Ayaz öfkeliydi. Bu öfkenin tek nedeni de
Demir değildi üstelik. Onun hayatına girmesine izin verdiği için kendisine de
kızıyordu. Adamın yaşama amacı başkalarının işine burnunu sokmaktan ibaretti.
Yürümeye devam ederken kafasının
içinde, bir daha onun kendisine karışmasına izin vermeyeceğini tekrar edip duruyordu. Demir’in
hayatına bu kadar gireceğini bilseydi ona yardım dahi etmezdi.
Yaklaşık bir sene önce, bir geceliğine
iyilik yapacağı tutmuştu. Demir’i birkaç adamla tartışırken görmüştü. Aslında
Demir’in o an o sokaktan geçmekten başka yaptığı bir şey yoktu. Birkaç sarhoş
ona bulaşmış o da canına minnet kavgaya tutuşmuştu. Ayaz da sebebini
hatırlamadığı bir nedenle kavgaya girmeye karar vermişti. Demir’in yanında…
Genç adamın kavgada fena olmadığını hatırladı. Kabul etmesi gerekiyordu ki
onunla dövüşmek kolay olmazdı. Ama o kavganın Demir için de kolay olmayacağı
kesindi. Aklından geçenlerden onun da haberi olması için telefonunu eline
alarak mesaj ekranını açtı.
“Bir daha bunu denersen, kıracağım burun senin ki
olur.”
Gelen cevap hızlı, net ve sinir bozucuydu.
“Bunu o zaman görürüz.”
Kendi kendine sinirle iç çekti ve bir
dahaki seferin bir an önce olmasını diledi. Böylece, rahatça ona ne kadar ciddi
olduğunu gösterebilirdi. Bu sinir bozucu herifin hayatına nasıl dahil olduğunu
hatırlamaya çalıştı. Kavgadan sonra kısa bir mesafeyi yürümüş ve çok az
konuşmuşlardı. Sonrasında Demir’i iş çıkışında karşısında bulmuştu ve derken
bir anda arkadaş oluvermişlerdi.
Tabii bu Demir’in deyimiydi. Ayaz’ın yaptığı, onun aniden karşısına çıkıp
konuşma seansları yapmaya çalışmasına bir süre sonra alışmaktan başka bir şey
değildi.
Aslında Demir zengin bir tip sayılırdı.
Ayaz’ın aksine düzgün bir işi ve hayatı vardı. Ayaz onun kendisiyle takılmaya
çalışmasından şüphelenmişti ama daha sonra onun sadece ne istediğini bilmeyen
bir salak olduğuna karar verip canının istediği gibi takılmasına izin vermişti.
Anlaşılan o ki bunu yapmak bir hataydı. Demir şimdi kendisini bir bok sanmaya
başlamıştı.
Yarım kalmış kavgası yüzünden öylesine
sinirliydi ki evine varmış olduğunu fark edemedi ve kendi bahçe kapısını
neredeyse pas geçmek üzereyken, “Fazla dalgınsın,” diyen bir ses işitti. Bu ses
hafifçe irkilmesine sebep olmuştu.
Şaşkınca sesin geldiği tarafa dönerek
Eylül’e baktı. Üzerindeki montu, atkısı ve beresine rağmen son derece üşümüş
bir halde kendi bahçesinde dikiliyordu. Kıpkırmızı olan küçücük burnuna ve
yanaklarına baktı. Aynı anda hem çok güzel bir kız hem de küçücük bir çocuk
gibi görünüyordu. Bir anda gevşemişti, gülümsedi. Ona doğru yürürken “Ne
yapıyorsun burada?” diye sordu.
Eylül’ün bir anda karları ilgi çekici
bulup başını eğerek onlarla ilgilenmeye başlamasından onun utandığı sonucunu
çıkarabilirdi. Boğazına takılan sesli bir gülüşü zorlukla bastırdı. Eylül’ün
onu güldürmesi çok kolaydı. Neden utanıyordu ki şimdi? Genç kız cevap vermeyince
durumu neredeyse anında anladı. Şaşkınlıktan gözleri hafifçe büyümüş, kaşları
alayla çatılmıştı.
“Beni mi bekliyordun?”
Eylül kirpiklerinin altından bakarak onu
onayladı. Ayaz bu defa yüzüne yayılan geniş sırıtmasını engelleyememişti.
“Neden? Ayrıca camda beklemelere ne
oldu?”
Soru aslında çok basitti. Ama Eylül’ün
verdiği tepki Ayaz’ı şaşırttı. Genç kız bir anda utangaçlıktan kızgınlığa geçiş
yapmıştı. Ayaz, onun yüzünü saran hafif öfkeyi garipseyerek izledi.
“Balkonuma tırmanacağını söyledin. Bunu
engellemenin başka bir yolu gelmedi aklıma.”
Ayaz, gözlerini devirdi. “Bu akşam
geleceğimden bahsetmemiştim ki.”
“Ne fark eder? Sonuç olarak battaniyemi
senden şimdi alacağım. Böylece kimsenin, kimsenin balkonuna tırmanmasına gerek
kalmayacak.”
Ayaz birkaç adım daha atarak genç kızın
bulunduğu bahçeden içeri girdi ve aralarında bir adımlık mesafe kalana kadar
ilerledi. Şimdi Eylül’le göz gözelerdi.
“Bu seni gerçekten rahatsız mı ederdi?”
Eylül, başını olumlu anlamda salladı. Genç
adamın bunu sorması bile saçmaydı. Tabii ki onu rahatsız ederdi. Bunu anlamak
bu kadar zor olmamalıydı.
Onu, ne kadar olduğunu hatırlamadığı bir
süredir burada bekliyordu. Aslında yaptığı mantıksızdı. Ayaz eve hiç
gelmeyebilirdi ve o da boşuna bu kadar üşümüş olurdu ama kendisini, bunu yapmak
zorundaymış gibi hissetmişti. Gerçekten genç adamın balkonuna tırmandığını
görmek istemiyordu. Annesine yakalansa kadının yüreğine inerdi.
Ayaz ona doğru bir adım daha attı. Genç
kızın daha da yakınına gelmişti. Çok çok yakınına Eylül afalladığını hissetti.
Bahçedeki lambanın loş ışığında onu çok daha net görebiliyordu. Bu kadar
yakınında durmasına gerek var mıydı? Ve bu kadar güzel kokmasına… Ayaz, kokusunu
alabileceği kadar yakınındaydı. Onun iri gövdesinden yayınlan sıcaklığı bile
belli belirsiz hissedebiliyordu. Bu soğuk için fazla sıcaktı. Genç adamın
sorusunu zar zor duyabildi.
“Neden?”
Eylül kızgındı. Kızgın. Bunu kendisine
hatırlatması gerekiyordu. Az önceki öfkesi onun birkaç adımıyla nasıl
eriyebilirdi ki? Cevap vermeden önce yutkunması gerekti.
“Çünkü birisinin balkonuma tırmanması
hoş bir şey değil.”
“Hmm.”
Eylül kaşlarını çattı. Hmm mı? Büyük
ihtimalle daha iyi bir cevabı hak ediyordu. Onu rahatsız ettiği için özür
dilemesi ve battaniyesini getirmek için evine doğru yürümeye başlamış olması
gerekmez miydi?
Anlaşılan o ki Ayaz’ın bunları yapmaya
pek niyeti yoktu. Genç adamın yüzüne dikkatle baktığında onun kendisini farklı
bir yoğunlukla izlediğini fark etti. Gece karanlığında koyulaşan gözlerinin
kendi dudaklarında olduğunu görünce de içinde ufak bir heyecan belirdi. Ama o
kadar ufaktı ki hissettiği gerginliğin altında kaybolup gitmişti. Öyle ki
Ayaz’ın bakışları hoşuna gitmemişti. Henüz eve gelmeyen annesini, yalnız
olduğunu ve Ayaz’ın bakışlarını düşünecek olursa…
Elinde olmadan geriye doğru bir adım
attı. Ama daha ne olduğunu anlayamadan Ayaz’ın tek kolu kendi beline
dolanmıştı. İrkilerek göğsünde bağlı duran ellerini çözdü ve Ayaz’ın bedenine
aniden yapışan bedenini kurtarmak için genç adamın göğsünü itti. Ayaz, bunu
neredeyse hissetmemiş hatta genç kızın göğsündeki ellerinden birisinin üzerine
kendi elini koymuştu.
Eylül, donduğunu hissederken hızlı bir “Ne
yapıyorsun?” diyebildi ancak.
Ayaz hafifçe gülümsedi. Hala gözlerini
kızın dudaklarından ayırmamıştı. “Bir dakika,” diye mırıldandı hafifçe. “Belki
de seni bu kızgınlıktan kurtarabilirim.”
Kesinlikle Eylül’ü öpecekti. Genç kız
kendisine doğru eğilen yüze dehşetle baktı. Bunu hayal etmemişti. Son derece
hızlı bir şekilde kendine gelirken eğilebildiği kadar arkaya doğru eğildi ve
tüm gücüyle genç adamı itti.
“Bırak!”
Ayaz’ın yüzünde aniden beliren şaşkın
ifadeye bakılırsa Eylül, onun kendisinden bu tepkiyi beklemediğini söyleyebilirdi.
Ne bekliyordu ki? Çıldırmış mıydı bu adam? Kalbinin korkuyla teklemesini
engelleyemedi. Ayaz kaşlarını çatmış bir şekilde kendisine bakmaya devam ediyor
ama bir türlü bedenini serbest bırakmıyordu. Genç adamın elindeki elini
kurtarıp beline dolanan kolunu iki eliyle birden itmeye çalıştı. Gücünün Ayaz
için hiçbir şey ifade etmediğini anladığında daha fazla korktuğunu hissetmişti.
Boğazı düğümlendi.
“Beni korkutuyorsun,” diye mırıldandı
sesi titreyerek. “Lütfen bırak.”
Ayaz, sanki bir transtan uyanmışçasına
birden genç kızı bırakıverdi. Eylül neredeyse anında geriye doğru birkaç adım
birden kaçıvermişti. Titrediğini hissedince kollarını yeniden kendisine sardı. Ayaz’ın
denemeye çalıştığı şey tam olarak neydi? Eylül gerçekten ona bunu
yapabileceğini mi düşündürmüştü? Belki de yanılıyordu. Belki de o da biraz
önyargılı olmalıydı. Aklı ve dudakları arasındaki kontrolü serbest bırakıp
zihnine hızla yerleşen kelimelerin sesle buluşmasına izin verdi.
“Gerçekten de adi herifin tekisin değil
mi?”
Sözcükler ağzından sessizce dökülmüştü.
Başını kaldırıp Ayaz’a baktı. Genç adamın sözlerini duyduğunu duraklamasından
anlamıştı. Gözlerini kaçırmadan ona hayal kırıklığı içerisinde baktı. Ayaz’ın
çenesi kasılmaya başlamıştı.
“Ne bekliyordun?”
Gözlerinin dolmasını engelleyemeyen
Eylül, “Daha iyi şeyler,” diye mırıldandı. Bu, Ayaz’ın çenesindeki bir kasın
daha seğirmesine sebep olmuştu.
“İyi şeyler, iyi adamlardan beklenir.”
Ayaz’ın sesindeki şey neydi? Eylül,
mümkün olmayacağını bilmese, genç adamın histerik bir hüzün dalgasına kapılmak
üzere olduğunu düşünebilirdi. Ama bu bahçede acınacak halde olan birisi varsa o
da tam olarak kendisiydi. Daha ilk dakikadan kendisini kullanmaya çalışan bu
adamda hala iyi bir şeyler arıyordu. Üzgün bir şekilde ona baktı.
“Sanırım haklısın.”
Söylenecek başka bir şey kalmış mıydı?
Peki, neden ikisi de oldukları yerde dikilmeye devam ediyorlardı?
Ayaz yumruklarını sıktı. “Sen de ne
istediğini bilmeyen veledin tekisin değil mi?”
“Ne?”
“Kesinlikle öylesin.”
Eylül öfkelendiğini hissediyordu. Yine.
Bu adamın yanında hisleri o kadar hızlı değişmeye başlamıştı ki kendisi bile buna
bir anlam veremiyordu.
“Ne demek şimdi bu?”
Ayaz, kaşlarını kaldırdı. Her an
gülecekmiş gibi bir ifade ile genç kıza bakıyordu. “Günlerdir bir gelip
kollarıma atılmadığın kalmıştı. Eee? Şimdi ne oldu?”
Eylül’ün duyduğu şeylerin etkisiyle
gülmekle inlemek arası garip bir ses çıkardı. Neredeyse ağzı açık kalmıştı. “Sen…”
diyebildi yalnızca. “Sen…”
Ne diyebilirdi ki? Gerizekalı herif!
Konuşamayacak kadar öfkeli olduğunu hissedince. “Defol git,” diye mırıldandı.
“Cehennemin dibine kadar yolun var.” Sözlerini bitirir bitirmez arkasını dönüp
hızla eve yürümeye başladı. Arkasından gelen ayak seslerini duyabiliyordu. Onun
kendisini yakalamasını engellemeye çalışarak adımlarını hızlandırsa da Ayaz’ın kolunu
sertçe kavrayan elinden kaçamamıştı. Genç adam Eylül’ü kendisine çevirdi. Gözlerindeki
karanlık gerçek anlamda korkutucuydu. O karanlığın hakim olduğu bir sesle
konuşmaya başladı.
“Günlerce evimi gözetledin. Yanıma
gelmek için saçma sapan bahaneler uydurdun. Kızardın, bozardın. Sevimli,
sevecen kız ayağına yattın. İstediğin bu değil miydi?”
Eylül onun yüzüne engelleyemediği bir
tiksintiyle baktı. Hırsla silkinerek kolunu ondan kurtarmayı başardı. Ayaz bu
defa onu hemen bırakmıştı.
“Sadece senden… Hoşlandım,” dedi
sessizce.
Gözlerini bir an olsun Ayaz’ın
gözlerinden ayırmamıştı. Bunu saklamanın bir anlamı yoktu. Zaten genç adam da
buna şaşırmış gibi görünmüyordu. Böyle duygusuz bir ortamda yalnızca ortada
olanı beyan etmişti, hepsi bu.
“Eee…”
“Ne demek ‘eee?’”
Ayaz histerik bir şekilde güldü.
“İnsanlar, hoşlandıkları insanlar kendisini öpmeye kalkınca böyle tepki
vermezler.”
“Benim tanıdığım insanlar, birinden
hoşlandıkları anda onu öpmüyorlar.”
Bu konuyu tartıştıklarına inanamıyordu.
“Ne bekliyordun?” Yine aynı soruyu
sormuştu.
Eylül Ayaz’a öfkeli bir bakış daha attı.
“Hiçbir şey,” diye mırıldandı en
sonunda. “Herkesi dinlemenin aptallık olacağını düşünmüştüm ama asıl aptallık
dinlememekmiş! Senin söylenenlerden daha iyi bir adam olabileceğini
düşünmüştüm.”
Kurduğu son cümlede sesi çatlamıştı.
Hayal kırıklığı fazlası ile yoğundu. Gitmek için arkasını döndüğü anda Ayaz bir
kez daha kolunu yakaladı, Eylül kolunu anında kurtarmıştı. Ne söyleyeceğini
duymak için yeniden ona baktı.
“İyi şeyler bekledin çünkü sen de
onlardansın.” Genç adamın sesi normalden yüksek çıkıyordu.
Eylül, kendisine engel olamadan,
“Kimlerden?” diye sordu.
“Sadece
iyiler sevilircileren.”
Eylül durakladığını hissetti ama Ayaz
bunu fark etmemişti. Geriye doğru bir adım atıp kollarını iki yana açtı. “Sanırım
seni hayal kırıklığına uğrattım ama yapabileceğim bir şey yok. Çünkü ben buyum.
Ben. Gerçekten. Kötü adamım.” Kollarını indirdikten sonra neredeyse kendi
kendine mırıldandı. “İyi şeyleri hak etmeyenlerden…”
Eylül, Ayaz’ın suratını buruşturuşunu
izledi. Sanki az önce söylediklerini söylemek istememiş gibiydi. Duyduklarının
ne anlama geldiğini anlamaya çalışarak olduğu yerde kaldı. Ne arkasını dönüp
gidebiliyor ne de bir şey söyleyebiliyordu. Konuşması gerektiği hissine
direnemeyerek dudaklarını araladı ama söyleyecek bir şey bulamadı. Ayaz, eski
alaycı ifadesini yeniden kazanmaya çalışarak omuz silkti.
“Unut gitsin.”
Cevap beklemeden arkasını dönüp yürümeye
başlamıştı. Eylül hem onun gitmesini ve kendisinden uzaklaşmasını istiyor hem
de kalıp konuşmasını ve özür dilemesini arzuluyordu. Ne yapacağını bilemez
halde olduğu yerde dikilmeye devam etti. Yapabildiği tek şey, Ayaz’ın gözden
kayboluşunu izlemek olmuştu.
Nasıl hissetmesi gerektiğine karar
veremiyordu. Bir yanı hayal kırıklığı, bir yanı hüzün doluydu. Ayaz’ın
dudaklarından son dökülenler ise onu gafil avlamış ve beklemediği bir şekilde
yüreğine dokunmuştu. Ayakkabılarını sertçe çıkarırken hem kendisine hem de
Ayaz’a kızdı. Gözlerinin dolmaya başladığını hissetmişti ki bundan nefret
ediyordu. Düşünmemek için elinden geleni yaparak kendisini odasına attı ve
yatağının içine girip yorganı kafasına çekti. Birazdan annesi gelecekti,
uyuduğunu düşünmesini istiyordu. O yüzden sıkıca gözlerini yumdu.
Ama aklı tabii ki Eylül’le aynı fikirde
değildi. Göz kapakları gözlerini perdeler perdelemez, Ayaz’ın kendisine bakan
güzelim ela gözlerini karşısında buluyordu. Bu gece onları hiç olmadığı kadar
yakından ve hiç olmadığı kadar koyu görmüştü. Elinde olmadan yutkundu. Nabzı,
Ayaz’ın onu öpmeye ne kadar yaklaştığını hatırladığında giderek hızlanmaya
başlamıştı. Acaba onu öpseydi…
Hızla gözlerini açtı. Ne düşünüyordu
böyle? Onu doğru dürüst tanımıyordu bile. Ayaz’a karşı olan tüm hislerini
bastıran ve tamamen kendisine karşı hissettiği bir öfke ile soludu. Anlaşılan
gerçekten uyumaya çalışsa iyi edecekti. Aksi takdirde gerçek anlamda kendisini
tokatlaması gerekecekti. Hırsla gözlerini yumdu. Kendisini bu kadar
kaybetmemeliydi. Evet, ondan hoşlanmış olabilirdi ama kimsenin kendisine bir
odun gibi davranmasına izin verecek değildi. Bildiği kesin bir şey vardı ki o
da Ayaz’ın oyuncağı olmayı asla kabul etmeyeceğiydi.
“Sadece
iyiler sevilircilerden” demişti. Aklı bu cümle dudaklarından dökülürken
Ayaz’ın gözlerinde beliren anlık bakışa takıldı. Eylül’ün kafasını karıştıran o
bakış ve o an sesini kaplayan garip tınıydı.
Tam olarak duygusal değildi. Zihninde o
bakışı ve ses tonunu tanımlayamıyordu. Acı? Sanmıyordu. Doğru ifade bu değildi.
Daha çok kendinden emin gibiydi. Sanki başka bir ihtimal yokmuş gibi söylemişti
bunu. Sadece iyiler sevilir. Neden
böyle demişti? Sonra da üstüne basa basa kendisinin kötü adam olduğunu söylemişti
üstelik. Eylül’ün bundan çıkarması gereken sonuç neydi? Ayaz’ın sevilmek
istediği mi? Sinirle güldü. Sevilmek istenen insanlar böyle davranmazlardı.
Ama belki de Ayaz’ın sorunu buydu, kim
bilir? Belki de nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Eylül, kendisini
yorgun hissederek gözlerini yumdu. Ayaz’ın daha basit bir adam olmasını
dilerken karmakarışık hissediyordu.
Gözlerini yeniden açtığında sabah olmuştu. Şaşkınlıkla etrafına bakındı. Uykuya dalması bu kadar kolay mı olmuştu yani? Ne şans ama! Yine de fazla erken bir saatte uyandığını fark edince homurdandı. O kadar erken yatarsa olacağı buydu. Saat daha altı buçuktu.
Yatağından çıkıp sıcak bir banyo yaptı.
Ayaz’ın üzerine yoğunlaşmak isteyen aklı ile ciddi bir savaş veriyordu. Onu
düşünmek istemiyordu çünkü onun istediği şeyi önceki gece son derece net bir
şekilde görmüştü ve bunu kabul edemezdi.
Saçlarını kurutup, güzel bir kahvaltı
hazırlamaya karar vererek odasından çıktı. Fırına gidip sıcak ekmekler alarak,
güzel bir güne başlayabilirdi. Derin bir nefes aldı. Ayaz’ın hemen karşı evde
olduğunu da şu an onunla karşılaşmak istemediğini de biliyordu. Ama sabahın bu
saatinde onun uyanıp dışarı çıkacağını da düşünmüyordu. Kararlı bir şekilde
vestiyerden montunu alırken bunu düşünmesine gerek bile olmadığına kendisini
ikna etmeye çalıştı. Onu görmekten çekinmesi için hiçbir sebep yoktu. Asıl utanması
gereken kişi Ayaz’dı.
Yerdeki karın botlarının altında eziliş
sesini dinlerken soğuk hava ile hafifçe ürperdi. Gözleri engellenemez bir
şekilde karşı eve kilitlenmişti. Eğer şimdi onu karşısında bulursa ne yapacağı
hakkında en ufak bir fikri yoktu. Herhangi bir hareket gözüne batmayınca elinde
olmadan rahatladı. Kendisini bu kadar kastığının farkında bile değildi.
Fırın yaklaşık on dakikalık yürüme
mesafesindeydi. Mis gibi kokan ekmekleri aldığında gülümsedi. Karnı adeta
gurulduyordu. Eve doğru yürürken ekmeğin çıtır kenarından bir parça koparıp
ağzına attı. Gözleri kimseciklerin olmadığı sokakta dolaşıyordu. O yüzden olsa
gerek hala biraz uzakta olsa da karşıdan gelen Ayaz’ı görmekte zorlanmamıştı.
Olduğu yerde kalakaldı. Ayaz, bu kez
daha kalın görünen kahverengi bir deri mont giyiyordu. Kafasındaki bereye ve
anlına düşmüş olan bir tutam saça öfkeyle baktı. Bu adam bu kadar iyi görünmek
zorunda mıydı? Ve neden şimdi tam bu yoldan, Eylül’ün tam karşısından
geliyordu? Bilerek mi yapıyordu acaba?
Eylül, bir an için kaşlarını çattı.
Gerçekten bilerek yapıyor olabilir miydi? Belki de Eylül’ün çıktığını görmüş ve
tesadüfmüş gibi göstermek için buradan gelmişti?
Genç kız, kafasında kurduğu senaryonun
son derece olası olduğuna karar verdi. Henüz kendisini görmemiş gibi görünen
Ayaz’a bakarak, o kadar kolay değil, diye
düşünmüştü. Eylül’den açık açık özür dilemesi gerekecekti. Onu umursamıyormuş
gibi davranmaya karar vererek yürümeye başladı. Sadece bir iki adım attıktan
sonra, aradaki mesafeyi çoğunlukla kapatmış olan Ayaz’ın kendisine baktığını
fark etmişti. Onun da kaşlarının hafifçe çatıldığını gördü.
Kalp ritminin yine yükseldiğini inkar
edemezdi. Ama buna teslim olmayacaktı. Kendisine bakan Ayaz’a meydan okuyan
gözlerle bakarak yürümeye devam etti. Genç adamın, tam yanından geçerken kendisine
bir şeyler söylemeye çalışacağını düşünmüştü ama öyle olmadı. Eylül’ün meydan
okuyan yüz ifadesini gören Ayaz, gülecek gibi olduktan sonra umursamaz bir yüz
ifadesiyle genç kızın yanından geçip gitti.
Eylül bir kez daha olduğu yerde
kalakalmıştı. Sanki onu hiç görmemiş gibi yoluna sakince devam eden Ayaz’ın
arkasından ağzı açık bir şekilde bakakaldı. Ne yani? Özür dilemeye niyeti yok
muydu?
Eylül onun hiç mi umurunda değildi?
Kendisini bir öfke kazanının içine
düşmüş gibi hisseden genç kız, ne yaptığını ikinci kez düşünmeden Ayaz’ın
arkasından “Hey!” diye bağırdı. Ayaz, duymamış ya da duymazlıktan gelmiş
olacaktı ki yoluna devam ediyordu. Ama Eylül’ün, onun öylece gitmesine izin
vermeye niyeti yoktu. Koşar adımlarla peşine takılıp bir kez daha, “Bana
baksana!” diye bağırdı. Ayaz bu kez onu duymuştu. Arkasını dönüp kendisine
doğru gelen kıza çatık kaşlarla baktı.
“Ne var?”
Ayaklarını küçük bir çocuk gibi yere
çarpa çarpa gelen Eylül, Ayaz’ın tam karşısında durdu ve öfkesini belli eden
bir ses tonuyla, “Ne mi var?” diye sordu. Ayaz, bir an önce yoluna devam etmek
istiyormuş gibi görünüyordu.
“Evet. Ne var?”
Eylül, onun pişkin tavrına inanamayarak sesli
bir şekilde güldü. Ses tonu kırılgan bir neşeyle doluydu.
“Ya sen nerenin öküzüsün?”
“Ne?”
“Duydun işte! Sen nerenin öküzüsün?”
Ayaz, tehditkar bir tavırla genç kıza
doğru eğildi.
“Anlamadım?”
“Niye? Anlama organlarında bir sorun mu
var?”
Eylül kendisini ilkokulda anlaşamadığı
sınıf arkadaşına laf sokmaya çalışan küçük bir kız gibi hissetmişti. Ama bunu
umursamadı. Onun dudaklarından dökülen her şeyin sorumlusu Ayaz’dı. Genç adamın
kendisini korkutmasına izin vermeyecekti.
Ayaz gözlerini kısarak, “Ha anlaşıldı. Sen
belanı arıyorsun,” diye mırıldandı.
Bu adam dün gece onu öpmeye çalışmıştı
değil mi? Şimdi takındığı tavra bakılacak olursa istediğini alamadığı için
gerçekten kızmış olmalıydı.
İyi.
Eylül boyun eğmemeye kararlıydı.
“Yok, sen tam bir öküzsün. Net.”
“Yok, sen kesin belanı arıyorsun sabah
sabah. Net.”
Eylül, Ayaz’ın öfkeli gözlerine aynı
meydan okumayla baktı. Daha fazla dayanamayacaktı.
“Ya sen dün ne yaptığını biliyorsun
değil mi? Zorla beni öpmeye çalıştın. Bir özür dilemek aklına gelmiyor mu?”
“Özür mü?” Ayaz’ın bakışları bir an
alayla parlayıp söndü. “Ya git işine hadi. Oyalanma boşuna.”
Eylül, özür dilemeyi aklının ucundan
dahi geçirmeyen Ayaz’a tek kaşını kaldırarak baktı. Ne yani, umursamıyorum
havalarında gezip sonra da bunu unutup gidecek miydi? Yok, öyle yağma! Eylül,
kendisini onun için bu kadar yıpratırken Ayaz’ın gününü gün etmesine izin
vermeyecekti. Ayaz da Eylül’ü düşünmek zorundaydı. Hele ki böyle bir ahmaklık
yaptıktan sonra…
Madem Ayaz, alaycı çocuk olmayı
seçmişti. Eylül de ona aynı şekilde karşılık verebilirdi. “Ha sen vaktim
olmadığı için mi endişeleniyorsun?” dedi sevimli bir şekilde. “İşim yok, merak
etme. Rahat rahat özür dileyebilirsin.”
Ayaz, Eylül’e gözlerini kısarak baktı.
Dudağının bir kenarının küçük bir tebessümle kıvrılmasına engel olamamıştı.
Yardımsever, meraklı, sevimli ve kızgın Eylül’den sonra, şimdi de onun, meydan
okuyan versiyonu ile karşı kaşıyaydı. Ve kabul etmek gerekirdi ki cesaretle
bakan gözleri, can yakacak kadar güzeldi. Yine de o güzelim gözlerin akımına
girmeyi reddedip keyifli bir gülüşle Eylül’ün biraz daha dibine girdi. Şimdi,
birbirlerinin nefeslerini kolaylıkla hissedecek kadar yakınlardı. Ayaz, onun
nefesinin bir an teklediğini hissedince alayla güldü. Onu daha da soluksuz
bırakacağını bilerek kulağına doğru eğildi.
“Ne var biliyor musun? Dün gece ne
yaptığını merak ediyorum. Ne yaptın? Yorganının altına saklanıp ağladın mı?”
Eylül, Ayaz’a ona gözlerini kısarak
baktı. Ondan etkilenmemeye çalışıyordu. Yorganın altına saklanma kısmını yapmış
olduğu gerçeğinden de nefret etmişti. Yine de geri adım atmadan, “Ağlamadım,”
dedi. Bu doğruydu. Ama daha fazla şey söyleyemeyecekti. Çünkü hemen burnunun
dibindeki adamın kokusunu alabiliyordu ki başını dönmeye başladığını
hissetmişti. Sesine daha fazla güvenemezdi. Ayaz kafasını sallayarak bir adım
geri çekilip onu bakışlarından azat ettiğinde, belirgin bir şekilde nefesini
bıraktı. Bu genç adamın yeniden gülmesine neden olmuştu.
“Bu sen değilsin. Çok zorlama.”
Eylül, bir kez daha tek kaşını
kaldırmaktan kendisini alamadı. “Ne demek şimdi bu?”
“Şu an olmaya çalıştığın kişi değilsin.
Zorlama. Hangi karakterde karşıma çıkarsan çık. Benden özür alamayacaksın.”
Genç kız, ona umursamaz bir bakış attı.
“Madem öyle, özrün senin olsun. Nasılsa kaybeden sensin.”
“Öyle mi?”
“Öyle.”
“Peki, neyi kaybetmişim ben?”
“Beni.”
Ayaz, genç kızın güzel yüzüne baktı.
Şaşırmadan edememişti. Sesindeki alaycı tınıyı ısrarla koruyarak sordu.
“Seni kaybetmek mi? Sen ne zaman benim
oldun ki?”
Eylül, genç adamın sorusu ile
afallamıştı. Ne zaman onun olmuştu ki? Fiili olarak hiçbir zaman. Ama son
haftalarını sürekli bu adamı düşünerek, onun için endişelenerek geçirmişti.
Ondan hoşlanmış, ona iyi gelmek istemişti. Güvende olmasını, mutlu olmasını
dilemiş ve ona yakın olabilmek için çabalamıştı. Bu da bir çeşit aidiyet değil
miydi? Eylül’ün aklını ele geçirmemiş miydi?
“Kastettiğim bu değildi,” diye
mırıldandı zayıf bir sesle. Aralarındaki küçük savaşı kaybediyordu.
“Neydi?”
Eylül, onun duygudan uzak görünen
gözlerine baktı. Gerçekten de göründüğü kadar hissiyattan uzak olamazdı değil
mi? O da insandı nihayetinde. Bir şekilde yüreğine dokunmanın bir yolu
olmalıydı. Düşüncelerinin kaydığı yönü fark edince Ayaz’dan bir adım daha uzaklaştı.
Ona olan öfkesini daha uzun süre muhafaza etmek isterdi ama olmuyordu. Onun
yanında hisleri ve aklı karmakarışık bir hal alıyordu. Genç adamın ulaşılmaz
görünen, parlak gözlerine baktı.
“Hiçbir şey.”
Ayaz, bir an bir şey söyleyecekmiş gibi
dudaklarını araladı. Ama hemen ardından dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp
genç kıza baktı.
“İyi.”
“İyi.”
Eylül, ona bir kez daha bakmadan
arkasını döndü ve hızlı adımlarla genç adamdan uzaklaşmaya başladı. En başından
ondan uzak durmalıydı. Ayaz onu görmezden geldiğinde, onun yanından geçip
gitmesine izin vermeliydi. Ayaz için hiçbir şey ifade etmediği açıktı. Eylül’le
vakit öldürebileceğini düşünmüş, olmayınca da biraz öfkelenmişti, hepsi bu.
Görünen o ki, genç kız herhangi bir şekilde onun umurunda bile değildi.
Boğazına yükselen yumruyu kararlılıkla görmezden geldi. Ayaz, kimdi ki? Hiç kimse.
Onun için üzülmeyecekti.
**Final sınavlarımın kafasıyla ancak bu kadar düzenleyebildim... Okuyorsanız, lütfen yorumlarınızı esirgemeyin :)
Ayaz onun kendisiyle takılmaya çalışmasından şüphelenmişti ama daha sonra onun sadece ne istediğini bilmeyen bir salak olduğuna karar verip canının istediği gibi takılmasına izin vermişti.
YanıtlaSilYani karaktere müdahale edemem elbette ama en yakın arkadaşı için böyle düşünen bir ana karakter bilmiyorum ne kadar çekici.
İlk öpücük denemesi için ne desem bilemedim, aslında Eylül'ün tepki koyması hoşuma gitti çünkü mantıklı olan da bu. Yine de tepki biraz aşırı değil miydi? Sonuçta aralarında bir cinsel çekim olmalı kızın böyle korkması, tehdit altında hissetmesi çok fazla geldi bana.
"Sevilmek istenen insanlar böyle davranmazlardı." demek yerine isteyen insanlar demek daha doğru bir ifade olur.
Geri kalanlar içinse çekişmeleri, atışmaları çok hoş bence eğlenerek ve severek okudum.
Aslında bu bölümde en çok beni düşündürten aralarındaki ilişkinin nasıl gelişebileceği oldu. Türkiyede bu çok zor biliyorum ama aşk ilişkileri cinsellikten o kadar da bağımsız olamaz. Yani Ayaz kadar şaşırdım öyle diyeyim :)
Kaleminize sağlık:)
"İstenen," yazdığımı fark dahi etmedim, teşekkürler uyarı için :)
SilAslında yorumunuza bakınca, yazarken "okur burada bunu düşünecek," dediğim her şeyi özetlemişsiniz resmen. Ama diğer yorumumda da söyledim: Ayaz'ı tanıyamadınız henüz.
Ayaz'ın düşünce yapısı bölümler ilerledikçe şekillenecek ki onun zihninde arkadaşın nasıl tanımlandığı konusunda sadece ufak sinyaller verdim. Bu itici bir unsur olduysa üzgünüm ancak yapabileceğim bir şey yok.
Vallahi özellikle Türkiye'de oluşumuzla bir ilgisi yok ama benden bir Fatih Murat Arsal ya da Garwood, McNaught açıklığında sahneler beklemeyin, yazmam. Yazamam da zaten :) O yüzden bu olmadan okuyamam derseniz, vakit kaybetmemenizi söyleyebilirim üzülerek. Diğer türlü ise aynen devam :)
Eylül'ün tepkisine şaşırmanıza da ben şaşırdım diyeyim :) Sanırım benim tepkim aynen öyle olurdu. Hiç etkilenmedi değil zaten ama neredeyse yalnızca iki kez selamlaştığı bir adam o. Her ne kadar, onunla platonik olarak bir kaç haftalık bir arkadaşlık yürütmüş olsa da...
Bu iki selamlaşmanın ardından onu öpmeye çalışan bir adamın niyetinin kendi arzuladığı şey olmadığını anlayabilen birisi Eylül. Tepkisi de bu doğrultuda oldu tabii ki.
Yorumunuz ve vaktiniz için teşekkürler^^
Ben sanırım yayımlandıktan sonra gün sayıyorum:) Bölüm geldiğinde bir mutluluk...Biten günün ödülü gibi bir nevi :D Karakterler hakkında yorum yapamayacağım sanırım daha üç bölüm oldu ama Eylülle çok özdeşleştim ne hissederse aynısını hissediyorum ah şu hormonlar :o Bi fazla heyecan,bi hayal kırıklığı insanın bünyesi kaldırmıyor vallahi:o ki ben de a deseniz duyguları değişebilen biriyim. :D Çok beğenerek okuyoruum, emeğinize sağlık
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim, yorum için teşekkür ederim. Vallahi Eylül'ün hissettiklerini hissettiğinizi söylemeniz ara vermekten alıkoydu beni, sanırım. Sıfırdan almam gerektiğini iyiden iyiye düşünmeye başlamıştım. Teşekkür ederim, yorumlarınızı devam eden bölümlerde de görmek isterim :)
SilSevgiler :)
Gerçekten güzel yazılan bir hikaye insan okudukça hep devamını istiyor.keşke bölümler ardarda gelse.Kalemine sağlık
YanıtlaSilOkurken sürekli devam etmek istiyorum hikayeye ...öyle bir merak uyandırıyor.güzel yazılan bir hikaye.Kalemine sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Vallahi ben de çok isterdim bölümler ard arda gelsin ama işte bir de yazma kısmı var^^ :D
SilBen bu bölümü çok sevdim ki! Ayaz her kuşun etinin yenmeyeceğini anlamış oldu. İyi yaptı Eylül :) Yürü be Eylül kim tutar seni! Gerçi Ayaz'ın pek umrunda gibi durmuyor ama zaman neler gösterir bilemeyiz.
YanıtlaSilDemir ve Ayaz'ın nasıl tanıştıklarını öğrendiğimize de çok sevindim :D Zaten onlara da böyle kavgalı dövüşlü bir tanışma yakışırdı. Ayaz her ne kadar kabul etmek istemese de Demir gibi bir arkadaşa sahip olduğu için çok şanslı olduğunun farkında bence. Ama değilmiş gibi yapıyor :)
Eylül'ün davranışlarına değinmek istiyorum azıcık :) O kadar iyi vermişsin ki bence mesajı Çiğdem, içimizden biri gibi resmen Eylül. Ayaz'ın yaptığı kabul edilecek bir şey değil o da kabul etmiyor zaten. Fakat içinde bir yerde ona inanmak da istiyor bence. Tabi bizim oğlanın niyeti belli. Ama merak ettim bu kadar atışmadan sonra yelkenleri suya indiren hangi taraf olacak acaba :)
Mükemmel bir bölüm daha okuduk :) Sözde ara ara okuyacaktım bölümleri ama başlayınca duramadım. :D Ellerine sağlık :*