28 Aralık 2012 Cuma

4 Aimee Carter - Tanrıçanın Savaşı


Tanrıça serisinin ikinci kitabı... Genelde serilerde ilk kitaplar hep daha iyi olur... en azından çoğu seride öyledir ancak bu seride ben ikinci kitabı daha çok sevdim. Sanırım bitmek bilmeyen olaylarından ve heyecanlı satırlarından olsa gerek... İlk kitabı zaten beğenerek okumuştum ama bu kitabın her satırından ayrı bir haz ve zevk aldım. Kesinlikle bayıldım..

James'in tavırları sinir bozucu boyutlara  ulaşıyor bazen. Cidden amacın ne senin ya kız Henry'i seviyor defol git diyesim geldi. Henry'nin duygularını göstermeyen bir kişilik olması ve Kate ile aralarındaki uçurumların her geçen biraz daha açılması gerçekten çok üzücüydü. Ama yine de olayların ya da ikisi arasındaki olayların tatlıya bağlanması hoşuma gitti. Hele Henry'nin kıkırdadığını yazdığı satırı birkaç kez okudum. Hades... Ölüler Diyarı'nın tanrısı kıkırdıyor... Gerçekten inanılmaz ve gülümsetici bir ayrıntıydı. Eeee aşk insanı bu hallere sokuyor işte.

Persephone'un tavırlarına sinir oldum... açıkçası ben Kate'in yerinde olsam o kadar anlayışlı davranıp kız kardeşim demezdim muhtemelen hele ki Henry ile aralarında olanlardan sonra...

Kronos... Kronos... Bütün kitabın en heyecan verici detayıydı hatta olayıydı. Kate'e davranışları falan gerçekten üçüncü kitapta nelerle karşılaşacağımızı daha da merak ettirdi.

Kitap içeriğine giren bir yorum yapmak istemediğimden çok fazla detaya giremiyorum ama şunu söyleyebilirim ki her satırı gerçekten zevkle okunuyordu ve kitabı elinizden bırakmak mümkün olmuyordu. Bu yüzden bu seriyi şiddetle tavsiye ederim. Özellikle sonunda bitiş kısmındaki olay ise 3. kitap keşke çıkmış olsaydı dedirtiyor. Heyecanla bekleyeceğim 3. kitabı.

Fantastik aşk sevenlere ve biraz da Yunan Mitolojisine ilgi duyanlara şiddetle tavsiye ederim bu seriyi kaçırmayın okuyun. 

Tanrıça Üçlemesinin kitapları:
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum: 
Kate Winters ölümsüzlüğü hak etti. 
Ama hayatını Ölüler Diyarı'nda, Henry ile birlikte geçirmek istiyorsa bunun uğruna savaşması gerekecek. 
Bütün olanlar içerisinde, ölümsüzlüğü kazanmak en kolayı olmuştu. Kate, artık Ölüler Diyarı Kraliçesi olarak taç giymek üzere olmasına rağmen, kendisini her zamankinden çok daha yalnız hissetmektedir. Ölüler Diyarı'nın hükümdarı olan Henry'ye karşı duyduğu sevgi günden güne büyürken, Henry ona karşı gittikçe mesafeli ve gizemli davranmaya başlamıştır. Kate'in taç giyme töreninin tam ortasında, evrende kendisini öldürebilecek kadar güçlü olan tek varlık tarafından alıkonur: Titanların Kralı, Kronos.
Diğer tanrılar her birinin sonunu getirebilecek olan savaşa hazırlanırken Henry'nin Tartarus'dan kurtuluşu yalnızca Kate'in elindedir. Ama Ölüler Diyarı'nın sonsuz mağaraları içinde yolunu bulabilmesi için, geleceğini tehdit eden tek kişiden yardım talep etmelidir. 
Henry'nin ilk karısı, Persephone.

Ya ölümsüzlük ebedi değilse? 
Kate, açıklanamayan olaylara göğüs gererek onlarla başa çıkabilecek bir kahraman. - Publishers Weekly 
Yunan mitlerinden Persephone'nin hikâyesine bu sürükleyici ve çağdaş yaklaşım romantizm, gizem ve merak unsurları yanında çok yönlü ve sempatik bir başkaraktere sahip. - Booklist 
Kesinlikle benzersiz, yenilikçi ve büyüleyici. - bewitchedbookworms.com

23 Aralık 2012 Pazar

1 Deborah Simmons - Büyülü Lord DeBurgh


Deburgh serisinin 4. kitabı Büyülü Lord DeBurgh... Açıkçası serinin 3. kitabı Kalp Hırsızı'ndan sonra bununda biraz yavan olacağını düşünerek ön yargılı yaklaşmıştım. Ki Kalp Hırsızı'nı okurken zaman zaman sıkıldığım olmuştu. Ancak bu kitabı sevdim. Akıcıydı ve konu diğerlerinden daha güzeldi sanki. Stephen'ı zaten merak ediyordum ki bu da merakımı tatmin etmeye yeten bir kitap oldu. Hep alışık olduğumuz savaşçı, kahraman, mükemmel Lord'ların yanında burada kusurlu bir Lord görmek harikaydı. Gerçi Brighid Stephen'ın kardeşlerinin de kusurlarını saydı ama olsun.

Kitapta diğer hoşuma giden taraf ise Brighid'in özel yeteneğiydi. Tarihi aşk romanlarında hiç denk gelmediğim bir şeydi Simyacılık ama bunda değinilmesi hoşuma gitti. Brighid'in Stephen ile atışmaları, Stephen'ın Brighid'i sinir etme çabaları kesinlikle okumaya değerdi.

Kitapta favori sahnem Brighid ile Stephen'ın köyde küçük bir kulübede kaldıklarında Stephen'ın uyuyamayıp şaraba ihtiyaç duymasında Brighid'in tepkisi... Nedense çok romantik geldi.

Brighid'in halaları zaten ayrı bir olaydı bayıldım kadınlara... Ama diğer iki kitabın sonunda diğer DeBurgh kardeşleri görürdük keşke bunda da görseydik. Neyse en azından başında Reynold'u gördük :)

Kitabı şahsen beğendim. Dediğim gibi Wessex Kurdu'nu çok beğenmiştim serinin ikinci kitabını okuyamamış olduğumdan bir şey diyemem ama Kalp Hırsızı'nı Wessex Kurdu'nun yanında biraz yavan bulmuştum ancak bu kitapta yine ilk kitabın tadını aldım ve çok sevdim. Şimdi bu ay yayınlanan Büyülü Prenses var sırada. Serinin 5. kitabı ve Robin'i anlatıyor...

Seriyi tarihi aşk romanı severlere tavsiye ederim.

The DeBurgh Serisinin Kitapları:
Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum:
Stephen DeBurgh, uzun boy ve çarpıcı bir vücut yapısı bahşedilmiş, genç bir Tanrı'ya benziyordu. Ancak Brighid L'Estrange'a göre, o her yönüyle sadece bir insandı. Nefsine düşkün ve kendini çok beğenen o çapkın şövalye, asil soyuna layık değil gibi görünüyordu. Ama her şeye rağmen... Neden Brighid yine de onda, kalbinin derinlerindeki bütün özlemleri açığa çıkaran, müthiş bir güç ve doğruluk hissediyordu? 
O inatçı ve dik kafalı Brighid'e Galler'in bataklık arazilerinde refakat etmek, Stephen'in gerilen sinirlerini patlama noktasına getirmişti. Hayatı boyunca, Bayan L'Estrange'in okyanus yeşili gözleri, Stephen DeBurgh'u, hayatını sonsuza kadar değiştirecek bir kadere çağırıyordu. Hem vücudunu hem de yüreğini titreten o büyüden kurtulması mümkün müydü? 

19 Aralık 2012 Çarşamba

0 Gemma Halliday - Oyunbozan


A Hollywood Headline Mystery üçlemesinin ilk kitabı Oyunbozan... Aynı zamanda yazarın ülkemizde yayınlanan da ilk kitabı. Ve... ben çok beğendim. Çok eğlenceliydi ve Tina çatlak kızım benim bayıldım bu karaktere.... Kendi yöntemlerine, pes etmeyişine, saniyede uydurduğu yalanlara ve yaratıcılığına hayran kaldım. Hele hikayeleri yazışını kelime oyunları ve başlıklarına bayıldım. :)

Kitaba başlarken birazcık bilindik bir konu bekliyordum ama beni şaşırtarak kitapta çok daha fazlası ve asla tahmin edemeyeceğim bir konu çıktı ve bunu çok sevdim. İlgi çekici bir konusu vardı...

Kitabın konusundan azıcık bahsetmek gerekirse Tina bir dedikodu köşe yazarı ve bir gün bir ölüm tehdit alıyor ve bunun üzerine patrano ona bir koruma tutuyor ardından olaylar başlıyor. Haaa sankın korumaya aşık oluyor falan bilindik hikaye demeyin değil. Tina tamamen kendini tehdit eden kişiye odaklanarak kendi çapında araştırmalar yapıyor. Kitapta bunu anlatıyor... Ancak her araştırması ayrı bir olay ayrı bir macera ve ayrı bir zevkle okutuyor yazar. Ayrıca katilde hiç tahmin etmediğimiz bir kişi çıkıyor.

Tina'nın teyzeleri Millie ve Sue'yi çok sevdim... Calvin'i ise... anlatılamaz diyorum... ;) Allie... Bu kıza cidden biraz sinir oldum. Bazen sorduğu sorularda kaç yaşındasın sen dedim ve Tina'ya da hak verdim... Barbie işte :))

Kitapta ne ararsanız vardı. Cinayet, araştırma, dedikodu (tam anlamıyla cidden dedikodu), eğlenceli sohbetler ve aşk... Daha ne olsun. :)

Ben çok sevdim ve tavsiye ederim ki üçlemenin diğer kitaplarının da çıkmasını bekleyeceğim. Yalnız şöyle küçücük değineyim ona da üçlemenin diğer kitapları devam niteliğinde değil de Tina'nın iş arkadaşları Cam ve Allie'yi konu alıyor.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

Aşk ile gerilimin bir arada olduğu sürükleyici bir roman - Chicago Tribune
Tina Bender L. A. Informerın dedidoku sayfasında köşe yazarlığı yapmaktadır. Çevresindekiler hakkında her şeyi bilmektedir. Ve bildiklerini yayımlamak konusunda da çok cesurdur, ta ki birileri onu tehdit edene kadar.
Patronu Felix Dunn, Tinayı koruması için baştan çıkarıcı gülümsemesi ile Tinanın aklını başından alan Calvin Deani tutar. Tina kendisini tehdit edenin kim olduğunu bulmak konusunda kararlıdır ve işin içine bir de cinayet girince korumasının uyarılarına kulak asmaksızın olayın daha da üstüne gider. Olayı araştırırken Hollywood ünlüleri hakkında skandal niteliğinde bilgiler de edinir. Bu sürede tek bir kişiye güvenir, koruması Calvin Deane. 
Acaba dedikodu yazarlığı ve edindiği bilgiler Tinanın sonu mu olacak? Ya da birkaç gün sonraki köşesinin başlığı...

17 Aralık 2012 Pazartesi

1 Brenda Joyce - Kaçak Gelin



Brenda Joyce'un ülkemizde yayınlanan üçüncü kitabını da bitirmiş bulunuyorum. Yazarın kalemini seviyorum ve özlemişim de okumak çok zevkliydi. Özellikle de Sean O'Neill olunca ayrı bir zevkli oldu.

Her neyse önce kitabın eksik bulduğum taraflarını söylemek istiyorum. Bir Avuç Aşk ve Maskeli Balo kitaplarına göre aşk kısmında biraz eksiklik duydum. Sanki aşk çok fazla hissedemedim gibi. Tek eleştirebileceğim kısım bu.

12 Aralık 2012 Çarşamba

0 Diane Gaston - Morgana'nın Kızları


Harlequin'in takip ettiğim kitaplarından tarihi aşk romanları... ve bu da hem yazarın ilk okuduğum kitabı hem de her ne kadar şimdi okusam da Harlequin'in ilk aldığım tarihi aşk romanlarından biri. Kapak tasarımına özellikle bayıldım. Bizlerde genelde erkek figürler kullanılmıyor kapaklarda ve burada erkeğin ön plana çıkması inanılmaz hoşuma gitti.

Yazarın dilini beğendim. Akıcı bir üslupla yazıyor ve okuyucuyu kalemine bağlıyor... ama... ben kitabın başlarında biraz sıkıldım. Evet kitap çok iyi başladı ama ilk bölümden sonra biraz sıkıldım. Taki 30 sayfayı devirdikten sonra kitap daha da akıcı olmaya başladı ve heyecanla okumaya devam ettim. Sanki yazar biraz ilerledikten sonra açılmış gibi geldi ya da konusu gereği öyle olması gerekiyordu.

Hep alıştığımız kadın karakterin dışında bir karakterdi. Yani hangi tarihi aşk romanında bir hanımefendi genelev kızlarını evine alıp metres olmaları için uğraşır ki... Burada Morgana uğraşıyor. Hep nasıl Morgana'nın kızları olacak dedim meğersem bu şekilde olacakmış. Konusunu özellikle sevdim.

Sloane'nun yeğeni David ile babasına oynadığı oyun çok güzeldi. Zekiceydi gerçi Sloane'da hani feleğin çemberinden geçmiş yaşanabilecek en kötü şeyleri yaşamış bir karakter tabi ki aklını zekice kullanması normal ama yine de bu kısmı özellikle çok sevdim.

Kitabı genel anlamda çok beğendim. Çeviri kusursuzdu ki Harlequin bu konuda gerçekten titiz çalışıyor. Harlequin'in eski kitaplarını sahaflarda bulmak mümkün ve eğer olur da bulursanız bu kitabı tavsiye ederim.

Kitabın konusunu ise aşağıda yazıyorum.

Cyprian Sloane, çok kötü bir şöhrete sahiptir. Geçmişin ünlü çapkını, kumarbazı, kaçakçısı ve casusu şimdi hayatının en zorlu mücadelesiyle karşı karşıyadır – İtibar kazanma savaşı! Morgana Hart ile karşılaşana kadar, yüksek sosyeteyi onu kabullenmesi için zorlamaya kararlıdır ve karşısında hiçbir şey duramayacaktır. 
Genç kadının şefkatli tabiatı onu gece kadınlarıyla sıkı bir dostluğa götürür ve ikisini de mahvedebilecek bir skandala sürükler. 
Gerçek bir centilmen olabilmek için Cyprian, Morgana’yı feda etmek zorundadır. Yoksa bu meşhur zamparanın her ikisini de kurtarabilmesi için başka bir yol var mıdır?

3 Nicholas Sparks - Bir Başka Aşkın Hikayesi

D&R'ın okuma kampanyasından aldığım 10 kitaptan biriydi Bir Başka Aşkın Hikayesi...
Yazarı daha önce okumayı bırakın duymamıştım bile. Ama yazarın kitaplarından bazılarının isimlerini söylediğim zaman 'Hadi canım!' diyeceğinizden eminim:
  • Denizden Gelen Mektup (Message in a Bottle) 
  • Uzaktaki Anılar (A Walk To Remember) 
  • Not Defteri (The Notebook) 
  • Sevgi Fırtınası (Nights in Rodanthe) 
  • Sevgili John (Dear John) 
  • Son Şarkı (The Last Song) 
  • Şanslı Biri (The Lucky One)
Tanıdık gelen isimler var mı? Hala yok diyorsanız bu kitapların her birinin filme uyarlandığını söyleyebilirim. En ünlüleri de Defter ve Uzaktaki Anılar olsa gerek. Bunu öğrendiğimde Bir Başka Aşkın Hikayesi'ni şevkle okumaya başladım. Ve iki günde bitirdim.

Çok güzel bir kurguydu. Bir vur-kaç olayında ölen karısının katilini bulmayı kendine amaç edinmiş 33 yaşında bir şerif yardımcısı ve oğlunun hikayesi olarak başlıyor kitap. Missy Ryan'ın ölümünün üzerinden uzun zaman geçmiş, dosyası kapanmış olsa da Miles Ryan karısının ölümünü bir türlü kaza olarak kabullenemez. Ama elinden gelen başka bir şey de yoktur. Daha sonra kasabaya gelen ve ikinci sınıfa giden oğlunun öğretmeni olan Sarah ile karşılaşır ve tabii ki kitaba ismini veren o Başka Aşk da filizlenir.

En çok hoşuma giden eşini kaybeden bir adamın yeniden sevebilmeye nasıl başladığını, kendisiyle yaşadığı çelişkileri çok güzel yansıtan bir kitap oluşuydu. Lise aşkıyla evlenmiş ve bu yaşına gelene kadar aynı kadınla birlikte hayatını geçirmiş bir adamın yeni bir kadına çıkma teklifi etmek için yaşadığı o utangaçlık, yeniyetme hareketler çok şirindi. Özellikle çıkma teklif edecekken 'Vantilatörden memnun musun?' diye sorması ve sonrasında saçmalaması okumaya değerdi. Tabii ona daha fazla çile çektirmeyen Sarah'ı da ayrıca sevdim.

Tabii her şey böyle kalmadı, kitabın başından beri ara ara Missy Ryan'ın ölümünün anlatıldığı bölümler ve katilin kim olduğunun ortaya çıkması olayları oldukça karıştırdı.

Kimsenin suçlu olmadığı ve gerçekten günlük hayatta komşunuzun anlatabileceği türden bir hikayeydi. Belki de yazarın bu kadar sevilmesinin nedeni de budur diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, Nicholas Sparks okumaya gerçekten değer bir yazar diye düşünüyorum. Sadece bir kitabını okumuş olsam da filmini izlediğim kitaplar gerçekten romantizm konusunda başarılı olduğunu gösteriyor. Tabii Dram'a kaçıyor ama tavsiye ederim.

Kitabın arka kapak açıklamasını da ekleyeyim:
Mutluluğa yeni kavuşmuş bir çift ve belki de ayrılmalarına sebep olabilecek şok edici bir sır üzerine son derece dramatik bir aşk hikâyesi.

Miles Ryan'ın hayatı, karısının bir vur-kaç kazasına kurban gittiği gün bir anlamda sona ermişti. Fakat o yine de oğluyla ilgilenmek ve New Bern, Kuzey Carolina'da, yardımcı şerif olarak çalıştığı işine devam etmek için her sabah uyanmayı sürdürdü. Hareketleri hissizdi ve çaresiz bir rüyadaymış gibiydi. Ve bir gün oğlunun ilkokul öğretmeni olan ve başarısız bir evliliğin sonrasında hayatını yeni baştan inşa etmeye çalışan Sarah Andrews ile tanıştı. Miles ve Sarah, hayatlarının onları sonsuza kadar terk ettiğini düşündükleri bir dönemde, karşılıklı güveni birbirlerinde bularak âşık oldular. Yeni buldukları bu aşk, zamanla geçmişin acı izlerini silmeye başladı. Ancak öyle bir şey yaşandı ki, çok yakın bir zaman içinde aralarındaki bağın aşktan başka bir şey olduğunu keşfettiler. Bu, onları hayatları boyunca inandıkları her şeyi sorgulamak zorunda bırakacak, yıkıcı bir sırdı.

"Nicholas Sparks, bu romanıyla hayatın acı dönemeçleri ve kıyaslanamaz tatlılıklarını kolay anlaşılır bir keskinlikle dile getiriyor. İddialı mesajıysa, insan olmanın getirdiği kusurlar, hepimizin yaptığı hatalar ve kendimizi aşkın kucağına bıraktığımız takdirde yaşayacağımız mutluluklarla ilgili güçlü bir ders veriyor." - New York Times

10 Aralık 2012 Pazartesi

1 E.L.James - Özgürlüğün Elli Tonu


Veeee serinin son kitabı. Gerçekten diğer iki kitap bu kitabın yanında halt etmiş. Aşık, romantik erkek Christian ve korumacı, hükmedici Christian'ı görüyoruz bu kitapta da ama tabi genelde romantik erkek olarak daha fazla görüyoruz. Diğer iki kitaba kıyasla bu kitabı daha çok sevdim. Heyecan doruklardaydı.

Başlangıcı Christian ve Ana'nın balayından oldu ve gönül isterdi ki bütün heyecanıyla detaylı bir düğün okumayı ama yazarımız yazmamış. Yine de çok güzeldi. Balayındaki zaman geçirmeleri çok sevimliydi tam evli çift tadındaydılar. Aspen'deki eve giderken uçak yolculuğu çok güzeldi. Çok şekerlerdi hepsi... Hepsi kısmından kastımın ne olduğunu okuduğunuzda görürsünüz.

Elliot ve Kate arasındaki gelişmeler çok hoştu ve özellikle kitabın sonunda onları üç kişilik bir aile olarak görmek çok daha eğlenceliydi. Tabi Mia ve Ethan'da var... Onlarda güzel bir çift oldular.

Kitap baya heyecan yüklüydü. Ciddi anlamda silahlar da konuştu. Jake Hyde yine yaptı yapacağını... Ahh tabi Bayan Robinson (Elena) da yaptı yapacağını. Tam Elena yüzünden kavganın ardından Hyde olayı patlak verince Christian'a acıyasım geldi.

Christian'ın Ana'ya içini döktüğü yerler çok güzeldi. Her şeyi ile anlattığı noktalar... Elena ile olanları.. Bir de olaya biraz da olsa Christian'ı anlamamızı sağlıyor.

Kitap içeriğine girer bir yorum yapmak istemiyorum o yüzden yorum yazmak zor oldu. O kadar anlatmak, özellikle hoşuma giden yerler var ki söylemek istediğim söyleyemiyorum...

Neyse... bu paragrafta kitap içeriğine giriyorum... Kendimi tutamayacağım. :) Christian'ın Ana'nın hamileliğine tepki vermesi ve son bölümde onun nasıl bir baba olduğunu okumak çok şekerdi. Özellikle de ikinci bir bebek beklerken... Küçük oğullarının tavırları bana tıpkı Junior Christian dedirtti. Babasına çekmiş velet... Yeni evlerinde mutlu bir aile okumak çok güzeldi.

Dediğim gibi bu kitabı diğer iki kitaba göre çok sevdim. Tam benim ağzıma göreydi. Heyecanlı sahneler ve aşk dolu sahneler vardı... Ve... ve... ve... Christian'ın ağzından olan bölümler de tam bonus bölümü oldu. Onları okumak da çok güzeldi her ne kadar okumuş olsam da tekrardan okumak güzeldi.

Küçük bir hatırlatma olsun. Bu Elli Ton üçlemesinin üçüncü kitabı. İlk kitabı Grinin Elli Tonu ve ikinci kitabı da Karanlığın Elli Tonu.

Kitabın konusunu aşağıda paylaşıyorum:

Romantik, özgürleştirici ve kesinlikle bağımlılık yaratıcı…
Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek ve ebediyen sizinle kalacak.
Anastasia Steele’in ne istediğini bilen, göz alıcı iş adamı Christian Grey’le tanışması, her ikisinin de hayatlarını geri dönülmez biçimde değiştiren şehvetli bir ilişkinin kıvılcımını çakmıştır. Christian’ın sıra dışı zevkleri karşısında şoka uğrayan, ondan hem hoşlanan hem de korkan Ana, daha derin bir bağlılık istiyordur. Onu yanında tutmaya kararlı olan Christian, bunu kabul eder. 
Şimdi her şeye sahiptirler; aşk, tutku, yakınlık, servet ve sonsuz olasılıklarla dolu bir dünya. Ana, Grey’i sevmenin kolay olmayacağını ve beraberliklerinin her ikisinin de tahmin edemeyeceği zorluklar getireceğinin her zaman farkında olmuştur. 
Anastasia’nın kendi benliğinden ve bağımsızlığından ödün vermeden Grey’in yaşam stiline uyum sağlamayı öğrenmesi, Grey’inse kontrol dürtüsünü aşması ve kendisini altüst eden fırtınaları arkasında bırakması gerekmiştir. 
Ama geçmişle hesapları henüz kapanmamıştır. Tam her şeye sahip gibi göründükleri bir anda, talihsizlik ve kader bir araya gelip Ana’nın en korkunç kâbuslarını gerçeğe dönüştürür… 

8 Aralık 2012 Cumartesi

0 Heidi Betts - Bir Yumak Aşk


Sihirli Çıkrık serisinin 3. kitabını da bitirdim. İlk kitaptan son kitaba kadar eğlenerek, zevk alarak okudum. Takip edeceğim yazarlardan biri haline geldi Heidi Betts.

Yazarın dili çok akıcı, sürükleyici, sade, aşk dolu ve eğlenceli... Zaten romantik komedi tadında üçlemeydi.

İkinci kitapta Grace, Zack'i odasında başka bir kadınla yakalaşmıştı ve bu kitapta buradan devam ediyor. Sonrasında neler olduğunu... Tabi Zack her seven erkek gibi yıkılıyor... Grace'de biraz inatçı keçi dediğimiz karakterlerden.

Aralarındaki sohbetleri okumak çok eğlenceliydi özellikle köpeğin adı üzerine olan kısımlar. New York yolculuğu sırasında Zack'in babası hakkında söyledikleri gerçekten çok acıydı hani aldatıldığına inanan biri bile bu sözlerden sonra tereddüt eder ki Grace en başından beri her ne kadar aldatıldığını düşünse de içinde tereddütleri varken bir şey dememesi beni deli etti. Ama sonunda Grace'in sahada yaptığı çok tatlıydı insanın yüzünde tebessüm oluşturacak şekildeydi.

Jenna'nın en çok istediği şeye Gage'den bir bebeğe kavuşması, Ronnie'nin Dylan ile evlenecek olması ve son olarak da Grace ve Zack ilişkisinin de tatlı sona bağlanması çok romantikti. Ama... en çok hoşuma giden kısım son bölümde Charlotte'un motorlu adamla gitmesinde sırıttım. Yazarın Charlotte için böyle bir son yazmasını çok sevdim.

Genel anlamda kitabı çok beğendim ama bence - kişisel düşüncem - diğer kitaplarının (Kördüğüm ve Seviyor Sevmiyor) yanında eğlenceli anlatım bakımından biraz sönük kaldı gibi. İlk kitap daha eğlenceli ve tutkuluydu bu kitap ise çok daha romantik ve daha az eğlenceliydi. Her üç kitabı da tavsiye ederim okuyun. Ben seveceğinizi düşünüyorum özellikle Chick Lit tarzını seviyorsanız.

Serinin diğer kitaplarını da hatırlatayım. İlk kitap Kördüğüm ikinci kitabı ise Seviyor Sevmiyor

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

Kadın, aldatıldığını düşünüp ilişkiye son veriyor. 
Dikkatli olun beyler! Grace gibi kadınlar aldatılmayı asla, ama asla affetmez. Hele de karşısındaki erkek, nişanlısı ve şehrin yakışıklı, gözde sporcusu Zackary Hoolihansa. O, her şey bitti diye diretirken, haftalık örgü sınıfındaki arkadaşları ilişkisinin devam etmesi için ellerinden geleni yaparlar. Ama ihanet yüzünden çektiği kalp acısı bir türlü iyileşmez. Zackin masum olduğuna dair açıklamasını hiç tatmin edici bulmaz. Sonunda, Zack sakatlığıyla baş başa kalınca, Grace kendini onun bakıcılığını yaparken bulur. 
Adamsa eşekten düşmüş karpuza dönüyor.
Diğer taraftan nişanlısının terk edişiyle psikolojisi altüst olan Zack, onu öyle özlüyordur ki, ne maçlara konsantre olabiliyor, ne de onunla nişanlanmadan önceki hızlı aşk hayatına dönebiliyordur. Otel odasındaki yatağına giren yabancı kadını bir türlü açıklayamamıştır. Kırık bir kalp ve sakatlanmış diziyle her şeyin bittiğine inanmak üzeredir. Eğer durum bir an önce düzelmezse sevdiği kadını, spor kariyerine devam etmesi için kritik olan eleme maçlarını ve her şeyi elinden kaçıracaktır.

4 Aralık 2012 Salı

0 Teresa Medeiros - Bazıları Hırçın Sever


Bazıları Hırçın Sever'i dün bitirdim. Takipçilerimizin bildiği üzere bu kitap Bazıları Ateşli Sever Kitabının devamı ama kesinlikle ilkinden çok daha güzel.

Pamela ve Connor'ın ilişklerini çok sevdim ben. İlk kitapta zaman zaman boşluğa kapıldığım anlar olmuştu ama bu kitapta herhangi bir boşluk hissetmedim. Kendimi tamamen kaptırarak okudum. Son kısımda Connor hakkında ortaya çıkan şeyi tahmin etmemiştim açıkçası. Bu beni epey şaşırttı. Yazar güzel bir ters köşe yapmış.

Bir eleştirim, Catriona ve Connor'ın buluşmasının sönük olmasıydı. İlk kitapta Catriona'nın Connor'ın üzerine düşüşünden sonra bu kitaptaki kardeş ilişkisi biraz sönük kalmıştı. Yine de hakkını yemeyeyim tabii adam seviyor kardeşini. Ama onun kardeşini öldürmeyi düşündüğünü öğrenmek beni epey epey şaşırttı. Bunu açıkça söylediğim için bana kızmayın içeriğe girmek değil tam olarak. Okuyunca anlarsınız demek istediğimi :)

Dediğim gibi kitabı gerçekten beğendim. İlk kitaptakinden daha yoğun ve daha hissedilir bir aşk var. Yazarın kalemini zaten beğenmiştim. Eğer başka kitapları varsa, henüz araştıramadım, zevkle okuyacağım. Herkese tavsiyedir diyor, sizi konuyla baş başa bırakıyorum.
Bazıları imkansız olanı sever. 
Pamela Darby'nin hayatında birine ihtiyacı vardır; tercihen beyninden çok adaleleri gelişmiş bir Kuzey İskoçya erkeğine. Kız kardeşini zorla evlendirilmekten kurtarmaya kararlı olan bu becerikli, güzel kadın, Dük'ün kayıp vârisini oynayacak, kuvvetli ve heybetli bir erkeğe ihtiyaç duymaktadır. Pamela büyük ödülü kaptıktan sonra, bulduğu adamı başından atmayı planlamaktadır. Bir anda yolunu kesen, mavi gözlü ve baştan çıkarıcı haydut tam da aradığı adamdır. 
Bazıları dedidolu sever. 
Connor Kincaid, soylu ailesinin onurunu kurtarma hayalinden vazgeçmiştir. Sürpriz bir şekilde yoluna çıkan genç İngiliz kadını ona, ikisinin de sonunu darağacında bitirebilecek, riskli bir oyuna ortak olmasını teklif eder. Bir maceraya ya da güzel bir kadının cazibesine asla karşı koyamayan Connor, ikisinin de kaderini belirleyecek olan bu anlaşmayı kabul eder. Kazanacak çok şeyi olan bu genç kadın ile kalbinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan yakışıklı adam Londra'ya doğru yola koyulur ve sürpriz bir aşka yelken açarlar. 
Bazıları hırçın sever.

3 Aralık 2012 Pazartesi

2 Julie Garwood - Baharı Beklerken


Garwood... Sanırım bu kadının hiçbir kitabını okurken sıkılmam... Açıkçası Güllere Sor'u beğenmiştim ve Güller ve Gelinler'de yazarın performansını düşürdüğünü düşünmüştüm. Ancak bu kitapta Garwood performans yine yerindeydi. Öncelikle kitap evet aşk romanıydı ama içine polisiye de karışmıştı. Sevdim, kitapta bir kovalamaca vardı. İkinci kitaptaki banka soygunların devamını burada da görüyorduk ve polis şefi Daniel Ryan'ın ve Cole Clayborne'nın bu soyguncuların peşinde olması ve arada gelişen olaylar kitabı aşk romanı çizgisinden kaydırıp polisiye romanı hale getirmişti. Bu yüzden diğer kitaplardaki gibi aşk romanı beklemeyin. Özellikle Güller Sor'daki gibi...

Yorumuma gelirsek... Güller ve Gelinler'de Daniel Ryan'ın kim olduğunu deli gibi merak ettikten sonra onunla tanışmak ve detaylıca tanıma güzeldi. Üstelik tek bir erkek -Cole - üzerine değil iki erkek üzerine olması kitabı benim açımdan daha güzel kıldı. Kitapta Cole ve Daniel hep beraberdi ve başları bence bir çeteden çok kadınlarla dertteydi.

Kadınlar demişken... Şu banka soygununa şahit olan kadının kim olduğunu bulurken Jessica, Grace ve Rebecca beni tam anlamıyla deli ettiler. Ya hiçbiri tanık değil ya hepsi tanık... Erkeklerin buna verdikleri tepkiler çok eğlenceliydi. Kısacası onların çıldırdıklarını görmek eğlenceliydi. Küçük Caleb ise hepsinden eğlenceliydi. Onun kim olduğu kitaba kalsın.

Cole'in ve Daniel'in kadınlara aşık olmaları onlara karşı tutumları çok tatlıydı. Hele Daniel'in Cooper'a söylediği sözde çok güldüm. Cooper, 'benim tatlı leydim' desine 'o benim' demesi... Harikaydı. Hele Cole'un Daniel'e 'zorunlu evlilik diye bir şey duydun mu' demesi ayrı bir şeydi. Cole da Daniel da kadınlar konusunda eğlenceliydi. Aynı zamanda sahiplenici...

Ama son bölüm Noel'de Rosehill'de hepsinin toplanması insanda gülümseme ihtiyacı hissettiriyordu. Yazarımız resmen son bölümle mutlu, huzurlu bir aile tablosu yaratarak okuyucuya tebessümle kitabı bitirtiyor...

Cole ve Daniel'in aşklarını okumak insanda romantik duygular uyandırırken banka soygunu ile ilgili olan kısımlarda insanı heyecana sürüklüyordu resmen...

Sonuç olarak kitabı Garwood severlere öneririm. Ben beğendim, hatta Güller ve Gelinler'deki yetersizlikten sonra bu kitap çok iyi gitti. Tavsiye ederim okuyun. Kitap biliyorsunuz ki Clayborne Kardeşlerin son kitabı. Ondan öncesinde Güllere Sor - Güller ve Gelinler kitapları yer alıyor, bu küçük bir hatırlatma olsun.

Kitabın konusunu sizlerle aşağıda paylaşıyorum:

Çok satan kitapların yazarı Julie Garwooddan serinin merakla beklenen son kitabı BAHARI BEKLERKEN eğlenceli ve romantik bir aşk hikâyesiyle okurlarla buluşuyor
Cole Clayborne kandırılarak rozet sahibi olur ve Daniel Ryan tarafından polis şefliği görevine getirilir. Elinde olsa bu sorumluluğu reddedecektir ama Blackwater Çetesi yine iş başında olduğundan geri planda kalamaz. Ryan iki senedir - bir banka soygununda karısını ve kızını kaybettiğinden beri - çeteyi takip etmektedir ve meseleyi çözmesi için onun yardımına ihtiyaç duymaktadır.
Rockford Falls Bankası soyulduğunda tanıklardan sadece biri sağ kurtulmuştur. Fakat sorgulanmaktan korkan görgü tanığı ifade vermeye yanaşmamaktadır. Bu kişinin kimliğine dair Coleun ve Danielın elinde bulunan tek ipucu o öğleden sonra bankada işlem yapan üç kadının isminin bulunduğu listedir. Hayatta kalmayı başarmış olan tanık aristokrat Rebecca James midir yoksa sevimli Grace Winthrop mu? Peki ya baştan çıkarıcı Jessica Summers?
Cole ve Ryan banka soygunu meselesini çözerken ve katillerin peşine düşerken üç kadını da bir şekilde güvende tutmak zorundadırlar. Ancak en büyük tehlike bu güzellerden birine kalplerini kaptırmalarıdır.
"Gerçekten harika Esprili, duygu yüklü ve kesinlikle merak uyandırıcı". - Romantic Times
"Tarihi aşk romanı alanında güvenilir bir isim haline gelmiş olan Garwood
yarattığı karakterlerle okuru yine büyülüyor." - People

2 Aralık 2012 Pazar

1 Teresa Medeiros - Bazıları Ateşli Sever


Merhabalar, uzun süredir sizler için bir kitap yorumlama fırsatım olmadı. Ama İnci, sağolsun ki blogumuz da hiç boş kalmadı.

Yorum yazmadığım bu süre içerisinde hiç kitap okumadım mı? Okudum. Ama bunlar İnci'nin zaten yorumlamış olduğu kitaplar olduğu için ancak bu gün yeni bir yorumu paylaşabiliyorum :)

Bazı Ateşli Sever... Kitap gerçekten güzel ve yazarın kalemi de gerçekten iyi diyerek başlayayım yorumuma. Kendi adıma yeni, okunabilecek bir yazar bulduğum için mutluyum. Kitabın dili çok güzeldi. Araya serpiştirilen esprilerden özellikle keyif aldım. Tabii bunu okuyup çok komik bir kitap beklemeyin. Ama yazar ufak esprilerle kitabına renk katmayı gerçekten başarmış.

Aslında hikayenin içinde zaman zaman "ben sanki böyle bir sahne okumuştum" hissiyatına kapıldım. Doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten bazı iki üç satırlık kısımları başka ve çok daha deneyimli yazarların kitaplarında da okumuştum. Belki de onları  okuyup çok beğendiği için kullanmıştır diye düşündüm ancak bu benzerliği yine de çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim.

Yine de bu kitabın geneli için bir eleştiri değil, küçük bir iki kısım için geçerli bir durum. Onun haricinde kitabın kesinlikle özgün. Kitabın içinde çok tutkulu, yoğun bir aşk olduğunu söylersem doğru olmaz. Evet, sevimli ve merakınızı uyandıracak, hoşunuza gidecek bir aşk var ama belki de kitap, en sevmediğim şekilde, kavuştukları anda bittiği için öyle yoğun bir his bulamadım kitapta.

Bir diğer eleştirim, daha doğrusu sitemim de Connor karakteri ile ilgili. Kitap boyunca kendisinin ortaya çıkmasını bekledim ama yazarımız sağolsun o işi ikinci kitaba bıraktı :) Yine de ilk kitabı bitirişinin cidden zekice ve merak uyandırıcı olduğunu söylemeliyim. İkinci kitap olan Bazıları Hırçın Sever adlı romanını, henüz ilk roman biter bitmez merak etmeye başladım ve umuyorum ki yakın zamanda okuyacağım.

Connor, kitaptaki ana karakter olan Catriona'nın ağabeyi ve tüm hikaye Catriona'nın onu bulmak istemesiyle başlıyor. Anladığım kadarıyla da yazar ikinci kitapta, birincisinin kaldığı yerden devam etmek yerine bu kez Conner karakterinin hayatını işliyor. Sanırım kardeşler ancak üçüncü romanda buluşabilecekler :P Yine de ikinci romandan da umutluyum :D Eh, amma uzun yazdım. Hepsini okuduysanız sağolun var olun diyor, sizi kitabın konusuyla baş başa bırakıyorum.

BAZILARI TEHLİKELİ SEVER... 
Ailesinin onurunu korumaya karar veren İskoç güzel Catriona Kincaid, yurduna dönebilmek için görgü kurallarını ve kendi güvenliğini hiçe sayarak, hem uslanmaz bir hovarda hem de kötü şöhretli bir soylu olan Simon Wescott’un yardımına başvurur. Üstüne üstlük Simon hapistedir.
Catriona, Simon’ın kendisine yardım etmesi karşılığında ona hem para hem de özgürlük vadeder ancak arsız çapkının çok daha ihtiraslı bir ödül istemeye cüret edebileceği aklına dahi gelmemiştir. 
BAZILARI CAZİBELİ SEVER... 
Simon ise yıllar önce karşılaştığı oğlansı kız çocuğunun, dikbaşlı ve son derece çekici bir kadın haline geldiğini görünce hayrete düşer. Kimsenin kahramanı olmayacağına dair ettiği yemine rağmen Catriona’nın şövalyesi olmaya karşı koyamaz. Kuzey İskoçya binbir çeşit tehlike ve macera ile onları beklemektedir fakat gerçek tehlikenin, son derece güçlü bir tutkunun pençesine düşen kalplerini tehdit etmekte olduğunu anlayabilecekler midir?

“Son derece seksi, keyifli, pırıl pırıl ve büyüleyici.”
                                               -Amanda Quick

30 Kasım 2012 Cuma

3 Diana Palmer - Büyük Yalan


Yazarın ilk okuduğum kitabıydı ve kalemine hayran kaldım. Aşırı derecede sürükleyici bir kalemi var kitap nasıl bitti anlamadım. Resmen bir içim su gibi kitaptı. Bundan sonra özellikle takip edeceğim bir yazar oldu.

Kitabın konusunu zaten beğenerek almıştım ve aldığıma da hiç pişmanlık duymadım. Her ne kadar Powell'a kızsam da yaptıklarına sinir olsam da Sally'den nefret etsem de aşık bir adamın yaptıklarıydı bir yerde yaptıkları. Ama Sally'den nefret ettim.

Antonia'nın Meggie ile aralarında yaşananlardan sonra Arizona'ya geri gittiğinde Powell'in Bill'in evindeki konuşmalarında ağladım. O kadar duygusaldı ki.... ve o an ki Powell'in durumu o kadar çaresizdi ki... cidden ağlattı beni...

Ama insanın asıl içine dokunan yer ise Meggie'nin Antonia ile barakada buzağının bölmesinde yaptıkları konuşma ve Powell'in kızı ile yaptığı alışveriş macerasıydı... Tamam itiraf ediyorum alışveriş sırasında ikisinin birbirine sarılmaları da ağlattı. Çok duygusal anıma denk geldi ya da çok duygusal sahnelerdi o kadar içime dokundu ki... Yazar gerçekten okuyucuya dokunacak kelimeleri seçmiş resmen.

Meggie'nin güvensizlikleri, Powell ile Antonia'nın evliliklerinden sonraki davranışları o kadar insanın içine işliyordu ki... sanırım henüz küçük bir çocuk olduğu için ya da hiç sevgi görmemiş ve nasıl bir şey olduğunu bilmeyen bir çocuk olduğu için bilmiyorum. Meggie her okuyucunun içine dokunacak bir karakterdi kitapta.

Kitabın tamamı aşkla dokunan kelimelerle doluyordu. O kadar romantik ve sevgi dolu bir kitaptı ki okumak da ayrı bir zevkti. Kitabı çok beğendim ve her satırından zevk alarak okudum. Sizlere de tavsiye ederim, kitabı eminim ki okuyunca çok beğeneceksiniz.


Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum:

Powell Long bir zamanlar Antonia Hayes’in nişanlısıydı...
Küçük kasabada çıkan dedikodular iki gencin aşkına zarar vermiş, Antonia’yı doğduğu topraklardan kaçmak zorunda bırakmıştı. Yıllar sonra genç kadının annesinin cenazesine Powell da gelmişti. Hem de kızıyla birlikte... Aradan dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen o, halen Antonia’ya nefretle bakarken, Antonia onun yanındaki siyah saçlı küçük kıza güçlükle bakabilmişti. Bu çocuk, vaktiyle Powell’ın onu, Sally ile aldattığının nişanesi gibiydi.
Babalık, Powell’ın ne huysuz tabiatını ne de hayatı boyunca istediği kadına olan duygularını değiştirmişti. Antonia ile yüzleşmeyi çok istemesine rağmen, ona olan nefretini bir kenara bırakamıyordu. Dokuz yıl boyunca Antonia'nın hayatında neler olmuştu kim bilir...
Gerçekten masum muydu yoksa suçlu mu? 
Yaşananlardan ötürü pişmanlık duyuyor muydu?
Şimdi bu kadar yorgun, bitkin ve solgun görünmesinin sebebi mutsuzluğu muydu yoksa bilmediği gerçekler miydi?

29 Kasım 2012 Perşembe

1 Osman Aysu - Kutsal Resim


"Vay canına...." diyerek başlıyorum yorumuma.. Değişik oldu bu yorum farkındayım ama gerçekten vay canınalık bir kitaptı.

İtiraf etmek gerekirse böyle kitapları okudukça Türk yazarlarımızın ne kadar kaliteli ve yetenekli olduğunu görmek gurur verici... Yazarımız, Osman Aysu'nun ellerine sağlık gerçekten muhteşem bir kurgunun kusursuzca hayata geçirilmesini sağlamış. Kitabın her satırını ayrı bir zevkle okudum.

Kutsal Resim... Biraz gerilim, biraz polisiye karışımıydı ve her satırında merak uyandırıcı detaylarla süslenmişti. Bu türdeki kitapları yabancı yazarlardan ve yabancı isimlerle okumaya o kadar alışmışım ki şimdi Türk isimleri ile okumak garip geldi :)

Kitaba dair detaylı yorum yapmak gerekirse, başlangıç kısmını çok çok sevdim. "Asılar Öncesi..."nden kısa bir bölümle başlayıp sonra günümüze gelmesi ilginç gelmişti ve bu filmlerde alıştığımız ama kitaplarda görmediğimiz bir detaydı çok hoşuma gitti. Daha sonra bu kısa geçmişle nasıl bağlantı kurulacağını heyecanla okurken bir baktım kendimi bir kovalamacanın içinde hissettim. Kaçırılan ressam, takip eden ressamlar eli silahlı Araplar... Adrenalin yüklü film gibiydi. Uzun zamandır okumamıştım böyle kitap inanılmaz iyi geldi.

Kitabın sonunu ise hayatta tahmin edemeyeceğim şekilde bitmesi beni şaşırttı. Kitaplarda şaşırmayı severim. Tahmin edilebilir kitaplar pek tatmin etmiyor okuyucuyu en azından beni etmiyor. Ama bu kitap gerçekten şaşırttı sonu. Amr Zahri gerçekten haklıydı son olarak Yalçın'a yaptığı teklifte ve sonunda ne olacak diye okurken son iki sayfada gülümsedim.

Çok uzatmayacağım yorumumu kitabı çok beğendim. Gerçekten yazarımız harika bir eserle tanıştırmış bizi. Konusu ilginçti, olayların gelişmesi heyecanlıydı... Herkese tavsiye ederim...

Ahh bir şey daha söylemek istiyorum. Kitabı okurken bazı yerlerde kendimi çok yetersiz hissettim. O da yazarımız günlük konuşma diliyle yazmamış ve edebiyatımızın ve Türkçe'mizin yeni nesilin kullanmadığı birkaç kelimeyi kullanmış. Açıkçası itiraf ederken kendimden utanıyorum ama bazı kelimeleri ilk defa duydum ve anlamını bile bilmiyordum. Kitap sayesinde öğrendim. Bu da yazarı beni gözümde daha da yüceltti aslında. Günümüzde günlük konuşma dili ile yazılan kitaplar çoğalırken edebiyatı tam anlamıyla kullanan yazarların eserlerini el üstünde tutmamız gerektiğine inanıyorum.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

Bir Resim! Çok eski, ilkel ve paha biçilmez.
Akıl almaz olayların başlatıcısı olan bu resmin gizemi nedir ?Kimdir bu resmin ressamı ? Belki de ressamdan daha önemli olan, kimin resmedildiğir.
Büyük ve kanlı bir bulmacanın girdaplarında gezinirken sır kendini hiç beklenmeyen bir yerden gösterecek.
Kutsal Resim i soluk soluğa bir tempoyla okurken bu soruları roman bittiğinde bile soracaksınız.
Kutsal Resim, gizemini okuyucusunun ruhuna hançer gibi saplayan, temposu hiç azalmayan bir roman.

26 Kasım 2012 Pazartesi

6 Julia Quinn - Öpüşünde Saklı


Bridgerton Serisinin 7. kitabı... ve favori Bridgerton kitaplarımdan biri haline geldi. Yazar kesinlikle harikalar yaratmış bu kitaplar. Hem eğlenceli hem romantik hem duygusal hem de birazcıcık adrenalin yazmıştı ve bayıldım. Hele Hyacinth ile Gareth'in konuşmalarında ya da Leydi Danbury'nin sözlerinde kahkaha attığım noktalar oldu.

Kitap içeriğine giren bir yorum yapabilirim. Çünkü şu dakika kendime engel olamayacağım.

Kitabın Gareth ile başlaması ve yazarın onu bize tanıtması harikaydı ve babası ile olan sürtüşmesini ve birbirlerine bu kadar kin beslemelerinin sebeplerini bilerek okumak Gareth'a hak vermemize yaradı hep.

Hyancinth... Ne diyebilirim ki? Leydi D'nin daha genç versiyonu gibi. Ama yine de Londra Sosyetesi'nde görmeye alışık olmadığımız bir karakter olduğu değişmez bir gerçek.

Gareth'in Anthony ile olan konuşmalarında diken üstünde olması ve sonra Leydi D.'nin karşısında evlenme teklif etmesi falan harikaydı. Ama beni asıl güldüren Gregory ile Hyancinth'in konuşmaları oldum. Kahkaha attım resmen. Deli çocuk bu Gregory Bridgerton. Onun kitabını da heyecanla bekleyeceğim.

Hyancinth'in Gareth'in evine gittiği zamanki yaşananlar harikaydı. Gareth'in öfkelenmesi, sözleri, korumacı tavırları... Çok erkeksi ve aşk doluydu...

Büyükanne Isabella'nın günlüğü ile gelişen olaylar tam anlamıyla heyecan vericiydi. Ne yalan söyleyeyim ben bile heyecan yaptım. Ama sonunda elmasları bulamadılar da kızları buldu da harikaydı. Tabi yine elmaslar sırra kıdem bastı o ayrı olay... Günlüğün içerisinde Gareth'in gerçek babası hakkında yazanlar da gerçekten ilgi çekiciydi.

Kıssadan hisse sevdiğim bir kitap oldu. Bridgerton ailesini her ne kadar sevsem de diğer aile üyelerinin kitaplarından çok daha eğlenceli ve güzeldi bence... Hep Anthony, Colin ve Daphne'nin kitapları favorim derdim ve şimdi onlar ikinci planda en favori kitabım bu oldu. Şiddetle tavsiye ederim seriyi okuyun ve zaten seriyi takip edenler de en kısa zamanda bu kitabı okusunlar. Emin olun ayırdığınız her dakikaya değecektir.


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:


Gareth St. Clair ciddi bir çıkmazdadır. Ondan nefret eden babası St. Clair mülkünü ve mirasını mahvetme yolunda ilerlemektedir. Garethın elindeki tek şey geçmişin sır perdesini kaldırabilecek ve geleceğin anahtarı olan eski bir aile günlüğüdür. Sorun şudur ki günlük İtalyanca kaleme alınmıştır ve genç adam bu dilde tek bir kelime dahi bilmemektedir.
Sosyete bir konuda hemfikirdir: Hyacinth Bridgerton kimselere benzememektedir. İnanılmaz derecede zeki ve açıksözlüdür. Fakat ona dair bir şey - çekici ve eziyet verici - Garethı nedense etkisi altına alır.
Her yıl düzenlenen Smythe-Smith Müzikalinde ikilinin yolları kesişir. Hyacinth İtalyancası mükemmel olmasa da ona günlüğü çevirmeyi teklif eder. Fakat gizemli satırları incelerken peşine düştükleri tüm soruların cevabını birbirlerinde bulurlar. Artık hiçbir şey kusursuz tek bir öpücük kadar saf değildir
Günümüzün Jane Austenı. - Jill Barnett
Tam anlamıyla kusursuz bir hikâyeci. - Publishers Weekly

0 Julia Quinn - Son Söz Aşkın


Julia Quinn'in kalemini seven biri olarak bu kitabını çok da beğenmedim açıkçası. Ha yine zevkle okudum bazı yerlerinde eğlendim bazı yerlerinde aşk için fedakarlıkları gördüm. Ama yine de biraz alışılagelmiş bir konusu vardı. Başları biraz Külkedimsi tarzdaydı. Onun gibi üvey anne ve kardeşlerle yetişmiş bir kız ve gizlice baloya katılıyor ve kendi beyaz atlı prensini buluyor... Konusu bana Külkedisi'ni anımsattığı için pek sevmedim. Yani özgünlük anlamında sevmedim. Onun haricinde güzel bir kitaptı ki bazı yerlerde eğlenirken bazı yerler gülümseyerek aşkı okuyorsunuz...

Sophie'nin bazı huylarına sinir olduğunu söylemem gerek özellikle hakkını aramayışı ve hep kendini geri çekip önemsiz hissetmesi bazen sinir bozucuydu. Benedith ise hep maskeli balodaki kadında takılı kalmıştı. Teknik olarak aradığı kadın burnunun dibindeyken bile tanımadı.

Hep merak etmişimdir sadece bir elbise ve maske ile bir insan karşısındaki nasıl tanımaz ya... Neyse :)) derin bir konu girmeyeyim buraya :)

İçerisinde heyecan verici yerler vardı Benedith'in Sophie'yi tanıdığında ve sonrasında gelişen olaylar ya da Benedith hasta olduğunda veya Sophie sarhoş bir grup tarafından saldırıya uğradığında... :) Adrenalin olan yerler vardı ve bu biraz da Quinn'in kaleminde sevdiğim başka bir şey :)

Uzun lafın kısası çok sevdiğim bir aile Brigderton Ailesi ve bu serinin kitaplarını da zevkle okuyorum sadece diğerlerinde aldığım zevkten biraz daha az zevk verdi konusu dolayısıyla... Tavsiye eder miyim? Tabi ki tavsiye ederim bu seriyi okuyup da tek bir kitabını tavsiye etmeyecek kişi yoktur diye düşünüyorum... Bende bir tadına bakın :)


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:


Şahane Bir Kadının Gizli Günlüğü, Yüreğe Söz Geçmiyor, Bana Sevdiğini Söyle adlı çok okunan kitaplarından sonra yeni kitabıyla beklenen, Epsilon okurlarının zevkle takip ettiği yazar Julia Quinn’den yepyeni bir roman…
“Günümüzün Jane Austen’i.” -  Jill Barnett
“Julia Quinn sizi tatlı düşlere sürükleyecek.” - Romantic Times
Sophie Beckett, aslında bir kontun kızı olmasına rağmen ne Leydi Bridgerton’un meşhur maskeli balosuna gideceğinin ne de Beyaz Atlı Prensi’nin onu orada beklediğinin hayalini kurmaya cesaret edebilir çünkü kibirli üvey annesi tarafından köşkün hizmetçisi olarak kullanılmaktadır. Ama daha sonra, gizlice içeri girmeyi başardığı baloda çekici ve yakışıklı Benedict Bridgerton’un güçlü kollarının arasında dans ederken kendini kraliyet ailesinden birisi gibi hisseder. Yalnız ortada bir sorun vardır, saat geceyarısını gösterdiğinde bu sihrin sona ermesi gerekmektedir.
Kimdi bu olağanüstü kadın? O büyülü geceden sonra, gümüş elbiseli kadının güzelliğiyle adeta kör olmuş Benedict’in gözü başkasını görmez, ta ki kendini, ona garip bir şekilde tanıdık gelen hizmetçi kıyafeti giymiş o alımlı kadını içine girdiği tatsız durumdan kurtarmak zorunda hissedene kadar…

21 Kasım 2012 Çarşamba

1 Matthew Quick - Umut Işığım


Umut Işığım tam insana umut olabilecek bir kitap... Yazarın dili çok iyiydi okuyucuyu sıkmıyordu tabi bazı küçük detaylar vardı okurken sıkıldığım ama ona daha sonra değineceğim. İnsanın kendinden küçük de olsa parçalar bulabileceği bir kitaptı. Karakterler zaten günlük hayatımızda yaşama olasılığı çok yüksek olan özellikteler... Ayrıca konusu da alışılagelmişin dışındaydı, kelimenin tam anlamıyla 'özgün' bir kitaptı. Daha önce hiç tanık olmadığımız bir konusu vardı.

Öncelikle kitabın kötü tarafı olan ve beni sıkan detaya girmek istiyorum. Kitapta futbol terimleri çok vardı ve bilmeyen ve ilgilenmeyen okuyucuları sıkacak bir özellikti. Şahsen bir bayan olarak ve futbolla ilgisi olmayan biri olarak sıkıldım okurken ve itiraf etmek gerekirse terimlerin hiçbirini de anlamadım. Kitabın tek kötü yanı buydu...

İyi yanları ise insana umut etmeyi, bir şeyler için savaşmayı ve azmetmeyi gösteriyor...

Pat ve Tiffany'nin arasındaki sıra dışı arkadaşlar ve birbirlerine davranışları çok sevimliydi bence. Nikki'yi elime geçirsem parçalarım dedim. Şimdi okumayan ve kitabın sonuna kadar gelmeyen kimse Nikki'nin ne tür bir suçlu olduğunu bilmeyecek ve bende kitap içeriğine girerek söylemeyeceğim ama bana kitap şunu bir kez daha gösterdi. Pat'in kardeşi çok sevimliydi arkadaşları da öyle ayrıca psikologu... Gerçekten öyle psikologlar var mı diye düşündüm :)

Neyse çok konuşursam kitap içeriğine gireceğim. Ben tavsiye ederim okuyun... Evet bir bayan olarak maç sohbetlerinde sıkıldım ama onun haricinde kitabın her satırından zevk aldım. Özellikle Pat'in ailesi -babası ile olan ilişkisini okumaktan...

Ayrıca kitabın filmi de çekildi ve 4 Ocak'ta vizyona giriyor, bunu da küçük bir not olarak düşeyim dedim :)

Kitabın konusunu aşağıdaya yazıyorum:

Pat Peoples ile tanışın. Patin iyimserliğe dair bir teorisi var: Hayatının, yapımcılığını Tanrının üstlendiği bir film olduğuna inanıyor. Ve mutlu sona ulaşması için Tanrı ona fiziksel olarak formda olmasını, duygusal açıdansa kitap okumasını emrediyor; bunun karşılığında ayrıldığı karısı Nikkinin ona geri dönmesini sağlayacak. (Patin uzun yıllar bir akıl hastanesinde yattığını söylersek umarız şaşırmazsınız.)
Umut Işığım, bir adamın hafızasını yeniden kazanmaya çalışırken karısının ihanetiyle yüzleşmek zorunda kalmasına dair gürültücü ve keskin hikâyesini anlatıyor. Matthew Quick bizi Patin zihninde dolaştırıyor, hünerli kalemiyle bize onun sevimli olduğu kadar çarpık bakış açısıyla bambaşka bir dünya gösteriyor. Bu dokunaklı ve eğlenceli roman, depresyon ve aşka çok farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak. 
O yüzden elimden gelenin en iyisin yapıyorum ve etrafımızı saran aynalarda göz ucuyla dansımızdan parçalar yakaladığımda Gerçekten kusursuz dans ediyoruz! diye düşünüyorum. Bitirdiğimizde çok heyecanlanıyorum, çünkü kazanacağımızdan adım gibi eminim; kendimizi bu kadar adayıp hayatımızdaki bir sürü şeyden feragat ettikten sonra kazanmamamız mümkün değil. Bu kısa film, kesinlikle mutlu sonla bitecek!

19 Kasım 2012 Pazartesi

0 Vefa Enver - Aşka Dönüş



Pembe bir kitap ve Vefa Enver kaleminin sonu... Sevgili pembe kraliçemizin kalemine dair bir şey söylemeyeceğim zaten diğer bütün kitaplarını okuduktan sonra ve her seferinde aynı sözleri söyledikten sonra gerek yazarımıza gerekse kalemine taptığımı anlamışsınızdır. Bu yüzden direk kitaba dair yorumuma girmek istiyorum...

Kelimenin tam anlamıyla kedi-köpek gibi didişmenin ne demek olduğunu anlatacak en iyi örnek Hakan ve Perim... Cidden atışmalarını, tartışmalarını, birbirlerine üstünlük taslama ve zafer kazanma çabalarını okumak inanılmaz derecede keyifliydi. Hatta çaktırmayın kahkaha atarak güldüğüm yerler bile oldu o derece yani...

Esra'ya laf söylemiyorum zaten Esra'yı anlatmaya yetecek kelime olacağını sanmıyorum ayrıca daha ilk başlarda Yavuz'la onları yakıştırmıştım ki tahminim doğru çıktı... Esra & Yavuz çiftine ne desem bilemedim ama Yavuz'a söyleyecek bir çift lafım var. Yavuz eğer boşanma kararı alırsa avukat masraflarını ben karşılarım  :)) yani düşünün Esra nasıl biri. :) Ama itiraf edeyim Esra'nın Berna hakkında söylediklerinde çok güldüm :)

Hakan ve Perim'in evde boşanmadan önce geçirdikleri son gece okurken tüylerimi diken diken etti. Gerçekten Hakan'ın bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmiyordum. Şahsen ben olsam Perim'in yerinde affetmezdim diyorum ama tabi aşk bu gözü kör... Gerçi Hakan'ın hakkında bir Esra geliyor ya neyse ;)

Son kafedeki buluşma çok güzeldi. İnsanın yüzünde çok tatlı bir tebessüm oluşturuyordu.

Neyse yine düştü çenem. Uzun lafın kısası kitabı çok beğendim. Gerçekten bir yerde bize -bekarlara- sonsuza kadar mutlu olamama riskini de gösterdi bu yüzden ne yapıyoruz evlenmiyoruz :P işin şakası tabi bu... Madalyonun diğer tarafını okumak gibiydi bu kitabı okumak. Gerçekten güzel eğlenceli ve kahkahalarla gülme garantisi olan bir kitap ama sonlara doğru da hüzünlenme garantisi de var...

Şiddetle tavsiye ediyorum okuyun. Gerçi VE kitabı ikinci kez düşünmeden okunur arkadaşlar diyorum :))


"Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar"
Bildiğimiz tüm masallar bu cümleyle biter. Peki sonra neler olur hiç merak ettiniz mi?
Evlendiklerinde, sonsuza dek sürecek bir aşk masalının kahramanlarıydı onlar. Perim ve Hakan Perim genç, güzel ve başarılı bir avukat, Hakan ise onun hep beklediği beyaz atlı prensti. Tartışmalar, kırgınlıklar, aileler ve eski sevgililer, onları o çok uzun süreceğine inanılan rüyadan uyandırmak için sırada bekliyorlardı.
Tüm yaşananlara rağmen aşk hala affeden ve en kötü zamanlarda kendini hatırlatan bir his olmayı sürdürebilecek miydi?
Kadınlar hep kadın.
Erkekler hep erkek.
Peki ya aşk?
Aşk, her koşulda hep aşk mıdır?
Vefa Enver sizi ilişkilerin karmaşık dünyasına davet ederken, aşk hakkındaki düşüncelerinizi de sorguluyor...
 Ve soruyor...
Aşk geride bıraktıktan sonra tekrar dönülebilecek bir yer midir?


17 Kasım 2012 Cumartesi

2 E.L.James - Karanlığın Elli Tonu


Yorumuma ilk kitaba nazaran bu kitabın çok daha iyi olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. İlk kitap ne kadar cinsellik üzerine kurulu ise bu kitapta o kadar aşk üzerine kurulu...

Yazarın kalemi daha önce dediğim gibi profesyonel değil günlük bir tarzda yazılmış bir kitap ama kurgu ilk kitaba göre daha heyecanlı romantik ve aşk dolu... İlk kitapta Hakim olarak tanıdığımız Christian bu kitapta romantik bir aşık... Tabi Ana'da da değişimler var... Christian'ın içindekileri okumakta güzeli. Yani bunları Ana'ya anlatması... Geçmişini... Öyle olmasının sebebini... 

Kitabın aşk kısmını bir tarafa atarsak heyecan ve adrenalin yüklü olaylarda vardı. Leila olayı başta zaten patlattı ardından Charlie Tango geldi... Ahh Elena'yı (Bayan Robinson) unutmamak gerek...

Evet ilk kitabı çok beğenmemiştim ama ikinci kitabın İngilizce'sini üstün kötü okuduktan sonra bu kitabı almaya karar verdim ve kesinlikle doğru bir karar verdim diye düşünüyorum. Ha yine cinsel sahneler vardı, Kırmızı Acı Odası'nı yine okuduk ama ilk kitapta cinsel haz ön plandayken bu kitabın her satırında AŞK ön plandaydı... Bir erkeğin aşk ile dört dörtlük değişmesiydi neredeyse okuduğumuz. Bu yüzden bu kitabı okuduktan sonra Fifty Shades Serisini tavsiye ederim eğer "yetişkin okuyucu" kitlesine giriyorsanız...

Genel yorumdan sonra kitap içeriğine girmek istediğim noktalar var... Özellikle hoşuma giden yerleri söylemezsem içimde kalır olmaz :)

Leila... Evet bir bela oldu ama Leila'nın Christian ile karşılaştığındaki satırlar gerçekten tüyler ürperticiydi... Her ne kadar Christian ona karşı bir şey hissetmiyor olsa da Leila'nın vücut dili onun Christian'a hisleri oluğunu belli ediyor. Jack'e sinir oldum. Adam resmen asıldı Ana'ya ama Christian haklı çıktı. Şu sidik yarışında da sonuna kadar haklıydı ayrıca Christian'ı bir sidik yarışında görmek paha biçilemezdi.  Christian'ın aşkını itiraf ettiği noktalar çok romantikti. Bir çoğunuz -okumayanlar- alıntılardan bu kitapta Christian'ın Ana'ya evlilik teklifi ettiğini anladınız. Buna dayanarak diyorum ki yeni nesilin deyimiyle on numara bir evlilik teklifiydi. Sonunda Grace'in duyduklarından sonraki tepkisine işte bu be yürü kızım dedirtti. Sonunda küçücük bir kısım başka birinin anlatıyordu o kısmın ben tamamen Jack'e ait olduğunu düşünüyorum. Ve ve ve... şu Ana'nın tabiri ile İtaatkar Özeli araba -ki bu araba Audi A3 oluyor- Christian'ın aldığı araba Saab harikaydı... O kısımları sırıtarak okudum. Çok fazla girdim yine kitap içeriğine... :))

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

Romantik, özgürleştirici ve kesinlikle bağımlılık yaratıcı
Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek ve ebediyen sizinle kalacak
Ruhu yaralı genç girişimci Christian Greyin karanlık sırlarının yıldırdığı Anastasia Steele, ilişkilerine son noktayı koyup bir yayınevinde çalışmaya başlar.
Ama Greye duyduğu karşı konulmaz çekim hâlâ etkisini sürdürmektedir. Grey yeni bir teklifle gelince ona karşı koyamaz. Nihayet her şey daha iyiye gidiyor gibi göründüğü sırada birden geçmişin hayaletleri ortaya çıkar. Anastasia, sorunlu, hırslı ve talepkâr Elli Tonun sinir bozucu geçmişi hakkında, tahminlerinin çok ötesinde şeyler öğrenir ve ilişkileri bir kez daha tehdit altına girer.
Grey içindeki şeytanlarla savaşırken, Ana da hayatının en önemli seçimini yapmak zorunda kalır.
Ve bu kararı tek başına vermelidir...


16 Kasım 2012 Cuma

1 Julia Quinn - En Çok Beni Sev


Anthony Bridgerton... En sevdiğim Bridgerton'lardan biri Anthony... Kate ile evliliği tam bir eğlenceydi :))

Kitap inanılmaz derecede akıcıydı ve bir en fazla iki günde bitecek kitaplardan biriydi bence... Çok güzeldi ki yazara söylenecek söz yok zaten...

Kate'in hazır cevaplılığı, kardeşini koruma çabası ve bunun yanında da Anthony ile aralarında geçen diyaloglar harikaydı. Hele Anthony'nin kendine ideal eş tanımı içerisinde birini bulma çabası ve karşısında Kate gibi birinin çıkması olay örgüsünü tam oluşturdu. Yanlış anlaşılmasın ideal eş tanımına Kate uymuyordu. İkisinin evliliği tamamen bir skandalı engellemek amacıyla yapıldı. Onların sosyetik kurallarına göre uygunsuz yakalandılar. ;)

Özellikle Bridgerton'larla Kate'in kriket oynadığı sayfalar inanılmaz eğlenceliydi. Anthony'nin sopasının rengi, Kate ile birbirlerinin kuyularını kazma çabaları kahkahalarla güldüm o satırlarda. :)

Kate'in en büyük korkusuna Anthony'nin yardımcı olma çabaları ve onun o savunmasız anında yanında olması gerçekten çok romantikti. Hele bir keresinde gece yine korkuyordu -detaya girmeyeceğim- o satırlarda Anthony'nin davranışları tam bir aşık gibiydi... :)

Evet, Anthony'nin de sinir olunacak davranışları oldu ama ben kendisine sinir olamadım. :)) Çok sevdim çünkü :) Tavsiye ederim. Harika bir tarihi aşk romanı ama bence bütün seriyi okuyun :))


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

Yazarınız 1814’ün olaylarla dolu bir sezon olacağına inanıyor, özellikle de bugüne kadar evlenmeyi düşündüğüne dair hiçbir işarette bulunmayan, Londra’nın en gözde bekârı Anthony Bridgerton için.
Aslında neden evlensin ki? Söz konusu eksiksiz bir zampara gibi davranmak olduğunda, ondan daha iyisi bulunamaz…
LEYDİ WHISTLEDOWN’IN
CEMİYET GAZETESİ, NİSAN 1814 
Ne var ki dedikoducu yazarımız bu defa yanılıyordu. Anthony Bridgerton sadece evlilik kararı kalmamış, bir eş adayı da seçmişti! Önündeki tek engel ise seçtiği kişinin ablası Kate Sheffield’dı - kendisi Londra balolarının o güne dek gördüğü en baş belası kişiydi. Nüktedan ve entrikacı Kate, bir yandan bu izdivacı engellemek konusundaki kararlılığıyla Anthony’yi deli ederken, diğer yandan çapkın vikontun erotik rüyalarının başmisafiri oluyordu.
Genel inancın aksine Kate, zampara beylerin zamanla ıslah olup iyi birer koca olabileceklerine inanmıyordu ve Anthony Bridgerton da bu zamparaların arasında en ahlaksız olanıydı. Kate kız kardeşini korumaya kesin kararlıydı fakat kendi kalbinin korunmasızlığı yüzünden de endişe içerisindeydi. Ve Anthony’nin dudakları kendi dudaklarına değdiği anda, Kate ona karşı koyamayacağını anlayıp korkuya kapılmıştı…

14 Kasım 2012 Çarşamba

0 Julia Quinn - Yüreğe Söz Geçmiyor


Julia Quinn'in ilk okuduğum kitabıydı aynı zamanda da Bridgerton Serisinin de ilk kitabı. Çok sevdiğimi söylemeliyim. Yazarın dili çok eğlenceli, romantik... Günümüzde yazılmış olsa belki chick lit tadında olurdu ama tarihi aşk romanı olunca çok ayrı bir kefeye konuluyor. Eğlenceli mizahi bir dille yazılmış romantik bir kitap.

Daphne, çok sevimli bir karakterdi. Erkeklerin dostça yanaştıkları kendilerini yanında rahat hissettikleri bir kadın. Ağebeyinin arkadaşı Simon ile aralarında bir kızışma oluyor. Simon'da aynı zamanda bir dük ve evliliği aklından bile geçirmiyor...

İkisinin arasındaki diyaloglar ve birbirlerini çekici bulmaları çok tatlı bir dille anlatılmıştı. Ama okurken insanın içine dokunan yerler var... Bu kısımda biraz kitap içeriğine girebilirim... Simon'ın çocuk sahibi olmak istememesi üzerine Daphne ile aralarındaki tartışma dolayısıyla birbirlerinden uzak kalmaları biraz üzücüydü.. Ama asıl insanın içine dokunan sahne Daphne'nin attan düştüğünde Simon'ın yanına gitmesi... O anki konuşmalar ve sonrasındaki...

Kitabı bazı yerlerinde evet insanı üzen anılar vardı ve buruk gülümsemeler oluşturan... Yazar aynı anda bir çok duyguyu okuyucuya yansıtıyor bence...

Tavsiye edeceğim bir seri bence okuyun :)) Özellikle tarihi aşk romanı seviyorsanız favori yazarlarınızdan biri olacaktır şüphesiz... :))


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

Kadere inanır mısınız? Peki ya kader bir gün yolunuzu aşkla keserse...
Tutkuyu ilişkilerinizde hissederken aşktan korkup her şeyden vazgeçmek zorunda kalırsınız... Bazen imkansızlıklar geçicidir, bazen ise imkansızlıklar hayallerle kesişir...
Julia Quinn, New York Times'in "Çok Satanlar" listesine giren romanıyla okuyucularıyla buluşuyor. Quinn'in etkileyici üslubu karşısında duygulanacak, gerçek aşkın varlığına inanmaya başlayacaksınız. Bir yandan da gülümsemenizi sağlayacak bu içli aşk romanının her sayfasında kendinizden bir parça bulacaksınız...

13 Kasım 2012 Salı

1 Nora Roberts - Yalnız Adam


MacGregor Serisinin 4. kitabı...  Yazarın bu serisini çok seviyorum ve şiddetle de okumanızı tavsiye ediyorum. Zaten yazarın diline söylenecek söz yok bence. Profesyonel bir yazar ve bu serisinde sadece aşkı değil ailevi konuları da işlediği için benim için bir numaralı seri :))

Teknik olarak bir MacGregor kitabı değil... Grant, "Geçmişin Gölgeleri" kitabında tanıdığımız Alan MacGregor ile evlenen Shelby'nin kardeşiydi...

Grant, tam anlamıyla sinir küpü eden bir karakter. Tamam yalnız olmayı sevebilirsin, içine kapanık da olabilirsin, sakinliği sessizliği de sevebilirsin ama bunlar sana Gennie'yi kırma hakkı vermez değil mi? Gerçekten Grant'ın bazı davranışları beni sinir etti... Gennie çok renkli bir karakter gerçi ressam olduğundandı sanırım hayatı renklerle dolu... Çok sevdim Gennie'yi :))

Özellikle Grant'ın Gennie'yi Daniel MacGregor'a tarif etme şeklinde kahkahalarla güldüm ki MacGregor evine gittiğinde onların Gennie'yle karşılaşmaları da harikaydı. Grant ile Gennie'nin birbirlerine aşık olduklarını söyledikleri sahne komediydi. Çok eğlendim o sahneyi okuduğumda. Ahh bir de Diana & Caine ikilisinin bebekleri olacağı haberi ve Justin&Serena'nın da çocukları olduğunu okumak harikaydı. O kısımlar insanda gülümseme hissi uyandırıyordu...

Favori sahnem bütün MacGregor'ların Daniel'in kale gibi olan evinde buluşmalarıydı. Harikaydı o kısımlar. Bu aileyi gerçekten çok seviyorum :))

Kıssadan hisse çok beğendiğim bir kitap oldu okumayanlara tavsiye ederim ama bence sırayla okuyun MacGregor'ları. Gerçekten takip edilecek nadir serilerden biri bence...  Şiddetle tavsiye ediyorum =)


MacGregor Serisi'nin Yayınlanan Kitapları:
  1. Kumarbaz Aşk
  2. Kader Bizi Bağladı
  3. Geçmişin Gölgeleri
  4. Yalnız Adam
  5. Paylaşılan Hayaller
  6. Alacakaranlık
Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum: 


En çok sevdikleri kişileri kaybetmenin travmasını bir şekilde atlatmış ama hâlâ acı çeken bir erkek ve bir kadın…
Karikatürist Grant Campbell, babasının ölümünden sonra şehirde barınamamış, ücra bir sahildeki deniz fenerinde münzevi bir hayat yaşıyordu.
Ünlü ressam Gennie-Genviève Grandeau ise kız kardeşini kaybettikten sonra kalabalıklar içinde olmasına rağmen kendini yapayalnız hissediyordu.
İki acılı insan, fırtınalı bir gecede karşılaştılar ve içlerinde bambaşka fırtınalar koptu. Şiddetle direnmelerine karşın gittikçe birbirlerine yaklaştılar.
Grant, yalnız bir adamdı ve hâlinden memnundu. Gennie’ye ilk görüşte kapılmış, onun çarpıcı güzelliğiyle sarsılmıştı ama o, yıllar önce terk ettiği pırıltılı bir dünyada yaşıyordu.
Gennie için Grant tam anlamıyla bir muammaydı ve onu çözmek için yanıp tutuşuyordu.
Birbirlerine âşık olmalarına rağmen, acaba korkularını ve sırlarını gömüp, birbirlerine güvenebilecekler miydi? Ortak bir noktada uzlaşabilecekler miydi? Grant ya geçmişin etkisinden kurtulacaktı ya da gelecekteki mutluluğunu riske atacaktı.



11 Kasım 2012 Pazar

1 Ted Dekker - Gelin Koleksiyoncusu


Güzel bir gerilim polisiye romanıydı. Gerçekten sıradışı bir konusu vardı. Her sayfasını heyecanla okutuyordu. Yazarla tanıştığım roman oldu ve bayıldım!

Cinayetlerin işlenişi gerçekten zekiceydi ve katili daha ilk sayfalarda tanımak da diğerlerinden ayrı bir yere koyuyordu kitabı. Ama asıl dikkati çeken ve ilgi uyandıran detay ise katilin ya da FBI'ın dediği tabirle gelin koleksiyoncusunun her zaman kendilerinden bir adım önde olmasıydı. Hiçbir iz bırakmadan titizlikle çalışıp ve polisin bir sonraki adımını zekice tahmin edip doğru bilen bir katil... Doğal olarak yakalamak da çok zor...

Kitapta bazı detaylarda sıkıldım 567 sayfada toplasam sıkıldığım yerler beş sayfayı geçmez. Sağlık ve Zeka Merkezi'ndeki hastaların hastalıkları ve zekalarındaki gelişmişlik ve bunların seri katilin kimliğini çözme konusunda yardımlarını okumak çok güzeldi.

Ancak bütün kitap boyunca ilgi duyduğum nokta katilin, cinayetleri işleme biçimi, nedeni ve profesyonelce çalışmasıydı. Ahh bir de peşindeki polislerden aha zeki olmasıydı.

Kitabı çok beğendiğimi söylemek istiyorum gerçekten gerilimi hissedecek ve okurken kovalamacalarda ve cinayetlerde adrenalinin damarlarınızda dolaştığını hissedeceksiniz. Gelin Koleksiyoncusu, yazar ile henüz tanışmayanlar için bence güzel bir adım olabilir. Şahsen benim için öyle oldu. Yazarın bundan sonra kitaplarını takip edip okumaya çalışacağım. Polisiye, gerilim ve birazcık da korku seviyorsanız bence okumalısınız bu kitabı...

Genel yorumumu yaptıktan sonra kitap içeriğine girmek istediğim bazı noktalar var. Söylemezsem içimde kalır =)

Bahsetmek istediğim birinci nokta; Nikki'nin gelin koleksiyoncusunun eline düştüğü zaman dilimiydi. O zamanlara Brad'in zamanla yarışması, hissettikleri gerçekten tüyler ürperticiydi. Ama asıl insanı etkileyen yer ise Nikki'yi duvarda asılı bulduğu sayfalardı. Gelin koleksiyoncusunun diğer kurbanları gibi...

İkinci nokta ise; gelin koleksiyoncusunun Brad ve Paradise'ın ahırdan ne tarafa kaçtıklarını düşünme biçimi ve Brad'in geri döneceğini, hangi yoldan döneceğini, nasıl bir taktik izleyeceğini düşünerek ona tuzak kurması ve bütün düşünceleri tam on ikiden vurması harikaydı. Aslında tüyler ürpertici...


Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum...


Gelin Koleksiyoncusu korku ve gerilim dolu bir kitap, kalp atışlarınızın ne denli hızlandığını fark ettiğinizde çok şaşıracaksınız.” - 
Tess Gerritsen 
“KUTSA BENİ TANRIM, İŞLEDİĞİM VE İŞLEYECEĞİM GÜNAHLAR İÇİN...”
FBI özel ajanı Brad Raines kariyerinin en karmaşık davasıyla karşı karşıyadır. Davanın ucunda dört genç kadını öldürmüş, sapık ruhlu ve bir o kadar da zeki bir seri katil vardır. 
Her şey, terk edilmiş bir ahırda bulunan genç bir kadın cesediyle başlar. Ölü beden çırılçıplak soyulmuş, başına bir gelin duvağı konulmuş ve koltuk altlarından desteklenerek duvara sırtından yapıştırılmıştır. Topukları matkapla delinen cesedin en büyük özelliği ise, hâlâ çok güzel görünüyor olmasıdır. 
FBI’ın Gelin Koleksiyoncusu olarak adlandırdığı katilin hedefi, mükemmelliğin sayısına yani Tanrı’nın rakamı olan “yedi”ye ulaşmaktır. Bunun için sırada ölümü bekleyen üç masum ve güzel kadın daha vardır. Katili bulmak artık tam bir zaman yarışına dönüşmüştür. Davayı çözmekte zorlanan Brad’in son umudu ise, yardım almak için başvurduğu sıra dışı kişi, şizofren tanısı konulan Paradise’tır. Cesede dokunduğunda, o kişinin ölmeden önceki son dakikalarını yaşama yeteneğine sahip Paradise, korkunç katil Gelin Koleksiyoncusu’nun yakalanmasına yardımcı olabilecek midir? 

 


6 Kasım 2012 Salı

0 Julianne MacLean - Beni Aşka İnandır [Amerikan Varisleri #1]


Her ne tür kitabı okursam okuyayım sonunda tarihi aşk romanına beni geri döndüren romanlarla tanışıyorum. Bu da onlardan biri. Gerçi okuduğumuz tarihi aşk romanlarından bir daha yeni tarihe yatkın en azından merkezi ısıtma sistemi olacak kadar :)) İlk okuduğumda bu kısmı garipsediğimi belirtmem gerekir :))

Her neyse kitap çok güzeldi. Çok beğendim. Yazarın dili gerçekten çok iyiydi karakterler de öyle. Alışılagelmiş çekingen kadın karakter yerine güçlü bir kadın karakter okumak güzeldi.

James'e bazı noktalarda sinir oldum ve sadece James'e değil Dul Düşes'e de... Ama her kitapta vardır ya illaki okuyucuyu sinir edecek kişiler bu kitapta bu iki karaktere sinir oldum ama davranışlarının altındaki nedenleri okuyunca itiraf etmek gerekirse sempati duydum. Whitby'i sevdim. En başından beri... Kendisi sevdiğim karakterlerden biri olarak kalbimde taht kurdu =)) Küçük bir sır vereyim mi? Whitby'nin de aşkının anlatıldığı kitap var, yayınevinin o kitabında en kısa zamanda bizimle buluşmasını diliyorum. Hemde asla tahmin edemeyeceğiniz kişiyle... Neyse... :))

Amerikalı Varisler serisinin ilk kitabıydı ve bence güzel bir kitaptı da... Çok sevdim. Yazarın dili oldukça sadeydi, akıcı ve sürükleyici ve birazda heyecanlı bir kalemi vardı. Heyecanı av partisinden sonra hissetmek mümkündü. Karakterler arasındaki duyguları inişleri çıkışları çok iyi anlatmıştı. Bu yüzden sevdim. Sadece hoşlanmadığım bir iki yer vardı o da çevirideydi. Bazı yerdeki cümlelerde yüklem dediğimiz öğemiz yoktu ve bu da cümleleri biraz anlamsız kılmıştı. Keşke onlar da olmasaydı ama hep dediğim gibi bunlar güzel kitapların nazar boncuğu... :))

Beğendim takip edeceğim bir seri tarihi aşk romanı severlere de tavsiye ederim okuyun :))

Yorumumu bitirmişken şunu belirtmek istiyorum. Kitap içeriğidir dikkat... Aşağıda alıntıladığım yer çok güzeldi. O gözyaşı beklemediğim bir şeydi ve dudaklarımda bir gülümseme oluşturdu hissettirdiği aşkla...

James'in gözünün kenarından bir gözyaşı belirerek elmacık kemiğine doğru süzüldü. 
Sophia, o gözyaşı damlasına, kalbinin ve ruhunun en derin noktalarına ulaşan bir anlayışla baktı.
"Seni seviyorum," diye fısıldadı James, yumuşak bir sesle.

Alıntımı da paylaştıktan sonra sizlerle serinin diğer kitaplarını paylaşıyorum:

Amerikan Varisleri Serisi'nin kitapları:

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Hayat ve duyguyla dolu ışıldayan bir roman." -Jo Beverley- "İnanılmaz bir tutkuya sahip, kıpır kıpır bir hikâye." -Cathy Maxwell-  
"Sevgili kardeşim Clara,
Londra sosyetesi hiç aklıma gelmeyecek denli karışık! Her gece başka bir balo veya toplantı var, her gece başka başka ışıltılı mücevherler, hışırdayan elbiseler dönüp duruyor. Zaman zaman orada burada pot kırmaktan korksam da, hedefime (daha doğrusu annemin hedefine) ulaşmakta başarı elde ediyorum sayılır. Annem, bana koca olarak son derece uygun bulduğu birkaç beyden gördüğüm ilgi karşısında mutluluktan havalara uçuyor. Ama sevgili kardeşim, bir dük var ve benim için ondan başkasına bakmak dahi öyle zor ki! İtiraf etmeliyim ki kalp atışlarımı, balo salonunun karşı tarafından fark edilebileceğinden korkacağım kadar hızlandırıyor. İsmi James Langdon, Wentworth Dükü. Bu sözlerim kulağa abartılı gelebilir ama bana daha önce hiçbir erkeğin hissettirmediği şeyler hissettiriyor. Ama bu duygularımı bastırmalıyım. Zaman zaman onun karanlık geçmişine dair fısıltılar duyuyorum ve insanlar kendi aralarında ondan Tehlikeli Dük diye bahsediyor. Ah Clara! Gizliden gizliye onun beni seviyor olabileceğini düşünerek mutlulukla doluyorum, ancak bir yandan da ilgisinden korkuyorum. Gerçek aşkı bulmak için çok uzun zaman bekledim ve şimdiyse kalbime zarar gelmemesi için ona karşı koymalıyım. Keşke ne yapmam gerektiğini bilebilsem...
Seni seven kardeşin, -Sophia-"