Bir
süre olduğum yerde dikilerek artık görünmeyen Impala’nın arkasından bakmaya
devam ettim. Zihnimin tamamen boşaldığını hissediyordum. Herhangi bir şey
düşünememeye başlamıştım. Ne annemi ne Ayaz’ı… Sadece olduğum yerde dikiliyor
ve bir boşluğa bakıyordum.
Aynı
hissizlikle arkamı dönüp yürüdüm ve nihayet kendimi Defne’nin apartmanına
atabildim. Asansöre binip Defne’nin dokuzuncu kattaki evine ulaştığımda kendimi
çok bitkin hissediyordum. Zile basıp, kollarımı kendime sararak kapıya yaslandım.
Belki de kısa süreceğinden emin olduğum bu hissizlik anından yaralanıp, hemen
burada uykuya dalmalıydım.
Kapının
arkasından koşturan ayak seslerini duyduğumda bu fikri bir süre erteleme kara
verdim. Defne bu kadar koşturduğuna göre beni fazlasıyla merak etmiş olmalıydı.
Kapı hızla ardına kadar açıldı.
“Anne?”
Gerçekten
mi? Onun burada ne işi vardı? Bence yeterince yoğun bir sabah geçirmiştim
zaten. Yeniden mi annemle uğraşacaktım? Gözlerini bana dikmiş olmasına
aldırmadan yanından geçip, arabada az da olsa kurumuş olan terliklerimi de
nihayet çıkararak içeri girdim. Hemen arkasında duran ve benim halime
şaşkınlıkla bakan Defne’ye “Çok sağ ol,” demeden edememiştim. Eğer bu saatte
kaçar gibi ona geliyorsam annemden kaçtığımı anlamalıydı değil mi? Onu içeri
almak zorunda değildi ki!
Defne
hiçbir şey anlamadığını anlatmak istercesine omuz silkmekten başka bir şey
yapmadı. Bense ikisini de umursamadan Defne’nin krem rengi döşenmiş olan ferah
salonuna girdim ve duvarlardan birini tamamen kaplayan camlardan dışarı bakmaya
başladım.
Aslında
bu evi gerçekten seviyordum. Defne’nin babası ona bu evi üç ay kadar önce
hediye etmişti. 2+1, ufak kategorisine giren, geniş bir evdi ve ferahtı. Defne
de burayı, o ferahlığı korumaya dikkat ederek döşemişti. Ev, başlı başına bir
huzur köşesi gibiydi. Ama ben bir süreliğine o huzuru bulamayacakmışım gibi
görünüyordu.
Annem
gelip bana şöyle bir baktı. “Donacaksın. Ne yaptın bu zamana kadar dışarda,
böyle? Yanında para da yoktu. Nasıl geldin buraya?”
“Uçtum,”
dedim suratıma hızla silinen sahte bir gülücük yerleştirerek. Annem onunla bu
şekilde konuşmamdan nefret ederdi. Yine sinirlerinin zıpladığını anlamak da zor
değildi. Fırçayı basmamak için dudağının kenarını ısırdığını gördüm. Bana bu
şekilde yaklaşamayacağını bildiğinden olsa gerek uzatmadan geçip karşımdaki
koltuğa oturdu.
“Konuşabilir
miyiz Eylül?”
Ses
tonu suçlu değildi. Biraz üzgün belki biraz da kızgın gibiydi. Hakkı varmış
gibi…
Sesimi
çıkarmadan onun konuşmasını bekledim. Buraya benden önce geldiğine göre
konuşmadan gitmeyeceğini tahmin edebiliyordum. O benim annemdi. Ben inadımı
ondan almıştım.
“Bak,
kızgın olduğunu biliyorum,” diyerek söze girdi. Hiçbir anlam taşımayan sabit
bir ifadeyle ona baktım. Ses tonum da bakışlarımla aynı monotonluktaydı.
“Öyle
mi?”
Defne
gelip üzerime bir battaniye örttükten sonra merakla yanıma otururken annem ona
temkinle baktı. Bense yarım yamalak bir teşekkür bakışı attım.
“Sonuçta
ona her şeyi anlatacağım, susmana gerek yok,” dedim anneme bakarak. “Utanacağın
mı tuttu yoksa?”
Defne
utanmış görünerek kalkmaya çalıştı. “Özür dilerim, ben-”
Kolunu
yakalayarak onu yeniden yanıma oturttum. “Hayır, Defne. Hiç sorun değil, kal.
Hatta senin kalman ikimiz için de daha iyi olur.”
Bu
doğruydu. Defne’nin yanında kendimi daha sakin hissediyordum. Ama annemin
durumdan rahatsız olduğu açıktı.
“Eylül,
lütfen.”
Oturduğum
koltuktaki yastıklardan birisini alıp sarıldım. “Bana ‘Lütfen,’ demekten
vazgeç. Hiçbir işe yaramıyor.”
Annem
oturduğu yerde dikleşerek derin bir nefes aldı. Çantasındaki telefon çalmaya
başlamasa konuşmaya başlayacaktı ama ağzını açtığı anda çıkmaya hazırlanan tüm
sözcükler telefonun melodisi ile ağzına tıkılıp kaldı. Durumdan memnun bir
şekilde gülümsedim.
“Gördün
mü? Teknoloji bile konuşulacak bir şeyimizin olmadığının farkında.”
Annem,
büyük ihtimalle bana bağırmamak için, derin bir nefes alarak çantasına uzandı.
Telefonun ekranına baktığında önce kaşları çatılmış sonra yüzüne hafif bir
panik yayılmıştı.
“Sevgilin
mi?” diye sordum sıradan bir şey sorar gibi. Defne’nin kafası hızla bana döndü.
Onun kocaman açılmış çimen yeşili gözlerine doğru
duydun der gibi gülümseyerek baktım. Ona her baktığımda kendimin bir farklı
versiyonuna bakıyor gibi hissederdim. Beden ölçülerimiz ve boylarımız hemen
hemen aynıydı. Onun ten rengi benimkinden biraz daha esmerdi ama yine de o da
açık tenliydi. İkimizin de gözleri yeşildi ama onunkiler daha koyuydu. Üstelik
omuzlarının hemen aşağısına kadar uzanan kıvır kıvır siyah saçları vardı. Çok
güzeldi ve insanlar bizi sık sık kardeş zannederdi. Gülümsedim. Onun kadar
güzel değildim.
Aklımı
toparlayarak yeniden anneme döndüğümde telefon konuşmasını yapmış ve geri
dönmüş olduğunu gördüm.
“Eee?”
diye sordum gıcık bir tavırla. “Bebeğinizin nasıl olduğunu mu merak etmiş?”
“Ne?”
Defne’nin
farkında olmadan verdiği sesli tepki için utanışını izledim. Başımı yorgunca
arkadaşımın omuzuna yaslayarak, “Aldırma,” dedim. “Utanması gereken sen
değilsin.”
Annem
yeniden koltuktaki yerine oturup Defne’ye mahcup görünen bir bakış attı. Ne
kadar da sevimli!
“Görüşmeyi
kaçırdım,” dedi açıklayarak. “Bu yüzden aramışlar.”
“Tüh,
gördün mü, sabah sabah bir evlat bir de iş kaybettin.”
Annemin
gözlerinin kocaman açılışını gördüm. Söylediğim şeylerin keskinliğinin
farkındaydım. Ama içten içe çok daha keskin şeyler hissediyordum. Öyle canım
yanıyordu ki onun canının da yanmasını istiyordum. Evet, annemin kendini kötü
hissetmesini istiyordum. Ben de yeniden kendimi kötü hissetmeye başlamıştım.
Anlaşılan annem de paniklemeye başlıyordu ama biraz geç kalmıştı.
“Eylül,
söylediğin şeylere dikkat eder misin? Şunu dramatize etmekten vazgeç,
çözülemeyecek bir sorunumuz yok.”
“Öyle
mi?” dedim yeniden.
“Evet,
öyle. Tamam, sana söylememem ve… sorumsuzca davranamam bir hataydı ama bunun
özel bir sebebi yok. Sadece… Bir kez yapamadım, söyleyemedim ve sonra olmadı
işte. Kenan ve ben ayrıldık, barıştık bir şeyler oldu ve ben de hep kararsız
kaldım.”
“Sonra
da bir baktın arada bir çocuk patlatıvermişsin.”
“Eylül!
Az önce sana söylediklerine dikkat etmeni söyledim.”
Annemin
bu huyundan nefret ediyordum. Her zaman konuşmadaki güçlü taraf olması
gerektiğine inanırdı. Her zaman o baskın tarafta olmalıydı. Hata yapsa bile
haklı olan oymuş gibi. Ama bu küçük bir anne-kız tartışması değildi. Benimle
böyle konuşma hakkını kaybetmişti. Kafamı Defne’nin omuzundan kaldırıp oturdum
ve annemin gözlerinin içine baktım.
“Sürekli
‘söyleyemedim’ diyorsun. Peki, söyler misin anne, neden söyleyemedin?”
Bunu
gerçekten merak ediyordum. En fazla ne yapabilirdim ki? Evet, elbette
yadırgardım ama onun benim annem olması, hala genç bir kadın olduğu gerçeğini
değiştirmezdi. Onun da hayatını yaşamaya hakkı olduğunu biliyordum, bunu
anlayabilirdim. Hiçbir zaman bu konularda konuşmamıştık ama ben de asla katı
olacağıma dair bir tavır sergilememiştim. Öyleyse neden bana söyleyememişti?
“Utandım,”
dedi annem yutkunarak. “Başlarda utandım. Sen bile henüz kimse ile birlikte
değilken… Bilmiyorum Eylül, her defasında farklı şeyler düşündüm. Babanı
sahipleneceğini düşündüm. Kabul etmemenden ve benden uzaklaşmandan korktum.”
“Anne,
ben ‘baba’ demenin nasıl bir şey olduğunu bile bilmiyorum. Sence senin
hayatına, düzgün bir şekilde, birisinin
girmesi beni neden bu kadar rahatsız etsin? Babamı seviyorum ama sadece babam
olduğu için, babaların sevilmesi gerektiğini bildiğim için. Onu hiç
tanımıyorum, hatırlamıyorum. Bu yüzden ne kadar karşında durabilirdim ki senin?
Benim hayatımda birinin olmaması bahane mi? Her şeyi geçtim. Nasıl hamile
kalırsın? Hatta onunla nasıl birlikte olursun?”
Annem
oturduğu koltuğun kenarını sıkıp bırakmaya başlamıştı. Ses tonumu ve kendimi
özellikle sakin tutuyordum. Aslında kavga etmek de istemiyordum. Sadece buradan
çıkıp gitmesini istiyordum hepsi bu.
“Bu
sadece tek seferlik bir hataydı,” dedi yarım yamalak.
Hissizce
güldüm.
“Filmlerdeki,
takıldığı kızı başından savmak isteyen adamlar gibi konuştun,” dedim. Elimde
değildi. Bu konuşmayı annemle yaptığıma hala inanamıyordum.
“Anne,
gider misin? Biraz dinlenmeme izin ver.”
Annem
yanıt vermek için ağzını açsa da bir an sonra vazgeçti.
“Tamam,
biraz dinlen. Akşam konuşuruz.”
Defne’ye
bakarak gözlerimi devirdim. Akşam annemi görmek gibi bir niyetim yoktu. Ama
bunu ona şimdi söyleyip gitmekten vazgeçirmek istemiyordum. Bu yüzden Defne
annemi geçirirken koltuğa iyice uzanıp battaniyeyi tamamen üzerime çektim.
Kendimi çok yorgun hissediyordum.
Annem
ve Ayaz arasında gidip gelen aklım yeniden uyuşurken minnetle gözlerimi yumdum.
Biraz uyumak, uyanır uyanmaz da sıcak bir banyo yapmak istiyordum. Defne’nin
tereddütle bana seslendiğini duydum ve yeniden gözlerimi açıp ona baktım.
Kapının önünde temkinli bir ifade ile bana bakıyordu.
“Efendim?”
“Uyuyacak
mısın?”
“Öyle
umuyorum.”
Yanıma
gelip yattığım koltuğun kenarına oturdu. Şu an deli gibi ısrar etmek istediğini
biliyordum. Hafifçe gülümsedi.
“Tamam,
itiraf ediyorum. Çatlıyorum meraktan. Ama büyük bir kısmını anladım sanırım?”
Kafamı
salladım.
“O
zaman dinlenmene izin vereceğim. Ama uyandığında konuşacağız. Anlaştık mı?”
Bir
kez de daha kafamı salladım.
“Öyleyse
ikimiz de bugün okulu ekiyoruz.”
“Sen
istersen git. Sorun değil benim için.”
“Yok,
aklım sen de kalır benim. Bir şey anlamam zaten. Hem öğrenci dediğin okulu
kırmak için her türlü bahaneyi kullanır. Yanılıyor muyum?”
Defne’ye
hafifçe gülümsedim. Uzatmadığı için
minnettar bir şekilde yeniden gözlerimi yumdum ve uyumaya çalıştım. Beynimin
işlemez oluşundan faydalanmak içinden elimden geleni yaptım. Sağa döndüm, sola
döndüm. İçimden şarkı mırıldanmaya çalıştım. Koyun saymayı bile denedim. Ama
çok sürmeden uykunun bugün beni sarıp sarmalayacak kadar sevecen olmadığını
fark ettim. Uyuyamayacaktım. Hiçbir yolu yoktu.
Gözlerimi
açıp duvardaki saate baktım. Öğleden sonra biri biraz geçiyordu. Uzandığım
koltukta doğrulup oturdum ve tam karşımda kalan camlardan dışarı baktım. Sadece
gökyüzüne baktım. Ne kadar berrak göründüğüne… Oysa dışarıdayken öyle
hissettirmiyordu.
Annem gitmişti. Ayaz da.
Bu
onu gerçekten son görüşüm müydü? Bu kadar kolay mı oluyordu bir insanın
hayatına dahil olup geldiği hızda çıkıp gitmesi?
Ayaz’ı
anlamak için elimden geleni yapıyordum. Ama aslında onun hakkında gerçekten
hiçbir şey bilmiyordum. Sadece ne kadar yalnız olduğunu görebiliyordum. Ve o
yalnızlığın içinde de ne kadar canı yandığını…
O
akşam, o bahçede adamın ona söylediklerini hatırladım. “Cenazeni kaldıracak adam bile bulamayacaksın,” demişti bağıra
bağıra. “Köpekler yiyecek leşini.”
Tüylerim
öylesine ürpermişti ki… Nefret etmiştim o adamdan. Hayatımda ilk kez birisine
karşı öylesine nefret dolmuştum. Ne kadar da acımasızdı.
Peki,
herkes ona karşı bu kadar acımasız mıydı? O yüzden mi bu kadar savunmacıydı
dışarıya karşı? Ama ben ona nasıl zarar verebilirdim ki? Onu daha hiç
tanımazken onun için bu kadar çabalarken yine de benim ona zarar vereceğime
inanabilir miydi?
Bugün
beni neredeyse öpecekti. Çok yakındı. Peki, bunu neden yapmıştı? Eğer bir
şekilde benim ona zarar vereceğime inanıyorsa benden tamamen kaçınması gerekmez
miydi?
“O
sen olurdun,” demişti bir de. O olmayı o kadar çok istiyordum ki açıklamanın
hiçbir yolu yoktu. Aslında bir mantığı da yoktu, biliyordum. Ama zaten sorun da
buydu ya. Ben de kendim anlayamıyordum. Ona neden bu kadar yakın olmak
istediğimi… Neden bana ihtiyacı olduğunu düşündüğümü gerçekten bilmiyordum ki
şüphesiz o tersini düşünüyordu. Ama yine de bunu engelleyemiyordum.
O
Ayaz’dı.
Tek
bir bakışıyla kalbimin daha önce hiç atmadığı gibi atmasını sağlayan adamdı. Tüm
hakaretlerine ve bağırış çağırışlarına rağmen her zaman mıknatıs gibi beni
kendine çeken adam, asla yapmayacağım şeyleri yapmama neden olan adamdı.
O
Ayaz’dı. Ve ikimiz de fark etmeden hayatıma dahil olmuştu. Bunu istemese bile
olmuştu. Şimdi ona karşı duyduğum öfke içimde yükselirken bile biliyordum: Bu
onu son görüşüm olmayacaktı. Olamazdı.
Çünkü
onun bana ihtiyacı vardı.
Yavaşça
yerimden doğrulup ayağa kalktım. Mutfaktan gelen güzel kokuları alabiliyordum. Defne
benim için bir şeyler hazırlıyor olmalıydı. Odadan çıkıp yanına, mutfağa
gittiğimde salata yapmakla meşgul olduğunu gördüm. Ben bitkin bir halde iki
kişilik, küçük yemek masasına oturunca elindeki işi bırakıp bana döndü.
Endişeli görünüyordu.
“İyi
misin? Rengin iyiden iyiye akıp gitmiş.”
Omuzlarımı
bilmem dercesine kaldırdım.
“Hiçbir
fikrim yok. Sen ne yapıyorsun?”
Defne
sevecenlikle gülümsedi.
“Tavuk
sote. Sen seversin diye yaptım.”
“Sağ
ol ama hiç yiyebilecek gibi hissetmiyorum kendimi.”
“Öyle
bir şansın yok canım. Unut sen onu. Paşa paşa yiyeceksin bu yemeği…”
Defne’nin
ciddileşen yüzüne baktım. Ona karşı hemen hemen hiç şansım olmadığını
biliyordum. Bana o yemeği yedirene kadar peşimi bırakmazdı. İç çekip omuz
silkmekle yetindim.
“Defne…”
“İtiraz
istemi-”
“Bir
süre sende kalabilir miyim?”
Defne’nin
ifadesinin bunu bekliyordum görünüşüne
bürünmesini seyrettim. Gözlerinde beliren korumacı ifadeyi hemen
yakalayabilmiştim. Aslında sormama bile gerek olmadığını biliyordum. Defne ile
benim aramda herhangi bir şeyin lafı olmazdı. Çömelip önüme oturdu ve ellerini
dizlerime koyarak bana baktı.
“Sorduğun
için seni pataklamak istiyorum.” Gülümsedi. “Ev senin.”
“Biliyorum,
biliyorum da… Defne ben bir daha eve dönmeyeceğim.”
Defne
ne dediğimi tam olarak anlayamamış gibi bana baktı. Anlamlandırmasının zor
olduğunu tahmin edebiliyordum. Annemi evlendiğimde bile yalnız bırakmayacağımı
söyler dururdum. Hatta bir ara, asla evlenememeye karar vermiştim. Annem
kendini yalnız hissetmesin diye.
“Duydun
işte,” dedim açıklamaya başlayarak. “Annem bir adamla birlikteymiş, sekiz
aydır. Üstelik ondan hamile ve evlenecekler.”
“Sekiz
ay mı?”
Defne’nin
gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Evet, böyle bir durumda kulağa bir ömürmüş gibi
geliyordu.
“Evet.
Sekiz koca ay.”
Gözlerimin
yeniden dolmasını engellemeye çalıştım.
“Kendime
bir iş bulurum. Sonra da bir ev-”
“Eylül.
Ne evi? Saçmalama! Al işte sana koca ev. Eğer eminsen burada sonsuza kadar
kalabilirsin. Ama eminsen… Bu koca bir karar arkadaşım.”
Üzerimdeki
ağırlığı hissederek arkama yaslandım.
“Annemin
aldığından daha büyük bir karar değil. Yabancı bir adamla aynı evde yapamam ben
Defne, onlar evlenene kadar hiçbir şey yokmuş gibi de davranamam. Eğer, akıl
sağlığımı koruyacaksam, daha fazla annemle birlikte kalamam.”
Defne
anladığını belirten bir şekilde kafa sallayıp ayağa kalktı.
“O
zaman burada kalacaksın. Nokta. Hem kira derdin de olmaz.”
İtiraz
edecek durumda değildim. Zaten, Defne ile yaşamak yalnız yaşamaktan çok daha
iyi bir seçenekti benim için. Bu aralar duygusal olarak o kadar dalgalanıyordum
ki etrafımda beni anlayabilecek birilerinin olmasını tercih ederdim. Üstelik
her ne kadar bu aralar benim problemlerim yoğunlaşsa da Defne’nin de sık sık
birisine ihtiyaç duyduğunu biliyordum. İhtiyaç duyduğunda, benim evden çıkıp
gelmem biraz uzun sürüyordu. Böylesi onun için de daha iyi olacaktı.
Düşündüğüm
şeye hafifçe güldüm. İyi. Dramatik halimden sıkılmıştım.
“Ne?”
diye sordu Defne. Gülmüş olmama şaşırmıştı.
“Hiç,
artık aynı evde de yaşayacaksak. Karşılıklı depresyona girer, karşılıklı
çıkarız,” dedim. Defne sesli bir kahkaha attı.
“İyi
fikir.”
Aslında
ikimizin de depresyon kelimesi ile
pek işi olmazdı. Ama ikimiz de duyguları çok derinden yaşardık. O yüzden
birbirimizin en iyi arkadaşıydık. Defne salatasına geri dönerken, “Sen beni
kimde aradın, bu arada?” diye sordu. “Merak etmedim değil…”
“Etmesen
şaşardım arkadaşım.”
“Geveleme
arkadaşım.”
Defne’ye
gülümseyerek ayağa kalktım. “Her şeyi noktası virgülüne anlatacağım ama önce
bir banyo yapmak istiyorum izninle. Sonra da dolabından kendime bir şeyler
çalacağım.”
“Anlaştık.”
Uzun
ve sıcacık bir banyonun ardından Defne’nin eşofmanlarından birisini üzerime
geçirdim ve dolabının aynasından kendime baktım. Ne kadar yorgun göründüğüme
inanamıyordum. Dün geceden beri yaşlanmış gibiydim. Önce Ayaz’ın dalgasına
kapılmış sonra annem tarafından ciddi bir vurgun yemiş sonra bir kez daha Ayaz
tarafından savruluvermiştim. Düşününce, iyi bile toparladığıma karar verdim ve
yeniden mutfağa döndüm. Defne, sofrayı hazırlamış beni bekliyordu. Gidip
karşısına oturdum. Hem yemek yedim, hem de anlattım. Her şeyi.
Anneme
verdiğim tepkinin aynısını onun da vereceğini söylediğinde şaşırmadım. Doğrusu
o ya, ilkokuldan beri beraber olmamızın üzerimizdeki etkilerden birisiydi bu.
Tepkilerimiz birbirine çok benziyordu. Sevdiğimiz birine çok sinirlenirsek onun
yanından kalkar gider, çok çok sinirlenirsek de nereye gittiğimize bakmadan
koşardık, böyle. Garip huylarımızdan birisiydi. Annem üzerinde fazla durmak
istemediğimde, zaten başka detayda olmadığı için Ayaz’a döndük. Ona daha önce
Ayaz’la aramızda geçenleri anlatmıştım. Silahlı olay hariç… Onu anlattığımda
içtiği suyu bardağına yeniden püskürttü.
“Anlamadım,
Eylül. Ne dedin? Adamın silahını gördün ve oraya gittin öyle mi?”
Bana
ne kadar sinirli baktığını görmezden gelmeye çalıştım.
“Yapabileceğim
başka bir şey yoktu.”
“Polisi
aramalıydın.”
“Ve
polis gelen kadar adam Ayaz’ı vursaydı, değil mi?”
Sesim
günlük, olası bir şeyden bahseder gibi çıkmıştı. Defne gözlerini kocaman açarak
bana baktı. Sanırım o da sesimdeki sıradanlığı fark etmişti. Ama aslında ben
bunu bilinçli olarak yapıyordum. Tepkisini düşürmek için.
“Eylül,
orada gerçekten zarar görebilirdin. Farkındasın, değil mi?”
Omuz
silktim. Elbette farkındaydım. Üstelik bundan deli gibi korkmuştum ama Ayaz’a olabilecekler
beni daha fazla korkutmuştu.
“Defne
bari sen yapma. Sen anlamazsan kim anlayacak ki beni?”
“Tamam,
Eylül. Ben seni anlayayım, anlayayım da sen de biraz anlaşılacak şeyler yap
olmaz mı? Silahlı adamın üzerine gitmek nedir? Ya Ayaz adamla baş edemeseydi? O
zaman ne olacaktı?”
“Ama
hiçbir şey olmadı, ayrıca anlatacaklarım da bitmedi. Devam edebilir miyim?”
Defne’nin
gözlerini devirse de devam etmeme izin verdi. Birazcık hainlik yaptığımı ve
kaçtığımı biliyordum ama daha fazla kendimi savunmak istemiyordum. Dürüst olmak
gerekirse, bunu yapan Defne olsaydı ben daha yoğun bir tepki bile verebilirdim.
Çünkü benim için çok değerliydi. Ama konu ben olunca kaçıyordum. Evet.
Ne
yapabilirim, mükemmel değildim.
Gecenin
geri kalanını ve bu sabah yaşadıklarımızı da anlattım. Anlatırken her şeyi
baştan yaşıyormuş gibi hissetmiştim. Defne’nin değişen mimiklerini de özellikle
izledim. Hiçbir şey söylemese de tepkilerin bu şekilde anlayabiliyordum. Ayaz’ın
çıkışmasını anlattığımda hem bundan memnun kalmış hem de biraz kızmış gibi
göründü. Bu sabah aramızda geçenler ise kesinlikle onun da kafasını
karıştırmıştı.
“Ben
tam anlayamadım,” dedi. “Siz şimdi Ayaz’la bir daha görüşmeyeceksiniz, öyle mi?”
Tabağımı
çatalımla karıştırmaya devam ederek, “Ayaz’a göre öyle ama bilmiyorum,” dedim. “Bana
bunun olası bir yanı varmış gibi gelmiyor.”
Defne’nin
tek kaşını kaldırması ile gözlerimi devirdim. Aldırmadan devam etti.
“Bir
gün senin bir adama böyle bir tepki vereceğini hayatta tahmin etmezdim,” dedi. “Beni
şaşırtıyorsun.”
“Aslında
kendimi de şaşırtıyorum.”
Defne
hafifçe durgunlaştı.
“Eylül,
sana akıl verecek değilim. Hele ki benim ki bu kadar işe yaramazken…”
Defne’ye
saçmalama dercesine baktım.
İlişkisinin kötü bitmesi onu bu konuda kötü örnek yapmıyordu, ya da işe yaramaz.
Konuşmaya
devam etti.
“Ama
sana dikkat etmeni söyleyebilirim. Ayaz seni bu kadar uyarıyorsa eğer, onun
senin için kötü bir şey istediğini iddia edemem. Ama uzak durmanı istemesinin bir
sebebi de vardı mutlaka.”
“Biliyorum.”
İç çektim. “Biliyorum.”
Bir
süre konuşmadan öylece oturduk. Ben sessizliği bozana kadar kendi
düşüncelerimizden oluşan bir denizin içinde yüzüp durduk. Boğulmadığım için
kendimi şanslı sayarak kafamı dışarı çıkardığımda konuştum.
“Bu
arada, eğer burada yaşayacaksam, faturaları ben ödeyeceğim.”
“Ödeyemezsin.”
“Defne,
itiraz etme. Öylece gelip burada yaşayamam.”
“Tamam,
anlıyorum da unuttun sanırım. Faturaları ben bile ödeyemiyorum ki. Babam eve
yerleşmeye kabul ettiğim anda hepsini otomatik ödemeye aldı. Kısacası, fatura
derdi de yok.”
“Oh,”
dedim arkadaşıma bakarak. “Keyfe bak. Baya bedava yaşıyormuşsun sen.”
Hafifçe
güldü.
“E
ben bunu sana daha önce de söyledim.”
“Unutmuşum,
neyse. O zaman mutfak masrafları benden.”
“Vallahi
onu da şöyle yapacağız. Herkes canının istediğini alacak, canının istediğini
yiyecek. Öyle para hesabı yapmamıza gerek yok, zaten. Birbirimizden yemek
esirgeyecek değiliz. O misafir odası da senin odan olur. Oldu bitti. Hem senin
bursların da yeter böylece. Okul bitene kadar çalışmana gerek kalmaz.”
Haklıydı.
İki burs alıyordum. Eğer bu kadar bedava yaşayacaksam, hayli hayli yeterdi.
Güldüm.
“Çok
kolay oldu bu.”
“Olsun
o kadar. Her şeyi de zor yaşayacağız diye bir kural yok ya.”
“Sağ
ol Defne ya. İyi ki varsın, gerçekten.”
Defne
kasıla kasıla arkasına yaslandı.
“Gerçekten
de iyi ki varım. Dünyayı varlığımla güzelleştiriyorum değil mi?”
Karşılıklı
olarak güldük.
“Aynen
öyle. Bu arada eşyalarımı almaya benimle gelirsin değil mi?”
“Gelirim,
gelirim de Hasret teyze delirecek.”
“Boşversene.
Ben çoktan delirdim.”
Kapının
çalması ile ikimiz de sustuk. Defne’nin yüzünde beliren hafif gülümsemeye
bakılırsa birisini bekliyorduk.
“Kim?”
diye sordum.
“Bilmem,
senin burada olduğunu duyar duymaz gelmek isteyecek olan birisi sanırım.”
“Aman
be Defne…” dedim suratımı buruşturarak. “Serdar’a mı haber verdin?”
“Ben
haber vermedim. Aradığında söyledim hepsi bu. Hem sen ondan rahatsız olmazdın,
ne oldu? Ayaz’a bir şeyler hissetmeye başladın diye Serdar’ı hayatından mı
çıkaracaksın?”
Kapı
yeniden çaldı.
“Kimseden
rahatsız olduğum yok Defne, sadece şu an yalnız kalmayı tercih ederdim.”
“Üzgünüm,
benim de elimde değildi. Hadi git kapıyı aç. Senin için buraya kadar geldi
adam.”
İsteksizce
yerimden kalkıp kapıya gittim. Serdar’la aynı okuldaydık ve onun benimle hala
ilgilendiğini biliyordum ama bu ilgisinin giderek yoğunlaşmasını beklemiyordum.
Serdar iyi bir adamdı, yakışıklıydı da üstelik. İki yıl önce onu reddettiğimden
beri, beni rahatsız edecek bir tavır da takınmamıştı. Ama ben yine de şu an
Ayaz’ a karşı hissettiğim şeyleri ona karşı hissedememiştim.
Onunla
hala arkadaş olmamın ona bir nevi haksızlık olduğunu biliyordum aslında. Çünkü
ben böyle davranınca o da ona bir şekilde bağlılık hissettiğimi düşünüyordu.
Bunu kendisi söylemişti. Aslında haklıydı da ancak hissettiğim bağlılık onun
istediği şekilde değildi. Benim yapmaya çalıştığım tek şey onun sevecen
arkadaşlığını kaybetmemeye çalışmaktı yalnızca. Çünkü o gerçekten iyi bir adam
ve iyi bir arkadaştı. Benim yüzümden bu denli üzülmesine gerçekten
dayanamıyordum. Bu yüzden de ona özellikle iyi davranmaya çalışıyordum. Ama
Defne’nin dediği gibi bu ona yalnızca umut oluyordu.
Galiba
hata ediyordum.
Yüzüme
bir tebessüm yerleştirerek kapıyı açtım. Karşımda Serdar’ın kumral saçlarını ve
sıcak, kahverengi bakışlarını bulmayı bekliyordum. Ama onun yerine sarı saçlı,
iri yarı bir adam gördüğümde durakladım ve yüzümdeki tebessümü yutarak ona
baktım. Bu adamı tanımıyordum.
Adam
beni gördüğü için şaşırmış gibiydi. “Ah, affedersiniz. Yanlış kattayım sanırım,”
dedi ve gülümsedi. “Tabii evi kiralamak gibi bir niyetiniz yoksa.”
Bir
an durakladıktan sonra, “Sorun değil,” diye yanıt verdim. Adamın bana neden bu
kadar mutlu baktığını anlamamıştım.
“Eylül’dü,
değil mi?” diye sordu.
Adımı
nereden biliyordu? Tereddütle, “Evet,” diye mırıldandım. Adam sevimli bir
gülümseme ile elini uzattı.
“Ben
Akın, Ayaz’ın arkadaşıyım. Ve bu hayatımdaki en güzel tesadüf.”
^^ Merhabalar... Öncelikle gecikme için çok çok özür dilerim. Gerçekten yazamadım. Bugün fırsat bulduğum gibi geçtim hemen hikayenin başına. Aslında 9. bölümü de yazıp cumartesi toptan gönderecektim ama bu zaten uzun ve durgun bir geçiş bölümü oldu. Üzerine daha da uzatırsam sıkabileceğini düşündüm. Bir aksilik olmaz ise diğer bölüm cumartesi akşamı gelecek.
Sabrınız için teşekkür ederim. Yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler^^ :)
Çok güzel olmuş, Defne efsane olmuş açıkçası. Benimde Defne gibi samimi bir arkadaşım vardı, şimdi bam başka yerlerde, başka başka hayatlardayız. Bir an için burnumun direği sızlar gibi oldu ama bunlar hep kişisel anılardan :)
YanıtlaSilŞimdi bölüme dönersek, bölümde bence kronik Ayaz yetmezliği var, Ayaz'ın telefonunda Defne'nin numarası falan da olduğu için, küçük bir arama beklemiştim doğrusu ama yazar zalim çıktı :)
Kızlar arası diyologlar efsane ama Eylül'ün Defne'ye taşınması bence hikayeyi çok olumlu etkileyecek sonuçta demoklesin kılıcı gibi sallanan ebeveyn baskısı ortadan kalkmış olacak ki evlere şenlik :)
Ve biliyor musun cümle düşüklükleri, imla hataları, sonu gelmez üç noktalar. Hepsinden kurtulmuş vaziyettesin seni takip ettiğim süre boyunca inanılmaz derecede yazımını geliştirdin. Yazarlarında ikinci kitapları ilkinden daha gösterişli olur ya demek ki yazdıkça kuvvetleniyor insanın kalemi :)
Bu bölüm daha çok bir geçiş bölümü olmuş haklısın ama bölümün en önemli gelişmesi bence sonunda gizliydi. Akın'ın oraya gelişinin tesadüfün t'siyle bile ilgisi yok bence ama nasıl oldu da buldu Eylül'ü onu bilemedim. Oradan çok güzel şeyler çıkacak gibi. Üstelik çok klişesin keşke ölsen falan demeyeceksen Defne'yle Akın diyorum anlarsın ya :) :) İki yan karakter fena da olmaz hani :)
Eser senin ve bunu kimseye beğendirmek gibi bir kaygın olmamalı, sadece senin içine sinmesi önemli. Olumlu veya olumsuz her türlü eleştiri her zaman olabilir ama aslolan senin hikayenden emin olmandır.
Bu girişi yaptıktan sonra naçizane bir tavsiye vermek istiyorum, bence Serdar'ı kısa vadede yok et. İki erkek arasında kaldım amanın yardım edin olayı bildiğin gibi fena halde klişe. Yani alacakaranlıktan girer, vampir günlüklerinden çıkarım ki o Elena'nın ne kadar salak bir insan/vampir olduğu tamamen ayrı bir tartışmanın konusu :) Velhasıl kelam aşkın alternatifi olmamalı, lütfen bana Jacob travması yaşatma rica ederim :)
Öpüyorum, kendine iyi bak, cumartesiye yetiştir :)
Bu blog mereti çok güzel insanlarla tanışmanı sağlıyormuş, gerçekten :)
Şöyle söyleyeyim: Okur tepkilerini kendi tepkilerimden yola çıkarak düşünüyorum. Yani ben sıkılırdım sanırım biraz daha uzarsa, o yüzden sizi sıkabileceğini düşündüm. Kısacası okura göre yazarken aslında kendimi okur yerine koyuyorum, o yüzden de aslında yine kendime göre yazıyorum :D Bu cümleyi tam olarak anlayana da aşk olsun :D
SilDefne'nyi daha çok seversin gibi geliyor bana. Onun için düşündüğüm ve birazını oluşturduğum karakter tam benlik, evlere şenlik aslında. Ama Akın ve Defne... Hmm. :) Şunu söyleyeyim, Defne'nin bambaşka bir hikayesi var ve eğer bir aksilik olmazsa Eylül'de Ayaz'dan sonra onu yazacağım. İster istemez burada da bir parçasını göreceksiniz tabii. Ama Defne'nin kaderi, bu yazarcığın kafasında çoktan belirlendi sevgili arkadaşım :)
Ayaz'dan Defne'yi boşuna aratmadım ya hu, kullanacağım bunu tabii ki, şşşş çaktırma :P :D
Serdar bir Jacop vakası olmayacak merak etme. Ama yine de ortalığı biraz karıştıracaktır muhakkak. Ne de olsa kızceğizimize karşı boş değil... :)
Aslında bu aralar sürekli sıkış tıkış vakitlerde yazdığım için pek içime sinmiyor yazdıklarım ama kendimi geliştirdiğimi düşünmene gerçekten sevindim. Tüm çabam bunun için :)
Not: Klişeler bazen güzeldir. Her zaman itici gelmezler bana ;)
Akının gelişi de tesadüf mü değil mi çok sürmez ortaya çıkması :) O da biraz hareketlendirecek ortamı tabii ki.
Ben de seni tanıdığım için çok memnunum, her zaman burada olduğun için çok teşekürler^^ :)
Akin miiiiii? Aman Allah'im, Ayaz'in parasini zamaninda getirmeyen, getirince de eksik getiren Akin. Olamaz tehlike canlari caliyor. Adrenalin had safhada.
YanıtlaSilEylül'ün annesine tepkisi cooook sert ama dogruydu galiba. Yasadigi kolay degil kizcagizin. Serdar'i bekliyorum merakla ve simdiden zavallim diyorum. Veeee Defne tam sevilesi gercek kiz arkadas. Herkesin sahip olmasi gerektigi. Yasasin kiz arkadaslar :)
Ellerine saglik sakin ama sonu heyecanli biten bir bölümdü.
"Ayaz'in parasini zamaninda getirmeyen, getirince de eksik getiren Akin" Ahahahahah :D Ayy buna çok güldüm ya. Şahane tanımlama şekli :D
SilBeğenmene sevindim. Defne'yi sevmenize de öyle. Ama şimdi kendinizi Eylül'ün yerine koyun, siz olsanız daha yumuşak bir tepki verebilirmiydiniz ki? :)
Yorumun için teşekkür ederim^^ :)
Merhaba :)
YanıtlaSilBölümü beğendim.Ayaz bu bölüm yoktu ama olsun onun yerine Defne ve Eylül dostluğunu okumak hoşuma gitti.:) Çok tatlılar :)
Eylül haklı gerçekten.Annesi korkmuş olabilir ama eylülün dediği gibi neyden korktu bu kadar? Bahaneydi bence ama tabi oda kendi çapında haklı.Genede söylemesi gerekirdi.
Eylülün defneye taşınması çok yerinde oldu bence.Çekinme derdi falan olmayacak.Ayazda gelsin görsün eylülü lütfen :)
Bu serdarın çıkması iyi olduu..Ayaz kıskanacak :) Birbirlerini sevdiklerini falan anlayacaklardır artık ?
Defneye sevgili buldum ben! Demir olsun.4lü takılırlar ve güzel olur :)
Akın geldi bu hiç iyi olmadı bakalım neler olacak?
Takipteyim :) Görüşürüz :)
Aa yeni bir isim, ne güzel. Hoş geldin :)
SilAnlaşılan herkes ilk bölümden defnenin başını bağlamaya karar verdi haha :D Aynı zaman da herkes de sevdi... Sevindim. Ayaz ve Eylül mutlaka görüşecekler ama nasıl olacak hep birlikte ilerleyen bölümlerde göreceğiz artık.
Beğenmene sevindim, teşekkür ederim :)