Ayaz’ın
arkadaşı olduğunu söylemesine şaşırmıştım. Yine de kabalık etmemek için elini
sıktım ve kısa bir süre içinde elimi geri çektim.
“Memnun
oldum. Ancak beni nereden tanıdığınızı anlamadım.”
Daha
önce Ayaz’ı ziyaret eden kimseyi görmemiştim. Beni tanıması ise son derece garipti. Ne
yani, Ayaz arkadaşlarına beni mi anlatıyordu? Hiç zannetmiyordum.
“Dün
gece Ayaz’a uğradım. Küçük kavganıza denk geldim ne yazık ki,” dedi. Mahcup bir
şekilde gülümsemişti. Ve bu son derece, onun cüssesindeki bir adama böyle hitap
etmek biraz garip olsa da, sevimliydi. Ne diyeceğimi bilemeyerek orada durmaya
devam ettim. Adamın gitmeye niyeti olduğundan emin değildim.
“Seninle
tanışmayı çok istemiştim. Ayaz pek gönüllü değildi ama göründüğü gibi kaderin
önünde durulmuyor.”
Akın’a
belli belirsiz gülümsedim. Senli
hitabete de bu kadar hızlı girdiğine göre bu muhabbetten hoşlanmayacaktım. Ama
Ayaz’ın gönüllü olmaması kısmı ilgimi
çekmişti. Soru sormak istiyordum ama adamın yanlış anlamasından çekinerek
çenemi tuttum. Beni tanımak istemesi kısmı ise pek hoşuma gitmemişti. Çok da
kaba olmamak adına hafifçe gülümsedim ancak yanıt vermedim.
“Çok yorgun görünüyorsun, rahatsız değilsin umarım?”
Ah,
bana bu fırsatı verdiğin için teşekkür ederim.
“Aslında
biraz rahatsızım. Dinleneceğim, kusura bakmayın,” diye yanıt verdim. Kapıyı
kapatmak için hareketlenmiştim. Gerçekten şu ana bana asılmaya çalışan birisi
ile ilgilenemeyecektim.
Akın
elini kapıya koyarak beni durdurdu. Biraz kızgın bir şekilde ona baktım. Ne
yapmaya çalışıyordu?
“Özür
dilerim,” dedi yeniden elini çekerek. “Sadece burada yaşayıp yaşamadığını merak
ettim.” Üzerimdeki rahat kıyafetleri süzdükten sonra devam etti. “Sanırım
yaşıyorsun.”
“Bunu
neden merak ediyorsunuz?” diye sordum. Özellikle siz demeye devam ediyordum.
“Çünkü
sana komşu olacağım sanırım,” diyerek yanıt verdi. “Kiralık bir eve bakmaya
gelmiştim.”
“Yaa,”
dedim sıkılmış bir tavırla, daha fazla kibarlık peşinde koşamayacaktım. “Ne
tesadüf ama…”
Akın
bana anlamlandıramadığım bir bakış attı. Gözlerinde bir an hoşlanmadığım bir
ışık parlayıp sönmüştü. Herkesin uzak duramamı söylediği Ayaz’da asla
görmediğim, benden uzak dur diyen bir
bakıştı bu.
“Yaa,”
dedi manidar bir sesle. “Tesadüf işte.” Yoğun bakışları üzerimdeydi.
Asansörün
kapısı açıldığında o tarafa baktım. Akın da benimle birlikte dönüp oraya baktı.
Asansörden inen Serdar’ı gördüğümde rahatlama ile doldum. Bu adamdan bir
sebepten gerçekten hoşlanmamıştım. Büyük ihtimalle direk samimiyetle konuşmaya
başlamasındandı. Ya da başka herhangi bir şeyden… Bilmiyordum ama ondan
hoşlanmamıştım.
Serdar,
bana bana ve Akın’a birer bakış attıktan sonra, Akın’a nezaketen bir kafa
selamı verip bana uzandı. Ben de uzanıp on hafifçe sarıldım.
“Hoş
geldin.”
Serdar
geri çekildikten sonra yeniden Akın’a baktı. Ondan biraz daha uzundu ama Akın
kas olayını biraz abartmış olduğu için daha iri yarı görünüyordu.
“Arkadaşın
kim?” diye sordu merakla.
“Benim
arkadaşım değil,” dedim kaba bir şekilde. “Yeni komşularımızdan birisinin
arkadaşı.”
Akın
cevabım karşısında gülümseyerek tek kaşını kaldırdı. Onu başımdan savmaya
çalıştığımı anlamamış olmazdı. Bundan neden bu kadar hoşlandığını ise Allah
bilirdi.
“Ama
senin de arkadaşlığına da talibim tabii,” dedi uzatarak. “Üstelik komşu da
olacak gibiyiz.”
“Ne
mutlu bana.”
Gerçekten
bu sohbetin bitmesini istiyordum. Defne’nin içeriden, “Eylül?” diyerek
seslendiğini duydum. Çok şükür.
“Kusura
bakmayın,” dedim Akın’a bakarak. Ve Serdar’ı kolundan tutup içeri çektim.
“İçeri dönmeliyiz.”
Onun
yanıtını beklemeden kapıyı kapattım. Serdar’ın şaşkın yüzü ile baş başa
kaldığımda ise omuz silktim.
“Kimdi
o?” diye sordu. Sesinde Akın’ın varlığından rahatsız olduğunu bildiren bir ton
vardı. Elbette olacaktı.
Gözlerimi
devirmemek için kendimi zor tuttum. Dünya üzerinde ilgilimi çeken ve benimle
ilgilenmesini istediğim tek adam beni hayatından çıkarmak için elinden geleni
yapıyorken ben burada, o ilgiyi fazlasıyla gösteren insanlardan sıkılıyordum.
Hayat gerçekten garipti.
“Bilmem,
annemle yaşadığımız mahalleden bir komşumuzun arkadaşıymış.”
“Ne
alaka?”
“Üst
kat kiralık yanılmıyorsam. Ona bakmaya gelmiş olmalı. Tesadüf.”
Serdar’ın
gözlerinde aksi bir bakış belirdi. “Adam sana resmen asılıyordu.”
“Biliyorum,”
dedim içeri doğru yürümeye başlayarak. “Fark ettim.”
Serdar
hiç havamda olmadığımı anlamış olmalıydı ki konuyu uzatmadı. Hep birlikte
salona geçip biraz oturduk ve sohbet ettik. Serdar’a sadece annemin evleneceği
ve bunu benden gizlediği kısmını anlattım. Fazlasını bilmesine gerek yoktu.
Bunun için evi terk etmem gerekip gerekmediği konusunda fikrimi sorsa da beni
çok da yargılamadı. Ben de minnettar bir şekilde konuyu kapattım. Saat akşamüzerine
yaklaşırken yerimden doğruldum. Eşyalarımı toplamak için eve gitmek istiyordum.
Serdar da yardım edebileceğini söylese de gerek olmadığını söyledim. Annemle
yaşayacağımız muhtemel bir anne-kız kapışmasına şahit olmasını istemiyordum.
Yalnızca haber verdiğimizde bir Pikap araba ile gelecek ve eşyaları taşımamıza
yardım edecekti.
Doğrulurken
biraz da olsa afalladığımı hissettim. Gerçekten bunu yapıyordum. Annemi terk
ediyordum. İçten içe kötü hissederken kalkıp Defne’nin dolabından üzerime bir
kot ve sade, siyah bir badi geçirdim. Saçlarımı tarayıp topladım ve Defne
Serdar’ı geçirirken kapıdan ona hafifçe el salladım. Aslında Serdar’ın yine ve
sık sık buraya geleceğini tahmin ediyordum. Belki de önce hala bana karşı bir
umudu olup olmadığını öğrenmeli, eğer varsa net bir şekilde bunun olmayacağını
ona anlatmalıydım. Ona daha fazla haksızlık etmek istemiyordum.
Defne
de üzerini değiştirirken balkona çıkıp derin bir soluk aldım. Annemin her şeye
rağmen moda evindeki görüşmeye gideceğini biliyordum. O yüzden de bu saatlerde
evde olmasa bile bir iki saate kadar dönmüş olurdu. O gelmeden önce eşyalarımı
toparlayabilirsem, tartışmayı o kadar kısa tutar ve oradan ayrılabilirdim.
Bir
yandan da Ayaz’ı görebileceğimi düşünerek geriliyordum. Son iki güne çok fazla
şey sığdırmıştık. O yüzden de yeniden karşılaşırsak birbirimize nasıl
davranacağımızı gerçekten bilmiyordum.
Ah,
kendimi çok yorgun hissediyordum.
A~
Cebimden
telefonumu çıkarıp saate baktım. Akşamüzeri dört civarıydı ve ben hala bu
tükürdüğümün emlak ofisinde oturuyordum. Akın’ın beni burada bilerek
beklettiğini biliyordum. Ama bunu ne için yaptığından tam olarak emin değildim.
İki seçenek vardı: Ya parayı vermeyeceği için benim sıkılıp gitmemi istiyordu.
Ya da sadece canımı sıkmak istiyordu. Hangisi olduğu da pek fark etmiyordu
benim için. İki seçeneği de kıvırıp...
“Akın
abi ile konuştum abi. Yoldaymış. Birazdan burada olur.”
Düşüncelerimi
en önemli yerinde kesen çaylağa baktım. Akın bu emlak ofisini üç yıl önce
açmıştı. Aslında bu sadece dövüşteki pisliğini kapatmak için kullandığı bir
örtüydü. Emlakçılık onun resmi işiydi. Bu çocukta güya onun yardımcısıydı ama
aslında Akın onu da dövüşlere hazırlıyor ve hayatının içine etmeye
hazırlanıyordu. Çocuğa gözlerimi devirdim. Onu uyarmıştım ama o da iri cüssesine
pek bir güveniyor ve hızlıca, çok para kazanmak istiyordu. İyi halt ediyordu.
“Gelsin
bakalım,” dedim oturduğum sandalyede doğrularak. Şurada oturduğum iki saat için
onu pişman edecektim.
Akın’a
karşı duyduğum nefretin giderek ve giderek büyümesine şaşırmıyordum. Bir
zamanlar ondan başka beni anlayan kimsenin olmadığını düşünürdüm. Şimdi ise
onun beni anlayan değil, beni nasıl kullanacağını bilen bir adam olduğunu fazla
fazla hissediyordum. Ben dövüşmenin beni ehlileştireceğini zannederken daha da
berbat olduğumu fark etmezken, onun bunu fark ederek ellerini ovuşturduğunu
görememiştim.
Başlarda
dövüş kaybettikçe öfkelenmiş, öfkelendikçe canileşmiş, canileştikçe de
kazanmıştım. Sonra da o yenilmeyen adamlarından birisi olmuştum. Büyük paralara
dövüşen, dövüştüğünde kazanan adam… Akın’ın istediği adam olmuştum. Ve içimde,
olmaya çalıştığım adamdan kalan ufak parçaları da hızla yok etmiştim.
Akın’ın
2013 model siyah Verso’su kapının önünde durunca ayağa kalktım. Bu emlakçı Akın’ın sevimli, aile
arabasıydı. Öyle bir adam olduğuna gerçekten inan var mıydı, bilmiyordum.
“Kusura
bakma Ayaz,” dedi arabasını kilitleyip bana doğru yürürken, “Beklettim.”
“Bakmaz
mıyım dersin?” dedim ters bir şekilde. Yanımdan geçip içeri girmesine izin
vermiştim. Masanın arkasındaki koltuğa oturup bana baktı. Neredeyse sırıtıyordu.
“Çay,
kahve falan içtin mi beklerken? İkram edeyim sana?”
Neden
bu kadar neşeli olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama muhtemelen sinirimi
bozacak bir şey söylemeye hazırlanıyor olmalıydı. Böyle zevkten dört köşe
olmasını başka şekilde açıklayamazdım.
Beni
yeniden dövüştürmek istediği için benim kadar açık edemese de artık o da benden
haz etmiyordu. Sinirlerimi olabildiğince bozmak da şu aralar yapmaktan en çok
hoşlandığı şeydi. Tabii, bunu istemeden yapıyormuş gibi davranıyordu.
“Bırak
çayı kahveyi de paramı ver,” dedim. Konuyu uzatmak istemiyordum. Her ne kadar
dilesem de olay çıkarmak da istemiyordum. Burası merkezi bir yerdi. Kavga
çıkarsa polisin anında damlayacağından şüphem yoktu. Ve ben nezareti gerçekten
özlememiştim.
Akın
beni şaşırtarak uzatmadan kilitli çekmecelerinden birisini açıp beyaz bir zarf
çıkardı ve bana doğru attı.
“İşte
burada. Para tam. Say istersen.”
“Sayacağım
zaten,” dedim zarfı açarken. “Sana güvenecek değilim.”
Paranın
tam olduğunu gördüğümde zarfı montumun iç cebine koyup yeniden ona baktım.
“Demek
ki neymiş. Sırf puştluğundan yokuş yapıyormuşsun.”
Akın
ettiğim küfrü görmezden gelerek çaylağına seslendi.
“Ahmet.”
Çaylak
içeriden gelirken orada dikilmeye devam ettim. Madem beni burada bu kadar saat
dikmişti. Tek bir küfürle yırtamazdı. Anasını ağlatacaktım.
“Buyur
abi,” dedi çocuk emir bekleyen bir tavırla. Akın henüz onu dövüşlere
götürmediği için yalakalık derdindeydi. Akın konuşmadan önce bana şöyle bir
baktı.
“Akşam
taşınıyorum haberin olsun.”
Ahmet
anlamayarak, “Tamam abi,” diye yanıt verdi. “Senin evi mi satıyoruz? İlan mı
asayım?”
“Yok.
Kısa bir süre için kiraya çıkıyorum sadece.”
“Kendi
evin varken?”
“Güzel bir sebebim var.”
Akın’ın
bana bakışındaki ve ses tonundaki yavşaklığa dikkat ettim. Bu konuşmayı benim
önümde yapıyor olmasının mutlaka bir sebebi vardı. Vardı ama onun taşınmasının
beni neden ilgilendireceği hakkında aklıma herhangi bir şey gelmiyordu. Akın
aklımdaki sorulara yanıt vermek ister gibi, “Bu arada,” diyerek lafa girdi.
Artık bana hitap ediyordu. “Düne kadar senin güzel komşun olan hatun, bu akşamdan itibaren benim güzel komşum oluyor. Gördün mü şu işi.”
Benim
güzel komşum mu?
Farkında
olmadan yumruklarımı sıktım. Akın dün gece Eylül’e ağzının suyu aktığında onun
peşine gerçekten takılacağını tahmin etmeliydim. Kendimi gevşeye zorlayarak, “Anlamadım,”
dedim. Oysa anlamıştım. Hem de çok iyi.
Bu
kız gerçekten bir bela mıknatısı olmalıydı.
“Eylül’den
bahsediyorum. Emin misin anlamadığından?”
“Seni
öldürürüm.”
Kelimeler
ben onları dizginlemeye çalışamadan önce dudaklarımdan döküldü. Ama şu an
umurumda da değildi. Akın’ın Eylül’ün yanına yaklaşmasına bile izin veremezdim.
Akın yerinden doğrulurken Ahmet’in korumacı bir tavırla bana doğru yürüdüğünü
gördüm. Ama Akın akıllık ederek onu durdurdu. Sonra da masanın arkasından çıkıp
kollarını göğsünde bağlayarak karşımda durdu.
“Sebep?”
“Onun
bir kilometre dahi yakınına yaklaşmayacaksın.”
“Sebep?”
“Çünkü
ben öyle söylüyorum.”
“Dün
de takılmadığınızı söylüyordun.”
Aniden
uzanıp Akını yakalarından kavradım.
“Onun.
Yanına. Yaklaşmayacaksın. Anladın mı?”
Akın
bileklerimi kavrayarak tutuşumdan kurtulamaya çalıştı ama her ne kadar
zorladıysa da başaramadı.
“Merak
etme, ömürlük değil ya. Şöyle bir tadına baka-”
Akın
tutuşumdan kurtulmayı başarmıştı. Çünkü burnunu kırmıştım. Kimse ne olduğunu
anlayamadan ona sağlam bir kafa attım. Söylemeye çalıştığı şeyi bitirmesine
izin vermezdim. Bunun beni ne kadar delirttiğini ben bile henüz fark ediyordum.
Eylül, benim değildi ama bu şerefsizin de olmayacaktı. Akın’ın isterse ne kadar
şeytan olabileceğini, Eylül’e olmadığını biri gibi yaklaşabileceğini ve belki
de onu kandırabileceğini biliyordum. Yapabilirdi. O bu dünyadaki en iyi
yalancılardan birisiydi. Ve Eylül ve onu birlikte düşünmek damarlarımda bir
çağlayanın akmasına neden oluyordu.
Akın
burnunu tutarak küfrederken bana yumruk atmaya çalışan Ahmet’i de kolayca yere
serdim. Eğer bir daha denerse bu çocuğa gerçekten yazık olacaktı.
“Seni
gerçekten öldürürüm,” dedim gözlerimi Akın’dan ayırmayarak. Ses tonumu hala
alçak tutuyordum. “Kaybedecek bir şeyim yok. Beni zorlama.”
Akın’ın
bana karşılık vermeyeceğini biliyordum. O şişme kasları bana karşı bir işe
yaramazdı. Ama burnunu tutmaya devam ederek ve beni şaşırtarak karşıma dikildi.
Gururu tavan yapmış olmalıydı. Savurmaya çalıştığı yumruğu yakalayarak bu kez
çenesine vurdum. Yine geriye doğru sendeledikten sonra düşmeden durakladı. Eh,
artık olan olmuştu. Sokaktaki sivil polislerin biraz sonra tepeme bineceğini
bilerek Akın’ı yeniden yakaladım ve onun kendini korumasına izin vermeyerek bir
yumruk daha attım.
İnlemeye
benzer bir ses çıkardığı sırada yakasını yakalayarak onu bir kez daha kendime
çektim.
“Eylül’e
yaklaşmayacaksın.”
O
yanıt veremeden önce arkamdaki koşuşturmayı hissettim. Hemen sonra da beni Akın’ın
üzerinden çeken kolları… Onların polis olduğunu bildiğim için direnmedim. Bu
sokakta her zaman siviller olurdu. Akın o yüzden buraya dükkanını kurmuştu.
Polislerin
“Dur, kıpırdama,” nidaları eşliğinde onların beni yaslamaya çalıştığı duvara
direnip Akın’a baktım.
“Takip
ettin değil mi lan orospu çocuğu?” dedim Eylül’ü hemen bulmuş olduğunu
hatırlayarak. “Takip ettin.”
“Kapa
çeneni.”
İki
polis memuru beni sertçe duvara çarptığında suratımı buruşturdum. Ellerim
arkadan kelepçelenirken memurlardan birisinin, “İyi misiniz Akın Bey?” dediğini
duyunca öfkeli bir kahkaha attım. Akın’ın yalancılığını nasıl da etkili
kullandığını bir kez daha görüyordum. Bu polis memuru bey dediği adamın nasıl
bir puşt olduğunu bilse ne hissederdi acaba?
“Sus
dedim!”
Polislerden
birisi beni bir kez daha hafifçe duvara çarpınca ona baktım.
“Tanışıyor
muyuz önceden?”
Bana
karşı bu kadar hırslı olmasını başka şekilde açıklayamazdım. Hoş çok fazla
Amerikan filmi izlemiş de olabilirdi.
“Ne?”
Adama
yeniden sırtımı dönüp, “Polis olmasaydın var ya,” diye mırıldandım. Ah, neyse.
Şimdi bir de memura kafayı takamayacaktım. Polislerin ikisi birlikte koluma
girip beni çekerken uzun olanın Akın’a “Şikayetçi misiniz?” dediğini duydum.
Dönüp hepimiz ona baktık.
Gözleri,
acıdan olsa gerek, kıpkırmızı olan Akın hararetle, “Şikayetçiyim,” diye yanıt
verdi. Gözlerimin içine nefretle bakıyordu.
Hafifçe
sırıttım. Elbette olacaktı. Ama o da gayet iyi biliyordu ki en fazla bu geceyi
nezarethanede geçirirdim. Beni dava edemezdi. Onun bütün hayatını yakabilecek
kadar çok şey biliyordum. Üstelik sadece hukuki açıdan değil. Onunla birlikte
kendimi de yakardım belki ama onu da yakardım. Gözümü dahi kırpmadan… O da bunu
gayet iyi biliyordu.
Polislerin
anons ederek istedikleri bir ekip arabasına binerken derin bir nefes aldım.
Akın’ın burnunu kırmanın onu Eylül’den uzak tutacağını zannetmiyordum. Belki
kısa bir süre ama sonrasında yine ona saracağından emindim. Eylül’le
konuşmalıydım. Onunla konuşmak zorundaydım.
Ve
şimdi bunun için, serbest kalmayı beklemeliydim.
^^Tamam kabul ediyorum bu defa bölüm biraz kısa oldu ama hızlı akmasının da bunda etkisi var :| Yine de önceki bölümü iki gün önce yolladığımı unutmadan affedersiniz sanırım :P İyi kötü yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. :)
^^Tamam kabul ediyorum bu defa bölüm biraz kısa oldu ama hızlı akmasının da bunda etkisi var :| Yine de önceki bölümü iki gün önce yolladığımı unutmadan affedersiniz sanırım :P İyi kötü yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. :)
Bela=Akin nefret edilesi, tiksinilesi, igrenc adam. Böyle adamlardan hiic hazetmiyorum. Sanki nuri alco' nun simdiki zaman versiyonu. Aman sakın sonra Akin'in cocukluguna gidipte neden böyle oldu diye anlatip ona acimamiza veya sevmemize meydan verme lütfen :)
YanıtlaSilNeden Serdar etkisiz elemandi. Biraz karsilikli dialog beklerdim. Serdar ile tanismamiz kisa oldu :(
Ellerine saglik :)
Serdar'ı yazarsam Ayaz'ı yazamayacaktım, yetişmeyecekti. Ben de bu yüzden Ayaz'ı tercih ettim :) Ama Serdar'ı detaylı bir şekilde yazacağım merak etme :) Yok ya, Akın'ın çocukluğu ile işimiz yok :)
SilTeşekkürler yorumun için :)
Cok sevindim :) bir de "daha önce Akin' i eden kimseyi görmemistim" cümlesindeki eden taniyan olacakti herhalde. Parmak sürcmesi mi diyelim ;)
SilAhaha :D Ya orada başka bir cümle vardı düzenlerken batırmışım haberim yok :D Teşekkürler uyarı için, düzenliyorum hemen :)
SilYeni bölüm kısa zamanda geldi iyide oldu :))
YanıtlaSilKısaydı ama olsun dediğin gibi 2 gün sonra eklediğin için bişey olmaz :)
Bu akını varya elimden alamayacaklar yani.Pislik herif
Ohh ayaz ne güzel dövdü az bile yaptı.Eylülün yanına ne güzel yaklaşmayacaksın seni öldürürüm dedii :)))
Serdarda geldi.Ayazın başı dertte.Akın,Serdar ohoo hepsini pataklamak zorunda kalıyor ve kalacak gibi daha :))
Nezarete girmeye alıştı iyice.Ama akın ayazın elinden inşallah hiç kurtulamayacak.Şöyle öldüresiye yalvarırcasına dövsün bence.
Serdarda eylülden hoşlanıyor hala malum.Kıskanç ayaz okumak istiyorumm :)) Arkadaşı demirde defneyle olsun bencee :))
Bölüm çok güzeldi devamını bekliyorum :)
Vallahi Ayaz'ın işi dövüşmek... Artık bunu ne kadar kullanır ne kadar kullanmaz hep birlikte göreceğiz. Ama aklını başına alması için bir şeylerin farkına varması gerek tabii ;) :) Hepsini bölümler ilerledikçe göreceğiz inşaallah.
SilBölümü beğenmene sevindim. Yorumun için çok teşekkür ederim^^
Geç geldim ama geldim, merhabalar...
YanıtlaSilAslında bölümü paylaştığın gün okumuştum neredeyse ama bir şeyler yazmaya üstünde düşünmeye fırsat bulamadım.
Şimdi bir şeyler karalamak istedim. Bölüm zaten kısa olduğu için üstüne tartışılacak pek bir şey yok. İlk dikkatimi çeken şeylerden biri Eylül'ün başının cidden belada olduğu. Çünkü psikopatlar böyledir, bir şeyin değerli olduğunu böylesi belli edersen bunu kişisel bir oyun haline getirir.
O yüzden Ayaz'ın tepkisi doğal ve içten olduğu kadar stratejik olarak yanlıştı bakalım neler olacak :) Her ne olacaksa Ayaz-Eylül yakınlaşmasında etkili olacağını düşünüyorum. Bir çeşit The Bodyguard vakası olabilir mesela, ben isterim yani, Eylül'de ister bence :)
Ayaz'ın tutuklanmasının hikayeye bir katkısı olmayacaksa ileride, -mesela Ayaz'a kafayı takan psikopat bir komiser falan gibi,- çok gerekli bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yani Ayaz'ı öyle görmek istemedim, polis hakkında ülkece yaşadığımız travmalar malum zaten, ne bileyim, hikaye senin tabii :)
Serdar konusunda da ciddi endişelenmiştim ama Eylül o kadar soğuk yapıyor ki ahahaha en fazla Ayaz'ı kıskandırıp harekete geçirmeye itici güç olur Serdar'dan, çokta iyi olur. Sevindim şimdi burada :)
Kendine çok iyi bak, bekliyorum devamını :)
Hiç ülke-polis falan yorumlarına girme bence. Zaten "umarım kimse bu yorumu yapmaz," diyerek yazdım. Sen yaptın, üzüldüm. Her neyse... Yazmam bir gereklilikti orada.
SilHikayede vuku bulan her şey elbetteki kıyısından köşesinden Eylül ve Ayaz'ı etkileyecektir. Temelde onları etkilemesi için olayları kurguladığımı düşünecek olursak :) Ayaz'ın tepkisinin Akın ve Eylül üzerinde de muhakkak ki etkileri olacak tabii.
Vallahi Serdar için şu an pek tehlike arz edecek şeyler düşünmüyorum ama hikaye yazarken oluşuyor ne de olsa, hiç bir şey için söz veremem :)
Teşekkürler yorumun için...
Belki sen farklı düşünüyorsundur benden, olabilir. Bu neden üzülecek/üzecek bir konu olsun ki? Öyle bir amacım da yoktu zaten bende üzüldüm, üzülmene.
SilÖzgür irade, bağımsız fikir candır. Zaten senin yazdığın bir şeye müdahale edemem, öyle bir şeye niyette etmem. Benim ki "bence böyle" demekten ibaret sadece.
Teşekkürler cevabın için...