gece uykusunda olurda kıpırdanırsa yanındaki varlığımı hissetmiş gibi sarılıyordu. Elimi kaldırdım parmaklarımı hafif bükerek yanağına değdirdim okşarcasına oradan da parmaklarımı açarak saçlarının arasına soktum.

“Tanrım! Nasıl oluyor da seni bu kadar çok sevebiliyorum,” diye fısıldadım Brandon‘ın uyuyan yüzüne karşı. Elimi saçlarında gezdirirken kolumdaki saatin camının parlamasıyla dikkatimi saate çevirdim. Saat yedi buçuktu. Brandon geç kalacaktı, ama uyandırmaya da kıyamıyordum...


İç çekerek başımı kaldırdım ve dudaklarına doğru eğildiğimde belindeki elinin kasıldığını hissettim. Bir an için dudaklarında gülümseme oluştuğunu fark ettim ama dudaklarımızı buluşturduğumda anladım ki başından beri zaten uyanıkmış Brandon. Bana sarılması, elinin vücudumda hareketi bilinçsiz yapılmış bir şey değildi.

Brandon belimdeki eliyle beni kendine daha çok çekerken öpücüğü de masumiyetini kaybetmişti. Beni sırt üstü yatırıp üzerime eğildiğinde dudaklarını dudaklarımdan ayırıp boynumu öpmeye başladı. Eliyle geceliğimi yukarıya doğru sıyırırken dudaklarını kulağıma doğru çıkardı ve nefes nefes boğuklaşmış bir ses tonuyla fısıldadı.

“Düğüne kadar beklememiz gerekmiyor değil mi?”

“Beklemeye ne dersin?” diye karşılık verdim sözlerine gülmemek için kendimi kasarken. Ama bu şekilde baştan çıkarıcı olmaya devam ederse pek de bekleyemezdik.

“O zaman daha önce evlendiğimizi düşün,” diyerek dudaklarıma yöneldi. O zaman onunda benim gibi bekleyemeyeceğini anladım.

Gözlerim kapalı, tatlı bir yorgunlukla Brandon‘ın göğsünde yatıyordum. Kulağımın altında ritmik kalp atışları sanki dünyanın en huzur verici müziği gibi geliyordu. Bir eli benim göğsünde duran elimin üzerinde dururken diğer eli saçlarımın arasındaydı. Dudaklarını alnıma bastırdı.

“Bende sana tapıyorum sevgilim. Dokunmaya kıyamayacağım, incitmekten, kaybetmekten korkacak kadar seviyorum seni.”  Brandon sözlerini tamamladığında kendimi hiç olmadığım kadar mutlu hissettim. Sözlerine gülümseyerek daha da yerleştim göğsüne. Başımı biraz daha yukarıya doğru kaydırdım ve boynuna öpücük kondurdum.

“İşe geç kalacaksın, hadi kalkalım,” diye mırıldandım her ne kadar bu şekilde kımıldamadan yatmak istesem de.

“Bugün gitmiyorum işe. George ile konuştum. Seni çok ihmal ettiğimi söyledim ve alışverişe çıkmamız gerektiğini de söyledim. O da birkaç gün izin verdi. Böylece senin gelinliğini ve benim için de damatlığı hallederiz birkaç günde...”

“Peki, o zaman ben biraz uyumak istiyorum” diyerek gözlerimi kapattım. Brandon’ın güldüğünü göğüs hareketinden fark ettim ama üzerime çöken tatlı mayhoşlukla gözlerimi kapatmam yetmişti uykuya dalmam için.

Gözlerimi araladığımda yatakta yalnızdım. Perdeler çekilmiş içeriye güneş ışığı geliyordu. Yatakta hafiften gerinerek yerimde doğruldum. Brandon‘ın yattığı yere doğru dönünce dudaklarım istemsiz bir gülümsemeyle kıvrıldı. Başımı onun yastığına koyarak kokusunu içime çektim. Gözlerimi kapadım ki telefon çalmaya başladı. Başımı kaldırıp baktığımda Brandon’ın telefonu çalıyordu. Önemsemeyip yastığa koydum başımı tekrardan ki telaşla merdivenleri çıkan ayak sesleri duydum. Bakışlarımı kapıya dikerek açılmasını bekledim. Brandon kapıyı açıp girdiğinde bakışlarımız kesişti. Gülümseyip göz kırptı. Telefonunu alıp yatağın kenarına oturdu. Telefonu alması bir işe yaramamıştı çünkü daha o gelmeden durmuştu çalması. Yatakta doğrularak Brandon’ın arkasından beline doladım kollarımı ve boynundan öptükten sonra başımı sırtına dayadım.

“Hmm… Bu ilgiyi alışık değilim sonra her zaman isterim ama…” diyerek başını yana çevirmişti. Gülümseyerek başımı kaldırıp dudaklarını öptüm.

“İstediğin kadar sana ilgi gösterebilirim. Bundan usanmadığın sürece...” Ellerimi sırtından çekerek kendimi yatağa attım ve pikeyi göğüslerime kadar çektim. Brandon yerden geceliğimi alıp bana verdi.

“Hadi, karar vermemiz gereken çok şey var. Bu arada düşündüm de düğünden sonra beraber yemeğe mi gitsek ya da bir gece kulübüne falan eğlenmeye... Ne dersin?”

“Bence o koşuşturmanın ardından kulüpte eğlenecek kadar enerjimiz kalmayacaktır.”

“Merak etme sen, her şeye enerjimiz kalacak. Hadi kalk uyuyan güzel.”

Ben yataktan kalkarken Brandon aşağıya indi. Bende banyoya gittim. Ilık suyla bir duş aldım ve hemen üzerime şort ve askılı tişört giydim. Havalar ısınmıştı ve bazen gerçekten güneşli oluyor, terletiyordu insanı. Saçlarımı ıslak bıraktım fönün sıcak havasıyla terleyeceğimi düşünerek. Aşağıya indiğimde Brandon bilgisayarın başında telefonla konuşuyordu. Yanına gidip oturdum. Bilgisayar açıktı ve istemsiz gözüm kaydı bilgisayara ne yaptığını merak ederek. Ama Brandon yanımdan kalktı ve masadaki kağıtlardan alıp bir şeyler yazmaya başladı. Bende bilgisayarının üzerine biraz daha eğilerek yazanları okumaya başladım. İş anlaşmaları ile sözleşmelerdi bunlar. Simge durumundaki diğer dosyalardan birini açtığımda onun bir rapor olduğunu gördüm sanırım yeni aldıkları işle ilgili bir rapordu. Bu sırada Brandon‘ın yanımda dikildiğini fark ettim. Başımı kaldırdığımda kaçları çatık bir şekilde bana bakıyordu.

“Dosyalarımı mı kurcalıyorsun?” diye sordu birden. Ne diyeceğimi şaşırdım çünkü doğruydu kurcalıyordum. Ama tamamen merakıma yenik düşmüştüm.

“Aslında bakınıyordum sadece,” diye mırıldandım kaşlarımı yukarı kaldırarak ama Brandon tek kaşını kaldırıp bana bakınca açıklama gereği duydum. “Hafta sonundan beri laptopunu benden saklıyor gibisin bende o yüzden...”

“Bu güvensizlik de nereden çıktı Ashley?”

“Sadece merak Brandon!”

“Güvensizlik... Güven eksikliği...”

“Hayır değil, sadece merak ettim benden saklayacak kadar önemli ne olabilir diye,” diyerek karşısında ayağa kalktım. Ama Brandon beni şaşırtacak bir davranış sergileyip belime sarıldı ve beni öptükten sonra gülümseyerek konuştu.

“Eğer ‘merak’ın tatmin olduysa karnım aç. Henüz kahvaltı yapmadım. Aslında omlet fena olmaz.”

Konuşurken merak kelimesini vurgulamasını fark etmiştim ama önemsemedim şuanda bu güzel sabahı bozacak hiçbir tartışma istemiyordum.

Brandon’ın kollarından çıktığımda direk mutfağa gittim ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Brandon ilk defa benden bir yemek istemişti ve onun için omlet yapacaktım. Bu garip bir şekilde heyecanlandırmıştı beni sanki ilk defa yapacakmışım gibi. Kahvaltılıkları masaya koyduktan sonra servis tabaklarını bardakları da koydum her şey hazırdı. Omlet için dolaptan yumurta çıkarırken Brandon‘a seslendim.

“Aşkım omletin neyli olsun?”

“Bağırmana gerek yok aşkım buradayım. Peynirli olsun.” Brandon‘ın sesi tam arkamdan gelince yerimde sıçradım. Çatık kaşlarla arkamı dönüğümde Brandon elinde gazetesi ile bana göz kırpıp masaya oturdu. İç çekerek omleti yapmaya koyuldum.

Kahvaltımız bittikten sonra ben masayı toplarken Brandon çayı elinde içeriye gitti. Sanırım evden çıkana kadar işleri halletmeye kararlıydı. Bu kadar çalışmasının amacını henüz anlamamıştım. Ama üzerinde durarak sıkmakta istemiyordum.

“Ashley tahmin et laptopta ne buldum?” diye Brandon‘ın sesi geldiğinde etrafı toplamış ellerimi yıkıyordum.

“Ne buldun?”

Salona gittiğimde Brandon ayaklarını sehpaya uzatmış laptopu kucağına almıştı, yüzünde bütün dişlerini gösteren bir sırıtma vardı, laptopun şarj kablosu fişe doğru koltuğun üzerinden geçiyordu. Elindeki çayını yudumladı bana bakarak boşta olan eliyle yanına vurdu. Yanına gidip oturduğumda benim internetten indirdiğim gelinlik modellerine bakıyordu. Yüzündeki sırıtmanın sebebi anlaşılmıştı.

“Açıkçası hiçbirini beğenmedim. Neden bu kadar sade bir şey istiyorsun?”

“Çünkü oteli gördüm Brandon. İlla ki aralarda dolanmamız gerekecek. Bu konuda rahat olmak istiyorum. O yüzden bu tarz bir gelinlik daha rahat olur. Hem otel yeterince gösterişli ve ben… sanırım, sade bir gelinlik daha uygun olur.”

“Ashley, ben senin sana yakışacak bir şey giymeni istiyorum. İhtişamlı ve prenses gibi olmanı istiyorum. Hem hayatında kaçıncı kez gelinlik giyeceksin ki böyle elbise gibi şeylere bakıyorsun. Hadi kalk. Lisa’nin gelinliğini aldığı yerin adresini aldım oraya gidip bakalım.”

“Peki... Dediğin gibi olsun,” diyerek kabullendim Brandon‘ın sözlerini;, çünkü haklıydı her kelimesinde...

Brandon laptopu kapattıktan sonra beraber çıktık yukarıya ve üzerimizi değiştirdik. Alışverişti bu rahat bir şeyler giyinmenin daha iyi olacağını düşünerek üzerime bol uzun bir elbise giyindim. Hafif kurumuş olan saçlarımı topladım, Brandon ise kot ver üzerine lacivert tişört giyinmişti. Küçük çapraz çantamı aldım ve Brandon ile aşağıya inip ayakkabılarımızı giyindik. Normalde bu elbisenin altına topuklu giyiyordum ama şimdi düztaban sandalet giyinmenin daha mantıklı olacağını düşündüm.

Arabaya binip gelinlikçiye giderken heyecandan yerimde duramıyordum. Bunu Brandon‘la yapacak olmakta ayrı bir heyecan yaratıyordu. Normalde kızsal bir şeydi bunlar... ama Brandon her bir detayda olmak istiyordu, bunun sebebi her şeyin mükemmel yapmaya çabası olduğunun da farkındaydım. Aslında o da benim kadar heyecanlıydı. Gülümseyerek baktığımda sanki seslenmişim gibi başını çevirdi. Gülümsedi ve elimi alıp dudaklarına götürdü. Yüzümde heyecanın yanında Brandon‘ın yanımda olmasının sebebiyle de oluşan bir gülümsemeyle başımı camdan dışarıya çevirdim.

“Brandon bu kadar çok çalışmanın sebebi ne? Yani demek istediğim gece geç saatlere kadar holdingde kalıyorsun ve sadece sabahları seni görüyorum,” diye mırıldandım bakışlarımı Brandon‘a çevirerek.

“Aslında balayımızdan bizi erken döndürecek herhangi bir sebep bırakmamaya çalışıyorum. Durmadan telefonlarda iş konuşmamak için... En azından beni ilgilendirecek her şeyi halledersem kafam rahat bir şekilde tatil yapabiliriz. Yani birkaç ayın işini şimdiden bitirmeye çalışıyorum. Belki şimdi birbirimizi göremiyoruz ama bunun acısını çıkaracağız söz veriyorum. Muhteşem bir tatil olacak.”

Gülümseyerek ona baktığımda yüzündeki sırıtmanın altındaki sebepleri anlamamak imkansızdı. Sadece o ve ben… “Bu konuda sana güveniyorum.”

Gülümseyerek önümüze döndüğümüzde radyodan çalan müziğin içeriyi dolduruşuna izin verdik. Birkaç dakikalık sessizlik içinde geçen yolcuğumuz sonunda bir moda evinin önüne geldik ve Brandon arabayı park ettikten sonra beraber indik arabadan. İçeriye girdiğimizde iki taraflı mankenlerin üzerine giydirilmiş gelinlik ve gece kıyafetleriyle dekor verilmişti. Duvarlarda kıyafet çizimleri asılıydı, bazıları ünlülerin üzerinde gördüğüm modellerdi.

“Bay Veldone? Hoş geldiniz, Bayan Rosewood arayıp geleceğinizi bildirmişti,” dedi orta yaşlarda uzun boylu sarışın güzel bir kadın karşılamıştı bizi.

Brandon kadına gülümseyerek başıyla selam verirken, “Merhaba Bayan Strange, nasılsınız?” dedi.

Kadın ile beraber içeriye doğru yürürken onlar sohbetlerine devam ediyorlardı. Bende biraz geriden gidiyordum. Aslında bunu önemsememiştim çünkü askılardaki gelinliklere bakıyordum. Brandon ile Bayan Strange merdivenlerden üst kata çıkarken bir model dikkatimi çekti.  Gidip askıyı elime aldığımda muhteşem bir şey olduğunu fark ettim. Parıltılı taşlarla işlenmiş kuyruklu bir gelinlikti. Parmak kalınlığındaki kol askıları dahi taşlarla işlenmişti ve eteklerine doğru inmişti bu işler. Göğüs kısmında dekoltesi vardı ama bunu giyecek kişinin bunu önemseyeceğini sanmıyordum. Üzerime tutmak için çevirdiğimde sırt dekoltesinin daha fazla olduğunu gördüm. Beline kadar ‘v’ şeklinde iniyordu dekoltesi ve o kısma üzeri işli tül konulmuştu. Hayranlıkla gelinliği yerine bırakıp yukarıya çıktım. Sanırım bu da biraz fazla abartı olurdu.

“Sevgilim seni Bayan Strange ile tanıştırayım, moda evinim sahibi.  Tasarımlarının hepsi kendisine ve kızına aittir. Bayan Strange nişanlım Ashley Grench,” diyerek Brandon bizi tanıştırdı.

“Bay Veldone nasıl bir şeyler bakındığınızı söyledi isterseniz size birkaç model gösterelim ve böylece aklınızda yer edinen bir şeyler var mı konuşuruz da.”

Her ne kadar aşağıda baktığım aklımda yer edinmiş olsa da önerilerek açık olduğumdan, “Tabi” diye yanıtladım kadını.

Bayan Strange‘ın gösterdiği ve denettiği kaçıncı gelinlikti bilmiyorum ama inanılmaz yorulmuştum. Ki hiçbirini Brandon‘a da beğendirememişti. Bayan Strange‘ın, biraz daha muhalefet olursa onu kovacağından şüphem yoktu. En sonunda Bayan Strange bir gelinlikle daha gelip kabine girdiğinde gelinliği giymeden elinden alıp kabinden çıktım. O an dışarıda kimin olduğunu umursamadan, iç çamaşırları ile bulunmamı umursamadan çıkmıştım. Brandon şaşkınlığın yanında kaşlarını çatarak merdivenlerin tarafına baktı.

“Ne yapıyorsun Ashley? Her an biri gelebilir, istersen üzerindekileri de çıkar!”

“Yoruldum Brandon. Hepsine bir kusur buluyorsun. Ufff... Bu nasıl?” diyerek elimdeki gelinliği üzerime tuttum. Brandon önce kaşları yukarı kalkık bir şekilde bana baktı ardından gelinliğe bakarak dudaklarını büzdü. Arkamı dönerek gelinliği Bayan Strange uzattım.

“Başka bir model getireyim,” dedi kadıncağız bıkkın bir şekilde Brandon‘a bakarak.

“Bayan Strange, alt katta merdivenin solundaki askılarda bulunan taşlı kuyruklu bir gelinlik var. O birine mi yapıldı?” diye sorunca kadın biran düşündü sonra hangisini tarif ettiğimi anlamış olacak ki gülümseyerek beni süzdü. Üzerimde iç çamaşırı olduğunu hatırlayınca utanarak başımı önüme eğdim ve kabine doğru geriledim.

“Hemen getiriyorum. Sizin ölçülerinize uyacağına eminim. Hatta sanki size özel yapılmış gibi duracaktır. Özel bir tasarımdı aslında... Gelinim tasarımı...” diye mırıldanarak merdivenlere yöneldiğinde bende kabine girdim. Brandon sanki bir şey söyleyecekmiş gibi oldu ama kızgın bakışlarımı görünce vazgeçti.

Kabine girdim ve kenarındaki sandalyeye oturdum. Başımı geriye doğru atarak duvara yasladım ve Bayan Strange‘ın gelmesini bekledim. Birden kapının açılmasıyla yerimde sıçradım, baktığımda Bayan Strange gelmişti. Dediğim gelinliği elinde tutuyordu. Gülümseyerek askısını çıkardı ve yan tarafındaki fermuarını indirdi. Bende gülümseyerek ayağa kalktım. Bayan Strange‘ın elindeki kelebek tokayla saçlarımı topuz misali topladım ve gelinliği giyindim. Giyinirken sutyenimi çıkarmak zorunda kaldım. Bu durum biraz, tanımadığım kadının önünde utanmama sebep olsa da bu gelinliği sadece denemek için bile bu utanca razı olunurdu.

Kabinden çıktığımda Brandon arkasını dönüp baktığında dudaklarında ilk defa bir gülümseme oluştu. Ona doğru birkaç adım attığımda gözlerinde hayranlığı gördüm. Bu bakış hoşuma gitmişti. Belirgin bir şekilde beğeniyle bakıyordu. Eteklerimi tutarak kendi etrafımda döndüm ve sırt dekoltesine bir şey demesini bekledim. Ama hiçbir şey demedi. Sadece süzdü...

Gözlerindeki hayranlık ve beğeniyle, “Tam olarak bunu kastediyordum,” dedi.

“Bu sefer bir kusur bulmayacak mısın?”

Başını sallayarak, “Bence bunu almalıyız...” dedi bakışlarını benden ayırıp arkamda duran Bayan Strange dönerek. Oda gülümseyerek bana bakıyordu.

“Bu gelinliği çok kişi istedi ama hiçbirinde sizde durduğu gibi durmadı Bayan Grench. Dikerken hayal ettiğim görüntü var şuan karşımda. Emin olun düğün gününe kadar sizin için gelinliği elimde tutacağım. Yalnız işlemesinin arkadan eteklerine doğru indirmeyi planlıyorum bu şekilde sanki yarım kalmış gibi.”

Kabine geri döndüğümde gelinliği Bayan Strange‘ın yardımıyla çıkardım ve üzerimi giyindim. Brandon gerekli ücretin bir kısmını hemen ödedi ve gelinlik işini halletmiş olduk. Ardından arabayla ilerlemek yerine ben Brandon‘ın koluna girdim ve o şekilde dükkanlara bakarak ilerledik. Damatlıklara bakınıyorduk Brandon için. Aynı gelinlikteki problemi çıkarmamasını umuyordum. Çünkü yaklaşık olarak beş saattir gelinlikte karar kılmaya çalışıyorduk, aynı şey damatlık için olursa yorgunluktan arabada sızardım muhtemelen.

Damatlık satan devamlı Brandon‘ın takımlarını aldığı bir mağazaya girdik. Oldukça lüks bir mağazaydı içerisi, hatta bir mağazadan çok salon gibiydi. Aydınlık ve ferah... Görevliler hemen Brandon‘ı tanımışlardı ve neden geldiğimizi sanki biliyormuşçasına bizi gerekli yere götürdüler. Brandon direk siyah bir damatlık istemesi üzerine bir iki model denettiler ve Brandon kendi beğendiklerinden birini aldı. Tabi benim onayımı alarak. Gerçi hepsi çok yakışmıştı ona, eğer kendisi ne istediğini bilmiyor olsaydı ben ciddi anlamda kararsız kalabilirdim.

Alışverişimizin en büyük kısmını halletmiştik. Buradan çıktıktan sonra Brandon ile beraber güzel bir restorana gittik ve akşam yemeğimizi yedik ardından bir alışveriş merkezine gitmek istedi Brandon. Vizyonda güzel filmler varmış. Karşı çıkmadım da, çünkü bu da bizim için bir ilk olacaktı. Beraber ilk kez sinemaya gidecektik.

Romantik komedilerden birine girdik. Brandon özellikle çift kişilik koltuklardan birine biletleri aldı ve oturduğumuzda da kolunu omzuma attı ve o şekilde oturdu bütün film boyunca. Bir süre sonra ben başımı omzuna dayadım ve kendimi film akışına bıraktım.

Film çıkışında el ele alışveriş merkezinde dolandık. Zaman öldürdük. Beraber geçiremediğimiz, iki sevgilinin ya da nişanlının yaptıklarını yapmak amacıyla...  Arada mağazalara girdik biraz alışveriş yaptık. Brandon kendine birkaç tişört ve deniz şortu aldı. Bende bikini...
Her ne kadar Brandon biraz surat assa da aldım. Herhalde şortlarla girecek değildim denize. Tabi bunun hayalini kurarak almıştım ama Brandon‘ın balayı için ne tür planları vardı bilmiyordum. Söylememekte ısrar ediyordu. Gerçi bu durumu çok da önemsemiyordum Brandon yanımda olduktan sonra tatilimizin nerede olduğu önemli değildi benim için.


***


Gözlerimi araladığımda Brandon’ı yanımda bulmayı umdum ama yanıldım. Dün akşam nereye gittiklerini bilmiyordum ama bir erkeğin bekarlığa veda partisinde neler yaptığını tahmin edebiliyordum. Sadece kötü tarafa çekmemeye çalışıyordum düşüncelerimi. Çünkü Brandon’ın o kadar alçalacağını sanmıyordum. Yine de derinlere gömmüş olduğum acılar yerine geliyor gibiydi. Brandon’ı Jackson ile kıyaslamak istemiyordum ama aynı şeyleri tekrardan yaşama korkusu yerini göstermeye başlıyordu. Derin nefeslerle Brandon ile geçirdiğimiz heyecanla yaptığımız hazırlıkları düşünerek aslında Jackson’da o heyecanı hissetmemiş olduğumu düşünerek kendimi teskin ediyordum. Biraz da olsa o endişeleri geriye, derinliklere, yerlerine göndermeyi başarmıştım.

Derin bir iç çekerek kocaman yatağın ortasına kaydım ve kollarımı yana doğru açtım. Bugüne kadar her şeyin normal gitmesi iyiydi. Ya da kısmen normal gitmesi… Gelinliği almış olmamız sonucunda Lucy’in bu kadar büyük bir yaygara koparacağını düşünmemiştim. Gerçekten Brandon haklıydı. Lucy bu tarz konularda ciddi anlamda kendini kaybediyordu, güya Brandon Lucy ile konuşmuştu, konuşmamış halini düşünemiyordum bile. Resmen sabahtan akşama kadar alışveriş yaptırmıştı, Lisa’nin hamile olması erken kaçmasına iyi bahane olurken ben bir bahane uyduramamış, resmen Lucy kurbanı olmuştum. Ama yine de Lucy gerçekten elini attığı her şeyi mükemmelleştiriyordu. Otelin dekorasyonuna bile el atmıştı ve sonucunda çok hoş bir görüntü oluşmuştu. Ama bu kız gerçekten işi biliyordu.

“Girebilir miyim?” Sesiyle başımı çevirip baktığımda Betie’nin geldiğini gördüm. Lucy’in ısrarları üzerine bu gece Rosewood malikanesinde kalmıştık hepimiz, erkekler hariç. Onlar Lisa ve Charles’ın evine gideceklerdi kalmaya.

“Tabi ki gelebilirsin Betie.”

“Lucy makyöz ve kuaförün yolda olduğunu söyledi, bundan dolayı senin hemen banyo yapman gerektiği üzerine talimatlarını verdi.”

“Haber verdiğin için teşekkürler. Hemen kalkıyorum.”

Gülümseyerek yataktan çıkıp banyoya yöneldiğimde, “Ashley, teşekkür ederim,” diye Betie’nin sesini duydum. Şaşkın bir şekilde ona döndüğümde kapının eşiğinde durmuş yüzünde gülümsemeyle bana bakıyordu.

Yüz ifademden hiçbir şey anlamadığımı anlamış olmalı ki açıklamaya başladı. “Brandon’ı yıllardır ilk defa bu kadar mutlu görüyorum. Ailesinin ölümünden sonra gözlerindeki ışığı kaybettiğini, bir daha asla öyle gülüp mutlu olacağını sanmıyordum, ama seninle gerçekten mutlu. Varlığın onu mutlu ediyor. Teşekkürler…”

Betie odadan ayrıldıktan sonra bir süre peşinden baka kaldım. Böyle bir şey duymayı beklemiyordum. Ki bu zaten yerini göstermeye başlayan heyecanımı daha da yükselmesine neden olmuştu. Bu sözlerin ardından hiçbir endişeye yer kalmamıştı. Memnuniyetle dudaklarıma oluşan gülümsemeyle banyoya girdim ve suyu açtım.

Ne kadar banyoda kaldım bilmiyorum ama uzun sürdü bu seferki banyom diğerlerinden. Çıktığımda kendimi çok daha iyi ve farklı hissediyordum. Heyecanım biraz daha yatışmış gibiydi ama her an doruk noktalarına çıkmaya da hazırdı. Odaya geçtiğimde Lucy’i karşımda buldum. Yatağa oturmuş elinde dergi bir şeylere bakıyordu.

“Lucy? Burada ne işin var?” diyerek dikkatini çektim.

“Sana kahvaltı için bir şeyler getirdim. Yani meyve suyu ve sandviç... Onları yerken de saçlarının nasıl olacağına karar verelim. Bu arada Brandon aradı, sen banyodaydın bu yüzden ben açtım. Otelin kilisesinde nikahınız kıyılacak, aynı zamanda resmi nikah için de davetliler otelin salonuna giderken sizler bir süre dinlenme odasına çekileceksiniz orada resmi nikah kıyılacak. Brandon her şeyi ayarlamamış, ama yine de biraz acele etmemiz gerekiyor. Ayrıca gelinliğini de on dakika önce getirdiler, orada asılı. Hadi gel bakalım biraz hızlı hareket et.”

Sesimi bile çıkarmadan komidinin üzerindeki tepsiden sandviçimi aldım ve Lucy’in yanına oturdum. Sessizce topuz modellerine bakıyorduk. Hoş modeller vardı ama ben tam topuz istiyordum dağınık falan değil, çünkü gelinliğin arka kısmına yakışır bir şeyler olmalıydı ve saçlarım kesinlikle sırtıma dökülmemeliydi.

Sandviçimi henüz bitirmemiştim ki kapı çaldı ve Lisa yanında üç kadınla beraber içeriye girdi. Gülümsüyordu, bende karşılığında gülümsedim. Sandviçimi tepsiye geri bırakıp bir yudum meyve suyumdan içtim.

“Ashley, hanımlar saçlarını ve makyajını yapmak için geldiler. Bir an önce başlayın, emin ol uzun sürüyor anca yetişirsiniz. Bu arada biz de Lucy ile hazırlanamaya başlayalım,” diyerek konuştu Lisa.

Lucy ve Lisa odadan çıkarken bende tuvalet aynasının oradaki sandalyeye oturdum. Kadınlar direk işlerine başladılar. Nasıl bir şey istediğimi anlattım ve gelinliğimi de gösterdim ona uygun ve istediğim tarzda bir şeyler yapmaya başladılar. Önce saçlarımı kuruttular ardından ince örgülerle tamamladılar ve toplamaya başladılar. Ondan sonrasını aynadan izleyemedim çünkü makyajım başlamıştı bunun için gözlerimi kapatmak zorunda kaldım.

Saçlarımla oynanması uykumu getirmişti ama makyajımın yapılması da ona zıt olarak beni ayık tutuyordu. Bu şekilde kıpırdamadan oturmak ayaklarımı uyuşturmuş ve kalçalarımın ağrımasını sağlamıştı.

Sonunda bittiğinde gözlerimi açık aynadaki yansımama baktım. Makyajım beyaz tonlarında yapılmıştı ve siyah rimelle kirpiklerim dolgunlaştırılmış gözlerimin dikkat çekici göstermişti. Mat kırmızı ruj ile hafifçe dudaklarım renklendirilmiş ve garip bir şekilde doğal görünüyordu. Saçlarıma bakındığımda önden hafif dalgalandırılarak arkaya doğru toplattırılmıştı ve hafif yan olduğunu fark ettim topuzumun. Başımı çevirip baktığımda örgülerin aralardan göründüğünü fark ettim, hoş bir hava katmıştı. Tek bir saç tutamı bile çıkmamıştı topuzdan. Gerçekten bu kadınlar işini biliyorlardı.

“Teşekkür ederim muhteşem olmuş,” diye mırıldandım arkamı dönüp kadınlara bakındığımda.

“Gelinliğinizi giymenize yardım edelim,” Diyerek gelinliğe doğru hamle yaptı kadın.

“Bir dakika lütfen... Önce iç çamaşırı giyinmeliyim. Çıkarması kolay olsun diye bornozla kalmıştım.”

Lucy ile beraber alışveriş sırasında aldığım gelinlik iç çamaşırını aldım çekmeceden ve banyoya gittim. Lucy ısrarla beyaz dantelli ve jartiyerli bir takım aldırmıştı. Onları giyindim ve bornozumu tekrardan üzerime giyinerek odaya geri döndüm. Kadınlar gelinliğime hayranlıkla baktıklarını fark ettim ki benim geldiğimi gördüklerinde de bakışlarını hemen üzerime çevirdiler. Gülümseyerek yanlarına ilerledim. Üzerimdeki bornozu çıkararak gelinliği giymeme yardım ettiler. Son kez ayna da kendime baktığımda gördüğüm görüntü karşısında şok oldum. Göğüs kısmı biraz küçültülmüş ve bedenime tam oturtulmuştu… İşlemesi biraz daha arttırılmıştı. Belimden sonra aşağıya genişleyerek inmiş ve eteklerine volanlaşarak inmesi etek kısımlarında dalgalandırma oluşturmuştu. Kendimi masallardan fırlamış gibi hissediyordum. Bu kadarını beklemiyordum. Tam anlamıyla Brandon’ın istediği gibi olmuştum, ama şimdi fark ediyordum aslında benimde istediğim buydu. Brandon aslında benim ne istediğimi net bir şekilde biliyordu ve bunun için bana baskı yapmıştı bu konuda. Tanrım! Bu adam beni benden iyi tanıyordu.

“Aman Tanrım!”diye duyduğum sesle arkamı döndüğümde Betie gülümseyerek bana bakıyordu.

“Muhteşem görünüyorsun!” dedi Lisa hayranlık içerisinde bakarak. Onlarda hazırlanmışlardı. Nedime kıyafetlerinin içerisinde oldukça güzel ve göz alıcı görünüyorlardı.

“Kızlar, Charles aşağıda bizi almaya geldi. Brandon, George ve Alex direk otele gidiyorlar. Orada kilise de bekleyecekler,” diyerek yüzündeki gülümsemeyle beni süzmeye devam etti Betie. Gördüğü görüntüden oldukça memnun görünüyordu.

“Tamam!” diye mırıldanarak beraber odadan çıktık. Kızların önden indiler ben ise arkadan yavaş yavaş eteklerime basmamaya dikkat ederek ve birazda eteklerimi kaldırarak iniyordum.

“Kızlar hadi ama…” diye Charles konuşmuştu ki bakışlarımız kesişti. Oda aynı diğerleri gibi beni süzdü gözlerinde büyük bir şaşkınlığın yanında hayranlıkta görmüştüm. Gülümsedim ve başımı önüme eğerek dikkatle merdivenden indim.

Charles, Lisa’yi koluna takmış önden giderken bende yanımda Betie ve Lucy ile dışarıya çıktım. Bir limuzin kiraladıklarını tahmin etmemiştim. Siyah, kenarlarında beyaz kurdeleler bulunan, kurdelelerde altın sarısı iplerle Brandon’ın ve benim adlarımız ve aralara gül desenleri işlenmişti. Ama beni asıl şaşırtan limuzin değil limuzine yaslanmış bir şekilde füme rengi bir takım içinde bana gülümseyerek bakan Dean’di. Sanki beklediği bir görüntüyle karşılaşmış gibi memnuniyet belirtircesine dudaklarını kıvırdı yukarıya doğru. Ardından yanıma doğru yanaşmaya başladı. Tam önüme geldiğinde önümde reverans yapıp elimi ellerinin arasına aldı ve dudaklarına götürdü.

“Bu muhteşem güzelliğe eşlik etme onurunu bana bahşeder misiniz?” diye mırıldandı. Bu davranışından dolayı oluşmasa da dudaklarımdaki gülümsemeyle karşılık verdim.

“Bana eşlik etmenizden şeref duyarım.”

Yanıma gelip kolunu uzattı. Gülümseyerek koluna girdim ve arabaya kadar bana eşlik etti. Arabaya binmeme yardım ederken de oldukça dikkatliydi ve gelinliğimin eteklerini toplayıp oturmama da yardım etti. Ardından kapımı kapattı. Limuzinin içinde yalnızdım sanırım otele kadar da yalnız gidecektim ki diğer kapı açıldı ve Dean bindi. Sanki düşüncelerimi anlamış gibi sırıttı. Başımı önüme eğerek salladım.

“Diğerleri kendi arabaları ile gidecekler. Charlie, baban hayatta olmadığından dolayı kilisede sana eşlik edenin ben olmam daha doğru geldi. Gerçi seni böyle muhteşem gördükten sonra zaten asla kimseye bunu bırakmazdım. Tanrım! Ashley muhteşem olmuşsun. Böyle bir görüntü bekliyordum ama masallardan fırlamış bir asil olarak beklemiyordum.”

“Abartma Dean.”

Dean heyecanlı olduğumu anlamış olmalı ki havadan sudan konuşarak beni rahatlatmaya çalıştı. İtiraf etmeliyim ki işe de yaramıştı. Heyecanım biraz olsun bastırılmıştı. Kendimi daha rahat hissetmemi sağlamıştı. Ama araba durduğunda kalp atışlarım gibi nefes alışlarımda hızlandı. Bu kadar heyecanlanacak ne vardı bilmiyorum ama derinlerdeki endişe yine boy göstermeye başlamıştı ve sanırım heyecanımı en çok tetikleyen de buydu.

Dean’ın yardımı ile arabadan indim ve direk otele girdik. Devamlı çevreme bakınıyordum Brandon’ı görmek umuduyla, ama görünürde yoktu. Bu da garip bir huzursuzluk yaratıyordu içimde. Dean bütün bu süre boyunca yanımdaydı. Hatta koluna girmiş yürürken bile elini kolundaki elimin üzerine koymuş beni sakinleştirecekmiş gibi destek olmaya çalışıyordu. Hangi duygular içindeydim çözemiyordum ama şuan hiç kimseye ihtiyacım yoktu sadece birine ihtiyacım vardı. Dün öğle saatlerinden beri görmediğim tek kişiye, tek bir yüze… O kokuya ihtiyacım vardı sakinleşmek için. Ve saçma batıl inançlar yüzünden düğünden önce göremiyorduk. Lanet olsun gelinlikle görürse görsün umurumda değildi.

Herkes kilisede yerlerine yerleşirken Dean beni direk bir odaya yönlendirdi. Henüz kiliseye gitmek için erkendi ve bir saate yakın bir sürem vardı. Burada oturduğum yerde içimdeki sıkıntı giderek artıyordu ve yerine o kadar büyük bir endişe ve korku geliyordu ki dayanamıyordum. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışıyordum ama başaramıyordum.

“Ashley iyi misin?” diye Lisa’nin sesiyle başımı kaldırdığımda Dean’ın yanında Justin’i gördüm ve onunda yanında Kate vardı. Lisa yanıma oturmuş ellerimi tutmuştu. Başımı salladım iyi değilim anlamında. Korkuyordum. Tekrar aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. Her ne kadar Brandon’a güvenim sonsuz olsa da içimdeki endişeyi atamıyordum.

“Bence onun Bay Veldone’a ihtiyacı var gibi,” dedi Kate tereddütle. Başımı kaldırıp baktığımda gülümsüyordu gözlerindeki hayranlığı gizlemeden...

Lisa hemen karşı çıkarak konuştu. “Bu olmaz. Düğünden önce gelinlikle göremez!”

Justin sanki Lisa karşı çıkmamış gibi, hislerimi anlayarak konuştu.“Bırakın şu batıl inançları. Sakin olmazsa kalp krizi geçirecek. Ona ihtiyacı var. En ihtiyacı olduğu zamanda yanında olamayacaksa ne biçim sevgi bu! Ben gidip çağırıyorum.”

Justin çıktıktan sonra sanki ona bağlanmış gibi Kate’de çıktı. Dean endişeli bir şekilde bana bakıyordu. Lisa ise çatık kaşları ile bir şeyler mırıldandı ama anlamadım. Gerçekten şuanda Brandon’a ihtiyacım vardı. Bir kez, sadece bir kez görmek yeterdi benim için. Gözlerim kapalı başım öne eğik bir şekilde derin nefesler almaya devam ederken birden kapı açıldı ki bu yerimde sıçramama neden oldu. Başımı kaldırdığımda karşımda endişeli gözlerle bakan Brandon’ı gördüm. Ayağa kalktım ve ona doğru bir adım attığımda beni süzdü. Dudaklarında gülümseme gözlerine ulaşırken endişe izlerini yok etti. Lisa ve Dean odadan çıkarken Brandon onlara yol verdi. Ardından yanıma gelip kollarını belime doladı ve çıplak olan omzuma öpücük kondurdu.

“Tanrım! Rüya gibi olmuşsun. Eski çağlardan kalma bir dük kızı… Bir prenses gibisin,” diye fısıldadı kulağıma doğru. Alnımı göğsüne dayadım ve ona has olan erkeksi kokusunu içime çektim.
“Dün akşam nerede kaldın?”

“Evde kaldım. Jennifer ve John’da oradaydı. Bavulları hazırlamama yardım ettiler, ama itiraf edeyim o yatakta yalnız yatmak hiç hoşuma gitmedi.”

“Peki, bekarlığa veda partisi için nereye gittiniz?” diye sormam üzerine Brandon belimdeki ellerini geri çekti ve benden bir adım geri atarak uzaklaştı. Kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.

“Aramızda bu kadar ciddi boyuta olan bir güvensizlik olduğunu bilmiyordum!” Sert bir ses tonuyla konuşmasını önemsememeye çalıştım. Gözlerimi kapatarak koltuğa oturdum. Gözümden bir damla yaşın süzüldüğünü hissettim.

“Bunu duymaya ihtiyacım var.”

Brandon’ın öfkeli bir şekilde soluyarak odada dolandığını duyabiliyordum. “Lanet olsun! Bir bara gittik. Striptiz bar… Ama emin ol, o an tek düşündüğüm kadın senken ne tür kadınlar vardı hatırlamıyorum bile. Sarhoş oluncaya kadar içtik. Gece geç saatlerde eve gittim. Yalnız!” dediğinde başımı kaldırdım akmayan yaşlarla buğulanan gözlerimle baktım ona. Onunla Brandon’ı kıyaslamanın hata olduğunu biliyordum ama endişeler kendini gösterirken bunları duymaya gerçekten ihtiyacım vardı. Bilmek, inanmak haricinde duymayı da istiyordum.

“Teşekkür ederim,” diye fısıldamamın karşısında Brandon önümde eğildi ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Akan yaşlarımı sildi başparmağı ile ve gülümseyerek dudaklarını dudaklarıma dokundurdu.

“Tedirginliğini, endişelerinin farkındayım. Her geçen an aynı şeyleri yaşamaktan korktuğunu da biliyorum. Ama biz farklıyız Ashley. Seni seviyorum ve asla seni aldatmayacağım. Söz veriyorum.”

“Seni seviyorum Brandon.”

“Bende seni seviyorum hayatım.”

Garip bir şekilde kendimi huzurlu hissetmiştim. Rahat, mutlu ve güvende… İçimdeki endişeler sanki derinlere gömülmemiş yok olmuştu. Bu beni ister istemez gülümsetmişti. Her ne kadar Brandon’a güveniyor olsam da bazı şeyler insanın hayatına yer edindiğinde onlardan kurtulmanın tek yolunun bazen duymak olduğunu keşfettim. İnanmak, güvenmek yeterliydi her zaman ama bazen duymak hepsinden daha ileri derecedeydi…

Brandon odadan çıktıktan sonra bir süre yalnız kaldım. Kimsenin odaya girmemesini fırsat bilerek yerimden kalktım ve altın varaklı büyük oval bir aynanın önüne giderek kendime baktım. Gözlerim kızarmamıştı ve makyajım bozulmamıştı. Ama dudaklarımdaki rujun birazı gitmiş gibiydi. Ellerim dudaklarıma gittiğinde hatırladım. Brandon’ın küçük bir dokunuş halindeki öpücüğünü… Muhtemelen dudaklarında kırmızı ruj izi ile çıkmıştı dışarıya umarım kimse görmeden temizleme fırsatı olmuştur.

Daha rahat bir şekilde yerime gittim ve oturdum. Kendimi daha sakin ama bir o kadar da heyecanlı hissediyordum. Garip bir şekilde duygularımın karmaşasında her türlü duyguyu barındırıyordum. Ama içimde hala geçmek bilmeyen bir huzursuzluk var gibiydi. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çabaladım. Bu sırada Kate içeri girdi. Gülümseyerek yanıma gelip oturdu. Elimi ellerinin arasına aldı.

“Merak etme her şey yolunda gidecek,” diye fısıldadı. Gözlerinin içinin parladığını görüyordum. Bu çok garipti ama sanki ayrı bir güzellik varı gibiydi yüzünde.

Kaşlarımı kaldırarak merakla Kate’e baktım. “Sen iyi misin? Sanki bir değişiklik var gibi?”

“Şey… Aslında senin şu arkadaşın… Justin. Beni okul mezuniyet balosuna davet etti ve ben ne cevap vermem gerektiğini bilemedim. Sonucunda sen daha iyi tanıyorsun onu ve…” diyerek cümlesini yarım bıraktı. Beklediğimi bir olaydı bu aslında. Eminim Dean’de öğrendiğinde çok şaşırmayacaktı. Aslında bu konu üzerine konuşmak beni biraz düşüncelerimden uzaklaştırabilir ve başka konulara yoğunlaşmamı sağlayabilirdi.

“Justin iyi bir çocuktur Kate. Eğer kabul edeceksen için rahat olsun.”

“Ama kabul etsem de New York’taymış gidemem ki. Annem burada yalnız kalacak ki hani bir günlük annem idare etse bile ben orada nerede kalacağım? Sanırım ret etmek daha mantıklı.”

“Hadi ama istiyorsan benim orada dairem var orada kalırsın ya da Dean ile konuşurum onun yanında kalırsın. Kalacak yerin problem olmaz. İnanılır gibi değil Justin ilk defa bir kıza teklif ediyor biliyor musun? Genelde kızlar ona giderdi. Senden gerçekten hoşlanmış olmalı.”

“Bende böyle bir günde seninle ne konuşuyorum. Tanrım! Heyecandan…”

Hemen onun sözünü keserek konuşmaya devam ettim. “Kate, kabul etmelisin bence. Ayrıca emin ol bu konuyu konuşmak beni daha da rahatlattı en azından düşüncelerimden sıyrıldım.”

“Bir şey itiraf edeyim mi bende ondan hoşlanmıştım hem de seni ziyarete geldikleri o ilk gün. Ama ben onun dengi değilim Ashley. O üniversiteyi bitiriyor ve avukat olacak. Ben onun arkadaş çevresine, ailesine ayak uyduramam ki.”

“Justin böyle şeylere takılmaz. Endişelenmen gereken en son şey bu! Ayrıca onunda senden hoşlandığını biliyorum çünkü o gün senden bakışlarını ayırmamıştı burada bile seni süzüyordu.”

“Gerçekten mi?” diye sorduğunda sesinde umut ve dudaklarında gülümsemenin eşliğindeki gözlerindeki parıltı gerçekten mutlu olduğunu, sevindiğini gösteriyordu. Gülümseyerek başımı salladım, tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Dean içeri geldi. Elini göğsüne koydu derin bir nefes aldı gözlerini kapatarak. Biz ona gülümseyerek bakarken sanki yaptığının farkında değilmiş gibiydi. Gözlerini açıp bana baktığında gülümsüyordu.

“Ashley, zamanı geldi!”

Dean sözleri üzeri heyecanım birden daha fazlalaştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtıktan sonra ayağa kalktım. Kate gülümseyerek yanımdan ayrılıp odadan çıktı. Dean’de yanıma yaklaştı ve elini bana uzattı. Gülümseyerek elimi eline koydum ama içinde bulunduğum gergin ruh halini anlamış olmalı ki güven verircesine sırıtmaya başladı.

“Her şey yolunda merak etme. Orada pederin önünde duran adam seni seviyor ve o da en az senin kadar heyecanlı. İkiniz de aranızda bu aşk varken en doğru adımı atıyorsunuz. Endişe etme.”

Elimi eline koyduktan sonra koluna geçirdi. Gelinliğimin eteklerini düzelttim ve derin bir nefes daha alarak Dean ile beraber yürümeye başladım.

Odadan çıkıp kilisenin koridoruna doğru yürürken içimdeki heyecan sanki azalıyor gibiydi. Bundan sonra ne olacaktı biliyordum. Peder İncil’den kesitler okuyacak ve biz yeminlerimizi edeceğiz. Çok basit gibi görünüyordu ama aslında heyecan vericiydi. Her şeyi bir kenara bırakacak olursak korkuyordum da bir aksilik çıkmasından. Tehditlerin arkası bir süredir kesilmişti, ama bu sessizlik beni geriyordu. Her şey iyi görünüyordu ama aslında sanki onlar için hazırlanmış harika bir anı bekliyor gibiydiler.

“Ashley sakin ol! Kolumu sıkmayı da bırak.”

“Affedersin…” diye fısıldadım Dean beni düşüncelerimden sıyırdığında.

Gülümseyerek göz kırptı. Koridorun ortasına yayılan kırmızı halı kilise kapısına kadar ilerliyordu. Kenarlarında büyük boy vazolar ve içlerinde çeşitli yapma çiçeklerle süslenmişti. Tavan spot ışıkları bulunuyordu. Kilisenin kapısına geldiğimizde içeriden düğün müziğini duydum. İki küçük kız çocuğu elinde minik sepetlerle durmuş bana gülümseyerek baktılar. Onların o şirinliklerine zaten gülümsememek imkânsızdı. Hele üzerlerine giydikleri dizlerde beyaz kabarık tüllü elbiseleri ile melekleri andırırlarken.

Minik kızlar önden kiliseye girdiklerinde içeriden ortamı dolduran piyano sesi geldi düğün marşı eşliğinde. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Başımı çevirip Dean’e baktığımda o da bana bakıyordu gülümseyerek.

“Hazır mısın?” Sorusuna gülümseyerek başımı salladım. Sanki dilim ağırlaşmış kelimeleri yerinden çıkaramayacakmışım gibi hissetmiş konuşamamıştım.

Dean’ın kolunda kiliseye adımımı attığımda, herkesin ayakta beni beklediğini gördüm bu biraz beni şaşırtmıştı. Ortamın mükemmelliği ve pederin önünde duran adamın görkemli görünüşü kendimi rüyada hissetmeme neden olmuştu. Kilisenin içerisi eski bir tarihi anımsatıyordu. Ahşap kaplama oturma yerleri, her oturma sırasının kenarında beyaz kurdele ve tüllerle süslenmiş çiçek buketleri, yerde kenarında kırmızı şeridi olan uçuk pembe bir halı,  tavandan sarkan büyük, mumlu, ihtişamlı bir avize ile kilisenin içerisi antik bir yer gibiydi.

Halının üzerinde yürümeye başladığımızda Dean’ın kendinden emin duruşu ve gururlu yürüyüşünden destek alarak başımı dik tuttum ve bakışlarımı pederin önünde beni bekleyen adama kilitledim. Oda aynı şekilde bana bakıyordu. Dudaklarında hafif bir gülümsemenin eseri olan kıvrılma ile gözlerinin parıldadığına emindim. Bakışlarımı Dean’e çevirdiğimde sanki bakacağımı hissetmiş gibi oda bana baktı. Gülümsedi ve boşta olan elini kolundaki elimin üzerine koydu. Göz kırpıp Brandon’a bakışlarımı çevirirken kilisenin kenarında ayakta dikilmiş kendinden emin yüzünde en pis sırıtması ile bakan kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde duran Jackson’ı gördüm. Biran için dengemi kaybedecek gibi oldum ki Dean elimi sıktı. Bakışımı ona çevirdiğimde benim birkaç dakika önce baktığım yere baktığını gördüm. Kaşlarını çatarak bana çevirdi bakışlarını… Yürüyorduk ama yürüyüşümüz eskisi gibi kendinden emin değildi. Tereddütler oluşmuştu. Brandon’a olan duygularımdan değil… Bir taşkınlık yapabilecek olmasından dolayı doğan tereddütler ki Dean başıyla duygularımı anlamış gibi onayladı. Yeniden başımı Brandon’a çevirdiğimde gözlerini kırmış bir şekilde bakıyordu bana doğru.

Yanına gittiğimizde Dean durdu ve bana dönerek yanağımdan öptü. Güven verircesine gülümseyerek ellerinin arasında bulunan ellerimi sıktı. Gülümsedim onun bu davranışına karşılık. Böyle davranmasının tek sebebinin Jackson’ın burada olması olduğunun farkındaydım.

Dean elimi Brandon’ın avucuna bırakıp yanımızdan ayrılınca, Brandon’a baktım. Gülümsüyordu ama gözlerinde de hoşuna gitmeyen bir şey varmış gibi de bir ifade vardı. O ifadeyi yok etmek adına gülümsedim ve boşta kalan elimle eteğimi kaldırarak pederin önüne gidebilmek için önümüzdeki iki basamağı çıktık. Bu sırada Brandon kulağıma doğru eğilerek fısıldadı.

“Her şey yolunda mı?”

Sadece güven verircesine gülümsedim Brandon’a ve gözlerimi kaparak başımı salladım. Onunda gülümsemesi beni rahatlatmıştı. İkimizde pederin önünde birbirimize döndük ve ellerimizi tuttuk. Bakışlarımız karşılaşıp bir daha ayrılmayı ret ederken pederin sözlerini dinledik.

“Sevgi sabırdır, sevgi şefkattir. Sevgi kıskanmaz, övünmez, böbürlenmez. Sevgi kaba davranmaz, kendi çıkarlarını aramaz, kolay kolay öfkelenmez, kötülüğün hesabını tutmaz. Sevgi haksızlığı sevmez, gerçek olanla sevinir. Sevgi her şeye katlanır, her şeye inanır, her şeyi umut eder, her şeye dayanır. Sevgi asla son bulmaz,” diye pederin İncil’den alıntıladığı sözler devam ederken söylenen her söz sanki sevgimizi, aramızdaki aşkı daha da güçlendiriyor ve damarlarımızdan çağlayan misali akıyordu. Brandon’ın da benim kadar heyecanlı olduğunu gözlerinden, nefes alışlarından fark ediyordum. O an her şeyi unutmuş gibi birbirimizin gözlerine bakıyor, sanki yeniden hayat buluyor gibiydik. Brandon’ın derin bir nefes alarak “seni seviyorum” diye sessizce dudaklarını oynatması gülümsetmişti beni. Aynı şekilde karşılık verirken içimden gelen “seni seviyorum” diye bağırma dürtüsünü bastırdım, sadece dudaklarımı oynattım aynı şekilde.

“Ben, Brandon Anthony Veldone, resmen yemin ediyorum, Ashley Grench’i karılığa kabul ediyorum. Hayatımın sonuna kadar ona saygı gösterip seveceğim.”

“Ben, Ashley Grench, resmen yemin ediyorum, Brandon Anthony Veldone’ı kocalığa kabul ediyorum. Hayatımın sonuna kadar ona saygı gösterip seveceğim.”

Yeminlerimizi birbirimizin gözlerine bakarak ederken sözler o kadar yürekten döküldü ki dudaklarımızdan, sanki sadece yemin etmekle kalmamış hayatımızı ortaya koyarcasına fısıldamıştık sözleri. Kalbimizden geldiği gibi… sevgi ve aşk dolu çıkmıştı sesimiz…

Brandon, tam arkasında sadıcı olarak duran Alex’den yüzüğü aldı ve sol elimin parmağına alyansımı taktı. Ardından bende yüzüğünü onun parmağına taktım hafif bir tebessüm ile. Artık sadece yeminlerle değil, yüzüklerimizle bile birbirimize aitliğimizi göstermiştik. Başımı kaldırıp Brandon’a baktığımda gülümseyerek bana doğru bir adım attı ve sol elini yüzümün yanına koyarken bir elini de belime doladı. Dudaklarıma küçük bir dokunuş halinde öpücük bekliyordum, ama Brandon tam tersi özlemle ve tutkuyla öpmüştü. Kısa bir öpücüktü ama bütün duyguları içinde barındıran bir öpücüktü. Birbirimizden ayrıldığımızda gülümseyerek başımızı çevirdik kilisedeki misafirlere doğru. Hepsinin dudaklarında bir tebessüm vardı.

Kilisedeki insanlar kutlama için otelin salonuna ilerlerken Brandon ve ben biraz dinlenmek ve bu heyecanı üzerimizden atmak için otelin arka tarafında bulunan terasa çıkmaya karar verdik. Brandon’ın koluna girmiştim ve diğer elimle de eteğimi kaldırıyordum. Bizimle beraber Charles ve Lisa’da geliyordu diğerleri ise salona misafirlerle ilgilenmeye gittiler. Ama garip bir şekilde Dean’ı göremiyordum hiçbir yerde. Kimseye fark ettirmemeye çalışarak etrafı inceleyip Dean’ı ya da en kötü düşünce ile Jackson’a bakınıyordum.

Terasa çıktığımızda hafif bir esinti yüzümü geldiğinde biraz geriledim. Brandon elini belime koyarak beni yanına çekti. İtiraz etmeden onun yanına yanaştım. Heyecanım biraz yatışmış ve sakinleşmeye başlamıştım ki terasın kenarında Dean ve Justin ile konuşan Jackson’ı görene kadar. Bakışlarını direk üzerimde kilitledi ve alaycı bir şekilde bana bakmaya başladı. Brandon’ın belimdeki kolunun da gerildiğini hissettim. Başımı kaldırıp baktığımda o da bu tehlikeli görünen üçlüye bakıyordu. Dean’ın yüz ifadesi her an Jackson’ı parçalayacak gibiydi. Justin’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu.

“Sevgili karıcığım neden odaya gidip biraz oturmuyorsun? Bütün akşam ayakta duracaksın, yorulacaksın. Biraz dinlen,” dedi Brandon bana bakarak. Bakışlarımı ona çevirdiğimde çenesindeki kasın kasıldığını, boyun damarlarının gerildiğini fark ettim. Bir adım geriledim istemsiz.

“Brandon, lütfen…”

Brandon sözümü keserek konuşmadan önce iç çekti. “İyi, tamam sende bulun. Ama günümü, mutluluğumu bozacak tek bir kelime dahi çıkarsa dişlerini eline veririm o serserinin.”

“Yapma lütfen, içeriye girelim beraber.”

“İşte bunu yapmam. Bu mükemmel güzelliğin benim olduğunu idrak etmesi gerekiyor.” Dudaklarıma dokundurdu dudaklarını ve ardından daha hızlı adımlarla Dean ve Justin’in yanına gitti. Bende Charles, Lisa ile beraber onlara doğru yürüdüm. Onun kadar hızlı olamıyordum, zaten eteklerim bacaklarıma dolanıyordu onları kaldırmakla uğraşırken hızlı hareket etmem imkansızdı.
“Her zaman benimdi ve öyle kalacak. Lanet olası yeminleriniz onu benden uzaklaştıramayacak. Ashley her zaman, her koşulda bana geri dönüyor ve yine dönecek… Ki dönmezse de ben döndürürüm!” diye Jackson’ın nefret dolu sözlerinden sonra Brandon’ın ona bir hamle yapıp boğazını tuttuğunu gördüm.

“Karımdan uzak dur!” dedi emredercesine tehdit havasındaki ses tonu ile. Charles hızla yanımdan geçerek Brandon’a arkasından sarıldı ve kenara çekti. Dean ise Jackson’ı tutuyordu, bir an için Dean’ın elinden kurtulduğunda Brandon’a doğru yumruk salladığını gördüm ama Justin ondan hızlı davranıp elini tuttu ve bileğini bükerek arkasına götürdü.

Justin alaycı bir şekilde konuşarak Jackson’ı itmeden önce konuştu. “Dostum, seni Ashley ile birlikteyken de sevmezdim. Şimdi buradan hemen git ve eğlencemizi mahvetme yoksa emin ol Brandon’dan önce ben seni yok ederim.”

 Jackson biraz ilerimde yere doğru düştü. Bir an için ona hamle yapacağımı zannederek bana baktı ve gülümsedi. Başımı Brandon’a çevirdiğimde Charles onu bırakmış çatık kaşları ile bana, daha doğrusu onun ile konumumuza bakıyordu. Bu süre boyunca süren sessizliğimi nasıl yorumladığını bilmiyordum. Ama şuanda çok net bir şekilde fark ediyordum ki bu adam pisliğin tekiydi ve iyi ki hayatımdan çıkmıştı.

Jackson’ın elini bana uzattığını gördüm, ama umursamadan başımı Brandon’a çevirdim ve ona doğru ilerledim. Brandon sanki rahatlamışçasına derin nefesler alışı gülümsetti beni. Yanına gittim ve beline kollarımı doladım. Brandon bir elini belime dolarken diğer elini de cebine soktu ve alaycı bir şekilde gülümseyerek yerden yeni kalkan Jackson’a baktı. Kimseye değil, sadece bana baktı bir süre, ardından arkasını dönüp ilerledi.

“Şşş ağlama, güzel bir gün… Bizim günümüz bugün… Ağlanmayacak kadar önemli bir gün,” diyen Brandon’ın sesi ve yanaklarımdaki elleri ile ağladığımı fark ettim.

“Üzgünüm.”

Birkaç dakika sessizce durduk burada, Charles ve Lisa ne olduğunu anlamamış gibi bakıyorlardı ama sanki sormaya da çekiniyorlar gibi görünüyorlardı. Aslında bu konu hakkında kimsenin konuşmamasına da minnettardır. Ciddi anlamda beni geriyordu ve bu gerginlik Brandon’a da yansıyordu.

Bir süre daha terasta durduktan sonra Brandon’ın koluna girdim ve içeriye doğru yürümeye başladık. Brandon ve ben önden ilerlememizi fırsat bilerek Lisa terasta olanları sorduğunu duydum. Justin ise özet geçercesine anlattı. Sanırım bizim onları duyduğumuzu bilmiyorlardı. Brandon’ın da elimin altındaki kolunun gerildiğini hissettim. Demek ki benim gibi oda duyuyordu. Bu sırada kilisenin önünden geçiyorduk, Brandon bana bakıp gülümsedi bende ona aynı şekilde karşılık verdim. Benim gibi o da yeminlerimizi düşünüyordu. Bu inanılmaz bir duyguydu ve bu duyguyu Brandon ile yaşamış olmak daha da inanılmaz yapıyordu her şeyi.

Salona geldiğimizde içerinin lükslüğü ve dekorasyonu karşısında şok oldum. Pembe spotların altında bazı yerler oldukça şeker görünüyordu bazı yerlerde ise beyaz spotlarla çok daha sade ve şık bir görüntü sağlanmıştı. Her masanın üzerinde içerisinde çiçekler bulunan uzun cam vazolar konulmuş ve bu çiçekler ışıklarda yansıyarak egzotik bir ortam yaratmıştı. Ortam o kadar büyüleyiciydi ki kesinlikle bugün hayatımın en unutulmaz günü olacaktı.

İlerleyen saatlerde ayaklarımın ağrımaya başladığını hissediyordum. Brandon’la ilk dansımızın üzerine daha kaç kez dans ettik hatırlamıyorum ama Brandon’ın en ince detayı düşünerek ilk dans ettiğimiz şarkıyı bu geceki ilk dansımızda çaldırması beni çok duygulandırmıştı. Bazen bir erkek için çok ince düşünüyordu ve çok romantik olabiliyordu, gerçi bu durumdan şikayetçi değildim.

Saat kaç olduğunu bilmiyordum ama zamanın hızlı geçtiğinin farkındaydım. Bazen havuz kenarında bazen de içeride birileri ile her daim sohbet ediyor, gülüyorduk. Aralardaki danslarımızı saymıyorum. Brandon haricinde bir tek Dean ile dans etmiştim. Justin bütün gece Kate ile ilgilenmişti. Bu aslında hoşuma gitmişti. Justin’in gerçekten güçlü bir karaktere sahip olmasının yanında Kate’de iyi kızdı. Birbirlerine yakıştıklarını düşünüyordum.

“Ne düşünüyorsun?” diye Brandon’ın belime sarılan eliyle bakışlarım onun gözlerini buldu.

“Sadece bu gecenin mükemmelliğini ve açıkçası Kate ve Justin’in birbirlerine yakıştıklarını…”

“Gerçekten yakışıyorlar. Justin iyi çocuk, Kate gibi birini hak ediyor.”

“Biliyor musun? Justin mezuniyetine hep benimle gitmek istediğini söylerdi ama Kate’e teklif etmiş ona eşlik etmesi için.”

“İsabetli olmuş. Karımı başkalarının kolunda eğlenceye giderken görmeye tahammül edemezdim.”

“Çok çabuk sahiplendiniz Bay Veldone!”

“Artık bekâr bir kadın değilsiniz Bayan Veldone!”

Brandon son sözleri kendinden emin gururla söylemişti. Bu çok hoşuma gitmişti. Yeni adım kulağa hoş geliyordu. Bunun düşüncesi bile dudaklarımda kıvrılmaya neden oluyordu.

Yorulduğum için artık bir yerlerden destek alarak ayakta duruyordum. Ama çevremde de boş bir yer arıyordum aynı zamanda. Brandon arkadaşları ile sohbete dalmıştı bense burada bir süre Lisa ve Kate ile sohbet etmiştim. Ama onlarda uzun süre yanıma kalmamışlardı. Ardından havuz kenarındaki masalardan birinin boş olduğunu gördüm. Ayakkabıların uzun süre ayağımda olması ayaklarımı artık acıtmaya başlamıştı. Yürürken zorlanıyordum bu yüzden ilk fırsatta hedefim bir yere oturmaktı ve bunun için ağrıyan ayaklarımla ne kadar uzun olacağını önemsemediğim yolu bile giderdim.

Masaya oturup eteğin altından dikkat çekmeyeceğini düşünerek ayakkabılarımı çıkardım ve ayaklarımı soğuk zemine bastırdım. Sanki ayak tabanlarım yanıyordu ve bu serin yer o kadar rahatlatıcı gelmişti ki. İç çekerek gözlerimi kapattım. Yorgunluğum sanki şimdi çıkmış gibiydi. Üzerime bir ağırlık çökmüş ve uyku bastırmıştı. Boynumda hissettiğim dudaklarla başımı çevirdiğimde Brandon’ın gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Masadan bir sandalyeyi yanıma koydu ve oturdu. Otururken de bir kolunu benim sandalyemin arkasına attı.

“Davetlilerin hepsi gidiyorlar, biraz daha dayan bir tanem,” diyerek yerinden kalktı ve elini bana uzattı. İç çekerek ayağa kalktım ve ayakkabılarıma soktum ayaklarımı. Brandon boyumdaki değişimden dolayı güldü. Omuz silktim bende koluna girerek içeriye girdik.

Davetlileri gülümseyerek uğurladık. Bazıları da oteldeki odalara yerleştiler. Brandon’ın ve Rosewoodların bu kadar çok tanıdıkları olacağı aklıma gelmezdi ama onların kalabalık çevresi olmasaydı da bu kadar kalabalık olmazdı. Benim tanıdığım birkaç kişidense onların tanıdığı birkaç yüz kişi burayı doldurmuştu. Bundan şikayetçi değildim gerçi. Böyle bir kalabalığa ait olmak hoştu.

Başsavcı Rich’i karşımda gördüğümde dudaklarımda oluşan gülümseme o kadar içtendi ki bu adamın sevdiği nadir insanlardan biri olmanın gurunu karşıma yansıtabiliyordum.

“Bayan Grench, sizi tekrardan tebrik ederim. Bu sefer doğru bir karar olduğuna eminim. Üstün insanları tanıyabilme yeteneğimle doğru bir seçim yaptığınızı söyleyebilirim.”

“Teşekkür ederim Başsavcı Rich. Gelmenize gerçekten çok memnun oldum.”

“Sizi severim biliyorsunuz. Mutluluklar dilerim. İkinize de!”

“Teşekkür ederiz,” diye Brandon benim yerime cevapladı.

Herkesin gittiğini gördükten sonra Rosewood’larla da vedalaştık. Dean ve Justin Kate’i eve bırakacak ondan sonra da Dean’ın büyük annesinin evinde kalacaklardı. Onları da yolcu ettik. Sonunda salonda Brandon’la ben kalınca Brandon kollarını belime dolayarak kendine çekti.

“Hadi odamıza çıkalım. Seni özledim,” diye mırıldandı boynumdan öperken. Sesimi çıkarmadım bunun için söz vermiştim. Yoruldum demeyecektim, ama yorgunluktan ölebilirdim. Ilık bir duşa ve uyumaya ihtiyacım vardı.

Brandon resepsiyondan odanın kartını aldığında asansöre doğru ilerledik. Asansör geldiğinde içeriye bindik ve Brandon en üst katın düğmesine bastı. Brandon’ın elinden tutarken elini bıraktım ve kollarımı beline dolayarak başımı omzuna dayadım. Şuanda tek istediğim ona sarılmak, kokusunu içime çekmekti. Bu inanılmaz adam benimdi artık. Tıpkı benim onun olduğum gibi.

Asansörden inip odamızın kapısına gelince Brandon elindeki kardı okuttu ve kapı açıldı. İçeriye girmek için hamle yapacaktım ki Brandon beni kucağına aldı. Odaya onun kucağında girdiğimde başımı omzuna dayamıştım.

“Brandon?” diye mırıldandım gözlerimi açık tutma çabasında.

“Efendim sevgilim?”

“Biliyorum söz verdim ama gerçekten çok yorgunum. Bu gece uyusam...”

“Yorgun bir kadından benimle olmasını isteyecek kadar alçalmadım ben Bayan Veldone. Yorgun olduğunuzu görüyorum hanımefendi. Ama kollarımda uyumanız şartı ile bu gece size dokunmayacağım. Sana sarılmamı engelleyemezsin, baştan uyarayım.”

Başımı kaldırıp ona baktığımda gülümsüyordu. “Kabul,” diyerek gülümsedim ve tekrardan başımı omzuna yasladığımda dudaklarını alnımda hissetim.

Brandon beni yere bıraktıktan sonra ceketini ve kravatını çıkardı. Gömleği ve yeleği üzerindeydi hala. Lucy’in buraya getirdiği küçük çantanın içinden bana bir gecelik uzattı. Gülümseyerek elinden aldım ve yatağın üzerine koydum. Hemen ayakkabıları ayağımdan çıkardım. Gelinliğin yan tarafındaki fermuarı açtıktan sonra içimde sutyen olmadığında dolayı Brandon’ı da zor durumda bırakmamak adına ona arkamı döndüm. Gelinliği üzerimden çıkardığımda kenardaki koltuğun üzerine koydum ve geceliğimi alırken belime dolanan kollarla Brandon’ın dayanma sınırını aşmış olma olasılığımı düşündüm. Boynumda dudaklarını gezdirirken ellerini de bedenimde dolandırıyordu.

“Sadece seni sevdiğimi söylemek istiyordum,” diye fısıldadı kulağıma doğru. Ona doğru döndüğümde dudaklarımı dudaklarına dokundurdum.

“Bende seni seviyorum.”

Dudaklarımız bu sefer buluştuğunda yoğun bir şekilde aşkla öpüşüyorduk. Brandon beni geriye doğru itip yatağa yatırdığında ellerini bedenimde dolaştırmaya başlamıştı. Aslında o an fark ettim ki Brandon’ı bu gece daha farklı bir şekilde istiyordum. Sanki bu gece onunla olmam evliliğimizin en genel taşını yerine koymuş, geçerli hale getirmiş olmamız anlamına gelecekti.

“Durdur beni…” diye fısıldadı Brandon kulağıma doğru.

“Durmanı istemiyorsan…” diye karşılık verdiğinde başını kaldırıp bana baktı ve gülümseyerek tek kaşını kaldırdı.

“Bunu sen istedin…”

Dudaklarımı tekrar öpmeye başladığında, düşüncelerimden sıyrılmıştım. Sadece o an Brandon’ın bana hissettirdikleri ile sarhoş olmaya başlamıştım. Bu adama karşı hissettiklerim hiçbir zaman azalmayacağını biliyordum ama artacağını da hiç düşünmemiştim ve sanki yeminlerimizi ettiğimizden beri ona karşı duygularım kat kat artmış gibiydi…


~~~~~~*~~~~~~

6 yorum :

  1. Hiç bişey soylemicem tek kelimeyle harikaydi büyülendim resmen ;))) yaa sormak istediklerim var aslında ama boyle muhteşem bi düğünden sonra konuşmama karari aldim inci harika olmuş dokturmussun resmen ;))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim yorumun için, sormak istediklerini merak ettim, sor sen cevaplayabileceğim şeylerse cevaplarım :D

      Sil
    2. Dean nın dostluğuna bayıldım muhteşem bir insan justin ve ket ortaya çıktı sonunda hep merak etmişimdir nezaman ortaya çıkacaklar diye sormak istediğim soru jackson ashley le brandonu rahatsız etmeye devam edicekmi bence etmeli diye duşunuyorum çünkü brandon okadar güzel ashley i sahipleniyoki insanın ashley olası geliyo :) bide merak ettiğim bir konu daha var yaa arkadaş siz ne yiyip ne içiyosunuz neyle besleniyosunuz anlamadim yaa boyle güzel bir hikaye çıkıyo sizden :)ne yeniğinizi bilmiyorum ama devam edin harika bir iş çıkartıyosun inci başarılarının devamını diliyorum cnm :)

      Sil
    3. Oyyssss son cümlende sırıttım :D vallaha sizin yorumlarınız bütün yorucu işlerimin arasında insanda yazma isteği uyandırıyor :D Jackson aslında artık mazi oldu onu gelecekte görmeyeceğiz, en azından şimdilik görmeyeceğiz. Evet Brandon çok güzel sahipleniyor ama gelecek bölümlerde başka olaylar baş gösterecek :) O yüzden Jackson olmayacak :)

      Sil
    4. Oyyssss son cümlende sırıttım :D vallaha sizin yorumlarınız bütün yorucu işlerimin arasında insanda yazma isteği uyandırıyor :D Jackson aslında artık mazi oldu onu gelecekte görmeyeceğiz, en azından şimdilik görmeyeceğiz. Evet Brandon çok güzel sahipleniyor ama gelecek bölümlerde başka olaylar baş gösterecek :) O yüzden Jackson olmayacak :)

      Sil
  2. Oh mein Gott! Ben bu bölümü kaçırmısım nasıl olur? Kendimi mezun olmak için girilmesi gereken son sınavı kaçırmış ya da üniversite sınavının başlamasına beş kala kimlik belgesini evde unutan öğrenci gibi hissediyorum , çok feci ve acınası.
    Süper harika bir bölüm olmuş.
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın