Kasım ayının ilk kitap yorumu tabi ki historical romanstan gelecekti. Başkası olmazdı. Bu ay #illekitaplahistoricalokuyoruz ekibi olarak Pamela Clare okuyoruz. Ben de yazarın okumadığım tek kitabı olan Tatlı Ceza'yı okudum.
Pamela Clare, ülkemizde bir seri tamamlanmış diğer serisi yarım kalmış yazarlardan biri. Historical romans yazmanın yanı sıra İskoç hikayeleri ve aristokrasi İngiltere'sinde sömürgeleri de konu alıyor. Tamamlanan serisinde İskoç savaşçıların hikayeleri vardı ki çok güzeldi. Bu kitabında da sömürgelerdeki hayatı anlatan bir kurgusu var. Çok historical romans mı bilemedim ama anlatılan dönem ve erkek karakterin İngiltere'nin soylularından olması bu türe soktu kitabı.
Seri yarım kaldı. Normalde üç kitaplık bir seriydi ama ne yazık ki ilk kitaptan sonra yayınevi seriyi çıkarmayı bıraktı. Keşke devamı gelseydi...
Kitabın kısaca konusundan bahsetmek gerekirse; Alec Kenleigh, İngiltere'nin soylularından bir adamdır. Gemi üretim fabrikası olan ve oldukça varlıklı olan Alec, evlenmeyi düşünmeden hayatına devam etmektedir. Hovarda erkek kardeşini adam etmeye çalışırken evli ve çocuklu kız kardeşiyle iyi geçinen ve eniştesiyle de iyi anlaşan bir hayatı vardır. Bir gece sevgilisi ile ilişkisini bitirip onun yanından ayrıldığında başına aldığı bir darbeyle bayılır ve kendine geldiğinde bir gemide Amerika'ya gidiyordur. Bütün ailesine öldüğü haberi verilen Alec, aslında bir gemide darp edilip, aç bırakılıp, işkence görmüştür. En sonunda da Amerika'ya giderek orada köle diye satılacaktır. Gördüğü işkenceden dolayı bitkin ve halsiz olan Alec, bir yüksek ateşle boğuşurken ölümün kıyısındadır. Cassie Blakewell ise babasının hastalığı sonucunda bütün çiftliğin işlerini kendi üstüne almış hem çiftliği hem de çalışanları iade etmektedir. Bazen ihtiyaç duyduğu desteği de satın aldığı kölelerle sağlamaktadır. Yine bir gün köle geleceğini öğrendiğinde limana gider ve orada Alec'i görür. Her ne kadar adamın Cole Braden adında bir mahkum olduğu söylense de onun haline üzülen Cassie onu satın alır. İyileşmesi için tedavi edilmesine imkan sağlayan Cassie, adamla her ne kadar zor da olsa iletişim kurduğunda Cole Braden değil de Alec Kenleigh olduğu ispatlanana kadar çiftlikte köle olacak kalması konusunda anlaşılır. Bu sırada Cassie, genç adamın kimliği konusunda İngiltere'den yanıt beklerken kendi çiftliğinde de çalıştırmaya başlar. Alec kendisine verilen her işi yerine getirirken burada işlerin nasılda zor olduğunu, Cassie'nin nelerle baş ettiğini de görür. Her ne kadar kendisine verilen her işi yapsa da içten içe Cassie'ye karşı içinde bir tutku filizlenmeye başlar. Bu tutku bir aşka dönerken bunun farkında olmadan da genç kadına karşı duyduğu tutku, sahiplenici tavır ve kıskançlık sınırlarını da çok zorlamaktadır. Cassie için de durum farklı değildir. Uğraştığı bütün o sorunların yanında Alec, genç kadını heyecanlandıran, etkilendiren ve evliliği düşündüren tek erkek olması da Cassie tarafında işleri zorlaştırır. Ancak uğraşmaları gereken oldukça fazla problem vardır. Cassie'nin herkese babasının İngiltere'de olduğunu söylediği yalan, çiftliği elinde tutmak için arkasına sığındığı bu yalanın dışa çıkması için çabalaması... Cassie'yi takıntı haline getirmiş, onunla evlenmek isteyen, çiftliği de yanında isteyen Geoffrey... onun hamleleri, yaptıkları... bunların yanında Alec'in asıl kimliği... Bütün bu sorunların arasında birbirlerini yakaladıkları ve aşkı paylaşacakları noktada karşılarına çıkan engeller ikiliyi oldukça zor durumlarda bırakır. Bir de suçsuzken Cassie'nin yaşamak zorunda kaldıkları sorunlardan sonra suçlu hale geldiğinde köşeye sıkışırlar. Aşkları büyük bir savaşa girmek zorunda kalacak ve o savaştan mağlup mu galip mi çıkacak alacakları kararlar, yapacakları hamleler belirleyecek. Bir de aşklarının gücü...
Öncelikle şunu söylemeliyim ki alışılagelmiş historical romansların kurgularından oldukça farklı bir kurgusu vardı. Sömürgelerdeki hayatı anlatması, o zamanlardaki oradaki hayata değinmesi çok güzel bir değişiklikti. Çiftlik hayatı ama aristokrasiyi biraz yakalayan bir hayat... onlar kadar şatafatlı değil belki ama yine de bir şekilde o kuralları yakalayan bir hayatları vardı. O yüzden sevdim diyebilirim.
Cassie'nin güçlü karakteri, bir erkeğin yaptığı işleri yapması, erkek kardeşi büyüyene kadar çiftliği elinde tutma çabası, yönetmesi. her şeyle baş etme çabası ve kendi doğruları söz konusu olduğunda diğer insanların neler düşündüğünü, söylediğini önemsememesi çok güzeldi.
Cassie'nin kölelerle ve çalışanlarla beraber çiftlikte çalışması, hepsini aileden biri gibi düşünerek davranması çok güzel detaylardı. Hatta Alec'in mahkum olduğu düşünülürken bile onu dışlamaması da öyle...
Alec ise... tamamen bilmediği topraklarda işkence edilmiş, dışlanmış ve köle olarak çalışmaya zorlanması karşısındaki güçlü duruşu çok güzeldi. Çiftlik işlerini yapmaktan gocunmaması, her şeye el atar modda olması, atlardan anlaması ve bu konuda Cassie'ye yardımcı olması da çok güzeldi. Özellikle de Cassie'nin küçük kardeşi Jamie ile olan ilişkisi çok tatlıydı. Jamie zaten kitaptaki en şeker-tatlı detaydı.
Cassie'nin Geoffrey konusundaki tavrı, Alec'in sahiplenici ve kıskanç halleri çok güzel kurgulanmıştı. Bunun yanı sıra Geoffrey'in de bir kötülük yapacağı zaten kitabın başından beri belliydi. Hep bekledim ve sonunda da yapacağını yaptı. Hem henüz on yedi yaşında genç bir kız olan Elly'e yaptıkları hem de onu hiçe sayarak Cassie'nin peşine düşmesi... o da yetmesi gecenin bir vakti Cassie'yi alıkoyması ve sonrasında olanlar... kitabın soluksuz okunmasına sebep veren detaylardı açıkçası. Geoffrey ile Alec arasındaki olaylar, Alec'in sonunda tutuklanması ve devamındaki süreç de çok iyi kurgulanmıştı.
Cassie ile Alec arasındaki iletişim, diyaloglar bazen eğlenceli bazen de tutkulu olması kitabı durağanlıktan çıkarıyordu. Kurgunun ara ara minik dokunuş hamleleriyle hareketlendirilmesi de kitabı sıkmadan okunmasına neden oluyordu.
Alec'in başına gelenler, kaçırılması, ölümüne işkence görmesinin arkasındaki kişinin kim olduğunu kitabın en başından beri anlamıştım. Bekliyordum açıkçası o detay bir sürpriz değildi benim için.
Alec'in eniştesi Matthew ise bence en iyi kardeş olmuştu Alec'e... adama gözü kapalı güvenmesi de zaten bunun göstergesiydi.
Bir de özellikle bahsetmek istediğim bir detay var. Okurken ee hani siz çok güçlüydünüz erkekler dedirten kısmından... Çiftlikte çalışan köle kadınlardan biri doğum yaparken Cassie ona yardım ediyor. Alec'de orada bulunması gerektiğinde doğum yapan kadına destek olması, manevi destek sağlaması çok güzeldi. O kısımlarda Alec'i okumak çok değişikti.
Elly'e de değinmek istiyorum. Henüz on yedi yaşında aklı bir karış havada bir kızsın azıcık söz dinlesene dedirtti bana. Resmen o kadar uyarıya rağmen bu hayal kırıklığını ve ihaneti hak etti. Üstelik onu çok seven bir adamı da görmezden gelerek... ahhh kızım hak ettiğini buldun belki ama çok küçüksün böyle bir ihanet için. Neden söz dinlemezsin ki...
Neyse çok uzatmayayım yoksa tek tek bahsedeceğim herkesten kitabı okumanıza gerek kalmayacak.
Kitabı genel anlamda çok sevdim. Bence MacKinnon's Ranger Serisi daha güzeldi ama bu seriyi de devamı gelseydi çok rahatlıkla severdim.
Kitaba dair puanım 5 üzerinden 4 veriyorum. 🌟🌟🌟🌟
Blakewell-Kenleigh Family Serisi
- Tatlı Ceza
- Carnal Gift
- Ride the Fire



Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın