26 Aralık 2014 Cuma

6 Sıradan Bir Hayat - 26. Bölüm



Brandon sinirle arabayı sürerken bende gülmemek ve yüzümde oluşan gülümsemeyi saklamak için camdan dışarıya bakıyordum. Brandon’ın doktordaki hali gözümün önüne geldikçe kendimi daha da sıkmam gerekiyordu.

Brandon sinirle, “Gülmeyi aklından bile geçirme…” dedi. Cevap veremeyeceğimi bildiğim için hızla başımı salladım gülmeyeceğim anlamında. Hâlbuki ne kadar gülmeme konusunda dayanabilirdim bilmiyorum hele ki Brandon ise kendi kendine söylenirken.

“Anlamıyorum, nasıl doktor bunlar ya… Alt tarafı bir bebeğin cinsine bakacaklar. Ne demek görünmüyor! Nasıl görmezler!” dedi anda gülmemi daha fazla bastıramadım ve kahkaha atmaya başladım. Brandon’ın sinirli bakışlarına arabanın hız sesi eşlik etti.

Ona doğru dönüp elimi yeni sakalı çıkmaya başlayan yanaklarına koydum ve dudaklarının kenarına denk gelecek şekilde öpücük kondururken, “Özür dilerim…” diye mırıldandım ama Brandon cevap vermedi. Başımı hafifçe eğip baktığımda kaşlarını çatmış önüne bakıyordu. Direksiyondaki eli sıkıca kavramıştı direksiyonu. İç çekerek surat astım ve arkama yaslanıp başımı camdan dışarıya çevirdim. O sırada bir restoranın önünden geçiyorduk ve restoranın ön bahçesinde masalardan birinde oturan çocuklardan biri spagetti yiyordu. O makarnanın dudaklarından uzayarak ağzına girişi ağzımı sulandırdı. Dudaklarımı yaladım ve sanki ağzımdaymış gibi çiğneme isteği uyanmıştı içimde. Yutkunarak Brandon’a döndüm. Hala kızgın görünüyordu. İç çektiğim anda başını çevirip bana baktı.

“Ne oldu?” Ses tonu hala gergindi ve istediğimi alamayacağımı düşündürtmüştü.

“Ben… şey… canım spagetti istedi. Yesek de öyle eve gitsek, olur mu?” Kaşlarımı yukarı kaldırmış bakıyordum onun yakışıklı ama sinirli yüzüne.

Ama o benim ona bakışlarımı ve isteğimi önemsemeden, kestirip atarcasına, “Hayır, eve gidiyoruz!” dediğinde kaşlarımı çattım kollarımı göğsümde birleştirdim.

“Sanki evde yapamam,” dedim ama keşke demeseydim. Normal makarna vardı evde ama çubuk makarna yoktu ki yapayım. İç çekerek tekrar Brandon’a döndüm. “Eve gitmeden markete uğrasak…” diye mırıldandım hevesli bir şekilde. Brandon sözlerim karşısında iç çektiğini duydum. Bu olumlu bir cevap demekti… Sanırım…

Arabayı sola döndürerek daha önceden geldiğimiz restoranlardan birinin önünde durdurdu. Gülümseyerek arabadan indim. İstediğim şeye kavuşmuş olmanın verdiği memnuniyetle sırıtıyordum.
Brandon’da yanıma gelince kaldırımda ilerledik biraz sonra ben onun koluna girdim ve hafif parmak ucumda ilerleyerek boynuna öpücük kondurdum.

“Teşekkür ederim, ufaklık çok mutlu oldu,” dediğimde bakışları kocaman olma yolunda ilerleyen karnıma baktı. Bir elini uzatıp karnımı okşadı.

“Nasıl oluyor da 5 aylık bir bebeğin, bu kadar süre boyunca cinsiyetini bulamıyorlar… Sen bir anlaşma falan yapmadın değil mi doktorla? Benden saklamıyorsunuz?”

Hayır, sevgilim yapmadım. Bende öğrenmek istiyorum, ama doktor bunu açıkladı. Duruşundan kaynaklanıyor görememeleri. Hem o kadar önemli mi cinsiyeti?” diyerek sordum hafif bir kırgınlık içerisinde. Brandon kolunu elimden kurtardı ve belime sarıldı.

“Hayır değil, ama merak ediyorum. Üstelik çocuk odasını ona göre hazırlamalıyız… Şimdi her şeyi mavi yaparız sonra kız olur bir daha uğraştırır o yüzden. Yoksa ikimizin olduğu sürece cinsiyeti önemli değil…” diyerek dudaklarını saçlarıma dokundurdu Brandon. Gülümseyerek onun kollarına sokuldum.

Restorana girdiğimizde cam kenarı masalardan birine oturduk. Brandon benim için spagetti söylerken kendi için rosto söyledi. Dirseğimi masaya koydum ve başımı da elime yasladım. Hafif bir esnemeden sonra Brandon’a baktım.

“Uykun mu geldi?” diye sordu Brandon gülümseyerek.

“Evet, biraz… Çok az uyudum biliyorsun…” diye mırıldandım imalı bir şekilde gülümseyerek.

Sözlerime karşılık Brandon’ın dudakları tek taraflı kıvrıldı ama sonra iç çekere, “Bundan sonra seni geceleri rahat bıraksam iyi olacak sanırım,” dedi.

“Bundan şikayet ettim mi?”

“Hamilelik hormonların seni kontrol altına alıyor ve şikayet etmene fırsat vermiyor Ashley. Yoksa eminim ederdin.”

Sitemkar bir şekilde kaşlarımı çatarak baktım. “Şimdiye kadar kaç kere ettim Brandon?” Sözlerime daha devam edecektim ama yemeklerimiz gelince susmak zorunda kaldım.
Ben meyve suyu alırken Brandon bir kadeh şarap aldı. Dudaklarımı büzerek şaraba baktım. Brandon’ın katı kuralları vardı yiyeceklerim ve içeceklerim için. Hep benim için ve bebeğimiz için yararlı olduğunu düşündüğü şeyleri yememe izin veriyordu. Onun haricinde hiçbir şeyi yiyemiyordum. Canım hamburger çekse bile bunun için yalvarmam gerekiyordu ki işe yarıyordu yalvarmam yoksa yedirmeyeceğinden emindim.

“Etmene fırsat vermiyordum. Seni çok yormadan bırakıyordum.” Onun sözlerine gözlerimi kısarak baktım.

“Bakalım bundan sonra bana dokunamayınca da böyle konuşabilecek misiniz Bay Veldone?”

Çapkın gülüş dudaklarında belirip de bakışları kendinden emin bir şekilde beni süzerken, “Eminim fikrini değiştirebilirim,” dedi. Ona karşılık bende ofladıktan sonra makarnamı yemek için çatalımı elime aldım.

Makarnanın tadı ayrı bir tatlı gelmişti. Karnımın doyduğunu hissetmeme rağmen tabağımı bitirdim. Brandon’da yemeğini yedikten sonra restorandan çıktık. Ben arabaya yöneldiğim sırada Brandon beni çevirdi ve yolun karşısına geçtik. Oradaki birkaç bebek giyim mağazası vardı. Bunu fark edince gülümseyerek Brandon’a baktım. O da gülümsüyordu. Kolunu omzuma attı bende bir kolumu onun beline doladım. Aslında bu şekilde biraz garip oluyorduk. Brandon’ın göz kamaştıran yakışıklılığına karşılık benim kocaman karnımla ve üzerimdeki salaş bir elbiseyle Brandon’ın yanına kesinlikle yakışmıyordum. Bu düşünceyle iç çektim. Bunun üzerine Brandon’ın bakışları beni buldu. Kaşlarını kaldırıp sorarcasına baktığında gülümseyerek başımı başka yere çevirdim.

Mağazalardan birine girince Brandon’ın gülümsemesi sırıtmaya döndü. Ne zaman bebeğimiz için bir şeyler almaya kalksak aynı şekilde sırıtıyordu. Bunun onun için çok büyük bir şey olduğunu ilk yaptığımız alışverişte anlamıştım. Ayrı bir heyecan içine giriyordu.

Mağazadan çıktığımız birkaç parça eşya almıştı. Yeşil ve krem rengi tulumlar, zıbınlar, beyaz üzeri ayıcıklı iki çift pijama takımı… Brandon’ı hiçbir zaman bu alışverişlerde durduramıyordum. Evde kaç tane pijama takımı vardı hatırlamıyordum bile. Neredeyse her hafta dört takım eşya alıp geliyordu. Onun heyecanını anlıyordum ama bazen de bana hiç fırsat bırakmadığı içinde kızıyordum…

Eve geldiğimizde kendimi çok yorgun hissediyordum. Ben odamıza girerken Brandon’da elindeki poşetlerle odamızın hemen yanında bulunan çocuk odası yaptığımız odaya girdi. Kıyafetleri poşetten çıkarıp güzelce aldığımız beşiğin üzerine koyacağından emindim, hep öyle yapıyordu.

Odaya girince üzerimdekileri çıkardım ve iç çamaşırlarımla banyoya girdim. Sıcak bir banyo yaptım. Her ne kadar sonbaharda olsak da bugün hava yazmış gibi sıcaktı, ama garip bir şekilde titremiştim eve girince. Sıcak banyo beni daha da rahatlattı. Üzerime bornozumu giyip odaya girdim. Brandon’da odaya gelmiş, üzerini değiştiriyordu. Gülümseyerek bana baktı.

“George ile konuştum yarın gideriz. Sen dinlen biraz,” dedi anlayışı bir ses tonu kullanarak. Bugünden çiftlik evine gidecek, onların oradaki evinde hafta sonunu geçirecektik. Anlaşılan Brandon planda küçük değişiklikler yapmıştı.

“Aslında, ben iyiydim. Gidebilirdik…” diye mırıldandım. Üzerime yeni aldığım eşofman takımlarından birini giyerken.

Yanıma yanaşıp dudaklarını alnıma değdirirken, “Eğer gidersek geç saatlere kadar oturacaksın, üstelik bunun yanına birkaç saatlik bir yol yorgunluğu da eklenecek. Bu gece dinlen yarın sabah yola çıkarız,” dedi.

Başımı sallayıp onaylarken o odadan çıktı, ben de üzerimi giyindikten sonra, saçlarımın suyunu aldım havluyla ve daha fazla uğraşmayarak odadan çıkıp aşağıya indim. Brandon’da mutfaktan çıkıyordu. Elinde kahve fincanı vardı, yeni yapmış olmalıydı sıcaklığından dumanları hala çıkıyordu. Göz kırparak salona girdi bende peşinden gittim. Üçlü koltuğa oturarak kumandayı eline aldı. Koltuğun köşesindeki küçük yastığı da bacaklarının üzerine koydu. Gülümseyerek yanına gittim ve başımı yastığın üzerine koyarak koltuğa uzandım. Ama yastık çok yüksek olunca rahatsız oldum ve yastığı aldım ve koltuğun kenarına koydum. Brandon’ın eli saçlarımda dolanırken diğer elinde tuttuğu kahveyi yudumlayarak televizyonu izliyordu.

Gözlerim kapanmaya başlarken ve bir yandan da esnerken, “Sevgilim biraz daha saçlarımla oynarsan uyuyakalacağım…” diye mırıldandım. Brandon gülümseyerek bana baktı ardından televizyondan gelen sesle tekrar televizyona döndüğünde oflayarak konuştu.

“Ashley… Senin yüzünden golü kaçırdım!”

“Benim yüzümden mi? Brandon yapma ama aynı golü kaç sefer gösterecekler, o da yetmiyormuş gibi spor yorumlarında da, programlarında da gösteriyorlar. Kaçırmak çok önemli değil, anlayacağın. Ben yatıyorum. İyi geceler,” diyerek yerimden doğruldum ki karnımda bir hareketlenme hissettim. Gülümseyerek elimi karnıma koydum. Ne zaman Brandon ile hafif, tatlı atışmalar yaşasam bebeğim babasının tarafında çıkıp tekmeliyordu. Brandon’da bunu fark etmiş olmalı ki elini elimin yanına koydu.

“Gördün mü bebeğimiz de benim tarafımda,” dedi gülerek. Sesinden keyiflendiği belli oluyordu. Gözlerimi kısarak ona baktığımda gülmesi daha da arttı. Yanına biraz yaklaşarak başımı omzuna koydum. Dudaklarını alnıma dayayarak öptü.

“Ben yatıyorum,” diyerek iç çektim ve yerimden kalktım.

“Maç bitsin bende yatarım. İyi geceler sevgilim.”

Odadan çıkıp yatak odasına doğru ilerledim. Hala bir elim karnımdaydı.

Odaya girince eşofmanlarımı çıkarıp geceliğimi giyindim ve yatağa girdim. Üzerimi örttükten sonra yan dönerek yattım. Bir elimi karnıma koyarken bir elimi de yastığımın altından başıma koydum. Gözlerim kendiliğinden kapandı.


Gece bir ara için boynunda bir serin hissettiğimde gözlerimi araladım. Arkamdan belime sarılan bir elle yerimde kıpırdandım.

“Benim bir tanem, uyumana devam et,” diye Brandon’ın mırıltısını üzerine gözlerimi tekrar kapattım. Onun arkamdan sarılıp elini karnıma koyduğunu, ardından beni kendine çektiğini hissettim. İç çekişini sırtımda hissedince yerimde kıpırdandım ve biraz yana dönerek Brandon’a baktım.

“Nasıl olurda 5 aylık bir bebeğin cinsiyeti belli olmaz?” Bütün gün tekrar ettiği o cümleyi tekrar söyleyince, kıkırdamama engel olamadım.“

“Anlaşılan küçük çıkıntısını bize göstermek istememiş. Belki utanmıştır.”

“Umarım o küçük çıkıntısı olmaz. Nedense kızım olmasını istiyorum.” Hafif kaşlarımı çatarak gözlerimi açtım ve Brandon’a baktım.

“Neden?”

“Erkek babası olmak için daha fazla çalışırız. Hem sana benzeyen bir kız çocuğuna sahip olmak istedim. Gerçi oğlumuz olsa da kız için çalışırdık,” dedi gülerek bunun üzerine bende güldüm ve Brandon’a karnımın el verdiğinde sokuldum.

“Kalabalık bir aileye bakmak zorunda kalacaksın o zaman.”

“İnan ki hep bunun hayalini kurdum. Tek çocuktum her ne kadar kuzenlerim her daim yanımda olsalar da kendi kardeşlerimin olmasını isterdim. En azından ailemi kaybettiğimde onlara sığınarak kendimi yalnız hissetmezdim.”

“Ne demek istediğini çok iyi anlıyorum.” Sonucunda bende tek çocuktum ve benim sığınabileceğim bir akrabam yoktu da… Brandon bu konuda benden daha şanslıydı.

“O yüzden kalabalık bir aileye sahip olacağız.”

Yatak sohbetimizi bitirirken ikimizde derin uykularımıza dalmak üzereydik. Ben Brandon’a fazla sokulamazken Brandon bana sarılarak beni kendine çekme çabası her akşam yaşadığımız bir olaydı. Karnım büyümeye başladığından beri Brandon’a sokulup başımı göğsüne dayayıp vücut hatlarımda onun erkeksi hatlarını hissederek uyuyamıyordum. Bunu şimdiden özlemeye başlamıştım ve daha dört ay bu özlemi çekmek zorundaydım.

“Ne?” diye Brandon’ın bağıran sesiyle yerimde sıçradım. Gözlerimi açarak odada göz gezdirdim. Brandon odanın içinde dolanıyor elinde telefon konuşuyordu.

“Brandon? Ne oldu?” diye fısıldadım. Beni duymuş olmalı ki bakışları beni buldu. Yatağın kenarına geldi ve oturdu. Boştaki eliyle saçlarımı okşadı bende tekrardan yatağa yatarak ona baktım.

“Tamam, Charles sakin ol! Bana bağırma… Tamam, geliyorum hemen.”

Brandon telefonu kapattığında, “Problem ne?” diye sordum.

“Lisa’nin doğum zamanı gelmiş…” dediğinde gülümsemesi yüzüne yayıldı.

“Ama erkendi… Henüz bir ayı var.”

“Sakin sevgilim… Benim de hastaneye gitmem gerek. Charles çıldırmış gibi,” diyerek yatağın kenarından kalktı ve dolabın başına geçti.

“Bende geliyorum,” diyerek yataktan çıktım. Yatağın kenarındaki düğmeyle lambayı yaktım.

“Saçmalama bu halinle gelmiyorsun. Geceyi hastane köşelerinde geçirmene izin veremem. Hem sen dinlenmelisin.”

“Brandon, şimdi sen saçmaladın. Kalmıyorum burada. Merak ediyorum, en azında orada bir köşede otururum ama neler olduğunu bilirim. Senden saatler sonra telefon almak istemiyorum. Zaten evde olsam uyuyamayacağım da…”

“Of… Ashley… Kendini hiç düşünmüyorsun.”

Brandon’ın itirazlarını dinlemeyerek üzerime kalın bir tişört altıma da rahat olayım diye kalın bir eşofman giydim. Üzerime kalın bir hırka alacaktım ki Brandon’ın bakışlarını görünce ince montumu aldım üzerime. Saçlarımı da toplattım ve Brandon’la beraber aşağıya indim. Brandon arabanın anahtarını almak için salona girerken bende hızla mutfağa gittim küçük bir ekmek parçası alarak ağzıma attım. Lambayı söndürüp mutfaktan çıktığımda Brandon kapıda durmuş beni bekliyordu. Hızla spor ayakkabılarımı giyindim ve evden çıktık.

Arabaya bindiğimizde yeni yeni farkına varıyordum. Brandon garip bir heyecan içindeydi. Hep derin derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Acaba ben doğum yapacak olsam ne olurdu.

Hastaneye geldiğimizde Brandon hızla otoparka arabayı park etti ve arabadan indik. Yanında ben olmasan sanırım koşardı içeriye doğru ama benim ağır yürüyüşümden dolayı sabırsızca yanımda yürüyordu. Sakinleşmesini sağlayabilmek için elini tuttum ve ona biraz sokuldum.

“İyi misin?” diye sordu birden endişe ile.

“Evet, iyiyim ama sende biraz sakinleşmelisin. Charles zaten yeterince heyecanlıdır bir de seni böyle görürse… Sakin ol tamam mı?”

Derin bir nefes alıp başını salladığında beraber içeriye girdik. İlk gördüğümüz kişi Lucy oldu. Gülümseyerek gelip Brandon’a sarıldı. Ardından bana baktı ve sarıldı. Diğerlerinin yanına giderken Lisa’nin gece birden başlayan sancılarından ve doğuma girişine kadar her şeyi anlattı. Ne kadar heyecanlı olduğu sesinden belliydi ki yerinde de duramıyordu.

“Ahh… Ashley sen gelmeseydin. Bu halinle buralarda olmamalısın,” dedi Betie endişeli gözlerle bana bakarken kınayıcı bir şekilde de Brandon’a bakıyordu.

“Hiç bana bakma Betie. Laf dinletemedim. Bazen çok inatçı olabiliyor.”

Brandon’ın sözlerinden sonra iç çekerek onun yanından ayrıldım o da Betie’yle konuşmaya başladı. Charles köşedeki sandalyelerden birinde oturuyordu. Dirseklerini dizlerine koymuş başını da ellerinin arasına almıştı. Yanına gittim oturdum ve elimi sırtına koydum. Başını kaldırıp bana baktığında yüzünde heyecanın yerine korkuyu gördüm. Saf bir korku… Kaybetme korkusu…

Onu sakinleştirmek için hafifçe gülümseyerek elimi sırtına koydum.“Her şey yolunda merak etme.”
 
“İçimden bir ses öyle demiyor. Sanki ikisinden birine bir şey olacakmış gibi… Lisa’dan önceki doğumda bir kadının çığlık attığını duydum ama Lisa’dan ses çıkmıyor bile… Korkuyorum… Her şeyden önce Lisa’yi kaybetmekten korkuyorum…” diye fısıldarcasına konuşunca Charles, içgüdüsel olarak sarıldım.

Ne kadar bekledik bilmiyorum, ama sanki zaman geçmek bilmiyor gibiydi. Charles bir ara yerinden kalkıp koridorda dolandı. Brandon, onun huzursuzluğunu fark etmiş olacak ki onun yanına gidip bir şeyler söyledi. Charles sadece başını sallamakla yetindi. Ama Brandon’ın onu yalnız bırakmadığını gördüm. Derin bir nefes alarak her şeyin yolunda olması için Tanrı’ya dura ettim. Başımı sandalyede arkaya atarak duvara yasladım.

“Ashley sevgilim?” Sesiyle gözlerimi açtığımda Brandon’ın hafif bir tebessüm ile bana baktığını gördüm.

“Üzgünüm, sadece bir an için uyuyakalmışım,” diye mırıldandım sandalyede biraz dik oturmaya çalışarak.

“İstersen gidelim sevgilim. Lisa çıktı doğumdan, ikisinin de durumu iyi. Sadece sezaryen olduğu için Lisa kendinden değil şuanda. Bizde eve gidelim yapabileceğimiz bir şey yok sende biraz dinlenirsin.”

“Tamam, peki bebek?” diyerek sustum Brandon’ın neyi kastettiğimi anlayacağına emindim.

“Erkek… Bir oğulları oldu.”

Brandon’a gülümserken koridorda sadece Lucy, George ve Alex’ın olduğunu fark ettim. Onlarda gülümseyerek bize bakıyordu. Alex, Lucy’i eve bırakacak oradan da şirkete gidecekti, George ise direk holdinge gidecekti. Bende yerimden kalkarak Brandon’ın koluna girdim. Daha doğrusu Brandon kolunu omzuma atarken bende ona sokuldum.

Eve geldiğimizde ben esneyerek yukarıya odaya çıkarken Brandon mutfağa girdi. Üzerimdekileri çıkarıp geceliğimi giyindim ve yatağa uzandım. Üzerimi de örterek gözlerimi kapadım, Brandon’ın gelmesini, bana sarılmasını bekliyordum. Ama alnımda hissettiğim dudaklarla gözlerimi açtım.

“Sen uyu. Ben işe gideceğim. Charles gelmez artık birkaç gün, işi boş bırakmamak lazım.”

“Ama hiç uyumadın?” diyerek itiraz edecek oldum ki Brandon beni susturdu.

“Ben iyiyim. Merak etme. Sen uyu, dinlen. Akşam gelince beraber Lisa’yi ziyarete gideriz. Hem küçük yeğenimi de görürüm.”

Brandon üzerini giyinirken bende gözlerimi kapatarak uyumaya çalıştım. Brandonsız bu yatakta uyumak zor oluyordu genelde ama bu bugünlük için geçerli sayılmayacaktı sanırım. Çünkü inanılmaz derece de uykum vardı…



~ 2 AY SONRA


Saat akşam on bire geliyordu ve henüz Brandon gelmemişti. Geç kalacağını toplantısı olduğunu söylemişti ama şimdiye kadar hiç bu kadar gecikmemişti. İşin kötü tarafı arıyordum ama telefonuna da ulaşamıyordum. Odası da cevap vermiyordu. Garip bir huzursuzlukla ayağa kalktım ve salonun camına giderek aşağıya yola bakmaya başladım. İç çektim, Brandon’ın son bir haftadır geç gelmeleri beni endişelendirmeye başlamıştı. Tanıştığımızdan beri rahat bir çalışma ortamındaydı ama şimdi bu gece toplantıları onun çok fazla yorulmasına yol açıyordu ve bu beni endişelendiriyordu. Korkuyordum, hasta olacak, bir şey olacak diye. Birden çalan telefonumun sesiyle yerimde sıçradım ve hızlı adımlarla sehpanın üzerinden telefonumu aldım. Televizyonun sesini kısarken aynı zamanda arayan kişiye bakıyordum. Charles… Bir şey mi olmuştu?

“Charles? Bir problem mi var? Brandon iyi mi?” dediğimde sesimdeki korkuyu, endişeyi karşı tarafın anladığından emindim. Kalbimin hiç olmadığı kadar hızlı attığını hissediyordum. Gözlerimde dolmaya başladı birden.

Charles konuştuğunda sesinde yumuşak ve sakinleştirici bir tını vardı. Rahat bir nefes alırken koltuğa oturdum.  “Sakin ol Ashley. Bir şey olduğu yok. On dakika önce toplantı bitti ve Brandon çıktı. Şarjı bitmişti ona ulaşamadığım için seni aradım. Benim bazı dosyalarım ondaydı, proje hakkında onları yarın unutmasın getirsin diyecektim. Brandon’a söylersin değil mi?”

“Tamam, söylerim. Yarın sabah yine erken saatte mi toplantınız var?”

“Hayır, yok. Genel toplantı bu akşam sondu. Belki yarın akşama bir şeyler çıkabilir ama o da net olarak yarın belli olur. Gerçi Brandon’ın programını bilmiyorum. Onun için bir şey diyemem.”

“Peki, görüşürüz Charles. Ben, Brandon eve geldiğinde söyleyeceğim kendisine. Sabah da hatırlatırım.”

“Teşekkürler Ashley. Görüşürüz iyi geceler. Yeğenime iyi bakın!”

 “Sende ufak Derek’i benim yerime öpün. Özledim onu.” Ufak Derek’in yüzü gülüşleri aklıma gelinde gülümsedim.

“Merak etme senin yerine sulu sulu öperim.”

Charles ve Lisa’nin oğlu Derek o kadar tatlı bir bebekti ki sanki oyuncak bebek gibiydi. Tombul yanakları, Charles gibi gülünce çıkan gamzeleri ve minicik burnu ile o kadar tatlıydı ki insanın içi hemen kaynıyordu. Kimsenin kucağında yabancılık çekmeyip, sempatik bir şekilde kendini sevdirmesi onu daha da şirin yapıyordu. O boncuk gibi mavi gözleri ile insanın gözlerinin içine bakışı insanda gülümseme isteği uyandırıyordu. Derek’i düşünmek kendi bebeğime karşı özlemle doldurmuştu beni. Brandon’ı bile Derek’in yanında görmek çok hoş bir his yaratıyordu içimde. Çok iyi bir baba olacağı Derek’e karşı olan ilgisi ve sevgisinden belliydi. Sanki o da bebeğine olan özlemi Derek’le gideriyor gibiydi. Ellerimi karnıma koyarak iç çektim.

“Son iki ay bebeğim sonra bizde seni kucağımıza alacağız,” diye mırıldandım karnıma doğru.

Hamileliğimin yedinci ayında olmam, içimde heyecan ve özlem oluşturmuştu ama onlarla eşit ölçüde endişede oluşturuyordu. Sanırım birazda korku… Lisa ile doğum hakkında konuşunca ister istemez korku oluşuyordu içimde. Her ne kadar doğumdan sonra Derek’i kucağına aldığında her şeyi unuttuğunu söylese de… ama onun doğumunun zor olduğunun da farkındaydım yine de bu korkuları atamıyordum içimden.

Duyduğum kapı sesi üzerine elim karnımda yerimden kalktım. Salonun kapısına geldiğimde kapı eşiğine dayanıp gülümseyerek açık kapıyı kapatıp ayakkabılarını çıkarmaya çalışan, kravatını çıkarmış ve ceketinin cebine tıkıştırmış, saçları dağılmış, paltosu elinde olan kocama baktım. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra paltosunu askılığa astı ve başını çevirip bana baktı. Gözlerinden uyku akıyor gibiydi ve sanki gözaltları da morarmıştı. Bunları görünce dudaklarımdaki gülümsemenin solduğunu fark ettim.

Brandon laptop çantasını yere bıraktı ve ceketini de onun üzerine koydu ardından yanıma gelerek bana sarıldı. Her akşam eve geldiğinde yaptığı gibi parmağını çenemin altına koydu ve başımı kaldırdı ardından dudaklarıma öpücük kondurdu. Benden biraz uzaklaşınca elini karnıma koyup okşadı.

“Kızım nasılsın? Babayı özledin mi?” diye mırıldandı karnıma doğru. Ardından başını kaldırıp bana baktı ve konuşmasını devam ettirdi. “Ben bir duş alıp geliyorum sevgilim.”
“Aç mısın? Bir şeyler hazırlayayım mı?” diye mırıldandım yerden ceketini alırken.

“Hayır aç değilim. Charles’la atıştırdım.”

“Bu arada Charles aradı. Bazı dosyaları sendeymiş onları yarın unutmayacakmışsın.”

“Fark ettim. Benimkilerin arasına karışmış. Diğerlerinin yanında götürürüm yarın.”

“Peki. İstersen yatalım. Yorgun görünüyorsun.” Gülümseyerek kolunu kaldırıp omzuma koydu ve beni kendine çekti. Ardından alnıma dudaklarını bastırarak öptü.

“Tamam, yatalım. Ama önce duş almam gerek. Hava inanılmaz soğuk.”

Brandon’la beraber yukarıya odamıza çıktık. Ben yatak örtüsünü açarken Brandon banyoya girdi. Yatağı açtıktan sonra üzerimdekileri çıkardım ve geceliğimi giyindim. Saçımdaki tokayı çıkarırken Brandon banyodan çıktı ve gülümseyerek göz kırptı. Aynadan Brandon’ın giyinişini izledim. Son zamanlarda çok çalışmasından dolayı biraz kilo vermiş gibi göründü birden. Kaşlarımı çattım istemsiz. İç çekerek yerimden kalktım ve yatağa gittim. Ben yattıktan birkaç dakika sonra Brandon’a girdi yatağa. Her ne kadar banyodan yeni çıkmış olsa da ayakları buz gibiydi. Ona biraz sokularak ayaklarını ayaklarımla ısıtmaya çalıştım. Çabamı anlamış olacak ki bana arkamdan sarılarak ayaklarını ayaklarıma doladı. Hafiften ürperdiğini hissettim. Başımı çevirip baktığımda yanağımdan öptü ve arkamdan omzuma başını dayayarak gözlerini kapattı. Elimi kaldırarak ıslak saçlarında ellerimi gezdirdim, ardından yeni çıkmaya başlayan sakallarında dolaştırdım ellerimi; sonra geri çekilerek başımı çevirip gözlerimi yumdum uyuyabilmek için.

Hafif bir inleme sesiyle gözlerimi araladım. Başımı çevirip Brandon’a baktığımda sırt üstü yatmış ve alnında gece lambasından parıldayan birkaç damla ter gördüm. İçerisi terlenecek kadar sıcak değildi. Endişelenerek yatakta doğruldum ve elimi Brandon’ın alnına koydum. Ateşi vardı. Oldukça yüksekti. Bir anda ne yapacağımı bilemedim bir süre öyle kaldım. Sonra üzerindeki örtüyü açtım ve yataktan kalkarak banyoya gittim. Bir bezi soğuk suyla ıslattım ve Brandon’ın yanına giderek alnına koydum. O sırada Charles’ı aramak geldi aklıma. Yardım edebilirdi. Telefonum aşağıda olduğu için hızlı bir şekilde odadan çıktım ve salona gittim. Telefonu elime aldım ki Charles’ı aramaktan vazgeçtim. Küçük oğullarının gece uykusu henüz düzene girmemişti, hatta bazen geceleri tekrar uyuması için arabayla şehir turu attıklarından bile bahsetmişti şimdi onu aramak doğru gelmedi birden. Bu saatlerde ya onunla ilgileniyorlardı ya da Derek’in uyumasını fırsat bilip biraz uyuyacaklardı. Ama bir şekilde birinden yardım almalıydım. George Rosewood. Babası gibiydi. Bana yardımcı olabilirdi. Hızla numarasını çevirdi. İlk çalışta açan olmadı bir daha şansımı denedim, ikinci çalışımda açtı bu sefer.

“Alo?” diye karşıdan gelen ses uykulu olmanın yanında endişeli gibiydi de. Normalde bu saatte iyi haber için aranmazdı insan tabi ki…

“George… Benim Ashley. Ben… şey… Brandon iyi değil… Ateşi var ve ne yapacağımı bilemedim. Gelebilir misin?” diye mırıldandım. Her ne kadar onunla her şey iyi olsa da üzerimde ona karşı atamadığım bir çekingenlik vardı.

“Tabi… Hemen geliyorum.”

Yukarıya odaya çıktım ve temiz atlet aldım ve yatağa yaklaşıp Brandon uyandırmadan kaldırmayı denedim. Ama buna gücüm yetmedi. Yatağın kenarına oturdum ve yavaşça pijamasının ön düğmelerini açtım. Eli ellerimi buldu. Avuç içleri bile yanıyordu. Nasıl üşütmüştü bu kadar.

“Ashley, sevgilim şimdi olmaz… Bu akşam uyuyalım sadece,” diye mırıldandı ve yatakta yan döndü. Alnındaki bez yastığa düşünce Brandon’ın üzerinden eğilip bezi aldım ve komidinin üzerine koydum. Elimi Brandon’ın alnına oradan saçlarına değdirdiğimde Brandon’ın iç çektiğini duydum.
“Sevgilim, biraz bana yardımcı ol ve yatakta doğrulmaya çalış.” Sözlerimden sonra gözlerini açtı ve bana baktı. İç çekerek doğrulmaya çalıştı, ama gözlerini açamıyor gibiydi. Hafif kaşlarını çatarak bana baktı.

“Ne oldu?” dediğinde sesi çatallı ve boğuk çıkmıştı. Fısıldarcasına konuşmuştu sanki. Duymakta zorlanmıştı. Sanırım sesi de kısılmıştı.

“Çok terlemişsin. Üzerini değiştirelim ondan sonra yat yine,”  diye mırıldandım endişeli bakışlarım arasında Brandon’a gülümsemeye çalışarak. Bir yandan da ellerimi Brandon’ın omzuna götürüp pijamasının üstünü çıkarmaya çalışıyordum. Brandon’ın yardımı ile pijamasını ve atletini çıkardım. Yerinde biraz daha doğruldu ve temiz atleti üzerine giydirmeme yardım etti. Başını omzuma koyarak kollarını belime doladı. Bedeninin sıcaklığı ile ürperdim birden. Ateşi çok fazla yükselmiş olmalıydı. Başını yan çevirip dudakları boynuma gelecek şekilde omzuma yerleştirdiğinde elimi saçlarının arasına daldırdım ve başımı çevirip alnına öpücük bıraktım.

“Doktora gitmeliyiz Brandon. Ateşin çok yüksek.”

“Sadece yorgunum. Bir şeyim yok… Merak etme.” Belimdeki kollarını çözerek yatağa yattı. Yan döndü ve yorganı boynuna kadar çekti. İç çektim ve saate baktım. Sabaha karşı dört… Hastaneye gitmemiz iyi olurdu aslında… Belki George, Brandon’ı bu konuda ikna edebilirdi.

Brandon’ın yanında oturdum ve arada ateşini kontrol ederek George’un gelmesini bekledim. Sanki ateşi daha da çıkıyor gibi geliyordu ve nefes alışlarında göğsünden hafif hırıltı geliyordu. Acaba ciğerlerini mi üşütmüştü? Ateş yapar mıydı?

On beş dakika sonra kapı çaldığında ben hala yatağın kenarında oturmuş bir elim Brandon’ın anlıda ateşini kontrol ederken bir elimi de karnımda gezdiriyordum. Sanırım stresten olmalı hafif kasılmalarım oluyordu. Henüz doğuma iki ayım vardı ve erken doğum istemiyorum. Her şey normal olsun istiyordum. Zilin ikinci kez çalmasıyla yerimde sıçradım. Ne kadar çabuk dalmıştım böyle. Yatağın kenarından kalktım ve koltuğun kenarında duran sabahlığımı alıp üzerime giyindim. Ardından aşağıya inerek kapıyı açtım. George, Betie ve Lucy gelmişti.

“Nasıl?” diye sordu Betie ilk olarak içeriye girerken. Anneci bir içgüdüyle olmalı sesi oldukça endişeli gibiydi.

“İyi değil. Sanki ateşi biraz daha yükseldi gibi, terliyor da.”

Diğerleri ile beraber yukarıya çıktık ve Betie hemen yatağın kenarına giderek Brandon’ın ateşine bakarak kontrol etti. Bende yatağın kenarına oturdum ve ellerimi karnımın altında birleştirerek Betie ve George’u izledim. Ateşine bakıyor ve Brandon’ı uyandırmak için ona sesleniyorlardı. Lucy yanıma geldi ve elini omzuma koyduğunda başımı kaldırıp ona baktım. Güven verircesine gülümsemesine karşılık iç çektim. Başımı tekrar çevirdiğimde Brandon uyanmış yatakta doğrulmaya çalışıyordu. George koluna girerek yataktan kaldırdı.

“Ashley üzerine kalın bir şeyler versen iyi olur. Hastaneye gitmeliyiz. Ateşi yüksek…” Diye konuşunda George hemen yerimden kalktım ve dolaptan kalın içi tüylü polarını çıkardım. Üzerinde sadece atleti vardı. Onun üzerine giyinmesine yardım ettim ve önünü iliklerken Brandon’ın elini yanağımda hissettim. Başımı kaldırdığımda yorgun gözlerle ve solgun yüzüyle bana bakıyordu.

“Senin gelmene gerek yok. Evde kal…” diye mırıldandı ardından nefes nefes kaldı. Bir şey söylemedim çünkü söylediği hiçbir şeyi dinlemeye niyetim yoktu. Onlarla hastaneye gidecektim. Sonucunda kocamdı değil mi?

George ve Brandon odadan çıktıktan sonra hızla altıma eşofman taktım ve üzerime de kalın tişörtlerimden giyindim. Ardından odadan çıktım. Kapının önüne gelmişler ayakkabılarını giyiyorlardı ben aşağıya indiğimde. Lazım olabilecek eşyaları aldım ve ayakkabılarımı giyindim. Kendi montumu üzerime giyindim ve Brandon’ınkini de yanıma aldım. Evden çıkınca kapıyı kilitleyip diğerlerinin peşine asansöre bindim. Hep beraber asansörle inerken George Brandon’a destek oluyordu diğer kolunda ise Lucy vardı. Ondan uzak duruyor olmak garip bir şekilde canımı acıtmıştı. İç çektiğimde George ile gözlerimiz kesişti.

“Sakin kızım… Bir şey olmayacak. Bu kadar stres yapma hamilesin ve kendine ya da bebeğe zarar vereceksin,” diyerek beni sakinleştirmeye çalıştı ama onunda sesindeki endişe duyuluyordu. Başımı salladım cevap veremedim.

George’un arabasında Brandon’ı arka koltuğa oturturken yanımızda araba durdu başımı çevirip baktığımda Alex’ı gördüm. Lucy haber vermiş olmalıydı ki Betie ile beraber Alex’ın yanına gitti. George, Brandon’ın kapısını kapatınca diğer taraftan dolanıp arka koltuğa oturdum. Betie’de gelip arabaya bindi ve George’da arabaya bindiğinde hareket ettik. Lucy Alex’la arkamızdan geliyordu.

Araba biraz ilerledikten sonra Brandon’a kaydım biraz ve elimi başında ve boynunda gezdirdim. Koltuğun arkasında dayadığı başını bana çevirdi ve gözlerini açarak bana baktı. Gözlerini her ne kadar açmaya çalışsa da yarı kapalı haldeydi. Dudaklarında kıvırmaya çalıştığını fark ettim ama ona bile takati kalmamış gibiydi. Başını kaldırıp omzuma koydu. Bende elimi yanağında ve boynunda dolandırdım. Elimdeki montunu üzerine örttüm üşümesin diye. Halbuki arabanın içi sıcaktı ve Brandon’da yanıyordu ama aynı zamanda titrediğini hissediyordum.

Hastanenin önünde araba durduktan sonra George’un yardımıyla Brandon’ı arabadan indirdik. Benim yanıma Alex geldi ve o gerekli işlemleri yaparken bende yanındaydım. Hamile olduğum için beni hastane mikrobundan uzak tutmaya çalışıyorlardı bu yüzden de gerekli işlemleri yapmak bana kalıyordu.  Alex ile beraber buradaki işi hallettikten sonra derin bir iç çekerek koridorda yürümeye başladık. Artık çok yorulmuştum. Sanırım biraz da psikolojikti. Brandon için duyduğum endişe beni fazlasıyla yormuştu. Alex bunu fark etmiş olacak ki koluma girdi ve beraber yürüdük. Müşahede odasına gelince içeriye girdik. Odada ilerledikten sonra bir perde çekilmiş bir alanda Brandon’ın yatakta yattığını gördüm. Alex’ın kolundan çıkarak Brandon’ın yanına gittim.  Kolunda serum takılıydı. Sorarcasına diğerlerine baktığımda Betie yanıma geldi ve güven verircesine elimi sıktı.

“Ateşini düşürmek için serum taktılar,” diye açıkladı.

“Peki, nesi varmış?” diye mırıldandım fısıltı gibi çıkan sesimle

“Ciğerleri enfeksiyon kapmış. Endişelenme, salgınmış zaten, çok fazla hasta aynı şikâyetten geliyormuş.” Betie anlatmasını bitirdiğinde derin bir nefes alarak yatağın kenarına oturdum ve elimi Brandon’ın alnında gezdirdim.

“Serum bir saate bitermiş ondan sonra tekrar kontrole gelecek doktor ki söylemesine göre ateşi normale düşermiş bu süre zarfında. Kontrol ettikten sonra taburcu edecekler. Sende kalma, bu halinle buralarda kendine eziyet ediyorsun ki bir de sen hastalanırsan bu Brandon’ın kendini suçlu tutmasına sebep olur. Alex seni eve bıraksın. Hatta Lucy’te seninle gelsin. Hadi kızım…” diyerek George geldi yanıma. Başımı salladım gitmek istemediğimi belirtmek amacıyla.

Bir saat boyunca Brandon’ın yanında oturdum ve ara ara ateşini kontrol ettim. Serumun bitmesine yakın ateşi de düşmüştü. Brandon yavaşça gözlerini aralayınca dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Bakışı koluna ardından seruma gidince kaşlarını çattı. Ardından bana baktı. Elini kaldırıp yanağımda gezdirdi. Başımı hafifçe yana eğip yanağımı avucuna bıraktım. Brandon’ın dudaklarında oluşan gülümseme benim içimi biraz daha rahatlatmıştı. Ardından elini çekip yatağın üzerine bıraktı ve gözleri tekrardan kapandı.

Serum tamamen bittikten sonra George hemşireyi çağırdı ve serum çıkarıldıktan sonra birkaç dakika sonra doktor da geldi ve Brandon’ın son kontrolleri de yapıldı. İki antibiyotik ve yanında takviye olarak vitamin hapları verildi ve bir de ateşinin çıkmasına karşılık ateş düşürücü iğne. Alex taburcu olması için evrakları geri verirken bende Brandon’ı uyandırdım. Yerinden kalktığında montunu giyinmesine yardım ettim. Ayakta bile zor duruyordu. Desteksiz yürüyemeyecek kadar halsizdi. Tabi hastalığının yanında vücut yorgunluğuyla direnci tamamen gitmişti. George yürümesine destek olurken Brandon elimi tuttu ve benimde yanında kalmamı sağladı. Arabaya bindiğimizde hava aydınlanmaya başlamıştı.

Eve gittiğimizde diğerleri aşağıda beklerken ben Brandon’ın üzerini değiştirmesine yardımcı oldum. Brandon’da kendini zorlayarak bana pek bir iş bırakmamaya çalışıyordu. Zaten karım baya büyümüştü ve hamileliğimin yanında Brandon’ın hastalığı bana baya ağır gelmişti. Psikolojik olarak kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Brandon’ın yatağa yatmasına yardım ettim ve yorganı beline kadar çektim. Bu süre boyunca sessizce beni izledi. Gülümseyerek elimi alnında gezdirdi bir yandan da ateşini kontrol ediyordum. Ardından eğilip alnında öptüm ve dudaklarımı geri çekerek alnımı alnına dayayıp gözlerimi kapattım.

“Beni çok korkuttun,” diye fısıldadım. Elinin yanağımda hissettiğimde gözlerimi açtım. Dudaklarını dudaklarıma dokundurdu…

“İyisin değil mi?” diye konuştuğunda hala sesi çatallı ve kısık çıkıyordu. Yüzümü yüzünden uzaklaştırdım ve gülümsedim.

“Sen iyi olduğun sürece bende iyiyim.”

“Benim küçük prensesim nasıl?” Sözlerine devam ederken elini karnıma koydu, hala bizi düşünüyor olması hoşuma gitmişti ama şuanda önceliği kendi sağlığı olmalıydı.

“O da iyi…”

Elimi elinin üzerine koydum ve gülümsedim. Ardından yataktan kalktım ve Brandon’ın çıkardıklarını yerden aldım, koltuğun kenarına koydum. Kendi üzerimi de değiştirdim. Sonucunda hastane mikrobu üzerimizde kalmaması en iyisiydi. Üzerime rahat bir şeyler giydikten sonra çıkardıklarımızı kirliye attım. Odaya geri döndüğümde Brandon’ın tekrardan uyumuş olduğunu gördüm. Sessizce odadan ayrıldım ve aşağıya indim. Mutfaktan sesler duyunca direk oraya gittim. Betie ile Lucy kahvaltı hazırlıyorlardı. Bende aralarına girip onlar kahvaltı hazırlarlarken Brandon için çorba yaptım. Hem boğazları biraz yumuşar hem de ilaçlarından önce bir şeyler yerdi.

“Sende bugün çok yoruldun Ashley. Sende biraz dinlenmelisin,” diye Betie’nin sesiyle düşüncelerimi bir kenarda bırakıp ona baktım.

“İyiyim. Yorulmadım pek.”

“Çorba biraz soğurken sende bir şeyler ye. En azından biraz otur Ashley.”

“Peki, bir kaseye koyayım da…”

Dolaptan bir kase alarak Brandon’a çorbayı doldurdum ve tezgahın üzerine bıraktım kaseyi ve arkamı dönüp masaya doğru ilerlerken Alex ile George’da içeriye girdi ve masaya oturdular. Çaylar ve bana meyve suyu konduktan sonra kahvaltımızı yaptık. Pek iştahım olmamasına rağmen zorla birkaç parça bir şeyler yedim ve Brandon’ı uyandırmak ve bir şeyler yemesini sağlamak için izin isteyip masadan kalktım. Tepsiye biraz ekmek, çorbasını ve su koydum. İlaçları da yanıma alıp yukarıya çıktım. Odaya girince tepsiyi komidinin üzerine bıraktım ve Brandon’a seslendim. İkinci seslenişimde, daha doğrusu alnına düşen saçlarını geriye iterken uyandı. Biraz doğrulmasına yardım ettim ve zorla da olsa boş boş çorbasını içmesini sağladım, ardından ilaçlarını verdim. Brandon tekrardan yatarken bende odadan çıktım. Aşağıya indiğimde Lucy mutfağı toparlamış ve bulaşıkları makineye yerleştirmişti.

“Biz artık gidelim. Bir şeye ihtiyacınız olursa aramayı unutma Ashley,” diyerek konuştu George. Gülümseyerek başımı salladım. Ayakkabılarını giyinip giderlerken birden Charles’ın bahsettiği dosyalar geldi aklıma arkada kalan Alex’dı ve ona seslendim.

“Alex? Dün Charles bazı dosyalarını Brandon’da unutmuş rica etsem onları verir misin?”

“Tabi ki…” diyerek içeriye hamle yaptı.

“Hangileri bilmiyorum. Brandon’ın çantası burada bir baksan…”

Çantayı açıp içindeki dosyalara kısaca göz gezdirdikten sonra birkaç dosyayı ayırdı daha sonra da çantayı bana uzattı ve gülümseyerek aldım ve yerine bıraktım çantayı.

“Görüşürüz. Diğerleri yeni proje için çok yoğunlar ama ben o kadar yoğun değilim. Aramaktan çekinirsen beni ara…”

“Teşekkürler Alex.”

Onlar gittikten sonra tekrar yukarıya çıktım ve Brandon’a baktım. Yan dönmüş uyuyordu. Alnında birkaç damla ter vardı. Çekmeceden iç çamaşırı aldım ve Brandon’ı uyandırarak üzerini değiştirmesini sağladım. O tekrardan yatarken bende biraz yanına uzandım. Gözümü bile kırpmadan yanımda yatan adama bakıyordum. Gece oldukça endişelendirmişti beni. Şimdi de çok iyi değildi ama düzeleceğini bilmek kendimi iyi hissettirmişti.


~~~~~~*~~~~~~

6 yorum :

  1. gene cicim aylı bi bölüm olmuş incicim ama merak ettiğim bişe var bu tehtit tel notları asyley vuranlar hala aydınlanmadı merak içerisindeyim bu aşk dolu bölümler çok hoşuma gidiyor arası ayrı ama bir an önce hikayede ekşın olmazsa kocamda brandonu arıcam diye korkuyorum açıkcası cnm neyse sana uğurkan erez yorumu yapıcam şimdi cnm muhteşem olmuş kardeşimmmmmmmmmm gerçi brandonun hastalığı beni çok üzdü ama biran önce iyileşir diye umuyorum 27 bölümde görüşmek üzere tatlım mucuk byyy :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ekşın olayları gelecek bölümlerde açıklanacak, bir süre bu şekilde aşık Brandon ve hata yapan Brandon okuyacağız :) Yakında birazıcık acızık bir hareket olacak ama ekşın yönünde değil :)

      Teşekkür ederim yorumun için :)

      Sil
  2. Hasta hasta bize bölüm göndermissin. cok tesekkürler. güzel bir bölümdü. Bölüm o kadar sakin ki benim yorumlarda sakin oluyor haliyle :)Hasretle heyecanli bölümler bekliyorum.
    Ellerine,yüregine,kalemine saglik

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu bölümler çok sakin oldu biraz hareket ve acıtasyon gelecek bölümde :D
      Teşekkürler yorum için :)

      Sil
  3. Merhaba incimmmm bil bakalim ben kimim :) siradan bir hayat ozlemisim senin hikayelerini kalemini yazilarini. Beni belki tanimadin princo_giz ;) senin yazilarinla tekrar bulusmak cok guzel yeni bolumu sabirsizlikla bekliyorum. Eline yuregine kalemine saglik tatlim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amanın Gizemcan, seni burada görmek müthiş bir duydu :D teşekkürler canım :*

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın