30 Ekim 2023 Pazartesi

0 ALINTILAR // Nora Roberts - Ölüm Tanığı (Ölüm Serisi #10)


 

Kitabın yorumu için tıklayınız!







"Beni merak etme."

"Seni merak etmek hoşuma gidiyor."

Roarke başını eğdi, nihayet Eve'in dudaklarına hafif bir öpücük kondurmaktı. Fakat Eve bu öpücüğün havasını değiştirdi; Roarke'ı kendine çekti, saçlarını iki eliyle kavradı, iştahla öpmeye başladı. Kanı damarlarında hızlanmıştı ama sonra öpmeyi bıraktı. 

Roarke'ın gözlerinin zevkle kısıldığını, nefes alış verişinin hızlandığını görmek Eve'i tatmin etmişti. "İyi de, neden öptün beni öyle?"

"Seni böyle görmek hoşuma gidiyor," dedi Eve.


*****

"Peabody'yi o adi Monroe'nun götürdüğü yerlere götürecek param yok ki benim."

"Kadın zihninin ve kalbinin harikalarından biri de burada yatıyor işte. Sen güçlü yönlerini vurgula, onu maceraya, romantizme, espriye doyuracak yerlere götür. Sakın Monroe'yla yarışayım deme, Ian. Tam tersi, o ne yapıyorsa tersini yap. O Peabody'e serada yetişmiş orkideler veriyorsa, sen de Greenpeace Parkı'ndan topladığın papatyalar götür."

Bu fikir McNab'in kafasına yattı. Gözleri parlamaya başladı, aydınlandı. "Hey, iyi fikir doğrusu. İşe yarayabilir. Bunu bir deneyebilirim sanırım. Gerçekten bu işlerden iyi anlıyorsun. Teşekkür ederim."

"Benim için zevkti." Roarke çantasını aldı. "Kumara hep düşkün olmuşumdur Ian, kazanmayı da severim. Eğer şu küçük aşk üçgeninde birisi için bahse girecek olsam, seni seçerdim."


*****


"Roarke, yirmi beş yıl önce seni postalamış olsaydım, buna hala kafaya takıyor olur muydun?"

Roarke gülümsedi, Eve'in saçlarını okşadı. "Bir şey söylemek zor; zira o vakti tazı gibi peşinden koşarak ve hayatını cehenneme çevirerek geçirirdim."

"Hayır, ciddiyim ben."

"Benim ciddi olmadığımı kim söyledi?" Eve'i kolundan tuttu, kalabalığı yararak ilerlemeye başladılar.

"Daha az gıcık biri olduğunu farz edelim."

"Pekala, öyle olsun. Eğer kalbimi kırmış olsaydın, o kırıkları toparlayıp birleştirmeye, yeni bir hayat kurmaya girişirdim. Fakat seni hiçbir zaman unutmazdım. Neden sordun?"

"Peabody'nin aşka dair, insanın hayatının aşkına dair geliştirdiği bir teori var da onu deniyorum."

"Ben sana söyleyeyim, hayatımın aşkısın."


*****


"Sana bir şey getirdim."

"Ah, yapma lütfen." Roarke elini cebine soktu, bir şey çıkarmaya çalıştı. Eve de cebine soktu ellerini. "Hediye vermenin ne yeri ne de zamanı."

"Anladım. O zaman hepsini kendime saklayayım."

Cebinden, Eve'in düşündüğü gibi bir mücevher kutusu değil, dev boy bir çikolata çıkardı. Eve ellerini ceplerinden çıkardığı gibi çikolatayı kaptı. 

"İşte yine senden bekleneni yaptın," diye mırıldandı Roarke.

"Bana çikolata getirmişsin."

"Kalbine giden yolun nereden geçtiğini iyi biliyorum, teğmen."

Eve, çikolata kağıdını yırttı ve bir parça ısırdı. "Biliyorsun galiba. Teşekkürler."

"Akşam yemeği değil bu tabii," dedi Roarke, kısık gözlerle, "ama kendini tutabilirsen eve döndüğüm zaman yemeği beraber yeriz."

"Elbette. Seni götürecek araç var mı?"

"Yürüyeceğim, hava güzel." Eve'in yüzünü tuttu, itiraz etmesine fırsat vermeden öptü. 

Eve, çikolatasını yiyerek Roarke'ın uzaklaşmasını izledi. Peabody'nin bir ömürlük aşktan bahsederken neyi kast ettiğini çok iyi anlıyordu.


*****

"Merhaba." Roarke etrafına bakınarak Eve'e doğru yürüdü. "Bütün bunlar da ne oluyor?"

"Akşam yemeği."

"Akşam yemeği," diye yineledi Roarke, gözlerini kıstı. "Ne oldu? Bir yerini mi çarptın yoksa?"

"Hayır, iyiyim ben." Gülümsemeyi sürdürüyordu Eve. Tirbuşonu çekti; neyse ki şampanya etrafa fışkırmamıştı. Kadehlere şampanya doldurmaya koyuldu. Roarke kaşlarını çattı. "Pekala, nedir isteğin?"

"Nasıl yani?"

"Şöyle yani, bir tuzak gördüm mü şıp diye anlarım. Söyle hadi, ne istiyorsun?"

Eve'in gülümsemesi solar gibi oldu. Bu adamın huysuzlanmaya başlamasına mani olmak ne zordu. Özenle belirlediği adımları bir bir takip etti, şampanyasını uzattı ve kadehini hafifçe onunkine değdirdi. "Bir niyet olmadan hoş bir akşam yemeği yiyemez miyiz yani?"

Roarke şöyle bir düşündü. "Hayır."

Eve elindeki şişeyi masaya pat diye bırakıverdi, şişeden korkunç bir çatlama sesi geldi. "Bak, altı üstü bir akşam yemeği bu, tamam mı? Eğer yemek istemiyorsan, sen bilirsin."

"Yemek istemiyorum demedim ki." O sırada, Eve'in parfüm sürmüş olduğunu fark etti. Dudaklarını, gözlerini boyadığını, ona hediye ettiği damla kesim elmas kolyeyi taktığın da. "Neyin peşindesin Eve?"

Bu söz bardağı taşıran son damla oldu. "Hiçbir şeyin peşinde falan değilim. Ne halt yemeye böyle bir işe kalkıştım, bilmiyorum. Herhalde bir dakikalığına aklımı yitirmiş olmalıyım. Hayır, bir dakikalığına değil, ter içinde geçen aptal iki saat boyunca gitmiş aklım. Bu fiyaskoyu düzenlemek için o kadar zaman harcadım. İşe dönüyorum."


*****

"Sanırım duygularını incittim. Özür dilerim." Dudaklarını Eve'in alnında gezdirdi, çaresizce takvimi zihninde canlandırdı. "Özel bir günü mü unuttum?"

"Hayır. Hayır." Geriledi Eve. "Hayır." dedi bir kez daha. Kendini aptal gibi hissediyordu. "Sadece senin için bir şeyler yapmak istemiştim. Sana bir şey vermek istemiştim. Devrelerim yanmış gibi bakmayı kes artık. Bu tür şeyler yalnız senin elinden mi gelir sanıyorsun? Eh, haklısın doğrusu. Öyleymiş. Of, lanet olsun."

Şampanya kadehini tekrar eline aldı, yuvarlak hatlı geniş pencereye doğru yürüdü. 

Roarke ürperdi, kendini toplamaya çalıştı. "Her şey çok güzel, Eve. Sen de çok güzelsin."

"Ah, başlama lütfen."

"Eve..."

"Böyle şeyler yapamam, çünkü buna zaman ayıramam. Lanet olsun, aklıma böyle şeylerin gelmemesi, seni sevmediğim anlamına gelmez. Seviyorum çünkü." Yüzünü Roarke'a döndü; doğrusu yüzündeki ifade pek de sevgi dolu sayılmazdı. Yine büyük bir öfke nöbetine tutulmuştu. "Her şeyi sen yapıyorsun, her sözü sen söylüyorsun. Hep veriyorsun..." Bir an duraksadı. "Hep sen veriyorsun. Ben de sana bir şeyler vermek istedim."

Çok güzeldi. İncinmişti, kızgındı, tutkuluydu, öfkeliydi. Roarke'ın şimdiye kadar gördüğü en güzel yaratık oydu. "Nefesimi kesiyorsun," diye mırıldandı. 

"Şu bir ömürlük aşk meselesi kafamda dönüp duruyor. Cinayet, ihanet, öfke."

"Efendim?"

"Boş ver." Derin bir nefes aldı. "İnsanlar iki gündür öyle şeyler söylediler ki hepsi beynime saplandı kaldı. Benim için bir maksibüsün önüne atlar mıydın?"

"Elbette. Pek de hızlı gitmiyorlar hani."

Eve gülmeye başladı, bunun üzerine Roarke da epey rahatladı. "Ben de öyle demiştim. Ah, kahretsin, işi batırdım. Böyle olacağını biliyordum zaten."

"Hayır, işi batıran benim." Roarke, Eve'e yaklaştı, elini tuttu. "Bir şans daha verecek kadar seviyor musun beni?"

"Olabilir."

"Eve, sevgilim." Eve'in ellerini dudaklarına götürdü. "Bu yaptığın benim için o kadar kıymetli ki. Sen, sen benim her şeyimsin."


*****

"Neredeyse kendimi kaybediyordum, hem de sokağın orta yerine. Neredeyse..."

"Kaybetmedin ama." Eve'i hafifçe sarstı. "Beni çok endişelendiriyorsun, Eve. Neden kendine bu kadar yükleniyorsun? Gözüne uyku girmeyeli otuz saati geçti. Soruşturma öyle bir noktaya geldi ki çoğu insan bunların karşısında ya dağılıp paramparça olur ya da ardına bakmadan kaçardı. Halbuki sen hiçbirini yapmadın."

"Dağıldım işte."

"Dağılmadın, incindin." Eve'in alnından öptü. "Sonra da evine geldin. Birazcık uzanmaya, gözlerini kapatmaya, uzaklaşmaya geldin."

"Beni yalnız bırak dememeliydim sana. Bunu gerçekten kast etmemiştim."

"Hiç önemi yok. Yalnız bırakamazdım zaten, bırakmayacağım da." Roarke'ın sesinin her zamanki ukala havasını işitince neredeyse gülümser gibi oldu Eve.

"Biliyorum. Ben de yanımda olmanı istemiştim." Roarke'a iyice yaslandı, sırtını okşamasına imkan verdi. "Yanımda olmana çok ihtiyacım vardı. Ve yanımdaydın işte." 


*****

"Bu olaydan kendime ne sonuç çıkardım biliyor musun?"

"Söyle bakalım."

"Geriye dönemezsin. Bir kere kırılanı eski haline getiremezsin. Fakat ileri gidebilirsin. Ve ileriye attığın her adım önemlidir. Her bir adımınla fark yaratırsın." Eve masadan uzaklaştı, yüzünü ellerinin arasına aldı. "Bulunduğum yerden bakınca görüyorum ki şimdiye kadar attığım en iyi adım sensin."



 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın