Çok severek okuduğum, hatta bayılarak okuduğum bir kitaptan size alıntılar getirdim. Biliyorsunuz çok sevdiğim kitaplarda bir sürü post-it koyduysam paylaşmak istiyorum. Kitabın içinde kalmasın, sizler de okuyun istiyorum o alıntıları, sahneleri... bu yüzden bir tane daha alıntılar başlığıyla karşınıza geldim.
Öncelikle Ay Düğümü, fantastik-aşk türünde bir kitaptı ve Piramit Serisi'nin ilk kitabı. Dilerim çok beklemeden ikinci kitap da hemen gelir, çünkü çok merak uyandırıcı bir şekilde bitti.
Çok detaylı bir yorum yaptım, bir sonraki postta okuyabilirsiniz ya da sizin için şuraya bir LİNK bırakayım.
Serinin kısaca bilgisini verip alıntılarıma geçeceğim.
Piramit Serisi
- Ay Düğümü
"Teşekkür ederim."
Evet, şua an Aytun'a teşekkür ediyordum. Hani şu, etkileyici tehlikeli tavırlara sahip olan ve ilk geldiğimde beni öldürmeyi ima eden adama. Omzunun üstünden bana baktı. Gözlerini çerçeveleyen gür kirpiklerini birbirine yaklaştırdı, ne demek bu, der gibisinden başını salladı.
"Beş saat için." Sesimin yeteri kadar yüksek çıkmadığını fark ederek boğazımı temizledim. "Yanımda durduğun için."
"Bazen anlattıklarını dinleyecek bir dosta veya yalnızlığa ihtiyaç duymazsın. Sessizliği seninle bölüşecek, seni yargılamadan acını misafir edişini izleyecek birini istersin yanında. Bugün ben..." imayla tek kaşını kaldırdı. "... yarın sen. O yüzden teşekkür etme. Sözlü bir teşekkürden ziyade eyleme dökmek her zaman daha iyidir."
*****
"Ulan, şu haline bir bak!" deyip suratımı işaret etti. Evi inleten yüksek sesiyle yerimden sıçrarken oldukça şaşkındım.
"Ya orada başına bir iş gelseydi?"
Ayağa kalktım ve onun tam önünde durdum. Dilime hakim olamayarak, "Başıma bir iş gelmemesini istiyorsan beni yanından ayırmamayı deneyebilirdin," dedim.
Aytun'un yüzünden kas oynamadı. Donakalmıştı. Birkaç saniye konuşmadı fakat gözleri kendini ele veriyordu. Pişmandı. "O gün yetişemedim. Seni koruması gereken kişi bendim. O piç değil," dediğinde öylesine çocuksuydu ki kalbimden bir çatırtı sesi yükseldi.
"Yetiştin," diye fısıldadım. "O gün yetiştin. Sen olmasaydın bir şekilde yardım getirmeseydin o saldırıdan kurtulamazdım, kurtulamazdık. Sözünü uttun. Her zaman gelirim demiştin. Geldin."
*****
"Saklambaç oynamaktan başka bir şey bilmeyen küçük bir erkek çocuğusun. Korkuyorsun saklandığın yerden çıkmaktan, öne atılmaktan. Cesur olduğunu savunarak kendinden bile gizliyorsun korkaklığını ama gerçeği o ifadesiz gözlerin dahi gizleyemiyor. İstediğin kadar saklanabilirsin, Aytun. Senin bir duvar köşesine sinip oyunu orada beklemen, ben seni buluncaya kadar. Ve bil ki bir gün seni sobeleyeceğim."
Zaten sobeledin, sarışın. Zaten sobeledin. Hayatı boyunca ebeyi hiç görmeyen bu adamın yalnızca karşısına çıkmakla yetinmedin, beni kendi kalene kadar koşturdun. Sağım, solum, önüm, arkam değil; kalbimde sobe dedin.
*****
"Sana dokundu," diye tısladı. "Onu öldürmemek için kendimi zor tutuyorum."
"Kıskandın mı?"
Gözleri sanki daha fazlası mümkünmüş gibi karardığında elini belime koydu ve bedenlerimizi yapıştırdı. "Oradan bakınca ne gibi görünüyor?"
"Kıskanmışsın gibi," dedim bu gerçeği itiraf etmesini umarak.
Başıma bastırarak beni göğsüne çekti ve dalga dalga ısındım ne ara üşüdüğümü bilmeden. "Paylaşmayı sevmeyen, bencil bir adamın tekiyim ve biri buna yeltenirse ona haddini bildirmekten çekinmem. Sana kimse dokunmayacak," dedi her bir kelimeyi özenle vurgulayarak. "Sana benden başka kimse dokunmayacak."
"Bu fazla sahiplenici olmadı mı sence? Sonuçta arasında bir şey olan insanlar birbirini sahiplenir."
Sert bir soluk verdi. "Aramızdan bir şeyden daha fazlası var, sarışın. Ben bunu bile kabullenmişken senin inkar etmen yalnızca ayak bağı olur."
*****
Kara kalemle çizilen portrem öylesine gerçekçiydi ki aynaya bakıyormuşum hissi yaratıyordu. Şaşkın bakışlarım tablonun sahibini bulurken yüzünden sıkıntılı bir ifade vardı.
"Aytun? Sen..."
Sustum. Ne denilirdi ki buna? Parmaklarımı tuvale sürttüm. "Sen mi yaptın?"
"Evet."
Tuvali merakla izlerken, "Neden?" diyebildim yalnızca.
"Gidersen bir resmin kalsın istedim. Bir fotoğraf karesi seni benim gözümden bu kadar iyi gösteremez diye kendim çizdim."
*****
"Aramızda daha yaşanmamış çok şey var. Ayliz, bizi böyle yarıda bırakıp gitme. Arkanda bekleyenin yokken, gidip beni bekleyen olarak bırakma!"
"Aytun... ben..."
Kalbimi saran sahipleniciliğiyle, "Hadi sarışınım," dedi. "Söyle şu kelimeyi. Gitmiyorum de. O resmi boşuna çizmişsin, sana kendimi unutturmamak için yanından ayrılmayacağım de."
*****
"Sen, karanlıklar içinde kaybolurken beni bulup parmak uçlarımdan yakalayan adamsın. Nasıl vazgeçerim senden? Nasıl giderim?"
"Benden gitmeyeceksin. Sen hep burada olacaksın," dedi elini kalbine sertçe bastırırken. "Sen hep benimle yaşayacaksın. Burada kalırsan zarar göreceksin ve belki de öleceksin, sarışınım. Benden uzaktayken seni yaşatabilirim burada ama ölüyken... buna benim bile gücüm yetmez."
*****
"Bunu yapmak zorundayım, cehennem ateşi."
"Yapmak zorunda olmak seni hiç affetmeyeceğim gerçeği değiştirmez, Aytun."
"Belki bir gün affedersin," dediğinde titreyen sesi yüzünden bozguna uğradım. Donakalırken bu hali karşısında hiç tükenmeyecekmiş gibi akıttım gözyaşlarımı.
"Çok zor. Onlarca dağın arasında kalan bir göl gibiydim ben. Yalnız ama güvende ve şimdi sen olmayacaksın, bana bir dağ misali güven veren kolların olmayacak. Ben bir başıma gelen fırtınalara, esen rüzgarlara karşı koyamayacağım. Dalgalarım senin kıyılarına vurmayacak hiçbir zaman, ben gidebildiğim yere kadar savrulup gideceğim. Ve herkes bunu özgürlük olarak adlandırırken kimse esaret içinde kıvrandığımı görmeyecek."
"O esareti ben de yaşayacağım, güzelim," dedi omzunu silkerken. "Belki karşına biri çıkar ve sen ona aşık olursun." Kaşlarını çatmıştı bu fikirden nefret etse de dile getirmek zorunda kalışına sövdüğüne emindim.
"İmkansız. Kalbim, yalnız senin ruhuna açılıyor, bir tek sana uyuyor."
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın