Arkadya Yayınları yine yüreklerde biz sızı oluşturacak, okurken gözyaşlarına boğacak bir kitapla geldi karşımıza...
Üstelik bu seferki bir kurgu değil... gerçek hayattan kurgulaşmış bir kitap da değil... her şeyiyle gerçek bir kitap... yaşanmış... belki hala bir yerlerde böyle hayatların yaşandığı bir kitap...
Kitabın başında değil belki ama özellikle son 100 sayfasında göz yaşlarımı tutamadım, son 15-20 sayfasında ise gözyaşlarım öyle bir akıyordu ki kelimeleri bile göremiyordum. Öyle bir kitaptı... öyle bir hayattı... öyle bir yaşanmışlıktı...
Gerçek hayattan bir hikaye olan Mavi Dantel, bence herkesin okuması gereken bir kitap. Biliyorum... biliyorum bu tür kitapları herkes okuyamaz ama bu kitap öyle bir kitap ki... herkesin kendinden bir parça bulacağı... bir umut bulacağı, bir ışık, bir parıldama bulacağı bir kitap. Bu kitap geriye dönüp baktığınızda ben bu adımı bu kadar cesur kadınlar olduğunu bilerek atıyorum diyerek güç alacağınız bir kitap.
Bu kitap bambaşka bir kitaptı arkadaşlar.
Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Görele'de bir köyde yaşayan Fahriye, henüz küçük bir çocukken babası askere gider ve 6 yıl boyunca onun gelmesini bekler... kardeşleriyle ve annesiyle beraber babasının hasreti ve çaresizlikle hayatta kalmaya çalışırken birden babası çıkagelir... yanında İstanbullu bir kadın ve kucağında bir erkek bebek... neye uğradıklarını şaşırsalar da babaları tarafından evden atılırlar. 4 çocuk ve bir kadın... sokakta kalarak kendilerine yeniden yaşam kurmaya çalışırlar. Köy halkının da el uzatmasıyla kendilerine küçük bir kulübe yapmış, bir şekilde hayatlarını yaşanabilir hale getirmişlerdir. Ancak yoksulluk da hat safhada yaşanmaktadır bu ailede. Bu sürede Fahriye karşı köyün çobanına da yavaş yavaş aşık olmaktadır. Aşkı ise karşılık almaktadır. Evlerinde bir akşam patlak veren olaylar ve sonrasında ablası Ayşe'nin evi terk etmesiyle iyice acılara gömülen ailede Fahriye ve çoban Salih'in aşkı kendini gösterir. Her ne kadar annesine belediye nikahı da kıyacağına söz vermiş olsa da imam nikahıyla evlenen Fahriye ve Salih, yeni hayatlarına, kendi hayatlarına doğru yolculuklarına başlarlar. Salih'in ailesiyle küçücük penceresiz bir odada yaşayan ama yine de oğlu Mustafa ve kocası Salih için her şeye katlanan Fahriye, eşinin daha iyi yerlere gelebilmek, daha iyi hayat kurabilmek için Almanya'ya çalışmaya gitmesiyle hayatı tepetaklak olur. Çünkü eltilerinin oyununa gelir, namussuzlukla suçlanır, evinden atılır, sokakta taşlanır, oğlundan koparılır... Bütün bu acılarla hayatta kalmayı bir şekilde başaran ve oğlunun da kayınpederi tarafından kocasının yanına götürüldüğünü öğrenen Fahriye, ağabeyi Tahir'in yanına gider. Orada çalışıp para biriktirecek, bir şekilde Almanya'ya oğlunun yanına gidecektir. Yüreği Salih konusunda kanayan bir yara olsa da bu yarayı geride bırakıp tek kanaması durmayacak yaraya oğluna odaklanmıştır. İstanbul'daki hayat şartları ve çaresizlikle tekrar evlenen ve kendini bir kere daha bir adamın ellerine bırakan Fahriye, bu sefer Ömer ile bir hayat kurmanın peşindedir. Ömer'e geçmişini anlatıp oğlunu geri almak istediğini söyleyip de Ömer'de bunu kabullendiğinde evlenmişlerdir. Bir şekilde Ömer ile Fahriye'nin de hayatı kolay olmaz çünkü yoksulluktan, çaresizlikten, sıfırdan başlamaktan başka çareleri olmayan çiftin bir de bebekleri olacaktır. Fahriye kendi hayat yolculuğunda ayakta kalmaya çalışırken aklında her daim Mustafa'ya ait bir yer ve hasret varken yanındaki çocuklarla zorlu hayatına tutunmaya çalışır... üstelik hayat daha ona bir çok vurgun, bir çok sürpriz yapacaktır...
Kitap biraz Türk filmi gibi geldi böyle anlatılınca ama alakası bile yok... kitap kelimenin tam anlamıyla küçükken savaşmaya başlamış, aşık olmuş, anne olmuş, evlat acısı yaşamış, kardeş acısı yaşamış, kanadı kırılmış ama yine de pes etmemiş bir kadının savaşını anlatıyor. Her şeye rağmen ellerindekilerle mutlu olmaya çalışmış, elindekilere tutunmuş bir kadının... kaybettiği çocuklarına duyduğu hasreti yanındakilerle dindirmeye çalışmış bir kadının... bir daha aşık olamayacağını, bir adamı sevemeyeceğini düşündüğü anda bir başkasına güvenip ona yoldaş, arkadaş, eş, seven kadın olabileceğini fark eden bir kadının hayatını anlatıyor...
Aslında bu kitap ne kadar düşersek düşelim bir şekilde kalkabileceğimizi anlatıyor...
Anne babalar hep der ki... Allah kimseye evlat acısı ile sınamasın... olmayan bilemez tabi ama bu acının tarifinin asla olmayacağını söylerler... Fahriye bu acıyla bile baş etmeye çalışmış bir kadın... öylesine güçlü bir kadın... öylesine umut dolu... pes etmeyen... kötülüklerde iyiliği görebilen bir kadın...
Belki de Fahriye aslında bir kadının ne kadar güçlü olabileceğini bizlere gösteren bir kadın.
Fahriye'nin babasının yaptığını yapanlar yok mu? Ne köyü, şehirlerde bile varlar... Halit Ağa'nın yaptığını yapanlar... henüz kızı yaşında bir kızı kadın diye... üstelik 4. kuma olarak alan adamlar... kadınları sadece kendi ihtiyaçları için kullanan adamlar yok mu?
Peki ya kayınvalidesinin ve kayınpederinin evinde yaşamak zorunda kalan gelinler... birbirine işkence edenler... eziyet edenler... iftira atanlar... namusuna laf edenler... hırslanıp, kıskanıp ona acı çektirmek isteyenler yok mu?
Evladından koparılan anneler yok mu?
Her şeye rağmen sıfırdan başlayıp da ayakta kalmayı başaran kadınlar yok mu? Yeniden sevebilen... yeniden anne olabilen... çocuklarında kaybettiklerinin hasretini bastıran anneler yok mu?
Aslında bu kitapta yaşanan hayatı yaşayanlar yok mu?
Var... her yer de, her an yaşayanlar var...
İşte bu yüzden bu kitap belki de bu kadar etkileyici oldu bizler için. Çünkü biliyoruz ki yaşanıyor bu hayatlar... bir kişi değil bir çok kişi yaşadı-yaşıyor bu hayatı... bu yüzden okurken ağlıyoruz ya... Bu yüzden canımız acıyor... bu yüzden yüreğimizde bu sızı var...
Peki ya Hasan... onun gibi nice pırıl pırıl çocuğu kaybetmedik mi askerde...
Peki ya Mustafa... onun gibi nice bebek başkalarının kıskançlıkları, hırsları yüzünden annesinde, yuvasından uzak kalmadı mı?
Ama etme bulma dünyası... bir şekilde ettiğini buluyorsun ya bunu da gösterdi kitap bize.
Öyle bir kitaptı işte... insanın içindeki bütün isyanı ortaya döken, bütün acıları seren, gözlerini her şeye açan, ama her zaman da içinde umut oluşturan bir kitaptı.
Salih'in Mustafa ile gelmesi, Ömer'in hatalarından ders alıp Fahriye için çırpınması, Ayşe'nin mutluluğu yakalayabilmesi, Tahir'in kendi ailesiyle yaşayabilmesi... belki aralarında Hasan yoktu, ama aileyi bir araya toplaması...
Şu an bu yorumu yazarken bile gözlerim doluyor ve kendimi kasıyorum ağlamamak için. Ama şunu söylemeliyim ki, bu kitap bir kere daha gösterdi ki kötülüğün içinde iyiliği gördüğümüz sürece, umudumuzu kaybetmediğimiz ve asla pes etmediğimiz sürece her şeyin üstesinden gelebiliriz.
Ben bu kitabı çok çok çok sevdim. Arkadya'nın unutulmaz, asla unutamayacağım kitaplarından biri oldu.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın