2 Ekim 2021 Cumartesi

0 ALINTILAR // Çağla Çakır - Mavi Dantel

 

Her sayfasında göz yaşımı bıraktığım bir kitaptan alıntılar paylaşmaya geldim. O kadar çok yeri işaretlemişim ki hepsini paylaşsam sizlere muhtemelen kitabı buraya yazmam anlamına gelir... O yüzden eleme yapacağım... 

Kitaba dair yorumumu okumak için TIKLAYINIZ!

Gerçek hayattan bir hikaye olan Mavi Dantel, bence herkesin okuması gereken bir kitap. 

Genelde Arkadya'nın kitaplarını severim, benim sevdiğim arada okumaktan hoşlandığım kitapları yazıyor. Sırf romans okumuyorum ve arada bu tür hikayeler okumak çok keyifli oluyor. Bu yüzden çok sevdim. 

Çok bir şey söylemeyeceğim bu kitaba dair ama kesinlikle yüreklerde unutulmaz bir iz bırakacak bir kitap. 

Şimdi sizi alıntılarla baş başa bırakıyorum. 




"Sadece iyiyi, güzeli sevmek için yaratılmadık ki. Nefreti, kini yoldaş etme kalbine. Her şey güzelken sevmek en kolayı, maharet her zaman sevebilmekte."

"Sen her şeyi seviyor musun sanki? Hiç mi yok sevmediğin bir şey?"

"Yok gibi. Düşününce herkesi, her şeyi sevebilmek için bir neden bulabiliyorum."

"Peki, insanlar bu kadar kötü olduklarında nelerini seviyorsun?"

"Günün birinde iyi biri olma ihtimallerini..."

İşte böyle söylemişti ablam... Bütün ev ahalisi uyuduktan saatler sonra bile sözleri aklımdan çıkmamıştı. Bir gün ben de onun kadar sevgi dolu, yüce gönüllü olabilecek miydim? Zor gibiydi... Kendimi tanıyorsam eğer, kalbim tıpkı Karadeniz'in hırçın dalgaları gibi coşmaya ömrüm boyunca devam edecekti. 



* * * * *



Herkesi sevebilmek için bir neden bulabileceğini söyleyen ablam, sevginin ne demek olduğunu bile bilmeyen birinin elinde yavaş yavaş ölüyordu...




* * * * *



Belki de zaten yüreğim en başından beri duyuyordu da kulaklarım sağır, dudaklarım mühürlü, gözlerim kör kalmayı seçiyordu.

Ancak öyle ya da böyle, her Havva kızı için o gün eninde sonunda gelirdi. Kalbimiz bir türkünün peşinden çırpına çırpına havalanırken, fark etmeden sıyırıp atıverirdik çocukluğumuzu üzerimizden. Tıpkı bir elbise gibi...

Benim türküm ise bir çobanın kavalından yükseliyordu semaya. Her gün aynı saatte, koyunlarını tam karşımdaki çayıra süren yağız bir çobanın kavalından. 




* * * * *



"Sizi dokuz ay karnımda taşıdım," dedi. "Ancak işim bitti mi sandın? Bitmez... Anne olunca anlayacaksın, karnında taşımak ne ki? Asıl zor olan, bir ömür kalbinde taşımak evladını. İster yanında olsun ister uzağında, aldığı her nefesin ağırlığını taşımak omzunda. Korkmak annelik... Hem de ne korkmak! Olur da bir gün o nefeslerden birinin, seninkinden önce kesildiğini hissedersin diye ölesiye korkmak..."




* * * * *



Vedalar hep zordu ama bu kez geride kalan değil, giden taraftaydım. Halbuki o ana kadar hep bekleyene zor sanırdım. Oysa her veda çizginin neresinde durduğun fark etmeksizin, iki tarafı ateşte gömlekmiş.  




* * * * *



"Hepimiz aynı hatayı yapıyoruz, önce babalarımıza, sonra kocalarımıza ve oğullarımıza ama hep bir erkeğin gücüne ve bilgeliğine dayanarak yaşıyoruz. Belki de kendimize yaptığımız en büyük kötülük bu. Ağabeyimin eşi Serpil sürekli, 'Kadınlar kendi gücünün farkına varmalı,' derdi. 'Erkeklerin arkasında ya da önünde değil, onların yanında birlikte yürüdüğümüz gün, dünya bizi yeniden bağrına basacak.' Bak, tek başına kocaman bir şehirde kendi ekmeğini kazanıyorsun. Kimseye minnet duymadan yaşıyorsun. Kendi kendine bakabilmek için kimseye ihtiyacın yok. Öyleyse sevilmek ve mutlu olmak için de olmamalı. Gözlerinin içinde yaşayan o küçük kızı senden başka kimse sevemez zaten çünkü onu görebilen bir tek sensin." 




* * * * *



Benim kardeşim, bir yaz sonu gecesinde kokuları havaya karışan sardunyalar gibi kokardı. Öyle masum, öyle temiz... 

Benim kardeşim, yemyeşil gözlerinde göreni mest eden tatlı bir nakış saklardı. Öyle eşsiz, öyle gizemli...

Benim kardeşim, yüreğinde babasızlığın ağırlığını, ceplerinde ise umutla beklediği yarınların yazdığı türküleri, hayallerini işlediği şiirleri taşırdı. Öyle cesur, öyle naif... 

Bu tabut... Yoluna canını serdiği al bayrağa sarılı bu tabut beni kardeşim değildi. Olamazdı... 

Daha görecek nice baharları olan bir ömrü alıp da şu daracık kutuya sıkıştıramazdınız. Yaşanmamış günlerini, yazılmamış şiirlerini, söylenmemiş türkülerini, hiç gözlerinin içine bakamadığı gelinini, kuramadığı yuvasını, artık asla sahip olamayacağı çocuklarını içine alacak kadar büyük bir tabut yoktu şu dünya da.




* * * * *



Korkularımız...

Söylemeye çekindiğimiz, içimizi dökmektense içimize atıp ciğerlerimizi kanata kanata yuttuğumuz binlerce kelimeydi bize bunu yapan. Saniyeler, dakikalara, dakikalar saatlere ve nihayet günlere, aylara, yıllara dönüşürken bizi esir eden, bizden yeri doldurulamayacak güzellikleri çalıp giden hep onlardı. Neden sürekli yüzleşmek yerine kaçmayı seçiyorduk ki? Pişman olacağımızı bile bile üstelik.




* * * * *



Annelerin kaderinden korumaya çalıştığımız kızlarımızın, dönüp dolaşıp aynı tuzaklara düşmesinde akıl almaz bir yan vardı. O yıllarda sanki genler gibi kader de bir şekilde miras alınıyordu. Belki de tarihin her seferinde böyle tekerrür etmesinin sebebi yine bizlerdik. Kızlarımıza, kurtuluşu kendilerinden başka yerlerde aramamaları gerektiğini öğretemeyen bizler...




* * * * *



"Hepimizin bir yerlerde durup keşke şöyle olsaydı, böyle olsaydı diye ömürlerimizi geçiriyoruz. Oysa belki de her şey tam da olması gerektiği gibi... Belki de olmadı diye hayıflandığımız ne varsa, olmaması gerektiği içindi."

Bir an durup bakışlarını uzaklara, pencereden dışarıya çevirdi. Ardından tekrar bana döndü ve gözlerimin içine baktı. Küçücük bir çocuğun, annesine tutunur gibi tutunduğum o bakışlar, beni içine çekiyor, dudaklarından dökülen sözler eski günlerde olduğu gibi beni sarıp sarmalıyordu. 

"Yaşanılan acılarla ilgili bizim göremediğimiz, bilmediğimiz bir sır olduğuna inanmaya başladım artık," diye devam etti sözlerine. "Belki de kömür olana dek yanmamızın sebebi, bir elmasa dönüp ışıldamak kaderimiz olduğu içindir. Geçmişi düşünmek, onun için üzülmek, geçmişte yaşamak ölmüş birinden medet ummaktan farksız. Bizim elimizde tek bir şey var, o da şu an sahip olduklarımız. Ta ki bu an da geçip tarihin tozlu sayfalarına karışana dek. Şu an, şimdi olduğun Fahriye ile bir elmas gibi ışıldamak için ne yapabilirsin? Artık sorman gereken soru bu. Geçmişten gelen hayaletlerle ne yapacağın değil."




* * * * *



"Asıl marifet, imkansızlıklar içinde verdiğin savaşlardan gelip çıkmaktır. Asla vazgeçmemek, her şeye rağmen kaderin yüzüne ben hala buradayım işte diye bağırabilmek gerçek bir erdemdir."




* * * * *



Zaten hayat neydi ki? Bir hikaye... Sonunu öğrenmek için bir an önce en arkaya sayfaya atlamadan, her satırın, her virgülün tadını çıkararak yaşanması gereken bir hikaye. Korkmadan, cesurca yazılması gereken bir hikaye...







Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın