(BRANDON)
Bütün gece uyumamış, kollarımda yatan kadının sıcaklığıyla sakinleşmeyi ve huzuru yakalamayı beklemiştim. Ashley’in sıcak bedeninden yayılan o ısı beni adeta sarhoş ediyordu, kollarımda kıpırdandığında çıplak teninin tenimde uyandırdığı garip duyguları ise şaşılacak derecede sanki ilk kez hissediyormuşum gibi geliyordu.
Başımı yana çevirip ona baktığımda saçlarından birkaç tutamı yüzünün kenarına gelmişti ve kalanı ise omzuma dağılmıştı. Hafifçe kıpırdanıp öptükten sonra yüzünün kenarındaki saçlarını çektim ve daha sıkı sarılarak iyice kendime çektim sanki her an kaybedebilecekmişim hissiyle. Ama o sadece kıpırdandı ve kolunu belime dolayıp bacağını bacaklarımın arasına koydu ve başını omzumla boynum arasına yerleştirdi. Sıcak nefesi boynuma değiyor ve tenimde karıncalanmaya neden oluyordu.
Gün doğumundan birkaç saat sonra derin bir nefes alarak iç çektim. Uykusuzluğumun yanında hiçbir yorgunluk hissetmezken zihnimin düşüncelerle savaşı yüzünden giderilemeyecek bir yorgunluk hissediyordum. Her şeyden önemlisi şimdi bu kadını kollarımdan ayırıp, yatakta çıplak bırakıp üzerimi giyinip işe gidecek olmak da tamamen acı vericiydi. Ama yoluna koymam gereken sorunların yanında halletmem gereken işlerde vardı. İç çektim yine. Ashley’i uyandırmamaya dikkat ederek yastıkların üzerine bıraktım ve kollarından sıyrıldım her ne kadar istemesem de. Saçları yastığın üzerine dağılmış, bir kolunu başını kenarına yastığın üzerine koymuş, yorgan beline kadar inmiş ve masumluğunun yanında baştan çıkarıcı çıplaklığıyla uyuyordu. Dayanamadım ve yorganı omuzlarına kadar çektikten sonra eğilip dudaklarına küçük bir dokunuş halinde öpücük bıraktım, ama kendimi geri çekemedim, aklım mantığım kalkmamı söylerken duygularım ve bedenim buna ihanet edercesine daha fazlasını istiyordu.
Dudaklarım çenesinden boynuna indiğinde Ashley yerinde kıpırdandı. Uyandı mı diye başımı kaldırdığımda kalkmam gerekirdi ama uyanmadığını görünce dudaklarım tekrardan boynuna indi. Bedenim bedenine doğru yaklaşırken terlediğimi, kalp atışlarımla beraber nefes alışlarımın da hızlandığını hissettim. Sadece kalbim değildi, bedenim de Ashley’yı istiyordu. Nefes almak gibi bir ihtiyaçtı artık benim için… Ona dokunmak, öpmek, hissetmek ise bedenim ona karşı duyduğu bir açlıktı ve ne yaparsam yapayım önüne geçemeyeceğim bir açlık…
“Imm… Brandon?” diyerek gözlerini açtı Ashley. Başımı kaldırıp ona baktığımda uyku mahmurluğuyla kaşlarını çatmış, ne yaptığımı anlamamış gibi karmaşık ruh hali içinde bana bakıyordu. Bu haline gülümseyerek başımı boynuna doğru eğdim, dudaklarımı boynuna değdirip öpücükler bırakmaya başladım. Hızlı nefeslerim arasında kendimi ona daha da yaklaştırdım.
“Ne yapıyorsun?”
Uyku mahmurluğu ile dudaklarından titrek çıkan kelimeler gülümsememe neden olmuştu. “Hmm… Bilmem… Sence?”
Aslında amacım ne Ashley’yı uyandırmak ne de işe geç kalmak değildi. Ama kendime engel olamaz haldeydim. Ondan uzaklaşınca sanki bedenim acıdan kıvranacakmış gibi hissediyordum.
“Brandon?” Ashley’in iniltili çıkan sesiyle başımı kaldırarak gülümsedim. Gözleri iki kor gibi yanıyordu, hızla aldığı nefesler göğsünün hareketine ve nefesinin hırıltılı çıkmasını sağlıyordu.
“Seninle sevişiyorum sevgilim,” diye fısıldadım dudaklarım dudaklarını bulurken.
Öpücüğüme karşılık verirken elleri kollarımı kavramıştı. Onun bana ait olduğunu hatırlatırcasına öpüyordum, benim olduğunu gösterircesine dokunuyordum vücuduna ve her hücresine izimi bırakıyordum. Dudaklarım boynundayken aldığı hızlı nefesler benim nefesimi kesiyor, her hareketimde adımı fısıldayışı daha da kanımı kaynatıyordu. Bu dayanılmaz hazzı böylesine yoğun yaşarken kendimi cennette zannediyor, hızla devam ediyordum hareketlerime. Her hareketime Ashley’in verdiği karşılık daha fazlasını istememe neden oluyordu. Benim hislerim kadar yoğun değil ama biraz da olsa aynılarını hissetmesini istiyordum.
Başımı Ashley’in omzuyla boynunun arasına koydum ve kokusunu çekerek bir süre nefeslerimizin düzene girmesini bekledim. Ashley’in kolları bedenime sarılı bir şekilde duruyordu. Onunda nefes alışları en az benim kadar hızlıydı. Dudaklarımı boynuna götürerek öpücükler kondurmaya başladığımda kıkırdadı ve ellerini saçlarımın arasına soktu. Derin bir iç çekmeyle beraber dirseklerimin üzerinden güç alarak başımı kaldırdım ve Ashley’e baktım. Gülümsüyordu. Onu uyandırmama, gecenin yorgunluğunun yanında bir de şimdi yormuş olmama karşılık gülümsüyordu. Beni reddetmiyordu, benim hissettiklerimi hissettiğini anlamak o kadar zor değildi. Gözleri her şeyi anlatıyordu zaten.
“İşe geç kalacaksın.”
Ashley’in sözlerinden sonra üzerinden kalktım ve yanına uzandım. Başımı çevirip ona baktığımda gülümseyerek bana bakıyordu. Gülümsememek elimde değildi. O kadar masum bir şekilde bakıyordu ki, gülümseyişi o kadar iç ısıtıcıydı ki karşılığında gülümsememek imkansızdı. Yerinde doğruldu ve dudaklarıma öpücük kondurdu ama bu küçük öpücükten sonra elimi ensesine koyarak kendime doğru çektim ve başta öpücüğüme karşılık verdi ama sonra kollarımdan sıyrıldı ve yataktan kalkarak yerden sabahlığını aldı. Gülümseyerek bana döndüğünde tek kaşını kaldırmıştı.
“Ben aşağıya inip kahvaltı hazırlayacağım, sende duş yap ve üzerini giyin. İşe geç kalacaksın!” dedikten sonra arkasını dönüp odadan çıktı.
Yataktan kalktığımda aklımda sadece her sabah Ashley ile bu şekilde uyanmak, onun tatlı gülümsemesini görmek, yumuşacık tenine dokunmak ve beraber kahvaltı yapmak istediğimi fark ettim. Ashley’i aslında ölene kadar hayatımda görmek istediğimi fark ettim. Bunun içinde her şekilde elimden gelen her şeyi yapabilirdim. Onu zaten hayatımda istiyordum o zaman hayatımda var edecektim. Kimseyi umursamadan...
Ilık suyun altında düşüncelerimle beraber bedenimde gevşemişti. Kendimi daha iyi hissediyordum, daha rahat ve huzurlu. Banyodan çıktıktan sonra bir takım seçip giyindim. Kravatımı da bağladıktan sonra aşağıya indim. Mutfaktan gelen seslere bakılırsa Ashley gerçekten kahvaltı hazırlıyordu. Beni görünce gülümsedi ve bardakları masaya yerleştirdi. Bende sandalyelerden birini çektim ve oturdum. Ashley’de oturunca kavatlıya başladık. İkimizde sessizdik bu süre zarfında, ama Ashley’in iki kez bir şey söylemek için ağzını açtığını sonra vazgeçtiğini fark ettim yine de bir şey söylemedim ama bir kez daha yapsaydı kesinlikle soracaktım.
Kahvaltı bittikten sonra masadan kalktım ve ceketimi üzerime giyindim. Ashley’de bu sırada bana bakıyordu. Göz kırptım ve yanında giderek yanağından öptüm. Gülümseyerek yerinden kalktı ve benimle kapıya kadar geldi. Ben ayakkabılarımı giyerken sonunda konuştu.
“Imm… Şey… Bu akşam orada mı kalırsın?” diyerek söylemek isteyip de söyleyemediği kelimelerin dökülmesine izin verdi dudaklarından.
“Hayır. Kalmam ama ne zaman gelirim bilmiyorum. Sen bekleme beni,” dedim ama itiraf etmeliyim ki bu şekilde sorması hoşuma gitmişti. En azından akşam yemeğini beraber yiyemeyecek olsak da akşam beni yatağında istiyordu.
“Önemli değil beklerim ben. Hadi geç kalacaksın!”
Gülümseyerek elimi çenesine koydum ve başını kaldırdım dudaklarından öperek ona hoşça kal dedim ve gitmek için kapıyı açtım. Dışarı çıktıktan sonra asansörün önüne gittim Ashley hala kapıda bekliyordu. Asansöre bindikten sonra kapının kapanma sesini duydum.
Arabama binip şirkete gitmeye başladım. Geç kalmıştım ama önemsemiyordum, keyfim yerindeydi ve bunu kimse bozamazdı şimdilik. Ruh halim görünüşüme de yansıyordu istemsiz bir şekilde mutluluğumu dışarı vururcasına gülümsüyordum. Şirkete geldiğimde arabayı otoparka bıraktım ve binaya girdim. İçeride selam veren çalışanlara selam verirken suratımda samimi bir ifade olduğundan emindim.
Direk odama gittim ve halletmem gereken dosyalar masama bırakılmıştı ki zaten her zaman böyle olurdu. Oturup onlarla ilgilenmeye başladım. İmzalamam gerekenler, inceleyip sunmam gerekenler… Hepsinin bugün bitmesi gerekiyordu ve sanırım bugün öğle yemeğine bile vaktim kalmayacaktı.
Ne kadar süredir çalışıyordum bilmiyorum ama artık başımı eğerek dosyalara bakmaktan boynum ağrımaya başlamıştı. Telefondan hat alarak Anna’yı aradım.
“Buyurun Bay Veldone?” diyerek açtı Kübalı aksanını kullanarak.
“Bana bir kahve getirir misin?”
“Hemen efendim!”
Telefonu kapadıktan sonra koltukta arkama yaslanıp gözlerimi kapadım ve ellerimi omuzlarıma koydum sanki ağrısını alabilirmiş gibi. Kapı açıldığında Anna’nın kahvemi getirdiğini düşündüğüm için gözlerimi açmadım.
“Bakıyorum da bizimki çok yorulmuş,” diye Charles’ın sesiyle gözlerimi açtım. Karşımda Charles ve Lucy vardı. Charles’ın sırıtmasına karşılık Lucy oldukça şeker bir şekilde gülümsüyordu.
“Otursanıza?” diye sorduğumda Charles her zamanki beklene hazır cevaplılığıyla karşılık verdi bana.
“Bizde ne zaman nezaket kurallarına uyup soracaksın diye bakıyorduk.”
“Tamam, böyle buraya gelme amacımızı saptırmayalım!” diyerek havadaki eğlenceyi dağıttı Lucy. Ciddi tavırla koltuğa oturduktan sonra Charles’ta karşısına oturdu bende masamdan kalktım ve onların yanına gittim ve boş bir koltuğa oturdum.
“Problem ne?”
“Bu akşam, George ve Betie ile konuşmalı ve Ashley ile olan ilişkini resmiyete bindirmelisin. İkinizde birbirinizi seviyorsunuz, ne yap ne et yumuşat onları,” diyerek konuşmaya başladı Lucy.
“Neden böyle davrandıklarına dair hiçbir şey söylemiyorlar. Ama dün akşam Betie biraz daha yumuşak davrandı bu konuda. Daha ılımıydı…” diye Charles konuşmaya başlamıştı ki sözünü kestim.
“Dün Betie ve George ile karşılaştım, Ashley ile yemeğe gitmiştik ve orada karşılaştık George Ashley’yi görmezden geldi, ama Betie’nin incelercesine Ashley’ye baktığına eminim birkaç kez yakaladım bakışlarını.”
“Belki de Ashley’yi beğendi. Bu davranışlarını açıklar, ama bu akşam bir şekilde yolunu bulmalıyız.”
Charles sözlerini bitirdiği sırada kapı çalındı ardından açıldı ve Anna içeri girdi. Elindeki tepside üç tane kahve vardı.
Anna kahveleri verdikten sonra çıktı, bizde üçümüz bu konu üzerinde konuşmaya devam ettik. Nedenine dair hiçbir şey bilmediğimiz için çözümlerimiz hep bir yerde tıkanıyor ve hiç sonuca gidemiyorduk. Saatlerce konuşmalarımızın yanında her şey boştu. Sanırım tavrımı koyup neden onaylamadıkları hakkında bir açıklama almam gerekiyordu. Yoksa hiçbir şekilde hiçbir şey yoluna girmeyecekti.
Charles ve Lucy iki saat sonra gittiler bende yarım bıraktığım işlerin başına döndüm. Anna arada gelip bazı raporlar bırakıyordu, onun haricinde birkaç defa da kahve getirmesini istemiştim, bunların dışında yalnız bir şekilde çalışmaya devam ettim. Saat akşam yediye geldiğinde bıraktım ki anca bitmişti. Yemeğe geç kalmamak için hızla çıktım şirketten. Arabama binip direk Rosewood Malikânesine doğru ilerledim.
Ev oldukça büyüktü. Üç katlıydı ve her katta ikinci ve üçüncü katta sekizer tane oda vardı, birinci katta ise oturma odaları, çalışma odaları, yemek odası, mutfak bulunuyordu. Kocaman bahçesi, evin arkasında bulunan küçük bir koruluk, koruluğa girmeden önce bulunan büyük bir havuz ve yanında çocuk havuzu, kameriyesi bulunan oldukça büyük bir bahçe... Ailem baş başa tatile gittiklerinde beni burada bırakırdı ve Charles, Lucy ve ben küçükken burada geçirdiğimiz zamanlarda evin büyüklüğünü hiç fark etmiyorduk ama şimdi mantıklı düşündüğümüzde evin fazla büyük olduğu değişmez bir gerçekti.
Arabayı garaja bıraktıktan sonra eve doğru bahçede yürümeye başladım. Kapının önüne gelince zile bastım ve içeriden hizmetçilerin koşuşturmaları duyuluyordu. Her zaman bu yemek toplantılarında böyle telaşları oluyordu. Ama bunun bizim için önemini de biliyorlardı. Büyüyüp kendi hayatlarımızı kurana kadar akşam yemekleri bu evde ve hep beraber yenilirdi, ama bizler kendi hayatlarımızı kurduktan sonra sadece iki haftada bir toplanıyorduk ve akşam yemeğimizi yiyorduk. Başlarda Lisa kız arkadaş sıfatıyla katılmıştı, sonra nişanlı şimdi ise hep katılıyordu, tıpkı gelecekte Alex’in katılacağı gibi. Bu akşam oda burada olacak ve Lucy’in yanındaki sandalyede yerini alacaktı. Ailemin bu yemeklerdeki boş sandalyelerini şimdi onlar doldurmuşlardı. Belki bir gün benim yanımda da Ashley yerini alırdı.
Kapı açıldığında her zamanki hizmetçilerden biri vardı. Küçüklüğümüzde bizim peşimizden koşturan Bayan Misery. Gülümseyerek kapıda kenara çekildi bende içeri girdim. Ceketimi ve kravatımı çıkardım, hep yaptığım gibi Bayan Misery’e verdim. Gülümseyerek elimden aldı.
“Sizi bekliyorlardı Bay Veldone. Herkes yemek odasında...”
“Teşekkür ederim Bayan Misery.”
Yanından ayrılıp direk yemek odasına doğru ilerledim. Herkes yerlerine oturmuş ama yemek henüz başlamamıştı. İçeri girdiğimde George kendinden emin bir şekilde gülümsedi, Betie ise gülümseyerek yerinden kalktı ve yanıma geldi. Birbirimize sarıldık. Benden ayrıldıktan sonra ona yerine kadar eşlik ettim ve sandalyesini tuttum oturması için, ardından da ben kendi yerime geçtim.
Servisler başladığında ve yemekler yendiğinde herkes de bir sessizlik vardı. Arada bakınıyordum etrafıma herkes yemeği ile ilgileniyormuş gibi görünüyordu, ama içimden bir ses bu sessizliğin altından bir şey çıkacak diyordu. Bir an Lucy ile gözlerimiz kesişti bana gülümsedi hatta daha çok sırıttı ardından ise göz kırptı. Sonra önüne döndü yemeği ile ilgilenmeye başladı. Bende önümdeki yemekten bir çatal aldım ki Lucy’in sorusuyla çatalı ağzıma götüremedim.
“Bugünlerde devamlı gülümsediğinin farkında mısın Brandon?”
Başımı kaldırıp tekrar ona baktığımda sırıtması hafif kendinden emin bir gülümseyişe dönmüştü. Başımı diğerlerine çevirdiğimde Betie’nin de gülümsediğini gördüm. George ise boş gözlerle bakıyordu.
“Bence durumun Ashley ile alakası var. Nasıl olsa her şeyi yoluna koydular…” diye Charles’ın sesiyle havadaki sessizlik gerginliğe bıraktı yerini.
“İnsanlar mutlu olduğunda gülümser Charles. Brandon’da mutlu,” diyerek sanki iş birliği yapmışlar gibi Lisa’de konuşmaya dâhil oldu. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gülümsemeyle gözlerini kırptı. Bunlar kesinlikle bir şeyin peşindelerdi; ama sonuçlarını hesapladıklarını hiç sanmıyordum.
“Yemeğimiz bir aile yemeği çocuklar, yabancı insanları dâhil etmiyoruz!” Diyerek iğnelercesine konuştu George.
“Ashley yabancı bir isim değil George. Benim nişanlım!”
“Nişanlanıyorsun ve bize fikrimizi sorma zahmetine girmiyorsun Brandon öyle mi?” diye patladı George. Sinirle çatalını masaya bıraktı ve ayağa kalktı. Hepimiz onun bu tepkisine şaşırmıştık, çünkü George her zaman uysal bir adamdı, kolay kolay sinirlenmezdi. Ama şimdi birden parlamıştı.
“Ashley’yi sevdiğimi biliyordunuz! Onsuz yapamadığımı da gördünüz! Bu sefer değil George. Bilmediğin şeyler var, onunla olamazsın diyerek ayrılmamızı sağlayamayacaksın. İlkinde sana güvendim ve seni dinledim. Sırf o yüzden Jennifer ile nişanı kabul ettim. Ama bu beni mahvetti. Sevdiğim, hayatımı geçirmek istediğim kadından ayırarak beni mahvettin. Cehennem azabı gibiydi onsuz geçirdiğim zamanlar. Şimdi ya bana bununla ilgili gerekçeni açıkça söylersin ya da bundan sonra hayatımdaki kadının Ashley Grench olduğunu kabul edersin,” diyerek içimdekileri kustum adeta. Artık bende çok sinirlenmiştim. Haksız yere Ashley’yi suçladıklarını düşünüyordum ve bu konuda sevdiğim kadını sonuna kadar da savunacaktım.
Odada bir an için sessizlik oldu. Ben masada ayağa kalkmış öyle duruyordum. George ise masanın başında ayakta ellerini masaya dayamış bir şekilde duruyordu. Diğerleri ise şaşkın ve sessizce bizlere bakıyor, gelecek olan zamanda neler olacağını kestirmeye çalıştıkları belli oluyordu. Charles ve Lucy her an lafa karışacak gibiydiler. Sanki arkamda olduklarını belli edercesine duruyorlardı.
“Pekala! Sen bunu kabul edebileceksen eğer bende kabul ederim Brandon. Babanların öldüğü yıl trafik kazasında karşı tarafın suçlu bulunduğu ama ceza almadıklarını hatırlıyorsun değil mi?”
“Bunun konumuzla ne alakası var?” diye sert bir sesle sözünü kestim.
“Dinle! Sadece dinle. Kazaya sebebiyet veren aracın şoför koltuğunda sevdiğin kadının babası vardı. Charlie Grench! Bütün deliller, görgü tanıkları suçlu olduğunu gösteriyordu, cinayete sebebiyetten hapse girecekti, ancak avukatları o kadar iyi iş çıkardı ki bu cinayetin bir kaza olduğu ve suçsuz olduklarını gösterdiler ve asıl mesele ne biliyor musun? Avukatları Ashley Grench’in ilk mezun olduğu yıllarda yanında çalıştığı adamdı. Sevdiğin kadının babası tarafından ailen öldürüldü ve adam elini kolunu sallayarak çıktı mahkemeden. Onların zafer gösterilerini izlerken, bizler yas tutuyorduk. Şimdi anladın mı neden istemediğimizi? Neden onaylamadığımızı? O bir şekilde babanın katilinin ceza almasını engelledi. Şimdi sen o kadına soyadını vermeyi düşünüyorsun!”
George’un anlattıkları karşısında şok olmuş bir şekilde dinliyordum. Hiçbir şekilde ailemin ölümü ile ilgili haberleri detaylarıyla inceleyecek kadar güçlü olmamıştım. Herkes takip ederken ben takip edememiştim. Acım henüz tazeyken intikamla dolmamak için izlememiştim. Ama bunların içinde de Grench’lerin olduğunu düşünmek dahi istemiyordum. Doğruluk payını olmamalıydı!
“Ashley’in bunlarla ne ilgisi var? Ashley yoktu işin içinde!” Ayaklarımın beni taşıyamayacağını hissediyordum. Sandalyeme otururken sadece bunların gerçek olmaması için Tanrı’ya yakarıyordum.
“Evlat, dediğim gibi onun avukatı Bayan Grench’in çalıştığı yerdeki ceza avukatıydı. Unutma oda bir avukat. Muhtemelen Bayan Grench’in ricası üzerine bakmıştır davaya. Ve daha sonradan öğrendiğimize göre şimdiye kadar hiçbir davayı kaybetmemiş bir avukatmış ki bu davayı da kaybetmedi. Eğer her şeye rağmen o kadını kabul edeceksen, ona olan sevgin vazgeçemeyeceğin kadar büyükse ve babası babanın katili olmasını umursamayacaksan her şeye rağmen onunla olmayı kabul edebileceksen.. Bende onaylarım evlat!”
George’un sözleri zihnimde dalgalanıyordu. Kimseyi dinleyecek gücüm yoktu şuanda, bundan dolayı masadan kalktım ve kapıya doğru yürüdüm. Peşimden kimse gelmedi ki gelmelerini de istemiyordum. Evden çıktığım gibi arabama binip eve doğru gitmeye başladım. Saate baktığımda dokuza geliyordu. Şuanda Ashley’i görünce ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Ama bunların detaylarını öğrenmeden de ona tepki göstermek istemiyordum. George’a inanmak istemiyordum, sadece kalbim değil bu sefer mantığımda inanmak istemiyordu.
Yakınlardaki bir bara gittim ve herhangi bir masaya oturdum. Garsondan sek viski isterken aklımda hala George’un düşünceleri vardı. Belki de hayatımda ilk kez keşkelerle boğuşmaya başlamıştım. Eğer o zaman takip etseydim haberleri, mahkemeye gitseydim bu seviyeye hiç gelmeyecektim. Ve belki de Elizaer’da biliyordu her şeyi ve bundan dolayı bu konuda bu kadar sertti.
Farkında olmadan bardaklar bitiyordu önümde. İkinci bardak derken beşinci olmuştu daha sonra yedinci. Araba kullanacak olduğumdan dolayı bırakmam gerektiğini düşündüm. Hesabı ödedikten sonra bardan çıktım ve arabama doğru ilerledim. Arabaya bindiğimde telefonumun çaldığını gördüm. Baktığımda Charles arıyordu.
“Ne oldu?”
“İyi misin?” diye sordu direk benim gibi konuya girerek.
“Sence?”
“Bak bunların gerçeklik paylarını bilmiyoruz. Bu George tarafından görünen tarafı, birde Ashley’den dinlemeden sakın kırıcı davranma.”
“Charles sonra konuşalım.”
Telefonu kapattıktan sonra eve doğru sürmeye başladım arabayı. Hızla gidiyordum. Bir yandan da Charles’ın söylediklerine hak veriyordum. Bu işin peşini bırakmayacak, gerçeğin saf halini öğrenmeden de Ashley’den vazgeçmeyecektim. Peki, eğer George haklıysa vazgeçebilecek miydim? İşte o kısımdan emin değildim.
Eve geldiğimde arabayı parka bıraktım ve hızla binaya girdim. İlk defa merdivenleri kullandım asansörü bekleyemedim. Kapıya gelince zile basmayı düşündüm ama kolumu kaldırdığımda saat dikkatimi çekti. Gece yarısını geçmişti. O kadar süre nasıl geçmişti farkına varmamıştım, ama Ashley muhtemelen uyumuştu ve uyandırmak istemiyordum. Anahtarımı kullanarak açtım kapıyı ve içeri girdiğimde salonun ışığının yandığını gördüm. Sanırım beni beklemişti. Ayakkabılarımı çıkarıp salona geçtiğimde Ashley’in uyuduğunu gördüm. Başını koltuğun arkasına dayamış uyuyakalmıştı. Bu kadın beni seviyordu, ailesinin yaptıklarından onu nasıl sorumlu tutardım. Derin iç çekişle yanına gittim ve dikkatle kucağıma aldım.
“Brandon?” diye fısıldadı gözlerini yarım açarak.
“Şşşt! Uyumaya devam et.”
“İyi misin? Alkol almışsın?” diye sordu uyku mahmurluğu sesiyle kaşlarında hafif bir çatılmayla.
Bu sırada yukarıya odama çıkmıştım ve Ashley’i dikkatle yatağa yatırdım. Eğildim ve yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Gülümsedi uyku mahmurluğuyla sonra yatakta iyice kıvrılarak uykuya daldı yeniden. Bende üzerimi çıkardım ve altıma eşofman giyindim üzerimeyse bir tişört giydim ardından salona indim ve bir kadeh viski alıp bilgisayarımın başına geçtim. O tarihteki davaları araştırmaya başladım. Binlerce dava arasında Grench adını bulmak oldukça kolay olmuştu davaya bakan avukat yüzünden. Dava haberlerini okudum tek tek… İçimdeki umut hala duruyordu çünkü George’ım sözlerini doğrulayacak tek bir cümleye rastlamamıştım. Ta ki eski bir gazete manşetine kadar…
¨¨
“Veldone çiftinin ölümünden suçlu bulunması gereken Charlie Grench, kızının yanında çalıştığı ünlü avukat Alex Gragober sayesinde suçsuz bulundu! Bütün deliller Bay Grench’in aleyhineyken bir anda her şey inanılmaz ölçü de lehine döndü. Akıllara Bay Grench’in suçsuz bulunmasında davaya bakan Avukat Gragober ile davanın hâkimi Megledars’ın iş birliği yapma olasılığını getirdiği değişmez bir gerçek!”
¨¨
Gözlerimi bilgisayardan ayırmadan ekrana odaklanmış bir vaziyette bakıyordum. Sanki gözlerimi ayırdığımda daha acı bir şeyler yazabilirmiş korkusu vardı içimde. Bu yazılanlara inanmak istemiyordum. Gerçek olmasını istemiyordum. Diğer bir taraftan da gerçek olmayan haberler ne diye yayılansın gazetelerde, nasıl izin verilsin diye düşünmeden de edemiyordum. Canımın acıdığını hissediyordum, kalbimin derinlerinde bir yerlerde çok güçlü bir acı vardı bu beni içimden yakıp kavuruyordu. Bu hisle dudaklarımın kuruduğunu hissettim. Elimi viski bardağıma götürdüğümde bardağın boş olduğunu gördüm. Yerimden kalktım ve viski şişesini aldım ardından elimdeki bardağa doldururken birden bardak elimden kaydı ve yere düştü. Yerimden kıpırdamadan bardağın kırılışını isledim. En minik parçalara dönüşünü… Eğer haberler doğruysa kalbimin de bu şekilde parçalanacağından şüphem yoktu.
Yere eğildim ve kırıklarımı elimde toplamaya başladım. Büyük parçaları elime koyduğumda arkamdan ses geldi. Başımı çevirip baktığımda Ashley endişeli bir şekilde bana bakıyordu.
“Brandon?” diyerek yanıma geldi. Bir şey demedim yerdeki cam kırıklarını toplamaya devam ettim. Ashley’de yanıma geldi ve önüme bakındı ardından, “Tanrım! Brandon elin?” diyerek sustu ve elimi avucunun içine aldı.
“Önemli değil!”
“Hayır, önemli. Acıyor olmalı. Cam kesiği oldukça acır. Hadi kalk otur şuraya da bakalım…” diyerek beni yerden kaldırdı zorla ve koltuğa oturttu. Ardından elimi avucuna alarak incelermişçesine bakındı. Bir an için gözlerini sıkıca kapattı ve derin derin nefesler almaya başladı. Ardından başını kaldırıp bana baktığında, “Ecza dolabın var mı?” diye sordu.
“Çalışma odamda çekmecelerden birinde ilk yardım çantası vardı.”
Sözlerim daha bitmeden kalktı ve salondan çıktı. Gerçekten benim için endişelenmişti ve kanın Ashley’yi rahatsız ettiğini biliyordum, ama buna rağmen elimle ilgilenmeye başlamıştı. Kendini önemsemeden benimle ilgilenmişti. Sanırım bana karşı olan bu davranışları aileme karşı olan suçtan ötürü vicdan azabı değildi ya da ona benzer bir şey. Gerçekten ben seviyor olabilirdi. Tanrım neden böyle şeyleri düşünüyordum ki!
Başımı arkaya atıp koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım. Bütün düşünceleri aklımdan uzaklaştırmaya çalıştım. Hiçbir şey düşünmemeye…
Elimde hissettiğim acıyla başımı kaldırdığımda Ashley’in gelmiş olduğunu gördüm. Başını kaldırıp bana baktı. Gözleri dolmuş her an ağlayabilecekmiş gibiydi. Şaşkınlıkla onu izledim ama o bakışlarını kaçırarak elimle ilgilenmeye devam etti. Yaranın kenarına bir şeyler sürdüğünde hafif bir yanma hissettim ve kaşlarımı çattım ki Ashley başını kaldırıp bana baktı. “Üzgünüm,” diye fısıldadı.
Ardından tekrar elimle ilgilenmeye başladı. Ne yaptığına dikkat etmiyordum sadece onu izliyordum. Her hareketini, dokunuşunu inceliyordum. Sanki… Sanki hislerine dair bir şeyler arıyordum. Aptalca fikirler beynime hücum etmişken, mantıklı düşünemezken Ashley’yle aynı yerde bulunmam akıllıca değildi. Farkında olmadan kalbini kırabilirdim, ama ondan ayrılmaya henüz hazır değildim. Onu yanımda hissetmek, benimle olduğunu bilmek istiyordum. Sanırım bu durumda susmam her şeyden daha iyiydi.
“Bitti. Eğer daha kötü olursa lütfen bir doktora git,” diyerek bana baktığında başımı salladım. Sanki bir şeylerin farkındaymış gibiydi ve bundan dolayı çok fazla konuşup problem yaratmak istemiyor gibiydi. Daha fazla dayanamayarak onu bileğinden tuttum ve kucağıma doğru çektim. Kucağıma oturduğunda kollarımı beline doladım ve Ashley’de başını omzuma koydu.
“Beni seviyor musun?” diye sordum birden. Nasıl bu kelimeler dudaklarımdan dökülmüştü anlamadım ama bir anda çıkmışlardı.
“Ciddi olamazsın? Şüphen mi var?”
“Duymaya ihtiyacım var. Gerçekten beni seviyor musun? Bunu gözlerimin için bakarak söyleyebilir misin?”
“Seni seviyorum Brandon Anthony Veldone. Tüm kalbimle seviyorum. Aldığım her nefeste seni soluyorum, yaşadığım her anda seni yaşıyorum. Seni deliler gibi seviyorum,” diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. Gözlerimi kapattım ve ona daha da sıkı sarılarak başımı omzuyla boynunun arasına koydum. O da kollarını bana doladı.
“Sensiz yaşayamayacağımı biliyorsun değil mi?” diye sordum Ashley’in söylediği onca güzel sözden sonra. Belki benden de aynılarını bekliyordu ama sadece bu kadarını söyleyebilmiştim.
“Biliyorum sevgilim. Tıpkı benimde sensiz yaşayamayacağım gibi…”
Bir süre daha koltukta bu şekilde oturduk. Sessizce, havada aşkın koktuğu, yoğunluğundan kalbimin atışını hızlandırdığı bu odada sessizce bir süre daha durduk. Ama Ashley’in esnemesi ile bütün ortam bozuldu. Güldüm ve Ashley’in bacaklarının altına kollarımı koyarak kucağıma aldım. Bana gülerek daha da sokuldu. Dudaklarımı alnına bastırdım ve küçük bir öpücük bıraktım.
Odamıza çıktığımda Ashley’i yatağa yatırdım ve bende üzerimdekileri çıkarıp pijamalarımı giyindim ardından da yatağa girdim. Ashley’in göz kapakları kapanıyor gibiydi ama onların kapanmaması için de bir savaş verdiği gerçekti. Gülümseyerek yanına sokuldum ve sıcacık bedenini kollarımın arasına alarak sarıldım. İtiraz etmeden yanıma yanaştı zaten. Ben yan yatmıştım ama Ashley buna rağmen başını göğsüme dayadı ve bir kolunu belime sardı.
“İyi geceler sevgilim. Unutma ne olursa olsun seni seviyorum Brandon.”
“İyi geceler bir tanem. Bende seni seviyorum.”
Ashley’in düzene giren ve yavaşlayan nefes alışlarından uykuya daldığını fark ettim. Ama aklımda onca düşünce varken uyumak pek mümkün olmuyordu. İç çektim ve sırt üstü yattım ki Ashley yerinde biraz kımıldanarak bana sırtını döndü. Başımı çevirip baktığımda yatağın ucuna gitmiş ve hafif iç çekmeyle yeniden dalmış gibiydi. Gülümseyerek ona yanaştım ve bir kolumu boynunun altına uzattım uyandırmamaya özen göstererek, diğer kolumu da beline sarıp kendime doğru çektim. Ardından boynuna bir öpücük kondurup başımı yastığa koydum uyuyabilmeyi dileyerek.
Sabah uyandığımda kendimi çok yorgun hissediyordum. Aslında uyumak istiyordum, öğlene kadar uyumak. O kadar cazip bir fikirdi ki… İç çekerek yan döndüm ve gözlerimi kapattım tekrar uyumak için.
Duyduğum seslerle uyandığımda Ashley biriyle konuşuyordu sanki. Ara ara konuşmaları yakalıyordum uykulu halimle.
“Aslında onu bırakamam Dean. Ailesine karşı olanlardan sonra buna vicdanım el vermiyor. Ailemin yaptıklarının karşılığında bunu onlara borçluyum, bari oğullarını bu şekilde mutlu ederek vicdanımı rahatlatıyorum.”
Bu sözler… Tanrım! George haklıydı. Ashley’in da bu işte parmağı vardı ve… Benimle… Gerçek olmazdı bunlar… Gerçek olmazdı.
Nefesimin kesildiğini hissediyordum. Sanki boğazımda bir düğüm vardı ve bu düğüm nefes almamı imkânsız hale getiriyordu. Zorlanıyordum nefes almakta… Ciğerlerim nefessizlikten kıvranırken kalbim de kırılan her parçasıyla acı veriyordu.
“Brandon iyi misin?” Sesiyle gözlerimi açtım. Ashley yatağın kenarına oturmuş bana bakıyordu. Elini yanağımda gezdirdi ve hafiften gülümsedi. Nasıl bu kadar iyi bir oyuncu olabiliyordu. Sinirle elini ittirdim. Yataktan kalktım ve kolundan tuttum. Sürüklercesine odadan çıkarttım.
“Defol! Evimden defol! Seni bir daha burada görmek istemiyorum! Duydun mu? Seni ne hayatımda ne de çevremde görmek istemiyorum!”
“Brandon neler oluyor?” diye fısıltı halinde ağlamaklı çıkan sesini duydum. Baktığımda yanağında ıslaklık vardı ve bir eliyle kolunu tutuyordu. Bir an için bu görünüşü her şeyi unutmama neden oldu ona doğru bir adım attım ama sözleri beynimde kamçı gibi dolanmaya başladı ve ondan hızla uzaklaştım.
“Git!” dedim sert ve nefret dolu bir sesle. Ardından odaya girdim ve yatağın kenarında yere oturdum, sırtımı yatağa dayadım.
Ashley’in söylediği sözler beynimde yankılanıyordu. Nasıl? Nasıl böyle bir şey yapabildiğini anlamıyordum. Dün gece söylediği sözlerin her kelimesi mi yalandı? Nasıl gözlerimin içine bakarak yalan söyleyebilmişti? Ne kadar kolay söyleyebilmişti?
Derin bir iç çekerek başımı arkaya attım ve yatağa dayadım. Gözlerimde akmaya hazırlanan gözyaşlarıma inat ağlamayacaktım. Ashley gibi biri için, değmeyecek biri için ağlamayacaktım. Canımın acıdığını hiç bu kadar keskin hissetmemiştim. Sanki işkence çektiriyorlardı bana… Sanki vücudumdan minik minik parçalar kopartıyorlar ve bu işkenceden zevk alıyorlardı.
Ashleysizlik beni yıpratacaktı bunun farkındaydım. Onsuz olamadığımı biliyordum, ne olursa olsun onu yanımda hissetmek istiyordum ama diğer yandan da aklım, mantığım kabullenemiyordu. Ne yapacağımı bilemez halde böyle oturmak canımı sıkmaya başlamıştı. Kendimi bir labirentte hissediyordum ve çıkış ışığını yakalayamıyordum bir türlü. Aslında yakalıyordum ama bütün sonuçlar Ashley’ye çıkıyordu ve ben bu sonucu istemiyordum…
“Brandon?” diye fısıltı halinde bir ses eşliğinde kapı çalındı.
“Gitmeni söylemiştim! Hani kelimesini anlamadın?” Sert bir sesle konuşurken toparlanmaya çalışarak yerden kalktım. Zayıf görünmek istemiyordum. Beni zayıf görürse her şeyin daha kötü gideceğini biliyordum.
“Ben… sadece iyi misin diye bakmaya gelmiştim,” dedikten sonra kapı açıldı ve içeri girdi. Kaşlarını kaldırmış, gözleri kızarmış bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerinin altında hafif morluklar oluşmuştu. Bakışlarında ise çaresizlik ve şaşkınlık vardı. Gözüm koluna kaydığında kolunun da hafiften morardığını gördüm. O kadar sıkı mı tutmuştum kolunu?
“Önemli değil! Geçer…” diye mırıldandı bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde koluna bakıyordu. Sanırım oraya baktığımı görmüştü. Biraz koluna baktıktan sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Kaşlarımı çatmış sert bir şekilde, duygusuz gözlerle baktığımdan emindim. Zaten bir duygu karmaşası içerisindeydim nasıl ona belirli bir duyguyla bakabilirdim ki?
“Gitmeni söylemiştim!”
“Senin iyi olduğunu görmeden hiçbir yere gitmiyorum! Tanrı aşkına neler oluyor?” Sesinde fark edilecek derecede şaşkınlığın yanında çaresizlik ve bu çaresizliğin arkasına gizlenmiş bir kalp kırıklığı vardı saki.
“Gittiğinde daha iyi olacağım!” diyerek istikrarlı bir şekilde sözlerimi tekrarladım yeniden.
“Aşağıda misafirlerin var. Bende üzerimi değiştirip gideceğim, eğer seni mutlu edecekse.”
“İyi olur!” diyerek yanında geçtim ve kapıyı çarparak kapattım. Sinirle ayaklarımı sert bir şekilde vurarak aşağıya indim.
Aşağıda salonda George ve Charles’ı gördüm. İkisi de oturmuş sessizce bekliyorlardı. Benim geldiğimi gördüklerinde George kalktı ve yanıma geldi. George çok nadir çocuklarına sarılırdı ki buda sayılı seferlerden biri olmalıydı ki bana sarıldı içtenlikle. Ardından kolumu sıvazlayarak yerine geçti oturdu. Charles elini yumruk yapıp omzuma hafifçe vurdu. Gidip yerine oturduğunda bende yanına geçtim oturdum. Sessizce gelmeleri hakkında bir açıklama bekledim ama hiçbir şey olmadı. Bu sırada gelen ayak seslerine karşılık başımı kapıya çevirdiğimde Ashley üzerini değiştirmiş ve çantasını da takmış gidiyordu. İstemsiz olarak ne giyindiğine baktım. Daha önce giyinmediği tarzda giyinmişti. Bir kot, salaş bir tişört ve çarpmaz çanta takmıştı. Saçlarını toplamıştı. Gözlerinde hafif makyaj vardı sanırım ki gözlerinin kızarıklığı gitmişti. Üzerine uzun kollu bir hırka giyinmişti bu da sanırım kolundaki morluğu saklamak içindi.
“Charles bir dakika gelir misin lütfen?” diye seslendiğinde sesi çatallı ve boğuk çıkmıştı. Charles’da bu sözleri duyduğu gibi yerinden kalktı ve Ashley’ye yanaştığında, “Sen ağladın mı?” diye sorduğunda bakışlarım Ashley’yı buldu bana bakıyordu direk. Sanki gözlerini bile kırpmıyor gibiydi.
“Yoo! Önemli değil. Şey… Ben gidiyorum ve… şey Brandon pekiyi değil, ne oldu bilmiyorum? Akşamdan beri biraz garip davranıyor. Ama bu sabah tamamen değişti davranışları. Lütfen yalnız kalmasın gideceğiniz zaman bana haber verin geleyim.”
“Endişelenme Ashley!” Fısıldayarak konuşuyorlardı dikkatim onlarda olduğu için duymakta zorlanmıyordum ki başımı kaldırıp baktığımda benim gibi George’un da onları dinlediğini fark ettim.
“O iyi değil Charles. Kendinde değil gibi… Korkuyorum, bir şey olacak diye korkuyorum. Sabah uyandırmak için odaya girdiğimde nefes almak için çırpınıyor gibiydi. Uykusunda nefes almakta zorlandı, onu uyandırmasaydım sanki boğulacak gibiydi. Kâbus görüyor olmalıydı bir şeyler mırıldanıyor ve bu mırıldanmalar nefesini kesiyordu sanki. Yalnız kalmasın…”
“Merak etme… Haber veririm sen nereye gideceksin?” diye sordu Charles sanki benim bunu merak ettiğimi fark etmiş gibi.
“Bilmiyorum. Senden telefon bekleyeceğim o zaman kadar bir yerler de dolanırım.”
“Pekâlâ. Dikkatli ol!”
Ashley başını bana çevirdi. Gözlerinde endişenin yerini korkuya bıraktığının farkına vardım. Dudakları hafif buruk bir gülümsemeyle kıvrıldı ardından başını önüne eğdi ve gitti. Kapının kapanma sesini duydum ardından Charles yanıma geldi ve karşımdaki koltuğa oturdu. Ama benim aklım Ashley’in sözlerindeydi. “Sabah uyandırmak için odaya girdiğimde…” ne yani odada değil miydi? O konuşma neydi peki? Hayal görüyor olamazdım. Aslında oradaki anılarda silik silikti. Eğer gerçek olsaydı net hatırlardım herhalde. Bu sinirle hatırlayamayabilirdim de. Hızlı ve sinirle aldığım nefeslerle yerimden kalktım ve pencerenin kenarına gittim. Tülü biraz çekip aşağıya baktığımda Ashley’in karşı kaldırıma geçtiğini gördüm. Önce bir duraksadı sanki nereye gideceğini bilemez bir halde. Ardından yolun sonuna doğru yürümeye başladı.
“Brandon neler oluyor?” diye Charles’ın sesiyle tülü kapattım ve onlara döndüm. Meraklı bakışları karşısında yerime oturdum.
“Sabah bir ara uyandığımda Ashley’in, arkadaşı Dean ile konuştuğunu duydum. Babasının yaptığından dolayı suçluluk duyduğu için benimle olduğunu söylüyordu. Hatırlayabildiğim tek kısmı bu ardından yanımda bana seslendiğini hatırlıyorum ondan sonra da zaten her şey aniden gelişti,” dedikten sonra konuşmayı sürdüremedim. Devamında olanları sanki yeniden hatırlıyordum. Ashley’in bakışlarındaki korku dolu bakışları, sözlerimden sonra ağlamaklı bakması…
“Brandon sana net bir şey öğrenmeden kıza parlama demiştim. Eğer olaylar bildiğimiz gibi değilse ne olacak. Kızın kalbini nasıl kırdığını fark etmedin mi? Berbat görünüyordu.”
“Bilmiyorum!” diye fısıldayarak dirseklerim dizlerime dayayıp başımı ellerimin arasına aldım. Tanrım! Gerçekten rüya görmüş olmalıydım. Rüya değil kâbus… Buna dayanarak Ashley’i nasıl kırmıştım. Her şeye rağmen o benim için endişelenmişti.
“Brandon? Oğlum ben senin bu kadını bu kadar…” diyerek sustu George. Başımı kaldırıp baktım. Dalga geçercesine gülümsedim.
“Ne George? Ona taptığımı bilmiyor muydun? Ona delicesine âşık olduğumu? Onsuz nefes dahi alamadığımı bilmiyor muydun? Şimdi gördün!”
“Şimdi parlamanın sırası değil Brandon? Ashley bana odaya seni uyandırmak için girdiğini söyledi. Kız yalan söyleyecek değil! Belli ki bir rüya gördün olayların etkisiyle ve bunu gerçek olarak algıladın bilinçaltında ve Ashley’in üzerine gittin. Umarım onu hayatından çıkarmana sebep olacak şeyler söylememişsindir. Olayları doğru özetledim değil mi sevgili kardeşim?” diyerek dalga geçercesine bitirdi sözlerini Charles.
“Söyledim Charles. Ona hayatımdan da evimden de gitmesini söyledim.”
“Aferin Brandon! Aferin!”
“Lanet olsun!” Sinirle ellerimi yumruk yapmıştım ve saldıracak birini bağırıp çağıracak birini arıyordum. Belki de hiçbir suçu olmadan Ashley’i kaybedecektim. Lanet olsun ikinci bir kez daha…
“Ashley, eğer çok uzaklaşmadıysan eve gelsen iyi olur!” diye Charles’ın sesiyle ona baktığımda telefonla konuşuyordu. Ashley’i eve çağırmıştı.
“Brandon, sanırım olayları bir de onu tarafından dinleyelim. Bakalım ne kadar haklıyız! Ailesiyle hiç karşılaşma fırsatım olmadı eğer olsaydı seni temin ederim ki bunu onlarla konuşup detaylarını öğrenirdim,” diyerek George beni sakinleştirmeye çalıştı. Sadece başımı sallayarak tekrar yerime oturdum. Ashley’in gelmesini bekledim. Ama bu şekilde beklemek öldürücü derecede sinir bozucuydu.
“Gerçekten bir rüya olma olasılığı?” diye fısıldadığımı hissettim. Farkında olmadan düşüncelerim dudaklarımdan dökülmüştü.
“Yüksek! Hissettiğin kafa karışıklığı ve gerginlikle bilinçaltının sana bir oyun oynadığı gerçek… Muhtemelen en büyük korkun, bunların gerçek olması, bu senin kabusun olmuş.”
Gerçekten boş yere mi Ashley’e kızmış, belki de ona hak etmediği sözleri söylemiştim. Tanrım! Lütfen beni affedebilecek kadar kırılmamış olsun kalbi. Tek edebileceğim dua buydu şimdilik. Ne olursa olsun ona ihtiyacım vardı sonucunda o suçsuzdu bu değişmez bir gerçekti. Yani sanırım suçsuzdu!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Allahiiiim neler oluyor böyle? Nefes nefese okudum. Hayır hayır bu olamaz Ashley masum, babası sucsuz. Aaaa ama böyle bırakılmaz ki. Nasıl bekleyeyim ben şimdi gelecek çarşambayi. Ama bu haksızlık :(
YanıtlaSilEllerine, yüreğine, kalemine sağlık. ..
Beğenmene sevindim :) bakalım Ashley nasıl bir savunma yapacak daha doğrusu savunma yapmasına izin verecekler mi? :) Çarşamba evet biraz zor gelecek gibi :) Peki biraz erken göndermeye çalışırım bölümü tamamlayabilirsem :D
SilTekrar teşekkürler :D
Çok heycanli bir bolum dü bir ara nefesimi tuttuğumu fark ettim yanliz brandon yikildi onla birlikte bende yikildim birinin bu adama moral vermesi lazim yazik yasa harfi bi US cikarmissin eline saglik gerçi sende çiğdem gibi zurnanin zoorttt dediği yerde noktayi koymussun bölüme ama neyse beklicem artik elim mahkum Cnm ;)
YanıtlaSilGecenin bi koru yorum atarsan boyle hatali yazarsin kusuru bakma inci hanim yukarıda yazmak isteyipte yazamadigim şey harika bir is cikarmissin dicektim ama yanlis olmuş (hatasiz kul olmaz hatamla sev beni diyorum ) ;)
YanıtlaSilTeşekkürler yorumun için :)) Estağfurullah olur hatalar bende yazarken bir sürü hata yapıyorum ;)
YanıtlaSilSelamlarrr:)
YanıtlaSilBu güzel blog için sana ve bloguna "Dart Ödülü" verdim.
Bir gelip göz atsan fena olmaz :) http://partofthebook.blogspot.com.tr/2014/10/dart-odulu.html#more
Sevgiler ^.^