“Hayatım
istersen direk pencere kenarına yerleş olur mu? Ne anlıyorsan şu boş sokağı
izlemekten!”
Eylül,
gözlerini devirerek annesine baktı. “Ben seviyorum anne sokağı izlemeyi. Bir
sakıncası mı var?”
“Ben
biliyorum senin karın ağrını ama neyse…”
“Anne!
Allah aşkına!”
Eylül,
annesinin ne demek istediğini aslında gayet iyi biliyordu. Karşı komşusu Ayaz’ı
kanlar içinde yerde buluşunun, daha doğrusu görüşünün üzerinden tam üç hafta
geçmişti. Bu eve bir ay önce taşınmış ve gelen bütün komşular tarafından karşı
komşularından uzak durmaları konusunda uyarılmışlardı. O kadar berbat bir adam
olarak anlatılıyordu ki Ayaz, Eylül onu merak etmeye başlamış ve dedikoduların
ana malzemesi olan genç adamı görmek için camda pineklemeye başlamıştı.
Onu
görmüştü de. Beş iri yarı adamın arasında öldürülesiye dövülürken… Eylül, o an
hissettiği dehşeti hayatındaki hiçbir şey ile kıyaslayamazdı. Önce polisi
aramış, birkaç dakika sonra adamlar bir ölü gibi yere düşen Ayaz’ı bahçesinde
bırakıp arabalarına binerek uzaklaştıklarında ise bir an tereddüt ettikten
sonra annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen karşıdaki evin bahçesine koşarak
gitmişti.
Zorlukla
açılan göz kapaklarının arkasından kendisine bakan yeşilimsi ela gözler. O
gecenin Eylül’de bıraktığı tüm dehşete rağmen genç kızın en net hatırladığı şey
buydu. Ayaz ona, onunla alay etmek istiyor gibi bakmıştı. Yardım ister gibi,
yalvarır gibi, ölüyor gibi değil. Eylül o an genç adamın kendisi ile dalga
geçmek istediğinden adı gibi emindi.
Acaba
yaşıyor muydu? İçini ürperten derin bir nefes aldı. Neden bilmiyordu ama
ölmesini hiç istemiyordu. Son üç haftadır ondan herhangi bir şekilde haber
almamıştı. Eve döndüğünü de görmemişti. Annesi öldüğünden emindi çünkü
ambulansa bindirilirken ölmek üzere olduğunu düşünmüşlerdi. Tabii kimse belaya
bulaşmak istemediği için daha fazlası ile ilgilenmemişti. Sadece insanların
onun ölmüş olmasını dilediklerini biliyordu. Onu daha tanımayan annesinin bile.
Çok
acımasızcaydı.
Sokak
lambalarının ışığına bir gölge düştüğünde oturduğu yerde heyecanla dikleşti.
Hava yeni kararmış, şubat ayının son günlerinde kar yine her yeri beyaza
bürümüştü. Karın üzerine atan bir gölgenin Eylül’ün kalbine bu denli ritim
katacağını kim bilebilirdi ki? Neden bu kadar heyecanlandığını bilmiyordu ama
garip bir şekilde Ayaz’ı görmek ve onun yaşadığını bilmek istediğini biliyordu.
Onun görmek, onunla konuşmak ve neden kendisine öyle baktığını sormak
istiyordu.
O
gözleri yeniden görmek istiyordu.
Yutkunarak
gölge sahibinin ışığa çıkmasını bekledi. Ve işte oradaydı… Rahatlayarak
gülümsedi. Oradaydı. Yaşıyordu. İçine sıcak bir heyecan yayıldı. Yaşıyordu.
Tanık olduğu anlar bir adamın son anları değildi… Birisinin hayatını
kurtarmıştı. Eğer, Eylül onu görmese, şüphesiz sabah insanların bulacağı tek
şey Ayaz’ın cesedi olacaktı. O adamın Eylül’e kesinlikle bir teşekkür borcu
vardı.
Cama
yaklaşarak daha dikkatli baktı. Üzerinde, onu buldukları gün giydiği siyah
tişörtle kotundan başka bir şey yoktu. Kaşlarını çattı. Hastanede kimse temiz
bir şeyler götürmemiş miydi bu adama? Ayaz’ın yürümekte biraz da olsa
zorlandığını da görebiliyordu. Bahçe kapısını açmadan önce demirlere tutunarak
bir an durakladığını gördü. Sırtı ona dönüktü ama öksürdüğünü fark edebilmişti.
Eh, bu havada böyle dolaşırsa zatürre olmazsa kendisini şanslı saymalıydı.
Dikkatle onu izlemeye devam etti. Bir süre
daha demire eğilmiş bir halde orada durduktan sonra, bahçe kapısını açtı ve
yeniden kapatmaya gerek duymadan sendeleyerek evine doğru yürümeye devam etti.
Sarhoş muydu?
Eylül
kendini tutamadan, “Yok artık!” deyiverdi. Muhtemelen hastaneden yeni çıkmıştı
ve sarhoş mu olmuştu?
“Bir
şey mi dedin?”
Eylül
olduğu yerde sıçrayarak annesinin dikildiği kapıya doğru döndü.
“Aklımı
çıkardın anne!”
Annesi
ona küçümser bir bakış attı. “Akıl mı var sende çıkacak. Ne konuşuyorsun öyle
kendi kendine?”
“Konuşmuyorum
ki…”
“Ne
demek konuşmuyorum! Duydum işte, ‘Yok artık’ diye cıyakladın ya,” dedi. Yok artık derken kızının berbat bir
taklidini yapmıştı. Eylül, yıldızının asla barışmadığı annesi ile şu an bir
tartışmaya daha girmek istemiyordu. “Ha, şey… Bir kedi koskoca ağacın tepesine
çıkmış. Atlayıverdi oradan öyle. Ona şaşırdım ben de.”
Hasret,
Eylül’e ters bir bakış attı. Bu bakışlar artık klasikleşmişti. Annesi Eylül’ü
bir nedenden tam olarak hayatına dahil edemiyordu. Eylül’ün asıl şaşırdığı şey,
onu hala çok sevebiliyor olmasıydı. Hoş, annesinin onu sevdiğini de biliyordu.
Hem seviyor, hem de kızıyla düzgün geçinebilmek adına zerre kadar
çabalamıyordu. Çünkü o garip bir kadındı.
Fazla
garip.
“Ben
yatıyorum. Sen de yat uyu artık.”
“Tamam,
yatacaktım zaten birazdan.”
Eylül,
sabırla annesinin kapıdan çıkmasını bekledi. Kapısı kapanır kapanmaz da yine
pencereye uzandı. Ayaz’ın çoktan içeri girmiş olacağını düşünüyordu ama hayır,
hala oradaydı. Karlı merdivene oturmuş, başını dizlerine dayadığı ellerinin
arasına almıştı.
Sarhoşluktan
mıydı yoksa hastalanmış mıydı? Neden bu kadar merak ediyordu?
Kendi
kendini tekmelemesi mümkün olsa bunu şu an yapardı çünkü içinde bir yerlerde
yanına gitme isteği duyuyordu. Bu kadar berbat anlatılan bir adamın yanına,
gecenin bu saatinde gitmek… Ah, hayır.
Camdan
uzaklaşarak perdeyi çekti. Hayır, bunu yapmayacaktı. Yatağına çökerken seneler
sonra ilk kez tırnaklarını kemirdiğini fark etti. Bu kadar endişelenecek ne
vardı? Bu kadar heyecan yapıp yanına gitmek istemesine sebep olacak ne vardı
ki? Bir çift aptal, güzel ela göz ve alaycı bakışlardan başka... O an kopkoyu
görünen o alaycı gözleri hatırladığında gözleri yeniden cama kaydı. Yüzü kanlar
içindeydi ama yine de ne kadar da güzeldi.
Saçmalıyordu.
Ayağa
kalktı. Ne olmuş yani? Her zaman mantıklı olmaya çalışmıştı. Bir kez olsun
saçmalayamaz mıydı? Buna hakkı yok muydu?
Bir yandan kendisini ikna etmeye çalışırken
bir yandan da kendisine küfrederek perdesini açtı. İşte, hala oradaydı. Aynı
pozisyonda oturmaya devam ediyordu.
Ah…
Kahretsin. Onun yanına gidecekti. Evet, bunu yapacaktı. Ne zaman bu kadar cesur
ya da aptal olmuştu hatırlamıyordu ama oraya gidecekti. Annesinin yattığını
düşünmesi için ışığını söndürdü ve ciddi bir aptallık yapmıyor olmak için kısa
bir dua etti.
Hırkasına
uzanırken heyecandan elleri titriyordu. Bir an için tereddüt ederek çantasına
uzandı ve iki yıl önce taşımaya başladığı biber gazını hırkasının cebine attı.
Balkon kapısından çıkmadan önce eli küçük battaniyesine uzandı.
Evet,
kesinlikle tam bir aptaldı.
Alçak
balkonlarından atlamak ya da tırmanmak çok zor değildi. Açıkçası ilk günlerde
bu onu biraz korkutmuştu ama birkaç hafta sonra bunu da umursamamayı
öğrenmişti.
Zaten
hayatının temeli bunun üzerine kuruluydu: Umursamamak… Bir umursamaya başlarsa,
tepetaklak olması işten bile değildi.
Ayağının
altında eriyen ince kar, çorabını ıslattığında ayağında hala evde giydiği
pofuduk, tavşan terlikler olduğunu hatırlayarak suratını buruşturdu. Şahane!
Geri
dönemeyeceğine göre, bunun için yapabileceği bir şey yoktu. O yüzden derin bir
nefes alıp, battaniyesini sıkıca kavrayarak kollarını göğsünde bağladı ve
bahçelerinden dışarıya çıktı. Kafasını
hafifçe yana eğdiğinde aradaki ağacı görüşünden çıkarmayı başarabilmişti. Orada
aynı şekilde oturmaya devam ettiğini gördüğünde tedirgin olduğu hissetti. Hem
onun için, hem de kendisi için… Etrafına baktı. Gecenin on biri olmuştu ve
böyle soğuk bir gecede kimse dışarıda değildi.
Ondan
ve mahallenin kötü adamından başka…
Tuttuğu
nefesini vererek, komşu bahçeye doğru birkaç temkinli adım attı. Ayağının
altında ezilen karlar gecenin sessizliğinde oldukça gürültü çıkarıyordu.
Ayaz’ın da bu sesi duymuş olması gerektiğini düşündü ve hala evinin önündeki
merdivenlerde oturmakta olan genç adama bir bakış attı. Tepki yoktu.
Birkaç
adım daha atarak bahçe kapısının orada durdu. Tamam, daha fazla
ilerlemeyecekti. Bir an için boğazını temizlemeyi düşündü ama beceremedi. Ne diyeceğini bilemeyerek orada dikilirken
onu neyin beklediği hakkında bir fikri yoktu.
“Gelmeni
bekliyordum.”
Eylül
küçük bir çığlık atarak geriye doğru sıçradı. Onunla konuşan Ayaz’dı. Elini
farkında olmadan bir anda ritim değiştiren kalbinin üzerine koydu. Aklı
çıkmıştı.
“Ben…
Anlamadım,” dedi kekeleyerek. Bekliyorum da ne demekti? Daha onu tanımıyordu ki!
Ayaz
yavaş bir şekilde başını kaldırarak Eylül’e baktı. Bu Eylül’ün nefesini tutması
için yeterli olmuştu. İkinci kez göz göze geliyorlardı. Gecenin karanlığında
gözleri ilk gördüğü halinden dahi koyu gibi gelmişti ona. Korktuğunu ama daha
çok heyecanlandığını hissederek kaskatı bir şekilde olduğu yerde durmaya devam
etti. Aralarında yedi, sekiz adımlık bir mesafe vardı. Eylül, Ayaz’ın
bakışlarına öyle kenetlenmişti ki genç adamın dudakları arasından yükselen
buharı görmeseydi konuştuğunu fark dahi edemeyecekti.
Bir
şeyler söylediğini görünce kendi kendine utanarak kızardı. Şükürler olsun ki
hava soğuktu…
“Daha önce gelmiştin,” diyordu Ayaz. “Seni tanıyorum.”
Aptal
heyecanından utanan Eylül, genç adamın yakışıklı yüzüne baktı. Sokak lambasının
aydınlattığı merdivenlerde otururken Eylül’e yansıyan görüntüsünü tanımlamak
için ‘yakışıklı’ biraz zayıf kalmıştı belki ama şu an daha iyisini düşünecek
durumda değildi. Oysa onun hakkında pek çok şey duymuştu ama kimse yakışıklı
olduğundan bahsetmemişti. Misafir ettiği kızlardan birisinin onun için, “…ama
yine de fena görünmüyor,” dediğini hatırladı. Arkadaşı da ona “Dünyada benzeri
olmasa ne yazar,” diye yanıt vermişti. Eylül, şu an bundan daha iyi yanıtlar
verebilirdi.
“Tanıyor
musunuz?”
Ayaz
tek kaşını kaldırdı. “Sürekli olarak evini gözetlediğin bir adama ‘siz’ diye
hitap etmen biraz komik olmadı mı?”
“Ah.”
Eylül’ün
buna verebileceği daha iyi bir yanıt yoktu. Onu gözetlediğini biliyordu ama
nasıl? Ve Eylül bundan daha fazla utanabilir miydi? Yanıt vermek istedi ama
ağzını açıp yeniden kapatmaktan fazlasını yapamadı. Konuşmaya fazla hızlı bir
giriş yapmışlardı. Oysa Eylül’ün aklındaki konuşma, genç adama iyi olup
olmadığını sorması, Ayaz’ın ona teşekkür etmesi ve evlerine gitmeleri ile son
buluyordu. Ayaz’ın dudağının bir kenarının hafifçe yukarı doğru kıvrıldığını
gördü. Ona gülüyordu!
“Utanmana
gerek yok. Şanımın hızlı yayıldığını biliyorum. Muhtemelen ilk günden sen de
duymuşsundur. Gözetlemen dert değil yani.”
“Gözetlemiyordum.”
Eylül,
otomatik olarak devreye giren savunma mekanizmasına küfrederek dilini ısırdı.
Tabii ki gözetliyordu ve belli ki karşısındaki adam, bunun son derece
farkındaydı. Nasıl fark ettiğini ise öğrenmek dahi istemiyordu.
“O
gece geldin. Şimdi de geleceğini düşündüm,” dedi Ayaz üstelemeden. “Benim sana
bir teşekkür borcum var. Nadiren birilerine teşekkür eden bir adamım ama…”
Alaycı bakışlar, yerini son derece ciddi ve Eylül’ün adını koyamadığı bir duygu
ile kararan bakışlara dönüşmüştü. Öyle bir ifadeydi ki Eylül bir an için
üşüdüğünü hissederek hırkasına sıkıca sarıldı. Ayaz, tamamen ona odaklanmıştı.
“Teşekkür ederim, geldiğin için.”
Eylül
yanıt vermeden önce boğazını temizlemek zorunda kaldı çünkü sesini bulması
sandığından uzun sürmüştü.
“Sadece
yapmam gerekeni yaptım.”
Ayaz
hafif bir şekilde gülümsedi. Eylül nefesini tuttu.
“Herkes
yapması gerekeni yapmaz.”
Eylül’ün
omuz silkmekten başka verebileceği bir yanıt yoktu. Bu adam, çok güzel
gülümsüyordu. Genç adamın bakışlarının elindeki battaniyeye kaydığını, daha
sonra yeniden ona döndüğünü gördü. Tek kaşını kaldırmıştı.
Eylül,
yine kendin bir aptal gibi hissediyordu. Ama battaniyeyi görmezden gelmedi.
“Şey,
ben… İyi değilseniz… Yani iyi değilsen, yardım gelene kadar seni sıcak tutacağını
düşünmüştüm.”
Eh,
resmi bir şekilde konuşmaya çalışmasının bir anlamı yoktu. Genç adamın tepki vermesini beklemeden
battaniyeyi ona doğru fırlattı. Bu hareketinin Ayaz’ı şaşırttığını genç adamın
bakışlarından anlamak pek zor değildi ama battaniyeyi yere düşmeden önce
yakalamıştı. Soran gözlerle Eylül’ e baktı.
Eylül,
soğuktan iyice kızaran burnunu çekti. “Hava gerçekten soğuk…”
Ayaz
bir kez daha battaniyeye baktı. Ama üzerine örtmek yerine onu elinde tutmaya
devam ederek yeniden genç kıza dönmüştü. “Biliyorum.”
Sonrası
sessizlikti… Ayaz konuşmadan genç kızı izliyor, Eylül ise ne diyeceğini
bilemeden artık iyice sırılsıklam olmuş ayaklarına bakıyordu. Bir süre sonra
başını yerden kaldırıp hala kendisine bakmakta olan Ayaz’a baktı. Genç adamın
gözleri neredeyse anında onunkileri karşılamıştı. Yine.
“Sanırım
gitmem gerek,” diye mırıldandı ve Ayaz’ın uzatamaya yeltendiği battaniyeye
küçük bir bakış attı. “Onu daha sonra alırım.” Ve yanıt beklemeden arkasını
dönüp hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Karların ayağının altında
ezilişini dinlerken içten içe yanağını ısırıyordu. Onu yeniden görmek
istediğini daha fazla belli edemezdi. Onu yeniden görmek istediğini kendisi
bile bilmiyordu ki!
Ah,
ama kesinlikle çok güzel gülümsüyordu. Hiç tam olarak gülümsememişti ama Eylül,
o görüntüye kalbinin dayanacağından da emin değildi.
***
Ayaz,
bahçe kapılarını sessiz olmaya çalışarak kapatan Eylül’ün arkasından bakmaya
devam etti. Neden apar topar gitmişti ki? Belki onu korkutmuştu.
Genç
kız görüşünden çıkarken elindeki battaniyeye bakıp öyle olduğunu düşündü. O
battaniyeyi verecek kadar iyi yürekliydi ama yanına gelebilecek kadar Ayaz’a
güvenmiyordu. Farklı olmasını da beklemiyordu zaten. Sadece gelmiş olduğu için
bile şaşkındı Ayaz. Çok uzun bir süredir kimse tarafından umursanmamıştı.
Kendi
kendine hafifçe iç çekerek ayağa kalktı ve küçük, krem rengi battaniyeyi
sırtına atarak merdivenlerden yukarı çıktı. Soğuk evinin kapısını açmak için
anahtarını eline alırken o battaniyenin sıcaklığını hissedebiliyordu. Kendisi
bile fark etmemişti belki ama yıllardır ilk kez, gerçekten gülümsüyordu.
Eylül,
hafif bir şekilde topallayarak kahvaltı masasını hazırlıyordu. Dün gece eve
döndüğünde balkonuna tırmanması sandığı kadar kolay olmamış, bir kez karların
üzerine düşmüş, ikinci denemesinde ise dizini balkonun kenarına çarpmıştı.
Şimdi ise dizinde hatırı sayılır bir morluğu ve ağrısı vardı. Ama doğrusunu
söylemek gerekirse kendisini kötü hissetmiyordu. Oraya gitmesinin doğru
olduğuna inanıyordu artık. Gittiği için pişman olmamıştı ama eğer gitmeseydi şu
an kendisini daha iyi hissediyor olmayacaktı.
Annesinin
uykulu bir tavırla mutfağa girdiğini görünce topallamayı zorlukla da olsa
kesti. İyi bir yalancı değildi ve annesinin dizine ne olduğunu sorması
durumunda kızarmadan ya da kekelemeden başka herhangi bir yere çarptığına dair
yalan söyleyebilmeyi beklemiyordu.
“Geldi
mi karşıdaki adam?” diye sordu Hasret direk. Eylül, kendisine şaşkın bir bakış
atınca da gözlerini devirdi. “Ne? Bütün gün adamın yollarını gözlemiyor musun?”
Eylül,
oflamakla paniklemek arasında ciddi bir gelgite kapıldığını hissetti. “Yoo…
Yani sadece merak ettiğim için bakıyorum. Biliyorsun,” boğazını temizledi. “Onu
son gördüğümüzde pek iyi bir durumda değildi.”
Hasret,
iç çekerek iki elini masaya koydu ve kızına doğru eğildi. Yüz ifadesi Eylül’e
hoş şeyler söylemeyeceğinin habercisiydi.
“Bak
Eylül, biliyorum bazen bana çok kızıyorsun. Mükemmel bir anne-kız ilişkimiz yok
ve bazen hakikaten sana kötü davranıyorum. Ama ne olursa olsun sen benim
kızımsın. Hiçbir zaman kötülüğünü istemedim. O yüzden beni dinle. O adamla her
neden ilgileniyorsan. Unut gitsin.”
Eylül
annesine anlamayan gözlerle baktı. “Sadece ölememesi için ambulans çağırdığım
ve yaşayıp yaşamadığını merak ettiğim için mi böyle bir şey söyleme gereği
duydun?”
“Ben
aptal değilim. Onunla bir şekilde ilgilendiğin ortada… O yaralı bereli adamın
neresi ilgini çekti bilmiyorum ama son üç haftadır cam kenarında yaşaya yaşaya
bunu bana yeterince gösterdin. Tartışmak istemiyorum, Eylül. Sadece ne dediğimi
aklında tut.” Kızına her zamanki sert bakışlarından birisini attı. “Ben
kahvaltı etmeyeceğim. Giyinip çıkacağım. Gelinlik yetiştirmem lazım.”
Hasret,
terzilik yaparak kızını okutuyor ve evinin kirasını ödüyordu. Babasından kalma
küçük tuhafiyeciyi terziye dönüştürmüş, orada çalışıyordu.
Eylül,
başını sallayarak onu onayladı ve saklayamadığı asık bir suratla sofraya
oturdu. Ortada hiçbir şey yokken annesinin onu böyle uyarması ne kadar da saçmaydı.
Kendi
kendine gözlerini devirdi. Kendini kandırmaya çalışırken acınacak haldeydi.
Oysa şu an istediği tek şey, annesinin bir an önce çıkmasıydı. Böylece o da
okula gitmeden önce gidip Ayaz’ın nasıl olduğunu görebilirdi.
Sanki
aklından geçeni sesli söylemiş gibi dilini ısırdı. O Eylül’dü. Her zaman aklı
başında, oturaklı ve sakin bir kız olmuştu. Şu son haftada iki çift göz ve bir
gülümsemenin onu bu hale getirmesi utanç vericiydi.
Annesi
hiçbir şey söylemeden kapıyı kapatıp çıktıktan sonra, onu bir de gündüz görmeyi
planlıyordu. Üstelik dün ona geçmiş olsun demeyi bile unutmuştu. Yaptıkları
kısa sohbetin, duyduklarından kaynaklanan korkusunu yenmesini sağladığını fark
edebiliyordu. O korkuyu hissetmesinin zaten saçma olduğunu düşündüğü için bu
çok da zor olmamıştı esasen.
Ayaz
Güvener hakkında konuşan insanların, anlattıklarını daha heyecanlı kılmak adına
hikayeye katkıda bulunduklarını fark etmek çocuk oyuncağıydı.
Annesinin
meşhur şifa çayına elini atarken
gülümsedi. Bu berbat kokulu, içinde kırk
çeşit ot bulunan çayı götürmek konusunda emin değildi ama yapabileceği başka
bir şey de yoktu. Üstelik kabul etmesi gerekiyordu ki her ne kadar berbatta
olsa gerçekten işe yarıyor ve insanın bedenini rahatlatıyordu.
Çayın
dem almasını beklemek, kahvaltı edip bir de Ayaz’a uğramak muhtemelen okula geç
kalmasına neden olacaktı. Son sınıf öğrencisi olan Eylül için geç kalmak ya da
ders kaçırmak gerçekten nadiren gerçekleşen şeylerdi. Bunu gönüllü olarak
yaptığı ise görülmemişti henüz. Bu gün tarihe not olarak düşülebilirdi.
Yediğinden
de içtiğinden de hiçbir şey anlamadan kahvaltısını tamamladı. Bulaşıkları
toparlarken o kadar hızlı davranıyordu ki eli ayağı birbirine karışmıştı.
Demliğin kapağını kaldırarak şifa çayının durumunu kontrol etti. Evet, kokusu
biraz da olsa yatışmıştı. Yani, yeterli kıvama gelmiş sayılırdı. Demliğin
içindeki çayı büyük bir bardağa doldurup bir altlığa yerleştirdi ve hızlı bir
şekilde kırmızı montunu giyip, beyaz atkı ve beresini taktıktan sonra
çizmelerine uzandı ve nihayet giyinebilince de çayı bıraktığı yerden eline
alarak dışarı çıktı.
Hava
gerçekten soğuktu. Kış mevsimi, adının hakkını vermeye kararlı görünüyordu. Ama
Eylül’ün hafifçe titremeye başlamasının nedeni soğuk değildi. Yine o garip
heyecan midesinde düğümlenmişti. Yalnızca oraya gidecek olduğunu bildiği için…
Kendisini
bir an için izlediği filmlerdeki aptal, aşık ve hiçbir şansı olmayan
karakterler gibi hissederek gerildi.
Derin bir soluk alması gerekiyordu.
O
ne aptaldı ne de aşık.
Omuz
silkti ve yoluna devam etmeye karar verdi.
***
Son
üç hafta içinde hayat, Ayaz için, uyumak, yemek yemek, banyo yapmak ve tuvalete
gitmek gibi dört temel ihtiyaçla sınırlıydı. Hastaneden çıkmış olmasına rağmen
bir süre daha bu düzeni sürdürmeyi düşünüyordu. Çocukluğundan beri kullandığı
yatak odasında yatarken, beyaz olması gereken ama gri gibi gözüken perdelerine,
kahverengi, eski mobilyalarına baktı. Burada olmayı seviyordu. Olmayı sevdiği
tek yer burasıydı. Tüm o toz ve küf kokusuna rağmen.
Uzanıp
dün genç kızın ona verdiği küçük battaniyeyi eline aldı. Dün geceki şaşkın
halleri gözünün önünde canlanıp duruyordu. Ayaz, genç kızın ondan fazlası ile
utandığını ve biraz da korktuğunu fark etmişti.
Yine de geldi, diye düşündü.
Geleceğini düşünerek orada bekliyor bile olsa bir tarafı bunun saçmalıktan
başka bir şey olmadığını söylüyordu. Aslında neden bunu yaptığını bilmiyordu.
Gelmesini istemişti. Gelmiş olmasını sevmişti. Birisi tarafından merak
edilmeyeli o kadar uzun bir süre olmuştu ki bir yabancının bunu yapmasından
çok… hoşlanmıştı.
Kızın
adını bile bilmediğini fark etti. Onları taşınırken görmüştü. Sonra Çınartepe
mahallesinin sakinleri tek tek onları ziyaret etmeye başlamıştı. Şu sıkıcı ve
yapmacık hoş geldin muhabbetleri…
Yattığı
yerde iç çekti. Dayak yediği gece genç kızın kendisine bakan yeşil gözlerindeki
şaşkınlığı ve korkuyu hatırlıyordu.
Çok
güzel olduğunu hatırlıyordu.
O
gece olan tüm o saçmalıklara şahit olduğu kesindi. Nasıl dayak yediğini görmüş
olmasından rahatsız olmadığını fark etti. Arada sırada böyle şeyler olurdu.
Ayaz’ın çok fazla düşmanı vardı ve o da genelde onları sakinleştirmeye
çalışmaz, ukalalığı ve kendini beğenmişliği ile onları tam anlamıyla çileden
çıkarırdı. Bu durumda kimi zaman bu gibi durumlarla sonuçlanabilirdi.
Aslında
teke tekte rakip tanımazdı. İkiye, üçe karşı tek olmaya da alışıktı ve hayli
iyiydi de ama beşe karşı tek olunca dayak yemek kaçınılmaz oluyordu. Tabii
bunun sorumluları kesinlikle cezalarını çekeceklerdi, o ayrı.
Kapının
çalması ile intikam olayına kayan düşüncelerinden sıyrılarak kaşlarını çattı.
Onun iyi niyetli ziyaretçileri olmazdı. Ayağa kalkıp kısaca bedenini
esnettikten sonra aşağı inerek kapıya gitti ve delikten baktı. Gördüğü manzara
karşısında şaşkınlıkla gözlerini açtı.
Gelmişti.
Yine.
Eylül,
derin bir soluk daha alarak kapısının açılmasını bekledi. Gittikçe gerildiğini
hissediyordu. Kapının açıldığını bildiren tık sesi duyulunca son bir derin
soluk aldı ve hızla gülümsedi. Ayaz’ın, onun gerginliğini kapının küçük
deliğinden zaten gördüğünden habersizdi.
Hoş
zaten o gülümseme de genç adamı tam olarak gördüğü anda yüzünde donup kalmıştı.
Tebessümü yerini şaşkınlığa bırakırken gözlerini genç adama dikti.
Hiçbir
şey söylemeden soran gözlerle ona bakan Ayaz’ın yüzü, geçmeye yüz tutmuş
morluklarla kaplıydı. Gece karanlığında o morlukları fark edememişti. Ve daha
önce gördüğünden daha güzel olabileceği hakkında da bir fikri yoktu. Tüm o
morluklarına rağmen.
Ayaz
genç kızın yüzündeki ifadeyi anlayamıyordu. Şaşkın, korkmuş, mutsuz ve mutlu
görünüyordu. Aynı anda hepsi birden… Kızın konuşmak için bir işarete ihtiyacı
olduğuna karar verip bir elini gözünün önüne getirerek salladı.
“Aloo,
orada mısın?”
Hafifçe
sıçrayarak kendisine gelen Eylül’ün yüzünde beliren ifade görülmeye değerdi.
Ayaz, elinde olmadan genç kızın afallayışına güldü.
Eylül
ise yerin dibine girmek istiyordu. Kapıya dayanmış olan Ayaz, daha ilk
saniyeden onun şapşallığına gülüyordu. Ama bu şapşallık Eylül’ün suçu değildi.
Kimse basit bir siyah
tişört
ve eşofman altı ile bu kadar iyi görünmemeliydi. Boğazını temizledi. Genç
adamın yüzüne bakmakta zorlanıyordu. Gülmek ona kesinlikle çok yakışıyordu.
Kızaran yanaklarını içten ısırarak “Affedersin,” dedi ve son derece mekanik bir
hareketle elindeki çayı uzattı.
“Bunu
sana getirmiştim. Annemin şifa çayı… Rahatlatır.”
Ayaz,
kendisinden başka her yere bakmakla meşgul olan genç kıza dikkatle baktı. Kızın
güçlü bir hissin etkisinde olduğu her halinden belliydi. Bunun farkında olup
olmadığını bilmiyordu ama bardağı tutan elleri hafifçe titriyordu. İki seçenek
vardı, genç kız ya heyecanlıydı ya da korkuyordu. Ayaz içten içe ikincisi
olmamasını diledi. Ve uzanıp bardağı alırken kasıtlı olarak genç kızın
parmaklarına hafifçe dokundu. Buz gibiydi.
Kız
ellerini hızla çekerek arkasında birleştirdiğinde, hissettiği şeyin korku
olduğuna karar verdi. Bunun kendisini öfkelendirdiğini hissetmişti. Genç kızın
ondan korkmak için fazlasıyla sebep olabilirdi bekli ama korkuyorsa gelmemeli,
geliyorsa korkmamalıydı. Bu kadar basit.
“Sağ
ol,” dedi donuk bir sesle. Kızın nazik bir şekilde başını eğmesini izledikten
sonra, elindeki bardaktan yükselen berbat kokuyu aldı ve suratını buruşturdu.
Genç kız bunu anında fark etmişti.
“Kötü
kokuyor ama işe yarar, gerçekten.” Ayaz, bir kıza bir de elindeki bardağa
baktıktan sonra, gözlerini Eylül’den ayırmadan, soğuk havanın ılıklaştırdığı
berbat kokulu çayı kafasına dikti.
“Tüm
çayı içtiğinde içinde öğürme isteği belirmişti. İnleyerek bardağı yeniden
altlığa koydu. Elindekini genç kıza uzatırken bedeninden bir ürperti geçti.
Yediği dayak bile bu çaydan daha lezzetliydi. Suratını buruşturdu.
Kızın bardağa uzanırken hafifçe güldüğü duydu
ve başını kaldırarak ona baktı. Bunun çok güzel bir ses olduğunu düşünmüştü.
Gülümseyince genç kızın yüzünde oluşan keyifli ifadeyi içine çekti. Ve o an
hayatı boyunca görebileceği en güzel yüzün karşısındaki olduğuna karar verdi.
Kendisini de gülümserken bulmasının nedeni bu olmalıydı.
Genç
kız gülümsemeye devam ederken. “Umarım iyi gelir,” dedi ve kafasını kaldırıp
Ayaz ile göz göze geldi. Neşeli gülümsemesi hafif bir tebessüme dönüşürken
gözlerini Ayaz’ın gözlerinden kaçırmamıştı.
“Adın ne?” diye sordu Ayaz. Hala onun adını
bilmediğini yeni hatırlamıştı.
“Eylül…”
Ayaz,
tek kaşını kaldırdı. “Nisan derdim.”
“Efendim?”
“Sana illa aylardan bir isim koyacaksam… Nisan
derdim.”
Ayaz,
Eylül’ün onu anlamadığına dair bir iddiaya girebilirdi. Güldü. “Gözlerin.
Yeşili öyle güzel ki... Nisan derdim.”
“Ah…”
Eylül ne diyeceğini bilemeyerek gülümsedi ve kendisini ayaklarına bakarken
buldu. Bu soğuk havada bile yanaklarının yanmaya başladığını hissedebiliyordu.
Yine de bir an sonra omuz silkmeyi ve yeniden genç adama bakabilmeyi
başarmıştı.
“Adımı seviyorum.”
“Güzel bir isim olmadığını iddia
etmedim.”
Karşılıklı olarak birbirlerine
gülümsediler. Hemen sonra ise Eylül, Ayaz’ın sabah ayazında, yine, sadece bir
tişörtle dikilmekte olduğunu hatırladı. Üstelik kendisi üzerindeki monta ve
çizmelerine rağmen üşümeye başlamıştı. Hiç düşünmeden, “Lütfen içeri gir,”
dedi. “Hava senin kıyafetlerinle ortalıkta dolaşmak için fazla soğuk.”
Sözleri bittikten sonra genç adamın
yüzünde beliren şaşkın ifadeye bir anlam veremedi.
Ayaz, genç kızın biraz önce onu
azarladığının farkında olup olmadığını merak ederek ona bakmayı sürdürüyordu.
Bilerek ya da bilmeyerek, genç kız, sözünü dinlemediğini fark edince Ayaz’a
iyice kaşlarını çattı.
“Japonca mı konuşuyorum ben?”
Ayaz, dayanamadan kahkahayı bastı.
“Tamam, özür dilerim.”
Dudaklarını birbirine bastırarak aklına
gelen alaycı sözleri yuttu. Çünkü genç kız espri falan yapmıyordu. “Sağ ol, çay
için.”
Eylül yeniden gülümsedi. “Rica ederim.
Biraz da yatıp dinlenirsen iyi geldiğini göreceksin.”
Bir an için bir boşluk anı oldu. Eylül
gitmeye pek hevesli değildi. Doğrusu o ya, Ayaz da gitmesinden yana değildi.
Reddedileceğini bilse de “içeri gelmek ister misin?” diye sordu. Bu soru
Eylül’ü şaşırtmıştı.
“Hayır, teşekkür ederim.”
Ayaz, omuz silkti. Eylül, kendini bahane
sunmak zorundaymış gibi hissetmişti. “Zaten gidiyordum, derse geç kalıyorum.”
“Okuyor musun?”
“Evet. Gitmem lazım. Hoşça kal.”
Eylül, sohbetin daha fazla uzamasına izin
vermemiş ve arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. Ayaz, bir süre genç kızın
arkasından baktı ve gözden kaybolmasının ardından iç çekerek yeniden evine
girdi.
***İşte böyle... :) Ben daha önce hep karakterlerden birisinin ağzından yazmıştım. İlk defa ilahi bakış açısını kullanıyorum ve çok hata yapmadığımı umuyorum. Gözünüze batan şeyleri lütfen iletin ki ben de onu düzeltebileyim. Eleştirileri gerçekten istiyorum, kendimi geliştirebilmek adına :)
Bayaa uzun bir bölüm oldu, sıkılmadığınızı umarım. Okuyan herkese teşekkürler^^ Yorum yapıp burada olduğunuzu gösterirseniz, daha da çok sevinirim :)
Ahhhh ahhhh peşin peşin okurlarınla anlaşalım Ayaz ben :D paylaşmam kimseye vermem Eylül'ü öldürür yine de sahip çıkarım Ayaz'a haberiniz ola ;)
YanıtlaSilHatun bence gayet iyi gidiyorsun devam et yayınlamaya :D Bu arada hadi hayırlı olsun bol yorumlu ve okurlu olsun :))
Hatun senin hikaye üzerindeki etkilerini açık bir ortamda tartışmayalım bence hahah :D Teşekkürler, göreceğiz bakalım nasıl olacağını :)
Sil'Nisan derdim' süperdi. Genel anlamdada ilerlemesi ve anlatim bicimini begendim. Merakla devamini bekliyorum. Ayrica uzun bir bölüm oldugunu hiiiic düsünmüyorum. Her gün yeni bölüm gelecek mi?
YanıtlaSilYorum için teşekkürler, devam etmek için buna ihtiyacım var gerçekten :) Yazılmış epey bir kısım var elimde ancak eğer çabuk tüketirsem daha sonra bölümlerin gelmesi daha uzu sürebilir :) Bu yüzden 3 günde bir gibi bir ritimde yayınlamayı düşünüyorum :)
Sil"Ayaz'ı görmek ve onun yaşadığını bilmek istediğini biliyordu." cümle içinde aynı kelimenin tekrarlanması okurken göze batıyor "bilmek istediğini bilmek" başka bir ifade bulmalı sanki..
YanıtlaSilçok fazla "..." kullanılılmış metinde yani inanılmaz derece üç nokta kullanılmış. göz yoruyor ve sık sık kullanıldığında vermek istediği o etkiyi kaybedip "." kadar sıradanlaşıyor.
"Eh, bu havada böyle dolaşırsa zatürre olmazsa kendisini şanslı saymalıydı." küçük detaylar gibi göründüğünü biliyorum ama cümle düşüklüğü okurken metnin devamlılığını bozuyor o yüzden dikkat edilmeli. mesela; "Eh, bu havada böyle dolaştığı için zatürre olmazsa kendini şanslı saymalıydı."
"direk." ve "Ayaz’ın uzatamaya yeltendiği" imla hataları sıradan bir şey, klavyenin azizliği bile olabilir ama fark edince söylemeden geçmek istemedim.
İlahi bakış açısnın bazı avantajları var ama her ne kadar yazım dili açısından ilahi gibi olsa da aslında hep kızın düşünceleri, bakış açısından yazılmış metin Ayaz'ın bakış açısı dışında yani demek istediğim annesiyle diyalogları arasında "Hasret hanımın bu akşam içi sıkılıyordu, soba ne kadar hızlı yanarsa yansın üşümesi geçmek bilmemişti, kızına ters bir bakış attı." gibi Eylül'ün bilemeyeceği, yorumlayamayacağı şeyler eklenirse o ilahi bakış açısı güçlenmiş olur.
Bütün bunların üstüne söylemek istediğim şeyler de şu ki kötü adam - şeker kız her zaman kendini okutturacak bir hikaye ve kesinlikle klişe değil klasik. Ayaz'ı çok beğendim Eylül sevilesi bir karakter ama yazarı bulmuşken bir kaç kelam etmek isterim.
Her karakterin bir doğası vardır, onu nasıl hayal edersek edelim yazıldıkça, okundukça onun bir bireymiş gibi, gerçekmiş gibi bir karakteri oluşur. O yüzden bu derece kötü, gerektiğinde zalim, kavgalara belki suçlara bulaşmış bir karakteri bir anda "ve aşk onu değiştirdi" diye tamamen kendine aykırı olacak şekilde değiştirmeyin. Sadece iyi insanlar aşık olmaz ya da aşk herkesi iyileştirmez aşk cinayeti diye bir kavram var değil mi bütün aşklar masum olmak zorunda değil. Kafanızda canlandırdığınız, yarattığınız, kök salmış bir hikaye vardır biliyorum ama yine de bunları söylemek zorunda hissettim kendimi.
hem başarılı buldum, hem de daha da başarılı olmanızı diliyorum.
sevgiler..
Yorum için teşekkürler, küçük ya da büyük olması fark etmez, hataları siz fark ettiğiniz sürece bildirin lütfen. Aslında benim de istediğim bu: Benim fark edemediğim hataların fark edilmesi. Ancak böyle kendimi geliştirebilirim :)
SilÜç noktayı çok kullandığımı fark ettimiştim ama bu benim kararsızlığımın metne yansıması ne yazık ki. Düzeltmek istesem de orada kullanmalıymışım gibi geliyor. Üç nokta benim kararsız ve biraz da ucu açık yapımın sembolu gibi. Keskin noktalardan daha çok işime yarıyor sanki. Ama daha az kullanmayı denerim belki de... Bu konuda söz veremiyorum :D
Aslında benim "ilahi açıyla çok güzel yazayım," şeklinde bir düşüncem yok, bunu seçmemin nedeni hem Eylül'ü hem Ayaz'ı anlatmak istememdi. Bunu da sürekli "Ayaz'ın açısından," gibi ifadelerle belirtmek istemedim ve bu açıdan yazmaya başladım. Yani diğer karakterlerin duygu düşüncelerini çok dahil etmeyeceğim zaten. Biliyorum bazı okurlar kararkter çeşitliliğini sever ancak ben o kalabalığı okurken sıkılanlardanım, o yüzden yazmayı da tercih etmeyeceğim. Şu an için Eylül'ün bakış açısı yoğunluklu, zaman zaman da Ayaz'dan anlatır gibi yazacağım/yazdım. Ama doğrusu o ya "keşke bildiğimi yapıp Eylül'ün ağzından yazsaydım," dedim sık sık. Çünkü onu daha iyi biliyorum ve bu açıya alışamadım. Gelin görün ki çok yol aldım, değiştiremedim bu yüzden. Bakarsınız gözüm döner ya hikaye gider ya açı komple değişir. Bu konuda ne çektiğimi bir Allah bir de İnci bilir :D
Aslında bu tam olarak bir "kötü adam - şeker kız" hikayesi değil. Ayaz, kötü adamdan ziyade, kendisinden yorulmuş olan ve içten içe değişmek isteyen bir karakter ki bunu zaten akan bölümlerde anlattım :) Eylül, ona bulamadığı çıkış kapısı için bir ışık olacak ve o da buna tutanacak. Eylül için değişmekten ziyade Eylül'ün yardımıyla kendisi için değişecek. Yani Ayaz bunu senelerdir içinde taşıdığı için ani bir değişim olmayacak yaşadığı ki zaten tamamen değişeceğinin garantisini de veremem ;) :)
Sanırım içeriğe çok girdim, sussam iyi olacak. Detaylı yorumunuz ve vakit ayırdığınız için teşekkür ederim :)
Ben teşekkür ederim efendim takipçiniz olacağım iyiden kötüden ne görüyorsam da söyleyeceğim. İnanın beni çok mutlu eder bu tarz bir yaratıya ucundan kıyısından olsun yardımcı olmaya çalışmak.
SilKendinize iyi bakın, kaleminize sağlık :)
Ben geldim! :D Aslında okumaya sınavdan sonra başlayacaktım ama dayanamadım :) Bölümleri okudukça yorum yazarım inşallah kısa zamanda da yetişirim size zaten çok ilerlememiş :) Öncelikle hikayenin adı beni benden aldı zaten.. İkinci olarak her ne kadar İnci abla en baştan Ayaz'ı sahiplenmiş olsa bile ne olur biz de sevelim arada sırada? Lütfen ya :(
YanıtlaSilÖhöm öhöm gelelim bölüme :) Nasıl bir hikaye beklediğimi bilmiyorum ama bu hikaye beni şaşırttı nedense :) Nasıl bir şey beklediğimi de hiç bilmiyorum vallahi :D Niye şaşırdım sormayın yani :) Üstteki cevaptan anladığım üzere Ayaz bizim bildiğimiz bad boylardan değil. Tabi ki de bu hikayeyi daha da çok merak etmemize neden oluyor :) Eee kötü çocuk değilse olayı ne Ayaz'ın? Yayınlanan 3 bölümde ne oldu ne bitti bilmiyorum ama bu ikilinin hikayesini gerçekten de çok merak ettim :) Heyecanla bekliyorum :)
Ayrıca ben o "Nisan derdim." diyen dilleri yerim ya! Gel de sevme şimdi... (Kusura bakma İnci abla) Eylül'ün Ayaz için endişelenmesi de çok tatlı çok masumca bir şey bence :) İkisi de tam yemelik :))
Neyse ellerine sağlık Çiğdem :) Harikasın :))
Yorumlarını sevdiğim Buse Hoş geldiiin :D Şaşırmana şaşırmadım çünkü sen "Eylül'de Ayaz" başlığı altında başka bir hikaye de okumuştun, ondandır :) Ben "Ayaz kötü çocuk" demedim belki ama değil de demedim Busecim, hemen sonuçlara varmayalım lütfen :P Nasıl bir karakter olduğunu bölümle ilerledikçe hep beraber göreceğiz artık :D
SilYorumunun geri kalanı İnci'yi bağladığı için ben burada susuyorum cancağızım :) Hoş geldin tekrar, seni buralarda görmek güzel. Yorum için de ayrıca teşekkürler^^ :)
Hooop!!! Ne oluyoruz yav! Dalarım vallaha saç baş yolarım ağız burun kırarım Ayaz'ın dişi versiyonu olurum! AYAZ BENİM! nokta ünlem bitti gitti. Sahipli adamlara göz koymayalım hendi adamımızı bulalım değil mi? Hem o benimdir o benim... ya benim ya kara toprağın! Öyle birinin ölmesi de yazık olduğuna göre benim! ;) Bu yüzden napıyoruz Busecan, Ayaz'a göz koymuyoruz ;)
SilHoş bulduk! :D Evet ya hikayenin ismini ilk gördüğümde ne kadar sevinmişti. Gerçi şu an da mutluyum sorun yok yani :) Ben bu Ayaz'ı da çok sevdim. (Tabi İnci ablanın izin verdiği kadar :P) Hmm... Okuduğum 2 bölümde daha Ayaz hakkında bir şeyler oluştu kafamda ama bilemiyorum vallahi tam olarak hayırlısı ne diyelim :D
SilYok zaten İnci abla göz koymak değil de benimki ara ara biz de severiz dediydim :)) Şöyle azıcık.. Birazcıcık :)) Sen sahiplenmişsin zaten Ayaz'ı bu saatten sonra sizi koparabilene helal olsun :)
Buse Ayaz'a evcil hayvan muamelesi yapmaz mısın? Ne demek ara ara severiz ahahah :D
SilTamam ya demedim bir şey... Biz sonra o meseleyi İnci ablamla aramızda hallederiz (İnşallah) :D :D
SilAzıcık birazcıcık sevebilirsin ona izin veriyorum ama o benim o kadar :D hehe Busecan sana izin var azıcık sev ama az sev benim sevgim ona yeter ;)
SilTamam kabul :)
Sil