3 Temmuz 2014 Perşembe

6 Eylül'de Ayaz - 8. Bölüm


Bir süre olduğum yerde dikilerek artık görünmeyen Impala’nın arkasından bakmaya devam ettim. Zihnimin tamamen boşaldığını hissediyordum. Herhangi bir şey düşünememeye başlamıştım. Ne annemi ne Ayaz’ı… Sadece olduğum yerde dikiliyor ve bir boşluğa bakıyordum.

Aynı hissizlikle arkamı dönüp yürüdüm ve nihayet kendimi Defne’nin apartmanına atabildim. Asansöre binip Defne’nin dokuzuncu kattaki evine ulaştığımda kendimi çok bitkin hissediyordum. Zile basıp, kollarımı kendime sararak kapıya yaslandım. Belki de kısa süreceğinden emin olduğum bu hissizlik anından yaralanıp, hemen burada uykuya dalmalıydım.

Kapının arkasından koşturan ayak seslerini duyduğumda bu fikri bir süre erteleme kara verdim. Defne bu kadar koşturduğuna göre beni fazlasıyla merak etmiş olmalıydı. Kapı hızla ardına kadar açıldı.

“Anne?”


Gerçekten mi? Onun burada ne işi vardı? Bence yeterince yoğun bir sabah geçirmiştim zaten. Yeniden mi annemle uğraşacaktım? Gözlerini bana dikmiş olmasına aldırmadan yanından geçip, arabada az da olsa kurumuş olan terliklerimi de nihayet çıkararak içeri girdim. Hemen arkasında duran ve benim halime şaşkınlıkla bakan Defne’ye “Çok sağ ol,” demeden edememiştim. Eğer bu saatte kaçar gibi ona geliyorsam annemden kaçtığımı anlamalıydı değil mi? Onu içeri almak zorunda değildi ki!

Defne hiçbir şey anlamadığını anlatmak istercesine omuz silkmekten başka bir şey yapmadı. Bense ikisini de umursamadan Defne’nin krem rengi döşenmiş olan ferah salonuna girdim ve duvarlardan birini tamamen kaplayan camlardan dışarı bakmaya başladım.

Aslında bu evi gerçekten seviyordum. Defne’nin babası ona bu evi üç ay kadar önce hediye etmişti. 2+1, ufak kategorisine giren, geniş bir evdi ve ferahtı. Defne de burayı, o ferahlığı korumaya dikkat ederek döşemişti. Ev, başlı başına bir huzur köşesi gibiydi. Ama ben bir süreliğine o huzuru bulamayacakmışım gibi görünüyordu.

Annem gelip bana şöyle bir baktı. “Donacaksın. Ne yaptın bu zamana kadar dışarda, böyle? Yanında para da yoktu. Nasıl geldin buraya?”

“Uçtum,” dedim suratıma hızla silinen sahte bir gülücük yerleştirerek. Annem onunla bu şekilde konuşmamdan nefret ederdi. Yine sinirlerinin zıpladığını anlamak da zor değildi. Fırçayı basmamak için dudağının kenarını ısırdığını gördüm. Bana bu şekilde yaklaşamayacağını bildiğinden olsa gerek uzatmadan geçip karşımdaki koltuğa oturdu.

“Konuşabilir miyiz Eylül?”

Ses tonu suçlu değildi. Biraz üzgün belki biraz da kızgın gibiydi. Hakkı varmış gibi…

Sesimi çıkarmadan onun konuşmasını bekledim. Buraya benden önce geldiğine göre konuşmadan gitmeyeceğini tahmin edebiliyordum. O benim annemdi. Ben inadımı ondan almıştım.

“Bak, kızgın olduğunu biliyorum,” diyerek söze girdi. Hiçbir anlam taşımayan sabit bir ifadeyle ona baktım. Ses tonum da bakışlarımla aynı monotonluktaydı.

“Öyle mi?”

Defne gelip üzerime bir battaniye örttükten sonra merakla yanıma otururken annem ona temkinle baktı. Bense yarım yamalak bir teşekkür bakışı attım.

“Sonuçta ona her şeyi anlatacağım, susmana gerek yok,” dedim anneme bakarak. “Utanacağın mı tuttu yoksa?”

Defne utanmış görünerek kalkmaya çalıştı. “Özür dilerim, ben-”

Kolunu yakalayarak onu yeniden yanıma oturttum. “Hayır, Defne. Hiç sorun değil, kal. Hatta senin kalman ikimiz için de daha iyi olur.”

Bu doğruydu. Defne’nin yanında kendimi daha sakin hissediyordum. Ama annemin durumdan rahatsız olduğu açıktı.

“Eylül, lütfen.”

Oturduğum koltuktaki yastıklardan birisini alıp sarıldım. “Bana ‘Lütfen,’ demekten vazgeç. Hiçbir işe yaramıyor.”

Annem oturduğu yerde dikleşerek derin bir nefes aldı. Çantasındaki telefon çalmaya başlamasa konuşmaya başlayacaktı ama ağzını açtığı anda çıkmaya hazırlanan tüm sözcükler telefonun melodisi ile ağzına tıkılıp kaldı. Durumdan memnun bir şekilde gülümsedim.

“Gördün mü? Teknoloji bile konuşulacak bir şeyimizin olmadığının farkında.”

Annem, büyük ihtimalle bana bağırmamak için, derin bir nefes alarak çantasına uzandı. Telefonun ekranına baktığında önce kaşları çatılmış sonra yüzüne hafif bir panik yayılmıştı.

“Sevgilin mi?” diye sordum sıradan bir şey sorar gibi. Defne’nin kafası hızla bana döndü. Onun kocaman açılmış çimen yeşili gözlerine doğru duydun der gibi gülümseyerek baktım. Ona her baktığımda kendimin bir farklı versiyonuna bakıyor gibi hissederdim. Beden ölçülerimiz ve boylarımız hemen hemen aynıydı. Onun ten rengi benimkinden biraz daha esmerdi ama yine de o da açık tenliydi. İkimizin de gözleri yeşildi ama onunkiler daha koyuydu. Üstelik omuzlarının hemen aşağısına kadar uzanan kıvır kıvır siyah saçları vardı. Çok güzeldi ve insanlar bizi sık sık kardeş zannederdi. Gülümsedim. Onun kadar güzel değildim.

Aklımı toparlayarak yeniden anneme döndüğümde telefon konuşmasını yapmış ve geri dönmüş olduğunu gördüm.

“Eee?” diye sordum gıcık bir tavırla. “Bebeğinizin nasıl olduğunu mu merak etmiş?”

“Ne?”

Defne’nin farkında olmadan verdiği sesli tepki için utanışını izledim. Başımı yorgunca arkadaşımın omuzuna yaslayarak, “Aldırma,” dedim. “Utanması gereken sen değilsin.”

Annem yeniden koltuktaki yerine oturup Defne’ye mahcup görünen bir bakış attı. Ne kadar da sevimli!

“Görüşmeyi kaçırdım,” dedi açıklayarak. “Bu yüzden aramışlar.”

“Tüh, gördün mü, sabah sabah bir evlat bir de iş kaybettin.”

Annemin gözlerinin kocaman açılışını gördüm. Söylediğim şeylerin keskinliğinin farkındaydım. Ama içten içe çok daha keskin şeyler hissediyordum. Öyle canım yanıyordu ki onun canının da yanmasını istiyordum. Evet, annemin kendini kötü hissetmesini istiyordum. Ben de yeniden kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Anlaşılan annem de paniklemeye başlıyordu ama biraz geç kalmıştı.

“Eylül, söylediğin şeylere dikkat eder misin? Şunu dramatize etmekten vazgeç, çözülemeyecek bir sorunumuz yok.”

“Öyle mi?” dedim yeniden.

“Evet, öyle. Tamam, sana söylememem ve… sorumsuzca davranamam bir hataydı ama bunun özel bir sebebi yok. Sadece… Bir kez yapamadım, söyleyemedim ve sonra olmadı işte. Kenan ve ben ayrıldık, barıştık bir şeyler oldu ve ben de hep kararsız kaldım.”

“Sonra da bir baktın arada bir çocuk patlatıvermişsin.”

“Eylül! Az önce sana söylediklerine dikkat etmeni söyledim.”

Annemin bu huyundan nefret ediyordum. Her zaman konuşmadaki güçlü taraf olması gerektiğine inanırdı. Her zaman o baskın tarafta olmalıydı. Hata yapsa bile haklı olan oymuş gibi. Ama bu küçük bir anne-kız tartışması değildi. Benimle böyle konuşma hakkını kaybetmişti. Kafamı Defne’nin omuzundan kaldırıp oturdum ve annemin gözlerinin içine baktım.

“Sürekli ‘söyleyemedim’ diyorsun. Peki, söyler misin anne, neden söyleyemedin?”

Bunu gerçekten merak ediyordum. En fazla ne yapabilirdim ki? Evet, elbette yadırgardım ama onun benim annem olması, hala genç bir kadın olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Onun da hayatını yaşamaya hakkı olduğunu biliyordum, bunu anlayabilirdim. Hiçbir zaman bu konularda konuşmamıştık ama ben de asla katı olacağıma dair bir tavır sergilememiştim. Öyleyse neden bana söyleyememişti?

“Utandım,” dedi annem yutkunarak. “Başlarda utandım. Sen bile henüz kimse ile birlikte değilken… Bilmiyorum Eylül, her defasında farklı şeyler düşündüm. Babanı sahipleneceğini düşündüm. Kabul etmemenden ve benden uzaklaşmandan korktum.”

“Anne, ben ‘baba’ demenin nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyorum. Sence senin hayatına, düzgün bir şekilde, birisinin girmesi beni neden bu kadar rahatsız etsin? Babamı seviyorum ama sadece babam olduğu için, babaların sevilmesi gerektiğini bildiğim için. Onu hiç tanımıyorum, hatırlamıyorum. Bu yüzden ne kadar karşında durabilirdim ki senin? Benim hayatımda birinin olmaması bahane mi? Her şeyi geçtim. Nasıl hamile kalırsın? Hatta onunla nasıl birlikte olursun?”

Annem oturduğu koltuğun kenarını sıkıp bırakmaya başlamıştı. Ses tonumu ve kendimi özellikle sakin tutuyordum. Aslında kavga etmek de istemiyordum. Sadece buradan çıkıp gitmesini istiyordum hepsi bu.

“Bu sadece tek seferlik bir hataydı,” dedi yarım yamalak.

Hissizce güldüm.

“Filmlerdeki, takıldığı kızı başından savmak isteyen adamlar gibi konuştun,” dedim. Elimde değildi. Bu konuşmayı annemle yaptığıma hala inanamıyordum.

“Anne, gider misin? Biraz dinlenmeme izin ver.”

Annem yanıt vermek için ağzını açsa da bir an sonra vazgeçti.

“Tamam, biraz dinlen. Akşam konuşuruz.”

Defne’ye bakarak gözlerimi devirdim. Akşam annemi görmek gibi bir niyetim yoktu. Ama bunu ona şimdi söyleyip gitmekten vazgeçirmek istemiyordum. Bu yüzden Defne annemi geçirirken koltuğa iyice uzanıp battaniyeyi tamamen üzerime çektim. Kendimi çok yorgun hissediyordum.

Annem ve Ayaz arasında gidip gelen aklım yeniden uyuşurken minnetle gözlerimi yumdum. Biraz uyumak, uyanır uyanmaz da sıcak bir banyo yapmak istiyordum. Defne’nin tereddütle bana seslendiğini duydum ve yeniden gözlerimi açıp ona baktım. Kapının önünde temkinli bir ifade ile bana bakıyordu.

“Efendim?”

“Uyuyacak mısın?”

“Öyle umuyorum.”

Yanıma gelip yattığım koltuğun kenarına oturdu. Şu an deli gibi ısrar etmek istediğini biliyordum. Hafifçe gülümsedi.

“Tamam, itiraf ediyorum. Çatlıyorum meraktan. Ama büyük bir kısmını anladım sanırım?”

Kafamı salladım.

“O zaman dinlenmene izin vereceğim. Ama uyandığında konuşacağız. Anlaştık mı?”

Bir kez de daha kafamı salladım.

“Öyleyse ikimiz de bugün okulu ekiyoruz.”

“Sen istersen git. Sorun değil benim için.”

“Yok, aklım sen de kalır benim. Bir şey anlamam zaten. Hem öğrenci dediğin okulu kırmak için her türlü bahaneyi kullanır. Yanılıyor muyum?”

Defne’ye hafifçe gülümsedim.  Uzatmadığı için minnettar bir şekilde yeniden gözlerimi yumdum ve uyumaya çalıştım. Beynimin işlemez oluşundan faydalanmak içinden elimden geleni yaptım. Sağa döndüm, sola döndüm. İçimden şarkı mırıldanmaya çalıştım. Koyun saymayı bile denedim. Ama çok sürmeden uykunun bugün beni sarıp sarmalayacak kadar sevecen olmadığını fark ettim. Uyuyamayacaktım. Hiçbir yolu yoktu.

Gözlerimi açıp duvardaki saate baktım. Öğleden sonra biri biraz geçiyordu. Uzandığım koltukta doğrulup oturdum ve tam karşımda kalan camlardan dışarı baktım. Sadece gökyüzüne baktım. Ne kadar berrak göründüğüne… Oysa dışarıdayken öyle hissettirmiyordu.

 Annem gitmişti. Ayaz da.

Bu onu gerçekten son görüşüm müydü? Bu kadar kolay mı oluyordu bir insanın hayatına dahil olup geldiği hızda çıkıp gitmesi?

Ayaz’ı anlamak için elimden geleni yapıyordum. Ama aslında onun hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. Sadece ne kadar yalnız olduğunu görebiliyordum. Ve o yalnızlığın içinde de ne kadar canı yandığını…

O akşam, o bahçede adamın ona söylediklerini hatırladım. “Cenazeni kaldıracak adam bile bulamayacaksın,” demişti bağıra bağıra. “Köpekler yiyecek leşini.”

Tüylerim öylesine ürpermişti ki… Nefret etmiştim o adamdan. Hayatımda ilk kez birisine karşı öylesine nefret dolmuştum. Ne kadar da acımasızdı.

Peki, herkes ona karşı bu kadar acımasız mıydı? O yüzden mi bu kadar savunmacıydı dışarıya karşı? Ama ben ona nasıl zarar verebilirdim ki? Onu daha hiç tanımazken onun için bu kadar çabalarken yine de benim ona zarar vereceğime inanabilir miydi?

Bugün beni neredeyse öpecekti. Çok yakındı. Peki, bunu neden yapmıştı? Eğer bir şekilde benim ona zarar vereceğime inanıyorsa benden tamamen kaçınması gerekmez miydi?

“O sen olurdun,” demişti bir de. O olmayı o kadar çok istiyordum ki açıklamanın hiçbir yolu yoktu. Aslında bir mantığı da yoktu, biliyordum. Ama zaten sorun da buydu ya. Ben de kendim anlayamıyordum. Ona neden bu kadar yakın olmak istediğimi… Neden bana ihtiyacı olduğunu düşündüğümü gerçekten bilmiyordum ki şüphesiz o tersini düşünüyordu. Ama yine de bunu engelleyemiyordum.

O Ayaz’dı.

Tek bir bakışıyla kalbimin daha önce hiç atmadığı gibi atmasını sağlayan adamdı. Tüm hakaretlerine ve bağırış çağırışlarına rağmen her zaman mıknatıs gibi beni kendine çeken adam, asla yapmayacağım şeyleri yapmama neden olan adamdı.

O Ayaz’dı. Ve ikimiz de fark etmeden hayatıma dahil olmuştu. Bunu istemese bile olmuştu. Şimdi ona karşı duyduğum öfke içimde yükselirken bile biliyordum: Bu onu son görüşüm olmayacaktı. Olamazdı.

Çünkü onun bana ihtiyacı vardı.

Yavaşça yerimden doğrulup ayağa kalktım. Mutfaktan gelen güzel kokuları alabiliyordum. Defne benim için bir şeyler hazırlıyor olmalıydı. Odadan çıkıp yanına, mutfağa gittiğimde salata yapmakla meşgul olduğunu gördüm. Ben bitkin bir halde iki kişilik, küçük yemek masasına oturunca elindeki işi bırakıp bana döndü. Endişeli görünüyordu.

“İyi misin? Rengin iyiden iyiye akıp gitmiş.”

Omuzlarımı bilmem dercesine kaldırdım.

“Hiçbir fikrim yok. Sen ne yapıyorsun?”

Defne sevecenlikle gülümsedi.

“Tavuk sote. Sen seversin diye yaptım.”

“Sağ ol ama hiç yiyebilecek gibi hissetmiyorum kendimi.”

“Öyle bir şansın yok canım. Unut sen onu. Paşa paşa yiyeceksin bu yemeği…”

Defne’nin ciddileşen yüzüne baktım. Ona karşı hemen hemen hiç şansım olmadığını biliyordum. Bana o yemeği yedirene kadar peşimi bırakmazdı. İç çekip omuz silkmekle yetindim.

“Defne…”

“İtiraz istemi-”

“Bir süre sende kalabilir miyim?”

Defne’nin ifadesinin bunu bekliyordum görünüşüne bürünmesini seyrettim. Gözlerinde beliren korumacı ifadeyi hemen yakalayabilmiştim. Aslında sormama bile gerek olmadığını biliyordum. Defne ile benim aramda herhangi bir şeyin lafı olmazdı. Çömelip önüme oturdu ve ellerini dizlerime koyarak bana baktı.

“Sorduğun için seni pataklamak istiyorum.” Gülümsedi. “Ev senin.”

“Biliyorum, biliyorum da… Defne ben bir daha eve dönmeyeceğim.”

Defne ne dediğimi tam olarak anlayamamış gibi bana baktı. Anlamlandırmasının zor olduğunu tahmin edebiliyordum. Annemi evlendiğimde bile yalnız bırakmayacağımı söyler dururdum. Hatta bir ara, asla evlenememeye karar vermiştim. Annem kendini yalnız hissetmesin diye.

“Duydun işte,” dedim açıklamaya başlayarak. “Annem bir adamla birlikteymiş, sekiz aydır. Üstelik ondan hamile ve evlenecekler.”

“Sekiz ay mı?”

Defne’nin gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Evet, böyle bir durumda kulağa bir ömürmüş gibi geliyordu.

“Evet. Sekiz koca ay.”

Gözlerimin yeniden dolmasını engellemeye çalıştım.

“Kendime bir iş bulurum. Sonra da bir ev-”

“Eylül. Ne evi? Saçmalama! Al işte sana koca ev. Eğer eminsen burada sonsuza kadar kalabilirsin. Ama eminsen… Bu koca bir karar arkadaşım.”

Üzerimdeki ağırlığı hissederek arkama yaslandım.

“Annemin aldığından daha büyük bir karar değil. Yabancı bir adamla aynı evde yapamam ben Defne, onlar evlenene kadar hiçbir şey yokmuş gibi de davranamam. Eğer, akıl sağlığımı koruyacaksam, daha fazla annemle birlikte kalamam.”

Defne anladığını belirten bir şekilde kafa sallayıp ayağa kalktı.

“O zaman burada kalacaksın. Nokta. Hem kira derdin de olmaz.”

İtiraz edecek durumda değildim. Zaten, Defne ile yaşamak yalnız yaşamaktan çok daha iyi bir seçenekti benim için. Bu aralar duygusal olarak o kadar dalgalanıyordum ki etrafımda beni anlayabilecek birilerinin olmasını tercih ederdim. Üstelik her ne kadar bu aralar benim problemlerim yoğunlaşsa da Defne’nin de sık sık birisine ihtiyaç duyduğunu biliyordum. İhtiyaç duyduğunda, benim evden çıkıp gelmem biraz uzun sürüyordu. Böylesi onun için de daha iyi olacaktı.

Düşündüğüm şeye hafifçe güldüm. İyi. Dramatik halimden sıkılmıştım.

“Ne?” diye sordu Defne. Gülmüş olmama şaşırmıştı.

“Hiç, artık aynı evde de yaşayacaksak. Karşılıklı depresyona girer, karşılıklı çıkarız,” dedim. Defne sesli bir kahkaha attı.

“İyi fikir.”

Aslında ikimizin de depresyon kelimesi ile pek işi olmazdı. Ama ikimiz de duyguları çok derinden yaşardık. O yüzden birbirimizin en iyi arkadaşıydık. Defne salatasına geri dönerken, “Sen beni kimde aradın, bu arada?” diye sordu. “Merak etmedim değil…”

“Etmesen şaşardım arkadaşım.”

“Geveleme arkadaşım.

Defne’ye gülümseyerek ayağa kalktım. “Her şeyi noktası virgülüne anlatacağım ama önce bir banyo yapmak istiyorum izninle. Sonra da dolabından kendime bir şeyler çalacağım.”

“Anlaştık.”

Uzun ve sıcacık bir banyonun ardından Defne’nin eşofmanlarından birisini üzerime geçirdim ve dolabının aynasından kendime baktım. Ne kadar yorgun göründüğüme inanamıyordum. Dün geceden beri yaşlanmış gibiydim. Önce Ayaz’ın dalgasına kapılmış sonra annem tarafından ciddi bir vurgun yemiş sonra bir kez daha Ayaz tarafından savruluvermiştim. Düşününce, iyi bile toparladığıma karar verdim ve yeniden mutfağa döndüm. Defne, sofrayı hazırlamış beni bekliyordu. Gidip karşısına oturdum. Hem yemek yedim, hem de anlattım. Her şeyi.

Anneme verdiğim tepkinin aynısını onun da vereceğini söylediğinde şaşırmadım. Doğrusu o ya, ilkokuldan beri beraber olmamızın üzerimizdeki etkilerden birisiydi bu. Tepkilerimiz birbirine çok benziyordu. Sevdiğimiz birine çok sinirlenirsek onun yanından kalkar gider, çok çok sinirlenirsek de nereye gittiğimize bakmadan koşardık, böyle. Garip huylarımızdan birisiydi. Annem üzerinde fazla durmak istemediğimde, zaten başka detayda olmadığı için Ayaz’a döndük. Ona daha önce Ayaz’la aramızda geçenleri anlatmıştım. Silahlı olay hariç… Onu anlattığımda içtiği suyu bardağına yeniden püskürttü.

“Anlamadım, Eylül. Ne dedin? Adamın silahını gördün ve oraya gittin öyle mi?”

Bana ne kadar sinirli baktığını görmezden gelmeye çalıştım.

“Yapabileceğim başka bir şey yoktu.”

“Polisi aramalıydın.”

“Ve polis gelen kadar adam Ayaz’ı vursaydı, değil mi?”

Sesim günlük, olası bir şeyden bahseder gibi çıkmıştı. Defne gözlerini kocaman açarak bana baktı. Sanırım o da sesimdeki sıradanlığı fark etmişti. Ama aslında ben bunu bilinçli olarak yapıyordum. Tepkisini düşürmek için.

“Eylül, orada gerçekten zarar görebilirdin. Farkındasın, değil mi?”

Omuz silktim. Elbette farkındaydım. Üstelik bundan deli gibi korkmuştum ama Ayaz’a olabilecekler beni daha fazla korkutmuştu.

“Defne bari sen yapma. Sen anlamazsan kim anlayacak ki beni?”

“Tamam, Eylül. Ben seni anlayayım, anlayayım da sen de biraz anlaşılacak şeyler yap olmaz mı? Silahlı adamın üzerine gitmek nedir? Ya Ayaz adamla baş edemeseydi? O zaman ne olacaktı?”

“Ama hiçbir şey olmadı, ayrıca anlatacaklarım da bitmedi. Devam edebilir miyim?”

Defne’nin gözlerini devirse de devam etmeme izin verdi. Birazcık hainlik yaptığımı ve kaçtığımı biliyordum ama daha fazla kendimi savunmak istemiyordum. Dürüst olmak gerekirse, bunu yapan Defne olsaydı ben daha yoğun bir tepki bile verebilirdim. Çünkü benim için çok değerliydi. Ama konu ben olunca kaçıyordum. Evet.

Ne yapabilirim, mükemmel değildim.

Gecenin geri kalanını ve bu sabah yaşadıklarımızı da anlattım. Anlatırken her şeyi baştan yaşıyormuş gibi hissetmiştim. Defne’nin değişen mimiklerini de özellikle izledim. Hiçbir şey söylemese de tepkilerin bu şekilde anlayabiliyordum. Ayaz’ın çıkışmasını anlattığımda hem bundan memnun kalmış hem de biraz kızmış gibi göründü. Bu sabah aramızda geçenler ise kesinlikle onun da kafasını karıştırmıştı.

“Ben tam anlayamadım,” dedi. “Siz şimdi Ayaz’la bir daha görüşmeyeceksiniz, öyle mi?”

Tabağımı çatalımla karıştırmaya devam ederek, “Ayaz’a göre öyle ama bilmiyorum,” dedim. “Bana bunun olası bir yanı varmış gibi gelmiyor.”

Defne’nin tek kaşını kaldırması ile gözlerimi devirdim. Aldırmadan devam etti.

“Bir gün senin bir adama böyle bir tepki vereceğini hayatta tahmin etmezdim,” dedi. “Beni şaşırtıyorsun.”

“Aslında kendimi de şaşırtıyorum.”

Defne hafifçe durgunlaştı.

“Eylül, sana akıl verecek değilim. Hele ki benim ki bu kadar işe yaramazken…”

Defne’ye saçmalama dercesine baktım. İlişkisinin kötü bitmesi onu bu konuda kötü örnek yapmıyordu, ya da işe yaramaz.

Konuşmaya devam etti.

“Ama sana dikkat etmeni söyleyebilirim. Ayaz seni bu kadar uyarıyorsa eğer, onun senin için kötü bir şey istediğini iddia edemem. Ama uzak durmanı istemesinin bir sebebi de vardı mutlaka.”

“Biliyorum.” İç çektim. “Biliyorum.”

Bir süre konuşmadan öylece oturduk. Ben sessizliği bozana kadar kendi düşüncelerimizden oluşan bir denizin içinde yüzüp durduk. Boğulmadığım için kendimi şanslı sayarak kafamı dışarı çıkardığımda konuştum.

“Bu arada, eğer burada yaşayacaksam, faturaları ben ödeyeceğim.”

“Ödeyemezsin.”

“Defne, itiraz etme. Öylece gelip burada yaşayamam.”

“Tamam, anlıyorum da unuttun sanırım. Faturaları ben bile ödeyemiyorum ki. Babam eve yerleşmeye kabul ettiğim anda hepsini otomatik ödemeye aldı. Kısacası, fatura derdi de yok.”

“Oh,” dedim arkadaşıma bakarak. “Keyfe bak. Baya bedava yaşıyormuşsun sen.”

Hafifçe güldü.

“E ben bunu sana daha önce de söyledim.”

“Unutmuşum, neyse. O zaman mutfak masrafları benden.”

“Vallahi onu da şöyle yapacağız. Herkes canının istediğini alacak, canının istediğini yiyecek. Öyle para hesabı yapmamıza gerek yok, zaten. Birbirimizden yemek esirgeyecek değiliz. O misafir odası da senin odan olur. Oldu bitti. Hem senin bursların da yeter böylece. Okul bitene kadar çalışmana gerek kalmaz.”

Haklıydı. İki burs alıyordum. Eğer bu kadar bedava yaşayacaksam, hayli hayli yeterdi. Güldüm.

“Çok kolay oldu bu.”

“Olsun o kadar. Her şeyi de zor yaşayacağız diye bir kural yok ya.”

“Sağ ol Defne ya. İyi ki varsın, gerçekten.”

Defne kasıla kasıla arkasına yaslandı.

“Gerçekten de iyi ki varım. Dünyayı varlığımla güzelleştiriyorum değil mi?”

Karşılıklı olarak güldük.

“Aynen öyle. Bu arada eşyalarımı almaya benimle gelirsin değil mi?”

“Gelirim, gelirim de Hasret teyze delirecek.”

“Boşversene. Ben çoktan delirdim.”

Kapının çalması ile ikimiz de sustuk. Defne’nin yüzünde beliren hafif gülümsemeye bakılırsa birisini bekliyorduk.

“Kim?” diye sordum.

“Bilmem, senin burada olduğunu duyar duymaz gelmek isteyecek olan birisi sanırım.”

“Aman be Defne…” dedim suratımı buruşturarak. “Serdar’a mı haber verdin?”

“Ben haber vermedim. Aradığında söyledim hepsi bu. Hem sen ondan rahatsız olmazdın, ne oldu? Ayaz’a bir şeyler hissetmeye başladın diye Serdar’ı hayatından mı çıkaracaksın?”

Kapı yeniden çaldı.

“Kimseden rahatsız olduğum yok Defne, sadece şu an yalnız kalmayı tercih ederdim.”

“Üzgünüm, benim de elimde değildi. Hadi git kapıyı aç. Senin için buraya kadar geldi adam.”

İsteksizce yerimden kalkıp kapıya gittim. Serdar’la aynı okuldaydık ve onun benimle hala ilgilendiğini biliyordum ama bu ilgisinin giderek yoğunlaşmasını beklemiyordum. Serdar iyi bir adamdı, yakışıklıydı da üstelik. İki yıl önce onu reddettiğimden beri, beni rahatsız edecek bir tavır da takınmamıştı. Ama ben yine de şu an Ayaz’ a karşı hissettiğim şeyleri ona karşı hissedememiştim.

Onunla hala arkadaş olmamın ona bir nevi haksızlık olduğunu biliyordum aslında. Çünkü ben böyle davranınca o da ona bir şekilde bağlılık hissettiğimi düşünüyordu. Bunu kendisi söylemişti. Aslında haklıydı da ancak hissettiğim bağlılık onun istediği şekilde değildi. Benim yapmaya çalıştığım tek şey onun sevecen arkadaşlığını kaybetmemeye çalışmaktı yalnızca. Çünkü o gerçekten iyi bir adam ve iyi bir arkadaştı. Benim yüzümden bu denli üzülmesine gerçekten dayanamıyordum. Bu yüzden de ona özellikle iyi davranmaya çalışıyordum. Ama Defne’nin dediği gibi bu ona yalnızca umut oluyordu.

Galiba hata ediyordum.

Yüzüme bir tebessüm yerleştirerek kapıyı açtım. Karşımda Serdar’ın kumral saçlarını ve sıcak, kahverengi bakışlarını bulmayı bekliyordum. Ama onun yerine sarı saçlı, iri yarı bir adam gördüğümde durakladım ve yüzümdeki tebessümü yutarak ona baktım. Bu adamı tanımıyordum.

Adam beni gördüğü için şaşırmış gibiydi. “Ah, affedersiniz. Yanlış kattayım sanırım,” dedi ve gülümsedi. “Tabii evi kiralamak gibi bir niyetiniz yoksa.”

Bir an durakladıktan sonra, “Sorun değil,” diye yanıt verdim. Adamın bana neden bu kadar mutlu baktığını anlamamıştım.

“Eylül’dü, değil mi?” diye sordu.

Adımı nereden biliyordu? Tereddütle, “Evet,” diye mırıldandım. Adam sevimli bir gülümseme ile elini uzattı.


“Ben Akın, Ayaz’ın arkadaşıyım. Ve bu hayatımdaki en güzel tesadüf.”

^^ Merhabalar... Öncelikle gecikme için çok çok özür dilerim. Gerçekten yazamadım. Bugün fırsat bulduğum gibi geçtim hemen hikayenin başına. Aslında 9. bölümü de yazıp cumartesi toptan gönderecektim ama bu zaten uzun ve durgun bir geçiş bölümü oldu. Üzerine daha da uzatırsam sıkabileceğini düşündüm. Bir aksilik olmaz ise diğer bölüm cumartesi akşamı gelecek.

Sabrınız için teşekkür ederim. Yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler^^ :)

6 yorum :

  1. Çok güzel olmuş, Defne efsane olmuş açıkçası. Benimde Defne gibi samimi bir arkadaşım vardı, şimdi bam başka yerlerde, başka başka hayatlardayız. Bir an için burnumun direği sızlar gibi oldu ama bunlar hep kişisel anılardan :)

    Şimdi bölüme dönersek, bölümde bence kronik Ayaz yetmezliği var, Ayaz'ın telefonunda Defne'nin numarası falan da olduğu için, küçük bir arama beklemiştim doğrusu ama yazar zalim çıktı :)

    Kızlar arası diyologlar efsane ama Eylül'ün Defne'ye taşınması bence hikayeyi çok olumlu etkileyecek sonuçta demoklesin kılıcı gibi sallanan ebeveyn baskısı ortadan kalkmış olacak ki evlere şenlik :)

    Ve biliyor musun cümle düşüklükleri, imla hataları, sonu gelmez üç noktalar. Hepsinden kurtulmuş vaziyettesin seni takip ettiğim süre boyunca inanılmaz derecede yazımını geliştirdin. Yazarlarında ikinci kitapları ilkinden daha gösterişli olur ya demek ki yazdıkça kuvvetleniyor insanın kalemi :)

    Bu bölüm daha çok bir geçiş bölümü olmuş haklısın ama bölümün en önemli gelişmesi bence sonunda gizliydi. Akın'ın oraya gelişinin tesadüfün t'siyle bile ilgisi yok bence ama nasıl oldu da buldu Eylül'ü onu bilemedim. Oradan çok güzel şeyler çıkacak gibi. Üstelik çok klişesin keşke ölsen falan demeyeceksen Defne'yle Akın diyorum anlarsın ya :) :) İki yan karakter fena da olmaz hani :)

    Eser senin ve bunu kimseye beğendirmek gibi bir kaygın olmamalı, sadece senin içine sinmesi önemli. Olumlu veya olumsuz her türlü eleştiri her zaman olabilir ama aslolan senin hikayenden emin olmandır.

    Bu girişi yaptıktan sonra naçizane bir tavsiye vermek istiyorum, bence Serdar'ı kısa vadede yok et. İki erkek arasında kaldım amanın yardım edin olayı bildiğin gibi fena halde klişe. Yani alacakaranlıktan girer, vampir günlüklerinden çıkarım ki o Elena'nın ne kadar salak bir insan/vampir olduğu tamamen ayrı bir tartışmanın konusu :) Velhasıl kelam aşkın alternatifi olmamalı, lütfen bana Jacob travması yaşatma rica ederim :)

    Öpüyorum, kendine iyi bak, cumartesiye yetiştir :)

    Bu blog mereti çok güzel insanlarla tanışmanı sağlıyormuş, gerçekten :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şöyle söyleyeyim: Okur tepkilerini kendi tepkilerimden yola çıkarak düşünüyorum. Yani ben sıkılırdım sanırım biraz daha uzarsa, o yüzden sizi sıkabileceğini düşündüm. Kısacası okura göre yazarken aslında kendimi okur yerine koyuyorum, o yüzden de aslında yine kendime göre yazıyorum :D Bu cümleyi tam olarak anlayana da aşk olsun :D

      Defne'nyi daha çok seversin gibi geliyor bana. Onun için düşündüğüm ve birazını oluşturduğum karakter tam benlik, evlere şenlik aslında. Ama Akın ve Defne... Hmm. :) Şunu söyleyeyim, Defne'nin bambaşka bir hikayesi var ve eğer bir aksilik olmazsa Eylül'de Ayaz'dan sonra onu yazacağım. İster istemez burada da bir parçasını göreceksiniz tabii. Ama Defne'nin kaderi, bu yazarcığın kafasında çoktan belirlendi sevgili arkadaşım :)

      Ayaz'dan Defne'yi boşuna aratmadım ya hu, kullanacağım bunu tabii ki, şşşş çaktırma :P :D

      Serdar bir Jacop vakası olmayacak merak etme. Ama yine de ortalığı biraz karıştıracaktır muhakkak. Ne de olsa kızceğizimize karşı boş değil... :)

      Aslında bu aralar sürekli sıkış tıkış vakitlerde yazdığım için pek içime sinmiyor yazdıklarım ama kendimi geliştirdiğimi düşünmene gerçekten sevindim. Tüm çabam bunun için :)

      Not: Klişeler bazen güzeldir. Her zaman itici gelmezler bana ;)

      Akının gelişi de tesadüf mü değil mi çok sürmez ortaya çıkması :) O da biraz hareketlendirecek ortamı tabii ki.

      Ben de seni tanıdığım için çok memnunum, her zaman burada olduğun için çok teşekürler^^ :)

      Sil
  2. Akin miiiiii? Aman Allah'im, Ayaz'in parasini zamaninda getirmeyen, getirince de eksik getiren Akin. Olamaz tehlike canlari caliyor. Adrenalin had safhada.

    Eylül'ün annesine tepkisi cooook sert ama dogruydu galiba. Yasadigi kolay degil kizcagizin. Serdar'i bekliyorum merakla ve simdiden zavallim diyorum. Veeee Defne tam sevilesi gercek kiz arkadas. Herkesin sahip olmasi gerektigi. Yasasin kiz arkadaslar :)

    Ellerine saglik sakin ama sonu heyecanli biten bir bölümdü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Ayaz'in parasini zamaninda getirmeyen, getirince de eksik getiren Akin" Ahahahahah :D Ayy buna çok güldüm ya. Şahane tanımlama şekli :D

      Beğenmene sevindim. Defne'yi sevmenize de öyle. Ama şimdi kendinizi Eylül'ün yerine koyun, siz olsanız daha yumuşak bir tepki verebilirmiydiniz ki? :)

      Yorumun için teşekkür ederim^^ :)

      Sil
  3. Merhaba :)
    Bölümü beğendim.Ayaz bu bölüm yoktu ama olsun onun yerine Defne ve Eylül dostluğunu okumak hoşuma gitti.:) Çok tatlılar :)
    Eylül haklı gerçekten.Annesi korkmuş olabilir ama eylülün dediği gibi neyden korktu bu kadar? Bahaneydi bence ama tabi oda kendi çapında haklı.Genede söylemesi gerekirdi.
    Eylülün defneye taşınması çok yerinde oldu bence.Çekinme derdi falan olmayacak.Ayazda gelsin görsün eylülü lütfen :)
    Bu serdarın çıkması iyi olduu..Ayaz kıskanacak :) Birbirlerini sevdiklerini falan anlayacaklardır artık ?
    Defneye sevgili buldum ben! Demir olsun.4lü takılırlar ve güzel olur :)
    Akın geldi bu hiç iyi olmadı bakalım neler olacak?
    Takipteyim :) Görüşürüz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aa yeni bir isim, ne güzel. Hoş geldin :)

      Anlaşılan herkes ilk bölümden defnenin başını bağlamaya karar verdi haha :D Aynı zaman da herkes de sevdi... Sevindim. Ayaz ve Eylül mutlaka görüşecekler ama nasıl olacak hep birlikte ilerleyen bölümlerde göreceğiz artık.

      Beğenmene sevindim, teşekkür ederim :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın