Hastanede vakit geçirmenin ne kadar zor olduğunu yeni fark ediyordum. Aslında beklemek zordu, zamanın geçtiğini fark etmez, durduğunu hissederdiniz; ama bazen de zamanın geçtiğini fark ederdiniz ama bu zamanının yavaş ilerlediğini düşünürdünüz. Zamanın durduğu anları Brandon’ın odaya çıkarılıp kendine gelince geride bırakmıştım ama Brandon’ın etrafına bakındığını, ağrıları olsa da gülümseyebildiğini, bazen konuştuğunu duymak zamanın ilerlediğini hissedip de yavaşlığından bıkmasına eş değerdi.
Şimdi hastaneye ilk geldiğim anı düşünüyorum da… Nasıl dayandım bilmiyorum. Yüzünün yaralı, her tarafında kablolarla ve bembeyaz bir tenle görmek… Nasıl dayanmıştım…
Düşüncelerim Brandon’ın en kötü anlarına kayarken bakışlarımı ona odaklamıştım. Şimdi daha iyi görünüyordu. Evet, yüzünün kenarlarında hala morluklar vardı ve belki kolunda da hala serum kablosu vardı ve ayağı da alçıdaydı ama iyiydi! Bunu biliyordum ve bu bana yetiyordu! İyiydi! Ötesi yoktu bunun. Yaşayacaktı. Benimle ve bebeğimizle kalacaktı! Bu yeterliydi benim için.
Oturduğum koltuktan ayağa kalktım ve Brandon’ın yanına doğru ilerledim. Brandon’ı ilk görüşümün üzerinden beş gün geçmişti ve durumu her geçen gün daha iyiye gidiyordu. İlk gece çok zor geçmişti. Ağrıları olmuştu ve çoğu gece bana ve Charles’a bir şey belli etmemek için susmaya çalışmıştı ama bu gözlerinden belli oluyordu. Bazen doluyordu gözleri. Çenesini sıkıyordu ve çene kasında istemsiz bir hareketlenme oluyordu. Geçirdiğimiz birkaç geceye nazaran en huzurlu uyuduğu gece bu geceydi. Hâlbuki her zamanki dozda vermişleri ilaçlarını ama bu sefer daha rahat uyuyordu. Dudaklarında hafif bir gülümseme vardı ve derin ve rahat nefesler alıyordu. Ağrısı yok belli ki ve ağrısız bir uyku ile dinleniyordu.
Gülümseyerek beline kadar inen yorganı göğsüne çektim. Bunca acının arasına birde üşütüp hastalanmasını istemiyordum. Alnına düşen birkaç tel saçını geriye atmak için elimi alnına değdirdiğimde alnının hafif sıcak olduğunu hissettim. Ateşi mi vardı acaba? Yok canım… Ateşi olsa bu kadar rahat uyuyamazdı, benim ellerim soğuktu bu yüzden de ateşi varmış gibi geliyordu.
“Tanrım… Sanırım gerçekten delirmek üzereyim…” diye mırıldandım kendi kendime ve Brandon’ın uykusunu bölmemek ve onu daha fazla rahatsız etmemek adına kalktığım koltuğa gittim ve koltuğa uzanarak gözlerimi kapattım. Uyuyabileceğimi sanmıyordum ama hani belki uyurdum birkaç saat. Sonucunda Brandon’da uyuyordu.
***
Üzerimdeki bir ağırlıkla uyandığımda yanağımda bir dokunuş hissettim. Hızla gözlerimi aralığımda karşımda Brandon’ı gördüm. Gülümseyerek bakıyordu. Serum şişesinin takılı olduğu demirinden destek alarak ayakta duruyordu. Üzerime bir yorgan örtmüştü ve yüzüme düşen saçları geriye doğru itiyordu. Gülümsedim ve doğrulmaya çalıştığımda kolunu omzuma koyarak tekrardan yatırdı.
Ben geriye yatınca yanıma oturmak için hamle yaptı bunun üzerine biraz geriye doğru kaydım ve önümde, koltukta boş kalan yere oturdu. Sağ eliyle serum şişesinin takılı olduğu demirden destek alırken sol eliyle sol boşluğundaki ameliyat yerini tutuyordu.
“Ağrın mı var? Senin yatakta olman gerekmiyor mu?” Sözlerimi duyduğunda dikkatini bana verdi. Konuşurken sesimde sitem vardı ve istemsiz kaşlarımı çatmıştım. Sağ elinin uzatarak alnımın ortasında gezdirdi. Gülümseyerek bana baktı.
“Neden eve gitmiyorsun? İyiyim görüyorsun. Kendi ihtiyacımı bile kendim karşılayabiliyorum. Eve gidip dinlenmelisin, üstelik artık hamilesinde sevgilim… bebeğimizi de düşünmelisin,” diye mırıldandığında gülümsedim. Yoğun bakımdayken hamile olduğumu söyledikten bir daha dile getirmemiştim bunu. Demek ki duymuştu. Gülümseyerek ve kalbim heyecanla atarken alnımdan yanağıma kaydırmış olduğu elini tuttum ve dudaklarıma götürüp öptüm oradan da karnımın üzerine koydum.
“Bebeğimizin senin yanında olmaya ihtiyacı var.”
Sözlerimin üzerine gülümsedi. Cevap vermedi ama cevap gibi bir hareketle elini kanımda gezdirdi. Yerimde doğruldum elimi Brandon’ın yanağında hafif bir dokunuş halinde gezdirdim.
“Seni seviyorum…” diye mırıldandım her ne kadar ellerimden destek alıyor olsam da başımı Brandon’ın omzuna dayadım. Dudaklarını saçlarımda hissettiğimde gülümsedim.
“Bende seni seviyorum. Hem de deliler gibi… Ama tabi bebeğimizi de seviyorum,” diyerek elini karnımın üzerine bastırdığında başımı kaldırdım ve Brandon’a baktım.
“Hadi yatağa. Uyumalısın, dinlenmen gerek.”
“Şu hastaneden çıkmayı dört gözle bekliyorum!” Mızmızlanmayla koltuktan doğruldu. Bende ona yardım edebilmek amacı ile koltuktan kalktım ve sol tarafındaki dikişlerine dikkat ederek beline sarıldım. Yatağın kenarına gelinse yatağa oturttum ve kendini yatağa yerleştirmesine yardım ettim ardından da üzerini örttüm. Eğilip dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum.
“İyi geceler,” diyerek elimi yanağında gezdirdim. Ardından alnına değdirdim ateşi var mı diye baktım; ama her şey normaldi. Bu içimi rahatlatmıştı.
Derin bir nefes alarak koltuğa geri döndüm ve uzanıp üzerimi örttüm. Brandon’a doğru dönmüştüm ve o da başını bana çevirmişti. Gülümseyerek gözlerini kapattı. Neredeyse gözümü bile kırpmadan onu izledim. Hafif kıpırdanmalarında yüzünü buruşturduğunu fark ettim. Arada dudaklarının aralanıp derin nefes alışını, kaşlarını çatışını, sağ elini her kaldırışında yüzünü buruşturuşunu izledim.
Gün doğumuna kadar bir daha uyumadım. Brandon’ı izledim hep. Arada Charles gelip gitti, bana yiyecek bir şeyler getirdi. Bazen de yanımda kaldı ve bana eşlik etti. Aslında Charles yanımdayken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Artık emin olduğum bir şey vardı o da hastanede kaldığında yanında biri varsa sorun olmuyordu ama yalnızsan zaman geçmek bilmiyordu.
***
Bir hafta hastanede kalmanın ardından bugün taburcu oluyor olmamız en çok Brandon’ın hoşuna gitmişti. Sıkılmıştı hastaneden, aslında hastaneden değil devamlı yatmak zorunda olmaktan sıkıldığının farkındaydım. Doktorları evde bile yatacağını söylediğinde yüzünün aldığı şekil görülmeye değerdi. Sanırım eve gidince gezebileceğini sanıyordu.
“Ashley, bu akşamüzeri taburcu olacak Brandon bunun için sen eve git istersen yatacağı yeri falan hazırlarsın. Burada yapacak bir şeyin yok beklemek haricinde.”
George’un sözlerinde haklı olduğunu biliyordum. Ama bir yanım ne olursa olsun Brandon’la kalmak istiyorken bir yanımsa gitmekten yanaydı. İç çekerek kararsız bir şekilde Brandon’a baktığımda gülümseyerek başını salladı. Her ne kadar taburcu olacak olsa da hala yatıyordu. Sanırım henüz dikiş yerleri ağrıyordu oturduğunda.
“Pekala, gidiyorum o zaman,” diye mırıldandım Brandon’ın yanına giderken.
“Sakın yatak odasını hazırlama, bütün gün sıkılırım orada. Salona hazırla en azından etrafımda bir hareketlilik görmek biraz daha iyi olur.”
Gülümseyerek Brandon’ın yanına gittim ve yatağın kenarından destek alarak üzerine eğilip dudaklarına öpücük kondurdum.
“Tamam, salona hazırlarım. Eve gelişini bekleyeceğim,” dediğim gülümseyerek ki sözlerime o da gülümsedi.
Üzerime montumu giyip odadan çıktığımda George da benimle geldi. Hastaneden beraber çıktık ve kapıda duran şoförüne beni eve bırakması talimatını verdi. Ben arabaya binmeden yanıma gelip bana sarıldı. Gülümsedim bu tavrına ve bende sarıldı. Daha sonra yanımdan ayrılıp içeriye girdi. George’un bazı davranışlarında babamın davranışlarını görüyordum ve bu da beni ona daha da bağlar hale gelmişti.
Yolculuk sırasında sessizlik garip bir şekilde huzur vericiydi. Kendimi rahatlamış hissediyordum. Sanırım bu hem Brandon’ın taburcu olmasından hem de hastane ortamından kurtuluyor olmamızdandı.
Eve geldiğimde şoföre teşekkür edip indim ve direk binaya girdim. Asansörle üst kata çıktım ve dairemin kapısını anahtarla açıp içeriye girince sanki yüzüme yuva sıcaklığı vurmuş gibi hissettim. Bu hissi özlemiştim.
Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim ve direk yatak odasına gittim. Üzerimdeki hastane kokusundan arınmak istiyordum. Zaten Brandon’da akşama doğru gelirdi. Zamanım vardı daha. En azından bir banyo yapıp temiz şeyler giyinebilirdim. Düşüncesi bile gülümsememe neden oldu.
Oyalanmadan banyoya girdim ve hızla sıcak bir duş aldım ve ardından yatak odasına girerek üzerime temiz eşofmanlarımı giyindim. Saçlarımı havluyla kuruladıktan sonra fönle kurutmayla uğraşmadan yatak odasından çıktım.
Çocuk odasının yanındaki odadan temiz nevresim takımı aldım ve bir yastıkla yorganı alarak aşağıya salona gittim. Üçlü koltuğu Brandon’ın rahat edebileceği şekilde hazırladım. Daha sonra yönünü biraz değiştirerek hem televizyonu hem de salondaki herkesi görebilecek şekilde çevirdim.
Koltuğu hasta yatağı haline getirdikten sonra mutfağa gittim ve dolaba bakındım akşam yemeği için ne hazırlayabilirim diye. Ama bir haftadır hastanede kalmanın ardından dolaptakilerin yenecek durumda olmaması gayet normaldi. İç çekerek ayakkabılığın yanına gittim ve çantamdan telefonumu çıkarıp Lucy’i aradım. Bugün hastaneye gitmemişti ve Lisa’yla beraber onun evinde kalmıştı.
Lucy telefonun uzunca çalışından sonra açtı. Sesi nefes nefese kalmış gibi geliyordu ve arkasından bir ciyaklama sesi geldi. Güldüm muhtemelen Derek’le oynuyordu ve bu bağıran da Derek’ti.
“Lucy benim Ashley? Nasılsın? Sanırım küçük bir kıyamet kopuyor,” dediğimde kahkahalarla gülmeye başladı.
“İyiyim Ashley, sen nasılsın? Evet Derek… Yeterince açıklayıcı oldu sanırım.”
“Evet, açıklayıcı oldu! Ben senden bir şey isteyecektim. Brandon bugün taburcu oluyor biliyorsun ve ben şuanda evdeyim ancak dışarıya alışverişe çıkacak zamanım yok, Derek’le buraya gelseniz de gelirken yiyecek bir şeyler alsanız nasıl olur?”
“Tabi ki olur, zaten Brandon’ı görmek istiyordum ama Derek’i bırakacak kimse bulamayınca gelemedim. Derek’in yemeğini yediriyordum ondan sonra çıkarız.”
Sözlerinin ardından görüşürüz bile demeden telefonu kapattı. Sanırım Derek baya bir onları yormuştu. Garipti çünkü hiçbir zaman bizi bu kadar yormuyordu Derek. Gerçekten garipti. Bizimle sanırım biraz daha usluydu!
Derek’in haline hala gülümser bir şekilde yatak odasına çıkıp Brandon için temiz kıyafetler hazırladım. O da geldiğinde, eğer doktorlar izin verdilerse banyo yapıp temiz kıyafetler giyebilirdi.
Yatak odasında işim bitince çıktım ve karşımda kapısı aralık bebek odasını gördüm. İçimdeki sızıya rağmen odaya girdim ve etrafı incelercesine baktım. Kızımı hala özlüyordum. Benimle olmasını, bizimle olmasını deli gibi istiyordum. Derin bir nefes alarak dolmaya başlayan gözlerimle odadan çıktım. Bu odayı bu sefer yeni doğacak olan bebeğimize göre düzenlemek en iyisi gibi görünüyordu.
Bebek odasından çıkıp salona gittim. Televizyondan müzik kanalını bulup müzik açtım evde ses olsun istiyordum. Bazen eğer yalnızsan anılardan insanı çıkaran tek şeymiş gibi geliyordu.
Tekrar mutfağa döndüğümde kendime kahve yaptım ve mutfak masasına oturup Lisa ve Lucy’in gelmesini bekledim; ama kapının çalmasıyla kaşlarım çatıldı. Bu kadar çabuk gelme olasılıkları yoktu. Yerimde kalkarak kapıya doğru ilerledim. Kapı otomatiğine bastıktan sonra keşke dedim… Keşke kim o deme alışkanlığım olsaydı da kimin geldiğini öğrenseydim. İç çektim ve kapıyı açıp gelenleri bekledim.
Asansör kapısı açılınca bir tarafında George bir tarafında Charles’la Brandon’ı gördüm. Erken gelmişlerdi. Kapının önünden kenara çekildim ve Brandon, Charles’ın yardımı ile içeriye girdi.
“Erken geldiniz?” diye sordum George’a.
“Daha geç gelmemi mi isterdin?” diye salondan Brandon’ın sesini duyduğumda o tarafa doğru çevirdim bakışlarımı. Evden onun sesini duymak ne kadar güzeldi.
“Brandon daha fazla duramadı, doktor da birkaç saat önce taburcu olmasında bir sakınca görmedi.” George, Brandon’ın huysuz tavrına gülümserken açıkladı.
George’da içeriye girince kapıyı kapatıp salona gittim. Brandon yatağına uzanmış etrafını izliyordu. Gülümseyerek yanına gittim ve koltuğun kenarına oturdum. Elimi ellerinin arasına aldı. Sağ elinin üzerinde serum takıldığı yerin üzerinde bant yapıştırmışlardı. Şimdi daha incelercesine bakınca zayıflamış olduğu gözden kaçmıyordu. İç çektim.
“Evine hoş geldin!” diye fısıldadım.
“Evimin kokusunu bile özlemişim. Bu arada sanırım bir banyo yapsam kendime geleceğim. Hasta psikolojisinde acilen çıkmam lazım… ahhh bir de şu hastane kokusundan kurtulmam…”
“Doktor izin verdi mi? Yaralarına zararlı olmasın? Üstelik ayağın alçıda?” diye konuşmaya başladığımda George’a baktım. Gülümsedi ona bakışlarımı görünce. Sonucunda ne olursa olsun Brandon Charles’ı kandırıp kendi sözlerini onaylamasını sağlayabilirdi ama George’a asla böyle bir şey yaptıramazdı.
“Alçısına gelmeyecek şekilde banyo yapabilir dediler.”
Başımı sallayıp yerimden kalktım ve Brandon’a yardım etmeye çalıştığımda Charles’a oturduğu yerden kalkmış yardıma gelmişti. Brandon’ın ona çatık kaşlarla baktığını görünce şaşırdım.
“Sakın banyoma girmeye çalışma Charles, yoksa cenazeni çıkarırlar bu evden!” dediğinde George kahkahalarla gülmeye başladı. Charles’ta sırıtarak bakıyordu.
“Bütün yükü hamile karına mı vereceksin Brandon. En azından banyoya gitmene yardım edeyim.”
Brandon, Charles’ın sözlerinin doğruluk payından dolayı sesini çıkarmadı ve yukarıya yatak odasına kadar yardım etmesine müsaade etti.
Yatak odasına gelince Charles, Brandon’ı yatağın üzerine oturmasına yardım etti ardından odadan çıktı. Gülümseyerek banyoya gittim ve jakuzinin suyunu açtım. En azından orada biraz yatar pozisyonda uzanır ve ayağını da kenarına dayarsa alçısı su almazdı. Jakuzinin suyu dolarken bende yatak odasına geri gittim ve Brandon’ın üzerini çıkarmasına yardım ettim. Üzerini çıkarınca ona banyoya girmesi konusunda yardımcı oldum. Jakuzinin içine sağlam ayağını atınca eğilip jakuzinin kenarından yardım alarak içine girdi alçılı ayağını da kenarına dışarıda kalacak şekilde dayadı. Jakuzinin yanına yere çöktüm ve gülümseyerek ellerimi saçlarında gezdirdim. Yanaklarımdan yaşların süzüldüğünü hissediyordum ama kendime engel olamadım.
Brandon elini yanağımda gezdirince daha fazla kendimi tutamadım ve başımı Brandon’ın omzuna dayayarak kendimi tutmayı bıraktım. Brandon tek kelime bile söylemeden saçlarımı okşayarak sakinleşmemi bekledi. Kendimi hiç bu kadar aciz hissetmemiştim. Sanki bütün bu süre boyunca her şeyi içime atmıştım ve artık her şey içimden çıkıyor ve beni rahatlatıyordu.
“Şşt Ashley, yanınızdayım. Bana bir şey olmadı! Korkma bundan sonra hep yanındayım…” diye mırıldandığı sözler içi dolduruyordu ve içime sıcaklık yayıyordu.
“Çok korktum… Seni yoğun bakımda o şekilde görmek…” diye hıçkırıklarımın arasında konuştuğumda Brandon biraz kımıldanıp iki kolu ile bana sarıldı.
“Biliyor musun? Hayali olarak bana söylediklerini anımsıyorum ve seni bırakmak benim için imkansız… Bunu bil ve asla unutma!”
Sözlerinden sonra başımı kaldırıp Brandon’a baktığımda gülümseyerek başını bana yaklaştırdı ve masum ve özlem dolu bir şekilde öptü. Onun her şeyini özlediğimi yeni fark etmiyordum ama bu öpücük hasretimi daha da arttırmıştı sanki.
Aramızdaki o duygu yoğunluğundan sıyrıldığımda kalkıp yüzümü yıkadım. Gözlerimin hemen kızarmasına da şaşırmıştım ama önemsemedim. Brandon’ın banyosuna yardım etme amacıyla onun yanına gittim ve banyosuna yardım ettim. Artık hastane kokmuyordu, eski erkeksi çekici kokusu sanki geri gelmişti.
Banyodan çıkınca Brandon’ı yatağın kenarına götürdüm ve üzerindeki bornozuyla yatağın üzerine uzandı. Yorulmuş gibi görünüyordu. Gülümsedim ve elime saç havlusunu alarak yanına gidip saçlarını kuruladım.
“İstersen yorganın altına yat ve biraz uyu,” diye mırıldandığımda gülümsedi.
“Bundan sonrasını ben hallederim. Sen Charles’ı birkaç dakika sonra yanıma gönder aşağıya inmeme yardım etsin. Çok fazla yorulmanı istemiyorum.”
Brandon’ın sözlerinin üzerine iç çektim. Brandon için hazırladığım temiz kıyafetleri Brandon’ın yanına koydum. Ardından odanda çıktım. Kapıyı kapatmadan önce baktığımda yatakta yatıyordu hala. Derin bir nefes aldım. Onu yatağımızda yatarken görmek hoşuma gitmişti. Onun evdeki varlığını hissetmek bile çok güzeldi.
Aşağıya indiğimde mutfaktan sesler geliyordu. Gidip baktığımda Lisa ve Lucy yiyecek bir şeyler hazırlıyorlardı. Beni gözünde gülümsediler. Bende karşılık olarak gülümseyip salona gittim.
“Charles, Brandon birkaç dakika sonra yukarıya çıkıp aşağıya inmesin yardım etmeni istedi,” dediğim gülümseyerek başını salladı. Derek’in gülme sesi geldiğinde bakışlarım sesin geldiği yöne kaydı. Betie’nin kucağında George ile oynayarak yoğurt yiyordu. Bu çocuk devamlı bir şeyler yiyordu, amma oburdu. Onun bu haline gülümseyerek elimi karnıma koydum.
Charles’ın yukarıya doğru hareketlendiğinde bende kızlara yemek hazırlamalarında yardım etmek için mutfağa gittim. Bu sırada içeriden Brandon’ın sesini duydum. Bu sırada telefonumun çaldığını duydum. Hızla mutfaktan ayrıldım ve salona gittim. Charles’ta Brandon’ı koltuğa yatırıyordu. Telefonu salondaki sehpanın üzerinden altım ve baktığımda Dean’ın aradığını gördüm.
“Efendim Dean?”
“Nasılsın Ashley? Brandon’ın taburcu olduğunu duydum, durumu nasıl?” diyerek konuşmaya başladık.
“İyi, oldukça iyi görünüyor. Ama hala yatıp dinlenmesi gerekiyor,” Dean ile konuşurken Brandon’ın yanına gidip oturdum.
“İyileşmesine sevindim. Sana söylemem gereken şeyler var. Dava ile ilgili… Aslında teknik olarak ilgili değil ama onun sonuçları ile ilgili,” diye saçmalarcasına konuşmaya başladığında bir şeyler yolunda gitmediğini fark ettim.
“Dean neler oluyor? Ne demeye çalışıyorsan direk söyle!”
“Ashley… Seni vuran seri katile… senin doğumun sonrasında bebeğini öldürmesi talimatı verilmiş,” Dediğinde gözlerimi kapatıp nefesimi tuttum. Devamında geleceklerden korkuyordum.
“Ashley iyi misin? Ne oldu?” diye Brandon’ın sesini duyduğumda gözlerimi açıp ona baktığımda gözümden yaşlar süzülmeye başladı.
“Devam et Dean…”
“Adam bebeği öldürememiş ve...” dediğinde Dean’ın sözünü kestim. O an sadece ilgilendiğim tek bir şey vardı. Sonuç! Detayları istemiyordum, şuan ilgilenmiyordum da.
“Yani… kızım… yaşıyor mu?”
Charles’ın hangi ara telefonu elimden alıp Dean ile konuşmaya başladığını bilmiyordum. Kızım yaşadığını duyunca sanki her şey bulanıklaşmış gibiydi. Brandon’ın eli elimi tutuyordu ve gözlerini Charles’a dikmiş bakıyordu. Ben bakamıyorum. Charles’a bakamıyordum çünkü yüz ifadesinden umutlanmam ya da korkmam gereken bir şey görecek olmaktan korkuyordum.
“Anladım Dean. Ben yarın gelirim beraber bakarız detaylara. Yeğenimi merak ediyorum. Ashley, Brandon’ı bırakmaz ki Brandon’ın da henüz dinlenmesi gerek. Yarın görüşürüz!”
Charles’ın konuşmasından sadece bu kısımları yakalamıştım ve bu sözlerde bebeğimin yaşadığına dair bir ipucu yoktu. Detaylar nelerdi bilmiyorum ama deli gibi merak ediyor ve bende gitmek istiyordum.
“Charles bize bir açıklama yapacak mısın?” Brandon’ın merakla öfke karışımı sesini duyunca bakışlarımı Charles’a çevirdim. Charles telefonumu sehpanın üzerine koydu bu sırada Lisa ve Lucy içeriye girdi ve koltuklara oturdular. Onlarda en az bizim kadar heyecanlıydı. Bu belli oluyordu yüz ifadelerinden ve bakışlarından.
“Dean bebeğin yaşadığını öğrenmiş. Ashley’yi vuran katille anlaşmışlar adamlar ve bebeği öldürmelerini istemişler ama adam yapamamış. Bebeği hastaneden kaçırmış ve kendi kız kardeşinin evine bırakmış.
“Peki ya… kızımın iyi olduğundan ya da yaşadığından nasıl eminiz?” diye sorduğumda sesim fısıltı halinde çıkmıştı. Brandon destek verircesine elimi sıktığında bakışlarımı ona çevirdim. Ama bana bakmıyordu. Tamamen Charles’a odaklanmıştı.
“Kadın, iki gün önce Dean’i aramış. Olaylardan yeni haberi olmuş. Kadının kocası öğrenip karısına anlatmış ve bebeğin kimliğini de ziyaret gününde kardeşini ziyarete gittiğinde öğrenmiş. Adam onun senin bebeğin olduğunu söylemiş ve kadında vicdanen rahatsız olunca Dean’le irtibata geçmiş.”
“Peki şimdi kızımız nerede?” diye Brandon sordu.
“Seattle. Kadın kocasıyla beraber Seattle taşınmışlar ama dün Dean kadınla konuşmuş ve kadının adresini almış. Yarın gitmeyi düşünüyormuş. Bende gideceğim onunla.”
“Bende gelmek istiyorum… ama…” Sözlerimin devamını getiremeyip Brandon’a baktığımda bana bakıyordu. Onu bırakamazdım bana ihtiyacı vardı bu şekilde bırakamazdım onu. Ama bir yandan da deli gibi gitmek istiyordum. Kimi kandırıyordum ki Brandon’ı bırakamazdım. Bana en çok ihtiyacı olduğu zamanda onu bırakıp gidersem nasıl bir eş olacaktım…
“İstiyorsan gidebilirsin?” diye Brandon’ın sözleri beni düşüncelerimden ayırdı. Ona baktığımızda gözlerimiz kesişti. Derin bir nefes alarak başımı salladım olumsuz anlamda.
“Hayır, burada seninle kalacağım. Orada neyin beklediğini bilmiyorum ve inan… bu konuda hayal kırıklığını kaldıramam…”
Brandon elini kaldırıp yanağımı okşadığında gülümsedim ve başımı hafifçe yana eğerek Brandon’ın eline yasladım. Brandon bu hareketim üzerine yattığı yerde doğrulmaya çabaladı ve biraz dikilince sırtını koltuğa dayadı ve bakışlarını Charles’a doğru çevirdi.
“Kızımızın durumu hakkında bir şey söyledi mi Dean?” diye sordu sesi özlem doluydu ve umutluydu.
“Hayır, net bir şeyler söylemedi. Aslında o da bilmiyor. Kadın sadece iyi olduğunu ve sağlığının yerinde olduğunu söylemiş. Çocuklar bence yine de umutlanmayın. Bunlar gerçek olup olmadığını henüz bilmiyoruz veya o bebeğin gerçekten size ait olup olmadığınızı da…”
“Ne yani kesin değil mi? Lanet olsun, bir de bebeği getirdiğinizde DNA testinin sonucunu bekleyeceğiz.” Brandon bağırdığında herkes ki bende dahil bakışlarımızı ona çevirdik. Kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu.
“Brandon sakin ol. Ben gerçekten kızımız olduğuna inanıyorum… ve…” dediğimde sözümü kesti. Bağırmadı ama ses tonundaki kırgınlık ve umutsuzluk belli oluyordu.
“Asıl sen kendini kandırma. En az kızımız olma olasılığı kadar olmama olasılığı da var. Ya gerçekten kızımız değilse Ashley?”
Brandon’ın sözleri tokat atarcasına çarpmıştı bana. Kalbimin ılık ılık kanadığını hissetmiştim ve gözlerimin dolduğunu. Başımı önüme eğdim. Artık yüz ifademden hiçbir şey saklayamaz hale gelmiştim ve Brandon’ın sözlerindeki doğruluk payının beni bu kadar üzdüğünü kimseye göstermek istemiyordum.
“Ben yemeği hazırlayayım,” diye fısıldayarak yerimden kalktım ve hızlı adımlarla salondan çıktım.
Mutfağa gittiğimde gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama sesimin içeriden duyulmasını istemediğimden sessizliğimi koruyarak yaşların yanaklarımdan süzülmesine izin verdim.
Yaşlar yanaklarımdan akarken bende mutfağın kapısına arkamı dönerek buğulu gözlerimle salata yapmaya başladım.
Aslında içimde garip bir heyecan vardı. Gerçekten kızımın yaşıyor olmasını istiyordum. Bunun acısını yaşamıştım ve şimdi her şeyi bir kenara bırakıp kızımı kollarıma almayı diliyordum. Ama diğer bir yandan da Brandon’ın haklı olduğunu biliyordum. Eğer yanılıyorlarsa gerçekten kızımız değilse o bebek… İşte o zaman aynı acıyı yeniden yaşayacaktık.
Sırtımda birini elini hissettiğimde başımı çevirip baktım. Lisa gelmişti yanıma ve anlayışlı ve hafiften dolan gözlerle bana bakıyordu. Bıçağı elimden bırakıp elimin tersi ile gözyaşlarımı temizledim.
“Brandon’ın sözlerinde haklı olduğunun farkındasın değil mi? Ashley, dua ediyorum o bebek sizin bebeğiniz olsun diye ama ya değilse… Daha fazla üzülmenize neden olacak. Bunun için fazla umutlanmamaya çalış… En azından bir bebek daha bekliyorsun onunla şimdilik mutlusun. Onun heyecanını yaşıyorsun. Bunun tadını çıkarmaya çalış ve kızın için büyük bir umuda kapılma.”
“Yapamıyorum Lisa. Sadece benim kızım olduğunu düşünüyorum. Aksini düşünmeyi beceremiyorum. Biliyorum haklısınız, eğer değilse gerçekten çok daha fazla yaralanacağım ama kalbim onun kızım olduğu konusunda ısrarcı.”
“Brandon… Yani seni düşünüyordu. Tekrar aynı şeyleri yaşamandan korkuyor, seni kaybetmekten… Üstelik bu sefer sadece düşündüğü tek kişi değilsin. Bebeğinizi de düşünüyor. Hamile olduğunu unutma,” dediğinde elimi karnıma bastırdım. Dudaklarımda istemsiz oluşan gülümsemeye karşı koyamadım.
“Ben gidip yüzümü yıkasam iyi olacak. Berbat görünüyorumdur,” dediğimde Lisa gülümseyerek başını salladı.
“Kesinlikle berbat görünüyorsun!”
Mutfaktan çıkıp banyoya ilerlerken salona göz attım. Herkes susmuş televizyona bakıyorlardı. İç çekerek banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. Gözlerimin kızarıklığını biraz da olsa girebilmiştim ama yine de ağladığım belli oluyordu. İç çektim ve umursamamaya karar verdim. Banyodan çıkıp mutfağa gittiğimde herkes masadaydı Brandon hariç.
“Ben Brandon’a baksam iyi olacak.”
“Senin yemeğini de Brandon’ın tepsisiyle beraber içeriye götürdüm. Belki kocana eşlik etmek istersin diye.” Lisa göz kırparak günü kurtarmayı amaçlamış gibi gülümsedi.
Gülümseyerek başımı salladım ve mutfaktan çıkarak salona gittim. Brandon kucağında tepsiyle tek başına yemeğini yiyordu. Onun bu haline üzüldüm. Sessizce başı öndeydi. Arada bir iç çekiyordu. Kim bilir aklından neler geçiyordu, belki o da benim gibi içten içten kızımızın yaşıyor olması için dua ediyordu.
Arkasından eğilerek boynuna sarıldım ve boynunu öptüğümde güldüğünü duydum. Başını çevirip dudaklarını uzattığında kendimi çekip yanağından öptüm.
“Yemeğini ye…” diyerek onu dikkatini önündekine çevirmesini sağladım. Bende Lisa’nın benim için hazırladığı tabağı alarak koltuğun kenarına oturarak yemeğimi yemeğe başladım.
“Üzgünüm sert çıkmak istememiştim. Sadece çok fazla umutlanmanı ve sonrasında hayal kırıklığı yaşamanı istemiyorum,” diye Brandon açıklamaya başladığında gülümsedim.
“Biliyorum. Sadece, bunun gerçek olmasını o kadar çok istiyorum ki… Ama çok fazla umutlanmayacağım söz veriyorum. Birazcık umutlanacağım.” Elimle tırnağımın ucunu göstererek konuştuğumda Brandon gülümseyerek başını salladı.
Yemeklerimizi konuşmamızdan sonra sessizlik içinde yedik. Daha sonra ben tepsiyi mutfağa götürürken diğerleri salona döndüler. Lisa ve Lucy’le beraber mutfağı temizledik ve daha sonra salona dönerek diğerlerinin konuşmalarına dahil olduk.
Gecenin diğer kalanının nasıl geçtiğini hissetmedim. Konuşmalara kendimizi öyle kaptırmıştık ki ilerleyen saatlerin farkına varamadık. Derek’in esnemesi üzerine Lisa ile Charles gitme vakitlerinin geldiklerini düşünerek ayaklandılar. Onların peşine diğerleri de gitme kararı aldı.
Hepsinin aynı anda gitmesi evi bir anda boşaltmıştı. Brandon uzandığı koltukta uyuklamaya başlamıştı, bende can sıkıntısı ile bilgisayarda vakit geçirdim.
“Ashley? Artık yatalım m?” diye Brandon’ın sorusu üzerine gülümseyerek bilgisayarı kapattım.
Brandon’ın yanına giderek kalkmasına yardım ettim. Yavaş yavaş ilerleyerek yatak odasına gittik. Brandon’ın üzerini çıkarmasına yardım ettim ve ardından Brandon yatağa yatıp üzerini örttü.
Bir an için ne yapacağımı şaşırdım. Onunla yatmalı mıydım yoksa başka bir odada mı yatmalıydım? Sonucunda dikişleri vardı ayağı alçıdaydı ve henüz iyileşmemiş şişlikleri ve morlukları vardı. İç çektim ve yatağın üzerine eğilerek Brandon’ı öptüm. Gülümseyerek öpüşüme karşılık verdi.
“İyi geceler,” diye mırıldanmamın üzerine şaşkınlıkla baktı. Yatakta dirseklerinin üzerinde doğrulup bana baktı.
“Sen yatmıyor musun?”
“Misafir odalarından birini kullansam daha iyi olur. Henüz iyileşmedin.”
“Burada yatıyorsun. İtiraz etme hakkın yok! Bir kadının görevi kocasının sözünü dinlemektir ve sen de benim sözümü dinleyeceksin ve yanımda yatacaksın!”
Brandon’ın sözlerine şaşkınlık için kıkırdayarak baktım. “Fazla mı maço oldun sen,” diyerek karşılık verdiğimde Brandon sırıtıyordu. Normalde bu tarz şeyler söylemek Brandon’a göre değildi.
“Aşağıda işim var halledip geleceğim,” diye mırıldandım ve lambayı kapatıp odadan çıkmak için kapıyı açtığımda peşimden Brandon’ın sesini duydum.
“Bekleyeceğim!”
Odadan çıkıp aşağıya indiğimde salondan hemen telefonumu aldım ve Dean’ı aradım. Dean’e soracak sorularım vardı ve her şeyden önemlisi onun sözlerini Charles’tan değil Dean’ın kendisinden duymak istiyordum.
“Alo Ashley?” diye Dean’ın sesini duyuncaya kadar Dean’ı aradığımı ve telefonun açıldığının farkına varmamıştım. O kadar ani bir karar vermiştim ki buna ben bile şaşırdım. Ayakta duramayacak gibi hissetmeye başladım ve hemen koltuğun birine oturdum.
“Dean, ben sana bir şey sormak istiyorum. Gerçekten ne düşünüyorsun? Yani kızım hakkında?” dediğimde sesimin titremesine engel olamadım. Dean’ın içgüdüleri her zaman benden daha iyi olmuştu ve ben de her zaman bu konuda Dean’e güvenirdim bunun için şuanda deli gibi Dean’ın ne düşündüğünü merak ediyordum.
“Açıkçası bilmiyorum Ashley. Seni umutlandırmak istemiyorum ama ben yüzde doksan doğru olduğunu düşünüyorum. Kadının bize yalan söylemesine ya da oyun oynamasına bir neden yok diye düşünüyorum.”
“Benimde içimden bir ses kadının doğru söylediğini söylüyor ama yine de her şeyden uzak olunca ne düşüneceğimi bilemiyorum.”
“Seni anlıyorum Ashley, ama dediğim gibi kadının yalan söylemesine bir neden yok. Ben gerçekten kızının yaşadığına inanıyorum ama asıl korkum ne durumda olduğu. Kadın sağlıklı, iyi diyor ama ne kadar doğru.”
“Dean, lütfen… Lütfen iyi ya da kötü bana haber ver,” diye mırıldandım beni duyduğundan emindim.
“Merak etme. İlk önce senin haberin olacak. Güven bana…”
“Güveniyorum. İyi geceler.”
Dean ile telefonu kapattıktan sonra bir süre salonda sessizlik içinde oturdum. Kanımın kaynadığını hissediyordum. Heyecanım içime sığmıyordu. Umutlanmamak için uğraşıyordum ama yapamıyordum.
Derin bir nefes aldım ve salonun lambasını kapatıp yukarıya yatak odasına çıktım. İçeriye girdiğimde lambayı yaktım ve Brandon’ın uyumuş olduğunu görünce gülümsedim. Lambayı söndürdüm ve yatağın kenarında duran geceliğimi alarak üzerimi değiştirdim. Saçlarımı açtıktan sonra yatağa girdim. Brandon’a dokunmamaya çalışarak biraz uzağında yattım. Gözlerimi kapatmıştım ki yanağımda Brandon’ın dokunuşunu hissettim. Gözlerimi açtığımda başının bana doğru olduğunu gördüm. Komedinin üzerindeki apliği yakmıştı ve içerisi loştu.
“Dean’ı aradın değil mi?” dediğinde dudağımı ısırarak başımı önüme eğdim. Nasıl oluyor da benim her hareketimi bir şekilde doğru tahmin ediyordu bilmiyorum.
“Evet, onunla konuşmam gerekiyordu.”
“Ne söyledi? Ne düşünüyor?”
“Kadının oyun oynamasında ya da yalan söylemesinde bir neden olmadığını düşünüyor,” dediğimde kolunu boynumun altına soktu.
“Gel buraya Ashley, sağ tarafımda bir sorun yok. Sana sarılarak uyumak istiyorum.” Yanına yanaştım ve başımı sağ omzuna dayadım tereddüt ederek.
“İyi misin?” diye sorduğumda sağ eliyle saçlarımla oynuyordu.
“Biliyor musun ne düşünüyorum? Bence bu sefer ki erkek olmalı. Bir kızımız zaten var ve bir de oğlumuz olmalı,” dediğinde gülmeye başladım. Başımı kaldırıp baktığımda o da gülümsüyordu.
“Yani sende benim gibi kızımızın yaşadığını düşünüyorsun?”
“Evet, Dean haklı kadının yalan söylemesine bir neden yok. Bence de yaşıyor ama yine de umutlanmaya korkuyorum. Bir daha kaybetmiş olmanın farkında olmanın yaratacağı acıyı kaldırabilecek miyim bilmiyorum.”
“Ama bu sefer beraberiz ve bir de bebeğimiz var. Bence umutlanmaktan korkma eğer doğru değilse en azından birbirimize sahibiz değil mi?”
Sözlerimin üzerine Brandon’ın dudaklarını alnımda hissettim. Kolunu belimde daha sıkı sardı ve derin bir nefes aldığını fark ettim. Gözlerimi kapattığımda içimde büyük umutlar oluşmaya başlamıştı. Brandon’ın da benim gibi düşündüğünü, hissettiğini bilmek beni daha da umutlandırmıştı ve deli gibi umutlarımın boşa olmamasını istiyordum…
Beklemenin ne kadar zor olduğunun zaten farkındaydım ama bu bekleyiş çok daha zordu. Umutlanmak ve umutlanmamak arasında gidip geliyordum. Kalbimdeki heyecanla içime sığmazken sakin görünmeye çalışıyordum. Hiçbir yerde kalamadığımı fark ediyordum. İstediğim tek şey bir telefon ya da… Başka bir seçenek yoktu. Sadece bir telefon istiyordum. Telefondan da tek bir cevap. Olumlu olumsuz bu karmaşayı durduracaktı biliyordum.
Bu durumda olanın sadece ben olmadığının da farkındayım. Brandon’da benim gibiydi. İçindeki heyecan göstermemeye çalışıyor, saklıyordu ama gözlerinden her şeyi net olarak gösteriyordu.
“Uyuyor musun?” siye mırıldandım başımı Brandon’ın göğsünden kaldırıp karanlıkta yüzünü görebilme umuduyla.
“Evet, sen niye uyumuyorsun?” Gözlerinin kapalı olduğunu seçebilmiştim. Başını hafifçe yana doğru eğdi ben belimdeki kolunu biraz daha sıktı.
“Uyuyor olsaydın bana cevap veremezdin Brandon. Off uyuyamıyorum,” diyerek Brandon’ın kollarının arasından çıktım ve yatakta kayarak abajurların benim tarafımda olanını yaktım ve yatağın üzerinde oturdum. Brandon’da ellerine gözlerinin önüne siper etmiş kaşlarını çatmıştı.
“Şu lambayı kapatsan çok iyi olacak…”
“O zaman yüz ifadeni göremiyorum ve sesinde bir şey belli etmezken en azından yüzünden bir şeyler anlayabilirim,” diye mırıldandım sesimin sitemli çıkmasına da engel olamamıştım.
“Ashley, heyecanını anlıyorum, ama sabaha kadar uyanık olman zamanı ileri sarmayacak ya da sana herhangi bir bilgi vermeyecek. Hadi şimdi lambayı kapat da uyuyalım!” dediğinde içimdeki heyecanın öfkeye dönüştüğünü hissettim. Yataktan kalkarak odanın lambasını yaktım ve kollarımı göğsümde bağlayarak Brandon’a kaşlarımı çatarak baktım.
“Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun. İçim içime sığmıyor ama sen uyumanın derdindesin. O aynı zamanda senin de çocuğun Brandon. Tek başıma yapmadım ben onu. Biraz heyecanlansan ne olur? Ama yok sen uykunun peşinde ol… Offf!” Ayağımı yere vurarak odanın içinde dolanmaya başladım. İçimdekileri atmanın bir yolunu arıyordum ama hiçbir şey bulamıyordum. Kendimi kafese kapatılmış bir aslan gibi hissediyordum. Sadece o öfkeliyken ben heyecanlıydım.
“Tek başına çocuk yapabilme yeteneğinin olmadığını biliyorum, dile getirmene gerek yok sevgilim,” dediğinde öfkeyle Brandon’a baktım. Dirsekleri üzerinde yatakta doğrulmuştu.
“Konuyu dağıtmaya çalışıyorsun değil mi?”
“Evet, işe yarıyor mu? Hadi gel buraya. Lambayı söndür ve gel.” İç çektim ve lambayı söndürdükten sonra Brandon’ın yanına, yatağa girdim. Brandon’a sokulmak yerine kendi tarafımda yan yatarak Brandon’a baktım. Oda yan döndü. Dönerken zorlandığını fark ettim. Elini dikişlerinin üzerine koymuştu.
“İyi misin?”
“Evet, iyiyim. Şimdi biraz sakin ol ve uyumaya çalış. Yarın uzun bir gün olacak. En azından Charles ya da Dean’den haber alana kadar, ki unutma eğer ortada bir bebek dahi varsa bizim kızımız olup olmadığını anlamak için DNA testi yaptıracağız. Bu uzun bir bekleme süresi. Lütfen sakin ol!”
“Biliyorum bunları ama yapamıyorum. Sakin olamıyorum.” Brandon sırt üstü döndü ve derin bir nefes aldı. Sonra kolunu yatağa uzatarak bana baktı. Gülümseyerek yanına yanaştım ve Brandon’ın kollarının arasına girdim.
“Bende heyecanlıyım Ashley, ama beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yok. Bu yüzden en iyi zaman geçirme yolunu kullanarak uyuyalım. Tamam mı?”
Derin bir nefes aldım ve iç çekerek başımı salladım. Brandon’ın eli sırtımda dolaşırken dudaklarını alnımda hissettim. Brandon’ı beklemekte çok zor olmuştu. Zaman durmuş, geçmek bilmemişti. Ama bir şekilde geçmişti. Yine geçecekti biliyordum ama nasıl geçireceğimi bilmiyordum. Bir kez daha iç çektim ve elimi Brandon’ın göğsüne koyarak gözlerimi kapattım.
“Uyu sevgilim, her şey güzel olacak. Buna inanıyorum.”
Brandon’ın fısıltısını duyduğum halde cevap veremedim. Ne demem gerektiğinden emin değildim. Ama derin bir nefes daha alarak Brandon’ın varlığıyla doldurdum içimi ve uyuyabilmeyi diledim.
***
Gözlerimi araladığımda yatakta yalnızdım. Kaşlarımı çatarak yatak odasına bakındım. Yalnız olmanın verdiği şaşkınlığı üzerimden attığımda yataktan hızla çıktım ve ilk olarak banyoya baktım. Boştu!
Aşağıya inmeye başladığımda salondan sesler duydum. Hızla salona yürümeye başladım. Salona geldiğimde Brandon koltukta oturmuş elinde benim telefonumla biriyle konuşuyordu. Merakla yanına gittiğimde beni gördü gülümseyip göz kırptı. Yanına oturduğumda telefondaki kişi kimse görüşürüz dedikten sonra kapattı.
“Kimdi?” diye sorduğumda gülümseyerek arkasına yaslandı ve elini dikişlerinin olduğu yere koydu.
“Arayan Dean’di. Uyuyordun, uyandırmak istemedim. O yüzden ben baktım. Charles ile görüşmüş öğlen saatlerinde Seattle’a gideceklermiş. Onunla ilgili haber verdi. Akşama doğru tekrar arayacak olaylarla ilgili konuşmak için.”
“Aşağıya nasıl inebildin? Ağrın olmalı. Hemen kahvaltı hazırlayayım da ilaçlarını al,” diye mırıldanırken bir yandan da ayağa kalıyordum ki Brandon kolumu yakalayıp beni koltuğa oturttu.
“Sakin ol. İyiyim ben. Çok büyüttünüz. Alt tarafı ayağım alçıda. Henüz çok erken biraz daha uyuyalım mı?”
“Saat kaç ki?”
“Yedi buçuk! Hadi gel.” Ayağa kalktı ve beni de yanında kaldırdı. Kolunu omzuma atarak yanımda topallayarak yürümeye başladı. Bende refleks olarak kolumu beline doladım dikişine dikkat ederek.
Yatak odasına girdiğimizde onu yatağın üzerine yatırdım ve yanına yattım. Uykum kaçmıştı bir kere uyuyamayacağımı biliyordum ama Brandon’ın uyumak istemesi nedeniyle de itiraz edemiyordum. Çünkü biliyordum ki ben olmadan yatmayacaktı.
Brandon’da pek uyuyacakmış gibi görünmüyordu. Elini kaldırıp saçlarımla oynamaya başlamasıyla uyumayacağından emin oldum. İç çekerek Brandon’a daha da yaklaştım.
“Charles, biletini almış mı?” diye sordum merakıma yenik düşerek.
“Bu konudaki sessizliğin ne kadar sürecek merak ediyordum. Evet, biletini almış. Saat sekiz buçukta!”
Başımı salladım anladığımı gösterircesine ardından Brandon’ın kollarından uzaklaşıp sırt üstü yattım ve tavana bakmaya başladım. Bir an için Brandon’ın gözlerini üzerimde hisseder gibi oldum bakışlarımı ona çevirdiğimde bana bakıyordu. Elini kaldırıp parmağını dudağımda gezdirdi.
“Seni özledim! Yanımdasın ama sanki ulaşılmazsın!” diye mırıldandığında yanına yaklaştım ve dudaklarına küçük bir öpücük bırakarak gülümsedim.
“Tek bir kişi haricindeki herkes için ulaşılmazım.”
“Acıkmadın mı? Hamile bir kadın için çok az yemek yiyorsun?”
“Birileri acıkmış mı bana mı öyle geliyor?” dediğimde sırıtarak göz kırptı.
Yataktan kalktım ve üzerime eşofman takımımı giyindim. Brandon’a da eşofman ve tişört verdim. Oda üzerini giyindikten sonra beraber yavaş ve küçük adımlarla aşağıya indik.
Brandon’ın ısrarla mutfağa yanıma gelmek istemişti, itiraz edemedim. Masada sandalyede otururken bende kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Bütün bu zaman boyunca tekrardan karı koca gibi hissetmeye başlamıştım. Kocama kahvaltı hazırlıyordum. Bu düşünce bile heyecan vericiydi.
Kahvaltıyı hazırlamam bittiğinde Brandon’ın karşısına oturdum ve kahvaltımızı yapmaya başladık. Her şey o kadar güzel görünüyordu ki gözüme kendimi mutluluğun doruklarında hissediyordum.
“Eğer Dean haklıysa kızımız yaşıyorsa onun için hazırladığımız odayı değiştirmeyiz ama onun için alışverişe gitmemiz gerekecek. Aldığımız şeyler muhtemelen küçük gelecektir,” diye Brandon konuşmaya başladı kahvaltı masasındaki sessizliği bölerek.
“Evet, yeni bir alışveriş gerekiyor gibi, eğer doğacak bebeğimiz de kız olursa o kıyafetleri kullanabiliriz ama erkek olursa yeni bir dekorasyonda gerekir. O odayı ikisi için bebek odası yapabiliriz. Büyük bir oda…”
Doğacak bebeğimizden konuşurken elim istemsiz olarak karnıma gitmişti. Gülümseyerek devam eden konuşmamız boyunca hamileliğimde hissetmeye vakit bulamadığım heyecan içimi kaplamaya başlıyordu. O kadar fazla duygu karmaşası içindeydim ki tam olarak ne hissetmem gerektiğine karar veremiyordum. Garip bir şekilde bundan sonra her şeyin iyi olacağı düşüncesi aklıma yerleşiyor, umutlanmamı sağlıyordu. Aslında deli gibi korkuyordum hayal kırıklığından ama bir yandan da içimdeki umutlara sımsıkı tutunuyordum.
Kahvaltıyı çocuklarımızla ilgili planlarımızla geçen hoş bir sohbetle bitirdik. Bu konu ikimizin de hoşuna gittiği değişmez bir gerçekti. Çocuklarımız diyebilmek bile insanın içinde tarif edilemez duygularla dolduruyordu.
Zamanı nasıl geçireceğimiz problemi ikimiz içinde büyün bir sorundu. Sadece içi içine sığmayan gözü telefonda olan ben değildim. Brandon’da benim gibiydi. Telefonun her çalışında Brandon’da biran için umutla ve heyecanla bakıyordu. Ama arayan ne Dean ne de Charles değildi. Konuda genellikle Brandon’ın nasıl olduğuydu.
Yarasını daha önce görmemiştim, büyüklüğü veya kaç dikiş olduğu konusunda bir bilgim yoktu; ama Brandon’ın yarasına pansuman yaparken yara biraz büyük göründü gözüme. Brandon her ne kadar önemsemese de önemliydi. Büyüktü ve sekiz dikiş görünüyordu. İç çekerek pansumanını yaptıktan sonra Brandon’ın başını koyduğu yere oturarak Brandon’ın başını kucağıma koymasını sağladım.
Televizyonun kumandası Brandon’ın elindeydi ve kanallarda gezerek izleyebileceğimiz bir şeyler ararken bende onun saçlarıyla onuyordum. Bir elimde Brandon’ın göğsündeydi ki oda göğsündeki elimi tutuyordu.
“Kanalları dolaşmaktan sıkıldım. Film takıp izlemeye ne dersin?” diye Brandon fikrini söylediğinde şaşkınlıkla birkaç saniye ona baktım. Dalmıştım ve biranda Brandon’ın sesi beni sanki dünyaya geri getirmişti.
“Olur.” Yerimden kalkıp Brandon’ın DVD koleksiyonunun yanına gittim. Filmlere bakarken tekrardan Brandon’ın sesini koydum.
“Lütfen romantik komedi ve dram olmasın.”
“Niye Brandon? Biraz gülebilir ve ağlayabilirdik…” diyerek dudaklarımı büzdüm.
“Yeterince duygu karmaşası içindeyiz, daha fazlasına hiç gerek yok!”
“Pekala, aksiyon olur mu? Aha, buldum! Yeşil Yol’a ne dersin?”
Brandon yüzünü buruşturup, “dram yok demiştik” diye mırıldandığında gülümseyerek elimdeki başka bir filmi gösterdim. “Takip İstanbul?”
“Harika! Onu izlemeyi uzun zamandır istiyordum zaten.”
Filmi başlattıp Brandon’ın yanına gidip oturdum ve oyalanacak bir şeyler bulmuş olduk. En azından bir şekilde bir süreliğine duygularımızdan uzaklaşıp farklı şeylere odaklanabilecektik.
Film izlemek gerçekten harika bir fikirdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Film bittiğinde de her yerimiz uyuşmuştu. Zaten bacaklarımı hissetmiyor gibiydim. Yerimden kalkıp filmi çıkardım ve kabına koyarak diğerlerinin yanına yerleştirdim. Bu sırada telefon çaldığında Brandon benden önce davrandı ve telefonu açtı.
“Charles?”
Tek bir kelime o an dünyayı durdurmuş gibi geldi. Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim, beynim tamamen Brandon’ın dudaklarından çıkacak kelimelere odaklanmıştı, ayaklarım beni daha fazla taşıyamaz hale geliyordu ki bir koltuğa geçerek oturdum. Bakışlarımı Brandon’a sabitledim, ellerimin titrediğini hissediyordum. Neredeyse kanımın damarlarımdaki hızla dolaşmasını bile hissedecek gibiydim.
“Anladım, tamam. Bekliyor olacağız,” dedikten sonra telefonu kapattı.
Bakışları beni bulduğunda gözlerinden bir şey anlayamadım. Telefonu sehpanın üzerine koydu koltukta arkasına yaslandı ve elini bana uzattı. Yerimden kımıldayacak gücü kendimde bulamadığımda başımı olumsuz anlamda salladım. Derin bir nefes aldığını fark ettim. Söylemekte bu kadar zorlandığına göre… Başımı önüme eğdim ve gözlerimi kapattım. Gözümden süzülen bir damla yaşın yanağımda bıraktığı ıslak izi hissettim.
“Charles, Dean ve yanında küçük prensesimiz… buraya beraber geliyor. Bir buçuk saat sonra Seattle’den uçağa bineceklermiş. Charles, teste gerek kalmayacağını, bebeği gören herkesin bizim kızımız olduğunu anlayacak kadar bize benzediğini söyledi.”
“Ne?” diye fısıldadım. Brandon’ın sözleri sanki birer birer dolanıyordu beynimde. Ne dediğini anca idrak edebiliyordum.
“Gel buraya!” Bilinçsizce yerimden kalktım ve Brandon’ın yanına oturdum. Bakışlarım onunkilerle buluştuğunda parıldadığını fark ettim.
“Charles dedi ki bebeğimizi gören herkes bizim olduğunu anlarmış. Bizim kızımız! Ashley yaşıyor!” Kollarını bana dolayıp kendine çekti. Ona sarıldım ve gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan süzülürken Brandon’a sokuldum. Eliyle saçlarımı okşuyordu.
“Tanrım! Adını bile bilmiyoruz, ona ne diye sesleniyorlardı bilmiyoruz.”
“Endişelendiğin bu mu sevgilim? Benim şuan tek düşünebildiğim kızımıza kavuşmamıza saatler kaldığı,” dediğinde kahkahalarla gülmeye başladım. Bunun düşüncesi bile gülümsetmeye yetiyordu. Gerçek olması ise… Harikaydı.
Birkaç dakika kendimizi toparlayana kadar Brandon’la orada oturduk. Daha sonra beraber bebek odasına gittik. Brandon’ın ayakta durmakta zorlandığını bildiğim için köşedeki çift kişilik koltuğa oturmasına yardım ettim. Sonra dolabının başına geçtim ve dolaptaki bütün kıyafetleri ortaya döktüm.
“Altı ay! Kızımız şuanda altı aylık… Sanki buradakiler onun için biraz küçük gibi. Bunları katlayıp kaldıralım,” dediğimde Brandon eliyle bir elbiseyi işaret etti.
“Bence o olur, biraz büyük gibi. Hem unutma kızımızı henüz görmedik, bu yüzden normal bir altı aylık bebeğin görünümü gibi mi bilmiyoruz.” Elimdekileri beşiğin üzerine bırakıp yere oturdum. Brandon gülümseyerek beni izliyordu.
“Sanki… her şey rüyaymış gibi…”
“Uyanacaksın ve her şey kaybolacakmış gibi geliyor ve korkuyorsun!” diye tamamladı Brandon sözlerimi.
Derin bir nefes aldım ve başımı önüme eğdim. Brandon’ın yerinden kalkıp yanıma geldiğini elini saçlarımda hissetmeden önce fark edemedim. Başımı kaldırıp baktığımda gülümseyerek elini bana uzattı. Bebek odasından çıkıp aşağıya inmeye başladığımızda Brandon yine kolunu omzuma atmıştı.
“Bu odayla yarın ilgileniriz. Kızımız bu gece bizimle yatacak ne de olsa,” dediğinde gülerek baktım Brandon’a.
Gülümsemesi dudaklarında değil aynı zamanda gözlerindeydi de. Gözleri iki yıldız gibi parlıyordu. Başımı omzuna koydum ve salona gittiğimizde onu koltuğa oturttum ve mutfağa akşam için yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladım.
Brandon ile akşam yemeğimizi de yedikten sonra sanki zaman iyice durmuş gibiydi. Televizyon izliyorduk ama ikimizin de televizyon yerine saati izlediğimizin farkındaydım. Arada ikimizde iç çekiyor, derin nefesler alıyorduk. Tek fark ben ayağımı sallayıp sabırsızlığımı belli edemezken Brandon uzanmak zorundaydı.
“Brandon, Charles’ı arasak mı? İnmiş olmalı uçak,” diye mırıldandığımda artık sabrımın son dakikalarındaydım.
“Bence de arayalım,” dedi ve sehpaya uzanarak telefonu eline aldı ki kapı çaldı.
Hızla yerimden kalkıp kapıya gittiğimde Brandon’da koltukta doğruluyordu. Kapının otomatiğine bastım ve daire kapısını açarak geleni bekledim. Bir an refleks olarak arkaya baktığımda Brandon salon kapısının eşiğine omzunu dayamış bekliyordu.
Asansör kapısının açılma sesini duyduğumda derin bir nefes alarak başımı çevirdiğimde karşımda Charles’ı gördüm. Kucağında bir bebek vardı. Gülümsüyordu. Hatta öyle bir gülümsemeyle bakıyordu ki yanaklarındaki gamzeler belli oluyor, gözleri parlıyordu.
Önüme gelip bebeği bana uzatana kadar neler olduğu hayal gibiydi. Kollarımı titreyerek açtım ve Charles kızımı kollarıma koyduğunda derin ve titrek nefeslerimle kucağımdaki kızıma baktım. Gözleri kapalı uyuyordu.
“Ashley kapıda mı duracağız?”
Bakışlarımı çevirip Charles’a baktım. Gülümseyerek ve birazda şaşkınlıkla içeriye doğru ilerlemeye başladım. Brandon’ın önüne geldiğimde bana bakıyordu gülümseyerek. Daha sonra bakışlarını kucağımdaki kızımıza çevirdi. Parmağını kaldırıp kızımızın yanağına dokundurana kadar onunda elinin titrediğini fark etmemiştim.
Dean ve Charles’ın bizi izlediğinin farkındaydım ama umursamıyordum. Şuan tek önemli olan şey kucağımdaki kızım ve karşımdaki kocamdı.
Bir süre orada öyle durduktan sonra içeriye salona gidip oturduk. Brandon’da benim yanımda oturmuş kızımıza bakıyordu. Birden gözlerini açtığında göz renginin benimki ile aynı renk olduğunu fark ettim. Bir ton açık ya da bir ton koyu değildi.
“Gözleriniz aynı renk,” diye Brandon’ın fısıltısını duyduğumda gülümseyerek ona baktım. Kolunu omzuma atarak beni iyice kendine çekti ve kolunu belime dolayıp bir eliyle de hafifçe kızımızın başını okşamaya başladı.
Kızımın bana ve Brandon’a bakışlarını yakaladığımda sanki iki yabancıya bakıyormuş gibiydi, ama dudaklarındaki hafiften oluşan ve her an silinecekmiş gibi duran gülümsemesi de sanki tanıyormuş gibi hissettiriyordu.
“Kızım…” diye fısıldadım elimi hafifçe yanağına değdirerek.
Benim sözlerimin ardından Brandon’ın fısıltısını duydum. “Küçük prensesim…”
Bakışlarımı Brandon’a çevirdiğimde onun kızımıza baktığını fark ettim. Gerçekten bir aile gibi hissettim o an. İçimdeki o an duygu yoğunluğunu dışa vurma isteğine karşı koyamadan dudaklarımdan,
“Seni seviyorum Brandon.” Brandon bakışlarını bana çevirdi. Gülümseyerek belimdeki elini sıktı.
“Bende seni seviyorum!”
~~~~~~*~~~~~~
Şubat bitmeden hikaye bitecek dedim, son iki bölüm kaldı haberiniz olsun. Şubat'ın son haftası SBH'nin de final haftası olacak :)
Çok güzel ve de sasirtici bi bolum du inci bu seferki valla okadar şaşkinimki ne yazicagimi bilmiyorum ashley ve Brandon adina çok sevindim yaaa biz çocuğu oldu sandik nerden geldi aklina boyle bisey yaa tek uzuldugum şey SON a yaklasiyor olmak yazismalarindan anladigim kadarıyla watpatda da paylasmayi dusunuyormuşsun bu hikayeyi öyle bisey yapacak olursan beni bilgilendirir sen sevinirim seni watpatdada desteklemek istiyorum Cnm opuldun ;)
YanıtlaSilAslinda hikayeyi ilk yazdigimda kizlarini öldürdüm ama gel gor ki o zamanlar Cigdem israrla oldurmemi istedi sonucunda da boyle bir kurgu cikti ortaya :)) yoksa acimasizca öldurmustum :)
Silwattpadde yayinlamaya basladim hikayeyi bu arada bilgin olsun ;)
Arkadaşım ne yaptın sen yaaa. Resmen dumur oldum. Ama olmaz ki 6 ay geçmiş aradan :( Biliyorsun zaman takıntım var benim. Neyse bir taşla iki çocuk oldu :) Sen bence de bir an evvel bitir yoksa ben biteceğim :)
YanıtlaSilEllerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .
Ama bu 6 ayı okurken yeterince doldurdum o yüzden bir bebeğin eksikliği hissedilmemiş olsa gerek ;) hehehe vallaha ölecekti bu bebek ama gel gör ki zamanında Çiğdem kanıma girdi öldürme bebek katili olma dedi bende olamadım :D
SilHahaha bitecek bitecek son iki bölüm ;)
Teşekkürler canım :) teşekkürler :)
Önceki bölümden yorumlayayım.
YanıtlaSilBrandonın başına bişey geleceğini tahmin ettim çünkü ses seda çıkmaması anormal bir durumdu.
Kaza olduğunu öğrenince çok çok üzüldüm.Ashleyin yeniden hamile kalmasına ne kendisi ne biz tam sevinebildik :(((
Onun çaresizliği beni üzdü.:(( Neyseki herkes yanında destek oldu ve o bebeğiyle yoğun bakımda hamileyim diye fısıldadı ve brandon aşkını ve çocuğunu bırakmayacağını biliyordukk !! :))) <3
Bu bölümde oha dedim.Çocuk yaşıyor çok sevindim :D Hatta o kızını büyüyünce derekle yap dicem ama olmuyor geri vazgeçtim aahaha :D
Hamileyken böyle durum olması çok şaşırtıcı ve çok sevindiriciydi :)) Onların adına bende çok sevindim ve hep mutlu olsunlar :)
Wattpadde yayınlamaya başlamışsın cnm hayırlı olsun ordada :)) Sona doğru yaklaşıyor üzgünüm ama mutlu son yapacağın için ve sakız gibi uzamayacağı için sevinçliyim(z) :DD Mutlu son olacak dimi bu arada :PP :)
Ellerine sağlık cnm :)
Hahahah iki kuzen yav onlar ;) hehehe :)) bilmem mutlu son mu olacak ;) bazı sonlar kimine göre mutlu kimine göre mutsuzdur diyerek politik cevap vereyim ve meraklandırayım sizi diyeceğim ama olmayacak bu yüzden direk söylüyorum "KESİNLİKLE" mutlu son ;)
Silevet orada da paylaşmaya başladım Nevin'in baskısı ile teşekkür ederim :)