Gözlerimi açtığımda yine yatakta yalnız olduğumu gördüm. Derin bir nefes aldım. Brandon cumartesi günü düğün muhabbetinin üzerinden bir daha o konuyu açtırmamış, kendi de açmamıştı. Zaten üç gündür erken saatlerde kalkıp işe gidiyordu. Beni uyandırmıyordu ki gittiğini de uyanıncaya kadar fark etmiyordum. Geceleri artık bana sırtını dönerek de uyumaya başlamıştı. Bunun o konuyla ilgisi var mıydı bilmiyorum ama problem neyse bana sırtını çevirmeye başlamıştı. Belki de ben kuruntu yapıyordum, belki sadece henüz iyileşmeyen yaralarıma dokunmamak için o şekilde yatıyordu… bilemiyorum.
İç çekerek yataktan doğruldum. Ayağımdaki şişliğin inmesinin yanında artık eskisi gibi üzerine bastığımda fazla bir ağrı yapmıyordu. Hafif ağrılar oluyordu, onlarda dayanılmayacak gibi değildi. Ayağımın üzerine fazla kuvvet uygulamamaya çalışarak ayağa kalktım ve üzerime sabahlığımı giyindim, ardından odadan çıkıp mutfağa doğru ilerledim. Mutfağa girdiğimde masanın üzerinde vazoya yaslanmış bir kağıt gördüm ve merakla masaya yaklaştığımda kağıdın üzerinde adımı gördüm. Bu bana aldığım tehditleri hatırlattı ve nedense elim gitmedi kağıda. İçimde birden bire garip bir korku belirmeye başlamıştı. Eski cesaretimden eser kalmamıştı sanki bende.
Derin derin nefesler alarak elimin titremesine aldırmayarak kağıda uzandım ve hızlı nefes alışlarımın arasında masadaki sandalyeye oturdum. Üzerinde adımı yazan yazıyı bir daha gözüm iliştiğinde bu yazının Brandon’ın el yazısı olduğunu fark ettim. İçimdeki korku yerini durdurulamaz bir heyecana bıraktı neden bilmiyorum ama bir anda Brandon’ın el yazısından ismimin yazılmış olması bile beni heyecanlandırmıştı. Son birkaç gündür davranışlarındaki geri çekilmeyi fark ettiğimden beri bu oldukça iyi gelmiş ve içimdeki umudu ve ona olan aşkı körüklemişti.
Dudaklarımda oluşan gülümseme ile kağıdın katını açtım.
“Sabah erken saatlerde toplantım var bundan dolayı doktorunu aradım
ve randevunu öğleden sonraya aldım.
Sakın bensiz gitmeye kalma, gelip seni alacağım.
Seni seviyorum sevgilim
Brandon.”
Bugün çarşambaydı ve kontrolüm vardı. Belki dikişler alınırdı aradan kaç gün geçmişti ve iyileştiğimi hissediyordum, ağrılarım çok daha azdı, biraz sızlama ve acıma vardı.
Bunu nasıl unutabilmiştim ve nasıl olmuştu da Brandon unutmamıştı. Unutmamış olması bile bana karşı olan hislerinin hala olduğunu gösteriyordu. Bana karşı hala bir ilgisi vardı. Her ne kadar o konuşmadan sonra kendini geri çekmiş olsa da hala beni seviyordu ve bu bana onu beklemem için yeterli bir sebepti. Benim için yeterliydi.
Gülümseyerek parmaklarımı el yazsında gezdirdim. Özellikle beni sevdiğini ve sevgilim yazdığı kelimelerde… Tanrım! Nasılda âşıktım bu adama, nasıl güçlü bir sevgiydi benim ki…
Dudaklarımdaki gülümseme silinmeden masadan kalktım ve kağıdı katlayarak masanın üzerine bıraktım. Dolaptan kahvaltı için yiyecek bir şeyler çıkardım. En hızlı kahvaltı türü olan tost ve meyve suyu işimi görürdü. Bundan dolayı tost yaptım hızla, sonra kendime bir meyve suyu aldım. Tostumu yiyip meyve suyumu içtikten sonra yatak odasına gittim. Yatağı toparladım ve Brandon’ın çıkarıp kenara attığı pijamalarını katladım ve yatağın kenarına koydum. Daha sonra dolabın karşısına geçtim ve kendime giyecek bir şeyler bakınmaya başladım. Elbise veya etek tarzı şeylerle hastane köşelerinde koşuşturmak pek mantıklı gelmeyince şifonyerin çekmecesinden bir eşofman ve üzerine bir tişört çıkardım. Spor ayakkabılarım ayakkabılıkta olduğundan dolayı onları giyme kararı ile ayakkabı ayarlamaya çalışmadım. Ayarladığım kıyafetleri üzerime giyindikten sonra hızlı bir şekilde şekilsiz saçlarıma düzen vermeye çalışarak toplattım. Ardından gerekli eşyalarımı çantama koyarak odadan çıktım. Brandon’ın ne zaman geleceğini bilmiyordum bundan dolayı hazır olarak beklemek istedim.
Aşağıya salona girdiğimde çantamı kenara koydum ve koltuğa oturup ayağımı uzattım. Uzun süre ayakta kaldığımda hafiften bir ağrı oluyordu. Sanırım tam anlamıyla iyileşmemişti ama yine de iyi idare ediyordum. Televizyonun kumandasını elime aldım ve evdeki sıkıcı sessizliği bozmak için televizyonda bir müzik kanalını açtım ve dinlemeye başlamıştım ki telefonum çalmaya başladı. Çantamdan alıp baktığımda arayanın Dean olduğunu gördüm. Gittiğinden beri görüşememiştik. Hatta özleyeceğimi bile düşünmezken özlemiştim Dean’ı.
“Efendim?”
“Nasılsınız Bayan Grench?” diyerek dalga geçercesine bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
“İyim sizi sormalı Bay Carry?”
Cevap verirken onun gibi bir ses tonu ayarlamaya çalıştım. Nasıl oluyor, nasıl başarıyordu bilmiyorum ama Dean ile konuşmak beni rahatlatıyor ve içimdeki her türlü sıkıntıyı bir süreliğine rafa kaldırmamı sağlıyordu. Benim için kaybetmeyeceği göze alamayacağım bir dosttu.
“İyi, nasıl olsun işte bilindiği gibi devam ediyoruz. Sen nasıl oldun? Gerçi Brandon’a her gün arayıp soruyordum ama bir de senin sesini duyayım dedim.”
“İyiyim gerçekten. Sadece biraz dikişler dolayısıyla hareketlerim kısıtlanıyor. Ayrıca eminim Brandon abartarak anlatıyordur bana niye soruyorsun ki?” diye sormamın ardından telefondan gelen kahkaha sesiyle telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırdım. Daha sonra telefonu kulağıma yaklaştırdığımda gülmesi biraz daha sakinleşmişti. Bir anda aklıma davanın gidişatı geldi. Her şeyden uzak kalmıştım ki haberlerde de bu konuda bir şeyler yoktu.
“Dean, dava ne âlemde?”
“Dün Bay Jones ile konuştum. Haklıydın, cinayet ama bu cinayetin altında ne var bilmiyorum. Ortalık şuanda duruldu, üstelik ailesi ile, özellikle oğlu ile, konuştum. Durumu onlara özetledim. Aslında biliyor musun? Seni vurduranlar onlar değillermiş, haberleri duymuşlar onlarla görüşmeye gittiğimde garip bir şekilde seni sordular. Bu davanın açılımından dolayı sana teşekkürlerini iletmemi istediler ve ayrıca özürlerini de.”
“Vurulma işi ile alakalı olarak kimi düşünüyorsun?”
“Aslında sadece vurulmanla sorumlu değil bu kişi ya da kişiler. Bence başından beri tehdit olaylarında bu kişinin parmağı var bence. Care ailesinin üzerine yığıldı bütün ilgi, onlarda elini kolunu sallaya sallaya dolandılar. Hep işin içindelerdi bence en başından beri. Ama kim olduğu çıkar yakında diye tahmin ediyorum. Duyduğuma göre Kid Care bir günlük tutuyormuş. İnanabiliyor musun Kid Care ve günlük? Oğlu bahsetti, ama hiçbir zaman nereye koyduğunu bilmiyorlarmış. Hatta bir kere oğlu görmüş yazarken, görmese kimse bilmeyecek günlüğü. O belki bize bir yol gösterir davada… Şimdilik bu şekilde ilerliyor. Aslında tam anlamıyla otopside bitmedi. Onunda raporları elime bir ulaşsın oradan bir şekilde davaya yön vermeye çalışacağım,” diyerek konuşmasını bitirdi ki bu sırada ben tam bir şey sormak için ağzımı açacaktım ki kapının sesini duydum. Ardından ayak sesleri… Arkamı dönüp salonun kapısına baktığımda Brandon’ı gördüm. Gülümseyerek yanıma geldi ve eğilip dudaklarıma küçük bir dokunuş halinde öpücük bıraktı.
“Dean kapatmam gerek. Brandon…”
“Evet, söylemişti bugün kontrolün varmış. Sabah konuşmuştum. Görüşürüz sonra.”
Dean ile konuşmamızı bitirip telefonu kapattığımda Brandon ceketini eline almış kravatını çözüyordu. “Ben üstümü değiştireyim çıkalım tamam mı?”
“Tamam!”
Brandon salondan çıktıktan sonra bende ayağa kalktım ve çantamı çapraz bir şekilde takabilmek için askısını ayarlayıp taktık. Ardından ayakkabılığın yanında bulunan aynaya doğru ilerledim ve saçlarımı düzeltmeye çalıştım ki Brandon arkamdan gelip yanağımdan öperek beni aynadan uzaklaştırdı.
“Zaten güzelsin sevgilim!” dedi gülümseyerek. Gülümsemesi o kadar içten ve sevgi doluydu ki kendimi istemsiz gülümserken buldum.
Spor ayakkabılarımı ayakkabılıktan alıp giyindim ardından evden çıktık. Brandon merdivenlerden inerken elimi tuttu. Bunun yardım amaçlı mı yoksa sevgi gösterisi olarak mı yaptığını anlamadım, ama ne olursa olsun hoşuma gitmişti.
Arabaya kadar el ele gittik. Daha sonra Brandon bir centilmenlik daha yaptı ve kapıyı benim için açtı. Ben bindikten sonra oda bindi ve hastaneye kadar ilerlemeye başladık. Son günlerdeki gibi konuşmalarımız kısa sürmüştü. Sessizce ilerlemeye başlamıştık. Sanırım bunun o konuyla alakası yoktu. Brandon ile ben aramızda bir iletişim bozukluğu yaşıyorduk ve ben bunun sebebini bilmiyordum, aslında bunun o konuyla ilgisi var mı diye düşünüyordum ama eminde olamıyordum. Derin bir nefes alıp başımı çevirdim ve dışarıya bakmaya başladım.
Hastaneye kadar derin bir sessizlik oldu. Hastaneye geldiğimizde de Brandon arabayı otoparka götürdü ardından beraber indik arabadan ve hastaneye doğru yürüdük. Bu sırada da elimi tutmuştu. Yüzüne baktığımda sadece karşısına bakıyordu. Yüz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Duygularını gerçekten iyi saklıyordu.
Daha fazla bu konuları düşünmeyi bıraktım. Şuanda sağlığımla ilgilenmek istiyordum diğer meseleleri daha sonraya atabilirdim şimdilik. Nasıl olsa Brandon bir gün o konu hakkında konuşacaktı, sonsuza kadar kaçamazdı bu sorundan. Bu sorunun aramıza soğukluk kattığının da farkında olmalıydı.
“İyi misin?” diye Brandon’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrılarak Brandon’a baktım.
“Evet.”
Bana inanmamış gibi tek kaşını kaldırdı ve konuşmasına devam etti. “O zaman elimi sıkmanın sebebi ne?”
“Sadece biraz endişeliyim. Doktorun ne diyeceği konusunda…”
Bu yalanı söylemek benim için hiç zor olmamıştı, aslında teknik olarak o bakımdan da biraz endişeliydim sonucunda.
Brandon güven verircesine elimi bıraktı ve kolunu omzuma attı beni kendine yanaştırdı. Bu davranışı hoşuma gitmişti. Uzun süre sonra ilk defa birbirimize bu kadar yaklaşmıştık. Geceleri bile kollarında uyumaya alışıkken son günlerde bana olan uzaklığı, gecelere bile yansımış, bana sarılmamaya başlamıştı. Onu özlediğimi şimdi fark ettim. Uzakta olup da dokunamamak özlemek daha kolaymış, dokunabileceğin kadar yakınındayken uzaktaymış gibi özlem duymaktan.
Hastaneye girdiğimizde Brandon beni asansöre yönlendirdi. Sanırım direk doktorun odasına çıkacaktık. Asansöre binince başımı Brandon’ın omzuna yasladım. Omzumdaki kolunu biraz daha sıkarak sanki ben yanındayım demek istedi gibi geldi ama saçlarıma değen dudaklarından sonra fark ettim ki benim ona duyduğum ihtiyacın aynısını oda bana duyuyordu.
Asansörden inip doktorun odasına kadar yürüyüşümüzde sadece her şeyin yolunda olması için Tanrı’ya dua ediyordum. Bir aksilik çıkmaması için… Brandon kapıyı çalıp içeri girdiğinde doktor bizi beklermişçesine ayağa kalktı. Gülümseyerek başıyla selam verdi.
“Bende sizi bekliyordum Bayan Grench. Nasılsınız?” diye gülümseyerek karşıladı bizi doktor.
“Aslında iyiyim, sadece dikişler son derece rahatsız edici olmaya başladı.”
“Pekâlâ, şuradaki sedyeye uzanır mısınız? Bir aksilik olmadığı için yaraların iyileşmiş olması olasılığı ile dikişleri alabiliriz.”
Brandon’dan ayrılıp sedyeye doğru ilerlerken o da masanın kenarındaki koltuklardan birine oturdu.
Sedyeye uzanıp badimi kaldırdığımda doktor sol tarafımdaki dikişlerime baktı. Ardından badimin omzunu sıyırıp omzumdakine de baktı özenle. Ardından hemşireyi çağırdı ve gerekli malzemeler gelince dikişlerimi aldılar.
“Şimdilik her şey yolunda... Dışarıdan yaraların iyileştiği için aldım dikişlerini, ancak yaralarının içeriden iyileşmesi zaman alacaktır bundan dolayı ağrıların olursa bir ağrı kesici alabilirsin ve yine de bir süre daha dikkatli olman gerekli,” diyerek bir reçete yazdı ağrı kesici için ardından Brandon’la beraber doktorun yanından ayrıldık.
Brandon yine odadan çıktıktan sonra elimi tuttu. Beraber arabaya kadar bu şekilde yürüdük. Ayağımın üzerine basarken artık çok fazla ağrı yapmadığından, bunu Brandon’da fark etmiş olmalı, yürümeme izin veriyordu. Arabanın yanına geldiğimizde Brandon kapımı açtı ve ben gülümseyerek bindiğimde kapımı kapatıp oda yanıma bindi. Arabayı çalıştırmadan önce bana döndü ve avucunu yanağıma koyarak bana yaklaşıp beni öpmeye başladı. Bu öpücük öyle özlem doluydu ki aynı şekilde karşılık verirken benimde öpücüğümün özlem dolu olduğunu fark ettim.
Dudaklarımız ayrıldığında alnını alnıma dayayıp gözlerini kapattı. Derin bir nefes alarak gözlerini açtı ve gözlerimin içine bakarak, “Bir yerlere gidelim yemek yerken de konuşuruz,” dedi, bu soru değildi ama sanki onayımı bekliyor gibiydi.
“Emin misin?”
Konuşacağı konunun ne olduğunu tahmin ediyordum ve bu konuda konuşmak için bu kadar beklemişken de merak ediyordum.
“Bence fazla uzadı bu konu. Farkında olduğuna eminim, bu konu uzadıkça aramızdaki mesafede artıyor. Bundan sıkılmaya başladım. Lucy çenesini tutamadı, yoksa bu konunun sana yansımasını istemiyordum. Kendim halledecektim, ama sanırım senin öğrenmem gerekiyormuş.”
Brandon arabayı çalıştırırken ben bakışlarımı ona dikmiş bakıyordum. Bütün dikkati yolda olmasına rağmen benim sorularıma yanıt verecekti bunu biliyordum.
“Çok mu önemli bir şey?”
“Benim için öyle ama sana göre önemsiz olabilir. Bakış açına bağlı.”
Son sözü söylercesine konuştuktan sonra derin bir sessizliğe büründü. Yüz ifadesinden bir şeyleri tartıp biçtiği belli oluyordu ama yine de çok fazla üzerine gitmek istemedim. Nasılsa öğrenecektim ve yapılması gereken neyse o zaman düşünmek daha doğruydu. İç çekerek önüme döndüm ve kemerimi taktım. Şimdilik kafamdan bir şeyler kurmaktansa beklemek, sabretmek daha iyiydi. Yoksa beynim felaket senaryoları kuracaktı, bunu hissediyordum.
Şık bir restorana gelmek yerine ilk çıktığımızda geldiğimiz kafeye geldik. Buranın ortamını zaten beğenmiştim ki tekrardan gelmek hoşuma da gitmişti açıkçası. Eskileri anımsamak… Buradaki o anıları anımsamak gerçekten kalbimi ısıtmıştı.
Kafeye Brandon’la beraber girdiğimizde geçen sefer oturduğumuz yere gittik. Aynı yere oturduk. Bu sefer biraz daha kalabalıktı ortalık ve gençler daha çoğunluktaydı. Sanırım okul çıkışı falan gelmiş olmalılardı.
Görevli garson yanımıza geldiğinde menüleri bize verdi ve bakmaya başladım ne yiyeceğim diye. Aslında hafif bir şeyler yemek istiyordum ve henüz öğle saatleriydi ve benim pek öğle yemeği alışkanlığım yoktu. Bundan dolayı salata tercih ettim. Brandon ise yine yağlı yiyeceklerinden birini sipariş etti. Bakışlarımı da görünce gülümseyerek, “Açım!” dedi
“Ama dikkat etmelisin. Çok yağlı şeyler yiyorsun hiç sağlıklı değil Brandon,” diyerek söylenmeye başladım ki başını çevirip etrafına bakınmaya başladı. Merakla bende bakındım bir şey mi var diye ama aynıydı hiçbir şey yoktu.
“Ne oldu?” diye merakla sordum.
“Azar işitecek yaşı geçtim Ashley. Bırak da istediğimi yiyeyim. Zaten dışarıda pek yemek yemiyorum arada sırada olur…”
“Ben seni düşünerek diyorum, ama bir daha açmam ağzımı.”
Bir süre sessizlik içinde bekledik. Bu sırada siparişlerimiz geldi. Brandon’ın biricik yağlı yemeği… İstemsiz yüzümü buruşturdum yemeği görünce… Salatam önüme konduğunda çatalımla biraz aldım ve yemeye başladım. Birkaç saat olmuştu hâlbuki kahvaltı yapalı ama acıkmıştım. Bu çok garipti buraya geldiğimden beri çok yemeye başlamıştım.
“Şarap söylesem eşlik eder misin bana?” Brandon’ın sorusu üzerine başımı kaldırdım. Gülümseyerek onayladım eşlik edebileceğim konusunda.
Yemeklerimizi ve şaraplarımızı içerken o boğucu sessizliğe yine bürünmüştük. İkimizde önümüzdeki yemekle ilgileniyorduk. Aslında kaçamak bakışlar atıyordum Brandon’a ama o yemek yemekle meşguldü. Onun yemek yiyişini izledim elimde çatalla. Gerçekten acıkmış olmalıydı. Gülümseyerek başımı önüme eğip salatamdan biraz daha aldım ve yedim. Arada bir şaraptan da birkaç yudum alıyordum.
Biraz süre geçtikten sonra yemeklerimiz bitmişti. Brandon elinde şarap kadehi ve kadehin içinde azıcık kalan şaraba bakıp kadehi elinde döndürüyordu. Bense sadece onu izledim. Konuşmayı benim değil onun başlatması gerekiyordu, ama Brandon ısrarla sessizliğini sürdürmeye devam ediyordu. İç çekerek arkama yaslandım ve kadehi elime alarak bir yudum daha içtim şaraptan.
“Sanırım erteleyerek bir yere varamayacağız,” Diyerek başladı konuşmasına ardından derin bir nefes alarak arkasına yaslandı benim gibi. Bana baktı sanırım bir şey söylememi istiyordu ama ben ne söylemem gerektiğini bilmiyordum o yüzden sessizliğimi sürdürdüm. Başını önüne eğip kadehine baktı ardından sözlerinin devamını getirdi.
“Ashley ben düğün yapamam. Yani isterim, evet, seninle her şeyin olması gerektiği gibi geleneklere uygun olarak yapılmasını isterdim. Seni beyazlar içinde mihrapta beklemek isterdim, ama yapamam.”
Sanki suçluymuş gibi bakışlarını masaya dikmişti.
“Neden?”
Sorum üzerine başını kaldırıp bana baktı, içini çekti ve sessizce bir süre bekledi bakışları üzerimde sonra derin bir nefes alarak açıklamaya başladı.
“Çünkü tek ailem George ve Bethie… Ben küçüklüğümden beri onlarlaydım. Şimdi bu birliktelik için bana tavır aldılar ve en çok istediğim şey onların yanımda olup desteklemesi ama onlar onaylamıyorlar bu ilişkiyi. Bethie niye onaylamıyor anlamıyorum seni tanımıyor bile sanırım kocasına karşı gelmektense onun yanında yer alıyor…bilemiyorum… Onlar olmadan bu şekilde düğün yapamam, ama seni de bırakamam. Sensiz de yapamıyorum. Sensizlik cehennem azabı gibi Ashley, ama…” diyerek sözünün devamını getiremedi. Elimdeki kadehten bir yudum daha aldım ve kadehi masanın üzerine bırakıp masanın üzerinden Brandon’a doğru eğildim.
“Kaç gündür problem ettiğin konu bu muydu? Bana sırtını dönüp yatmana sebep olan konu… benimle doğru düzgün konuşmamanın sebebi…”
“Sadece herkes gibi sende o şekilde evlenmek istersin diye düşünüyorum ama ben sana bunu veremem ve buna rağmen benimle olmanı da isteyemem. Eğer sana karşı kendimi geri çekmeseydim ve sonunda öğrendiğinde çok daha kötü olacaktı. En azından bu şekilde benden daha kolay vazgeçebilirsin.”
Devamında daha bir sürü bahane sayabilecek gibi görünüyordu. Devam etmesini istemedim! Bunu engellemek için kaşlarımı kaldırarak bakıp konuşmaya başladım.
“Brandon Anthony Veldone! Sakın bir daha bana yatakta sırtını dönme. Ayrıca sanırım Bay ve Bayan Rosewood yumuşayana kadar da bekleyebiliriz ne dersin?”
Sözlerim karşısında kaşlarını havaya kaldırarak şaşkınca baktı. Bunu fırsat bilip ben konuşmama devam ettirdim. “Ayrıca eğer hemen evlenmek gibi bir niyetin yoksa onları beklemek o kadar da kötü gelmiyor bana. Hem sen konuştun mu bu konuda hiç?”
“Aslında Lucy ve Charles konuşmaya çalışmışlar ama tepki göstermişler.”
“Pekâlâ, sen niye konuşmuyorsun? Belki senden bekliyorlardır açıklamayı.”
“Sanırım şansımı deneyeceğim. Ashley, teşekkür ederim. Anlayışla karşılama olasılığın hiç yok gibi geliyordu,” diyerek masanın üzerinden elimi tuttu.
“Brandon sorunlarımızı konuşarak çözebilecekken susmayalım lütfen. Emin ol bu çok daha acı verici boyuta ulaşabiliyor. Son üç gündür benim neler düşündüğümü tahmin bile edemezsin.”
“Üzgünüm sevgilim. Sadece annemle babamın yerlerini alan iki kişinin onayı olmasını istiyorum evliliğimde. Sanırım bu onayı almak için çalışacağım.”
Gülerek ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda elini kaldırıp kulağına götürdüğünde fark ettim. Bu bizim dans şarkımızdı. Her zaman bu kadar ince düşünmek zorunda mıydı bu adam? Elimi eline koyup ayağa kalktım ve Brandon’ın belimden sarılıp kendine doğru çekmesine izin verdim. Dans ritmini tutturduğumuzda başımı Brandon’ın omzuyla göğsünün orasına koydum. Boyum anca o kadarına yetişiyordu zaten.
Dans müziği bittiğinde yerimize oturduk ve o konu bir daha açılmamak üzere kapatarak başka şeylerden konuştuk. Eğlenceli zaman geçirmeye başlamıştık. Her şey oldukça iyiye gitmeye devam ediyordu. Sanırım Brandon’la konuşabildiğimiz sürece her şekilde problemlerin üstesinde gelirdik.
Bir süre sonra kafeden çıkmak için Brandon hesabı istedi, ardından ödeyip kalktık. Kafeden çıktıktan sonra biraz sokaklarda yürüdük. Elimi tutmadı ya da belime sarılmadı. Bunların aksine kolunu girmem için bana uzattı bende gülümseyerek koluna girdim. Bu şekilde dolaştık, bazen dükkânların camlarına baktık, bazen de sadece boş boş yürüdük. Etrafıma bakınırken karşıdaki mağazalardan birinde mankenin üzerinde bir gömlek gördüm. Oldukça hoş görünüyordu.
“Brandon şu gömleğe bak. Sence de hoş değil mi?” diyerek elimle işaret edip mağazayı gösterdim. Kaşlarını çatarak inceledi.
“Sakın lila olanı deme…” diyerek sert bir tonda konuştu.
“Başka rengini bulabiliriz. Modelini beğendim,” dediğimde inanamaz bir şekilde bana baktı. Bende karşısında kaşlarımı kaldırarak bakınca iç çekerek yolun karşısına gitmek için ışıkların olduğu tarafa yürüdük.
Mağazaya gelince direk daha erkeksi diye itham ettiği renklerden birini alıp denedi. Gerçekten hoş durmuştu. Gömlek, geniş omuzlarına tam oturmuş, penslerle hafif bedenini oturtulmuş ve göğüs kaslarının belirginleşmesini sağlamıştı. Kendine aynada bakarak inceliyordu. Bende onun görünüşünü inceliyordum. Arkadan da en az önden durduğu gibi hoş durmuştu. Bana döndüğünde gülümsüyordu bende gülümseyince kabine geri döndü ve gömleği satıcı kıza verdi. Paket yapıldı hemen ve ücreti de ödendikten sonra mağazan çıktık. Poşeti benim elime vermişti Brandon. Neymiş ben aldırmışım o yüzden ben taşımalıymışım. Bu erkeklerin bu tarz egoları bazen gülünç olabiliyordu. Aynısını üniversite zamanında Dean’de yapıyordu ki babamla alışverişe çıktığımızda da aynısını babamda yapardı.
Gülerek mağazan çıktık, aslında beğendiğim gömleği Brandon’ın da beğenip almasından dolayı keyifle gülümsedim mağazadan çıkarken. Elimden tutarak yürümeye başladık. Bu sefer arabaya doğru ilerliyorduk. Eve gitmemiz daha iyi olacaktı ki benimde ayağımda yavaş yavaş ağrımaya başlamıştı. Çok fazla üzerine basmıştım. Bugünlük yeterince yorulmuştum.
Arabaya geldiğimizde Brandon kapımı açtı ki yan taraftaki mağazadan çıkan George Rosewood’u gördüm. Yanında bir bayan vardı. Bu bayanı gazetelerden tanıyordum. Ödül törenlerinde, kokteyllerde Bay Rosewood’un yanında hep olan kadındı. Karısı… Betie Rosewood.
Ben bir süre öyle bakınca Brandon’da arabaya neden binmediğimi merak edercesine arkasını dönüp baktı. Bizi o zaman fark ettiler. Bay ve Bayan Rosewood bize doğru gelmeye başladılar, ama bana bakmıyorlardı. Yanımıza geldiğinde Bayan Rosewood, Brandon’a sarıldı. Brandon’da karşılığında ona sarılıp yanağına bir öpücük kondurarak ayrıldı. Bense sadece bakıyordum. Bay Rosewood bana baktı sonra başını karısına çevirerek başını salladı. Ardından Brandon’a baktı ve o şekilde konuşmaya başladı.
“Yarın iş çıkışı bize geliyorsun değil mi? Yemeğe… Biliyorsun bunu hiç ertelemedik ve eksik de olmadık,” diyerek gelmiyorum demesine karşılık iğneleyerek.
“Geliyorum George. Orada olacağım,” dediğinde Brandon’ın sesinde daha önce hiç tanık olmadığım bir tını vardı.
“Sonra görüşürüz oğlum.”
Bayan Rosewood’un son sözünden sonra Brandon başıyla onayladı, onlarda beni yok sayarak yanımızdan ayrıldılar. Bana… hatta ilişkimize karşı tavırlıydılar! İstemedikleri belliydi. Bunu açıkça göstermekte bir sakınca görmüyorlardı. Neden bu kadar sertler, neden istemiyorlar bilmiyordum. Onlara karşı nasıl bir suç işlemişim de beni bu şekilde yargılıyorlar, ilişkimize karşı çıkıyorlar anlamıyordum.
İç çektim. Önemsememeye çalışarak arabaya bindim ve Brandon’da kapımı kapatıp şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp ilerlemeye başladık. Brandon’ın evine gidene kadar sessizliğimiz devam etti. Bu durumda ne demem gerektiğini bilmiyordum. Aslında beni hiçbir zaman da kabul etmeyecek gibi görünüyorlardı. Brandon’ın ise arada kalması en son istediğim şeydi. Bu konuda konuşup bir şeyler söyleyerek hem kendimi hem de Brandon’ı rahatlatmak istiyordum ama diyecek bir şey bulamıyordum. Belki de gerçekten kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir andı bu an…
Eve geldiğimizde sessizliğimi devam etti. Brandon salona geçip televizyonu açtı bende yukarıya çıktım ve üzerimi değiştirip evin içinde giydiğim kapri eşofmanımı giyindim. Aşağıya inip inmemekte kararsızdım sanırım inmem ve Brandon’ın yanında olduğumu belirtmem gerekiyordu. Hem ne demiştik, bekleyebilirdik. Bence büyük bir sorun değildi, bu beklenebilinirdi. Sanırım beklenebilinirdi. Tabi eğer yumuşayacaklarsa… Kabul edeceklerse… Hiç sanmıyorum ama… Daha fazla düşünme Ashley, diyerek derin bir nefes alarak odanın kapısına doğru ilerledim tam kapıyı açtım ki Brandon karşımda görünce istemsiz irkildim. Tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Ardından bana doğru bir adım attı sanki bunu biliyormuşçasına bende bir adım geri gittim. Bu durum gülümsetmişti. Gülümsemişti, yani kötü bir durumda değildik. Bunu mu anlamalıydım bu gülümsemeden?
Brandon birden belime sarılınca kendimi onun kollarında buldum. Dudaklarımdan öpmeye başlayınca kollarımı boynuna dolayıp karşılık vermeye başladım. Bir süre sonra elini sırtımda, tenimde hissettiğimde niyetini anladım. Dikişler hep bana dokunmasına mani olmuştu ve şimdi dikişlerim yoktu ve dikkat edilmesi gereken bir durumda yoktu ortada. Gerçi bir süre daha dikkat etmem gerekiyordu ama… şu an bunu düşünmek istemiyordum.
“Seni özledim. Deli gibi…” dedi dudaklarımızı ayırdığında.
“Emin ol benim kadar çok özlemiş olamazsın!”
Sözlerime kahkaha attı ve beni yatağa doğru itekledi. Ardından üzerime doğru uzanırken öpmeye başladı.
Odada sadece Brandon’ın ve benim hızlı nefes alışlarımız vardı. Brandon yan dönmüş başını boynumla omzum arasına dayamış, kolunu da belime dolamıştı. Bende belimdeki kolunun üzerine elimi koymuştum. Odada saatin tik takları yankılanıyordu. Brandon bu sessizlikten sıkılmış olacak ki başını kaldırdı ve bana baktı. Gülümseyerek karşılık verdim tatminle parlayan gözlerine karşılık. Dirseğinden destek alarak doğruldu ve bende ona doğru yan döndüm ve üzerimizdeki yorganı göğüslerime kadar çektim.
“Yemek için. Üzgünüm…” diyerek konuşmaya başlamıştı ki hafifçe doğruldum ve başımı Brandon’ın göğsüne koydum. Oda kollarını belime dolayarak kendine doğru çekti beni.
“Şşşt. Bu gece ya da şu anda hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Ayrıca bunu konuşmuştuk.”
“Seni seviyorum Ashley!” diyerek saçlarımdan öptü. Bense karşılığında bir esnemeyle fısıltı halinde çıkan sesimle, “Bende seni,” diye karşılık verdim.
Brandon yerinde kıpırdandı ve ardından yatağın içine kayıp yastıklara koydu başını. Kollarını daha da sıkarak yanına çekti beni, bende iyice ona sokuldum ve önce tenimin altındaki tenine ardından da başımı kaldırıp boynuna bir öpücük bıraktıktan sonra tekrar başımı göğsüne koydum ve gözlerimi kapattım. Yorgundum ve hemen uyuyacağımdan emindim. Ama emin olduğum diğer bir şey ise Brandon’ın hemen uyumayacağı ve olayları nasıl düzenleyeceğini düşüneceğiydi. Bu konuda şüphem yoktu. Ama bende gücüm olduğu sürece ve beni yanında istediği sürece yanında olup onunla çözümler üretecektim. Her şeyden önemlisi onu sonsuza kadar değil, o kadar bir yaşamım olmayacağını biliyordum ama ölene kadar seveceğimdi.
Çok güzel bir bölüm olmuş ancak bu gariban Ashley niye şimdi istenmeyen gelin oldu yaaa. Çok üzüldüm :(
YanıtlaSilEllerine,yüreğine, kalemine sağlık...
İstenmeyen gelin olmasının sebebi önümüzdeki bölümde uzunca anlatacağım ;) onların da kendilerine göre haklı sebepleri var :)
SilAnam bende brandon ortaklıktan kovuldu iflas etti sandim yaa düğün yapamazmis zaten kari koca gibi yasiyolar düğüne gerek yok bencede bu büyükler niye boyle huysuzluk yaparlar anlamam alan memnun veren memnun sizene yaaa oo basta istenmeyen gelinler sonra bastaci oluyor bolum gene harikaydi çok beyendim ellerine saglik yeni bolumu gene merak içerisinde bekleyecegim fazla beklememek dileğiyle opt ..:)
YanıtlaSilSon derece haklısın başta istenmeyen gelin sonra baş tacı hep öyle bu sanırım dünyanın bir kuralı ;) çarşamba akşamı bölüm gelecek :))
SilAma ben brandonu ve ashley ı özledim yaaa :))
YanıtlaSilÜhüüüü ağlamak istedim şuan. Biliyorum bölüm beklediğinizi ama şöyle bir durum var bilgisayarım bozuldu şuan tamirde(pazardan beri) dolayısıyla pc'nin gelmesini bekliyorum kısa bir düzenlemenin ardından bölüm gelecek. Normalde dün gelecekti ama gelmedi, bugün gelir diye umuyorum. Bugün gelirse geç saatlerde de olsa göndereceğim yetişmezse artık pc'min geldiğinde göndereceğim. Ne olur kusura bakmayın bekletiyorum sizi :(
SilBölümü geç yorumluyorum kusura bakma lütfen :)
YanıtlaSilÇok güzeldi gene çok beğendim :) Sonunda dikişleri alındıda ashleyin brandonla hasret giderdiler :D
Yalnız justin ve kate çiftinden ses seda yok unuttun mu ? :D
Brandonın meselesi bumuymuş ya ? bende ciddi bişey sandım :D iyi bari :D
Benim anlamadığım niye ashleyi sevmiyolar ki? Nedenini merak ediyorum epey :)
Eline sağlık canım :))
Yorumun için teşekkür ederim, Justin Kate çifti unutulmadı sadece kendilerini göstermek için sıralarını bekliyorlar ;) Ashley'i sevmeme nedenleri önümüdeki bölüm de öğreneceksiniz tabi pc'im yapılıp bana gelir gelmez size göndereceğim :)
Sil