Brandon hızla Singh Holdingi’nin arka tarafındaki otoparka girdi. Arabayı nasıl park etti, hangi ara indim ve çantalarımı alıp binaya doğru yürümeye başladık bilmiyorum. Her şey o kadar hızlı oluyordu ki ben sadece bu hıza yetişmeye çalışıyordum.
Brandon’ın hızlı adımlarına ben ayağımdaki topuklularla koşarak yetişmeye çalışıyordum. Tabi ne kadar yetişebilirsem... Onun asansöre binip beni beklediğini gördüğümde adımlarımı daha da hızlandırmaya çalıştım.
Sanki ben karınca adımlarıyla yürüyormuşum gibi bana bakarak, “Biraz hızlı olur musun?” diye sorması beni çileden çıkarmıştı ama kendimi tutup sadece “Üzgünüm, topuklularla anca bu kadar hızlı yürüyebiliyorum,” diye mırıldandım.
Sözlerimi duydu mu duymadı mı emin değildim ama asansöre binice hemen düğmeye bastı ve kapılar kapandı. Yukarıya doğru çıkarken ikimizde sessizdik ama bana böyle sert davranması ve benimle ses tonunu yükselterek konuşması beni incitmişti. Sonucunda sebebini bile bilmediğim bir nedenden dolayı sinirliydi ve bana patlıyordu. Normal ben asla böyle şeylere takılmaz, önemsemezdi, önemsediğinde de mutlaka karşısındakinden özür dilemesini sağlayacak şekilde davranırdı! Tabi bunlar Brandon ile tanışmadan önceydi. Nedense alttan alma isteği duymuş, bastırılmış duygularımı kıpırdatmaya başlamıştı Brandon bu yüzden de davranışlarım norma Ashley davranışları değildi bunu kabul ediyordum.
Asansör birden durunca daldığım düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı Brandon’a çevirdiğimde parmağının durdur düğmesinden çekerken gördüm. Kaşlarımı kaldırmış sorarcasına baktığımda bakışlarını bakışlarıma dikti.
“Özür dilerim! Biraz sert çıktım.”
Sözlerini başımla geçiştirircesine salladıktan sonra bakışlarımı asansörün kapalı kapısına diktim.
Eliyle çenemi kavrayıp kendine doğru çevirdi ve bakışlarımız kesiştiğinde sözlerine devam etti. “Beni affedebilecek misin?”
“Tabi, olur böyle şeyler! Önemli değil!” Ne kadar önemsemezmiş görünmeye çalışsam da sesim bana ihanet etmiş, oldukça sert çıkmıştı.
Çenemi tutan parmakları biraz gevşedi ve dudaklarını dudaklarıma doğru yaklaştırmaya başladığında karşı koyamayacağımı biliyordum. Eğer şimdi onu durdurmazsam işlerin sarpa saracağını bildiğim kadar emindim bundan!
Bir adım geri atmamla çenemdeki eli düştü, bakışları dudaklarımdan bakışlarıma kaydığında kalp atışlarım hızlanmıştı ve o an keşke diye düşündüm keşke dudaklarının tadına baksaydım bir kez daha.
“Eğer duymak istediğiniz buysa affedildiniz Bay Veldone!”
İçini çekerek asansörün hareket tuşuna bastı ve yukarıya çıkmaya devam ederken duymayacağımı düşünerek “Şimdi de Bay Veldone olduk,” diye mırıldandı.
“Hep öyle olmalıydınız, sonuçta patronum sayılırsınız!”
“Hayır, sayılmam! Bende buranın bir çalışanıyım! Patron sıfatında olan biri değilim, hem olsam ki ne olur sonuçta eski…” Sözlerini devam ettirememesi merakımı ve ilgimi çekmiş bakışlarımı ona çevirmeme neden olmuştu.
“Eski ne?” Tek kaşımı kaldırmış merakla söyleyeceği cümleyi bekliyordum.
“Eski nişanlında patronunda değil mi? Buna rağmen beraberdiniz!”
Ben daha sözlerini idrak edemeden açılan asansör kapılarından arkasına bakmadan çıktı. Arkasından bakarken olduğum yerde durdum! Kendi ile Jackson arasında nasıl bir bağ kuruyordu da bu cümleyi kurabiliyordu.
“Toplantıya geç kalacağız!”
Asansörden çıkıp onun arkasından yürürken düşüncelerimde son iki cümlesi yankılanıyordu! Jackson ile kıyaslanacak bir durumu yoktu, aynı yerde çalışmamızdan daha öncesine dayanıyordu beraberliğimiz ki bundan ona neydi ki? Bu onu niye ilgilendiriyordu?
Gerekli cevabı verememiş olmanın ve tatmin edici hiçbir cevabın elimde olmayışının verdiği sinirle sert vuruyordum adımlarımı yere. Koridorda yankılanıyordu topuk seslerim. Ondan etkilendiğim, hoşlandığımı belki bir ilişkiye başlarsak kör kütük aşık olacağımı kabullenmiş durumda olmama rağmen onun bir yakın bir uzak davranışı içimde fırtınalar koparıyordu!
Brandon koridorda biraz daha ilerledikten sonra durup bir salonun kapısını açtı. İçeri girmedi önce beni bekledi. Bakışlarından onunda sinirli olduğunu fark etmiştim muhtemelen aynı nedenden sinirliydik! Havada asılı kalan sorular ve cevaplar yüzünden!
İçerisi tipik bir toplantı salonuydu. Ortasında otuz altı kişilik dikdörtgen bir masa bulunan büyük bir toplantı salonuydu. Duvarın biri komple camdı ve şehir manzarası sunuyordu bakanlara. Diğer duvarda büyük bir beyaz ekran vardı, projektör için hazırlandığı belliydi. Bir duvarda büyük ekran LCD ekran vardı, kapının bulunduğu duvar ise boş bırakılmıştı. Bu oda amacı haricinde başka bir şeye hizmet etmeyecek şekilde dizayn edilmişti.
Dikkatim toplantı masasına verdiğimde masada dosyaların ve her dosyanın yanında bir bardak suyun bulunduğunu gördüm. Her şey hazır görünüyordu. O an masada oturanlar masanın üzerindekilerden daha dikkat çekici göründü gözüme. Tanımadığım yüzler vardı.
Jennifer ve Charles tanıdığım yüzlerdi ama diğerleri tanıdık değildi. Biri hariç… kadınlardan birini daha önce görmüştüm. Sarışın, dalgaları saçları omuzlarından beline doğru dökülen, dolgun hatları ile baştan çıkarıcı bir görüntüye sahip olan seksi kadını… daha önce görmüştüm ama nerede gördüğümü çıkaramıyordum. Gözlerindeki parıltıdan onunda beni tanıdığı izlenimine kapıldım. Öyle bir enerji yayıyordu çevresine.
“Sanırım bizi kimse tanıştırmayacak. Bu sizinle ikinci karşılaşmamız,” diyerek elini uzattığında benimle aynı düşünceleri paylaştığını dışına vurmuştu.
“Yüzünüz tanıdık geliyor ama çıkarıyorum sizi ne yazık ki!”
“Kitapçıda karşılaşmıştık…” dediğinde yüzümde oluşan gülümsemeden tanıdığımı anladı ki devamını getirme gereği duymadı. Gülümseyerek uzattığı elini tuttum.
“Ashley Grench,” diyerek kendimi tanıttığımda aynı sıcak ve samimi ses tonuyla o da kendini tanıttı.
“Lisa Rosewood.”
“Ashley, hoş geldin. Eşimle tanıştın sanırım, muhteşem bir kadın değil mi?” diyerek içeriye girip bana başıyla selam verdikten sonra karısının dudaklarına bir öpücük bıraktı Charles. Onları böyle görüp de sırıtmamak imkansızdı.
“Evet, tanıştım,” Diye mırıldandım onları rahatsız etmemek adına başımı çevirmiştim ki Brandon’ın bakışlarını yakaladım. Gözleri bana sabitlenmiş hareketlerimi izliyor sözlerimi dinliyor gibi görünüyordu. Üzerinde durmamaya çalışarak başımı çevirdim.
“Bu arada Ashley, eşim Lisa Singh Holdingi’nin halka ilişkiler müdürü. Kimse tanıştırmıyor sanırım sizi ben tanıştırayım,” diyerek Bayan Rosewood’un yanındaki koyu kahverengi küt saçlı mankenleri kıskandıracak bir fiziğe sahip, kozmetikçilerin hayalini kurduğu bir cildi olan, Tanrı’nın özenerek yaratmış diyebileceğim bir kadını gösterdi.
“Lucy Rosewood. Singh Holdingi’nin satış müdürü ve bu da Alex Lyons, kendisi Borghensee Holdingi’nin muhasebecisi.”
Son olarak uzun boylu, sert mizacı varmış gibi görünen ama ısındığında oldukça eğlenceli birine benzeyen adamı göstererek odada bulunan herkesi tanıttı. Hepsi birbiriyle arkadaş, kardeş, yıllardır iş diyalogunun haricinde sohbetleri olan insanlardı. Onların arasında kendimi fazlasıyla yabancı hissetmiştim.
Herkes masada yerlerine yerleşirken bende bana ayrılan yere oturduğumda Brandon’ın Jennifer ile yan yana oturduğu dikkatimi çekti. İstemsiz bir şekilde bakışlarım ona kaydığında ikisinin koyu bir sohbete girdiklerini fark ettim. İç çekerek bakışlarımı onlardan uzaklaştırmak adına kapıya yönelttiğimde Bay Borghensee ve Bay Rosewood’un içeriye girdiğini gördüm. Bay Rosewood’u iş adamları tanıtım gecelerine olan katılımlarından tanıyordum. Tanımamak mümkün de değildi zaten. Yaşına göre oldukça dinç ve yakışıklı görünüyordu. Hafif kırlaşmış saçları ve geniş omuzları ile bulunduğu konumu hak ettiğini gösteriyordu. Gözlerinin kenarlarındaki yılların vermiş olduğu kırışıklık gülümsemeyi sevdiğini gösteriyordu ama şu anki bakışları karşısındaki öldürebilecekmiş gibi ciddiydi.
“Bayan Grench! Aşağıdaki kalabalığın sizinle bir ilgisi olduğunu düşünüyor musunuz?”
Bay Borghensee’nin ciddi ve sert ses tonu bütün dikkatimi üzerine yöneltmeme neden oldu. “Hayır, benimle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum! Neden böyle bir kanıya vardığınızı öğrenebilir miyim?”
“ ‘Care davası’ desem yeterince şey anlatmış olur muyum? Bütün basın adınızın davada geçtiğini söylüyor”
Ben hiçbir şey diyemeden Brandon araya girerek sözümü kesmiş oldu. “Elizaer, bunun sebebi anlaşma imzalanan şirkette olabilir. Dava ile ilgisi olmayabilir, yeterince büyük bir fiyasko oldu her iki şirket içinde!”
“Gerçekten bu kalabalık her geçen an artıyor gibi…” diye Lisa Rosewood lafa atladı. Sesin geldiği yere baktığımda camın kenarında olduğunu gördüm. Sözlerine inanmayı tercih ettim, şuan ki konumum yerimden kalkıp camdan bakmak için gitmeye müsait değildi.
“Charles, Bayan Grench ile beraber aşağıdaki kalabalığın dağılmasını sağlayın! Eğer yeni anlaşma konu ise Alex sana da ihtiyaç olacak.”
Üçümüz de Bay Borghensee’nin sözlerine itiraz etmeden başımızı sallayıp odadan çıktık. Eğer Bay Borghensee haklı ise dava ile ilgili sorular gelecekti ve ben ne cevap verecektim bilmiyordum. Zaten dava hakkında bile çok bir bilgim yoktu. Çok mu? Dava hakkında şuanda hiçbir şey bilmiyordum. Her şeyi Dean ve Justin yönetiyor, çalışmaları onlar yapıyor, araştırmalardan ve sonuçlardan onlar haberdardı. Bense hiçbir şey bilmiyordum şuanda… ama Brandon haklıysa, şu anlaşma sonucunda ne olmuştu ki? Bu konuda da hiçbir şeyden haberim yoktu. Tam anlamıyla kendimi yardımcı oyuncu gibi hissediyordum. Gidecek, boy gösterecek ve geri dönecektim.
Holding binasından çıkarken birazda tereddütlüydüm. İlk defa içimden dua ediyordum dava ile ilgili olmasın diye. Ama dava ile ilgili olsa kesin bir şey söyleyebileceğimi sanmıyordum. Gerçi her iki olayla da ilgili olsa da bir şey söyleyemezdim. Kendimi ciddi anlamda bilgisiz hissettim. Neler olduğundan, çevremde neler döndüğünden haberdar değildi.
“İyi misin?” diye bir ses düşüncelerimi böldü. Başımı çevirdiğimde bunu söyleyenin Alex olduğunu gördüm.
“Evet!” diyebildim sadece başımı sallarken.
“Tedirgin görünüyorsun!” bu seferde lafa Charles atlamıştı.
“Şu olay ne? Holdingle ilgili olan…”
Charles bakışlarını tekrardan önüne çevirerek bana durumu açıklamaya başladı. “Anlaşma imzalanan şirket aslında hiç var olmayan bir şirket yani birkaç kimyacının uydurdukları, var olduklarını söyledikleri bir şirket ürünleri için sermaye arıyorlar. Bunu nasıl anlamadık bilmiyorum. Son zamanlarda böyle şeyler çok olmaya başlamıştı ama kendimize o kadar güveniyorduk ki başımıza gelmez zannettik ve tuzağa düştük bizde. Bu adamlar daha öncelerden birkaç şirketle anlaşmalar imzalamış ve ürünlerini satışa sunmuşlar. Bunlar bir krem üzerine çalışıyor ve kendilerine bir isim arıyorlardı. Ortak çalışmamız ve ürünün bizden çıkması, ürünün güvenilirliğini arttıracaktı. Ancak bu adamlar o kremde zararlı, asit içerikli maddeler kullanıyorlarmış. Bu fark edildi. Tabi biz zarar görmeden geri dönen kesimiz ancak bu yine de anlaşma imzalandığı ve belirli miktarda sermaye sağlandığı için ekonomik olarak biraz zarara uğrattı.”
“Brandon bu yüzden sinirliydi!”
Charles’tan önce Alex lafa atlayarak soruma cevap verdi. “Evet! Çünkü bu şirketle daha doğru bu dolandırıcılarla anlaşmayı Brandon imzalamamızı istedi, bu ürünün satılacağına ve gelirin ciddi anlamda yüksek basamaklı rakamlar olacağına inanıyordu. Böyle bir oyuna gelmiş olmak sinirlerini bozdu.”
“Peki, zarar ne kadar?”
Muhasebeci olarak kesin rakamlardan haberdar olan Alex sorumu yanıtladı. “Tam olarak bu işe başlangıç olarak yarım milyon yatırıldı ki devamı da gelecekti satışlara göre.”
“Cidden büyük zarar!”
“Aslında bizler için çok büyük değil. Zaten iki holdingde yaptığı işlerde haftalık gelirleri o kadar oluyor, ancak her kaybedilen mevla işçilerin bir saat fazla çalışması anlamına geliyor, bu ister istemez performansı düşürüyor.”
Bu konuşmamız devam ederken dış kapıya yaklaşmıştık. Güvenlik gazetecileri içeriye sokmuyordu kapının önünde yığılmalarını da engelleyemiyordu. Biz yaklaştıkça uğultular çoğaldı. Bu tarz şeylere alışık olmama rağmen her seferinde beni tedirgin etmelerini engelleyemiyordum.
“Arkadaşlar lütfen sakin olun! Sormak istediklerini kısaca sorun. Fakat fazla vaktimi yok ve sorularınızı yanıtladıktan sonra buradan dağılmanızı rica ediyoruz.” Charles, kendinden emin yönetici edasıyla konuşması sanki herkes kontrolü altına almış gibi susturmuştu.
“İş yaptığınız şirkettin aslında şirket olmadığını dolandırıcıların olduğunu, sahte kimyacıların oluşturduğu bir grup farkına nasıl vardınız?” Diye sordu biri Charles’a mikrofonu uzatarak. Sorunun başlangıcı davayla ilgili olmadığını göstermiş rahat bir nefes almamı sağlamıştı.
“Bunu yapılan görüşme dosyalarını incelememiz ve dış bağlantılardan aldığımız bilgiler sonucunda öğrendik. Başında bizimde haberimiz yoktu.”
“Peki, zararınız ne kadar oldu Bay Rosewood?”
“Buna ben cevap vereyim, muhasebecileri olarak. Zarar Singh Holdingleri için yarım milyon dolar Borghensee Holdingleri için yedi yüz elli milyon dolar. Oldukça yüksek mevlalar olduğu değişmez bir gerçek.” Diyerek açılmasını sundu Alex.
“Peki, zararı karşılamak için nasıl bir strateji uygulayacaksınız? Bu mevlalar çok büyük ve sizlere darbesi ne kadar büyük?”
“Muhtemelen çalışanlarımızın mesai saatlerini düzenleyerek bu zararı karşılarız ancak bizler için bu darbe tahmin edildiği kadar büyük olmadı ama tabii ki maddi kriz olacaktır.” Maddi durumlarla ilgili Alex’in kendinden emin konuşması hayranlık uyandırıcıydı. Henüz hiçbir plan ve strateji oluşturulmamışken her şey kontrol altındaymış gibi konuşmasını sürdürüyordu.
Arkalarda kalmış biri mikrofonu havaya kaldırarak ve bağırarak “Bayan Grench bu olayın Care Davası ile ilgili olduğunu düşünüyor musunuz?” diye sorması üzerine bütün gözler bana dönmüştü. Charles’a baktım konuşmam ne kadar doğru olurdu bilmiyorum, ama onun başını sallayarak cevap vermeme teşvik etmesi üzerine derin bir nefes alarak konuşmayı devraldım.
“Bu olayla Care Davası’nın arasında nasıl bir bağlantı kurabildiniz anlamadım, ama böyle bir şey söz konusu değil!”
“Bayan Grench, siz bu holdingde çalışmaya başladığınızda daha haftası dolmadan böyle bir olayla karşılaştılar, sizce bu bir tesadüf olamaz değil mi?”
“Ben ilgisi olduğunu sanmıyorum ki son zamanlar gündeme damgasını vuran olaylardı bunlar. Son zamanlar büyük ve başarılıholdinglerin çoğunun başına geldi bu durum! Zamanlama olarak tamamen tesadüf olduğunu söyleyebilirim.”
“Pekâlâ, Bayan Grench, siz öyle diyorsanız! O zaman Care Davası tekrar açıldığında Kid Care’in oğlu Brad Care sizi de çalıştığınız yerle birlikte yok edeceğinden bahsetmişti röportajlarından birinde, bu sözler üzerine bu olayın yaşanmasını nasıl karşılıyorsunuz?”
Tanrım! Bunu gerçekten söylemiş miydi? Ve buna rağmen hala dışarıda mıydı bu adam! Açıkça medya üzerinden tehditler yağdırıyordu ve savcılık hiçbir şey yapmıyordu. Neler oluyor böyle?
“Bu sadece bir rastlantı... Biliyorsunuz ki Kid Care’in ölümünden sonrada çok fazla şey söylemişlerdi ancak o zaman burada çalışmıyordum. Bu iki olay arasında bir bağlantı kurulamaz ki zaten Care Davası’yla bir alakam yok benim.”
“Resmi olarak Avukat Dean Carry üstlenmiş davayı. Ancak bu işin altında sizin olduğunuz söyleniyor.”
“Ne yazık ki insanlar dillerine sahip çıkamıyor, akıllarında bir şeyler uyduruyor ve bunları da sizlere fısıldıyorlar. Her söylenene inanmayın! Davayı yöneten Avukat Dean Carry ve kendisi benim arkadaşım olduğu için böyle söylentiler çıkıyor ancak benim bu dava ile ilgim söz konusu değil. Ki zaten şuanda davanın nasıl ilerlediğinden, ne durumda olduğundan haberdar değilim. Sizce bu işin altında olabilir miyim bu durumda?”
Konunun daha da sarpa saracağını hisseden Charles, olaya el atarak daha fazla konuşmayacağımızı belirtti. “Arkadaşlar zamanımızın kısıtlı olduğunu söylemiştik. Şimdi sorularınızı yanıtladık izin verirseniz işimizin başına dönelim… Lütfen daha fazla rahatsızlık vermeden dağılın!”
Aralardan hala sorular geliyordu ama biz arkamızı dönmüş ilerliyorduk içeriye doğru. Ama aklıma da bu düşünceyi sokmuşlardı. Eğer Brad Care bu sözleri sarf ettiyse bir bağlantısı olabilirdi. Ama bunu nasıl yapabilirlerdi ki? Elinin, her işe yetişebilecek kadar uzun olduğunu düşünüyordum. Her pis yerde bir parmağı vardı bu adamın ve belki bir şekilde… bu işe de el atmış olabilirdi. Bu mümkündü!
Dilerim öyle değildir.
Durumu değerlendirerek tekrardan toplantı salonuna geri döndük. İçeriye girdiğimizde ne Bay Borghensee’yi ne de Bay Rosewood’u gördük. İkisi de odayı terk etmiş görünüyordu. Diğerlerinin de bakışları bize çevrilmiş neler olduğunu merak ediyor gibi görünüyorlardı.
Aşağıda olanları Charles kısaca özetlerken bahsi geçen Care Davası’nı anlatma kısmını bana bıraktı. Davayla ilgim merak edilen bir konuydu ve ne kadar bir ilgim olmadığını söylesem de nedense inanılması zor geliyordu. Konuşmalar devam ederken içeriye bir bayan girdi. Koyu kahve saçlarını at kuyruğu yapmış, dizlerinin hizasında etek ve uyumlu bir bluz giymiş, uzun boylu bir kadın girdi. İçeriye. Bakışlarını hepimizin üzerinde gezdirdikten sonra Brandon’un üzerinde durdu.
“Bay Veldone?” Aksanlı tonundan tahminime göre Kübalı falan olmalıydı. Brandon dikkatini gelen kadına yönlendirdiğinde “Evet, Anna?”
“Bay Rosewood, toplantının bugün olmayacağından dolayı herkesin işine dönebileceğini söyledi. Toplantı yarına ertelenmiş, ayrıca sizinle de özel olarak konuşmak istiyormuş.”
“Teşekkürler Anna!”
Brandon kadınla konuşurken sesi yumuşamış, bakışları sertliğini kaybetmiş ve dudakları kıvrılmıştı. İçimde kıskançlık tohumu kendini göstermeye başlarken duygularıma hakim olmaya çalıştım.
Odadan ayrılan kadının ardından herkes tek tek odadan çıkmaya başladı. İlk olarak Brandon odadan ayrılarak Bay Rosewwod’un yanına gitti peşine de ben çıktığımda birinin bana seslendiğini duydum arkamı dönüp baktığımda Brandon bana doğru yürüyordu.
“Ashley, ben özür dilerim. Öyle demek istememiştim.” Toplantıya gittiğini zannederken o gitmemiş benimle konuşmak için beklemişti. Bu davranışı kalbimdeki kadını sevindirirken mantığımdaki kadın büyün hevesimi kırıyordu.
“Bir anlık sinirle ne dediğimi bilmeden konuştum, kusura bakma. Bu adamlarla ilgili olay ve uğradığımız zarar sinirlerimi alt üst etti.”
“Evet, söylememen gereken şeyleri söyledin. Sinirini birinden alman gerekiyordu piyango bana vurdu değil mi? Henüz birkaç günlük tanıdığın birine! Boş versene!”
Arkamı dönüp ilerlemek için bir adım dahi atamadan kolumdan tutuldum ve toplantı salonuna geri sürüklendim. Hızla çarpan kapının sesini duymamla sırtımı kapıya yaslanmış hissetmem bir oldu. Neye uğradığımı bilememenin verdiği şaşkınlıkla bakışlarımı Brandon’ın yüzüne çevirdiğinde dudakları dudaklarımı buldu. Öpüşüne başta karşılık vermek istemedim. Hatta vermemek için kendimi zorladım ama yapamadım. Gerek şaşkınlığımdan gerekse onun hissettirdiği duygudan dolayı reddedememiştim. Ona karşı bazı duygularım olduğunu kabul etmişken bunu yapamadım.
Elini belimde hissettiğimde kendimden geçmek üzereydim, diğer eli de elimi tutmuş baş parmağını avucumun içinde gezdiriyordu.
Kendimden o kadar geçmiştim ki zaman kavramını yitirmiş gibi hissediyordum. Hiçbir şey düşünemiyordum. Dudaklarımızı ayıran Brandon elini biraz daha sıkarak beni kendine doğru çekti. Başımı önüme eğip göğsüne yasladım. Onunda kalbinin benimki kadar hızlı attığını hissediyordum ve bu biraz da olsa egomu zedelenmekten kurtarıyordu. Sadece zayıf olan ben değildim. Benim ona karşı irademin zayıflığının yanında aynı şekilde onunda iradesi bana karşı zayıf görünüyordu.
Bir süre Brandon ile o pozisyonda kaldık. Ne ben yerimden kımıldayabiliyordum ne de Brandon kımıldıyordu. İkimizin de nefes alışlarımız henüz düzelmemişti ama bir şekilde kendimizi toplamamız gerekiyordu. Aslında şuanda bu şekilde ölene kadar kalabilirdim. Brandon’ın belime sarılı kollarında, erkeksi ve çekici kokusunu içime çekerek durabilirdim.
Çok uzun süre hareketsiz kalmışız gibi Brandon hareket ederek bir adım geri çekildi. Hala eğik olan başımı kaldırmak için elini çenemin altına koyu başımı kaldırdı. Gözlerimiz tekrardan buluştuğunda gözlerindeki ifade bir çok duyguyu barındırıyor gibiydi. En çok da sanki uzun yıllardır görüşmemiş bir sevgiliydik de bakışlarıyla hasret gideriyor gibiydi.
Yanağımı avucunun içine alıp dudaklarıma küçük bir öpücük daha kondurduğunda gülümseyerek gülümsüyordu. Bu gülümseme gözlerine kadar ulaşmış yıldızlı bir gökyüzü gibi parıldıyordu gözleri.
Her şeye rağmen gerçekçi tarafım bütün bu huşunun içinden kendini sıyırarak ben daha farkın bile varmadan, “Yapmamalıydık!” deyiverdi.
“Neden?”
“Çünkü…” nasıl devam edeceğimi bilemeyerek duraksadım. Derin bir nefes alarak, baştan çıkarıcı erkeksi kokusunu içime çektim ve o anın yarattığı duygusallıkla gerçekleri fısıldadım. “Yanımda bulunan herkes bu davaya bulaşıyor ve senin bu işe bulaşmanı istemiyorum!”
“Eğer bu riski göze alıyorsam?”
“Ya ben bu riski göze alamıyorsam?”
“Olacaklardan korkmuyorum!”
“Ama ben korkuyorum! Buna cesaretim yok!”
“Ashley…” diye başladığında sözünü keserek gözlerinin içine baktım. .
“Anlamıyorsun! Bu davaya bulaşan herkes ölüm tehditleri alıyor. Gece yatağa huzursuz yatıyor, sabah kalkacağının hiçbir zaman garantisi olmuyor ve her an ölümle karşılacakmış gibi yaşıyor. Bunların içine girmeni istemiyorum! Benimle olman, benim zayıf noktam olman anlamına gelecek ve seni de hedef haline getirecek… Sana bir şey olmasını istemiyorum!”
Aramızdaki bir iki adımlık mesafeyi kaparak kollarını belime doladı. “Ben bunları göze alıyorum! Eğer sende benimle olmak istiyorsan? Gerisi önemli değil!”
O an onu reddedebilmeyi çok isterdim ama onu bu kadar yakınımda hissetmek, nefesini saçlarımda hissetme bütün düşünme kabiliyetimi kaybetmeme neden olmuştu. Dudaklarımdan sadece tek bir kelime döküldü. “İstiyorum!”
Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda gördüğüm ifade dünyalara bedeldi. Sanki uzun zamandır çok istediği bir oyuncağa kavuşmuş bir çocuk gibiydi ifadesi ve bende gülümseme isteği oluşturuyordu. Benim gülümsemem üzerine eğilip gömleğimden açıkta kalan boynumu öptü. Dudaklarının tenime değişi içimi titretmişti. New York’taki gecede hissettiklerimi tekrar vaat ediyor gibiydi.
Dudakları kulağımı bulduğunda, “Elizaer ve George’u daha fazla bekletmesem iyi olur!” dedi.
Başımı sallayarak istemeyerek de olsa ondan uzaklaştım. Dudaklarıma bir öpücük daha bıraktıktan sonra kapıyı açıp geçmem için bekledi. Asansöre kadar yan yana yürüdük, ters istikamette gitmesi gerektiği halde benimle beraber asansöre kadar yürümüş, asansörün gelmesini beklemiş ben asansöre binerken gülümseyip göz kırpmıştı.
Singh Holdingi’nden çıkışı Borghensee Holdingi’ne giderken Justin’le konuşmuş gerekli evrakları faksladığını bildirmişti. Bunun yanında da Bay Black’in hafta sonu oraya gideceğini ve mezar açılım işlemlerinin başlayacağını da söylemişti. Kısa süren konuşmanın ardından görüşürüzlerle telefonu kapattık. Kısa ama oldukça verimli bir konuşma olduğu bir gerçekti. Faksta ne olduğunun merakıyla biraz daha hızlı sürdüm arabayı ve kısa sürede Broghensee Holding’ine geldim. Arabayı garaja park edip, binaya girdiğimde Kate’i gördüm.
“Ashley şey… mesai saati bitti ve ben de sen gelmezsin diye çıkıyordum,” diye bir açıklma çabasına girdiğinde gülümsedim
“Çıkabilirsin Kate, zaten benimde bir işim yok sadece faksları alıp çıkacağım.”
“Tamam, o zaman, iyi akşamlar.”
Kate gittikten sonra bende odama doğru çıkmak için asansöre bindim. Bir an için elim dudağıma giti. Parmaklarım dudaklarıma değdiğinde gülümseyerek başımı salladım. Kendimi kelimenin tam anlamıyla mutlu hissediyordum. Duygularım kanımda kaynıyordu resmen.
Gülümseyerek odama girdiğimde birden ürperdiğimi hissettim. İçgüdüsel hareket ederek odanın her bir yerini gözlerimle taradım. Kalp atışlarım hızlanırken yolunda olmayan bir şeylerin olduğunu hissediyordum ama garip bir şekilde her şey normal görünüyordu. Ya bir şeyler olmuştu burada ya da ben paranoyak davranıyordum. Gözlerim etrafı tararken kulaklarım gelecek herhangi bir sese odaklıydı ama duyduğum tek ses yankılanan topuk seslerimdi.
Derin bir nefes alıp saçmaladığımı kabullendiğimde masamın başına gelmiştim. Masamın üzerinde beyaz bir zarf ve bir yığın kağıt duruyordu. Kağıtların üzerinde Justin’in adını gördüğümde bunların gelen faksların olduğunu anladığımda bakışlarım beyaz zarfa gitti. Elime alıp baktığımda üzerinde hiçbir şey yazmadığını, kimden geldiğinin belli olmadığını gördüm. Kaşlarımı çatarak zarfı açtığımda içinden beyaz bir not kağıdı ve kırık bir kalem çıktı. Ellerim titremeye, nefeslerim hızlanmaya başlamıştı. İkiye ayrılmış kalem parçalarını masanın üzerine bıraktığımda notu açtım.
“Sana en başından beri yapılan uyarıları dinlemedin.
Şimdi son nefeslerini iyi yaşa!
Sonun yarın kadar yakın olacak!”
Birkaç kez daha okudum yazıyı… Nasıl oldu da buraya kadar gelebildi? Nasıl girebildi içeriye? Beynimde buna benzer binlerce soru dolanırken gözlerim odanın içerisinde herhangi bir hareketlilik ya da bir insan arıyordu. Ama hiçbir şey yoktu! Hızla faksları alıp, kırık kalemi çöp kutusuna attım. Notu hızla çantama sokuşturduktan sonra hızlı adımlarla odadan çıktım.
Çantamda çalan telefonun sesini uzun süre sonra duyduğumda asansörün oraya doğru gidiyor bir yandan da etrafımı ve arkamı gözlüyordum. Her an bir yerden biri çıkacakmış gibi hissediyordum.
“Ashley iyi misin?” Telefonu kulağıma koymuş cevap verememiştim ki Dean’in endişeli sesini duydum.
“İyiyim…”
“Neden sana inanmak gelmiyor içimden? Senin fazlasıyla endişeli geliyor.” Bazen beni benden iyi tanıyan Dean, sesimin tonlarını da çözmüştü. Nasıl bir ruh hali içinde olduğumu ses tonumdan fark edebiliyordu.
“Sadece yoğun bir gün geçirdim.”
“İnanmadım ama hadi öyle olsun! Seni şey yüzünden aradım… ımm… bugün bir mektup aldım…” devamını getiremediği cümlesinin sonunda ne diyeceğini tahmin etmek o kadar zor değildi. Yine de duymak, emin olmak istiyordum.
“Dinle! Zarfta açık bir tehdit vardı, merak etme savcılığa başvurdum bu konu hakkında. Sadece sende herhangi bir tehdit aldın mı merak ettim! Şimdiye kadar ikimize de aynı anda tehditler geldi ve…”
“Aslında bana da geldi tehdit mektubu!”
“Bu iş iyice sarpa sarıyor! Gerekli önemleri al Ashley! Aklımız sende kalmasın!”
“Merak etme… Kendime dikkat ederim.”
Arabaya varana kadar konuşmamız devam etti. Telefonları kapatıp da arabayı çalıştırdığımda derin bir nefes daha alıp sakin olmaya çalıştım. Arabayı hızlı kullanıyor, dikiz aynasından devamlı arkamı kontrol etme gereği duyuyordum. Daha önce hiç böyle tedirgin kullanmamıştım arabamı.
Eve gelip de kapıyı açtığımda bir kez daha içimi ürpertiler sarmıştı. Bilerek gürültü yaparak girmiştim içeriye ki herhangi biri varsa paniklesin yerini belli etsin istemiştim. Çantamı kapının kenarına bırakıp da ayakkabılarımı çıkardığımda bir elimde telefon bir elimde arabanın anahtarını sıkıca tutuyordum. Hızlı bir şekilde eve göz gezdirip de kimsenin olmadığına karar verdiğimde çantamı kapının kenarından alıp rahat bir nefes aldım. Odama çıkıp üzerimi değiştirirken istemeden de olsa tetikteydim. Normalde eve girdiğimde müzik açar evde ses olmasını sağlardım ama şimdi sessizlik tek tercihimdi. Sessizlik şuan da bana güvende olduğumu hissettiriyordu.
Rahat bir şeyler giyip de mutfağa gittiğimde bu paranoyaklık değildi sadece önlem diye düşünerek kendimi avuttum ve bir kupa kahve hazırlayıp davanın dosyasını da alıp masaya oturdum ve incelemeye başladım. Buradaki dosyada Kid Care’in aynı koğuşta kaldığı suçluların kısaca ailesi hakkında bilgi, suçları ve cezalarının ne kadar olduğu yazıyordu. Bunları inceleyerek geçirdim bütün vaktimi ki yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başlamıştı, esnerken saate baktım ki saat gece yarısını geçmişti. Dosyaları masada bıraktım ve evin kapısını kilitledim, mutfağın arka bahçeye açılan kapısının kilidini kontrol ettim ve yukarı odama çıktım. Üzerimi değiştirdim oda kapımı kilitledim ve yatağıma yattım, hiçbir şey düşünmeden uyumayı dileyerek gözlerimi kapadım!
Sabah gözlerimi açtığımda hala esniyordum. Tedirgin ve huzursuz yattığım için deliksiz uyuyamamıştım. Yatakta gerinerek ve birazda esneyerek birkaç dakika daha yattım; daha sonra yataktan kalktım ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Sanırım iyi bir duş beni kendime getirirdi.
Ilık su biraz gevşememi sağlamıştı ama düşüncelerim hala gergindi ve hala tedirginlik vücudumda kan misali dolanıyordu, bundan dolayı tam olarak gevşeyemiyordum. Hızlı bir duşun ardından odama geçip üzerimi giyindim ve gözaltlarım uykusuzluğu vurgularcasına mor görününce biraz makyaj yapma gereği ile biraz daha oyalandım. Aynadaki görüntüm tamamen hazır olduğumu söyleyince odadan çıkıp mutfağa gittim, hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra dosyalarımı toparlamaya başladım ki o an yeni bir zarf fark ettim. Akşam dosyaları bıraktığımda burada olmayan bir zarfı… Etrafıma bakıp herhangi bir tehlike algılamayınca zarfı açtım.
‘Korkmalısın!
Önlemleri almalısın!
Ama bu sana ulaşmamı ve öldürmemi engellemez!’
Bu sefer daha sakin karşılamış olmama garipti. Her ne kadar kabul etmesem de sanırım bunu bekliyordum. Mantıklı bir şekilde davranarak diğer mektubu hemen çantamdan çıkardım ve el yazılarını karşılaştırdım. Aynı el yazısı…
İyi ama bu zarf evime nasıl gelmişti?
O an beynimde alarm zilleri çalmaya başladı ve evdeki bütün kapıları kontrol etmeye başladım, bütün kapılar kilitliydi. Bu durumda hala evde olma olasılığı vardı. Hızlı nefesler alarak bir elime telefonu alarak sımsıkı tuttum ve mutfakta olmanın verdiği güvenceyle büyük bir bıçak aldım elime ve etrafıma bakındım. Mutfak temizdi! Peki diğer odalar?
Korkmamın bana hiçbir faydası yoktu. Üstelik eğer bana zarar verecekse… amacı buysa… aklına koyduysa… buna engelde olamayacağımı biliyordum. Sonuçta bir kadın gücüyle bir erkeğin fiziksel gücü bir olmazdı! Bir de elinde eğer silah varsa… o zaman hiç şansım yoktu. En iyisi arkama bakmadan kaçmaktı belki ama ben bunu yapamayacak kadar çılgınca düşünceler içindeydim.
Tek tek bütün odalara ve odaların banyolarına baktım. Evde kimse yoktu. Bu hissin verdiği rahatlıkla derin bir nefes alıp kalp atışlarımın normale dönmesini bekledim ama başka bir düşünce beni yerle bir etti resmen! Bu kişinin bir anahtarı vardı! Başka türlü eve nasıl girecek, kapılar nasıl tekrar kilitli olacaktı? Bu akşam mutlaka bir çilingir çağıracak ve bütün kapıların kilitlerini değiştirecektim!
Düşüncelerim fazla mesai yaparken ben gerekli olan her şeyi almış evden çıkmıştım. Arabaya binip de işe doğru giderken bile aklımda düşünceler dolanıp duruyordu.
Dün gazetecilerin söylediği sözler beynimde aniden yankı uyandırmaya başladı. ‘Brad Care çalıştığınız yerle birlikte sizi yok edecek’ yani bunu yapan Brad Care olabilirdi. Ama onun New York’ta olması gerekirdi. Bu düşünce ile havaalanına gidip onun adına kesilmiş bir bilet olup olmadığını kontrol etmek istedim ama muhtelemen bilgi vermeyeceklerini düşündüğüm için vaz geçtim. Özel hayat mahremiyeti doğrultusunda bilgi vermezlerdi.
Aynı anda tehdit aldığımız düşüncesi aklıma gelince Dean için endişelenmeye başlayarak onu aradım Uzun çaldırmalarıma rağmen açmayınca sesli mesaj bırakmanın en mantıklı şey olacağını düşündüm. “Dean benim Ashley! Hemen beni ara… Üstelik telefonuna da ulaşamadım her şey yolunda değil mi? Neyse beni ara telefonunu bekliyorum!”
İşe doğru sürerken adamın farkına bile varmadan nasıl burnumun dibine kadar girdiğini düşünüyordum. Belki de kendi güvenliğim için daha küçük bir eve taşınmalıydım ya da bir apartman dairesine… Evet, bu bir çözümdü! Belki kaçmak olacaktı ama neyle savaştığımı bilmediğim için kaçmak en mantıklı seçenek gibi görünüyordu.
Düşüncelere o kadar dalmıştım ki işe geldiğimi garaja girdikten sonra fark ettim. Refleks olarak arabayı boş bir yere park etmiştim. Otoparkı gözlerimle taradıktan sonra arabadan indim ve binaya girdim.
Odama girmeden önce Kate’i gördüm ve gülümseyerek selam verdikten sonra hızla odama girdim. Eşyalarımı koltuğun üzerine bıraktıktan sonra telefonu elime alıp Kate’in numarasını tuşladım.
“Efendim Ashley?”
“Kate, bana hemen Dean Carry’i bağlar mısın?”
“Ulaştıktan sonra hemen bağlayacağım,” dedikten sonra telefonu kapattık. Başımı ellerimin arasına alıp koltuğumda arkama yaslandım ki bir adım sesi duydum. İrkilerek gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdiğimde karşımda Brandon’ı görüdm.
“Merhaba! Her şey yolunda mı?”
“Evet, her şey yolunda. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Bu sorunun resmiyetinden sonra cümleni Bay Veldone ile bitirirsin diye bekledim!” Tek kaşını kaldırmış, ellerini kumaş pantolunun cebine sokmuş bana bakıyordu.
“Eğer öyle hitap etmemi istiyorsanız, Bay Veldone?”
“Dünü yaşanmamış mı sayıyoruz, New York’taki gece gibi yoksa iş yerinde mi resmiyet koyuyoruz?”
Sinirle bir nefes alarak kaşlarımı çattım. Dün akşamdan beri yaşadığım gerginliğin etkilerini hala üzerimde hissederken kendimi hiçbir şeyle uğraşacak, mücadele edecek kadar güçlü hissetmiyordum.
“Sanırım anlamamakta ısrar ediyorsun Brandon! Her gün, her saat bir tehdit alırken seninle olamam!”
“Bunlardan korkmadığımı söylemiştim”
“Ama ben de korktuğumu söylemiştim. Zayıf noktamın olması şuanda en son ihtiyacım olacak şey ve sen zayıf noktam olacaksın!”
Brandon söylediklerim çok önemsiz şeylermiş gibi önüme geldi ve ellerini koltuğun kollarına dayayarak eğildi. Bakışlarımız aynı hizada dudaklarımız sadece birkaç santim uzaktı birbirinden.
“Neden senin zayıf noktan olacağımı düşünüyorsun? Belki de senin ihtiyacın olduğu zamanlarda koruyucun olacağım…”
“Bu işe boğazıma kadar batmışken seni de yanımda batırmak istemiyorum?”
“Biraz macera fena olmaz!”
Sözleri karşısında sahte bir kahkaha atarak konuştum. “Macera mı? Brandon bunun bir oyun olduğunu mu zannediyorsun? Değil!”
“Duymak istediğin eğer senden vazgeçmemse hayır! Senden vazgeçmiyorum Ashley. Ne olursa olsun!”
“Pişman olacağın bir işe bulaşıyorsun!”
“Yanılıyorsun! Eğer bunu denemezsem ömrüm boyunca pişmanlık duyacağım.”
“Delisin sen!” dediğimde içten bir şekilde gülümsüyordu.
“Evet! Beni deli ediyorsun.”
Doğrularak ellerimi tuttu ve beni de ayağa kaldırdı. Kendisi masaya yaslanırken beni de önüne çekip kollarını belime doladı. Başımı onun göğsüne yasladığımda endişelerimi alıp götürdüğünü hissettim. Buna ihtiyacım vardı. Biraz sahip çıkılmak, korunmak ve bir erkeğin desteğini hissetmek hiç de fena bir fikir gibi görünmüyordu. Uzun yıllardı tek başımaydım ve şuan birine ihtiyaç duymak belki de benim zayıflığımdı bilemiyorum.
Ben huzur içinde Brandon’ın göğsünde dururken telefon çaldı. Ondan uzaklaşmaya çalıştım ama izin vermedi, bir elini belimden çekip telefonun açma tuşuna basıp hoparlörden açtı.
“Alo?” diye konuştuğumda karşıdan gelen tanıdık ses derin bir nefes almama neden oldu.
“Ashley benim Dean. Sesli mesajında sesin çok endişeliydi sanırım yeni bir tehdit daha… ”
“Evet, sabah yeni bir tane daha not buldum. Ne durumdasınız merak ettim.”
“Justin’de bir durum yok, ama ben her geçen gün bana daha da yaklaşan tehditler alıyorum… Önce mail adresimle başladı, şimdi isimsiz telefonlar almaya başladım. Telefonlarım dinleniyor bu yüzden.”
“Bu iyi güvenliği elden bırakmayın! Ayrıca Dean, Justin’e dikkat et, göründüğünden daha delidir. Bir şey olmaz diyip delice şeylere kalkışmasın!
“Merak etme gözüm üzerinde ki bende fark ettim fazlasıyla cesur bu konuda, başını derde sokmasını engelleyecek ve onu oyalayacak dosyalar veriyorum hep. O çocuk da kendi gençliğimi görüyorum,” dediğinde ikimizde güldük.
Bir süre daha konuştuktan sonra telefonu görüşürüzlerle kapattık. Brandon çenesini başıma yaslayarak konuştuğunda yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. “Hatırlıyorsan sana Justin ve Dean kim diye bir soru sormuştun ve cevap vermemiştin!”
“Ve sende o sırada telefonun çalmasaydı bir şey söyleyecektin ancak söyleyememiştin,” dedim onun sözlerine karşılık. Bu sırada yüz ifadesini görebilmek için onun kollarından ayrılmış koltuğuma oturmuş arkama yaslanmış bakışlarımı gözlerine dikmiştim. O da rahat bir şekilde kollarını göğsünde birleştirmiş, sözlerimden memnun olmamış gibi kaşlarını çatmıştı.
“Justin ve Dean kim?”
“Justin bir stajyer öğrenciydi yanımda çalışıyordu, başarılı bir avukat adayı… Dean ise benim üniversiteden arkadaşım kendisi avukat!”
“Peki, bu arkadaşınla bir geçmişin var mı?” Konuşurken ses tonundan gergin olduğu belli oluyordu. Sorusuna olumlu cevap vermek sanki kıyamet alametiydi.
“Geçmişim elbette var üniversitede tanışmıştık ve o zamandan beri arkadaşız ama bu geçmiş kısmından kastın erkek arkadaş muhabbeti ise hayır o anlamda bakmadık ikimizde birbirimize… Peki, ben senin sorunu yanıtladım şimdi sen cevap ver, o gün bana ne söyleyecektin?”
Yüz hatlarındaki bütün gerginlik dağılmış dudaklarına gülümseme yerleşmiş ve gözleri parıldayarak bakmaya başlamıştı. “Senden aşırı derecede çok hoşlandığımı…”
Brandon sözlerine devam edemeden ve biz sohbetimizi bitiremeden Kate arayıp Bay Borghensee’nin toplantı için bizi beklediğinin haberini verdi. İç çekerek gerekli evrakları alıp odadan çıktığımızda ikimizin de keyfi yerindeydi. Özellikle benim sabahtan beri gergin olan kaslarım biraz rahatlamışlardı.
Yan yana yürüyorduk arada kaçamak bakışlarımız kesişiyordu ve gülümsüyorduk. Brandon’la birlikteyken her şey o kadar kolay görünüyordu ki korkmak yersiz geliyordu, ama asla böyle düşünmemem gerektiğini kabullenmeliydim ve Brandon’ın yanında dahi tedbirli olmalı, kendimi kaybetmemeliydim… Tabi becerebilirsem…
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu birden Brandon beni düşüncelerimden ayırarak.
“Hiç bir şey!”
“O zaman niye çevrene incelercesine bakıyorsun?”
“Çünkü gördüğüm yüzleri unutmamalıyım ki odama girenin kim olduğunu anlamak benim için kolay olsun!” O kadar tedbirsiz ve boş boğaz davranarak konuşmuştum ki ne dediğimi Brandon’ın sorusundan sonra fark ettim.
“Odana bir mi girdi?”
“Teknik olarak evet! Yani girdiğini düşünüyorum; ama önemli bir şey değil!”
Koridorun ortasında durarak beni kolumdan tuttu ve benim de durmamı sağladı. Bakışları sertleşti ve korumacı bir tavırla bakmaya başladı. Bu bakışı sevmiştim. “Bu da ne demek?”
“Bak, anlatmaya çalıştığımda buydu. Ben bunlara alıştım, odama birinin girmesi, tehdit dolu telefonlar, mailler ve notlar… Bunlar benim için yeni bir şey değil; ama senin hayatında yeni bir şey olacak ve bu durumdan korkmalısın Brandon!”
Hiçbir şey söylemedi, sadece bir süre gözlerimin içine baktı sanki bir şey ararmış gibi sonra yanımdan geçip yürümeye başladı. Toplantı odasına kadar bir daha hiç konuşmadık. Zaten toplantı odasına girdiğimizde de konuşacak durumumuz yoktu. Herkes yerine oturmuş bizi bekliyordu. Brandon geçen seferki gibi yine Jennifer’ın yanına oturdu ve gülümseyerek bir şeyler konuşmaya başladılar. Ben de onların bu durumuna kaşlarımı çatarak bakışlar atarken dikkatimi toplantı konusuna vermeye çalıştım.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Dün akşam Kadir Gecesi olduğundan dolayı göndermeyi pek uygun bulmadım bölümü bu yüzden bugüne sarktı kusura bakmayın. Ayrıca bir sonraki bölüm bayrama denk geldiği için ne yazık ki yayınlanmayacak ve bir aksilik olmazsa 6 Ağustosta gelecek yeni bölüm.
Bir de... Filistin olayları dolayısıyla nasıl bölüm ve yorum yayınlarsın diye düşünen arkadaşlarım, olayları düşünmemek için kaçtığım bir liman kitaplar ve SBH şu anda, bu yüzden bu konuda beni yargılamayın lütfen!
Hepinize şimdiden iyi bayramlar dilerim =)
Yaa ben bu kitabı istiyorum, bütün olarak istiyorum! Gerçekten şu an yayınlansa, baya satar eminim ki! Çok güzel, meraktan çatlıyorum beklerken. Eline, kalemine, düşüncene sağlık! Baya da ilginçleşti olaylar, merak üst safhada. Brandon'da oldukça iddialı bir karakter olmuş. :)
YanıtlaSil