22 Ekim 2014 Çarşamba

9 Sıradan Bir Hayat - 17. Bölüm



(ASHLEY)


Evden çıktıktan sonra sokak sonuna doğru yürüdüm, nereye gideceğimi bilemiyordum ki içimden bir ses uzaklaşmamamı söylüyordu. İnanılmaz bir huzursuzluk içerisindeydim. Kaldırımın kenarına oturdum daha da ileriye gidemeyince. Ayaklarım beni geri götürüyordu ve bütün aklım Brandon’daydı. Ne olduğunu merak ediyordum. Ama daha çok Brandon’ın söylediği sözler beynimde yankılanıyordu defalarca. 

“Seni ne hayatımda ne de çevremde görmek istemiyorum…” 

Bir an için sinirle söylenmiş şeyler olmalıydı. Brandon asla bana öyle cümleler kullanmazdı. Yani sanırım kullanmazdı. Tanrım! 

Gözümden akan yaşları sildim. Derin bir iç çektim. Hıçkırarak ağlamak istiyordum söylenenlerin karşısında. İçime sığmayan bir acı vardı ve ben bu acıyı içimde tutmak zorundaydım. En azından sebepleri öğreninceye kadar... Belki de hep tutmak zorundaydım. Gözlerimi kapattım ve yaşların sessizce yanaklarımdan akmasına izin verdim. Yaşların yanağımda bıraktığı iz sanki kezzap gibi yakıyor; işkence çekmeme sebep verircesine Brandon gözümün önüne geliyor ve “Seni ne hayatımda ne de çevremde görmek istemiyorum” sözlerini haykırıyordu. 

Telefonumun çalan sesiyle yerimde irkildim ve gözyaşlarımı sanki görebileceklermiş gibi sildim ve boğazımı temizledim ağladığım anlaşılmasın diye. Sonra çantamdan telefonumu bulup arayana baktığımda arayanın Charles olduğunu gördüm. 

Ellerimin titremesine aldırmadan telefonu açtım. “Charles bir şey mi oldu?”

“Ashley, eğer çok uzaklaşmadıysan eve gelsen iyi olur.”

“Tamam,” diye fısıldayarak cevap verdim ardından telefonu kapattım ve oturduğum kaldırımdan kalkarak eve doğru koşar adımlarla yürüdüm. 

Çok uzaklaşmamıştım ama sanki kilometrelerce uzun gelmişti dönüş yolu. Binaya girdiğimde nefes nefeseydim. Asansörün çağrı düğmesine bastığımda gelmesini beklemek zaman kaybı gibi geldi. Hızla merdivenlere yöneldim. En üst kata kadar merdivenlerden çıkmak pek akıllıca değildi ama sabahtan beri yaşadıklarımın da pek akıllıca olduğu söylenemezdi. Nefes almakta zorlanmaya başlamıştım ve aldığım her nefes sol tarafımda inanılmaz bir acıya neden oluyordu. Derin derin aldığım her nefes sanki bıçak gibi saplanıyordu. Kapıya geldiğimde anahtarım olmadığından zile bastım. Kapıyı açan Brandon oldu. Tam olarak önümde duruyordu ve ne tepki vereceğini bilmeden bekliyordum. Eğer söylediği sözlerden birini daha söylerse arkama bakmadan gitmeme sebep olacaktı bunun farkındaydım. Zaten kaldıramayacağım kadar ağırdı sözleri, normalde burada bulunmamam gerekirken ama buradaydım ve ne ruhum ne kalbim ne de aklım daha fazlasını görmezden gelemezdi. 

Brandon beni yanılttı, hiçbir şey söylemedi sadece kollarını belime dolayarak bana sarıldı başını boynuma koydu ve derin derin nefesler aldı. Şaşkınlıkla ne yapacağımı bilemedim ama yine de ellerimi omuzlarına koydum ve hafiften sıkarak yanında olduğumu göstermeye çalıştım. Boynumdan öptü ve daha sıkı sarıldı. Bu davranışına karşılık şaşırsam da bende kollarımı boynuna dolayıp başımı göğsüne dayadım. Ne yaparsa yapsın uzak kalamıyordum bu adamdan. 

“Üzgünüm…” diye fısıldadığında nefesini boynumda hissetmiştim.

“Önemli değil.” 

Kollarını belimden çözerek benden ayrıldı, hafiften tebessüme benzer bir gülümseme oluştu dudaklarında ama sadece orada kaldı gözlerine kadar çıkamadı. Gözlerime bakan gözleri dudaklarıma kaydı ve gülümsedim. Parmak ucumda yükselerek dudaklarına değdirdim dudaklarımı ama geri çekilmeme izin vermedi. Sanki çok uzun süren bir ayrılıktan sonra tekrar birlikteymişçesine hasretle öpüyordu beni. Karşı çıkmadım, itmedim de, sadece karşılık verdim öpücüğüne. Onun gibi hasret oldu ve sert bir şekilde öpmedim yumuşak bir şekilde karşılık verdim. 

Dudaklarımızı ayırdığında benden ayrıldı ve kapının kenarına geçti, bende içeriye girip ayakkabılarımı çıkardım ve salona doğru ilerledim. Bay Rosewood ve Charles hala buradalardı.  Brandon’ın elini belimde hissettiğimde başımı çevirdim baktığımda bana bakmıyordu. Sadece belimdeki elini sıktı ve beni çiftli koltuklardan birine götürdü. Yanına oturdum ve birilerin bir şeyler söylemesini bekledim ama kimse sessizliği bölmedi. Zaten Brandon konuşacak gibi görünmüyordu. Bay Rosewood’dan da bir açıklama bekleyecek değildim, bu yüzden bakışlarım Charles’ı buldu. Bana baktı ve başını sallayarak önüne eğdi ardından derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.

“Ashley, öncelikle sırayla gidelim. Baban, Charlie Grench, iki sene önce bir kazaya karışmış ve bu kaza sonucunda bir dava açılmıştı. Avukat Gragober’ın baktığı bir dava.”

“Evet, bu davadan haberim var,” dediğimde Brandon yanımda kıpırdandı. 

“Bu dava hakkında ne biliyorsun?” Charles’ın sorusu üzerine Brandon sinirle yanımdan kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Bana döndü ve kollarını göğsünde bağladı. Gözlerime bakıyordu duygudan yoksun bir şekilde. 

“Pek bir şey bilmiyorum. O sıralar bir davaya bakıyordum ve Toronto’ya gitmiştim. Bu yüzden detaylardan haberim yok. Sadece babamın suçsuz bulduğunu biliyorum. Bunları neden soruyorsunuz?”

Brandon sessizliği bölerek konuştuğunda öfkeli sesi odada kırbaç gibi şakladı. “Babanın o kazada öldürdüğü isimleri hiç araştırdın mı?” 

“Babam o davadan suçsuz bulundu. Bay Gragober asla suçlu olduğuna inandığı ve düşündüğü davaları almaz, babam o davada suçsuzdu ki öyle de sonuçlandı dava. Öldürdüğü değil kazada ölen kişileri ise hayır tanımıyorum, araştırmadım.” 

Sözlerimin Brandon’ı daha da sinirlendirdiğini gördüm ve bana doğru attığı birkaç adımdan sonra gözleri öfkeden iki kor gibi parlarken konuşmaya başladı. “Baban o kazada annemle babamın ölümüne sebep oldu.”

“Ne?”

Böyle bir şeyin doğru olabilmesi imkânsızdı. Babam asla böyle bir şey yapmadı, yaptıysa da asla suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışmazdı. Babamı tanıyordum, emindim… Öyle bir adam değildi. Bu imkânsızdı. 

Brandon’ın sinirle paylayan gözlerine tekrar baktığımda dün geceden beri olan davranışları, özellikle de sabahki davranışının sebebi açıklanıyordu. Babamın suçlu olduğunu düşünüyordu ve bundan beni suçluyordu. Bunu nasıl düşünebiliyordu? Aramızda yaşadığımız onca şeyden sonra… 

“Lanet olsun! Bana doğruyu söyle!” 

Brandon’ın öfkeli sesiyle yerimde sıçradım. “Bana bağırma!” diyerek sinirle ayağa kalktım. Bu suçlama ağırdı ve asla babamın üzerine atılan bu suçu da kabul etmeyecektim. Brandon’ı bana söylediklerinden dolayı affedebilirdim ama asla babama söyleyeceği şeyleri affetmezdim. Bunları söylemesini engellemek için ne gerekiyorsa yapacaktım. 

“Doğruları söyle o zaman! Babanın işlediği suçtan duyduğun vicdan azabı ile benimlesin değil mi? Tanrım hiç mi sevmedin beni?” 

Hissettiğim öfkenin yerini şaşkınlık alırken Brandon’ın sözlerinin saçmalığıyla gözlerim açılmış dudaklarım aralanmış ona bakıyordum. Derin derin nefesler alarak sakin kalmaya çalışırken duygularımı kontrol altına almaya çabalıyordum.

“Saçmalıyorsun Brandon! Ne babam o davada suçluydu ne de ben vicdanımı rahatlatmak için seninleydim.”

“Kanıtla!”

 Tek bir kelime irkilmeme neden oldu, iç çekere gözlerimi kapattım ve şimdiye kadar içime akıttığım gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. Beni neyle suçladığının farkında değildi… Her şeyden önemlisi bana güvenmemesi beni en çok kıran şeydi. Aşkıma güvenmemesi… İşte bunlar son noktalardı. 

“Kanıtlarım. Bütün belgeleri önüne koyarım Brandon. Ama sonucunda eğer haksız çıkarsan işte o zaman sabah söylediklerini yerine getirmek için beklemem. Hatırlıyor musun ne dediğini? Hayatından çıkmamı söylemiştin Brandon. İşte o zaman hayatından çıkarım.”

Öfkeyle bakan gözlerindeki ızdırabı görebiliyordum ama şuanda canı acıyan tek o değildi! Babama yapılan suçlamaların yanında sevgime güvenmemesi… işte bunlar benim için her şeyi bitiren detaylardı. 

Sinirle derin bir nefes alıp kapının kenarına bıraktığım çantamı aldım ve içinden telefonumu çıkardım. Hiçbir şey için zaman kaybetmek istemiyordum. Bu suçlamaların yersizliğini kanıtlayacaktım ve işte o zaman Brandon’ın kendini affettirmek için ne yapacağını merak ediyordum. Gidebilir miydim ya da gidecek gücü kendimde bulabilir miydim bilmiyorum. 

Telefonumdan Bay Gragober’ın numarasını buldum ve aradım. Uzunca çaldırmalarıma rağmen açmadı telefonunu. Kapatıp bir daha denedim, ama yine açmadı. Ardından ofisini aradım. Mutlaka sekreteri açar diye düşünüyordum ki yanılmadım. 

“Avukat Gragober’ın Ofisi buyurun.”

“Ben Avukat Ashley Grench. Avukat Gragober ile görüşecektim kendilerine telefonundan ulaşamadım.”

“Kendisinin mahkemesi vardı geldiğinde aradığınızı haber vermemi ister misiniz?”

“Evet lütfen. Acil bir durum olduğunu da iletirseniz sevinirim.” 

Telefonu kulağımdan çekmeden karşımdan ses geldi. “Bekleyin lütfen, kendileri şimdi geldi.” 

O sırada bir şeyler konuştular ardından beni beklemeye aldılar. Bir süre bekleyeceğimi bildiğim için çiftli koltuğa geçip oturdum arından telefondan ses geldi.

“Bayan Grench?”

“Bay Gragober!” diyerek karşılık verdim ses tonu net, kararlı, ne istediğini bilen bir tondaydı. Mahkeme salonunda müvekkilimi aklamaya çalışan bir ses tonuydu.

“Durun tahmin edeyim Bay Carry, Kid Care davasının altından kalkamadı ve size bıraktı, sizde benden yardım istiyorsunuz,” diyerek direk konuya daldı. Bu adamın kendini beğenmişliği ve ukalalığı yüzünden yanından ayrılmıştım. 

“Ne Bay Carry ne de ben altından kalkamayacağımız bir dava almayız Bay Gragober. Sizi aramamın nedeni bu değildi!”

“Söyleyin bana Bayan Grench? Size nasıl yardımcı olacağım?”

“İki sene önce babamın davasına bakmıştınız. O davanın detaylarını istiyorum!” Kendinden emin bir ses tonu kullanmaya çalışarak konuşmuştum aksi takdirde bu adam düşünmeden ve acımadan karşısındakini ezebilecek bir adamdı ve benim ne istediğimi önemsemeden beni ret edecekti.

“Dava gizliliğini biliyorsunuz, babanız olması benim için hiçbir şey ifade etmiyor!”

“Eminim etmiyordur, ancak mahkeme izni almam ve o dosyalara ulaşmam sizin itibarınızı zedeler. Bundan dolayı ne ben mahkeme izni çıkarmakla zaman kaybedeyim ne de siz itibarınızı kaybedin!”

“İki yılda dişli bir avukat olmuşsunuz Bayan Grench. Aferin! Kendinizi geliştirmenize sevindim. Ne istediğini ve istediğini elde etmenin yolunu bilen avukatlara hayranımdır. Sırf bu yüzden istediğinizi yerine getireceğim. Adresinizi sekreterime bırakın, bende evrakları göndereyim!”

“Sekreterinize faks numarası bırakırım oraya faks geçersiniz.” Sözlerimi bitirmemle telefon suratıma kapandı ardından beklemeye alındım. Derin bir nefes aldım. Charles’a çevirdim bakışlarımı, “Faks numarasını verebileceğin bir yer var mı?” diye sordum titrek çıkan bir sesle. Charles başını salladı bunun üzerine telefonu eline verdim ve oda sekretere faks numarasını bıraktı. 

“Faksları yarın göndereceğini söyledi. Ben alırım ve eğer iznin olursa incelemek isterim.” 

“Tamam, incele zaten o amaçla istemedik mi? Bana nasıl ulaşabileceğini biliyorsun Charles. Dosyayla işini bitirdiğinde bana haber verirsin. Bende bakmak istiyorum! İzninizle,” diyerek yanlarından ayrıldım, bu süre zarfında Brandon’a hiç bakmadım. Onun öfkeli bakan gözleriyle karşılaşmak istemiyordum. Direncim zaten kırılmıştı artık daha fazla zayıf düşmek istemiyordum. Bu yüzden kapının yanında yerde duran çantamı aldım ve taktım. Kapıya doğru bir adım attığımda Brandon’ın sesini duydum. 

“Nereye gidiyorsun?”

“Bana gitmemi söylemiştin.”

“Hiçbir yere gitmiyorsun! Sabah kendimde değildim, ne söylediğimi bilmiyordum. Burada kalıyorsun. Dosyaların altından ne çıkacağı umurumda değil! Kalıyorsun!” dedi son noktayı koyarcasına. Karşılık vermek için ağzımı açtığımda da bakışları o kadar sertti ki itiraz kabul etmeyeceğini belli ediyordu. Bir şey diyemedim. Sonrasında kalbimi kıracağını bile bile kalmaya karar verdim.

Brandon koltuğa yönelince bende salondan çıktım ve yukarıya odaya gittim. Çantamı bıraktım ve üzerimdeki hırkayı da çıkardım. Kolum sabah hafif kızarıkken şimdi morarmaya başlamıştı. Kapatıcı sürünce birazda olsa rengi soldu. En azından göze çarpmıyordu. Saate gözüm iliştiğinde akşamüzeri olduğunu fark ettim, ne çabuk geçmişti zaman. Farkına bile varmamıştım. İç çekerek odadan çıktım ve salona uğramadan mutfağa gittim ve masada hazırladığım kahvaltıyı gördüm. Birden patlak veren gerginliğin ardından kahvaltı yapılmamıştı. Sıkkın bir şekilde kahvaltı masasını toplamaya başladım. Kahvaltılıkları dolaba yerleştirirken bir kapı sesi duydum. Muhtemelen Charles ve Bay Rosewood gitmişlerdi. Harika! Brandon ile yalnız kalınca kesin birbirimizi yiyecektik. Onun gibi artık benimde sinirlerim gergindi. En iyisi susmak diye düşünüyordum ama susamayacağımı da biliyordum. 

“Dışarıdan bir şeyler söylesek mi?” diye Brandon’ın sesiyle başımı çevirdiğimde bir omzunu kapıya yaslamış bir eli saçlarının arasında bana bakıyordu yüzünde en sevimli ifadesi ile. İç çektim onu bu görünüşüne karşılık bakışlarımı kaçırdım.

“Ben aç değilim, sen istiyorsan söyle,” diyerek sustum. Buda benim sitemimdi. 

Arkamı dönüp masayla ilgilenmeye devam ettim. Servis tabaklarını ve çatalları alıp tezgâha koyduğumda Brandon arkamdan belime sarıldı ve boynumda dudaklarını gezdirmeye başladı. Ellerinin üzerine ellerimi koyarak itmeye çalıştım ama daha sıkı sarıldı. Bırakacak gibi görünmüyordu ama bu şekilde devam ederse direncimi kıracaktı ve her şeyi unutup kollarına atılacaktım. Söylediği her şeyi unutup… Yapamazdım… 

“Brandon, yapma!” Kızmaya çalışarak konuşmuştum ama sesim titremişti ve o bunu fark etti. Belimdeki kollarını çözdü ve beni kendine çevirdi. Ardından belimden tutarak kaldırdı ve tezgâha oturttu. 

“Ne yapıyorsun?” diye sormamla dudakları dudaklarımla buluştu. 

Bacaklarımı aralayıp bedenin bacaklarımın arasına koydu ve kollarını tekrardan belime doladı. Tutkuyla karışmış yumuşak öpüşüne karşılık vermemek için kendimi çok zorladım ama direnemedim. Farkında olmadan karşılık verirken buldum kendimi. Kollarımı boynuna doladım, onun beni kendine çektiği gibi bende onu kendime çektim. Dudaklarımızı ayırdığında başını göğsüme dayadı bende çenemi başının üzerine koyarak gözlerimi kapattım. Nefeslerimizin düzene girmesini bekledik bir süre. Ama Brandon çok uzun süre bekleyemeden başını kaldırdı ve bana baktı. 

“Söz ver bana!”

“Neyin sözü?” diyerek sordum kafa karışıklığı içerisinde. 

“Seni sevdiğimi asla unutmayacağına söz ver!”

“Eğer seni sevdiğimi asla unutmayacağına söz verirsen veririm,” dyerek gülümsedim, gülümsememe karşılık gülümsedi.

“Söz!”

“Bende söz veriyorum!” dediğimde beni tekrardan öptü. Sonra gülümseyerek ayrıldığında “Açım!” dedi güldüm bu haline. Her zaman bir şekilde ona olan direncimi kırmayı başarıyordu. Söylediği her şeyi unutturuyordu bana. 

“Tamam, bir şeyler hazırlarım hemen.”

Brandon mutfaktan çıkarken bende tezgâhın üzerinden indim ve dolaptan hızlı bir şekilde yiyecek ne yapabilirim diye bakındım. Hemen aparitiflik bir şeyler çıkardım ve hem hafif hem de hızlı olabilecek yiyecekler hazırladım. Salatalık malzemeler çıkardım ve biraz da salata yaptım. Masayı hazırlamaya başladım. Yemek tabaklarını koyduktan sonra tabaklara servisleri yaptım. Salatayı da masanın orasına koydum. 

“Brandon!” diye seslendim ki başımı çevirmemle kapıda beni izlediğini gördüm. Gülümseyerek, “Bu mutfağa çok yakıştığını daha önce söylemiş miydim?” diye sordu. Gülümsedim buraya ilk geldiğimde kullandığı bir cümleydi hatırlaması hoşuma gitmişti. 

“Sanırım söylemiştin.”

“Unutmaman için hatırlatıyorum sadece.”

Sözlerinden sonra masaya gelip oturdu. Bende karşısına oturup yemeğe başladık. Yemek sırasında arada kaçamak bakışlar atıyordum ki hep bana bakarken yakalıyordum Brandon’ı. Bakışları ile bile içim kıpır kıpır oluyordu. Tanrım! O dosyalardan en çıkarsa çıksın gidemeyecektim buradan. Belki Brandon sabahki davranışlarını sürdürse gitmek hatta bunu düşünmek bile daha kolay olurdu ama şimdi imkânsızdı. Bu düşüncelerle iç çektim ve yüzümü istemsiz buruşturdum.

“Ne oldu? Ne düşünüyorsun?” Brandon sanki içimdeki sıkıntılardan kurtulmamı sağlayabilecekmiş gibi sormuştu bu soruları. Belki de sağlayabilirdi. 

“Hala gitmemi istiyor musun?”

“Hayır! Asla istemedim Ashley. Sadece bir an için sinirle ve kâbusun etkisiyle…” derin bir nefes alıp konuşmasına devam etti. “Sanırım fazla gerdi bu konu beni ve biran ne düşündüğümü ne düşüneceğimi bilemeden saçmaladım. Sanırım seni uzaklaştırırsam bu konuyla senin canını sıkamazlar diye düşündüm ama canını acıtan ben oldum.”

Çaresizliği ve düşüncelerinde kaybolmuşluğu belli oluyordu yüzünden. Yerimden kalktım ve boşalan tabakları toplamakla uğraşmayı düşünmedim bile. Brandon’ın yanına gittim. Elimi omuzlarına koydum ve yavaşça omuzlarından göğsüne doğru kaydırdım ellerimi. Biraz eğilerek boynundan öptüm ardından kulağına doğru nefesimi vererek konuşmaya başladım.

“Asla vicdan azabı ile ya da birilerinin suçunu affettirmek için bir erkeğin yatağına girmem. Eğer giriyorsam onu seviyorumdur. Seninle paylaştığımız her an benim için çok özeldi. Sokakta el ele dolaşmamızdan yatakta geçirdiğimiz dakikalara kadar. Her şey sen olduğun sürece benim için çok özel… Sakın unutma, seninleyim çünkü seni seviyorum.” 

Sözlerimi bitirdikten sonra yerimde doğruldum ve Brandon’ın tutku ve aşkla bakan gözlerine karşılık gülümsedim. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve peşimden geldiği için elini bırakmadan yürüdüm. Merdivenlere geldiğimizde amacımı anlamış olacak ki kahkahalarla güldü. Başımı onu çevirmemle beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna dolarken boynuna öpücükler konduruyordum. Brandon’ın nefes alışlarının hızlanması hoşuma gitmişti. 

“Ashley şunu yapmayı kes!” dedi nefes nefese kalmış bir şekilde. 

Neyi kastettiğini anlamamış gibi masum bir ses tonuyla karşılık verdim. “Neyi sevgilim?”

“Bedelini ödetirim ama…” diyerek tek kaşını kaldırdı çarpık gülümsemesiyle. Ödeteceğinden şüphem yoktu bundan dolayı masumca başımı omzuna dayadım. 

“Tek zevkimi elimden aldın mutlu musun?”

“Yapmaya devam et, bende aynı şeyi sen hissedince büyük bir zevk alacağım!” 

Yatak odasına geldiğimizde beni yere indirdi ve dudaklarımdan öpmeye başladı. İkimizin de birbirimize karşı duyduğumuz bu açlık şaşırtıcıydı ama tenlerimizin uyumu ve birbirimizde uzak kalamamamız bu sonucu doğuruyordu. Her gecemi Brandon’la geçirmek, sabahları kollarında uyanmak, onunla olduğumu bilmek ve bunun karşılığında onunda mutlu olduğunu bilmek bana tahmin edilemez bir zevk veriyordu. Ve inanıyordum ki Brandon, ne olursa olsun bundan sonra benimleydi, benimdi. Tıpkı benim onun olduğum gibi… 

Brandon’ın eli belimde bir aşağı bir yukarı gidip gelirken bende başımı onun omzuyla göğsü arasına koymuş, kolumu da beline dolamıştım. Bütün geceyi bu şekilde geçirmiştik. İkimizde uyumamıştık, ama ikimizde konuşmuyorduk. Sessizlikte sadece saatin tik tak sesi yankılanıyordu. Arada ise bizim nefeslerimiz… Aslında ikimizin de içinde bir korku vardı. Dosyalardan çıkabileceklerden korkuyorduk. Babamın suçsuzluğunu biliyordum ya da öyle olmasını umuyordum. Bilmiyorum. 

Her şeyin daha iyi olmasını umarken, bir şeylerin rayına girdiğini düşünürken hep önümüze bir engel çıkıyordu. Bu daha ne kadar bu şekilde ilerleyecekti bilmiyorum. Sorunsuz bir ilişki istiyordum, her şeyin yolunda gittiği, pürüzsüz bir ilişki… Ama sanki bu benim hayatımda imkânsız gibiydi. Derin bir iç çektim. Brandon bunu duymuş olmalı ki sırtımda dolaştırdığı elini sabitlendi bir an için ve bana sıkıca sarıldı. Saçlarımda bir baskı hissettim. Bunu alışkanlık haline getirmişti, sanki bir şeylerin yolunda gitmesini istediği zaman dudaklarını saçlarıma bastırıp öpüyordu. 

Biraz daha Brandon’ın sokuldum. Sanki son kez ona dokunuyor, son kez ona sarılıyormuşçasına. Sanki son kez birbirimizin oluyormuşçasına… 

Sanki bu gece son gecemizmiş gibi… 

“Eğer haklıysan ne olacak?” diye döküldü kelimeler dudaklarımdan bezgin, çaresiz ses tonumla beraber… 

Brandon bir şey demeden yatakta yan döndü ve bana daha sıkı sarıldı. Sanki sarılmasa, uzaklaşsa beni kaybedecekmiş gibi. Bende ona sarıldım ve sorumu cevaplamasını bekledim ama cevap gelmedi. Bir süre daha bekledim ama yine cevap vermedi. 

Cevap vermesini beklemenin anlamsız olacağını düşünerek konuyu üstelemeye karar verdim. “Gerçekten gitmemi isteyecek misin?”

İç çekti ve dudaklarını alnıma bastırdı. Derin bir nefes alarak tek bir cümle kurdu. “Ne yapacağımı bilmiyorum.” 

Sözleri karşısında sustum. O an içinden nasıl geliyorsa öyle davranacaktı. Bu da ya o an bitecek ya da kaldığımız yerden devam edeceğiz, ama şimdilik şua anı yaşayalım demekti. 

Brandon’da içindeki soru işaretini sormaya karar vermiş olacak ki fısıldarcasına dökültü kelimeler dudaklarından. “Peki ya sen?”

“Ben ne?”

“Sen haklı çıkarsan söylediğin gibi gidecek misin?” 

Bu sözleri söylerken etrafıma doladığı kollarını çekti ve yatakta biraz geri çekildi. Gözlerimin içine bakıyordu neredeyse gözlerini kırpmadan. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gidebilir miydim bilmiyorum ama öyle söylemiştim. Sözümün arkasında durmam gerekirdi, ama Brandon’ın kal demesi de benim her şeyi unutmam anlamına gelirdi. Yine de giderdim sanırım. Sözleri kalbimi kırdığı değişmez bir gerçekti. 

Kaçamak bir cevap vererek bu soruyu geçiştirmeye çabaladım ama içimdeki karmaşık duygular ve çelişkiler ses tonuma da yansımıştı. “Sen istemiştin!” 

“Ama şimdi istemiyorum. Gitmeni istemiyorum… Kalmanı istiyorum.”

Ayakucumuzda toplanmış duran yorganı göğsüme kadar çekip çıplaklığımı örttükten sonra yatakta oturdum. Artık bir şeylerin konuşulması gerekiyordu. Belki şimdi, burada, bu pozisyonda, üzerimizde bir şey yokken konuşulmamalıydı ama konu açılmışken de rafa kaldırmak çıkmazda olan işleri daha da çıkmaza sokacaktı. Ne olursa olsun konuşulmalıydı. 

“Peki, eğer dediğiniz gibi babam suçluysa Brandon… O zaman ne olacak?” 

Brandon’da yatakta doğruldu ve yatağın başlığına sırtını dayayarak kollarını göğsünde birleştirdi. “Güzel bir gece geçirdik, bir şeyleri bir süreliğine rafa kaldırdık, neden şimdi bunları açarak keyfimizi bozuyorsun?”

“Keyfimizi mi bozuyorum? Brandon yarın ne olacağımız belli değil, ne yapacağımıza karar vermemiz gerekiyor.”

“Bırak da onu yarın düşünelim.”

“Haklısın yarın düşünelim… Yarın düşünelim ki dosyalarda eğer ben haksızsam söylediğin her kelimeyi yine bana söyle. Evinden defolmamı söyle. Hayatından çıkmamı söyle… Lanet olsun! Senin altına vicdan azabı çektiğim için girdiğimi söyle. Kalbimi kır, parçala… Geriye hiçbir şey bırakma. Ardından da hiçbir şey olmamış gibi. Özür dilerim, kal Ashley de… Ne kadar kolay değil mi Brandon… Bir şeyleri halletmek yoluna koymak senin için bu kadar kolay , değil mi?”

Daha söyleyecek onca sözüm varken sustum. Gözyaşlarımın yanaklarımdan akmasını umursamadan yataktan çıktım ve hızla üzerime eşofmanlarımı giyinip kapıyı çarparak odadan çıktım. Brandon’ın peşimden gelmesini beklemiyordum ki gelmedi de… 

Salonda ayakta durmuş camdan dışarıya gecenin karanlığına doğru bakıyordum. Sokak lambasının ışığına odaklanmıştım. Aklımdan binlerce düşünceler geçerken gözlerimden yaşlar akıyordu. Ne olursa olsun babamın suçsuzluğundan emindim ama bu bana bir şey kazandırmayacaktı. Sadece… Sadece ne? Bu işin artık sadecesi falan kalmamıştı. 

Belli ki biz birbirimizi bitirmiş sona getirmiştik. 

Salonun lambasının yanmasıyla yerimde sıçrayarak arkamı döndüğümde Brandon orada duruyordu. Üzerine atlet giymiş altında ise eşofman altı vardı sadece. Kollarında kaslar ve hafif kaslı geniş omuzlarını açıkta bırakmıştı. Kapının kenarından geçerek salona girdi ve tekli koltuklardan birine oturdu. İç çekerek bende karşısındaki koltuğa oturdum ve ayaklarımı koltuğa kıvırdım ve arkama yaslandım. 

“Tamam, konuşalım hadi. Konuşmak istiyordun!” dedi öfkeli bir sesle. Sesimi çıkarmadan oturdum sadece. Ona bakmıyordum. Bakarsam içimde zor tuttuğum cesaretimi kaybedecektim. Herkes karşısında inanılamaz bir cesaret gösterisi yaparken neden bu adamın karşısında bundan eser kalmıyordu anlamıyordum. Bütün direncimi kırıyor, kontrolü altına alıyordu beni. Kendimi bir limana sığınma ihtiyacı duyan bir gemi gibi hissediyordum. Sığınacağım limanda onun kolları oluyordu her zaman. 

“Neden susuyorsun? Sabah söylediğim şeyleri açıkladığımı sanıyordum Ashley. Seni istediğimi, sevdiğimi söylemiştim, ne olursa olsun kalmanı istediğimi… daha niye büyütüyorsun ki?”

“Büyütüyor muyum Brandon? Bunları benim sana söylediğimi bir düşünsene, sen ne yapardın?”

“Özrünü kabul ederdin…”

“Eminim ederdin! Brandon, kalbimi kırdın…” diye konuşmaya başlamıştım ki Brandon sözümü kesti. Sert bir ses tonuyla sadece iki kelime söyledi. “Özür diledim!” 

“Ardından bakışlarınla, davranışlarınla neler hissettirdiğinin farkında mısın? Gözlerinden öfke akıyordu, kırbaç gibi sözlerini vuruyordun yüzüme hiç ne hissedeceğimi düşünmeden. Şimdi bana bir özür dilemeyle her şeyin yoluna gireceğini söyleme. İnanmıyorum sana! Düzelmeyecek. Eğer o lanet olası dosyalardan babamın suçlu olduğu çıkarsa ne olacağını biliyor musun?” Dudaklarını aralayıp sözümü kesecek gibi oldu ama elimi kaldırıp onu susturdum.

“Dur lütfen ben söyleyeyim sana. Sözlerini tekrar edeceksin. Sanki onlar çok hafifmiş gibi daha ağırlarını söyleyeceksin. Seni tanıyorum Brandon… Söylediklerin o kadarla kalmayacak!”

“Ashley…”

“Bir süre Brandon… En azından her şey açıklanana kadar ayrı kalalım. Bu şekilde ikimizde pişman olacağımız şeyler söyleyeceğiz. Özellikle sen… Gözlerimin içine bakarak beni ölüme götürecek şeyler söyleyeceksin!” 

Brandon’ın karşılık vermesini beklemeden yerimden kalktım ve yukarıya yatak odasına çıktım. Dolaptan büyük çantalarımdan birini aldım ve bir kot, iki bluz koydum çantama. Cüzdanımı, telefonumu ve lazım olacağını düşündüğüm eşyalarımı da yanıma aldım. Üzerime eşofmanımın üzerini giyindim. Fermuarımı çektim ve saçlarımı tepeden dağınık bir şekilde toplattım. Çantamı aldım ve odadan çıktım. Merdivenin başına geldiğimde Brandon’ın kolları göğsünde kaşları çatık yukarıya bakar bir şekilde beklediğini gördüm. Umursamadan merdivenlerden indim. 

Brandon, kaşları çatık ve sert, öfkeli bir ses tonuyla konuştu. “Nereye gidiyorsun?”

“Bir süre…”

Sözümü kesip aynı ses tonuyla konuşmasını sürdürdüğünde yerimde durmuş ona bakıyordum. “O kısmını anladım. Saatten haberin var mı? Gecenin bir yarısı hiçbir yere gidemezsin.”

“Bana bağırmayı ve emir vermeyi kes. Karşında senin kölen yok Brandon!”

“Karşımda nişanlım duruyor ve saatten haberi yokmuş gibi gece dışarıya çıkmayı planlıyorsa bağırırım da emir de veririm.”

“Brandon sınırlarını zorluyorsun!” diyerek yanından geçtim. Kapıya doğru ilerledim. 

“Ashley, saçmalama! Bu saatte nereye gitmeyi planlıyorsun! Kal ben giderim, o kadar varlığımdan rahatsızsan.” 

Son sözleri artık çileden çıkmama neden oldu. Şimdiye kadar hep alttan almaya çalışmıştım ama artık belki de bir şeyler oluruna bırakmak gerekiyordu. 

“Kimin, kimin varlığından rahatsız olduğu belli Brandon. Bağırmaların, sanki dövecekmiş gibi davranmaların, öfkeyle bakmaların… sözlerin… Her şey artık beni istemediğini düşünememe neden oluyor. Tek uysal olduğun yer yatak… Onun haricinde birkaç gündür bana bağırıyorsun, kırıcı sözler söylüyorsun. Nişanlınsam bu senin malın olduğum anlamına gelmez… Eğer sen bu şekilde değerlendiriyorsan o zaman bitsin!” 

Parmağımdaki yüzüğü çıkarıp kenardaki dolabın üzerine koydum ve ayakkabılarımı ayağıma takıp bağcıklarını bağlamadan çıktım. 

Koşar adımlarla merdivenlerden indim. Birinci katın merdivenlerinden iniyordum ki kapının çarpılma sesini duydum. Brandon’ın peşimden geldiği değişmez bir gerçekti. Ne durdum ne de hızımı yavaşlattım. Binadan çıktığımda yürümeye başladım. Caddenin sonuna kadar ilerledim. Arkama bakmamaya özen gösteriyordum. Her ne kadar onca sözü söylemiş olsam da yüzüğü çıkarmış olsam da Brandon’ın arkamdan geliyor olma olasılığı kalp atışlarımı hızlandırıyordu. 

Gelen taksiye durmasını işaret ettim. Nereye gidebileceğimi bilmiyordum, belki bir otele gitmek en iyi seçimdi şimdilik. En yakın otel mi demeliydim en uzak otel mi? Taksiye bindiğimde kapıyı kapattım ve camdan dışarıya baktığımda Brandon’ın sokağın ortasında durduğunu gördüm. Elini kaldırıp gözlerine götürüşünü izledim. Ağlıyor muydu? Brandon o kadar zayıf düşmezdi. Ağlıyorsa sinirden, hıncını alamadığından ağlıyor olmalıydı. Kesinlikle üzüldüğünden değil. Umarım üzüldüğünden değildir… İçimden bir şeylerin beni terk ettiğini, ruhumun beni bıraktığını hissettim. Kalbimin karanlığa gömüldüğünü…

Taksi şoförüne buraya ilk geldiğimdeki otelin adını verdim. En azından nasıl bir otel olduğunu biliyordum ve güvenle kalabileceğimi de biliyordum. Otele varışımızın uzun sürmesinden Brandon’ın evine uzak olduğunu fark ettim. Ama bu daha iyiydi. Yani… sanırım… iyiydi. 

Taksi şoförüne ücretini uzattım ve arabadan indim. Otele girdiğimde görevlilerden biri karşıladı beni ve resepsiyona götürdü. Hemen tek kişilik bir oda istedim ve odanın anahtarını alarak yukarıya çıkmak için asansöre ilerledim. İçime garip bir sıkıntı çökmüştü. Sebebini anlamıyordum, ama bu sıkıntı sanki beni boğacakmış gibi hissetmeme neden oluyordu. 

Odama geldiğimde içeri girdim ve kapıyı kapatıp kilitledim. Eşyalarımı yatağın üzerine bıraktım ve hemen banyoya gidip duş aldım. İçimden bütün sıkıntıları boşaltmak istermişçesine ağladım. Duş suyuyla beraber yanaklarımdan süzüldü gözyaşlarımda. Havluya sarınıp çıktığımda gözlerimdeki yaşları durdurabilmeyi diledim ama yapamadım. Durmuyordu. Kalbimin acıdığını şimdi daha fazla hissediyordum. Kırıldığını, kırılan her parçanın canımı yaktığını fark ediyordum. 

Bu gözyaşları ile beraber üzerimi giyinip saçlarımı kuruladım. Yavaş yavaş sakinleşmiştim. Yatağı açıp içine kıvrıldım. Her ne kadar tek kişilik bir oda istesem de yatak büyüktü ve ben yatağın ortasına yatmamıştım. Sanki Brandon gelip yatacakmış gibi kenara kıvrılmıştım. 

Sessizce ağlamaya devam ederken uyumayı bekledim. Belki ağlamaktan yorgun düşer de uykuya dalarım diye umut ettim. Gözlerim bir süre sonra kapanmaya başladı. Uykuya dalacağıma emindim ki telefonumun mesaj sesiyle gözlerim açıldı birden. Umursamak istemedim ama saat göz önünde bulundurulursa önemli bir şey olabilirdi. İç çekerek yataktan doğruldum ve yatağın kenarındaki çantamdan telefonumu aldığımda Brandon’dan mesaj geldiğini gördüm. İstemsiz dudaklarımda oluşan gülümsemeyle ellerim titredi. 

“Neredesin? Yerini söylemeyeceğini biliyorum. Bari güvenli bir yerde misin? Seni merak ediyorum. Lütfen onu söyle!” 

Neden her şeyi zorlaştırıyordu ki? Neden ona kızmama izin vermiyordu? Neden ona olan aşkımı her an her saniye körüklemeye devam ediyordu? 

Cevap verme tuşuna basarak bir otelde olduğumu ve iyi olduğumu yazıp gönderdim bu kadarının ona yeteceğini düşünerek. Çantamı biraz ileriye itekledim ve yatağın içine kıvrılıp telefonumu yatağın üzerine bıraktım. Cevap beklermişçesine telefona bakıyordum. Bu durum hoşuma gitmedi, ama bu adam beni aptal aşık durumuna getiriyordu. Ne yaptığımın farkına varmadan onu yaparken buluyordum kendimi. 

Telefonumun titremesiyle kendime geldim. Düşüncelerimden sıyrılıp telefonu elime aldım ve Brandon’dan gelmiş olan mesajı gülümseme eşliğinde okudum.

“Gelmeyeceğime söz versem nerede olduğunu söyler misin? Sadece nerede olduğunu bilmemek, ne yaptığını bilmemek çıldırmama sebep oluyor!” 

Aslında bu durumu birazda olsa hoşuma gitmişti. Merak etmesi, böyle düşünmesi beni sevdiğini gösterirdi. Tek ihtiyacım olan bunu bilmek ve buna dayanmaktı. 

“Sabahtan beri çıldıran bendim. Birazda sen çıldır! Yaptıklarının bedelini ödüyorsun Brandon! Sadece bir oteldeyim ve uyumaya çalışıyorum

Aslında bunlar duygularım değildi ve birazda sert çıkmıştım ama yüzüne karşı bu tutumu sergileyemiyordum bari en azından uzağındayken böyle davranarak ne yaptığının farkına varmasını sağlayabilirdim. 

İç çekerek cevap gelmesini bekledim. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama cevap gelmedi. Belki de yazacak bir şeyi yoktu. Telefonu yatağın üzerine bıraktım ve bir kolumu yastığın altına sokup gözlerimi kapattım uyuyabilme umuduyla ama telefonumun çalması bunu engelledi. Baktığımda Brandon arıyordu. Mesaj göndermemişti aramıştı direk… Meşgule vermeyi düşündüm ama elim gitmedi tuşa… İç çekerek açtım telefonu ve ses gelmesini bekledim. İkimizin sessizliği neden açtım ki diye düşünmeme neden oldu. 

“Yüzüğü tekrardan parmağında görebilecek miyim?” diye acı dolu bir sesle konuşması durmuş olan yaşlarımın akmasına sebep oldu.  

“Ben… Bilmiyorum.”

“Bu hale ben getirdim değil mi? En başından beri sana acıdan başka bir şey vermedim. Belki de en iyisi hiç başlamamak…” 

Daha fazla etmemesi için sözünü kestim, sonunu tamamlamasını istemedim. Geçmişle ilgili keşkeler durumumuzu daha da zor duruma sokacaktı. “Lütfen… Böyle düşünme… Ben pişman değilim başladığımızdan. Sadece, belki şimdilik böyle kalmamız bazı şeyleri düşünmemize, anlamamıza yardımcı olur. En azından uzaktayken birbirimizi kırmıyoruz.”

“Seni özlediğimi, yanımdayken bile özlediğimi anlamama yardımcı olacaksa bunu zaten biliyordum.”

“Brandon, bence daha fazla konuşmayalım… Uyu… Yarın her şeyin daha iyi olmasını dileyerek uyu.”

“Sensiz o yatak hiç rahat değil! Çok boş geliyor. O ev bile sensiz beni boğacakmış gibi. Ashley ben gerçekten söylediğim her şey için çok özür dilerim. En azından her şeyi bitirmeye kararlıysan bile beni affettiğini bilip bununla avunayım,” dedi ama ben sözlerinde değil arkadan gelen motor sesinde takılmıştım. 

“Sen neredesin?” diye sorduğumda kahkahasını duydum. Gülmesinin sesi bile beni gülümsetmeye yetmişti.

“Bu soruya cevap verirsem sen de bana nerede olduğunu söyleyecek misin?” 

“Brandon Veldone, pazarlık payınız yok!” 

“George ile Betie’nin yanına gidiyorum. Orada kalacağım. Dediğim gibi ev sensiz çok boğucu. Belki de Betie bana biraz akıl verir de parçaya ayırdıklarımı toparlayabilirim. Sen neredesin Ashley? Söz veriyorum rahatsız etmeyeceğim sadece nerede olduğunu bilmek istiyorum.”

“Otelde kalıyorum Brandon. Merak etme her şey yoluna girecektir mutlaka.”

“Pekâlâ, öyle diyorsan... Seni seviyorum sevgilim!” 

“Ben de seni seviyorum.” 

Telefonlarımızı kapattıktan sonra kendimi çok daha huzurlu ve rahatlamış hissettim. Sadece Brandon’ın sesini duymak bile beni rahatlatmıştı. Onunla olmak huzurun erişilmez boyutunu yaşatıyordu bana ve şimdi bu duyguyla rahat bir uyku uyuyabilmek için yatağa iyice kıvrıldım ve gözlerimi kapattım. Göz kapaklarımın kapandığı anda gözümün önünde Brandon gülümseyen siması geldi. İşte benim için tek gerçekti bu adam. Tek gerçek onu deli gibi sevdiğimdi.


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

9 yorum :

  1. Ayyy neden bize bu duygu yoğunluğunu yaşatıyorsun? Neden sevenler acı çekmek zorunda? Neden Ashley ve Brandon ? Ve müdür müdür müdür? ( duygu karmaşasından devreler yandı)

    Simdi Brandon'da bir kaza geçirmez insallah. Çok klişe olur :) güzel bir bölüm olmuş. Gerçi gerdi ama değecek diye düşünüyorum.

    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kazası be ağzından yel alsın, şeytanı dürtmemeyelim değil mi? :D yok kaza falan benim ayrılıklarım kısa ama sonucu tatlı olur öyle düşün hem bu ayrılık değil ki küçük tatlı acı biber gibi bir tartışma ;)

      Teşekkürler yorumun için :D

      Hem şu kaza klişesi için başka planlarım var belki mutlu oldukları bir an ne dersin çok fena olurdu :P hehe :D

      Sil
    2. Hay nerden kaza dedim. Şu benim dilimi... şöyle yapalım; ben klişeyi yazmamış olayım sende fenalık düşünme garibanlara :)

      Sil
    3. Tamam öyle yapalım seni mi kırıcam ama şöyle bir durum var Nevin :) kurgu bitik, hazır ben bölümleri tekrar elden geçirip gönderiyorum ve bu kurguda kaza klişesi var ama çok farklı bir kurgu ile :) yani evet klişe ama her hikayede olan bir şey neden bunda da olmasın ki :P kendini şimdiden buna hazırla ;)

      Sil
  2. Diğer bölümle yorumluycam :)
    Öncelikle brandon tarafından aktarılması çok güzeldi.Ashleye olan hisleri süper ya <3 Bu olayla ilgili ashleye çok sert çıktı ama onuda anlayabiliyorum.Travma yaşadı birden ama ashleyin kendini sevmediği zannetmesi saçmaydı çünkü ashleyin ona nasıl aşık olduğunu biliyor.(uz.)Evden kovması ağırdı ashleyin bişey diyememesi çok üzücüydü.Bu bölümde charles geri çağırdı sert bir biçimde konuştular fakat olay aydınlanacak ki bencede ashleyin babası suçsuz çıkacaktır.Aslında çıkarmı bende emin olamadım :D Neyse birbirlerini nasılda özlemişler owww :D <3 Ama bu şekilde bitmesi güzel değildi hıh :/
    Ashley brandondan kopamaz kii öylede oluyor bir mesajına kız geri iptal :D Ya bunlar şimdi küs değiller ama ne bileyim sevgilide değil gibiler.Güzel bir biçimde barışmalılar veee olaylar çözülmeli..Daha kid care davası var.Ayrıca diğer karakterleride yaz yahu bir destek falan olsunlar :D Gerçi ikisi daha hoş ama arkadaşlıklarıda çok güzel :)) Jennifer ashley ve kate kanka olabilirler :D Brandon justinle tanışsın.Johnny brandon justin dean takılsınlar.Ne bileyim işte :D Genede sen bilirsin ama güzel olur :))
    Diğer bölümü merakla bekliyorummm :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahahhaha grup takılmalar olacak her şey sırasıyla şimdi eve sevgili değil gibiler ama sevgililer gibi de bilemedim ben şimdi :D Ashley'in babasını önümüzdeki bölümlerde suçlu mu değil mi görürürüz ;) hayırlısı diyelim :P

      Kid Care davası doruk noktalarında yaşanacak bir dava ama şimdilik bir durgunluk süresinde diyelim :) daha o konu da çok olay olacak güven bana ;)

      Yorumun için teşekkür ederim :D

      Sil
  3. yaaa sinir oldum kaçtane yorum attım hiç birini göremiyorum yaaa bakalım bu gelcekmiii
    :(

    YanıtlaSil
  4. yaa ashley eee sinir oldum :( madem atar yapıcan başında yap önce adamın yatağına girip sonra atar yapmakta nerden çıktı brandon uu zaten ashleyi kaybetme korkusu sarmış yazık brandonun babasının katili ashley in babası deyilse ashley brandonu affedermi acaba yaa babası suçlu bulunursa brandon ashley ee yol verirmi aa kafamda bürsürü soru işareti varrr yaaa bide ashley i vuran kim anladığım kadarıyla geçtiğimiz bölümlerde ashleyi vuranın kid care davasıyla bi ilgisi yoktu gelelim brandon efendiye yaa bi kadın evden öylemi kovulur yaaa anlamadan dinlemeden yargısız infaz etti resmen kızı sonrada sen evde dur ben giderim diyoo yok yaaa ayyy bu ikili beni öldürecek hikaye müthiş ilerliyooo ve çok heycanlı gelecek bölümleri merakla bekliyorum :))) ( bü gönderdiğim 3. yorum bu gelmezse artık yorum atmaktan vaz geçicem)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorum gelmemesi çok ilginç, genelde onaylanmadan yayınlanmıyor yorumlar ve onaya gelen bütün yorumlar genelde yayınlanıyor, hiç onaya yorumunuz gelmedi bir bunlar geldi, acaba internet bağıntısında bir sorun oldu da kabul mu etmedi yorumları? Allah allah, çok ilginç. Neyse en azından bir yorumunuz geldi :)

      Yorum için teşekkür ederim, Kid Care Davasına geri döneceğiz ve vuran kişinin bağlantıları var mı yok mu ortaya çıkar zaten gelecek bölümlerde :D Ashley ve Brandon birbirinden uzak duramayan, tutkulu bir aşk yaşayan zaman zaman birbirlerini kırsalarda hep barışan acemi aşıklar işte diyelim geçiştirelim =) bu nedenle arada dengesiz tavır sergiliyorlar :D

      Tekrar teşekkürler :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın