21 Haziran 2014 Cumartesi

12 Eylül'de Ayaz - 7. Bölüm


Koşmaya devam ederken korktuğumu fark ettim. Deli gibi korkmuştum. O yüzden kaçıyordum. Annem hayatımıza yabancı bir adamın gireceğini söylüyordu. Onun hayatına çoktan girmiş olan yabancı bir adamın ve bir… bebeğin.

İnanmak çok zordu. Düşünmeye ise dayanamıyordum. O anneydi. Böyle büyük hatalar yapamazdı. Çocuk olan bendim. Hata yapması gereken ben olmalıydım, o değil. O bana bunların bir hata olduğunu söylemeliydi. Bunun büyük bir sorumsuzluk olduğunu…

Bir bebek! Buna nasıl alışabilirdi ki bir insan? Annesinin tanımadığı birisinden hamile olduğunu öğrenen bir çocuk nasıl tepki verirdi? Bilmiyordum. Sadece annemden olabildiğince uzağa kaçmak istiyordum. Şu an ona anne demek bile o kadar zor geliyordu ki.


Düşünmemek için yüzüme çarpan soğuğa ve sırılsıklam olan ayaklarıma odaklanmaya çalıştım. Koşmama rağmen donabilirdim. Ama beynimdeki yangındansa vücudumdaki soğuğu tercih ediyordum. Düşünmeyecektim.

Düşünmek istemiyordum.

Ne olduğunu anlayamadan aniden sertçe geriye doğru çekildiğimde kısa bir çığlık attım. Aniden sırtımda yoğun bir sıcaklık hissetmiştim. Sert bir göğse yaslandığımı ve kuvvetli kolların belimi kavradığını fark edince geriye doğru bir bakış attım. Ayaz, sert bir ifadeyle bana bakıyordu. Hemen sonra aynı bakışlarını karşıya yönlendirdi. O beni hızlıca bırakırken ben de onun baktığı yere doğru baktım. Tam önümde bir araba duruyordu. Tekerlek izlerini gördüğümde sert bir fren yaptığını anladım. Ayaz beni bu yüzden mi çekmişti?

Anlaşılan bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtulmuştum. Daha doğrusu kurtarılmıştım. Beynimdeki gürültünün yoğunluğu, beni dışarıya karşı tamamen kör ve sağır etmiş olmalıydı. Akmaya devam eden gözyaşlarımı silerek derin bir nefes aldım. Sakinleşmeliydim.

Arabanın kapısının açıldığını görünce oraya baktım. Sürücü öfkeli bir şekilde aşağıya iniyordu. Öfkesinin nedeni ben olmalıydım ki öldürücü bakışları tamamen benim üzerimdeydi.

“Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdı, üzerime yürümeye başlamıştı. “Düz yolda giden adamı katil mi edeceksin? Önüne ba-”

“Siktir git lan!”

Ayaz’ın sesi adamın yüzüne sert bir şekilde çarptı. Anlaşılan adam panikten ya da öfkeden onu görememişti. Ya da onun Ayaz olduğunu fark edememişti.  Şu an anladığım kadarıyla adam Ayaz’ı tanıyordu. Belki de bizim mahalledendi, bilmiyordum. Yüzünün bembeyaz oluşundan çıkardığım sonuçtu bu. İkinci kez bana bakmadan Ayaz’a  ters bir bakış attı ama yanıt vermeden arabasına binip uzaklaştı.

Arkasından korkak diye bağırmak istedim.  Oysa Ayaz’ı görmeden önce, üzerime yürürken, son derece cesur görünüyordu. Gücü, kadınlara yeten zavallılardan birisi olmalıydı.
Ayaz bana bakarak, “Kendini öldürmeye mi çalışıyorsun?” diye sordu. Sesi son derece sıradan çıkmıştı.

“Hayır,” diye mırıldandım. Bir yandan da annemin gelmediğinden emin olmak için geriye doğru bakmıştım. O zaman ne kadar çok koştuğumu fark ettim. Evden çok uzaklaşmıştım. Annemin buraya kadar arkamdan gelmesini beklemiyordum. Yapamazdı.  Ayaz’ın sesi yeniden soğuktan yanan kulaklarıma ulaştı.

“O zaman ödeştik.”

Hem üşüdüğümden hem de çok fazla ağlamış olmam yüzünden akan burnumu çekerken Ayaz’a baktım. Her ne kadar bir kaza atlatsam da kafamı annemden uzak tutacak olan her şeye vardım.

“Ne?”

Gözlerini devirerek bana baktı.

“Zırt pırt diyorsun ya hani hayatını kurtardım diye. Al işte, ben de seninkini kurtardım. Ödeştik.”

Neden bu kadar öküzdü?

“Ben senin hayatını iki kez kurtardım,” dedim onunla inatlaşma fırsatını kaçırmayarak. Sesim boğuk çıkıyordu. Bir kez daha burnumu çekip, “daha ödeşmedik,” diye ekledim.

Gülecek gibi olmasına aldırmadan yeniden yürümeye başladım. Çenem titremeye başlamıştı. Gerçekten çok üşüyordum. Pofuduk terliklerim ise kesinlikle ayaklarıma yardımcı olmuyordu.

Ayaz’ın arkamdan geldiğini duyunca, ağlamaya son verdiğim için kendimle gurur duyarak, “Niye peşimden geliyorsun?” diye sordum. “İşin yok mu senin?”

Belli belirsiz iç çektiğini duydum. Onun da bir şekilde kararsızlık içerisinde olduğunu hissedebiliyordum.  Galiba peşimden gelmek ve gelmemek arasında kalmıştı. Düne kadar bana karşı takındığı tavra bakacak olursak, şu an ardımdan gelerek kendisiyle çelişiyordu. Kısa bir süre sonra yanıt verdi.

“Var aslında ama...”

Durup arkama dönerek ona baktım.

“Ama?”

“Hmm…” dedi nasıl yanıt veremeyeceğini bilemeyerek. Ben inatla yanıt bekleyerek ona bakarken ensesini kaşıdı. Ya verecek cevap arıyordu ya da cevap vermek istemiyordu. Konuyu geçiştirmek istediğinden olsa gerek üzerime şöyle bir baktı. Özellikle ayaklarımdaki sırılsıklam terlikleri gördüğünde şaşırmıştı. Tek kaşını kaldırdı. Kararsız ifadesi gitmiş, yerini yine ciddi ifadesi almıştı. Ben ise giderek daha fazla ve daha fazla üşüyordum. Acilen ayaklarımı ısıtmazsam birkaç adımdan fazla yürüyemeyecektim.

Ayaz’ın “Bir de kendimi öldürmeye çalışmıyorum diyorsun değil mi? Donacaksın,” dediğini duydum.  Üzerindeki sıcacık görünen siyah montu çıkarıyordu.

“Ciddi olamazsın,” dedim dalga geçerek. Hareketsiz olduğumda çok daha fazla üşüyeceğimi bilerek yeniden yürümeye başladım.  Gururlu yanım onun montu bana vermesine fırsat vermeden çekip gitmemi söylüyordu, mantıklı ve şu an çok üşüyen yanım montu almakta bir sakınca görmüyordu. Ama ben zaten karar veremeden önce yanından ayrılmıştım. Arkamdan gelen şaşkın sesini duydum. Anlaşılan bu kez peşimden yürümüyordu.

“Nereye?”

Şimdi benimle ilgilenmeye mi başlamıştı? Zaten ona karşı öfkeliydi şimdi bir de… annemin…. Ah! Delirecektim.

“Sana ne?” dedim çıkışarak. “Evine git, Ayaz.”

Sesi uzaklardan gelmesine rağmen kahkaha attığını duydum. Bu kez gerçekten keyifli bir şekilde gülmüştü. Bunun kulağa ne kadar güzel geldiğini umursamamaya çalıştım.

“Rolleri mi değiştirdik?”

Sözlerini bitirir bitirmez karı ezen hızlı ayak seslerini işittim. İki saniye sonra yanımdaydı. Ben ne olduğunu anlayamadan montunu omuzlarıma bıraktı. Kafamı çevirip ona baktım. Siyah mont üzerime koca bir ağırlık gibi gelmişti. Yine de o sıcaklığa direnemeden içine sindim. Mont onun gibi kokuyordu ve sıcacıktı. Üstelik nerdeyse bedenimin büyük bir kısmını örtecek kadar büyüktü.  Ayaz’ın üzerinde yine siyah bir tişörtten başka bir şey kalmadığını gördüğümde kaşlarımın çatılmasını engelleyemedim.

“Bu kez de sen donacaksın.”

Gülümsedi. “Ben idare ederim, merak etme.”

Niye bu kadar güzel gülümsüyordu? Allah onu yaratırken görüntüsü konusundan ona fazlasıyla cömert davranmıştı. Ama anlaşılan içeride bir yerlerde bazı noksanlar vardı. Omuz silkerek yoluma devam ettim.

“Vay be. Öküzün içinden centilmen çıktı.”

Tepkisini görmek için ona baktığımda kaşlarını çattığını gördüm. “Ağır hakaretlerinle narin kalbimi incitiyorsun.”
Ses tonunu son derece ciddi tutmuştu. Dudaklarımın hafif bir gülümseme ile seğirmesini engelleyemedim. Aslında beni meşgul ettiği için şanslıydım. Aklımı perdeleyebildiğim için seviniyor ve yeniden anneme kaymaya başlamasını engelleyebilmek için elimden geldiğince çabalıyordum. Şu son birkaç günde sinir bozucu derecede çok ağlamıştım. Özellikle de Ayaz’ın karşısında. Daha fazla o sulu gözlü kız olmak istemiyordum.

Neden bu durumda olduğumu bile sormuyordu. Neden bu halde ağlayarak sokakta koştuğumu… Sebebini de tahmin edebiliyordum. Soru sorarsa, sorunlarımla ilgilenirse hayatıma bir ucundan dahil olacağına inanıyordu ve bunu istemediğini biliyordum.  Kafamı sallayarak düşüncelerin zihnime hücum etmesini engellemeye çalıştım.

“Nereye gittiğini biliyor musun?” diye sordu.

Önüme bakmaya devam ederken düşünmeye çalıştım. Şu ana kadar düşünmeden devam etmiştim. Ama çok fazla seçeneğim de yoktu. Ben yanıt veremeden önce Ayaz devam etti. “Bu saçma terliklerin ayaklarını koruduğunu zannetmiyorum.”

Korumuyordu da zaten. Ayaklarım terliğin içinde adeta yüzüyordu. Aslında giymiyor olsam da pek bir şey fark etmezdi.

Ayak parmaklarımın uyuştuğunu iyiden iyiye hissettiğimde Ayaz’a döndüm.

“Telefonunu kullanabilir miyim?”

Ayaz bana şöyle bir baktıktan sonra telefonunu cebinden çıkarıp bana verdi. Beklemeden Defne’nin numarasını tuşladım. Ondan başka yanında rahat hareket edebileceğim kimse yoktu. Ayaz’ın üzerimdeki bakışlarından biraz da olsa gerilerek birkaç adım öne doğru gittim. Defne iki çalışın ardından telefonu açmıştı.

“Alo?”

Defne’nin sesini duyduğumda yeniden ağlama isteği duydum. İlkokuldan beri yanımda olan arkadaşım, artık benim için bir sığınak gibi olmuştu. Şu an ona sarılmak ve beni teselli etmesine izin vermek istiyordum. Ayaz’a kaçamak bir bakış attım. Ona sarılmayı daha da çok istiyordum.

Gerçek anlamda umutsuz vaka olduğumu o an tam anlamıyla kavradım. Her zaman dönüp dolaşıp kendimi Ayaz’la birlikte hayal ediyordum. Kendime engel olmaya çalışsam da beni çektiği ilk anda ne kadar sıcak olduğunu hatırladım. Ve ne kadar kuvvetli… Şimdi kendimi böylesine kimsesiz hissederken onun benimle olduğunu bilmek ne kadar da iyi olurdu.

Başımı göğsüne yaslar ona ne kadar çok korktuğumu söylerdim. Neden korktuğumu, annemin beni nasıl aldattığını, kendimi aniden nasıl büyük bir boşlukta bulduğumu… Her şeyi. Belki o da bana “Korkma,” derdi. Sonrada saçlarımın üzerine bir öpücük kondurup bana sıkıca sarılırdı. “Ben hep buradayım.”

“Roman okumayı bırakacağım.”

“Ne?”

Defne ve Ayaz aynı anda sormuşlardı. Aklımdan geçen şeyi sesli söylediğimi fark edince irkildim. Yine rezil olmuştum. Olmuş muydum? Ayaz ne düşündüğümü anlayamazdı ki! Anlar mıydı? Dudaklarında hareketlenen sırıtmaya bakılırsa anlamıştı. Ve ben yine kızarıyordum.

Çığlık atsam çok mu garip olurdu?

“Eylül? Sen misin?”

Defne’nin telefondan yükselen sesine odaklanmaya çalıştım.

“Evet, benim. Evde misin?”

“Evdeyim, evdeyim ama senin sesin kötü geliyor. Ne oldu? İyi misin? Bu kimin numarası?”

“Hepsini gelince anlatsam olmaz mı? Başım çatlıyor ve donmak üzereyim.”

“Donmak üzere misin? Neden?” Durakladı. “Yani şey, gel tabii, bekliyorum.”

“Tamam, görüşürüz.”

Telefonu kapattıktan sonra geri dönüp Ayaz’a verdim ve “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Bir yandan da montu çıkarıyordum.

“Ne yapıyorsun?” diye sordu kaşlarını çatarak.

“Montunu sana geri veriyorum.”

“Sebep?”

Montu ona uzatırken, çoktan sıcaklığını özlemeye başlamıştım bile.

“Çünkü gidiyorum, gerek kalmadı. Şimdi bir taksi bula-”

“Taksi bulacaksın. Bu mahallede?”

Etrafıma şöyle bir bakındım. Mahallenin bu kısımlarını bilmiyordum ama elbette bir yerden taksi bulabilirdim.

“Başımın çaresine bakabilirim.”

Ayaz telefonunu cebine koyarken önce montuna, sonra bana ciddi bir ifade ile baktı. “Giy şunu,” dedi sert bir şekilde. Neredeyse emir verir gibi konuşmuştu. Kaşlarımı kaldırarak ona bakmama sebep oldu.

“Emredersin, başka?”

“Otur, bekle. Arabayı alıp geleceğim. Seni ben bırakırım.”

Şaşkınlığımı gizleyemedim.  Onu hiç araba kullanırken görmemiştim, bir arabası olduğunu bile sanmıyordum. Beni bırakmak isteyeceğini de… Benim yanıt vermeme izin vermeden dönüp gittiğinde kıpırdamadan ona baktım. Sağımdan solumdan geçmeye başlayan insanların da bana baktıklarını ancak o zaman fark edebilmiştim. Mont elimde olduğum yerde dikilirken sinirlendiğimi hissediyorum. Benimle bu tonda konuşmaktan vazgeçmeliydi.

Montunu olduğum yere bırakıp gitmeyi düşündüğümde aklımda geçenleri duymuş gibi bana bakıp seslendi. “Aklından bile geçirme.”

Aklımı mı okuyordu?

Yeniden ve bu kez daha da şiddetle titremeye başlayınca montu üzerime geçirdim. Hala inattan çekip gitmek istiyordum ama yolda bir ileri, bir geri yürümekten fazlasını yapmadım. Galiba biraz da bu halde, daha fazla insanla karşılaşmaktan çekiniyordum. Perişan göründüğümü biliyordum. Ve öyle hissediyordum. Gidip güneş alan bir duvarın tepesine oturdum. Birileri bana baktıkça Ayaz’ın montuna daha fazla gömülüyordum. Omuzlarımın çöktüğünü hissettim. Bugünlerde beni mutlu edecek şeyler yaşamaya hasret kalmıştım.

Annemin bir de beni Ayaz’dan korumaya çalıştığını hatırladım. Hah! Şu an beni onun yaraladığı kadar başkası yaralayabilir miydi? O sekiz aydır bir adamla birlikteydi. Neredeyse bir koca yıl olmuştu ve bana Ayaz’dan uzak durmamı söylüyordu öyle mi? Nasıl bir ikiyüzlülüktü bu? Çıldırmak işten bile değildi.

Hızla yaklaşan siyah arabayı fark ettiğimde oraya baktım. Evden çok uzaklaştığımız için Ayaz’ın dönmesinin uzun süreceğini zannetsem de yanılmıştım.

Bir dakika!

Bana doğru gelen arabaya gözlerimi kırpıştırarak yeniden baktım. Annem, sevgilisi ve hamile olması şu an aklımdan uçmuş gibiydi. 67 model siyah Impala! Ve direksiyonda Ayaz oturuyordu. Araba önümde durduğunda inanamayarak yeniden baktım. Hayallerimdeki araba karşımda duruyordu.

Ayaz, binmemi bekleyerek Impala da kaldıysa da ben arabaya bakmakla çok meşguldüm. Yüzüme yerleşen küçük tebessüme ben bile şaşırıyordum. Şu an herhangi bir şeyin beni böyle mutlu edebileceğini düşünemezdim. Duvardan aşağı zıpladım ve arabayı bir kez daha baştan aşağı süzdüm. Dudağımı ısırmaktan kendimi alamamıştım.

Ayaz’ın arabadan inmiş beni seyrediyor olduğunu fark edince ben de ona baktım. Yutkunduğunu görebilmiştim. Sebebini anlayamadım.

“Neden gülümsüyorsun,” diye sordu kendisini toparlayarak.

Soru muydu bu?

“Çünkü bu 67 model Impala,” diye mırıldandım. Söylediğim şeyin önemini kavrayacağını umuyordum.

“Vay,” dedi. Bunu bilmemi beklemiyor gibiydi. “Arabalardan anlar mısın?”

“Hayır.”

Ayaz kaşlarını çatınca içimde bir gülme isteği hissettim. Kendimi arabanın içine atarken çok daha iyi hissediyordum. Ayaz’ın bu arabaya sahip olması bizim için bir işaret olmalıydı. Düşündüğüm şeye güldüm.

Allah’ım, sanırım bu arabayı bana aklımı kaçırmamam için gönderdin. Teşekkür ederim!

Arabaya biner binmez terliklerimi çıkarmıştım. Ayaklarımı toparlayarak oturup montu tamamen kendime sardım ve kemerimi bağladım. Arabanın orjinalinde kemer olmadığını biliyordum. Sonradan eklenmiş olmalıydı.

“Sanırım döşemeleri mahvediyorum,” dedim arabayı çalıştıran Ayaz’a.

Yanıt vermek yerine, “Neden sırıttığını söyleyecek misin?” diye sordu.

“Çok basit, çünkü bu 67 model Impala.”

Ayaz da kendi kendine sırıttı. “Biliyorum, bu gerçek bir mutlu olma sebebi ama sen-”

“Supernatural,” dedim.

“Ne?”

“Supernatural, Impala, dünyanın en önemli arabası?”

Bilmiyor muydu?

“Neden bahsediyorsun?”

“Impala’ya aşık olmama neden olan diziden.”

Dilimi ısırdım. Bunu söylemenin başka bir yolunu bulamaz mıydım? Tam bir ergen gibi konuşmuştum. Ayaz’ın gözlerini devirdiğini gördüm. Daha fazla şey söylemesine gerek yoktu.

“Bu arabayı nereden buldun?” diye sordum.

“Dedemden kalma.”

“Ah.”

Konuşma burada son bulmuştu. Benim heyecanım da giderek sönüyordu. Yine de Impala ile gelen geçici mutluluk seansıma müteşekkirdim. Kendime gelmemi sağlamıştı. Kafa mı yana çevirince dikiz aynasında kendimi gördüm.

Tahmin ettiğim gibi berbat haldeydim. Saçlarım dağılmış gözlerim kızarmış ve şişmişti. Kendimi kötü hissederek saçlarımı çözdüm. Taramamış olsam da açık halde daha iyi görünüyordu.  Ayaz’ın çabamı fark edeceğini biliyordum ancak umursamadım ve ona nereye gideceğimizi söylemek dışında da konuşmadım.

Aklıma ısrarla direndiğim kırk beş dakikalık bir sürenin sonunda Ayaz, Defne’nin oturduğu apartmanın önüne parka etti. Hiçbir şey söylemeden kemerimi çözdüm ama arabadan inmek için herhangi bir hamle yapmamıştım. Arabanın sıcağı içeriyi Ayaz’ın kokusu ile doldurmuştu. Ya da ben bu koku için çok seçici olmuştum.

“Teşekkür ederim,” dedim kısık bir sesle. Ayaz’ın, tüm bu yaptıklarını yapmasını beklemiyordum.

Küçük bir baş hareketi ile teşekkürümü kabul etti. Her ne kadar dün ve öncesinde olanlar için ona hala biraz kızgın olsam da bugün yanımda olduğu için minnettardım. O olmasaydı düşünmekten delirebilirdim. Şimdi inmem gerektiğini biliyordum ama elim kapı koluna uzanmıyordu. Kendime engel olamadan, “Seni bir daha görebilecek miyim?” diye sordum.

Ayaz aniden kafasını bana çevirdi. “Ne demek şimdi bu?”

Omuz silktim. “Bir daha eve dönmeyi düşünmüyorum.”

Tek kaşını kaldırarak bana baktı. Durumun ciddiyetini kavramış olmalıydı. İçimden bir şeyler çekilirken onun yakışıklı yüzüne baktım. Çenesinde bir kas belli belirsiz seğirmişti. İçime küçük bir umut yerleşti. Dönmeyeceğim için üzülür müydü?

“Öyle mi?” dedi belli belirsiz, “Ne yapacaksın peki?”

Ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum ama bir süre Defne’de kalabilirdim. Sonrasında da başımın çaresine bakacaktım. Ama annemin yeni ailesine dahil olmayacaktım.

“Bilmiyorum ama… dönmeyeceğim.”

Ayaz kafasını salladı. Bir şey söylemesini bekleyerek ona baktım. Biraz durakladıktan sonra, “Senin için en iyisi buydu zaten,” dedi.

Ne demesini bekliyordum ki?  Göğsümde bir ağırlık hissederken, “Değil mi?” diye mırıldandım. Sesimin kırgın çıkmasını engelleyememiştim. Montunu çıkarıp koltuğa bıraktıktan sonra kapı koluna uzandım.

“Benimle alakası var mı?”

Yeniden Ayaz’a döndüm. Bir an için suratını buruşturmasından anladığım kadarıyla bunu sormak istememişti. Yine de biraz olsun ilgileniyor olmasına sevinmiştim.

“Neyin?” diye sordum. Onunla geçirdiğim zamanı uzatmaya çalışıyordum.

Dönüp bana baktı. Koyulaşan gözlerinin tüm gücünü üzerimde hissediyordum. “Bu sabah, tüm bu olanların…”

Kafamı iki yana salladım. “Hayır, yok. Merak etme. Senin için kavga etmeye bile fırsat bulamadık.”

“Benim için annenle kavga eder miydin?”

Ses tonundaki o garip tınıyı yakalamıştım. Bu sorunun yanıtını gerçekten duymak istediğini anlamamı sağlayan tınıyı… Yüz ifadesi ciddiydi. Gözleri, kararlılıkla gözlerime dikilmişti. İlk kez bu kadar uzun süre birbirimize bakıyorduk.

Neredeydik? Ne yapıyorduk? Her şeyi unutmuştum. Nefesim kesilmişti. Üzerimdeki gücü inanılmazdı.

“Cevap ver,” dedi yumuşak bir sesle.

Yutkunarak ne sorduğunu hatırlamaya çalıştım. Ah, annemle onun için kava eder miydim… Hafifçe tebessüm ettim. Onun için silahlı bir adamla karşı karşıya dahi gelmiştim. Ama hala soruyordu öyle mi? Beni gerçekten anlamıyordu.

Göz kontağımızı bozarak yeniden kapı koluna uzandım ve kapıyı açtım. Ama Ayaz üzerimden uzanarak kapıyı sertçe kapattı. O kadar hızlı hareket etmişti ki ne yaptığını bile anlayamamıştım. Şaşkınlıkla hemen yanımda duran yüzüne baktım.

Çok yakındı.

Öyle yakındı ki nefesinin sıcaklığını hissedebiliyordum. Bir an için gözleri dudaklarıma kayınca ciğerlerimdeki havanın gerçek anlamda bana yetmediğini fark ettim. Hızlı hızlı solumaya başlamıştım. Beni öpecek miydi? Ben ona izin verecek miydim?

Olduğum yerde oturmaya devam ettim. Eğer beni öpmeye kalkarsa, bu kez ona karşı koyamazdım. Küçücük bir yerde, çok ama çok yakınımdaydı. Bütün duyularım onunla dolmuştu. Şu an sadece onu görüyor, nefes alışverişini duyuyor, kokusunu alıyor ve varlığını hissediyorum. Tamamen ona kapılmış durumdaydım.

Bana biraz daha yaklaştığında yutkundum. Aramızda sadece bir santimlik bir mesafe kalmıştı. Ve ne yapacağına karar verse iyi ederdi çünkü nefessizlikten başım dönmeye başlamıştı. Üstelik nasıl nefes alacağımı hatırlayamıyordum.

Bir anda canı yanmışçasına irkilerek geri çekilip arkasına yaslandı. Ben de aynı anda tuttuğum nefesimi bıraktım. İkimiz de sesli bir şekilde nefes alıp verirken hayal kırıklığıyla doluyordum.

“Özür dilerim,” diye mırıldandı.

Bense hiçbir şey söylemeden terliklerimi giyerek arabadan indim. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Tavrı sürekli değişip duruyordu ve bu da benim başımı döndürüyordu. Üstelik tamamen kötü anlamda!

“Eylül!”

Adımı duyduğumda olduğum yerde kaldım ve sesli bir soluk alarak gözlerimi yumdum. Bunu hayal etmiştim. Onun kadife sesinden adımı duyacağım anı. Alaycı bir şekilde değil, kızgınken değil. Böyle. İncitmekten korkar gibi, yumuşacık… Birkaç saniye sonra gözlerimi açarak yeniden ona baktım. Tam karşımda duruyordu.

“Ne?” dedim sessizce.  Kendimi bir kez daha reddedilmiş gibi hissediyordum.

“Eğer bu son görüşmemiz olacaksa-” diyerek başladı ama sözünü kestim.

“Bu son görüşmemiz olmak zorunda değil,” dedim hırçın bir tavırla. Sinirlerimi bozuyordu. Yine.

“Zorunda,” diye mırıldandı. O bu kez sakinliğini koruyordu. “Ve ben de bilmek zorundayım.”

“Neyi, Ayaz?”

“Neden geldin?” diye sordu.

Ne?

“Bu da ne demek şimdi?”

“Benim için defalarca geldin. Kimsenin gelmediği kadar çok…” derin bir nefes aldı. Bir an için dişlerini sıktı. Çenesindeki o kas yine seğirmişti.

“İnsanlar…” diye devam etti. Konuşmakta zorlanıyor gibiydi. “İnsanlar bana gelmezler Eylül. Benden giderler. Sen neden geldin?”

Ne diyebilirdim? Nasıl cevap verebilirdim? Gerçekten bilmiyordum. Ama bunun özel bir an olduğunu biliyordum. Ayaz’ın kendisini bu şekilde açmasının onun için ne demek olduğunu anlayabiliyordum. Anlamadığımı sanıyordu ama anlıyordum işte. Aslında o bunu anlamıyordu. Hissettiği şeyleri fark edebiliyordum.

Ayaz’ın dikkatli gözleri, bütün mimiklerimi ve hareketlerimi takip ediyordu. Yapacağım ya da söyleyeceğim herhangi bir şeyi yanlış anlamasından çekinerek, dikkatli bir şekilde yanıt verdim.

“Gelmem gerekiyordu.”

Ayaz kaşlarını çattı. Açıklama beklediğini söylemesine gerek yoktu. Bense giderek daha fazla geriliyordum. Ayaz’ın bakışları çok keskin ve deliciydi.

“Bilmiyorum, Ayaz. Kader, belki. Benim karşısında duramadığım, senin ısrarla direndiğin şey.”

Havadaki duygu yoğunluğu inanılmazdı. Bu kadar basitti işte, tek yapması gereken kendini bana açmaktı ve ben ona hemen karşılık veriyordum.

“Kaderse eğer, iyice çuvalladık demektir,” dedi.

“Nasıl?”

“Benim kaderim boka saralı çok oldu.”

Gerçekten beni delirtmeye çalışıyor olmalıydı. Yine aynı şeyi yapıyordu. Yine bir melodramın içine dalıyorduk.

“Ama sen yine de bil.” Durakladı. Zorlandığını biliyordum ama şimdi susmazdı. Eğer devam etmezse, bu kez gerçekten onu paralardım. Şükürler olsun ki buna gerek kalmadan devam etti. “Eğer en ufak bir umudum olsaydı, kendimle ilgili… O sen olurdun.”

Gülmekle ağlamak arasında gidip gelirken garip bir şekilde ona baktım ve “Kim?” diye sordum. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bunu böyle üstü kapalı yapamazdı. Açık açık söylemeliydi.

“Yapma, Eylül.”

“Ne yapmayım?” Bağırmaya başlamıştım. “Sen ne yapıyorsun, Ayaz?”

“Eylül…”

Daha fazla dayanamayacaktım.                                                 

“Sen bana bunları söyleyerek mi veda ediyorsun? Beni mahvetmeye mi çalışıyorsun? Amacın ne? Ne yapmaya çalışıyorsun? AYAZ, SEN NE YAPIYORSUN?”

Ayaz derin bir nefes alıp iki eliyle birden yüzünü ovaladı. Kendisiyle ciddi bir savaş veriyor gibiydi. Kısa bir süre bekledim. Yeniden bana baktığında bir kez daha nefesimi tutmuştum.

Hayır.

Bakışlarından anlayabiliyordum. Kaybetmişti, kaybetmiştim. Az önce birkaç dakikalığına indirdiği duvarı yeniden yükseltmişti. Geri geri birkaç adım atıp, “Kendine dikkat et,” diye mırıldandı.


“Yapma şunu,” diye karşılık verdim ağlamaklı bir sesle. Kafasını iki yana sallayarak arabasına bindi ve beni kaldırımda arkasından bakarken bırakarak çekip gitti.

^^Supernatural aşkımı yansıttığım ve yazarken başımı döndüren bir bölümdü. Umarım beğenmişsinizdir. :) Yorumlarınızı gerçekten çok merak ediyor ve bekliyorum. Sevgiler^^ :)

12 yorum :

  1. cok güzel bir bölüm olmus. zaten Eylül ve duygularini yansitma konusunda hicbir Zaman Problem yok. yalniiiiiiiiz , Eylül ün onun duygularini bilmesi biraz fazla degil mi?iki defa Ayaz´i kurtarmis ve sürekli pencereden gözlemis. ne ara onun duvarlari oldugunu fark etti? ben mi kacirdim?

    ah ah ben cok mu elestiriyorum? bundan sonra sessiz takipci olarak devam mi etmeliyim acaba?
    ellerine saglik.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eylül'ün, Ayaz'ın duygularını bilmesi değil, hissetmesi ve tahmin etmesi var. Ayaz, bunu onaylamadığı sürece "biliyor," yorumu yapılmaz sanırım? :)

      Ayrıca yoğun empati yeteneği olan insanlar genellikle karşılarındaki insanlar hakkında doğru hissi tahminlerde bulunurlar bence ki Eylül Ayaz'ı düşünerek gece ve gündüzünü geçiriyor. Ayrıca onun en zor anlarına ve gel gitlerine de tanıklık etti. Bilmiyorum, o kısım benim açımdan fazla gelmedi :)

      Ayrıca lütfen eleştirilerine devam et, benim için sorun yok. Farklı bakış açılarını görmeyeceksem ne anlamı var değil mi :)

      Beğenmene sevindim, teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Hahahah ilk işim Impala araştırmasına girmek oldu ve Dean'in arabaya yaslı resmini görünce "vaaayyy benim hatun Supernatural fanı çıktı" dedim :D hahaha bak bilmiyordum bunu ;)

    Ayaz yap be gülüm bırak Eylül'ü bana gel diyesim var ve dedim ve gittim :)

    Hatun bekliyorum sonraki bölümü haberin ola ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nasıl bilmezsin hatun he nasıl? :P :D Aslında konuşmuştuk da seninle ama o kadar çok konuşunca arada kaynamıştır ahahah :D

      Sağ ol hatun :D

      Sil
  3. Valla canım bölüm öyle uzun falan değil şimdi o konuda anlaşalım, pırr diye uçarcasına bitti :)

    Supernatural konusuna ayrıca geleceğim :):)

    Şimdi başlarsak, Eylül'ün içinde kaldığı durum çok zor bir durum eyvallah, ilk etapta verdiği tepkiyi de anlıyorum ama bir kadın ikinci evliliğini yapamazmış, imkansızmış gibi de devam etmemeli bence olay, zamanla daha ılımlı tepkilere taraftarım ben :)

    Ve bir diğer konu Eylül hmm nasıl desem çok mu fazla duygusal bana mı öyle geliyor? Böyle bir durumda kalsam ve evi terk etmeye karar vermişsem ilk işim hayati eşyalarımı ve paramı almak olur pofuduk terliklerle çıkmam o evden. Üstelik bu kızın kaçıncı terliklerle çıkışı :)

    Ayaz'la karşılaşmaları mevzusuna gelirsek güzel olmuştu. Zayıf anlarda paylaşılan duygusal yakınlıklar, iki insanı birbirine bağlar o yüzden önemli :) Ve yanlış zannetmiyorsam Eylül'ün önüne atladığı araba bu Ayaz'ı dövüştüren adama ait hani sanırım geçen bölüm Eylül'e takılmak istediğini falan söyleyen. Ayaz geçen bölüm çakallık yapma çabalarıyla Eylül umrunda değilmiş gibi davranmıştı falan ama arabanın içindeki düşündüğüm kişiyse artık o Eylül önemli değil ayakları falan patladı, o adam Eylül'e güzel bela olur gibi geliyor bana :)

    Ayrıca arabanın içinde geçen mis gibi bir 45 dakika var sanırım biraz vakitsizsin bu ara yoksa o arabanın içinde çılgın muhabbetler döndürebilirdin, kaçacak yeri olmayan iki insandan bahsediyoruz nihayetinde :)

    Üstüne üstlük adamın kokusu, adamın gülüşü, adamın yüzü diye Eylül'ün resmen aklı çıkıyor. Çiğdem canım benim orada, öyle zayıf, ıslak ve yalnız bir anda... Bırak beni öpmesine izin verir miyim falan diye düşünmeyi, ben o adamı çat diye öperim. Hele ki bir daha görüşemeyeceğimizi düşünüyorsam ve bu Ayaz'la ilgili son anım olacaksa. O yüzden öptürt şunları :) Yoksa benim ahlak anlayışımı tartışmamız gerekecek, çok mu dürüst oldum ne :)

    Bölüm sonunda aralarında geçen konuşma çok hoşuma gitti yani bence tam olması gerektiği gibiydi, git gelli, belirsiz, umutsuz ama en çokta umutlu :)

    Impala'ya gelirsek Waoooww Çiğdem süper olmuş ya... Benim nasıl bir Supernatural Fan'ı olduğumu herkes bilir, çevremi geçtim blog'ta bile durup durup yazıyorum. Sam'i sevmiyor Dean'e tapıyorum. Dean'imin Amin diye intihar sebebi şakalar yapıyorum! Ve Impala, ne diyebilirim ki bir arabaya aşık olunsaydı ben o arabaya aşık olmuştum. Ayaz gibi bir adamı o arabanın içinde düşünmek ehhihihie yani ergen kızlar gibi sevindirik oldum ne diyim çok tatlıyız :)

    Yaz kızım yaz, durma yaz :)

    Sevgiler, saygılar, hürmetler, bir sürü güzel şeyler işte :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seda var ya bir Buse vardı yorumlarına bayıldığım, bir de sen geldin şimdi :D Hani derler ya "güldürürken düşündüren," diye senin yorumların da "eleştirirken güldüren" cinsten haha :D Çok gülüyorum gerçekten^^

      Supernatural konusuna girmeden kapatıyorum yoksa çıkamayız. (O iğrenç şakaları ben de yapıyorum ya "Allah Deanden imandan ayırmasın" falan :D )

      Şimdi Eylül'ün tepkisi şu an için fazla değil bence ki hala aynı sabahtayız, öğle dahi olmadı. Zamanla gelişmeler elbette olacaktır. Bir de Eylül'ün tepkisi, annesinin yeni bir hayat kurmasına değil. Bunu ondan çok uzun bir süre boyunca saklamasına ve ona bir nevi dış kapının mandalı muamelesi yapmasına ki haklı bir tepki olduğunu düşünüyorum ben.

      Ya sorma , araba için hem de ne muhabbetler geldi aklıma da ramazan arefesi, ev ortamı "biraz daha yazayım da geliyorum"larla ve bölünüp durması ile anca bitirdim. Ama şöyle iki üç bölüm sonrası için çok daha bomba diyebileceğim bir sahnem var efenim, telafisi güzel olacak inşaallah :D

      Arabadaki adam herhangi birisiydi ama Akın'ı çok yakında göreceğiz, evet :)

      Yok ya ilk öpücüğü öyle araya sıkıştıramam şimdi, bu bölüm yeterince yoğundu zaten :)

      Ayrıca evet, Eylül çok duygusal çünkü ben de öyleyim :D Gördüğün üzere pek de bir sulu göz ve yine ben de öyleyim... Ben de eşyalarımı alacak kadar kalırdım ama Eylül daha da duygusalsa demek ki :P Almaması gerekiyordu eşyalarını, sonraki bölümler için. Yapacak bir şey yok :D Sana cevap verirken çok spoiler veriyorum ben :|

      Sevgiler, saygılar ve bir sürü güzel şey de benden, beğenmene sevindim :)

      Sil
    2. "Ayaz’ın sesi adamın yüzüne sert bir şekilde çarptı. Anlaşılan adam panikten ya da öfkeden onu görememişti. Ya da onun Ayaz olduğunu fark edememişti. Şu an anladığım kadarıyla adam Ayaz’ı tanıyordu. Belki de bizim mahalledendi, bilmiyordum. Yüzünün bembeyaz oluşundan çıkardığım sonuçtu bu. İkinci kez bana bakmadan Ayaz’a ters bir bakış attı ama yanıt vermeden arabasına binip uzaklaştı"

      Tamamen şu kısımdan çıkardım ben Akın olayını, o yüzden öyle bir intiba bıraktı ya da muhtemelen ben çok fesatım :)

      Spoiler iyidir ya severim ben :) :) Çok can alıcı yerlerde bırakıyorsun :)

      Sil
    3. Orada sadece, adamın, Ayaz'ı tehlikeli bir baş belası olarak gören mahallelilerden birisi olduğunu anlatmak istemiştim ben :D

      "Çok can alıcı yerlerde bırakıyorsun," diyen ikinci arkadaşım oldun. Bu durumda istediğimi yapabiliyorum demek ki^^ :)

      Sil
  4. Bloğunuzu yeni takip etmeye başladım ve bir solukta okudum hikayeyi muhteşemdi en heyecanlı yerinde kesmemizde ayrı bir merak uyandırıyor ve düşündürüyor . Merakla devamını bekliyorum

    YanıtlaSil
  5. Merhaba gene ben nesil :)
    Seninde hikayeni beğendim çiğdem.Aynı incinin hikayesinde olduğu gibi sendede yeni bölümlerini bekleyerek okudum.Gecikme için kusura bakma :)
    Eylülle ayazın tanışmaları ilginç ve güzeldi.Ayaz sert bir erkek.İyi iyi :) Ama ayazın geçmişini merak ediyorum.Neden böyle bir hayata sürüklenmiş? Neden herkes ondan bu kadar nefret ediyor?
    Eylül kendine itiraf etse iyi olacak.Aşık oldu oluyor farkında değil kız :) Anneside az değilmiş ama oda dul kadın.Tepkisi biraz aşırı oldu.Gerçi kadın hamile çıktı eylülede hak veriyorum.
    Eylülün gidip ayazın peşinden gitmesi çok sevimliydi :) Arabada öpüşme bekliyordum ama!! Öpüştür artık şunları ! :))
    Merak ettim ilerki bölümlerde neler olacak? Takip ediyorum :)

    YanıtlaSil
  6. Bölümleri neden bitirmediginizi ve şaşkınlıktan hangi bölümde bıraktığınızı bile hatırlamıyorum keyifle okurken hayal kırıklığıyla kalakaldım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlgili açıklamayı ciigdemakkaya.blogspot.com adresinde bulabilirsiniz.Yazarımız Çiğdem hikayeye kendi blogunda devam ediyordu geri kalan bölümler ve ilgili açıklama orada bulunmakta.

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın