Israrla çalan telefonun sesine gözlerimi açtım. Yatağa ters yatmış hatta uyuyakalmıştım. Ahh… ne güzel dosyaları incelemeye dalmış ve sonunda uyku bedenimi ele geçirirken yatağa girememiştim. Çalmaya devam eden telefonumu kağıtların ve dağılmış yatağın içinde ararken kendime saydırıyordum. En sonunda telefonu bulmanın verdiği zafer hissiyle kimin aradığına bakmadan açtım.
“Alo?” sesim uyku sersemi olduğumu net bir şekilde belli ediyordu.
"Biliyordum! Uyuyakalacağını biliyordum!”
“Ne?”
“Ashley iş görüşmeni unutma diye aradım! Ama görünen o ki, unutmuşsun!”
Lanet olsun! Lanet olsun! Bir kez daha lanet olsun! Yataktan nasıl çıktığımı, Justin’in telefonunu nasıl geçiştirircesine kapattığımı hatırlamıyorum. Olabildiğim en hızlı şekilde banyoya girip duş aldım.
Hiç bu kadar hızlı hazırlanmamıştım ama bir saat içinde duşumu almış saçlarımı yapmış ve üzerimi giyinmiştim. Uykusuzluğum gözaltlarımın mor olmasıyla belli oluyordu, onu da makyajla kapattıktan sonra gerekli olabilecek eşyalarımı çantama koyup odadan çıktım. Koşturur gibi yürüyerek otelden çıkıp bir taksiye binmem arasında geçen süre o kadar kısaydı ki istesem bu kadar hızlı hareket edemezdim sanırım.
Taksi şoförünün Borghensee Holding’inin yerini biliyor olması görüşmeye zamanında yetişmeme imkan sağlamıştı, rahat bir nefes almak da hakkım olmuştu. Taksinin ödemesini yapıp indikten sonra içeriye girdiğimde ferah ortamı, lüks bir şekilde tasarlanmış olması buraya ait değilmişim gibi hissettirmişti. Hiçbir zaman kendimi bir yere ait hissetmemiştim gerçi…
Güvelik görevlisinin yanıma yaklaşmasını konuşmaya başladığında fark ettim. “Merhaba! Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Merhaba ben Ashley Grench! Bay Borghensee ile randevum vardı!”
Adam onu takip etmemi belirten bir hareket yaptıktan sonra bir odaya girdi. Telefon görüşmesi yaptığını konuşmalarından anlıyordum. Dinlememeye çalışarak etrafımı incelemeye devam ettim. Gerçi görebileceğim her şeyi içeri girdiğim anda fark etmiştim ve şuanda ilk girdiğim ki gibi ilgi çekici gelmemişti içerisi bana… Sıradan, normal bir iş yeriydi işte! Sadece fazla lükstü.
“Bay Borghensee sizi bekliyor! On ikinci kat sağdan devam edin odası karşınıza çıkacaktır. Sekreterine kim olduğunuzu söylerseniz size yardımcı olacaktır.”
Güvenliğe gülümseyerek “Teşekkürler!” dedim.
Asansöre binip de on ikinci kata çıkmak tam bir işkence gibi gelmişti. Sanki asansör olduğundan daha yavaş çıkıyor gibiydi. Derin nefesler alarak asansörün aynasındaki aksime baktım. Elimi istemsizce saçlarıma götürerek topladığım ama yanlardan çıkan asi küçük saçları düzelttim. Makyajımı kontrol ettim. İşimi bitirip de önüme döndüğümde aklıma gelen ilk düşünce inşallah asansörde kamera yoktur oldu. Ne rezillik ama!
Birkaç dakika sonra asansörün kapıları açıldığında güvenlik görevlisinin tarif ettiği yönde ilerken karşımda gördüğüm görüntü beni olduğum yerde durdurmuştu! O’nu görmeyi beklemiyordum. Burada ne işi vardı! Nasıl bir oyun oynuyordu kader bana ki hep onu karşıma çıkarıyordu bilmiyorum.
Elizaer Borghensee’yi tanıyordum. Karşısındaki adam oydu ve samimi bir şekilde birbirlerine gülümseyerek konuşuyorlardı. Derin bir nefes aldım ve onlara doğru yürümeye başladım. Topuk seslerim koridorda yankılanırken önümdeki iki adamında dikkatini çekmiştim. Bay Borghensee beni tanıdığını belirtir bir ifadeyle bakarken onun bakışlarında şaşkınlık vardı. Tıpkı benim gibi o da burada karşılaşmış olmamıza şaşırmıştı.
“Bayan Grench?” Elizaer Borghensee söze ilk başlayan kişi oldu. Sanki beni tanımıyormuş da kimliğimden emin olmaya çalışıyormuş gibi bir edada konuşmuştu.
Onun tavrına aynı şekilde karşılık vermeyi daha uygun olduğunu düşündüm. “Evet! Bay Elizaer Borghensee değil mi?”
“Harika zamanlamanız var. Gecikeceğinizi düşünmüştüm.” Bakışları üzerimde dolaşıp beni incelerken omuzlarımı dikleştirdim.
“Zaman, biz avukatlar için çok önemli bir kavram, geç kalmayız bu yüzden!”
Elizaer Borghensee sözlerime tatmin olmuş gibi gülümserken yanındaki adamın varlığını yeni hatırlamış gibi davranmayı da ihmal etmedi.
“Sizi tanıştırmama müsaade edin! Brandon Veldone, ortak olduğumuz Singh Holding’inin CEO’su. Brandon, bu bayanda anlaşabilirsek eğer yeni şirket avukatımız Ashley Grench.”
Elini bana uzattığında tereddüt etsem de elimi uzattım. Yumuşak dokunuşu, sert tokalaşması ve gözlerimin içine bakar durumda olması içimde bir şeyleri harekete geçmesine neden olmuştur. Kendimi garip hissetmiştim. Yıllardır birbirimizi tanıyormuşuz da yeniden bir araya geliyormuşuz gibi bir garip bir his sarmıştı benliğimi.
“Tanıştığımıza memnun oldum Bayan Grench. Yeni işiniz hayırlı olsun.”
Konuşmaya başladığında düşüncelerimden sıyrıldım. Yumuşacık ses tonu kalbimin hızla atmasına neden olurken hala elimin elinde olduğunu fark ettim. Elimi geri çekerken, “Bende tanıştığımıza memnun oldum. Henüz iş hakkında bir şey söylemek için erken, öyle değil mi Bay Borghensee?” dedim. Konuyu dağıtmak istiyor, düşüncelerimi ondan uzaklaştırmak istiyordum.
“O zaman odama geçelim Bayan Grench, Brandon seninle daha sonra devam ederiz. Yarın akşamki yemekte konuşuruz,” diyen Bay Borghensee beni odasına doğru yönlendirirken Brandon Veldone’ı da asansöre yönelmesine neden olmuştu. Arkama bakmamaya çalışmak zor oldu benim için, odaya girip de Bay Borghensee masasına yönelince bütün dikkatimi o ana, iş görüşmeme odaklandım.
Kısa sohbetler, neden iş yerimden ayrıldığıma dair sorular ve kısa açıklamalarla geçirilen sürenin sonunda onlar benden neler beklediklerini ben onlardan neler beklediğimi çekinmeden açıkça ifade ettik birbirimize. Anlaşacak gibi görünüyorduk.
Elizaer Borghensee masasının çekmecesinden bir sözleşme çıkarıp bana uzattı. Her ikimiz de olumlu baktığımız düşünülürse anlaşmayı geciktirmemizin bir anlamı yoktu.
Bana uzatılan sözleşmeyi okuduğumda maddelerin oldukça makul olduğunu gördüm. İtiraz edilecek ya da hiç sayılacak bir sözleşme değildi. Hem çalışanı hem de işvereni düşünerek yazılmıştı maddeler. Her iki tarafı da mağdur edecek bir madde yoktu. Özellikle son madde ilgimi çekmiş ve imzalamamı teşvik etmişti.
‘Sözleşmeyi imzalayan çalışanın, şahsına hitap eden hakaret içerikli bir söz ve davranış karşısında, çalışan işten ayrılma ve beş yüz bin dolarlık tazminat isteme hakkına sahiptir.’
Vay canına beş yüz bin… Oldukça cüretkar bir rakam olmasının karşısında itiraz da etmem gereksizdi. Sonucunda onlar hazırlamışlardı sözleşmeyi ve o kadar kendilerine güveniyorlarsa o zaman diyecek bir şey yoktu değil mi?
Sözleşmenin altında adımın yazılı olduğu yere imzalı attıktan sonra Bay Borghensee’de imzaladı. Sözleşmenin bir nüshasını da bana verdi. Onu da aynı şekilde her ikimiz de imzaladık. Prensipleri gereği hem iş verende hem de çalışanda sözleşmenin bir nüshası oluyormuş. Bazı şirketlerin kurumsal olmasının sebebi buydu işte. Çalışan memnuniyeti çok önemliydi. Buna önem verip de onları memnun ettiklerinde tam verim alıyorlar, sonucunda kendileri de istedikleri yere ulaşıyorlardı.
Bay Borghensee’nin eşiliğinde odadan çıkıp onuncu kattaki odama gittik. Bana hem iş yerim hem de odam hakkında bilgileri veriyor, arada sorular soruyor ve bende cevaplıyordum. Kısa sohbet ve daha fazla tanıtım şeklinde geçen zaman içerisinde odama gelmiştim. Sakin ve yönetimin olduğu katlardan birindeydi benim odam, oldukça geniş, ferah ve ışık alan bir odaydı. Tam benim keyfime göreydi. Keyifle çalışacağımı şimdiden hissediyordum.
Bana ait olacak olan odada biraz daha sohbet edip pazartesi işe başlama kararı ile holdingden ayrıldım. Yeni başlayacağım hayat tahmin ettiğimden kolay ve güzel olacak gibi görünüyordu.
Havanın güzel ve keyfimin yerinde olmasının verdiği hisle biraz yürüme kararı aldım ve hiçbir taksiyi durdurmadan, güvenlik görevlisinden şehir merkezine hangi yönden gideceğim öğrendikten sonra o yönde yürüdüm. Yüzümdeki keyifli bir ifade olduğunun farkındaydım. Sanırım artık biraz rahat nefes almamın zamanı gelmişti. Uzun süredir hayatta mücadele veriyordum.
Yürümeye devam ederken ayağımdaki topukluların verdiği rahatsızlığı görmezden gelmeye çalışıyordum ama ne yazık ki bu durum uzun sürmedi. Olduğum yerde durup da taksi beklemektense yavaş yavaş yürümeyi tercih ettim. Her motor sesine boş bir taksi olması umuduyla bakıyordum. Şu ana kadar şanslı geçen günüm şu anda yeterince şanssız olduğumu hissettirmeye başlamıştı. Geçen taksilerin hiçbiri boş değildi. Kaşlarımı çatmış söylenerek yürümeye devam ediyordum ki arkadan gelen korna sesine umutla dönüp baktım. Alfa Romeo 8C Spider marka bir araba… Arabayı görünce kaşlarımı kaldırdım ve dudaklarımdan “Vay canına… güzel araba!” sözleri döküldü.
Arabalardan pek anlamasam da bu model arabaları hep sevmiştim. Tamam bu modele tapıyordum, almayı hep istiyor ama alacak gücümün olmamasının yanında masraflarını bile karşılayacak gücüm yoktu! Bir ev fiyatına araba almaya kim yanaşırdı ki! En azından ben yanaşmazdım!
Ben arabayı incelerken arabanın kapısı açıldı ve içinden inan kişi arabadan daha çok dikkatimi çekti. Şaşkınlıkla karışık bir şekilde dudaklarımdan onun ismi döküldü.
“Brandon Veldone.”
Yanımdan geçip gideceğini sanıyordum bu yüzden umursamadım ve önüme dönüp yürümeye devam ettim, ama o devam edip gitmek yerine tekrar kornaya bastı. Belki çocukçaydı yaptığım ama yine de tavrımı korumaya devam ettim. Benim önemsemeden yürüdüğümü görünce arkamdan hızlanan arabanın sesini duydum ardından yanımdan geçtiğini… Biraz ileride durup da arabadan inince derin bir nefes aldım ve olduğum yerde durdum. Arabayı çalışır halde bırakıp bana doğru yürümeye başladı. Ne yapmaya çalıştığını bilmiyordum ama nedense benimle ilgilenmesi hoşuma gitmişti. Yüzümdeki ifadeyi bozmadan durmak benim için ilk defa zor oldu. İçimden ona gülümsemek geliyordu. Hele ki o, şirin bir erkek çocuğuymuş gibi gülümserken… Bir kere daha derin bir nefes aldım. Hislerimi kontrol altına almaya çabaladım.
Yanıma biraz daha yaklaştıktan sonra oldukça yumuşak tonla, kibar ve samimi bir şekilde “Gideceğin yere bırakmamı ister misin?” diye sordu. Kadife sesine alışmak zorundaydım, duyunca afallamak işime gelmiyordu ama alışabileceğimden de şüpheliydim. İnsanın ruhunu okşar gibi geliyordu sesinin tonu. Sanki kalbime dokunuyordu… Tanrım! Neler düşünüyorum ben?
“Teşekkürler, kendim gidebilirim.”
Başımla selam verip yanından geçtim, henüz birkaç adım atmıştım ki söyledikleri olduğum yerde durmama neden oldu.
“Bu davranışlarının sebebi New York’taki gece yüzünden mi?”
Bunu yapacağını biliyordum. Mantıklı olan tarafım her an karşıma çıkaracağından emindi ve beni hazırlamaya çalışmıştı ama duygusal tarafım yapmayacağından o kadar emindi ki bende o tarafıma güvenmiştim.
Önemsiz bir şeymiş gibi davranmaya karar verdim. Ona dönerek tek kaşımı kaldırdım. “Siz hala o gecede misin, Bay Veldone?” Sesimin bu kadar kendinden emin ve öylesine bir konudan bahsediyormuş gibi çıkmasına şaşırdım. Evet, öyle davranmak istemiştim ama nedense davranamayacağımı düşünmüştüm.
“Bu tavırlarının nedeninin o gece olup olmadığını anlamaya çalışıyorum sadece. Görmezden geliniyormuşum gibi hissediyorum.”
Benimle konuşurken hala sen diye hitap ediyordu ve konuşma hiç iyi bir yere gidecek gibi görünmüyordu. Derin bir nefes aldım ve onun gibi bende senli konuşmaya başladım.
“Bak! Açıkça konuşalım ve bu konu kapansın! Ne düşündüğünü bilmiyorum, ama o gecenin işime engel olmasını istemiyorum! Bundan dolayı yaşanmamış sayalım!”
İlk önce söylediklerime anlam verememiş gibi baktı, kaşlarını çattı, bakışlarını kaçırdı ve gözlerini kırptı. Bu hareketi neden yaptı bilmiyordum ama sanırım bunları söylememi beklemiyordu… En mantıklı açıklama bu olurdu sanırım.
Kaşlarını çatmaya devam ederken “Bende öyle düşünüyorum! Çalışanlarımla ilişkiye girmem, eğer teklifi kabul edeceğini bilseydim seni o gece görmezden bile gelebilirdim.” Dedi soğuk ve sert bir sesle.
Söyledikleri biraz şoka uğramama neden olmuştu, aslında ne cevap bekliyordum bilmiyorum ama bunu beklemiyordum. Gerçi sözlerimden sonra başka bir şey beklemek de aptallıktı! Peki, neden bu sözler beni yaralamış gibi hissetmiştim? Neden bir el kalbimi avucunun içine almış da sıkıyormuş gibi hissediyordum?
Duygularımı belli etmemeye çalışarak, “Güzel!” dedim. Bakışlarının küçümserlik ve değersizlik dolu olması canımı acımıştı.
Sanki biraz önceki konuşmalar hiç yaşanmamış gibi, “Bayan Grench, Borghensee ve Singh Holding’leri ortaklığına ve Washington’a hoş geldiniz. Umarım sizinle iyi iş yaparız!” demesiyle irkildim. Arkasını dönüp giderken sadece bakakaldım. Dudaklarım sanki bir şey söyleyecekmiş gibi aralansa da hiçbir kelime dökülmedi dudaklarımdan. Arabasının kapısını açtığında bakışlarını bakışlarımla buluşturdu. O da bir şey söyleyecekmiş gibi bir atılım gösterdi, sonra vazgeçti sanırım kaşlarının çatıklığıyla arabaya binip gitti.
Giden arabanın arkasından bakarken neler olduğuna, birkaç dakika önce neler konuşulduğuna bir anlam veremedim. Belki de hiç bu yöne gitmeyecekken konuşmalar benim sözlerimle bu yöne kaymıştı. Belki başka bir şey söyleyecekti… Belki… Bu şekilde belkileri sıralayabileceğimi biliyordum. Bakışlarımı göğe kaldırdım derin bir nefes aldım. Yeterli olmadığını hissedince bir nefes daha aldım.
Boş bir taksi geçene kadar olduğum yerde bekledim. Konuşmalarımızı değerlendiren beynimi umursamamaya çalışarak ondan uzak durma kararı aldım. Gerçi çok sık göreceğimi sanmıyordum ama olsun.
On dakika boyunca onun arkasından baktığımı geçen boş taksinin kornasına basmasıyla fark ettim. Kim bilir kaç taksiyi böyle kaçırmıştım. Kendime kızarak taksiyi durdurdum, düşüncelerimi beynimin gerisine ittim ve önümdeki günlere odaklanmaya çabaladım.
Otele geldiğimde hızla odama çıktım ve hemen topuklularımdan kurtulup üzerime rahat bir şeyler giydim. Pazartesi işe başlayacak olmamı düşünürsek acele etmem gereken konular vardı. Bunların en başında da kalacak yer geliyordu. Yorgunluktan ölüyordum ve uyumak istiyordum, ama yapamayacağımı da biliyordum. Buna vaktim yoktu. Ciddi anlamda birkaç gün dinlenmeye vaktim olmayacaktı.
Otelden çıkmak yerine otelin restoranına gittim. Bir şeyler yemeyi ve daha dingin bir haldeyken düşünmeyi amaçlıyordum. Buralarda ev bulabilecek miydim? Nasıl bir ev bulacaktım bir fikrim yoktu ama en azından karnımı nasıl doyuracağımı ve midemdeki sesleri susturmanın yolunu biliyordum.
Siparişimi beklerken biran da aklıma Justin’in büyükannesi ölmeden önce burada yaşadığı geldi. Kadın sekiz ay önce ölmüştü ve Justin’in çok üzüldüğünü hatırlıyordum. O zaman hem işten hem de okuldan izin alarak cenaze için Washington’a gelmişti. Hatırladığım kadarıyla ev, Justin’in babasına aitti. Eğer boşsa… kiraya verebileceklerse… belki… ben kiralayabilirdim.
Bu düşünceyle Justin’i aradığımda, her zamanki neşeli ve enerjik haliyle açtı telefonu. “Selam, Ashley. İş görüşmen nasıl gitti?”
“Sakin Justin! Pazartesi başlıyorum. Anlaştık, yeni bir başlangıca sayılı günlerim kaldı,” derken derin nefesler alıyor, kendimi bu yeniliğe hazırlamaya çalışıyordum.
“Harika! Senin adına çok sevindim. Buna ihtiyacın vardı Ashley. Her şey iyi olacak göreceksin.”
Yemek siparişim geldiğinde Justin’in sözlerini dinliyordum, garson giderken gülümseyerek selam verdin ardından Justin’in konuşmasına geri döndüğümde “Bende öyle hissediyorum. Bu arada Justin, sana bir şey soracağım. Büyükannenin evi boş mu? Yanılmıyorsam buradaydı evi… bu şehirde…”
“Benim niye daha önce aklıma gelmedi ki bu? Evet, büyükannemin evi boşta şuanda, orada kalabilirsin, babamlarla konuşurum senin için.”
Justin bu sözlerinin altında kiralamak amacıyla konuşacağı iması yoktu, sadece kalmam için konuşacaktı ve eminim ki kirayı söz konusu dahi yapmayacaktı.
“Justin, bir şeyi atlıyoruz. Ev, yakın bir çevrede değil mi?”
“O konuda hiç sıkıntın olmasın! İş yerine yakın bir yerde, bundan emin olabilirsin. Ben şimdi babamı arayayım, sana da adresi mesajla göndereyim. Sen eve git, babamda birini yönlendirsin, tamam mı?”
“Çok heyecanlanmışsın sen. Sakin ol biraz, tamam giderim ama önce yemeğimi yemeliyim. Eğer görüşeceğim birileri varsa onların da numaralarını göndermeyi unutma.”
Görüşürüzlerle telefonu kapattığımızda yemeğimin soğumaya başladığını fark ettim. Telefonumu masanın üzerine koyup da yemeğimi yemeye başladığımda mesaj geldiğini gösteren bip sesi geldi. Bu gençlerin telefonları bu kadar çok kullanıyor ve hızlı mesaj gönderiyor olmalarına hala şaşıyordu. Tamam, teknolojiye ayak uyduruyor olabilirdim ama mesaj konusu benim için sorundu hala.
Yemekten sonra taksiyle Justin’in verdiği adrese gittim. İtiraf etmem gerekir ki mütevazi küçük bir ev bekliyordum, ama karşıma çıkan ev hiç de beklediğim gibi değildi. Büyük bir bahçesi olan dubleks saray yavrusunun yavrusu olacak ölçülerde bir evdi. Sekiz aydır kullanılmıyor olmasına rağmen bahçesi oldukça bakımlıydı. Bahçe kapısını açıp içeriye girdiğimde göz alıcı güzelliği seyretmekten kendimi alamadım. Evin kapısına kadar yapılan yolun kenarlarında bodur gül ağaçları vardı, bahçe çimenlerle kaplı olmasına rağmen rengarenk çiçeklerle süslenmişti. “Vay canına,” diye fısıldadım kendi kendime hayranlıkla bakındığım güzelliğe. Bu evde yaşamayı kim istemezdi ki!
“Sanırım bahçeyi inceliyorsunuz Bayan Grench?” diye bir ses duyduğumda arkamı döndüm. Kahverengi gözlü, uzun boylu, ince yapısı olan bir adam duruyordu karşımda, oldukça yakışıklı ve dikkat çekiciydi. Üzerinde füme rengi bir takım elbise vardı.
“Bu resmiyetime bakmayın bir toplantıdaydım! Ah, kendimi tanıtmadım size, kusura bakmayın. Ben James Grown, emlakçıyım. Bay Blade, sizin evle ilgilendiğinizi söyledi ve sizinle bu konuda görüşmemi istedi.”
Açıklamasını gülümseyerek sürdüren adama dikkatle baktığımın farkındaydım. Garip bir şekilde ısınmıştım adama ve lafı uzatmadan konuya girmesini de sevmiştim.
Biraz mahcup olmuş gibi görünerek, “Umarım işinizi bölmemişimdir,” dedim. Aniden çıkan işlere şahsen sinir olurdum, başkasına aynı şeyi yapıyor olmak kendimi kötü hissettirmişti.
“Hiç sorun değil, benim mesleğimde her an her şey olabiliyor. Alışkınım bu duruma. Dilerseniz size evi gezdireyim.”
Gülümseyerek onayladığımda elindeki anahtarla yanımdan geçerek evin kapısına ilerledi. Kapıyı açıp beni içeri davet ettiğinde hiç tereddüt etmeden içeri girdim. Hayallerimin ötesindeki bahçeden sonra içeride beni neyin beklediğini merak ediyordum açıkçası.
Kapı, geniş ama kısa antreye açılıyordu. Antrenin sonunda üst kata çıkan merdivenler görünüyordu. Antrede iki kapı görünüyordu, biri sağda biri solda karşılıklı olarak yerleştirilmiş gibi bir görüntü sergiliyordu. Bay Grown rehberliğinde içeriye girerken ilk olarak sağdaki kapıya doğru ilerledik, burası salon olmalıydı oldukça geniş, ferah ve aydınlık görünüyordu. Boydan camları içeriye bütün güneş ışığını alıyor, sanki açık havadaymış gibi aydınlık bir görünüm veriyordu. İçerisinde bulunan mobilyalar evin modern yapısını eski zamanlardan kalma bir hava katıyordu. Kenarları oymalı koltuk takımı, antika olduğu belli olan yine oymalı masa ve ortada onların aksine modern görünen biraz el işçiliği bulunan bir sehpa vardı. Bu odaya içim ısınmış kendimi buraya aitmiş gibi hissetmiştim.
Bay Grown’un boğazını temizlemesiyle incelememi yarım bırakırken ona döndüm. Kapının kenarında bekliyordu sanırım evin kalanını gezdirmek istiyordu. Onun isteklerine uyarak salondan çıkıp karşısındaki kapıdan içeriye girdik. Mutfak… her ne kadar mutfak olduğunu söylemeye bin şahit gerekse de tasarımından ve bulunan eşyalardan mutfak olduğu belli oluyordu. Yaklaşık olarak salon kadar büyüktü ve salonun antika dizaynına karşılık burası oldukça moderndi. Tezgahın bulunduğu duvar boydan boya dolap yapılmış, beyaz eşyaları belirli bir düzene göre dolaba yerleştirilmişti. Dolabın karşısındaki sekiz kişinin rahatlıkla yemek yiyebileceği bir masa konulmuştu. Mutfak kapısının tam karşısında da yine cam bir kapı vardı. Sanırım bahçeye açılıyordu. Benim gibimutfakta çalışmayı ve yaşamayı seven biri için ideal bir yaşam alanıydı. Her şey elimin altında olacaktı. Masa hem çalışmama uygundu hem de istediğim an karnımı doyurup kahvemi içebileceğim bir ortam vardı. Salondan daha çok sevdiğimi hissediyordum mutfağı.
Merdivenin hemen altında bodruma inen merdivenler bir kapıyla kapatılmıştı, herhangi bir acil durum ya da olağan dışı bir durumda sığınak gibi kullanılacak şekilde tasarlanmıştı. Bay Grown detaylarıyla bunun bilgisini verirken evin oldukça kullanışlı olduğunu vurgulamaya çalışıyor gibiydi. Evin arka tarafında iki misafir odası, üst katta iki misafir bir büyük yatak odası ve bir de çocuk odası vardı. Her odanın kendine ait banyosunun olması da oldukça cazip görünmüştü gözüme. Gerçi bu evde öyle çok misafir ağırlayabileceğimi sanmıyordum. Sonucunda çok fazla bir çevrem yoktu.
“Ne düşünüyorsunuz ev hakkında?” Bay Grown bir kez daha beni düşüncelerimden ayırırken yüzünde kendinden emin bir gülümseme vardı.
“Eğer kira konusunda anlaşırsak burada yaşamaktan keyif alacağımı düşünüyorum.”
Bay Grown ile uzun konuşmamızın ardından kira konusunda anlaştıktan sonra temizlik şirketini yönlendirip evi temizleteceğini, benim pazar günü anahtarı kendisinden alabileceğimi söyledikten sonra evden ayrıldık. Kira sözleşmesi ve gerekli evrakları kendisi hazırlayacak ve bende pazar günü imzalayacaktım. Fazla uğraşmamış olmam beni rahatlatırken gecenin uykusuzluğu artık iyice üstüme çökmeye başlamıştı. Otele gidip bir duş alıp ardından uyumak şuanda bana kendimi cennette gibi hissettireceğini düşünüyorum. Sanırım bunu yapacaktım da!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Cook begendim. olaylari cok basarili bir sekilde bagliyorsun ilerleme harika. Bir cirpida okudum ve bölüm bitti ama sonunu biraz heyecanli bir yerde bitirsen daha güzel olurdu bence :)
YanıtlaSilYazim yanlisi yok mu? Var ama bu sefer bir iki yer haric rahatsiz etmedi. Hizli yazmaktan kaynaklaniyor bence.
Ellerine saglik ve bir gün önce bölümü yayinladigin icin ayrica tesekkür ederim
Bu 4 bölümü daha önceden düzenlemiştim okurken de gözden kaçıyor bundan sonrakileri daha dikkatli elden geçireceğim :)
SilVe sanırım günlerim şaştı benim bir an için salıyı çarşamba sandım da gönderdim sonra bir daha geri çekmedim kalsın dedim :)) Veee daha heyecanlı bitirmeye çalışacağım bunu siz istediniz diyerek :D
Ooooo "siz istediniz" derken bir sonraki bölüme kadar kalp krizi falan gecirecek kadar heyecanli mi olacak acaba? 😉
SilYok henüz o kadar olacak bölümler olmayacak ama o bölümlerde gelecek yani... heyecanla soluksuz bir sonraki bölümü bekleyeceğiniz :) yavaş yavaş sindire sindire giriyoruz konuya ;) sonra çok fena patlamalar olacak :D en azından öyle düşünüyorum =)
SilSabirsizlikla bekliyorum. Bu arada siz derken bütün okuyuculardan bahsediyorsun degil mi? Ben hep sen diye hitap ediyorum cünkü. Yoksa siz mi demeliyim?
SilYok seni kastetmedim tüm okurlar, sana "siz" niye diyeyim yav ;)
SilMerhaba ben nesil :)) Dün o kadar yorum yazdım gelmemiş maalesef : S
YanıtlaSilHikayeni beğendim :)) hoşuma gitti çok :))
Ashley&Brandon çiftini sevdim tanışmaları ve sonrasında olanlar güzel ve komikti
Jackson denen herifi hiç sevmedim. Adam terketmeye programlanmış gibi beyinsiz!!
Washington'a taşınması hem yeni bir hayat hemde aşk açısından çok güzel olacak :)))
New yorkta iyiydi ama olsun :)) Bu james sanki aşk üçgeni olacak gibi bir izlenime kapıldım :)) Gelsin kıskanç Brandon ! :))
Hikayenin devamını bekliyorum geç oldu kusura bakma dün çiğdemden önce sana yazmıştım ancak gitmemiş :)
Takipteyim :))
Teşekkürler yorumun için :) Onaylanması için gelmedi yorumun sanırım sistemden falandan bir şey oldu bilmiyorum :/ Neyse beğenmene sevindim umarım ilerleyen bölümlerde daha da beğenirsin :) Yorumlarınız insanda hemen yazıp yayınlama isteği uyandırıyor :)
SilBu bölüm beklentilerimi evet karşıladı. Cok begendim konuları açıklayıcı ve yaşar gibi anlayışıtın beni olayların içine sokdu.kalemine sağlık.kBu arada şu minenin icine öküz oturmustu ya o artık bildiğin çilingir sofrası kurdu.cig köfte yoguruyor.Anlıyacağın fena durumda :) Brandon diye böğürmesi de ayrı :) bana acı be inci sonlarda ne yazıyorsa bilmiyorum güzel olaylara bağla Allah aşkına :)
YanıtlaSilAllah'ım sabah sabah ne güzel yorumlarla açtım gözümü güne? =) çoook teşekkürler, emin ol sonlarda çoook güzel şeyler sizi bekliyor :D
Sil