Uzun zamandır yazarlarımızla röportaj yapmıyorduk ve şimdi hem fantastik hem de polisiye/dedektif romanı yazan yazarımız Tolga Karanlıkoğlu ile bir röportaj yaparak uzun süredir süren sessizliğimizi bozalım dedik.
Tanımayan takipçilerimize tanıtmak ve tanıyanlar ve kitaplarını okumuş okurların meraklarını gidermek için keyifli bir röportaj yaptık kendisiyle.
Oldukça sıcakkanlı ve samimi bir şekilde bizimle iletişim kurup sorularımızı yanıtladığı için tekrar teşekkür ederiz. :))
Duyurumuzu baştan yapalım :)
Tolga Bey aynı zamanda çekilişimize de destek olarak iki takipçimize kitaplarını hediye edecek.
21 - 26 Ağustos tarihleri arasında düzenlenecek çekilişimizde kazanan iki arkadaşımız "Mavi Ayın Altında" ve "Fatihin Kahramanı Kara Büyü" kitaplarından istediği bir tanesini yazarımızdan imzalı olarak kazanacak.
Tolga Karanlıkoğlu: Aslında okurlarınız içinden henüz benimle tanışmış olanlar olduğunu sanmıyorum =) Kısaca tanıtayım kendimi, zaten öyle uzun uzadıya anlatacak bir şey de yok hakkımda. Hayatın çetin fakat keyifli akışında daha aydınlık yarınlar için sizlerle yan yana, kol kola mücadele veren bir kardeşinizim. Yazmak güzel, yazarlık keyifli, sizlere ulaşabilmek harika! Onun dışında hayat herkes için olduğu gibi benim için de belirli bir rutinde ilerliyor. Esas mesleğim bilgisayar mühendisliği, şu anda bir holdingte bilgisayar programlarıyla ilgili bir iş yapıyorum. Hayatımda iki güzel kadın (eşim ve kızım) ile bir de tatlı oğlan (oğlum) var. Bilemiyorum başka neler öğrenmek istersiniz hakkımda, özetle budur.
İ.K.: Tüyap’a katılıp imza günü yapmışsınız sanırım. Neler hissettiniz? Okurların ellerinde kitaplarınızı görmek ve kitaplarınızı imzalarken onlarla sohbet etmek nasıldı?
T.K.: Gerçekten harikaydı. Keşke her gün o ortam devam etse ve benim hayatım orada geçse... Doğrusu Tüyap Fuarı'na katıldığım gün bütün işleri bırakıp hayatım boyunca yazarlık yapmayı en çok istediğim gün oldu. Öncelikle başka bir ilden geldiğim için çok uzun ve yorucu bir ulaşım sürecinden sonra oraya vardım. Aslında bana ayrılan süre çok kısıtlıydı fakat yayınevimizin tanıdığı esneklik ve anlayış sayesinde biraz daha uzun kalabildim. Neyse, fuara girdiğimde yayınevinin standını henüz bulamamıştım ki ellerinde kitaplarımla gezen insanlar gördüm. Standa benden önce ulaşıp kitaplarımı almışlar. Standa vardığımda bir arkadaş daha alıyordu kitabımı, Uğur Bey (Uğur Ziya Şimşek, yayınevimizin sahibi) hemen arkadaşı durdurdu ve "bak kitabının yazarı geldi, haydi imzasını alalım" dedi. Böylece ilk imzamı vermiş oldum. Standa oturmadan önce baktım ve kitaplarımın yayınevinin standında rasgele yerlerde olduklarını gördüm. İnsanlar onca kitap içinden benim kitaplarımı buluyorlar ve onları istiyorlardı. Çok etkilendim. Tabi bunda Özkan Artaş'ın yapmış olduğu etkileyici kapak tasarımının da katkısı var. Neyse, standdaki yerime oturduktan sonra ilk on beş dakika içinde yedi kişi kitabım hakkında sorular sorarak ikişer kitabımı satın aldı. Standa uğrayan herkes ile tatlı sohbetler gelişti. Başka yazarlar da vardı yanımda, hatta onlarla da çok güzel dostluklar kurdum fakat önümüzden geçen herkes kitaplarıma çok ilgi gösterdi. O gün tanıştığım pek çok kişiyle sonradan sosyal medya üzerinde arkadaş olduk, fotoğraflar paylaştık, birbirimizi etiketledik. Harika bir gündü. İnsanlarla birebir iletişim kurmak gibisi yok gerçekten.
T.K.: Gerçekten harikaydı. Keşke her gün o ortam devam etse ve benim hayatım orada geçse... Doğrusu Tüyap Fuarı'na katıldığım gün bütün işleri bırakıp hayatım boyunca yazarlık yapmayı en çok istediğim gün oldu. Öncelikle başka bir ilden geldiğim için çok uzun ve yorucu bir ulaşım sürecinden sonra oraya vardım. Aslında bana ayrılan süre çok kısıtlıydı fakat yayınevimizin tanıdığı esneklik ve anlayış sayesinde biraz daha uzun kalabildim. Neyse, fuara girdiğimde yayınevinin standını henüz bulamamıştım ki ellerinde kitaplarımla gezen insanlar gördüm. Standa benden önce ulaşıp kitaplarımı almışlar. Standa vardığımda bir arkadaş daha alıyordu kitabımı, Uğur Bey (Uğur Ziya Şimşek, yayınevimizin sahibi) hemen arkadaşı durdurdu ve "bak kitabının yazarı geldi, haydi imzasını alalım" dedi. Böylece ilk imzamı vermiş oldum. Standa oturmadan önce baktım ve kitaplarımın yayınevinin standında rasgele yerlerde olduklarını gördüm. İnsanlar onca kitap içinden benim kitaplarımı buluyorlar ve onları istiyorlardı. Çok etkilendim. Tabi bunda Özkan Artaş'ın yapmış olduğu etkileyici kapak tasarımının da katkısı var. Neyse, standdaki yerime oturduktan sonra ilk on beş dakika içinde yedi kişi kitabım hakkında sorular sorarak ikişer kitabımı satın aldı. Standa uğrayan herkes ile tatlı sohbetler gelişti. Başka yazarlar da vardı yanımda, hatta onlarla da çok güzel dostluklar kurdum fakat önümüzden geçen herkes kitaplarıma çok ilgi gösterdi. O gün tanıştığım pek çok kişiyle sonradan sosyal medya üzerinde arkadaş olduk, fotoğraflar paylaştık, birbirimizi etiketledik. Harika bir gündü. İnsanlarla birebir iletişim kurmak gibisi yok gerçekten.
İ.K.: Bir Türk yazar olarak neden kitabınızda yabancı isimler kullanmayı tercih ettiniz? Türkiye’de bir yer ve Türkçe isimlerle de polisiye kurgu kurulamaz mıydı? Yabancı isimleri tercih etmenizin bir nedeni var mı?
T.K.: En çok karşılaştığım sorulardan biridir, fakat bu soruya iki yönünden de maruz kalırım. Birileri sürekli "neden yabancı isimler?" diye sorar. Bir hikayede veya kitapta da Türk isimleri kullandığım zaman "neden yabancı değil?" diye de soruyorlar. Hepsini anlayışla karşılıyorum fakat hangisini yapsam neden öteki değil şeklinde sorulara maruz kalmak da bazan beni kötü hissettiriyor. Neyse, elbette bu durum sizi suçlu yapmıyor, insanlar merak ediyorlar ve ben de açıklık getirmeye çalışayım: Öncelikle New York'ta geçen bir romanda Mahmut, Şevket, Mualla gibi isimler kullanmamın imkanı yoktur. Bir New York'luya Şükrü diye isim koyduğunuz zaman yedi göbektir orada yaşadığını yazsanız bile okurun kafasında bir New York'lu olarak resmedilmez asla, okur onu hep Türk olarak algılar. Şimdi zihninizde uyanan yeni soruyu cevaplayayım: diyorsunuz ki "neden New York'ta geçiyor o zaman? Türk işi polisiye olamaz mıydı?". Elbette olabilir, zaten Türk işi polisiyeler olarak kısa hikayelerim de vardır, buyrun üç tanesini okuyun:
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Muzmin
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Zengin
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Sahilde
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık bir yerli Sherlock Holmes hikayesidir, Sherlock'un Türkiye ve Türkçe'ye gayet uyumlu bir modelidir. Olmuyor değil yani, gayet güzel oluyor. Mavi Ayın Altında'nın neden New York'ta geçtiğine gelince. Bilmem bunu nasıl anlarsınız ancak bu kitabı uykumda yazdım. Yeniden okumanıza gerek yok, evet, uykumda yazdım. İlk çocuğum yeni doğmuştu, evimiz kiraydı. Kendimize klima taktıracak kadar paramız olmadığından evin kliması da salonda olduğundan üçümüz de salonda yatıyorduk. Bir sabah uykumun bitmesine doğru Mavi Ayın Altında kitabının ilk üç cildi zihnimde canlandı. Hemen uyandım ve sonradan unutma riskime karşı eşimi uyandırıp ona da anlattım hikayeleri. Zihnimde canlanan hikaye New York'ta geçiyordu ve ben de bir değişiklik yapma gereği görmedim. Tüm hikayelerimde ve kitaplarımda birbirinden değişik mekanlar kullanırım, asla da "neden burada yaptım ya bizim mahallede geçemez miydi bu hikaye" diye düşünmem.
T.K.: En çok karşılaştığım sorulardan biridir, fakat bu soruya iki yönünden de maruz kalırım. Birileri sürekli "neden yabancı isimler?" diye sorar. Bir hikayede veya kitapta da Türk isimleri kullandığım zaman "neden yabancı değil?" diye de soruyorlar. Hepsini anlayışla karşılıyorum fakat hangisini yapsam neden öteki değil şeklinde sorulara maruz kalmak da bazan beni kötü hissettiriyor. Neyse, elbette bu durum sizi suçlu yapmıyor, insanlar merak ediyorlar ve ben de açıklık getirmeye çalışayım: Öncelikle New York'ta geçen bir romanda Mahmut, Şevket, Mualla gibi isimler kullanmamın imkanı yoktur. Bir New York'luya Şükrü diye isim koyduğunuz zaman yedi göbektir orada yaşadığını yazsanız bile okurun kafasında bir New York'lu olarak resmedilmez asla, okur onu hep Türk olarak algılar. Şimdi zihninizde uyanan yeni soruyu cevaplayayım: diyorsunuz ki "neden New York'ta geçiyor o zaman? Türk işi polisiye olamaz mıydı?". Elbette olabilir, zaten Türk işi polisiyeler olarak kısa hikayelerim de vardır, buyrun üç tanesini okuyun:
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Muzmin
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Zengin
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık Sahilde
Komiser Emin ve Yardımcısı Sadık bir yerli Sherlock Holmes hikayesidir, Sherlock'un Türkiye ve Türkçe'ye gayet uyumlu bir modelidir. Olmuyor değil yani, gayet güzel oluyor. Mavi Ayın Altında'nın neden New York'ta geçtiğine gelince. Bilmem bunu nasıl anlarsınız ancak bu kitabı uykumda yazdım. Yeniden okumanıza gerek yok, evet, uykumda yazdım. İlk çocuğum yeni doğmuştu, evimiz kiraydı. Kendimize klima taktıracak kadar paramız olmadığından evin kliması da salonda olduğundan üçümüz de salonda yatıyorduk. Bir sabah uykumun bitmesine doğru Mavi Ayın Altında kitabının ilk üç cildi zihnimde canlandı. Hemen uyandım ve sonradan unutma riskime karşı eşimi uyandırıp ona da anlattım hikayeleri. Zihnimde canlanan hikaye New York'ta geçiyordu ve ben de bir değişiklik yapma gereği görmedim. Tüm hikayelerimde ve kitaplarımda birbirinden değişik mekanlar kullanırım, asla da "neden burada yaptım ya bizim mahallede geçemez miydi bu hikaye" diye düşünmem.
İ.K.: Mavi Ayın Altında kitabınızda şizofreniyi işlemenizin özel bir sebebi var mı? Bu kurgu nereden aklınıza geldi?
T.K.: Mavi Ayın Altında kitabının hikayesinin nasıl ortaya çıktığını bir önceki soruda yazmıştım. Bütün hikayelerim böyle ortaya çıkmaz. Sıfırdan oturup da "şöyle bir şey yazacağım" deyip yazdıklarım da çoktur. Burada şizofreniye karşı bir hayranlık duymuyordum fakat şizofreni daha pek çok boyutlarıyla irdelenebilecek bir konu. Kitapta önünüze doğru ve yanlış pek çok ipuçları seriliyor, ayrıca alt bilincinize bazı mesajlar veriliyor. Okur çoğu zaman nedenini tam olarak ifade edemese de bazı izlenimlere kapılıyor ve bu onu gözünün önündeki gerçeği görmekten uzaklaştırıyor. Sonunda bütün sırların aslında başından beri önünüzde açık olduğunu görünce şaşırıyorsunuz. Mavi Ayın Altında'yı özel yapan aslında bu, şizofreni değil. Benim açımdan bakıldığında nasıl ki bir cinayet, bir aşk, bir ilişki gerçek hayatın içinde gayet olağan ve sıradan bir şey, şizofreni de aynı öyle.
T.K.: Mavi Ayın Altında kitabının hikayesinin nasıl ortaya çıktığını bir önceki soruda yazmıştım. Bütün hikayelerim böyle ortaya çıkmaz. Sıfırdan oturup da "şöyle bir şey yazacağım" deyip yazdıklarım da çoktur. Burada şizofreniye karşı bir hayranlık duymuyordum fakat şizofreni daha pek çok boyutlarıyla irdelenebilecek bir konu. Kitapta önünüze doğru ve yanlış pek çok ipuçları seriliyor, ayrıca alt bilincinize bazı mesajlar veriliyor. Okur çoğu zaman nedenini tam olarak ifade edemese de bazı izlenimlere kapılıyor ve bu onu gözünün önündeki gerçeği görmekten uzaklaştırıyor. Sonunda bütün sırların aslında başından beri önünüzde açık olduğunu görünce şaşırıyorsunuz. Mavi Ayın Altında'yı özel yapan aslında bu, şizofreni değil. Benim açımdan bakıldığında nasıl ki bir cinayet, bir aşk, bir ilişki gerçek hayatın içinde gayet olağan ve sıradan bir şey, şizofreni de aynı öyle.
İ.K.: Açıkçası kitabı okurken yorumumda da dediğim gibi polisiye, cinayetleri araştıran, dedektifli yabancı dizileri anımsadım, onlardan ilham aldığınız oldu mu?
T.K.: Her okurun bir ilham kaynağı bulduğu oluyor. Hatta kimi okurlar "şu diziden (ç)alıntı yapmışsın" diyorlar. Fakat gerçekte hiçbir diziden alıntı yok. Dedektif Arthur Wiley'in profili Amerikan cinayet masası dedektiflerinin çoğunluğuna uyan bir tiptir. Eğer uç veya abartı tiplemeler yapmıyorsanız, sıradan insanları zihin tuvallerine yansıtmaya çalışıyorsanız birilerine benzetilmesi kaçınılmazdır. Çünkü bunlar hayatın içinde olan insanlar, benzerleri çok. Eğer isterseniz yukarıda örnek hikayelerinin bağlantılarını verdiğim Komiser Emin tamamen farklı bir profil. Daima kendinden emin, derli toplu, her konuda başarılı, bir bakışta şak diye her şeyi çözen bir pelerinsiz superman. O da dedektif bu da. Ama Wiley'i bir süper polis yapıp Emin'i hayatta başarısız ve agresif biri yapsaydım iki hikaye de çuvallardı. Burada haksızlığa uğramışlık duygusu içinde aklı karışık, içine kapanık ve sosyal olarak başarısız bir dedektif çizilmesi gerekiyordu hikayenin gidişine uygun olarak ben de onu çizdim.
T.K.: Her okurun bir ilham kaynağı bulduğu oluyor. Hatta kimi okurlar "şu diziden (ç)alıntı yapmışsın" diyorlar. Fakat gerçekte hiçbir diziden alıntı yok. Dedektif Arthur Wiley'in profili Amerikan cinayet masası dedektiflerinin çoğunluğuna uyan bir tiptir. Eğer uç veya abartı tiplemeler yapmıyorsanız, sıradan insanları zihin tuvallerine yansıtmaya çalışıyorsanız birilerine benzetilmesi kaçınılmazdır. Çünkü bunlar hayatın içinde olan insanlar, benzerleri çok. Eğer isterseniz yukarıda örnek hikayelerinin bağlantılarını verdiğim Komiser Emin tamamen farklı bir profil. Daima kendinden emin, derli toplu, her konuda başarılı, bir bakışta şak diye her şeyi çözen bir pelerinsiz superman. O da dedektif bu da. Ama Wiley'i bir süper polis yapıp Emin'i hayatta başarısız ve agresif biri yapsaydım iki hikaye de çuvallardı. Burada haksızlığa uğramışlık duygusu içinde aklı karışık, içine kapanık ve sosyal olarak başarısız bir dedektif çizilmesi gerekiyordu hikayenin gidişine uygun olarak ben de onu çizdim.
İ.K.: Mavi Ayın Altında kitabının devamın olduğunu düşünüyorum ki sanırım yanılmıyorum da 2. ve 3. kitaplarında da özel bir hastalığı işleyecek misiniz?
T.K.: İkinci kitapta da üçüncü kitapta da çok çeşitli pisikolojik ve sosyal profilden insanlar var. İkinci kitapta kahramanımız John Sath, Uzakdoğu kökenli bir çeteye karşı tek başına mücadele veriyor. Üçüncüde ise bir sirkte ortaya çıkan akıl almaz derecede talihsiz tesadüfleri (!) ve peşi sıra gelen cinayetleri araştırıyor. İki kitapta da bol aksiyon ve macera var. Fakat özel olarak ele alınan bir hastalık yok. Şizofreni konusuna fazla takılmayın. Bazı kitaplarda yeniden ele alabilirim fakat benim tarzım hep şizofreni ya da ağır pisikolojik tahliller şeklinde gelişmeyecek. Hatta bu tarz profillerle alakası olmayan kitap ve hikayelerim de var, yakında okuyacaksınız.
T.K.: İkinci kitapta da üçüncü kitapta da çok çeşitli pisikolojik ve sosyal profilden insanlar var. İkinci kitapta kahramanımız John Sath, Uzakdoğu kökenli bir çeteye karşı tek başına mücadele veriyor. Üçüncüde ise bir sirkte ortaya çıkan akıl almaz derecede talihsiz tesadüfleri (!) ve peşi sıra gelen cinayetleri araştırıyor. İki kitapta da bol aksiyon ve macera var. Fakat özel olarak ele alınan bir hastalık yok. Şizofreni konusuna fazla takılmayın. Bazı kitaplarda yeniden ele alabilirim fakat benim tarzım hep şizofreni ya da ağır pisikolojik tahliller şeklinde gelişmeyecek. Hatta bu tarz profillerle alakası olmayan kitap ve hikayelerim de var, yakında okuyacaksınız.
İ.K.: Seri katillerin ruhsal bozuklukları olduklarına mı inanıyorsunuz? Şizofreni olan bir seri katil işlenen bir kitabı okuduğumda yazarının böyle bir düşüncesi mi var acaba diye merak ettim.
T.K.: Seri katillerin ruhsal olarak sorunsuz insanlar olduğuna inanan yoktur herhalde. Fakat bozukluk biraz tartışmalı bence. Zira seri katil mantığı kendi içinde tutarlıdır, beğenmeyebilirsiniz, doğru olmadığı da kesindir ancak tutarlıdır. Seri katiller diğerlerinden farklı olarak öylesine hareket etmezler, mutlaka bir gerekçeleri ve her hareketlerinin bir kaynağı vardır. Bu nedenle seri katilleri yakalamada ilk aşama katilin olası profilini çıkarmaya çalışmaktır. Polis hiçbir tekil cinayet vakasında katilin profilini çıkarmaya çalışmaz. Ancak üç cinayet veya daha fazlasının aynı kişi tarafından işlendiğini anladıklarında profil çıkarmaya girişirler. Sizce neden? Eğer profili doğru çıkarırlarsa katilin sonraki adımını kestirebilirler de ondan. Şizofreni bu düşünce düzeninin tutarlılığını zedelemez, şizofren katiller de kendi mantıklarına sadıktırlar. Şizofreni sadece beyin bilgisayarımıza yanlış veriler yüklenmesine sebep olur. Bu, hesap makinasında 2 yazacağınıza 9 yazmak gibi bir şeydir. Sonuçta ölümcül durumlar da açığa çıkarabilir bu yanlışlıkla fakat 2 yerine sürekli 9 tuşlamaya devam ederseniz yanlışlık sürse de tutarlılık ortadan kalkmaz.
T.K.: Seri katillerin ruhsal olarak sorunsuz insanlar olduğuna inanan yoktur herhalde. Fakat bozukluk biraz tartışmalı bence. Zira seri katil mantığı kendi içinde tutarlıdır, beğenmeyebilirsiniz, doğru olmadığı da kesindir ancak tutarlıdır. Seri katiller diğerlerinden farklı olarak öylesine hareket etmezler, mutlaka bir gerekçeleri ve her hareketlerinin bir kaynağı vardır. Bu nedenle seri katilleri yakalamada ilk aşama katilin olası profilini çıkarmaya çalışmaktır. Polis hiçbir tekil cinayet vakasında katilin profilini çıkarmaya çalışmaz. Ancak üç cinayet veya daha fazlasının aynı kişi tarafından işlendiğini anladıklarında profil çıkarmaya girişirler. Sizce neden? Eğer profili doğru çıkarırlarsa katilin sonraki adımını kestirebilirler de ondan. Şizofreni bu düşünce düzeninin tutarlılığını zedelemez, şizofren katiller de kendi mantıklarına sadıktırlar. Şizofreni sadece beyin bilgisayarımıza yanlış veriler yüklenmesine sebep olur. Bu, hesap makinasında 2 yazacağınıza 9 yazmak gibi bir şeydir. Sonuçta ölümcül durumlar da açığa çıkarabilir bu yanlışlıkla fakat 2 yerine sürekli 9 tuşlamaya devam ederseniz yanlışlık sürse de tutarlılık ortadan kalkmaz.
İ.K.: Fatih'in Kahramanı kitabınızda tarihi bir olaya fantastik bir bakış açısı getiriyorsunuz. Yazarken bunun biraz riskli olabileceğiniz düşündünüz mü?
T.K.: Elbette. Bugün hiçbir gerçek olaya dayanmayan bir dizi için bile büyüklerimiz "benim böyle ecdadım yok" deyip diziye ayar verebiliyorlar. Hele ki bir konuda fikir sahibi olmak için o konuda bilgi sahibi olmaya gerek görmeyen bir çoğunluğun yaşadığı ülkede bir kişinin sözüyle milyonlar harekete geçebilir ve adamın başına büyük belalar açabilirler. Peki ne yapalım? Yazmayalım mı? Okumaktan da anlamaktan da nasibi olmayanlar epey var diye bırakalım mı bu işleri? Tam tersine, esas durum böyle olduğu için yazmak lazım. Hatta inadına yazmak lazım. Aydınlığın savunucuları şunun bunun korkusundan sinip meydanı bunlara bırakırsa o zaman nasıl çıkarız aydınlıklara? Ben yanlış bir şey yapmadım, kitapta kimseye de iftira atılmıyor veya kimse hakkında kötü bir şey söylenmiyor. Tamamen kafadan atma bir hikaye var ortada, hepsi bu. Kızabilirler, saldırabilirler, öldürebilirler ancak teslim alamazlar.
T.K.: Elbette. Bugün hiçbir gerçek olaya dayanmayan bir dizi için bile büyüklerimiz "benim böyle ecdadım yok" deyip diziye ayar verebiliyorlar. Hele ki bir konuda fikir sahibi olmak için o konuda bilgi sahibi olmaya gerek görmeyen bir çoğunluğun yaşadığı ülkede bir kişinin sözüyle milyonlar harekete geçebilir ve adamın başına büyük belalar açabilirler. Peki ne yapalım? Yazmayalım mı? Okumaktan da anlamaktan da nasibi olmayanlar epey var diye bırakalım mı bu işleri? Tam tersine, esas durum böyle olduğu için yazmak lazım. Hatta inadına yazmak lazım. Aydınlığın savunucuları şunun bunun korkusundan sinip meydanı bunlara bırakırsa o zaman nasıl çıkarız aydınlıklara? Ben yanlış bir şey yapmadım, kitapta kimseye de iftira atılmıyor veya kimse hakkında kötü bir şey söylenmiyor. Tamamen kafadan atma bir hikaye var ortada, hepsi bu. Kızabilirler, saldırabilirler, öldürebilirler ancak teslim alamazlar.
İ.K.: Ülkemizdeki fantastik yazarlarına özellikle saygı duyarım çünkü dünya genelinde en çok okunanlar fantastik romanlar olsa da ülkemizde en riskli alanlardan birisidir. Bu riski aldığınıza değdi mi?
T.K.: Benim için "şöyle bir şey olursa buna değecek" gibi bir olay yoktur. Ben hoşuma giden şeyi yazarım, yazılı veya yazısız bir kuralı ihlal etmediği sürece de yayınlarım. Kimsenin okuması, okumaması, eleştirmesi veya beğenmesi / beğenmemesi gibi durumlar beni etkilemez. Daima bir kişi bile okumayacak diye düşünerek yazarım. Doğru olduğuna inandığımı yaparım, bütün dünya karşı olsa bile fark etmez. Bir fikrin doğru veya yanlış olması, bir kitabın güzel olup olmaması onu kaç kişinin savunduğuyla alakalı değildir.
T.K.: Benim için "şöyle bir şey olursa buna değecek" gibi bir olay yoktur. Ben hoşuma giden şeyi yazarım, yazılı veya yazısız bir kuralı ihlal etmediği sürece de yayınlarım. Kimsenin okuması, okumaması, eleştirmesi veya beğenmesi / beğenmemesi gibi durumlar beni etkilemez. Daima bir kişi bile okumayacak diye düşünerek yazarım. Doğru olduğuna inandığımı yaparım, bütün dünya karşı olsa bile fark etmez. Bir fikrin doğru veya yanlış olması, bir kitabın güzel olup olmaması onu kaç kişinin savunduğuyla alakalı değildir.
İ.K.: İki romanınız var Mavi Ayın Altında ve Fatih'in Kahramanı: Kara Büyü ve ikisi de üçlemelerinizin ilk kitapları... Neden iki üçlemeye aynı anda başladınız? Bu sizi daha fazla çalışmak zorunda bırakmayacak mı?
T.K.: İşin aslı o üçlemelerin çoğu yazıldı bitti bile. İki üçlemenin de üçüncü kitapları bitiyor. Hatta Mavi Ayın Altında bitti. Mavi Ay için dördüncü bir tanesine başlayacağım, taslağım hazır. Bana kalırsa en harika Mavi Ay olacak. Fatih'in Kahramanı da ilk üçlemeden sonra Fatih'in emriyle iki bölümlük özel bir Uzakdoğu görevine çıkacak. Bir de İzmir'in işgal yıllarında geçen başka bir roman yazıyorum, onun da yarıdan fazlası bitti. Bu arada dizi senaryoları ve hikayeler de yazıyorum. Hepsini yakında okuyacak ve göreceksiniz. Bunlar yorucu olmuyor mu? Vallahi olmuyor. Çok kısıtlı zamanım içinde bunları yazmak bana yorgunluk değil tam tersine acayip bir tatmin, güven ve enerji veriyor. Bu kısıtlı zamanda bu derece üretken olabilmek gerçekten harika bir his!
T.K.: İşin aslı o üçlemelerin çoğu yazıldı bitti bile. İki üçlemenin de üçüncü kitapları bitiyor. Hatta Mavi Ayın Altında bitti. Mavi Ay için dördüncü bir tanesine başlayacağım, taslağım hazır. Bana kalırsa en harika Mavi Ay olacak. Fatih'in Kahramanı da ilk üçlemeden sonra Fatih'in emriyle iki bölümlük özel bir Uzakdoğu görevine çıkacak. Bir de İzmir'in işgal yıllarında geçen başka bir roman yazıyorum, onun da yarıdan fazlası bitti. Bu arada dizi senaryoları ve hikayeler de yazıyorum. Hepsini yakında okuyacak ve göreceksiniz. Bunlar yorucu olmuyor mu? Vallahi olmuyor. Çok kısıtlı zamanım içinde bunları yazmak bana yorgunluk değil tam tersine acayip bir tatmin, güven ve enerji veriyor. Bu kısıtlı zamanda bu derece üretken olabilmek gerçekten harika bir his!
İ.K.: Yanılıyorsam affedin: Sanırım şu an üzerinde çalıştığınız kitap Fatih'in Kahramanı: İsyan. Bize yeni kitabınız hakkında neler söylemek istersiniz?
T.K.: İlkine göre çok daha heyecanlı, maceralı, tempolu ve sürükleyici. Eğer Fatih'in Kahramanı: İntikam'ı yazmasaydım bugüne kadar yazdığım en iyi kitap diyebilirdim =) Burada sizin blogunuza özel olarak ilk kez bir detay açıklayayım kitaptan: Burada Kahraman yalnız değil, kendisine yol boyunca eşlik eden çok yaman bir kadınla beraber dalıyor maceralara. Ama ne kadın! Okuyunca hayran olacağınız muhteşem bir kadın. Sonu sizi ağlatabilir, ancak yine birinci kitaptaki gibi çok garip bir yerde ansızın bitiveriyor İsyan.
T.K.: İlkine göre çok daha heyecanlı, maceralı, tempolu ve sürükleyici. Eğer Fatih'in Kahramanı: İntikam'ı yazmasaydım bugüne kadar yazdığım en iyi kitap diyebilirdim =) Burada sizin blogunuza özel olarak ilk kez bir detay açıklayayım kitaptan: Burada Kahraman yalnız değil, kendisine yol boyunca eşlik eden çok yaman bir kadınla beraber dalıyor maceralara. Ama ne kadın! Okuyunca hayran olacağınız muhteşem bir kadın. Sonu sizi ağlatabilir, ancak yine birinci kitaptaki gibi çok garip bir yerde ansızın bitiveriyor İsyan.
İ.K.: Son olarak, serileri hangi sıra ile devam ettireceğinizi söyleyebilir misiniz? Okurlarınız eminim merak ediyordur.
T.K.: Ne yazık ki bir sıra söylemem mümkün değil, çünkü yayınlayacağım yer şu anda net değil. Bu yayıneviyle devam eder miyim bilmiyorum, bir de yanıt beklediğim yerler var. Son olarak kendime bir yayınevi kurmayı düşünüyorum hem kendi kitaplarımı bastırmak hem de yetenekli fakat imkan bulamayan genç arkadaşları edebiyata kazandırabilmek için. Büyük yayınevleri kitaba satacak bir nesne gözüyle bakar, küçüklerse çoğunlukla paranızı alıp sonra yüzünüze bakmazlar. Burada genç arkadaşlardan çok istekli ve çok önü açık olup da bu insan öğütme düzeninde kaybolup giden pek çoğunu tanıyorum. Onları da bulup çıkartıp yazar yapmak istiyorum. Yazdığını kendisi okuyamayan alakasız insanları sırf para veriyor diye hem de üç otuz paralara yazar yapıyorlar, ben gençleri neden yapmayayım? Neyse, kısacası şu an önümü net göremiyorum o nedenle lütfen benden tarih veya sıra beklemeyin. Fakat burada açıkladığım tüm kitaplar bir bir çıkacak
T.K.: Ne yazık ki bir sıra söylemem mümkün değil, çünkü yayınlayacağım yer şu anda net değil. Bu yayıneviyle devam eder miyim bilmiyorum, bir de yanıt beklediğim yerler var. Son olarak kendime bir yayınevi kurmayı düşünüyorum hem kendi kitaplarımı bastırmak hem de yetenekli fakat imkan bulamayan genç arkadaşları edebiyata kazandırabilmek için. Büyük yayınevleri kitaba satacak bir nesne gözüyle bakar, küçüklerse çoğunlukla paranızı alıp sonra yüzünüze bakmazlar. Burada genç arkadaşlardan çok istekli ve çok önü açık olup da bu insan öğütme düzeninde kaybolup giden pek çoğunu tanıyorum. Onları da bulup çıkartıp yazar yapmak istiyorum. Yazdığını kendisi okuyamayan alakasız insanları sırf para veriyor diye hem de üç otuz paralara yazar yapıyorlar, ben gençleri neden yapmayayım? Neyse, kısacası şu an önümü net göremiyorum o nedenle lütfen benden tarih veya sıra beklemeyin. Fakat burada açıkladığım tüm kitaplar bir bir çıkacak
İ.K.: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Yazarlık hayatınızın gönlünüzce devam etmesi dileği ile...
T.K.: Düşündüğümden çok kısa sürdü bu söyleşi, yanıtlarım aklınıza başka sorular getirdiyse onları da yazın severek cevaplayayım. Yok bu kadarı yeter diyorsanız benim için çok keyifli ve bir solukta bitirdiğim bir söyleşi oldu. Bu fırsatı verdiğiniz için candan teşekkür ederim.
T.K.: Düşündüğümden çok kısa sürdü bu söyleşi, yanıtlarım aklınıza başka sorular getirdiyse onları da yazın severek cevaplayayım. Yok bu kadarı yeter diyorsanız benim için çok keyifli ve bir solukta bitirdiğim bir söyleşi oldu. Bu fırsatı verdiğiniz için candan teşekkür ederim.
"Ben hoşuma giden şeyi yazarım, yazılı veya yazısız bir kuralı ihlal etmediği sürece de yayınlarım. Kimsenin okuması, okumaması, eleştirmesi veya beğenmesi / beğenmemesi gibi durumlar beni etkilemez. Daima bir kişi bile okumayacak diye düşünerek yazarım. Doğru olduğuna inandığımı yaparım, bütün dünya karşı olsa bile fark etmez. Bir fikrin doğru veya yanlış olması, bir kitabın güzel olup olmaması onu kaç kişinin savunduğuyla alakalı değildir." derken yazarın haklı olduğu hususlar yok değil
YanıtlaSilÇok güzel bir söyleşi olmuş ve yazarı bizimle tanıştırdığın için teşekkürler. Açıkçası ben ilk kez duydum ismini ve merak ettim kitaplarını. Kendisine de başarılar diliyorum. Sevgiler :)
YanıtlaSilçok güzel bir röportaj olmuş yapana da cevaplayana da teşekkürler
YanıtlaSilonur bey kesinlikle okumalısınız tolga beyin kitapları çok iyi ..
YanıtlaSilSinem Hanım küçük bir düzeltme yapmak istiyorum izninizle :) Onur Kınacı Birler bir bayan dolayısıyla Onur Hanım demeniz daha doğru olurdu ;)
SilMerhaba, Merak ediyorum da röportajlar nasıl gerçekleşiyor soruları kafanızda toplayıp yazarın internet adresinde bulup kendinizi tanıtıp internet üzerinden mi gerçekleştiriyorsunuz yoksa başka birşey mi..? Bende bilim kurgu için röportaj yapacak olursam üslubu nedir? başlarda nasıldı lütfen cevaplarsanız..
YanıtlaSilillekitap@hotmail.com adresine mail atın lütfen :) Heyecanınızı tabii ki anlıyoruz. Yardımcı olmaya çalışırız :)
Sil