“Son Dakika Haberi!
Kid Care davası yeniden gündemde…
Alınan son haberlere göre Kid Care davası yeniden açılacakmış. Ancak bu sefer açılma nedeni Kid Care’in ölümünün cinayet olmasından şüphelenmesi. Gelen bilgilere göre davanın avukatı Ashley Grench olmayacak ancak kendisinin yakın arkadaşı olan Avukat Dean Carry davayı üstlenecek! Bu da ister istemez akıllarda soru işareti bıraktırıyor; acaba davanın açılmasında öncülüğü Ashley Grench mi yaptı? Bakalım bu durum hakkında Avukat Dean Carry neler söyleyecek? Asıl merak edilen ise Kid Care’in ailesinin vereceği tepki?”
Haber bu şekilde uzayıp giderken televizyonu kapattım. Bu kadar çabuk haberin yayılmasını beklemiyordum ki mezarın açılacağı da öğrenildiğinde ülkede daha büyük bir çalkantı olacaktı. Harika! Şimdi cidden başım beladaydı. Üstelik bu bela sadece benim başımdayken şimdi birde Dean’ı de bulaştırmıştım. Medyanın gözünden de bir şey kaçmıyordu. Benim öncülük etmiş olmam bu kadar mı kolay anlaşılmıştı. Gerçi ne bekliyordum ki? Böyle olacağı en başından beri belliydi.
Bu düşünceler beynimde dolanırken laptopun kapağını kapatıp sehpanın üzerine koydum ve telefonumu alıp Dean’ı aradım. Uzunca bir süre çaldırmama rağmen açan olmadı. Telefona cevap vermemesi beni endişelendirse de müsait olmadığını düşünerek onun hakkında haber olabileceğim biri olan Justin’i aradım. Ama o da açmadı. İyice endişelenirken salonda volta atmaya başlamış bir Dean’i bir Justin’i arıyordum. Care ailesinin yapabileceklerini biliyordum, yeterince tehdit ve haklarında olaylar okumuştum ve şimdi benim içime sinmeye şeyler için Dean’in ya da Justin’in başına bir şey gelmesini asla istemezdim.
“Lanet olsun Justin! Aç şu telefonu!” Sesim sert, yüksek ve endişe dolu çıkmıştı.
“Alo?” Karşıdan duyduğum nefes nefes bir ses içimi rahatlatmış derin bir nefes almamı sağlamıştı. “Justin! Neden telefonumu açmıyorsun?” diye sitemkar çıkan sesimle çıkıştım.
“Hey! Sakin ol! Sadece spor salonundaydım ve telefonda odamdaydı. Ne oldu? Ne yaptım da seni bu kadar sinirlendirdim söylesene?”
“Sadece, telefona cevap vermeyince… aklıma bin bir türlü şey geldi. Boş ver! Haberleri izledin mi?” Justin’le konuşma beni bir nebze rahatlatmıştı bir de Dean’e ulaştım mı tamamen rahatlayacaktım.
“Hayır, izlemedim! Ne var ki haberlerde?”
“Kid Care davasının açılacağından basının haberi olmuş. Bu sefer açılma sebebini de biliyorlar. Cinayet olma olasılığını… Ayrıca benim ön ayak olduğumun da farkındalar. Sadece dikkatli olun.”
“ Bekliyordum açıkçası haberdar olmalarını ama bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim!”
“Bende bu kadar çabuk beklemiyordum ama nasıl olduysa haberdar olmuşlar. Dikkatli olun. Her şeye karşı dikkatli olun ve gözünüzü dört açın!”
“Merak etme! Biz dikkatli olacağız sana da oradan ulaşmaları imkânsız…”
“Ben burada kendime dikkat ederim, daha öncede uğraşmıştım onlarla. Dean niye açmıyor telefonunu?”
“Her hafta ailesiyle bir akşam yemek yiyorlarmış. Bu akşamda bu yemek toplantısına katılması gerekiyormuş. Bundan dolayı telefonunu yanına almayacakmış! En azından bana söyledikleri bunlar.” Justin’in sesinde hafif bir alay vardı, sanki Dean’in söylediklerine inanmamış gibiydi. Ama ben inanmıştım çünkü bir iki sefer bende katılmıştım bu toplantılara. Üniversite döneminde Dean ile aramızdaki arkadaşlığı yanlış yorumlamışlar ve bizi denemeye teşvik etmişlerdi ve ikimizde sonunda anlamıştık ki sıkı bir dostluktu aramızdaki her şey! Daha fazlası değil!
“İkinize de ulaşamayınca aklıma neler geldi tahmin edemezsin.” dediğim tekrardan koltuğa oturmuş derin bir nefes alarak rahatlamıştım.
“Her akşam sana yatmadan önce mesaj atacağım ve sabah uyandığımda da bu durumda ikimizin de iyi olduğundan emin olursun. Sana uyar mı, anne?”
Gayet iyi bir fikir ortaya atıp da sonrasında ‘anne’ demesi beni güldürmüştü ama yine de bu fikir hoşuma gitmiş ve anne gibi davranıyor olsam da içimi rahatlattığı sürece her şeye hazırdım
.
“Uyar, yavrucum! Böylece gece yatağınıza yattığınızı ve sabah sağlam kalktığınızdan emin olurum!”
Justin kahkaha atarken bende iyice gevşemiştim. Biraz daha konuşup yalnızlığıma arkadaş olmasına minnettar kalarak kapattım telefonu. Şimdilik rahattım… şimdilik çünküolaylar iyicesarpa saracaktı bunu biliyordum ama şimdilik düşünmemek en iyisiydi.
Telefon elimde salondan çıkarak evin kapısını kilitledim ve odama çıktım. Nedense telefonu yanımdan ayırmayı hiç istemiyordum herhangi bir durumda benim için ilk yardım olacakmış gibi geliyordu. Odama gidip üzerimi değiştirmem ve yatakta rahat pozisyonu almam birkaç dakikamı almıştı ama gözlerim oda kapıma denk gelince hızla yerimden kalkıp oda kapımın da kilini çevirdim. Kendimi daha güvende hissediyordum şimdi. Her an her dakika tetikte olmak, bir şeylerden şüphelenmek ve her an bir şey olacakmış gibi düşünmek oldukça yoruyordu beni ama şuan ki durumda başka bir şekilde de davranamazdım.
Saatin alarmı ile gözlerimi açtım. Başım zonkluyordu resmen… Sanki asırlardır uykusuzmuşum gibi hissediyordum. Hiç bu kadar huzursuz bir gece geçirmemiştim. Keşke bu davayı ben alsaydım ya da hiç açtırmasaydım diye düşünmeden gidemiyordum.
Yüzümü soğuk suyla yıkadım kendime gelebilmek için ancak düşünceleri beynimden atamıyordum. İçimde ayrı bir huzursuzluk vardı. Dolabımdan pantolon ceket takımımı aldım ve giyindim ayağıma da topluklu ayakkabılarımı giyip saçlarımı topladım. Bir rimel ve göz kalemi sürdüm. En azından yüzüme biraz renk gelir diye. Hiçbir şey yemek istemiyordum o yüzden hemen laptopumu çantasına koydum ve çantalarımı alıp erken olmasını önemsemeden şirkete gitmek için evden çıktım.
Arabayı oldukça yavaş kullanmama rağmen nasıl bu kadar çabuk şirkete geldiğimi bilmiyorum. Her ne kadar rahat olmaya çalışsam da olmuyordu. Endişeleniyordum onlar için. Sadece endişe değildi hissettiklerim, korkuyordum da… Birinin başına gelecek bir şey, herhangi bir şeyin tek sorumlusu ben olacaktım.
Arabayı garaja park edip indiğimde henüz çalışanlar yeni geliyordu. Girişteki görevli kadına yaklaşıp güvenlik kartımı sordum. Her çalışanın sahip olduğu bir karttı ve sadece çalışanların girebileceği odalara o kart olmadan ne yazık ki girilemiyordu. Neyse ki gün içerisinde bana gönderileceğini de öğrendikten sonra odama gitmek için asansöre bindim.
‘Günaydın. Ben iyiyim. Merak etme gün içerisinde konuşuruz. Dersim var, derse gideceğim şimdi çıkışta Bay Carry’nin bürosuna gideceğim orada konuşuruz.’
Justin’den gelen mesaja gülümsemiştim. Ona cevap yazdıktan sonra telefonumu çantama attım.
Sabahın yedi buçuğu olmasından dolayı katta kimse yoktu. Mesai saati dokuzdu ve buranın hareketlenmesi için en az sekiz buçuk olması gerekiyordu. Belki bu sessizlikten biraz yararlanır ve daha önceden imzalanmış anlaşmalara bakabilirdim.
Odama doğru ilerlerken farklı şeyler düşünmeye çalışıyordum. Her şeye kafamı yorabilirdim bu dava haricinde. Kafamın dağılmasına ihtiyacım vardı. Odaya gelince kapıyı açtım ve içeri girdim. Hemen laptopumu masaya koyup açtım. İlk defa üzerimden ceketimi çıkardım ve askılığa astım. Hayatta takımımı bozmazdım iş yerinde ama bugün bozacak kadar sıkıntılıydım. Sanki içimde her an patlayacakmış gibi duran bir şey vardı da beni tedirgin ediyordu.
Laptopumun açılmasını fırsat bilerek kısık sesle klasik müzik açtım. Şuanda belki de beni rahatlatabilecek tek şeydi bu… Masama oturmadım raflardaki dosyalara göz gezdirdim ve anlaşma imzalanan şirketle ilgili bilgilerin ve görüşmelerin rapor edildiği dosyayı buldum. Sanırım şuanda çalışmak tek kafamı dağıtacak şeydi. Dosyayı aldım ve masamın önündeki sehpanın oraya koydum ve kahve için telefondan hat alarak çay ocağını aradım.
“Buyurun?”
“Günaydın. Ben Avukat Ashley Grench. Eğer ocak açıldıysa bir kahve alabilir miyim?”
“Günaydın Bayan Grench! Şimdi açıyorum ocağı on dakika sonra gelse sizin için problem olur mu?”
Teşekkür edip de telefonu kapattıktan sonra işime geri döndüm. Dosyadan ilk önce şirket hakkındaki bilgilerin yazılı olduğu kâğıtları aldım. Onları incelemeye başladım. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki kapının çalmasıyla yerimde sıçradım ve istemsiz sesim ürkek çıkmıştı.
“Girin!”
İçeriye yaklaşık on sekiz on dokuz yaşlarında bir delikanlı girdi. Elinde tepsi ve tepside de fincan vardı. Gülümsedim, ben gülümseyince biraz daha rahatladı ve yaklaşıp masaya fincanı bıraktı.
“Teşekkür ederim!”
“Afiyet olsun efendim. Bir de aşağıdan bu kimlik kartı gönderildi.”
Kartı delikanlının elinden alıp masaya bırakırken o odadan çıktı. Yerimden kalkıp ceketimi üzerime giyinip kartı ceketimin yakasına taktım ve dosyaları incelemek için yerime geri oturdum.
Bir süre sonra sesler gelmeye başladı koridordan. Sanırım çalışanlar yavaş yavaş geliyordu işe. Saate baktığımda dokuza geliyordu. Normaldi insanların gelmesi... Laptopu çevirdim kendime doğru ve müziği kapattım. Daha sonra gelen mailler bakmak için internete girdim. Yine sürüyle mail gelmişti. Çoğu üye olduğum kuruluşlardandı. Ancak yabancı bir isim vardı. Daha doğrusu bir takma isim gibiydi… Merakla maili açtım.
‘Savaşı başlatmadan önce bedellerini düşünmelisin! Ama bunun düşünmen için artık çok geç. Savaşı başlattın artık bedellerinde sıra…’
Bu da ne demekti şimdi? Kimden gelmişti bu mail? Bu mail adresim özeldi sadece işle ilgili konularda buna mail gelirdi. Nasıl bulmuşlardı? Lanet olsun neler oluyordu?
Düşünceler beynimde yankılanmaya başlamıştı. Savaş derken davayı kastediyorlardı bundan emindim. Bu onlara göre bir savaştı… Ve bedel… Bedel olarak neyi ödeyecektim ki? Bununla neyi kastettiklerini anlamlandıramıyordum. Ama bundan kesinlikle Dean ve Justin’e bahsedecektim böylece daha dikkatli olmalarını sağlayabilirdim. Tabi bir de Jacob Black vardı! Onu nasıl atlamıştım. Ona da bahsetmem gerekliydi. Onunda iyi olduğundan, dikkatli olacağından emin olmalıydım.
“Günaydın Ashley! Erkencisin?” Sesiyle yerimde sıçradım. Başımı çevirince gelenin Kate olduğunu gördüm. Gülümseyerek bakan yüzü asılmaya başlamıştı. Bense nefes alışlarım oldukça hızlanmıştı. “İyi misin?” Kate’in sorusuyla derin bir nefes aldım.
“Evet… dalmıştım birden sesini duyunca…” devamını getiremedim.
“Bir problem mi var, yüzün bembeyaz olmuş.”
“Hayır, hayır! Her şey yolunda...” Kendimi sakinleştirmiş, aldığım maili aklımdan çıkarmayı başarmış işe odaklanmaya karar vermiştim. “Eğer müsaitsen yardımına ihtiyacım var. Dosyaları belirli bir düzen halinde raflara dizsek nasıl olur? Bulmak daha kolay olur bence. Bununla ilgilenebilir misin?”
“Tabii ki yaparım! Nasıl bir sıra istiyorsun?”
Nasıl bir düzen istediğimi Kate’e anlattıktan sonra o bilgisayarın başına geçerek dosyaları düzenlemeyle ilgilenmeye başladı bende önüme aldığım sözleşmeyi incelemeye devam ettim.
İkimizde kendimizi işe oldukça kaptırmıştık ki benim telefonum çalmaya başladı. Çantamdan hemen çıkarıp baktım. Öğlen olmasından dolayı Justin’in aradığını düşünerek kimin aradığına bakmadan telefonu açtım.
“Alo?”
Tanımadığım bir erkek sesi, sert bir ses tonuyla sadece iki kelime söyledi.
“Savaşa başladı!”
Telefon kapandıktan sonra telefona bakakaldım. Kimdi bilmiyorum ama bunun bir tehdit olduğu açıkça ortadaydı. Aslında kim olduğuna dair tahmin yürütmek çok da zor değildi! Bunu ancak Care Ailesi yapabilirdi. Davanın açılmasından dolayıydı ki daha önceden de bir sinirleri vardı bu da patlamalarına sebep olmuştu. En azından benim düşüncelerim bu yöndeydi.
Kate’in sıcak ve samimi ses tonuyla sorduğu soru düşüncelerimi bir toz bulutu dağıtır gibi dağıttı. “Kimdi?”
“Önemli değil! Sanırım yanlış numaraydı!”
Kate, verdiğim cevaptan tatmin olmamış gibi bakarken, “Ama...” diye başlamıştı ki sözünü kestim.
“Kate, bu konuya bulaşma. Hiçbir şey bilmemen senin için daha iyi olur! Ve bu konu hakkında bana hiçbir şey sorma! Anlaştık mı?”
Başını sallayıp kabul ettiğini gösterirken bile tereddüdü ve merakı yüzünden okunuyordu. Önemsemeden telefonumu alıp kapının önüne çıktım. Hemen Dean’ı aradım zaten çalmasıyla açması bir oldu. Sanki benim aramamı bekliyordu.
“Ashley?”
“Dean, iyi misin?” Sakin, soğukkanlı olmaya çalışarak sorsam da sesimde endişe belli oluyordu.
“Evet! Her şey yolunda...”
“Hayır! Hiçbir şey yolunda değil! Bugün bir tehdit aldım! Mail olarak göndermişlerdi.”
“Ah, ne yazdığını tahmin edebilir miyim? ‘Savaş başladı!’” Son iki kelimeyi tehditkar bir edayla söylemişti, ama bu tehditleri pek de dikkate almadığı belli oluyordu.
“Seni de aradılar ve sana da gönderdiler.”
“Evet! Sanırım Kid Care’in ailesinden. Hatta sanırımı fazla, eminim onlardan olduğuna. Gerçi bekliyordum. Ama bu kadar çabuk değil.”
“Dün haberlerde davanın açıldığı yayınlandı. Oradan öğrenmiş olmalılar.”
“Olabilir! Dikkatli ol bu arada. Biz burada her daim izleniyoruz sen dikkatli ol! Justin’le beraber emniyete bildirdik tehdit mesajlarını ve telefonlarını. Onlarda bize 24 saat izleyecek adam sağladılar. Biri her daim büronun önünde olacak ve biz de izleneceğiz. Justin içinse fakültede güvenlik arttırıldı.”
“Anladım. Teşekkürler Dean. Sizin iyi olduğunuzu bilmek biraz da olsa rahatlattı.”
Aldığım haberlerden tatmin olmuş bir şekilde gülümseyerek konuşurken karşıdan olduğum yere doğru yürüyen Jennifer ve Brandon’ı gördüm. İkisinin yüzünde de samimi bir gülümseme vardı.
“Sen kendine dikkat et! Biz bu arada güvendeyiz ancak sen orada güvenliğini sağlamalısın! Savunmasız kalmamalısın!” Bakışlarım onların üzerine kilitlenmiş, kalp atışlarım hızlanmıştı. Dean’in söylediklerini duyuyor ama pek önemsemiyordum. Şuan da sadece Brandon’ın yüzündeki baştan çıkarıcı derecede samimi olan gülümsemedeydi ve bu gülümseme Jennifer’aydı.
“Tamam, Dean! Sen beni merak etme. Ben seni daha sonra ararım! Detayları görüşürüz.” Dean’in onaylaması ve müsait olmadığımı düşünerek telefonu kapatmasına pek de dikkat etmemiş sadece refleks olarak elim telefonun kapama düğmesine gitmiş ve konuşmayı bitirmiştim.
“Merhaba!” Yüzümdeki zoraki gülümsemeyle karşıladım onları.
“Sanırım özel biriyle konuşuyordunuz. Rahatsız ettik!” İğneleyici bir tonla konuşan Brandon’ın sesinde anlam veremediğim bir ima vardı. Jennifer bile şaşırmıştı olacak ki şaşkın bir şekilde ona bakıyordu.
“Önemli değil zaten konuşmamız bitmişti.” Bu sefer bakışları bana dönen Jennifer, ortamdaki gerginliği hissediyor gibiydi.
“Ashley, aylık toplantılardan biri var öğleden sonra Singh Holding’inde yapılacak. Sana gerekli olan belgeleri söylemek için gelmiştik.”
Jennifer’ın yumuşak ses tonu ve konuyu işe getirmesi rahat bir nefes almamı sağlasa da üzerimde bir gerginlik vardı ve bu seferkinin Care Davası ile ilgisi yoktu.
Onları odaya davet ettim ve ben önde onlar arkamda içeriye girdik. Kate onları görünce hemen masadan kalktı ve kenara çekildi. Başıyla selam verdi ama bu şekilde yakalandığı için utanmış gibi görünüyordu. Gülümseyerek ona cesaret vermeye çalıştım ama önüne eğdiği başından beni görmedi. Jennifer ve Brandon ise bu duruma pek aldırmış gibi görünmüyordu. Aslında Brandon hala bakışlarındaki öfkeyle bana bakıyordu Jennifer ise bu durumun verdiği şaşkınlık içindeydi. Önemsemedim, aslında önemsememe çalıştım.
“Bayan Grench! Justin adında bir sizi aradı. Ne yazık ki soyadını söylemedi. Telefonunuzun meşgul olduğunu ulaşamadığı onu en kısa zamanda aramanızı istedi.” Kate, başkalarının yanında resmiyeti koruyup o şekilde davranacağını da bana göstermiş oldu. İsmimle hitap etmesini sen demesini bekledim ama kendini en rahat hissettiği şekilde davranış gibi görünüyordu.
“Teşekkürler Ashley.”
Ben masama geçip diğerlerine de oturmalarını işaret ettikten sonra Kate bir şey içmek isteyip istemediğimizi sorduğunda hepimiz kahve istedik. Ben masamın dağınıklığını biraz düzenlemek adına dosyaları toplarken Jennifer dikkatimi çekmek için bana seslendi. Başımı kaldırıp ona baktığımda sözlerine devam etti.
“Her şey yolunda mı?” diye sorması beni şaşırtmıştı. Kaşlarımı kaldırıp konuşmasına devam etmesini beklerken bakışlarını Brandon’a yönlendirdi. “Sadece biraz solgun gibisin ve telefonla konuşurken de sesinde endişe var gibiydi.”
Aklıma not etmeliydim. Jennifer Borghensee oldukça dikkatli bir kadındı!
“Her şey yolunda... Önemli bir şey yok!” Rahat ve sakin ses tonuyla konuşmuş olmama şaşırmıştım ama bozuntuya vermeden onların konuşmasını bekledim.
Bu sefer sessizliğini bozarak Brandon konuştu. “Dün gece haberlerde Kid Care davası vardı!” Konuşması arasında nefes alıp bir şey dememi bekledi ama ben sessizliğimi koruyunca konuşmasına devam etti. “Anlaşılan senin de davada olduğunu düşünüyorlar?”
“Haksızda sayılmazlar. Kısmen! Davanın avukatı yakın bir arkadaşım, dolayısıyla benimde davanın içerisinde olduğumu düşünüyorlar.”
Jennifer bir kez daha konuyu değiştirme ve gerginliği dağıtma gereği hissederek konuştu. “Bu arada Ashley, toplantı için çalışanların durumları, şirketin genel durumu ile ilgili raporlar sendeymiş. Bunlara toplantıda göz gezdirmemiz gerek.”
“Evet, bendeler. Gerekli başka dosyalar var mı?” diye sordum bu sırada yerimden kalkıp raflara doğru ilerlerken.
“Sanırım hayır! Diğer dosyalar muhasebeciden gelecek. Ahh bir de şu dünkü anlaşma imzaladığımız şirketin dosyaları gerekli!”
Bütün dosyaları düzenleyip masamın üzerine koyduğumda Jennifer gülümseyerek yerinden kalktı. “Artık izninizi isteyelim Avukat Grench! Ahh bir de Singh Holdinglerinin yerini biliyor musun? Bu şehirde yeni olduğunu duydum.”
Başımı olumsuz bir şekilde sallarken Brandon lafa atladı. “Ben Ashley ile gelirim. Arabası varmış sanırım, hem beni de götürmüş olur.”
Nasıl gidileceği onaylandıktan sonra işlerini halletmek için onlar odamdan çıktıklarında koltuğumu çevirip dışarıya bakmaya başladım. Düşünceler beynime dolmaya çalışırken hepsini kapalı kapılar ardına kapatır gibi zihnimin gerilerine göndermeye çalışıyordum. Aslında sadece dava ile ilgili olanları düşünmemeye çalışıyordum çünkü Brandon’la ilgili olanları gerilere itmek mümkün olmuyordu.
Onun tepkilerine karşılık benim tepkilerimi düşünüyordum. O gece… o ateşli gece zaten unutulmazdı. Unutmak da istemiyordum! Neden bilmiyorum ama unutamıyordum da. Ondan sonra ki ilk karşılaşmamızda ‘patron ve çalışanı’ demiştik. O zaman bile garip davranmıştı. Sanki sözlerim onu incitmiş gibiydi. Bakışlarını hep kaçırmıştı… Geçen günkü toplantı da ise gülümsemesi… Oldukça çekiciydi. Bir de bugün Dean ile konuşurken… İsmini duyduğunda garip bir sinir belirmişti gülümseyen yüzünde, parlayan gözlerinde. Her şeyi bir kenara bırakırsak ben niye gerilmiştim ki onu Jennifer ile gülüşürken görünce. Hayır! Hayır, o benim patronum sayılırdı ona karşı bir şeyler hissedemezdim. Buna iznim yoktu… Kalbim bir kez daha kırılmayı kaldıramazdı! O yasaktı! Kalbimi kırardı! Canımı acıtırdı! Bundan emindim!
Düşüncelerimi toparlamak hissettiklerime bir anlam vermeye çalışırken çalan telefonuma hiç yapmadığımı yapıp sessiz bir küfür savurdum. Santral gibiydi bugün telefonum hep çalıyor ve hep cevap vermem gerekiyordu.
“Alo?” Bir kez daha arayanın kim olduğunu bakmadan açmıştım telefonumu. Sesim sert ve bıkkın çıkmıştı.
“Ovv! Ne oldu bu kadar sert bir alo geldi senden?”
Justin’in sesini duyunca yüzümde gülümse oluştu. Hayatımda değer verdiğim insanlardan biriydi ve beni her daim gülümsetmeyi başarırdı.
“Yorucu ve oldukça berbat bir gün geçirmeye başladım.”
“Anladım, daha ilk günlerden yoruluyorsun ama kendini yıpratma henüz yeni olduğundandır zamanla alışırsın düzene! Her neyse ben şimdi Bay Carry’nin yanına gidiyorum. Burada her şey yolunda diye haber vermek istedim. Sonra görüşürüz.”
“Dur bir dakika! Kapatma bir şey soracağım.”
“Tabi sor, dinliyorum.”
“Mezarın açılma durumu ne oldu? İzin belgeleri çıktı mı? Mezar açıldı mı?”
“Sırayla Ashley sırayla.” Justin sorularımı peş peşe sormamı hep eğlenceli bulurdu ve şuanda da oldukça eğleniyor gibi görünüyordu.”
“Henüz mezar açılmadı. İzin belgeleri elimize ulaştı ancak Bay Jones’u bekliyoruz. Hastalarından birinde beklenmeyen komplikasyonlar meydana gelmiş. Hastası düzelene kadar gelemeyecekmiş. Biz de olasılıklar üzerinde araştırmalar yapıyoruz!”
Justin’le konuşmama devam ederken kapı çalıp açıldı. Brandon yüzünde gülümsemeyle içeriye girdiğinde bende de gülümseme isteği uyandırmış. Başımla selam vermiştim.
“Anladım. Beni gelişmelerden haberdar edersin. Bir de Justin, eğer bana fakslaman gereken bir şey olursa sakın ihmal etme!”
“Bana faks numarasını mesajla gönder, okuman gereken belgeleri fakslarım. Hatta sanırım Bay Carry ile fikrine ihtiyacımız olacağı bazı belgeler var onları gönderirim.”
Görüşürüzlerle kapattığım telefonun ardından Brandon’a baktım. Sanki her Justin dediğimde yüzü daha da geriliyordu. Tepkileri normal değildi bunun farkınaydım, ama bu tepkilere isim veremiyordum.
Bakışları üzerimde ifadesiz bir sesle konuştu. “Hazırsan çıkalım!”
Gerekli evrakları alıp, Justin’e de faks numarasını mesaj atıp odadan çıktığımda Kate’i gördüm. “Kate, bir faks gelecek buraya, onları alıp masaya koyar mısın? Faksların üzerinde muhtemelen Justin yazar.”
Anladığını belirtircesine başını sallayıp iyi günler diledikten sonra oradan ayrıldık. Asansöre giderken yan yana yürüyorduk ve arada eli elime değiyor tenimi karıncalandırıyordu. Bu hissi biliyordum. New York’taki gecemizde de aynısını hissetmiştim. Vücudumun ona verdiği tepkiler düşüncelerimi dağıtıyordu. Duygularımı alt üst ediyordu. Sonumun ne olacağını tahmin ediyordum ve bu durum hiç hoşuma gitmiyordu. Özellikle ciddi bir belanın içerisine girdiğimi düşünürken. Onu da bu belanın içine çekemezdim. Bunu ona yapamazdım!
“Araban hangisi?” Diye Brandon’ın sorusu düşüncelerimden ayırdı beni.
“Biraz ileride!” Sesimin titremesine engel olamamıştım. Onunla ilgili o kadar düşünceye dalmıştım ki başka nasıl çıkabilirdi ki sesim. Onun fark etmemiş olmasını umut ederek kaçamak bir bakış attığımda yüzündeki kendinden emin gülümseme fark etmiş olduğunu anlamamı sağladı. Derin bir nefes alarak önemsememeye çabaladım.
Arabanın yanına yaklaşıp da ben çantamı ve evrakları arka koltuğa koyarken Brandon arabaya binmemişti. Yolcu koltuğuna oturmasını ve beni beklemesini tercih ederdim. Ama şoför kapısını açtığımda yüzünde hiç kaybolmayan gülümseme ile bana bakarak, “İstersen ben süreyim!” dedi.
“Neden? Bayanların sürdükleri arabalara binmeme gibi bir prensibin mi var?” İğneleyici konuşmayı amaçlamamıştım ama kendime engel de olamamıştım.
“Hayır, sadece yol tarif etmekten hiç hoşlanmam!”
“Üzgünüm, yapacak bir şeyim yok. İstersen bir taksiye bin bende taksiyi takip edeyim.” Göz kırparak arabaya binip anahtarı kontağa takarak arabayı çalıştırdığımda Brandon’da arabaya bindi.
Garajın çıkışına ilerlerken Jennifer ve Elizaer Borghensee’nin arabalarını gördük ve onlara yol vererek önüme geçmelerini sağladım.
Brandon, “Sanırım bugün şanslı günümdeyim,” diye mırıldanınca bakışlarımı ona çevirdim. Gülümseyerek bana bakıyordu hatta yüzündeki gülümsemeden çok sırıtmaya benziyordu.
“Neden bu kadar nefret ediyorsun yol tarif etmekten?”
“Çünkü yolları bilmiyorsan araba kullanman mantıksızdır. Kaybolmaktan ve vakit kaybetmekten başka bir şeye yaramaz.” O kadar karışık bir açıklama yapmıştı ki bence kendisi bile farkındaydı sözlerinin saçmalığının.
“Tam olarak sorumun cevabı bu değildi!”
Omuz silkerek, “Sadece sevmiyorum!” dediğinde derin bir nefes alarak salladım. Bu sırada Jennifer’ın arabası ışıkta geçerken ben kırmızı ışığa yakalanmıştım. Onun istemediği bir şeyi yapma zorunda kalmasının verdiği zevkle gülümsedim.
“Sanırım sevmediğin bir işi yapacaksın!”
Brandon, “Seninle yaparım!” dedi sadece. Başımı çevirdim ve istemeden de olsa ciddiyeti geri aldım. Her ne kadar bu sözleri beynim evirip çevirse de söylenenlere inanmak istemiyordum. Duymamış gibi yapmak şuan için işime gelen tek şeydi.
“Toplantıya henüz bir saat var! Bir yerlere gidelim hem bir şeyler yer hem de konuşuruz.”
Nedense ret etmem gerekirken edemedim ve onayladığımı gösterir bir şekilde başımı salldım. Yüzündeki gülümseme hiç kaybolmadan bana yolu tarif etmeye devam etti.
Elit görünen bir kafeye geldiğimizde ben kafenin park alanına arabayı park ettim. Çantamı alıp arabanın etrafından dolanırken Brandon beni bekledi. Kafeye girerken kapımı açtı. Tam bir centilmenlik örneği gibi davranıyordu. Yapmacık mıydı yoksa alışkanlık mıydı bu davranışları bilmiyordum. Ama o kadar doğal görünüyordu ki.
Brandon daha önceden buraya gelmiş gibi beni arka bahçede bir masaya yönlendirdi. Tabelasında kafe yazmasına rağmen şık bir restoran gibi görünüyordu. Garson mönüleri getirip, siparişlerimizi aldığında içecek olarak Brandon şarap istedi. Cheval Blanc 1947! Şaraplardan anlıyor görünüyordu. Kaşlarımı kaldırıp ona baktığımda gülümseyerek bir kadeh de benim için istedi.
“Buradan toplantıya gideceğimizin farkında değilsin sanırım!”
“Sadece bir kadeh! Merak etme çarpmaz… Hem belki gerginliğini alır. Çok sıkkın ve gergin görünüyorsun. Rahatlatır seni.”
Eğer onu tersler ya da iğnelercesine bir şey söylersem onun istediği hareketi yapmış olacağımı düşünerek sustum ve arkama yaslandım. Sessizce etrafımı incelerken onun bir şey söylemesini bekledim. Eminim ki sessizlik onu rahatsız edecekti.
“Kid Care davasına gerçekten karıştın mı?” Tahminimi doğru çıkararak sessizliği bozduğunda garson siparişlerimizi getirmişti. O yanımızdan ayrılana kadar bir şey söylemedim.
Garsonun yanımızdan ayrılmasını fırsat bilerek sorusuna cevap verdim. “Odamda durumu açıklamıştım zaten.” Konuşmasını bekledim ama bir şey söylemeyince ben devam ettim. “Konuşmak istediğin konu dava mıydı?”
“Evet!” O kadar net ve keskin bir şekilde yanıt vermişti ki aslında konuşmak istediği konunun bu olmadığını belli etmişti. Sadece kaçmak için bu konuyu açmış gibi görünüyordu. İyi ama neden? Neden ne söyleyecekse hemen söyleyip bitirmiyordu ki?
Sanki bir anda konuşmaya karar vermiş gibi, “Aslında…” dedi ama devamını getirmeden sustu.
“Konuşmak istediğin konu bu değildi.”
“Dean ve Justin kim?”
Tek kaşımı kaldırıp çatalımı bıraktım ve arkama yaslanarak, “Onların kim olduğu seni niye ilgilendiriyor?” diye sordum.
“Merak!”
“Bu merak başını belaya sokacak! En iyisi fazla merak etme!”
“Tamam, Ashley sadece dinle. Ben… bak…” derin bir nefes aldı. Sanki söyleyeceklerini söyleyemiyormuş gibi görünüyordu. Karşımda çırpınıyordu sanki. “Ashley ben…”
Tam söyleyecek gibi söze başlamıştı ki çalan telefonu sözlerini yarıda kesmesine neden oldu. “Affedersin!” diyerek masadan kalkıp telefonunu açtı.
Biraz ileriye gidip konuştu birkaç dakika. Bense devamı gelmeyen cümle de kalmıştım. ‘Ashley ben…’ devamı ne olabilirdi ki? Aslında bunun devamını her şekilde getirebilirdim. Ama bir umutla ben devamında beni sevdiğini ya da en kötüsü benden hoşlandığını söylemesini istiyordum. Neden bilmiyordum ama bunu istiyordum. Çok saçmaydı, daha birbirimizi tanımıyorduk bile ama kalbimin derinliklerinde bunu istiyordum.
Masaya geri dönüp oturmadan bana baktı. “Gitmeliyiz!”
“Pekala, ama sorun ne?”
“Dün anlaşma imzalanan şirketle ilgili bir sorun varmış!”
Hızlıca hesabı ödedik ve kafeden çıktık. Arabanın yanına gittiğimizde yüzündeki ciddi ifade ile anahtarları istedi. Acelesi olduğu çok belliydi, biran önce gitmek ister gibiydi. Bu yüzden itiraz etmeden anahtarı avucuna bırakıp yolcu koltuğuna oturdum.
Hızlı bir şekilde arabayı sürerken ne bir şey söylüyor ne de bakışlarını yoldan çekiyordu. Gidince neler olduğunu öğreneceğimi bildiğim için sessizliğimi bozmuyordum. Brandon da zaten kendi içinde bir şeylerle uğraşıyor gibi görünüyordu, onu rahatsız etmek de istemiyordum.
Kısa sürede holdinge geldik ama içeri girmek pek mümkün olmadı. Aslında çok zor oldu, Brandon durmadan kornaya basıp yol açmaya çalıştı. Kapının önü resmen gazeteciler tarafından işgal edilmişti. Sebebi ise ya dava yüzündendi ya da Brandon’ın bu kadar sinirlendiği ama benim hiçbir şey bilmediğim olay yüzündendi. Ama her ne içinse ciddi anlamda büyük bir sorun var gibi görünüyordu.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Iste bu. Harika bir bölümdü. Heyecan doruktayken bölüm bitti, bayildim. Hele yarida kalan "Ashley ben" cümlesi fevkaladenin fevkindeydi :) Hiiìiic laf kalabaligi yapmaya gerek yok, ellerine yüregine saglik.
YanıtlaSilSabirsizlikla yeni bölümü bekliyorum :)
Çok beğendimm :)))
YanıtlaSilBrandonAshley sahneleri çoğalıyor iyice güzell :) Brandonun dean ve justin kim diye sorması bozulması çok güzeldii!! Kıskansın dahada :)) Ashleyde kıskandı birazcık :)))
Bence bu dava sayesinde onların arasında daha fazlası olacak gibiii :) Bakalım nolacak ?
Ellerine sağlık :) Merakla bekliyoruz :)
Teşekkür ederim yorumlarınız için arkadaşlar =)
YanıtlaSil