5 Temmuz 2014 Cumartesi

9 Eylül'de Ayaz - 9. Bölüm


Ayaz’ın arkadaşı olduğunu söylemesine şaşırmıştım. Yine de kabalık etmemek için elini sıktım ve kısa bir süre içinde elimi geri çektim.

“Memnun oldum. Ancak beni nereden tanıdığınızı anlamadım.”

Daha önce Ayaz’ı ziyaret eden kimseyi görmemiştim. Beni tanıması ise son derece garipti. Ne yani, Ayaz arkadaşlarına beni mi anlatıyordu? Hiç zannetmiyordum.

“Dün gece Ayaz’a uğradım. Küçük kavganıza denk geldim ne yazık ki,” dedi. Mahcup bir şekilde gülümsemişti. Ve bu son derece, onun cüssesindeki bir adama böyle hitap etmek biraz garip olsa da, sevimliydi. Ne diyeceğimi bilemeyerek orada durmaya devam ettim. Adamın gitmeye niyeti olduğundan emin değildim.

“Seninle tanışmayı çok istemiştim. Ayaz pek gönüllü değildi ama göründüğü gibi kaderin önünde durulmuyor.”

Akın’a belli belirsiz gülümsedim. Senli hitabete de bu kadar hızlı girdiğine göre bu muhabbetten hoşlanmayacaktım. Ama Ayaz’ın gönüllü olmaması kısmı ilgimi çekmişti. Soru sormak istiyordum ama adamın yanlış anlamasından çekinerek çenemi tuttum. Beni tanımak istemesi kısmı ise pek hoşuma gitmemişti. Çok da kaba olmamak adına hafifçe gülümsedim ancak yanıt vermedim.

“Çok yorgun görünüyorsun, rahatsız değilsin umarım?”

Ah, bana bu fırsatı verdiğin için teşekkür ederim.

“Aslında biraz rahatsızım. Dinleneceğim, kusura bakmayın,” diye yanıt verdim. Kapıyı kapatmak için hareketlenmiştim. Gerçekten şu ana bana asılmaya çalışan birisi ile ilgilenemeyecektim.

Akın elini kapıya koyarak beni durdurdu. Biraz kızgın bir şekilde ona baktım. Ne yapmaya çalışıyordu?

“Özür dilerim,” dedi yeniden elini çekerek. “Sadece burada yaşayıp yaşamadığını merak ettim.” Üzerimdeki rahat kıyafetleri süzdükten sonra devam etti. “Sanırım yaşıyorsun.”

“Bunu neden merak ediyorsunuz?” diye sordum. Özellikle siz demeye devam ediyordum.

“Çünkü sana komşu olacağım sanırım,” diyerek yanıt verdi. “Kiralık bir eve bakmaya gelmiştim.”

“Yaa,” dedim sıkılmış bir tavırla, daha fazla kibarlık peşinde koşamayacaktım. “Ne tesadüf ama…”

Akın bana anlamlandıramadığım bir bakış attı. Gözlerinde bir an hoşlanmadığım bir ışık parlayıp sönmüştü. Herkesin uzak duramamı söylediği Ayaz’da asla görmediğim, benden uzak dur diyen bir bakıştı bu.

“Yaa,” dedi manidar bir sesle. “Tesadüf işte.” Yoğun bakışları üzerimdeydi.

Asansörün kapısı açıldığında o tarafa baktım. Akın da benimle birlikte dönüp oraya baktı. Asansörden inen Serdar’ı gördüğümde rahatlama ile doldum. Bu adamdan bir sebepten gerçekten hoşlanmamıştım. Büyük ihtimalle direk samimiyetle konuşmaya başlamasındandı. Ya da başka herhangi bir şeyden… Bilmiyordum ama ondan hoşlanmamıştım.

Serdar, bana bana ve Akın’a birer bakış attıktan sonra, Akın’a nezaketen bir kafa selamı verip bana uzandı. Ben de uzanıp on hafifçe sarıldım.

“Hoş geldin.”

Serdar geri çekildikten sonra yeniden Akın’a baktı. Ondan biraz daha uzundu ama Akın kas olayını biraz abartmış olduğu için daha iri yarı görünüyordu.

“Arkadaşın kim?” diye sordu merakla.

“Benim arkadaşım değil,” dedim kaba bir şekilde. “Yeni komşularımızdan birisinin arkadaşı.”

Akın cevabım karşısında gülümseyerek tek kaşını kaldırdı. Onu başımdan savmaya çalıştığımı anlamamış olmazdı. Bundan neden bu kadar hoşlandığını ise Allah bilirdi.

“Ama senin de arkadaşlığına da talibim tabii,” dedi uzatarak. “Üstelik komşu da olacak gibiyiz.”

“Ne mutlu bana.”

Gerçekten bu sohbetin bitmesini istiyordum. Defne’nin içeriden, “Eylül?” diyerek seslendiğini duydum. Çok şükür.

“Kusura bakmayın,” dedim Akın’a bakarak. Ve Serdar’ı kolundan tutup içeri çektim. “İçeri dönmeliyiz.”

Onun yanıtını beklemeden kapıyı kapattım. Serdar’ın şaşkın yüzü ile baş başa kaldığımda ise omuz silktim.

“Kimdi o?” diye sordu. Sesinde Akın’ın varlığından rahatsız olduğunu bildiren bir ton vardı. Elbette olacaktı.

Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Dünya üzerinde ilgilimi çeken ve benimle ilgilenmesini istediğim tek adam beni hayatından çıkarmak için elinden geleni yapıyorken ben burada, o ilgiyi fazlasıyla gösteren insanlardan sıkılıyordum. Hayat gerçekten garipti.

“Bilmem, annemle yaşadığımız mahalleden bir komşumuzun arkadaşıymış.”

“Ne alaka?”

“Üst kat kiralık yanılmıyorsam. Ona bakmaya gelmiş olmalı. Tesadüf.”

Serdar’ın gözlerinde aksi bir bakış belirdi. “Adam sana resmen asılıyordu.”

“Biliyorum,” dedim içeri doğru yürümeye başlayarak. “Fark ettim.”

Serdar hiç havamda olmadığımı anlamış olmalıydı ki konuyu uzatmadı. Hep birlikte salona geçip biraz oturduk ve sohbet ettik. Serdar’a sadece annemin evleneceği ve bunu benden gizlediği kısmını anlattım. Fazlasını bilmesine gerek yoktu. Bunun için evi terk etmem gerekip gerekmediği konusunda fikrimi sorsa da beni çok da yargılamadı. Ben de minnettar bir şekilde konuyu kapattım. Saat akşamüzerine yaklaşırken yerimden doğruldum. Eşyalarımı toplamak için eve gitmek istiyordum. Serdar da yardım edebileceğini söylese de gerek olmadığını söyledim. Annemle yaşayacağımız muhtemel bir anne-kız kapışmasına şahit olmasını istemiyordum. Yalnızca haber verdiğimizde bir Pikap araba ile gelecek ve eşyaları taşımamıza yardım edecekti.

Doğrulurken biraz da olsa afalladığımı hissettim. Gerçekten bunu yapıyordum. Annemi terk ediyordum. İçten içe kötü hissederken kalkıp Defne’nin dolabından üzerime bir kot ve sade, siyah bir badi geçirdim. Saçlarımı tarayıp topladım ve Defne Serdar’ı geçirirken kapıdan ona hafifçe el salladım. Aslında Serdar’ın yine ve sık sık buraya geleceğini tahmin ediyordum. Belki de önce hala bana karşı bir umudu olup olmadığını öğrenmeli, eğer varsa net bir şekilde bunun olmayacağını ona anlatmalıydım. Ona daha fazla haksızlık etmek istemiyordum.

Defne de üzerini değiştirirken balkona çıkıp derin bir soluk aldım. Annemin her şeye rağmen moda evindeki görüşmeye gideceğini biliyordum. O yüzden de bu saatlerde evde olmasa bile bir iki saate kadar dönmüş olurdu. O gelmeden önce eşyalarımı toparlayabilirsem, tartışmayı o kadar kısa tutar ve oradan ayrılabilirdim.

Bir yandan da Ayaz’ı görebileceğimi düşünerek geriliyordum. Son iki güne çok fazla şey sığdırmıştık. O yüzden de yeniden karşılaşırsak birbirimize nasıl davranacağımızı gerçekten bilmiyordum.

Ah, kendimi çok yorgun hissediyordum.

A~

Cebimden telefonumu çıkarıp saate baktım. Akşamüzeri dört civarıydı ve ben hala bu tükürdüğümün emlak ofisinde oturuyordum. Akın’ın beni burada bilerek beklettiğini biliyordum. Ama bunu ne için yaptığından tam olarak emin değildim. İki seçenek vardı: Ya parayı vermeyeceği için benim sıkılıp gitmemi istiyordu. Ya da sadece canımı sıkmak istiyordu. Hangisi olduğu da pek fark etmiyordu benim için. İki seçeneği de kıvırıp...

“Akın abi ile konuştum abi. Yoldaymış. Birazdan burada olur.”

Düşüncelerimi en önemli yerinde kesen çaylağa baktım. Akın bu emlak ofisini üç yıl önce açmıştı. Aslında bu sadece dövüşteki pisliğini kapatmak için kullandığı bir örtüydü. Emlakçılık onun resmi işiydi. Bu çocukta güya onun yardımcısıydı ama aslında Akın onu da dövüşlere hazırlıyor ve hayatının içine etmeye hazırlanıyordu. Çocuğa gözlerimi devirdim. Onu uyarmıştım ama o da iri cüssesine pek bir güveniyor ve hızlıca, çok para kazanmak istiyordu. İyi halt ediyordu.

“Gelsin bakalım,” dedim oturduğum sandalyede doğrularak. Şurada oturduğum iki saat için onu pişman edecektim.

Akın’a karşı duyduğum nefretin giderek ve giderek büyümesine şaşırmıyordum. Bir zamanlar ondan başka beni anlayan kimsenin olmadığını düşünürdüm. Şimdi ise onun beni anlayan değil, beni nasıl kullanacağını bilen bir adam olduğunu fazla fazla hissediyordum. Ben dövüşmenin beni ehlileştireceğini zannederken daha da berbat olduğumu fark etmezken, onun bunu fark ederek ellerini ovuşturduğunu görememiştim.

Başlarda dövüş kaybettikçe öfkelenmiş, öfkelendikçe canileşmiş, canileştikçe de kazanmıştım. Sonra da o yenilmeyen adamlarından birisi olmuştum. Büyük paralara dövüşen, dövüştüğünde kazanan adam… Akın’ın istediği adam olmuştum. Ve içimde, olmaya çalıştığım adamdan kalan ufak parçaları da hızla yok etmiştim.

Akın’ın 2013 model siyah Verso’su kapının önünde durunca ayağa kalktım. Bu emlakçı Akın’ın sevimli, aile arabasıydı. Öyle bir adam olduğuna gerçekten inan var mıydı, bilmiyordum.

“Kusura bakma Ayaz,” dedi arabasını kilitleyip bana doğru yürürken, “Beklettim.”

“Bakmaz mıyım dersin?” dedim ters bir şekilde. Yanımdan geçip içeri girmesine izin vermiştim. Masanın arkasındaki koltuğa oturup bana baktı. Neredeyse sırıtıyordu.

“Çay, kahve falan içtin mi beklerken? İkram edeyim sana?”

Neden bu kadar neşeli olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ama muhtemelen sinirimi bozacak bir şey söylemeye hazırlanıyor olmalıydı. Böyle zevkten dört köşe olmasını başka şekilde açıklayamazdım.

Beni yeniden dövüştürmek istediği için benim kadar açık edemese de artık o da benden haz etmiyordu. Sinirlerimi olabildiğince bozmak da şu aralar yapmaktan en çok hoşlandığı şeydi. Tabii, bunu istemeden yapıyormuş gibi davranıyordu.

“Bırak çayı kahveyi de paramı ver,” dedim. Konuyu uzatmak istemiyordum. Her ne kadar dilesem de olay çıkarmak da istemiyordum. Burası merkezi bir yerdi. Kavga çıkarsa polisin anında damlayacağından şüphem yoktu. Ve ben nezareti gerçekten özlememiştim.

Akın beni şaşırtarak uzatmadan kilitli çekmecelerinden birisini açıp beyaz bir zarf çıkardı ve bana doğru attı.

“İşte burada. Para tam. Say istersen.”

“Sayacağım zaten,” dedim zarfı açarken. “Sana güvenecek değilim.”

Paranın tam olduğunu gördüğümde zarfı montumun iç cebine koyup yeniden ona baktım.

“Demek ki neymiş. Sırf puştluğundan yokuş yapıyormuşsun.”

Akın ettiğim küfrü görmezden gelerek çaylağına seslendi.

“Ahmet.”

Çaylak içeriden gelirken orada dikilmeye devam ettim. Madem beni burada bu kadar saat dikmişti. Tek bir küfürle yırtamazdı. Anasını ağlatacaktım.

“Buyur abi,” dedi çocuk emir bekleyen bir tavırla. Akın henüz onu dövüşlere götürmediği için yalakalık derdindeydi. Akın konuşmadan önce bana şöyle bir baktı.

“Akşam taşınıyorum haberin olsun.”

Ahmet anlamayarak, “Tamam abi,” diye yanıt verdi. “Senin evi mi satıyoruz? İlan mı asayım?”

“Yok. Kısa bir süre için kiraya çıkıyorum sadece.”

“Kendi evin varken?”

Güzel bir sebebim var.”

Akın’ın bana bakışındaki ve ses tonundaki yavşaklığa dikkat ettim. Bu konuşmayı benim önümde yapıyor olmasının mutlaka bir sebebi vardı. Vardı ama onun taşınmasının beni neden ilgilendireceği hakkında aklıma herhangi bir şey gelmiyordu. Akın aklımdaki sorulara yanıt vermek ister gibi, “Bu arada,” diyerek lafa girdi. Artık bana hitap ediyordu. “Düne kadar senin güzel komşun olan hatun, bu akşamdan itibaren benim güzel komşum oluyor. Gördün mü şu işi.”

Benim güzel komşum mu?

Farkında olmadan yumruklarımı sıktım. Akın dün gece Eylül’e ağzının suyu aktığında onun peşine gerçekten takılacağını tahmin etmeliydim. Kendimi gevşeye zorlayarak, “Anlamadım,” dedim. Oysa anlamıştım. Hem de çok iyi.

Bu kız gerçekten bir bela mıknatısı olmalıydı.

“Eylül’den bahsediyorum. Emin misin anlamadığından?”

“Seni öldürürüm.”

Kelimeler ben onları dizginlemeye çalışamadan önce dudaklarımdan döküldü. Ama şu an umurumda da değildi. Akın’ın Eylül’ün yanına yaklaşmasına bile izin veremezdim. Akın yerinden doğrulurken Ahmet’in korumacı bir tavırla bana doğru yürüdüğünü gördüm. Ama Akın akıllık ederek onu durdurdu. Sonra da masanın arkasından çıkıp kollarını göğsünde bağlayarak karşımda durdu.

“Sebep?”

“Onun bir kilometre dahi yakınına yaklaşmayacaksın.”

“Sebep?”

“Çünkü ben öyle söylüyorum.”

“Dün de takılmadığınızı söylüyordun.”

Aniden uzanıp Akını yakalarından kavradım.

“Onun. Yanına. Yaklaşmayacaksın. Anladın mı?”

Akın bileklerimi kavrayarak tutuşumdan kurtulamaya çalıştı ama her ne kadar zorladıysa da başaramadı.

“Merak etme, ömürlük değil ya. Şöyle bir tadına baka-”

Akın tutuşumdan kurtulmayı başarmıştı. Çünkü burnunu kırmıştım. Kimse ne olduğunu anlayamadan ona sağlam bir kafa attım. Söylemeye çalıştığı şeyi bitirmesine izin vermezdim. Bunun beni ne kadar delirttiğini ben bile henüz fark ediyordum. Eylül, benim değildi ama bu şerefsizin de olmayacaktı. Akın’ın isterse ne kadar şeytan olabileceğini, Eylül’e olmadığını biri gibi yaklaşabileceğini ve belki de onu kandırabileceğini biliyordum. Yapabilirdi. O bu dünyadaki en iyi yalancılardan birisiydi. Ve Eylül ve onu birlikte düşünmek damarlarımda bir çağlayanın akmasına neden oluyordu.

Akın burnunu tutarak küfrederken bana yumruk atmaya çalışan Ahmet’i de kolayca yere serdim. Eğer bir daha denerse bu çocuğa gerçekten yazık olacaktı.

“Seni gerçekten öldürürüm,” dedim gözlerimi Akın’dan ayırmayarak. Ses tonumu hala alçak tutuyordum. “Kaybedecek bir şeyim yok. Beni zorlama.”

Akın’ın bana karşılık vermeyeceğini biliyordum. O şişme kasları bana karşı bir işe yaramazdı. Ama burnunu tutmaya devam ederek ve beni şaşırtarak karşıma dikildi. Gururu tavan yapmış olmalıydı. Savurmaya çalıştığı yumruğu yakalayarak bu kez çenesine vurdum. Yine geriye doğru sendeledikten sonra düşmeden durakladı. Eh, artık olan olmuştu. Sokaktaki sivil polislerin biraz sonra tepeme bineceğini bilerek Akın’ı yeniden yakaladım ve onun kendini korumasına izin vermeyerek bir yumruk daha attım.

İnlemeye benzer bir ses çıkardığı sırada yakasını yakalayarak onu bir kez daha kendime çektim.

“Eylül’e yaklaşmayacaksın.”

O yanıt veremeden önce arkamdaki koşuşturmayı hissettim. Hemen sonra da beni Akın’ın üzerinden çeken kolları… Onların polis olduğunu bildiğim için direnmedim. Bu sokakta her zaman siviller olurdu. Akın o yüzden buraya dükkanını kurmuştu.

Polislerin “Dur, kıpırdama,” nidaları eşliğinde onların beni yaslamaya çalıştığı duvara direnip Akın’a baktım.

“Takip ettin değil mi lan orospu çocuğu?” dedim Eylül’ü hemen bulmuş olduğunu hatırlayarak. “Takip ettin.”

“Kapa çeneni.”

İki polis memuru beni sertçe duvara çarptığında suratımı buruşturdum. Ellerim arkadan kelepçelenirken memurlardan birisinin, “İyi misiniz Akın Bey?” dediğini duyunca öfkeli bir kahkaha attım. Akın’ın yalancılığını nasıl da etkili kullandığını bir kez daha görüyordum. Bu polis memuru bey dediği adamın nasıl bir puşt olduğunu bilse ne hissederdi acaba?

“Sus dedim!”

Polislerden birisi beni bir kez daha hafifçe duvara çarpınca ona baktım.

“Tanışıyor muyuz önceden?”

Bana karşı bu kadar hırslı olmasını başka şekilde açıklayamazdım. Hoş çok fazla Amerikan filmi izlemiş de olabilirdi.

“Ne?”

Adama yeniden sırtımı dönüp, “Polis olmasaydın var ya,” diye mırıldandım. Ah, neyse. Şimdi bir de memura kafayı takamayacaktım. Polislerin ikisi birlikte koluma girip beni çekerken uzun olanın Akın’a “Şikayetçi misiniz?” dediğini duydum. Dönüp hepimiz ona baktık.

Gözleri, acıdan olsa gerek, kıpkırmızı olan Akın hararetle, “Şikayetçiyim,” diye yanıt verdi. Gözlerimin içine nefretle bakıyordu.

Hafifçe sırıttım. Elbette olacaktı. Ama o da gayet iyi biliyordu ki en fazla bu geceyi nezarethanede geçirirdim. Beni dava edemezdi. Onun bütün hayatını yakabilecek kadar çok şey biliyordum. Üstelik sadece hukuki açıdan değil. Onunla birlikte kendimi de yakardım belki ama onu da yakardım. Gözümü dahi kırpmadan… O da bunu gayet iyi biliyordu.

Polislerin anons ederek istedikleri bir ekip arabasına binerken derin bir nefes aldım. Akın’ın burnunu kırmanın onu Eylül’den uzak tutacağını zannetmiyordum. Belki kısa bir süre ama sonrasında yine ona saracağından emindim. Eylül’le konuşmalıydım. Onunla konuşmak zorundaydım.


Ve şimdi bunun için, serbest kalmayı beklemeliydim.

^^Tamam kabul ediyorum bu defa bölüm biraz kısa oldu ama hızlı akmasının da bunda etkisi var :| Yine de önceki bölümü iki gün önce yolladığımı unutmadan affedersiniz sanırım :P İyi kötü yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. :)

9 yorum :

  1. Bela=Akin nefret edilesi, tiksinilesi, igrenc adam. Böyle adamlardan hiic hazetmiyorum. Sanki nuri alco' nun simdiki zaman versiyonu. Aman sakın sonra Akin'in cocukluguna gidipte neden böyle oldu diye anlatip ona acimamiza veya sevmemize meydan verme lütfen :)
    Neden Serdar etkisiz elemandi. Biraz karsilikli dialog beklerdim. Serdar ile tanismamiz kisa oldu :(
    Ellerine saglik :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Serdar'ı yazarsam Ayaz'ı yazamayacaktım, yetişmeyecekti. Ben de bu yüzden Ayaz'ı tercih ettim :) Ama Serdar'ı detaylı bir şekilde yazacağım merak etme :) Yok ya, Akın'ın çocukluğu ile işimiz yok :)

      Teşekkürler yorumun için :)

      Sil
    2. Cok sevindim :) bir de "daha önce Akin' i eden kimseyi görmemistim" cümlesindeki eden taniyan olacakti herhalde. Parmak sürcmesi mi diyelim ;)

      Sil
    3. Ahaha :D Ya orada başka bir cümle vardı düzenlerken batırmışım haberim yok :D Teşekkürler uyarı için, düzenliyorum hemen :)

      Sil
  2. Yeni bölüm kısa zamanda geldi iyide oldu :))
    Kısaydı ama olsun dediğin gibi 2 gün sonra eklediğin için bişey olmaz :)
    Bu akını varya elimden alamayacaklar yani.Pislik herif
    Ohh ayaz ne güzel dövdü az bile yaptı.Eylülün yanına ne güzel yaklaşmayacaksın seni öldürürüm dedii :)))
    Serdarda geldi.Ayazın başı dertte.Akın,Serdar ohoo hepsini pataklamak zorunda kalıyor ve kalacak gibi daha :))
    Nezarete girmeye alıştı iyice.Ama akın ayazın elinden inşallah hiç kurtulamayacak.Şöyle öldüresiye yalvarırcasına dövsün bence.
    Serdarda eylülden hoşlanıyor hala malum.Kıskanç ayaz okumak istiyorumm :)) Arkadaşı demirde defneyle olsun bencee :))
    Bölüm çok güzeldi devamını bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vallahi Ayaz'ın işi dövüşmek... Artık bunu ne kadar kullanır ne kadar kullanmaz hep birlikte göreceğiz. Ama aklını başına alması için bir şeylerin farkına varması gerek tabii ;) :) Hepsini bölümler ilerledikçe göreceğiz inşaallah.

      Bölümü beğenmene sevindim. Yorumun için çok teşekkür ederim^^

      Sil
  3. Geç geldim ama geldim, merhabalar...

    Aslında bölümü paylaştığın gün okumuştum neredeyse ama bir şeyler yazmaya üstünde düşünmeye fırsat bulamadım.

    Şimdi bir şeyler karalamak istedim. Bölüm zaten kısa olduğu için üstüne tartışılacak pek bir şey yok. İlk dikkatimi çeken şeylerden biri Eylül'ün başının cidden belada olduğu. Çünkü psikopatlar böyledir, bir şeyin değerli olduğunu böylesi belli edersen bunu kişisel bir oyun haline getirir.

    O yüzden Ayaz'ın tepkisi doğal ve içten olduğu kadar stratejik olarak yanlıştı bakalım neler olacak :) Her ne olacaksa Ayaz-Eylül yakınlaşmasında etkili olacağını düşünüyorum. Bir çeşit The Bodyguard vakası olabilir mesela, ben isterim yani, Eylül'de ister bence :)

    Ayaz'ın tutuklanmasının hikayeye bir katkısı olmayacaksa ileride, -mesela Ayaz'a kafayı takan psikopat bir komiser falan gibi,- çok gerekli bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yani Ayaz'ı öyle görmek istemedim, polis hakkında ülkece yaşadığımız travmalar malum zaten, ne bileyim, hikaye senin tabii :)

    Serdar konusunda da ciddi endişelenmiştim ama Eylül o kadar soğuk yapıyor ki ahahaha en fazla Ayaz'ı kıskandırıp harekete geçirmeye itici güç olur Serdar'dan, çokta iyi olur. Sevindim şimdi burada :)

    Kendine çok iyi bak, bekliyorum devamını :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiç ülke-polis falan yorumlarına girme bence. Zaten "umarım kimse bu yorumu yapmaz," diyerek yazdım. Sen yaptın, üzüldüm. Her neyse... Yazmam bir gereklilikti orada.

      Hikayede vuku bulan her şey elbetteki kıyısından köşesinden Eylül ve Ayaz'ı etkileyecektir. Temelde onları etkilemesi için olayları kurguladığımı düşünecek olursak :) Ayaz'ın tepkisinin Akın ve Eylül üzerinde de muhakkak ki etkileri olacak tabii.

      Vallahi Serdar için şu an pek tehlike arz edecek şeyler düşünmüyorum ama hikaye yazarken oluşuyor ne de olsa, hiç bir şey için söz veremem :)

      Teşekkürler yorumun için...

      Sil
    2. Belki sen farklı düşünüyorsundur benden, olabilir. Bu neden üzülecek/üzecek bir konu olsun ki? Öyle bir amacım da yoktu zaten bende üzüldüm, üzülmene.

      Özgür irade, bağımsız fikir candır. Zaten senin yazdığın bir şeye müdahale edemem, öyle bir şeye niyette etmem. Benim ki "bence böyle" demekten ibaret sadece.

      Teşekkürler cevabın için...

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın