27 Mayıs 2014 Salı

8 Eylül'de Ayaz - 3. Bölüm


Ayaz öfkeliydi. Bu öfkenin tek nedeni de Demir değildi üstelik. Onun hayatına girmesine izin verdiği için kendisine de kızıyordu. Adamın yaşama amacı başkalarının işine burnunu sokmaktan ibaretti. Yürümeye devam ederken kafasının içinde, bir daha onun kendisine karışmasına izin vermeyeceğini tekrar edip duruyordu. Demir’in hayatına bu kadar gireceğini bilseydi ona yardım dahi etmezdi.

Yaklaşık bir sene önce, bir geceliğine iyilik yapacağı tutmuştu. Demir’i birkaç adamla tartışırken görmüştü. Aslında Demir’in o an o sokaktan geçmekten başka yaptığı bir şey yoktu. Birkaç sarhoş ona bulaşmış o da canına minnet kavgaya tutuşmuştu. Ayaz da sebebini hatırlamadığı bir nedenle kavgaya girmeye karar vermişti. Demir’in yanında… Genç adamın kavgada fena olmadığını hatırladı. Kabul etmesi gerekiyordu ki onunla dövüşmek kolay olmazdı. Ama o kavganın Demir için de kolay olmayacağı kesindi. Aklından geçenlerden onun da haberi olması için telefonunu eline alarak mesaj ekranını açtı.


“Bir daha bunu denersen, kıracağım burun senin ki olur.”

   Gelen cevap hızlı, net ve sinir bozucuydu.

“Bunu o zaman görürüz.”

Kendi kendine sinirle iç çekti ve bir dahaki seferin bir an önce olmasını diledi. Böylece, rahatça ona ne kadar ciddi olduğunu gösterebilirdi. Bu sinir bozucu herifin hayatına nasıl dahil olduğunu hatırlamaya çalıştı. Kavgadan sonra kısa bir mesafeyi yürümüş ve çok az konuşmuşlardı. Sonrasında Demir’i iş çıkışında karşısında bulmuştu ve derken bir anda arkadaş oluvermişlerdi. Tabii bu Demir’in deyimiydi. Ayaz’ın yaptığı, onun aniden karşısına çıkıp konuşma seansları yapmaya çalışmasına bir süre sonra alışmaktan başka bir şey değildi.

Aslında Demir zengin bir tip sayılırdı. Ayaz’ın aksine düzgün bir işi ve hayatı vardı. Ayaz onun kendisiyle takılmaya çalışmasından şüphelenmişti ama daha sonra onun sadece ne istediğini bilmeyen bir salak olduğuna karar verip canının istediği gibi takılmasına izin vermişti. Anlaşılan o ki bunu yapmak bir hataydı. Demir şimdi kendisini bir bok sanmaya başlamıştı.

Yarım kalmış kavgası yüzünden öylesine sinirliydi ki evine varmış olduğunu fark edemedi ve kendi bahçe kapısını neredeyse pas geçmek üzereyken, “Fazla dalgınsın,” diyen bir ses işitti. Bu ses hafifçe irkilmesine sebep olmuştu.

Şaşkınca sesin geldiği tarafa dönerek Eylül’e baktı. Üzerindeki montu, atkısı ve beresine rağmen son derece üşümüş bir halde kendi bahçesinde dikiliyordu. Kıpkırmızı olan küçücük burnuna ve yanaklarına baktı. Aynı anda hem çok güzel bir kız hem de küçücük bir çocuk gibi görünüyordu. Bir anda gevşemişti, gülümsedi. Ona doğru yürürken “Ne yapıyorsun burada?” diye sordu.

Eylül’ün bir anda karları ilgi çekici bulup başını eğerek onlarla ilgilenmeye başlamasından onun utandığı sonucunu çıkarabilirdi. Boğazına takılan sesli bir gülüşü zorlukla bastırdı. Eylül’ün onu güldürmesi çok kolaydı. Neden utanıyordu ki şimdi? Genç kız cevap vermeyince durumu neredeyse anında anladı. Şaşkınlıktan gözleri hafifçe büyümüş, kaşları alayla çatılmıştı.

“Beni mi bekliyordun?”

Eylül kirpiklerinin altından bakarak onu onayladı. Ayaz bu defa yüzüne yayılan geniş sırıtmasını engelleyememişti.

“Neden? Ayrıca camda beklemelere ne oldu?”

Soru aslında çok basitti. Ama Eylül’ün verdiği tepki Ayaz’ı şaşırttı. Genç kız bir anda utangaçlıktan kızgınlığa geçiş yapmıştı. Ayaz, onun yüzünü saran hafif öfkeyi garipseyerek izledi.

“Balkonuma tırmanacağını söyledin. Bunu engellemenin başka bir yolu gelmedi aklıma.”

Ayaz, gözlerini devirdi. “Bu akşam geleceğimden bahsetmemiştim ki.”

“Ne fark eder? Sonuç olarak battaniyemi senden şimdi alacağım. Böylece kimsenin, kimsenin balkonuna tırmanmasına gerek kalmayacak.”

Ayaz birkaç adım daha atarak genç kızın bulunduğu bahçeden içeri girdi ve aralarında bir adımlık mesafe kalana kadar ilerledi. Şimdi Eylül’le göz gözelerdi.

“Bu seni gerçekten rahatsız mı ederdi?”

Eylül, başını olumlu anlamda salladı. Genç adamın bunu sorması bile saçmaydı. Tabii ki onu rahatsız ederdi. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalıydı.

Onu, ne kadar olduğunu hatırlamadığı bir süredir burada bekliyordu. Aslında yaptığı mantıksızdı. Ayaz eve hiç gelmeyebilirdi ve o da boşuna bu kadar üşümüş olurdu ama kendisini, bunu yapmak zorundaymış gibi hissetmişti. Gerçekten genç adamın balkonuna tırmandığını görmek istemiyordu. Annesine yakalansa kadının yüreğine inerdi.

Ayaz ona doğru bir adım daha attı. Genç kızın daha da yakınına gelmişti. Çok çok yakınına Eylül afalladığını hissetti. Bahçedeki lambanın loş ışığında onu çok daha net görebiliyordu. Bu kadar yakınında durmasına gerek var mıydı? Ve bu kadar güzel kokmasına… Ayaz, kokusunu alabileceği kadar yakınındaydı. Onun iri gövdesinden yayınlan sıcaklığı bile belli belirsiz hissedebiliyordu. Bu soğuk için fazla sıcaktı. Genç adamın sorusunu zar zor duyabildi.

“Neden?”

Eylül kızgındı. Kızgın. Bunu kendisine hatırlatması gerekiyordu. Az önceki öfkesi onun birkaç adımıyla nasıl eriyebilirdi ki? Cevap vermeden önce yutkunması gerekti.

“Çünkü birisinin balkonuma tırmanması hoş bir şey değil.”

“Hmm.”

Eylül kaşlarını çattı. Hmm mı? Büyük ihtimalle daha iyi bir cevabı hak ediyordu. Onu rahatsız ettiği için özür dilemesi ve battaniyesini getirmek için evine doğru yürümeye başlamış olması gerekmez miydi?

Anlaşılan o ki Ayaz’ın bunları yapmaya pek niyeti yoktu. Genç adamın yüzüne dikkatle baktığında onun kendisini farklı bir yoğunlukla izlediğini fark etti. Gece karanlığında koyulaşan gözlerinin kendi dudaklarında olduğunu görünce de içinde ufak bir heyecan belirdi. Ama o kadar ufaktı ki hissettiği gerginliğin altında kaybolup gitmişti. Öyle ki Ayaz’ın bakışları hoşuna gitmemişti. Henüz eve gelmeyen annesini, yalnız olduğunu ve Ayaz’ın bakışlarını düşünecek olursa…

Elinde olmadan geriye doğru bir adım attı. Ama daha ne olduğunu anlayamadan Ayaz’ın tek kolu kendi beline dolanmıştı. İrkilerek göğsünde bağlı duran ellerini çözdü ve Ayaz’ın bedenine aniden yapışan bedenini kurtarmak için genç adamın göğsünü itti. Ayaz, bunu neredeyse hissetmemiş hatta genç kızın göğsündeki ellerinden birisinin üzerine kendi elini koymuştu.

Eylül, donduğunu hissederken hızlı bir “Ne yapıyorsun?” diyebildi ancak.

Ayaz hafifçe gülümsedi. Hala gözlerini kızın dudaklarından ayırmamıştı. “Bir dakika,” diye mırıldandı hafifçe. “Belki de seni bu kızgınlıktan kurtarabilirim.”

Kesinlikle Eylül’ü öpecekti. Genç kız kendisine doğru eğilen yüze dehşetle baktı. Bunu hayal etmemişti. Son derece hızlı bir şekilde kendine gelirken eğilebildiği kadar arkaya doğru eğildi ve tüm gücüyle genç adamı itti.

“Bırak!”

Ayaz’ın yüzünde aniden beliren şaşkın ifadeye bakılırsa Eylül, onun kendisinden bu tepkiyi beklemediğini söyleyebilirdi. Ne bekliyordu ki? Çıldırmış mıydı bu adam? Kalbinin korkuyla teklemesini engelleyemedi. Ayaz kaşlarını çatmış bir şekilde kendisine bakmaya devam ediyor ama bir türlü bedenini serbest bırakmıyordu. Genç adamın elindeki elini kurtarıp beline dolanan kolunu iki eliyle birden itmeye çalıştı. Gücünün Ayaz için hiçbir şey ifade etmediğini anladığında daha fazla korktuğunu hissetmişti. Boğazı düğümlendi.

“Beni korkutuyorsun,” diye mırıldandı sesi titreyerek. “Lütfen bırak.”

Ayaz, sanki bir transtan uyanmışçasına birden genç kızı bırakıverdi. Eylül neredeyse anında geriye doğru birkaç adım birden kaçıvermişti. Titrediğini hissedince kollarını yeniden kendisine sardı. Ayaz’ın denemeye çalıştığı şey tam olarak neydi? Eylül gerçekten ona bunu yapabileceğini mi düşündürmüştü? Belki de yanılıyordu. Belki de o da biraz önyargılı olmalıydı. Aklı ve dudakları arasındaki kontrolü serbest bırakıp zihnine hızla yerleşen kelimelerin sesle buluşmasına izin verdi.

“Gerçekten de adi herifin tekisin değil mi?”

Sözcükler ağzından sessizce dökülmüştü. Başını kaldırıp Ayaz’a baktı. Genç adamın sözlerini duyduğunu duraklamasından anlamıştı. Gözlerini kaçırmadan ona hayal kırıklığı içerisinde baktı. Ayaz’ın çenesi kasılmaya başlamıştı.

“Ne bekliyordun?”

Gözlerinin dolmasını engelleyemeyen Eylül, “Daha iyi şeyler,” diye mırıldandı. Bu, Ayaz’ın çenesindeki bir kasın daha seğirmesine sebep olmuştu.

“İyi şeyler, iyi adamlardan beklenir.”

Ayaz’ın sesindeki şey neydi? Eylül, mümkün olmayacağını bilmese, genç adamın histerik bir hüzün dalgasına kapılmak üzere olduğunu düşünebilirdi. Ama bu bahçede acınacak halde olan birisi varsa o da tam olarak kendisiydi. Daha ilk dakikadan kendisini kullanmaya çalışan bu adamda hala iyi bir şeyler arıyordu. Üzgün bir şekilde ona baktı.

“Sanırım haklısın.”

Söylenecek başka bir şey kalmış mıydı? Peki, neden ikisi de oldukları yerde dikilmeye devam ediyorlardı?

Ayaz yumruklarını sıktı. “Sen de ne istediğini bilmeyen veledin tekisin değil mi?”

“Ne?”

“Kesinlikle öylesin.”

Eylül öfkelendiğini hissediyordu. Yine. Bu adamın yanında hisleri o kadar hızlı değişmeye başlamıştı ki kendisi bile buna bir anlam veremiyordu.

“Ne demek şimdi bu?”

Ayaz, kaşlarını kaldırdı. Her an gülecekmiş gibi bir ifade ile genç kıza bakıyordu. “Günlerdir bir gelip kollarıma atılmadığın kalmıştı. Eee? Şimdi ne oldu?”

Eylül’ün duyduğu şeylerin etkisiyle gülmekle inlemek arası garip bir ses çıkardı. Neredeyse ağzı açık kalmıştı. “Sen…” diyebildi yalnızca. “Sen…”

Ne diyebilirdi ki? Gerizekalı herif! Konuşamayacak kadar öfkeli olduğunu hissedince. “Defol git,” diye mırıldandı. “Cehennemin dibine kadar yolun var.” Sözlerini bitirir bitirmez arkasını dönüp hızla eve yürümeye başladı. Arkasından gelen ayak seslerini duyabiliyordu. Onun kendisini yakalamasını engellemeye çalışarak adımlarını hızlandırsa da Ayaz’ın kolunu sertçe kavrayan elinden kaçamamıştı. Genç adam Eylül’ü kendisine çevirdi. Gözlerindeki karanlık gerçek anlamda korkutucuydu. O karanlığın hakim olduğu bir sesle konuşmaya başladı.

“Günlerce evimi gözetledin. Yanıma gelmek için saçma sapan bahaneler uydurdun. Kızardın, bozardın. Sevimli, sevecen kız ayağına yattın. İstediğin bu değil miydi?”

Eylül onun yüzüne engelleyemediği bir tiksintiyle baktı. Hırsla silkinerek kolunu ondan kurtarmayı başardı. Ayaz bu defa onu hemen bırakmıştı.

“Sadece senden… Hoşlandım,” dedi sessizce.

Gözlerini bir an olsun Ayaz’ın gözlerinden ayırmamıştı. Bunu saklamanın bir anlamı yoktu. Zaten genç adam da buna şaşırmış gibi görünmüyordu. Böyle duygusuz bir ortamda yalnızca ortada olanı beyan etmişti, hepsi bu.

“Eee…”

“Ne demek ‘eee?’”

Ayaz histerik bir şekilde güldü. “İnsanlar, hoşlandıkları insanlar kendisini öpmeye kalkınca böyle tepki vermezler.”

“Benim tanıdığım insanlar, birinden hoşlandıkları anda onu öpmüyorlar.”

Bu konuyu tartıştıklarına inanamıyordu.

“Ne bekliyordun?” Yine aynı soruyu sormuştu.

Eylül Ayaz’a öfkeli bir bakış daha attı.

“Hiçbir şey,” diye mırıldandı en sonunda. “Herkesi dinlemenin aptallık olacağını düşünmüştüm ama asıl aptallık dinlememekmiş! Senin söylenenlerden daha iyi bir adam olabileceğini düşünmüştüm.”

Kurduğu son cümlede sesi çatlamıştı. Hayal kırıklığı fazlası ile yoğundu. Gitmek için arkasını döndüğü anda Ayaz bir kez daha kolunu yakaladı, Eylül kolunu anında kurtarmıştı. Ne söyleyeceğini duymak için yeniden ona baktı.

“İyi şeyler bekledin çünkü sen de onlardansın.” Genç adamın sesi normalden yüksek çıkıyordu.

Eylül, kendisine engel olamadan, “Kimlerden?” diye sordu.

Sadece iyiler sevilircileren.”

Eylül durakladığını hissetti ama Ayaz bunu fark etmemişti. Geriye doğru bir adım atıp kollarını iki yana açtı. “Sanırım seni hayal kırıklığına uğrattım ama yapabileceğim bir şey yok. Çünkü ben buyum. Ben. Gerçekten. Kötü adamım.” Kollarını indirdikten sonra neredeyse kendi kendine mırıldandı. “İyi şeyleri hak etmeyenlerden…”

Eylül, Ayaz’ın suratını buruşturuşunu izledi. Sanki az önce söylediklerini söylemek istememiş gibiydi. Duyduklarının ne anlama geldiğini anlamaya çalışarak olduğu yerde kaldı. Ne arkasını dönüp gidebiliyor ne de bir şey söyleyebiliyordu. Konuşması gerektiği hissine direnemeyerek dudaklarını araladı ama söyleyecek bir şey bulamadı. Ayaz, eski alaycı ifadesini yeniden kazanmaya çalışarak omuz silkti.

“Unut gitsin.”

Cevap beklemeden arkasını dönüp yürümeye başlamıştı. Eylül hem onun gitmesini ve kendisinden uzaklaşmasını istiyor hem de kalıp konuşmasını ve özür dilemesini arzuluyordu. Ne yapacağını bilemez halde olduğu yerde dikilmeye devam etti. Yapabildiği tek şey, Ayaz’ın gözden kayboluşunu izlemek olmuştu.

Nasıl hissetmesi gerektiğine karar veremiyordu. Bir yanı hayal kırıklığı, bir yanı hüzün doluydu. Ayaz’ın dudaklarından son dökülenler ise onu gafil avlamış ve beklemediği bir şekilde yüreğine dokunmuştu. Ayakkabılarını sertçe çıkarırken hem kendisine hem de Ayaz’a kızdı. Gözlerinin dolmaya başladığını hissetmişti ki bundan nefret ediyordu. Düşünmemek için elinden geleni yaparak kendisini odasına attı ve yatağının içine girip yorganı kafasına çekti. Birazdan annesi gelecekti, uyuduğunu düşünmesini istiyordu. O yüzden sıkıca gözlerini yumdu.

Ama aklı tabii ki Eylül’le aynı fikirde değildi. Göz kapakları gözlerini perdeler perdelemez, Ayaz’ın kendisine bakan güzelim ela gözlerini karşısında buluyordu. Bu gece onları hiç olmadığı kadar yakından ve hiç olmadığı kadar koyu görmüştü. Elinde olmadan yutkundu. Nabzı, Ayaz’ın onu öpmeye ne kadar yaklaştığını hatırladığında giderek hızlanmaya başlamıştı. Acaba onu öpseydi…

Hızla gözlerini açtı. Ne düşünüyordu böyle? Onu doğru dürüst tanımıyordu bile. Ayaz’a karşı olan tüm hislerini bastıran ve tamamen kendisine karşı hissettiği bir öfke ile soludu. Anlaşılan gerçekten uyumaya çalışsa iyi edecekti. Aksi takdirde gerçek anlamda kendisini tokatlaması gerekecekti. Hırsla gözlerini yumdu. Kendisini bu kadar kaybetmemeliydi. Evet, ondan hoşlanmış olabilirdi ama kimsenin kendisine bir odun gibi davranmasına izin verecek değildi. Bildiği kesin bir şey vardı ki o da Ayaz’ın oyuncağı olmayı asla kabul etmeyeceğiydi.

“Sadece iyiler sevilircilerden” demişti. Aklı bu cümle dudaklarından dökülürken Ayaz’ın gözlerinde beliren anlık bakışa takıldı. Eylül’ün kafasını karıştıran o bakış ve o an sesini kaplayan garip tınıydı.

Tam olarak duygusal değildi. Zihninde o bakışı ve ses tonunu tanımlayamıyordu. Acı? Sanmıyordu. Doğru ifade bu değildi. Daha çok kendinden emin gibiydi. Sanki başka bir ihtimal yokmuş gibi söylemişti bunu. Sadece iyiler sevilir. Neden böyle demişti? Sonra da üstüne basa basa kendisinin kötü adam olduğunu söylemişti üstelik. Eylül’ün bundan çıkarması gereken sonuç neydi? Ayaz’ın sevilmek istediği mi? Sinirle güldü. Sevilmek istenen insanlar böyle davranmazlardı.

Ama belki de Ayaz’ın sorunu buydu, kim bilir? Belki de nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Eylül, kendisini yorgun hissederek gözlerini yumdu. Ayaz’ın daha basit bir adam olmasını dilerken karmakarışık hissediyordu.

Gözlerini yeniden açtığında sabah olmuştu. Şaşkınlıkla etrafına bakındı. Uykuya dalması bu kadar kolay mı olmuştu yani? Ne şans ama! Yine de fazla erken bir saatte uyandığını fark edince homurdandı. O kadar erken yatarsa olacağı buydu. Saat daha altı buçuktu.

Yatağından çıkıp sıcak bir banyo yaptı. Ayaz’ın üzerine yoğunlaşmak isteyen aklı ile ciddi bir savaş veriyordu. Onu düşünmek istemiyordu çünkü onun istediği şeyi önceki gece son derece net bir şekilde görmüştü ve bunu kabul edemezdi.

Saçlarını kurutup, güzel bir kahvaltı hazırlamaya karar vererek odasından çıktı. Fırına gidip sıcak ekmekler alarak, güzel bir güne başlayabilirdi. Derin bir nefes aldı. Ayaz’ın hemen karşı evde olduğunu da şu an onunla karşılaşmak istemediğini de biliyordu. Ama sabahın bu saatinde onun uyanıp dışarı çıkacağını da düşünmüyordu. Kararlı bir şekilde vestiyerden montunu alırken bunu düşünmesine gerek bile olmadığına kendisini ikna etmeye çalıştı. Onu görmekten çekinmesi için hiçbir sebep yoktu. Asıl utanması gereken kişi Ayaz’dı.

Yerdeki karın botlarının altında eziliş sesini dinlerken soğuk hava ile hafifçe ürperdi. Gözleri engellenemez bir şekilde karşı eve kilitlenmişti. Eğer şimdi onu karşısında bulursa ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Herhangi bir hareket gözüne batmayınca elinde olmadan rahatladı. Kendisini bu kadar kastığının farkında bile değildi.

Fırın yaklaşık on dakikalık yürüme mesafesindeydi. Mis gibi kokan ekmekleri aldığında gülümsedi. Karnı adeta gurulduyordu. Eve doğru yürürken ekmeğin çıtır kenarından bir parça koparıp ağzına attı. Gözleri kimseciklerin olmadığı sokakta dolaşıyordu. O yüzden olsa gerek hala biraz uzakta olsa da karşıdan gelen Ayaz’ı görmekte zorlanmamıştı.

Olduğu yerde kalakaldı. Ayaz, bu kez daha kalın görünen kahverengi bir deri mont giyiyordu. Kafasındaki bereye ve anlına düşmüş olan bir tutam saça öfkeyle baktı. Bu adam bu kadar iyi görünmek zorunda mıydı? Ve neden şimdi tam bu yoldan, Eylül’ün tam karşısından geliyordu? Bilerek mi yapıyordu acaba?

Eylül, bir an için kaşlarını çattı. Gerçekten bilerek yapıyor olabilir miydi? Belki de Eylül’ün çıktığını görmüş ve tesadüfmüş gibi göstermek için buradan gelmişti?

Genç kız, kafasında kurduğu senaryonun son derece olası olduğuna karar verdi. Henüz kendisini görmemiş gibi görünen Ayaz’a bakarak, o kadar kolay değil, diye düşünmüştü. Eylül’den açık açık özür dilemesi gerekecekti. Onu umursamıyormuş gibi davranmaya karar vererek yürümeye başladı. Sadece bir iki adım attıktan sonra, aradaki mesafeyi çoğunlukla kapatmış olan Ayaz’ın kendisine baktığını fark etmişti. Onun da kaşlarının hafifçe çatıldığını gördü.

Kalp ritminin yine yükseldiğini inkar edemezdi. Ama buna teslim olmayacaktı. Kendisine bakan Ayaz’a meydan okuyan gözlerle bakarak yürümeye devam etti. Genç adamın, tam yanından geçerken kendisine bir şeyler söylemeye çalışacağını düşünmüştü ama öyle olmadı. Eylül’ün meydan okuyan yüz ifadesini gören Ayaz, gülecek gibi olduktan sonra umursamaz bir yüz ifadesiyle genç kızın yanından geçip gitti.

Eylül bir kez daha olduğu yerde kalakalmıştı. Sanki onu hiç görmemiş gibi yoluna sakince devam eden Ayaz’ın arkasından ağzı açık bir şekilde bakakaldı. Ne yani? Özür dilemeye niyeti yok muydu?

Eylül onun hiç mi umurunda değildi?

Kendisini bir öfke kazanının içine düşmüş gibi hisseden genç kız, ne yaptığını ikinci kez düşünmeden Ayaz’ın arkasından “Hey!” diye bağırdı. Ayaz, duymamış ya da duymazlıktan gelmiş olacaktı ki yoluna devam ediyordu. Ama Eylül’ün, onun öylece gitmesine izin vermeye niyeti yoktu. Koşar adımlarla peşine takılıp bir kez daha, “Bana baksana!” diye bağırdı. Ayaz bu kez onu duymuştu. Arkasını dönüp kendisine doğru gelen kıza çatık kaşlarla baktı.

“Ne var?”

Ayaklarını küçük bir çocuk gibi yere çarpa çarpa gelen Eylül, Ayaz’ın tam karşısında durdu ve öfkesini belli eden bir ses tonuyla, “Ne mi var?” diye sordu. Ayaz, bir an önce yoluna devam etmek istiyormuş gibi görünüyordu.

“Evet. Ne var?”

Eylül, onun pişkin tavrına inanamayarak sesli bir şekilde güldü. Ses tonu kırılgan bir neşeyle doluydu.

“Ya sen nerenin öküzüsün?”

“Ne?”

“Duydun işte! Sen nerenin öküzüsün?”

Ayaz, tehditkar bir tavırla genç kıza doğru eğildi.

“Anlamadım?”

“Niye? Anlama organlarında bir sorun mu var?”

Eylül kendisini ilkokulda anlaşamadığı sınıf arkadaşına laf sokmaya çalışan küçük bir kız gibi hissetmişti. Ama bunu umursamadı. Onun dudaklarından dökülen her şeyin sorumlusu Ayaz’dı. Genç adamın kendisini korkutmasına izin vermeyecekti.

Ayaz gözlerini kısarak, “Ha anlaşıldı. Sen belanı arıyorsun,” diye mırıldandı.

Bu adam dün gece onu öpmeye çalışmıştı değil mi? Şimdi takındığı tavra bakılacak olursa istediğini alamadığı için gerçekten kızmış olmalıydı.

İyi.

Eylül boyun eğmemeye kararlıydı.

“Yok, sen tam bir öküzsün. Net.”

“Yok, sen kesin belanı arıyorsun sabah sabah. Net.”

Eylül, Ayaz’ın öfkeli gözlerine aynı meydan okumayla baktı. Daha fazla dayanamayacaktı.

“Ya sen dün ne yaptığını biliyorsun değil mi? Zorla beni öpmeye çalıştın. Bir özür dilemek aklına gelmiyor mu?”

“Özür mü?” Ayaz’ın bakışları bir an alayla parlayıp söndü. “Ya git işine hadi. Oyalanma boşuna.”

Eylül, özür dilemeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen Ayaz’a tek kaşını kaldırarak baktı. Ne yani, umursamıyorum havalarında gezip sonra da bunu unutup gidecek miydi? Yok, öyle yağma! Eylül, kendisini onun için bu kadar yıpratırken Ayaz’ın gününü gün etmesine izin vermeyecekti. Ayaz da Eylül’ü düşünmek zorundaydı. Hele ki böyle bir ahmaklık yaptıktan sonra…

Madem Ayaz, alaycı çocuk olmayı seçmişti. Eylül de ona aynı şekilde karşılık verebilirdi. “Ha sen vaktim olmadığı için mi endişeleniyorsun?” dedi sevimli bir şekilde. “İşim yok, merak etme. Rahat rahat özür dileyebilirsin.”

Ayaz, Eylül’e gözlerini kısarak baktı. Dudağının bir kenarının küçük bir tebessümle kıvrılmasına engel olamamıştı. Yardımsever, meraklı, sevimli ve kızgın Eylül’den sonra, şimdi de onun, meydan okuyan versiyonu ile karşı kaşıyaydı. Ve kabul etmek gerekirdi ki cesaretle bakan gözleri, can yakacak kadar güzeldi. Yine de o güzelim gözlerin akımına girmeyi reddedip keyifli bir gülüşle Eylül’ün biraz daha dibine girdi. Şimdi, birbirlerinin nefeslerini kolaylıkla hissedecek kadar yakınlardı. Ayaz, onun nefesinin bir an teklediğini hissedince alayla güldü. Onu daha da soluksuz bırakacağını bilerek kulağına doğru eğildi.

“Ne var biliyor musun? Dün gece ne yaptığını merak ediyorum. Ne yaptın? Yorganının altına saklanıp ağladın mı?”

Eylül, Ayaz’a ona gözlerini kısarak baktı. Ondan etkilenmemeye çalışıyordu. Yorganın altına saklanma kısmını yapmış olduğu gerçeğinden de nefret etmişti. Yine de geri adım atmadan, “Ağlamadım,” dedi. Bu doğruydu. Ama daha fazla şey söyleyemeyecekti. Çünkü hemen burnunun dibindeki adamın kokusunu alabiliyordu ki başını dönmeye başladığını hissetmişti. Sesine daha fazla güvenemezdi. Ayaz kafasını sallayarak bir adım geri çekilip onu bakışlarından azat ettiğinde, belirgin bir şekilde nefesini bıraktı. Bu genç adamın yeniden gülmesine neden olmuştu.

“Bu sen değilsin. Çok zorlama.”

Eylül, bir kez daha tek kaşını kaldırmaktan kendisini alamadı. “Ne demek şimdi bu?”

“Şu an olmaya çalıştığın kişi değilsin. Zorlama. Hangi karakterde karşıma çıkarsan çık. Benden özür alamayacaksın.”

Genç kız, ona umursamaz bir bakış attı. “Madem öyle, özrün senin olsun. Nasılsa kaybeden sensin.”

“Öyle mi?”

“Öyle.”

“Peki, neyi kaybetmişim ben?”

“Beni.”

Ayaz, genç kızın güzel yüzüne baktı. Şaşırmadan edememişti. Sesindeki alaycı tınıyı ısrarla koruyarak sordu.

“Seni kaybetmek mi? Sen ne zaman benim oldun ki?”

Eylül, genç adamın sorusu ile afallamıştı. Ne zaman onun olmuştu ki? Fiili olarak hiçbir zaman. Ama son haftalarını sürekli bu adamı düşünerek, onun için endişelenerek geçirmişti. Ondan hoşlanmış, ona iyi gelmek istemişti. Güvende olmasını, mutlu olmasını dilemiş ve ona yakın olabilmek için çabalamıştı. Bu da bir çeşit aidiyet değil miydi? Eylül’ün aklını ele geçirmemiş miydi?

“Kastettiğim bu değildi,” diye mırıldandı zayıf bir sesle. Aralarındaki küçük savaşı kaybediyordu.

“Neydi?”

Eylül, onun duygudan uzak görünen gözlerine baktı. Gerçekten de göründüğü kadar hissiyattan uzak olamazdı değil mi? O da insandı nihayetinde. Bir şekilde yüreğine dokunmanın bir yolu olmalıydı. Düşüncelerinin kaydığı yönü fark edince Ayaz’dan bir adım daha uzaklaştı. Ona olan öfkesini daha uzun süre muhafaza etmek isterdi ama olmuyordu. Onun yanında hisleri ve aklı karmakarışık bir hal alıyordu. Genç adamın ulaşılmaz görünen, parlak gözlerine baktı.

“Hiçbir şey.”

Ayaz, bir an bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını araladı. Ama hemen ardından dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp genç kıza baktı.

“İyi.”

“İyi.”

Eylül, ona bir kez daha bakmadan arkasını döndü ve hızlı adımlarla genç adamdan uzaklaşmaya başladı. En başından ondan uzak durmalıydı. Ayaz onu görmezden geldiğinde, onun yanından geçip gitmesine izin vermeliydi. Ayaz için hiçbir şey ifade etmediği açıktı. Eylül’le vakit öldürebileceğini düşünmüş, olmayınca da biraz öfkelenmişti, hepsi bu. Görünen o ki, genç kız herhangi bir şekilde onun umurunda bile değildi. Boğazına yükselen yumruyu kararlılıkla görmezden geldi. Ayaz, kimdi ki? Hiç kimse. Onun için üzülmeyecekti.

**Final sınavlarımın kafasıyla ancak bu kadar düzenleyebildim... Okuyorsanız, lütfen yorumlarınızı esirgemeyin :)

8 yorum :

  1. Ayaz onun kendisiyle takılmaya çalışmasından şüphelenmişti ama daha sonra onun sadece ne istediğini bilmeyen bir salak olduğuna karar verip canının istediği gibi takılmasına izin vermişti.

    Yani karaktere müdahale edemem elbette ama en yakın arkadaşı için böyle düşünen bir ana karakter bilmiyorum ne kadar çekici.

    İlk öpücük denemesi için ne desem bilemedim, aslında Eylül'ün tepki koyması hoşuma gitti çünkü mantıklı olan da bu. Yine de tepki biraz aşırı değil miydi? Sonuçta aralarında bir cinsel çekim olmalı kızın böyle korkması, tehdit altında hissetmesi çok fazla geldi bana.

    "Sevilmek istenen insanlar böyle davranmazlardı." demek yerine isteyen insanlar demek daha doğru bir ifade olur.

    Geri kalanlar içinse çekişmeleri, atışmaları çok hoş bence eğlenerek ve severek okudum.

    Aslında bu bölümde en çok beni düşündürten aralarındaki ilişkinin nasıl gelişebileceği oldu. Türkiyede bu çok zor biliyorum ama aşk ilişkileri cinsellikten o kadar da bağımsız olamaz. Yani Ayaz kadar şaşırdım öyle diyeyim :)

    Kaleminize sağlık:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "İstenen," yazdığımı fark dahi etmedim, teşekkürler uyarı için :)

      Aslında yorumunuza bakınca, yazarken "okur burada bunu düşünecek," dediğim her şeyi özetlemişsiniz resmen. Ama diğer yorumumda da söyledim: Ayaz'ı tanıyamadınız henüz.

      Ayaz'ın düşünce yapısı bölümler ilerledikçe şekillenecek ki onun zihninde arkadaşın nasıl tanımlandığı konusunda sadece ufak sinyaller verdim. Bu itici bir unsur olduysa üzgünüm ancak yapabileceğim bir şey yok.

      Vallahi özellikle Türkiye'de oluşumuzla bir ilgisi yok ama benden bir Fatih Murat Arsal ya da Garwood, McNaught açıklığında sahneler beklemeyin, yazmam. Yazamam da zaten :) O yüzden bu olmadan okuyamam derseniz, vakit kaybetmemenizi söyleyebilirim üzülerek. Diğer türlü ise aynen devam :)

      Eylül'ün tepkisine şaşırmanıza da ben şaşırdım diyeyim :) Sanırım benim tepkim aynen öyle olurdu. Hiç etkilenmedi değil zaten ama neredeyse yalnızca iki kez selamlaştığı bir adam o. Her ne kadar, onunla platonik olarak bir kaç haftalık bir arkadaşlık yürütmüş olsa da...

      Bu iki selamlaşmanın ardından onu öpmeye çalışan bir adamın niyetinin kendi arzuladığı şey olmadığını anlayabilen birisi Eylül. Tepkisi de bu doğrultuda oldu tabii ki.

      Yorumunuz ve vaktiniz için teşekkürler^^

      Sil
  2. Ben sanırım yayımlandıktan sonra gün sayıyorum:) Bölüm geldiğinde bir mutluluk...Biten günün ödülü gibi bir nevi :D Karakterler hakkında yorum yapamayacağım sanırım daha üç bölüm oldu ama Eylülle çok özdeşleştim ne hissederse aynısını hissediyorum ah şu hormonlar :o Bi fazla heyecan,bi hayal kırıklığı insanın bünyesi kaldırmıyor vallahi:o ki ben de a deseniz duyguları değişebilen biriyim. :D Çok beğenerek okuyoruum, emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize sevindim, yorum için teşekkür ederim. Vallahi Eylül'ün hissettiklerini hissettiğinizi söylemeniz ara vermekten alıkoydu beni, sanırım. Sıfırdan almam gerektiğini iyiden iyiye düşünmeye başlamıştım. Teşekkür ederim, yorumlarınızı devam eden bölümlerde de görmek isterim :)

      Sevgiler :)

      Sil
  3. Gerçekten güzel yazılan bir hikaye insan okudukça hep devamını istiyor.keşke bölümler ardarda gelse.Kalemine sağlık

    YanıtlaSil
  4. Okurken sürekli devam etmek istiyorum hikayeye ...öyle bir merak uyandırıyor.güzel yazılan bir hikaye.Kalemine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Vallahi ben de çok isterdim bölümler ard arda gelsin ama işte bir de yazma kısmı var^^ :D

      Sil
  5. Ben bu bölümü çok sevdim ki! Ayaz her kuşun etinin yenmeyeceğini anlamış oldu. İyi yaptı Eylül :) Yürü be Eylül kim tutar seni! Gerçi Ayaz'ın pek umrunda gibi durmuyor ama zaman neler gösterir bilemeyiz.

    Demir ve Ayaz'ın nasıl tanıştıklarını öğrendiğimize de çok sevindim :D Zaten onlara da böyle kavgalı dövüşlü bir tanışma yakışırdı. Ayaz her ne kadar kabul etmek istemese de Demir gibi bir arkadaşa sahip olduğu için çok şanslı olduğunun farkında bence. Ama değilmiş gibi yapıyor :)

    Eylül'ün davranışlarına değinmek istiyorum azıcık :) O kadar iyi vermişsin ki bence mesajı Çiğdem, içimizden biri gibi resmen Eylül. Ayaz'ın yaptığı kabul edilecek bir şey değil o da kabul etmiyor zaten. Fakat içinde bir yerde ona inanmak da istiyor bence. Tabi bizim oğlanın niyeti belli. Ama merak ettim bu kadar atışmadan sonra yelkenleri suya indiren hangi taraf olacak acaba :)

    Mükemmel bir bölüm daha okuduk :) Sözde ara ara okuyacaktım bölümleri ama başlayınca duramadım. :D Ellerine sağlık :*

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın