25 Haziran 2014 Çarşamba

4 Sıradan Bir Hayat - 3. Bölüm


Sabah uyandığımda saat dokuza geliyordu. Dokuz mu? İlk defa bu saate kadar uyumuştum, tabi gece geç saatlere kadar aklımda dolanan onlarca soruya cevap arayarak geçirdiğim ayık zamanı yok sayarsak! Yatakta gerildim. Son yatışlarımdı muhtemelen bu yatakta… Bu düşünceyle içim karamsarlıkla dolsa da yeni bir başlangıcın getireceği olumlu yanlar şuan için daha ağır basıyordu duygularımda ve mantığımda. Yataktan kalkarak banyoya gittim, ılık bir duş hem kaslarımı hem de ruhumu rahatlatacak gibi görünüyordu ki öyle de oldu. Duştan çıktıktan sonra günlük rahat bir şeyler giyerek saçlarımı kuruttum. Aynaya baktığımda karşımdaki spor giyimli genç kadın yabancı gibi geliyordu. Çok uzun süredir kot giymeyen ben böyle giyimi özlediğimi hissediyordum.

Evde önemsiz şeylerle uğraşarak vakit geçirdim ve sonunda uçağıma iki saat kala evden çıkıp havaalanına doğru gittim. Arabamı havaalanında bırakma düşüncesiyle yol alırken kalbimde ufaktan ufaktan kendini göstermeye başlayan bir heyecan vardı. Belki ilk iş görüşmem değildi ama yeni hayatıma dair atılan bu yeni adım benim için fazlasıyla heyecan vericiydi.

Havaalanına girdiğimde arabamı otoparka park edip içeriye girdim ve telefonla ayırttığım biletimi alıp uçuş saatimin gelmesini içerideki banklardan birine oturarak beklemeye başladım. Sabırsızlıkla oturduğum yerde ayağımı sallarken etrafa göz gezdiriyordum. Sanki içim içime sığmıyor gibiydi görüntüm ama aksine oldukça rahat hissediyordum. Sanki şu kapıdan girdiğimden beri üzerimdeki bütün yüklerden arınmış gibiydim. Aklımda ruhum kadar rahattı şuanda.

 Henüz zamanımın olduğunu bildiğim için köşede duran dükkana gidip gazete aldım. Hem haberlere bakar hem de vakit geçiririm diyordum. Aslında daha çok Justin’in bahsettiği cenazeden haberler var mı diye merak ediyordum.

Gazeteyi alıp bir cafeye gittim ve bir kahve söyleyip de gazeteyi açtığımda yanılmadığımı gördüm. Cenazeye koca bir sayfada yer vermişlerdi. Sanki çok önemli bir şahsiyetti ölen. Bir bakan, bir başbakan değildi ya da önemli bir iş adamı ses getirmiş bir sanatçı da değildi. Canice cinayet işlemiş, gözünü kırpmadan insanların canına kıymış bir katildi! Gelin görün ki bu adam koca bir sayfaya konu yapmaya değer görmüşlerdi.

Onaylamaz bir şekilde başımı sallarken önüme gelen kahvemden bir yudum alıp olayla ilgili makaleleri okumaya başladım. Justin haklıydı! Bir suçlu gerekiyordu ailesine ve kurban ben seçilmiştim. Suçum ise onu içeri tıkacak kadar azimle delil bulmak ve onu suçlamaktı. Kid Care eceliyle mi ölmüş yoksa öldürülmüş mü önemli değildi!

Uçağımın kalkış anonsu geldiğinde okuduğum makaleden başımı kaldırıp etrafıma baktım. Yazılanlara kendimi kaptırmış okurken zamanın akışını kaçırmıştım. Tıpkı anonsu duymamış olsam uçağımı kaçıracağım gibi.

Kahvenin ödemesini yaptıktan sonra gazeteyi çantama koyarak biletimin kontrolü için sıraya girdim. Uçağa kadar attığım hiçbir adıma dikkatimi verememiş aklım tamamen yazılan haberlerdeydi. Ne kadar düşünmemeye çalışsam da önemsemesem de içimdeki hep haklı çıkan o ses bu işten sıyrılamayacağımı ve başımınım belada olduğunu söylüyordu. Garip ki haberleri okurken aklımda filizlenen Care’in ölümü hakkındaki şüpheler içimi huzursuz ediyor sanki altından başka şeyler çıkacakmış gibi hissettiriyordu.

***

Uçağın iniş anonsuna kadar aklımda dönüp duran cenaze, haberler ve defalarca okuduğum makaleler beni yeterince tedirgin ederken dikkatimi çekmişti. Bir yanım uzak kalmak isterken diğer yanım bunu kurcalamamı söylüyordu. Bir yanım merakımı tatmin etmek için bu ölümü araştırmamı söylüyor diğer yanım sakin bir hayata adım atmaya hazırlanırken yeni aksiyonlara gerek olmadığını söylüyordu. Ben de mantıklı olanın sakin bir hayata adım atmak olduğunu ve bu adımı atacağımı biliyordum ama yine de… şüpheler aklımda dolanırken kendimi engelleyemiyordum da…

Uçaktan inip de havaalanının kapısından dışarı çıktığımda derin bir nefes alarak “Merhaba Washington!” diye fısıldadım kendi kendime!

O an içine girdiğim yeni hayat aklımdaki bütün düşünceleri, yolculuğum boyunca içime hep şüphe tohumları eken her şeyi unuttum o anıma odaklandım. Bu o an için o kadar kolay olmuşu ki!

Yüzümde memnun bir gülümseme ile havaalanı taksilerinden birine bindim, şoför beni otele götürürken camdan dışarıyı seyrediyordum. Belki de bu şehir bundan sonraki evim olacaktı! Yollarına, trafiğine, havasına, insanlarına alışmak zorunda olduğum yeni evim…

Rezervasyon yaptırmayı unuttuğum için şoförün getirdiği otelde boş bir oda bulunmasını umarak resepsiyona gittiğimde boş odaları olduğunu öğrenmek benim için inanılmaz bir şans gibiydi. Hani derler ya ‘dört ayak üstüne düştün’ diye kendimi şuanda öyle hissediyordum. Kendimi bugün cidden şanslı hissediyordum.

Odama girince istemsiz bir alışkanlık gibi odayı inceledim. Büyük ve ferah görünüyordu. Tek kişilik olduğu söylenen ama daha çok çift kişilikmiş gibi görünen bir yatak, karşısındaki duvarda bir plazma ve iki tek kişilik koltuk vardı. Camın önünde de bir masa… Üç günlük bir misafir için yeterince lüks bir odaydı.

Güzel bir havayı içeride kapanıp zaman öldüremeyecek kadar hayat doluydum bugün ve küçük çantamı odada bırakıp kol çantamın sapını uzatıp çapraz taktım ve kendimi dışarıya attım. Otel görevlisinden öğrendiğim kadarıyla pek de merkeze uzak sayılmazdık. Bunu fırsat bilerek yürümeyi tercih ettim. Şimdilik kendimi bu şehre karşı oldukça meraklı hissediyordum.

Oldukça güzel bir yerdi, en azından yeni bir başlangıca ihtiyacı olanlar için. Mağazalara ve etrafta koşuşturan insanlara bakarak yürürken kendimi derdi tasası olmayan, tatile çıkmış bir turist gibi hissediyordum. Nedense bu his inanılmaz huzur vericiydi ve ben bu duyguyu son damlasına kadar kullanacaktım bugün.

Yürürken bir kitapevinin önünden geçtim. Her dışarı ya da alışverişe çıktığımda alışkanlık haline gelmişti kitapevine uğramak. Ahh… kesinlikle de eli boş çıkmazdım. Aradığımı bulamasam da onca kitap arasında aramadıklarımı almak her zaman zevk verici olmuştu benim için. Yine öyle bir duyguyu yaşayarak kapıyı açıp içeriye girdim. Raflarda dolanarak uzun zamandır almak isteyip de fırsat bulup alamadığım bir kitabı aradım. Anlaşılan yine bulamayacaktım. Pes edip de raflardaki bir kitabın kapağı dikkatimi çektiğinde değişik bir şeyler okumanın hiç de fena olmayacağını düşünüyordum. Mesele bir aşk romanı… kendi aşkımı yaşayamamış ama hayali karakterlerin aşkını okuyarak yaşayabilirdim. Ya da gizemli bir cinayeti çözecek bir dedektif de olabilirdim! Evet, kesinlikle bu olmalıydı aradığım…

Yüzümde oluşan sırıtmayla elimi bir kitaba uzattığımda benimle aynı anda bir kadın da elini uzattı. İkimizde gülerek birbirimize baktığımızda karşımda sarışın, mankenleri kıskandıracak bir fiziğe sahip, kıvrımları yerinde şık ama sade, havalı duruşuyla etkileyici bir kadın gördüm. Eğer gözlerindeki samimi gülümse olmasaydı kesinlikle o kitabı alır, bir tane daha olup olmadığıyla ilgilenmeden çeker giderdim. Ama… o samimi gülüş ve parıltı bakışlar beni durdurmuştu. Hey… kadınlar ilgi alanıma girmiyordu benim! Yine de güzele güzel demek gerekirdi!

“Eminim kitaptan bir tane daha vardır.”

Duru sesine gülümseyerek karşılık verdim. “Önemli değil zaten almayacaktım sadece kitaplara göz atıyordum. “

“Ahh, tavsiye ederim bende alın bir tane. Ben bu yazarın kitaplarını çok seviyorum. Hatta aramızda kalsın kadının kalemine tapıyorum. Kelimeleri o kadar usta bir şekilde kaleme döküyordu ki okurken o duyguları, olayları sanki sen yaşıyormuşsun gibi hissediyorsun. Bence alın bir tane!”

“Bu kadar methedilen bir kitabı sanırım arkamda bırakamam.”

Görevliye kitaptan bir tane daha olup olmadığını sorduğumda kadında benimle beraber beklemiş, kitap hakkındaki konuşmamıza devam etmiştim. Tanımadığım insanlarla ortak yönümüz olduğu bir konuda konuşmak benim için her zaman zevk olmuştu. Özellikle bu konu kitaplar ise… paha biçilemezdi!

Sarışın kadın birinin beklediğini söyleyerek yanımdan ayrılırken benim beklediğim kitap geldi. Ödemesini yapıp dışarıya çıktım ve ışıklara doğru yürüdüm. Yeşilin yanmasını beklerken bir yanda da kitabı çantama koyuyordum. İşimi bitirip de elimi ceketimin cebine soktuğum da onu gördüm. O sabah oteldeki adamı…

Yanan kırmızı ışıkta durmuş, yayalara yanan yeşilin kırmızıya dönmesini bekliyordu. Bakışlarını bana dikmiş şaşkınlıkla bakıyordu. Tıpkı benim şaşkınlıkla ona olan bakışlarım gibi… Aklımda onun burada ne aradığına dair sorular ve saçma sapan cevaplar dolanırken yanımdan geçen insanların akıntısına kapılıp yürüdüm bende. Karşıya geçip de arkamı dönüp baktığımda bakışlarının hala üzerimde olduğunu gördüm. Neden bana bakıyordu ya da bakışlarındaki o farklı anlam neydi bilmiyordum ama bir şeyler… içimde kıpırdanan bir şeyler ona çekiyordu beni…

Derin bir nefes alıp onu hiç görmemiş olmayı farz ederek yürümeye devam ettim. Her ne kadar dikkatimi başka şeylere vermeye çalışsam da aklım hep ona gidiyordu. Kimdi? En önemli soru buydu benim için ve lanet olsun ki kimdi bilmiyordum. Belki de hiç ilgimi çekmeyecek işsiz güçsüz biriydi belki de aşırı derecede ilgimi çekip geçmişe sünger çekmeme nede olacak biriydi. Bilmiyordum ama deli gibi öğrenmeyi istiyordum.

Düşüncelere dalmış nereye gittiğimi bilmeden yürürken telefonum sesi beni olduğum zamana geri götürdü. O kadar dalmış ve hiç bilmediğim yerlere kadar yürümüştüm ki biran için nerede olduğumu anlamak zor oldu ki zaten anlamamıştım. Muhtemelen otele dönüşü bulamayacak taksiyle dönecektim.

Israrla çalmaya devam eden telefonumu çantamdan çıkarıp kim olduğuna bakmadan açtım.

“Ashley nasılsın?” Justin’in hayat oldu heyecanlı sesi yüzümdeki gülümsemenin büyümesine neden oldu. Artık kararmaya başlayan havada geriye dönüp yürürken Justin’e cevap veriyordum. “İyiyim sen nasılsın?”
“Neler olduğunu tahmin edemezsin.”

Justin’in heyecanlı ve yerinde duramaz bir hal vardı sesinde. Neler olduğunu merak etmesem bile onun bu hali merak etmeme neden olmuştu.

“Tahmin edemeyeceğim şeylerse, neler olduğunu hemen anlatıyorsun.”

“Kesinlikle tahmin edemezsin. Aklının ucundan bile geçmez. Gerçi geçebilir de bilemiyorum. Sonucunda sen onu daha iyi tanırsın.”

“Justin uzatma hadi anlat!” lafı, beni heyecanlandırmak için mi yoksa heyecanından mı uzatıyordu bilmiyordum ama neden yapıyor olursa olsun merakım iyice artmıştı.

“Tamam, söylüyorum. Hazır mısın?”

“Justin! Hadi anla!”

“Jackson Ride ve Kate Stero ayrıldılar!”

“Ne?”

Başka bir şey diyemedim. Sebebi ben miydim bilmiyordum. Ne olursa olsun Kate benim arkadaşımdı onun üzülmesini istemezdim. Gerçi onu niye hala düşünüyordum onu da bilmiyordum. Sadece bir kadın olarak neler yaşadığını anlıyordum. Ve Jackson ise… artık bir hiçti. Son çırpınışlarıydı bunlar sanki… Batıyordu dibe ve artık ona yardım edecek kimsesi yoktu etrafında… Yazık! Çok yazık! Onun gibi biri için harcadığım zamana yazık!

“Tek ve doğru tahminimi söylüyorum! Kate, Jackson’ın seni kıskanmasını problem yapmış… Jackson’da hala seni sevdiğini ve başkasıyla olmanı yediremediğini söylemiş kızın suratına! Ki bunları toplantının ortasında herkesin içinde söylemiş…”

Justin’den gelen bu açıklama beni düşüncelerimden ayırmakla kalmamış oldukça şaşırtmıştı. Düğün öncesi aldatılıp ayrılmak ayrıydı bu şekilde herkesin içinde rencide olarak kırılarak parçalanarak ayrılmak ayrıydı! Hangisi daha kötüydü bilmiyorum! Sanırım iki farklı açıdan bakıldığında ikisi de yeterince kötüydü!

“Tanrım! Kate yıkılmış olmalı!”

Dudaklarımdan dökülen düşüncelerimle orantılı olan söyler Justin’in oldukça dikkatini çekmiş ve kızdırmış olmalıydı. Fısıltı halinde de olsa sözlerim duyulmuş, tepki hemen gelmişti.

“Sen hala o sürtüğümü düşünüyorsun! Yapma…  O kız senin düğününe bir hafta kala nişanlınla yattı! Bunu hak etti. Bence Jackson’da evlenme korkusu var… Baksana bir hafta kala hep ayrılıyor!”

Söylediği son cümlede kahkaha atmama ramak kalmıştı. Yolun orasında olmasam muhtemelen atardım da. “Teşhisin sanırım doğru. Ama yine de böyle olmasına üzüldüm.”

“Aman boş ver! Asıl Jackson’a koyan da o adamın oldukça tatmin edici olduğunu söylemen olmuş… Telefon konuşmasında duydum…”

“Justin telefon konuşmaların mı dinledin?”

“Evet, ne olmuş. Hem ben değil herkes duydu konuşmayı… Zeki hoparlörü açık unutmuş…” eğlenerek konuştuğu sesinden belli olan Justin’in yüz ifadesini tahmin etmek zor değildi. Kesin gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Sen bir avukat adayısın bunun bir suç olduğunu bilmen gerekiyor!” derken bile söylediklerimi onun yapacağına inanmıyordum. Deli dolu biriydi ve yasakları kırmak kanında vardı.

“Tamam, öğretmenim kızma!”

“Her şeyi niye dalgaya alıyorsun? Bir şeyleri ciddiye almayı öğrenmelisin!”

“Çünkü öğrenciyken anca bunu yapıyorsun. Çalışmaya başladığımda hayatı zaten ciddiye almam gerekecek neden şimdi bu şansımı kullanmayayım!”

Justin’in son sözlerinden sonra ne demek gerektiğini kestiremedim zaten ben cevap veremeden de konuyu değiştirmeyi başarmıştı. Bir süre başka şeylerden bahsettikten sonra telefonu kapattık.


İyice kararmış olan hava saatinde geç olduğunu vurguluyordu. Midem isyanını başlatmadan önce bir şeyler yemek fena olmayacaktı. Bir süre etrafımda bir şeyler yiyebileceğim bir yer arayarak yürüdüm. Birkaç metre yürüdükten sonra gözüme bir yer kestirip hemen içeriye girdim. Boş masalardan birine oturup da garson mönüyü getirince kafenin kokusundan mı mönüdeki resimlerden mi bilmiyorum midemden sesler gelmeye başladı. Sanırım artık isyanı başlamıştı midemin.

Garsona ne istediğimi söyledikten sonra hafiften esen rüzgara başımı çevirdiğimde onu gördüm yine… Kapıdan içeriye giriyordu. Yanında arkadaşları da vardı bu sefer, yalnız değildi. Siyah takımının içerisinde dünyayı ben yarattım edasıyla etrafına bir göz gezdirdi ve o an bakışlarımız tekrardan kesişti. Umursamaz davranıp bakışlarımı çevirmeye çabalasam da ondan ayıramıyordum dikkatimi. Bakışlarımı önüme eğsem de kaçamak bakışlar atmayı engelleyemiyordum. Kendimle savaş veriyordum onu görmezden gelmek için ve her seferinde kaybediyordum. Neden böyle hissediyordum?


Garson siparişimi getirene kadar içimdeki savaş devam etti. Önüme konan yemeğime dikkatimi vermek çok daha kolay oldu. Onun birkaç masa ötemde oturuyor olması hala fazlasıyla dikkat çekiciydi ama midemdeki savaş şuan fazlasıyla kendini belli ediyordu şuanda.

Yemeğime odaklanmış yerken yanımdaki masadaki adamın gazetesini masaya bırakması garip bir şekilde dikkatimi çekti. Gayri ihtiyari başımı çevirip gazeteye baktım ardından yemeğime döndüğümde gözüme takılan resim tekrardan bakmama neden oldu. Baş sayfada yine o haber vardı. Tanrım amma büyütmüşlerdi haberi. Alt tarafı bir ölümdü. Neydi bunu bu kadar ses getiren bir olay yapan?  İşte… doğru zamanda sorulmuş doğru bir soru cevabı altın tepside önüne koyuyordu. Bu konuda da bu soruydu en doğrusu şimdilik! Bu kadar ses getirdiğine göre vardı bir sebebi! İçimdeki merak yine kendini gösterirken yanımdaki adama döndüm.

“Affedersiniz! Gazeteye bakabilir miyim?” adamın önce şaşkın sonra anlayışlı haline karşılık gülümsedim. O da gülümseyerek gazeteyi uzattı. Sanki bir yerde karşılaşmışız gibi bir bakış belirdi gözlerinde.

“Ashley Grench değil mi? Şu cenaze haberindeki avukat!”

Derin bir nefes alırken sesimin bıkkın çıkmamasına çalıştım. “Evet, benim.”
“Dikkatli olun! Adamlar oldukça tehlikeli görünüyor üstelik açık bir şekilde tehdit de ediyorlar.” Adamın sözlerine gülümsedim ve pek de önemsemedim. Şimdiye kadar hiçbir tehdidi dikkate almamıştım bunu da almayı düşünmüyordum.

Dikkatimi elimdeki gazeteye verip haberin olduğu sayfayı açtım ve okumaya başladım. Bu haberde yazılanlar oldukça sıradandı yani bir annenin ve bir kardeşin acısıydı ya da öyle gösterilmişti. Söylenen sözler normalde hiçbir şey ifade etmezdi ama işin içinde olduğum düşünülürse söylenenlerin altındaki imaları anlamak benim için hiç de zor değildi. Sarf edilen her kelime de resmen intikam istediklerini belirtmişlerdi. Bunu anlamıştım… Bu düşünce istemsiz beni ürpertti. Sanırım bu davaya tekrar göz gezdirsem fena olmayacaktı. Belki bu davayı çözersem bir şekilde rahat olabilirdim ve beynimi kemiren bu sesten de kurtulurdum. İstediğim şu yeni başlangıcı belki de biraz ertelemeliydim…

İç çekerek kararıma sadık kaldım ve telefonumu çıkarıp Justin’i aradım. Bu dava üzerinde bitirme tezi hazırlıyordu dolayısıyla dosyadan haberdar olacağını biliyordum. Her bir detayından haberdardı.

“Bir şey söyleyecektin unuttun?” sözlerine gülümsesem de sesimdeki ciddiyet kendini belli ediyordu.

“Bir sorun var!”

Hiç huyum değildi direk söze girmek ki böyle davranmış olmam Justin’i tedirgin edeceğinin de farkındaydım ama nedense hiç lafı uzatmak içimden gelmiyordu o an. Sadece tek bir şeye odaklıydı beynim.

“Ne oldu?” Justin’in sesi endişesini belli etse de sakin olmaya çabaladığını tahmin edebiliyordum. “Dur yoksa cenazeyle ilgili haberleri mi gördün? Neler oluyor?”

 “Kid Care’in ailesi problem yaratacak!”

“Ne yapmayı planlıyorsun?”

“Sanırım… bu işi biraz kurcalayacağım.” Sesim oldukça kararlı çıksa da şuanda kararımı sorgulamaya başlamıştım. İçimden bir ses ben ne kadar kurcalarsam o kadar başım belaya girecek diyordu. Ama mantığım… işte beni bu karara iten mantığım ise… kurcalamamı ve bu ölümün altındaki nedenleri bulmamı söylüyordu. Ve evet! Kesinlikle bu bir cinayetti! Bundan hiç olmadığım kadar emindim!

“Sen deli misin? Adamlar sen ortada yokken, elini eteğini çekmişken tehditler savuruyorlar! Dava tekrar gündeme gelirse ne olur biliyor musun?”

“Justin…”

“Seni öldürürler! Gözlerini kırpmadan…”

“Biliyorum… biliyorum… Çok büyük bir olay olacak bunu biliyorum ama Justin yeni bir dava açılacak ve bu dava Kid Care’in cinayete kurban gittiğini iddia edecek… Bu sefer Care ailesine karşı değiliz. Onların tarafındayız!”

Açıklamalarımın Justin’e yetersiz geldiğinin farkındaydım ama kararlı ses tonumdan fikrimi değiştiremeyeceğini bilecek kadar beni tanıyordu.

“Dosyaları bana fakslayabilir misin?” diyerek konuşmayı bitirmeye çalıştım. Daha fazla bu konuda konuşmak istemiyordum şimdilik.

Justin sesindeki korkuyu saklamaya çalışmayarak “Numarayı ver!” dedi.

“Sen dosyaları ayarla ben otelin faksını kullanabilir miyim öğreneceğim eğer kullanabilirsem oraya fakslarsın… Olmadı taratıp bana mail atarsın!”

“Tamam senden haber bekliyorum Ashley. Dikkatli ol!”

“Olurum, hoşça kal.”

Telefonumu kapattıktan sonra acele etmeden salatamı yedim. Hesabı istediğimde gazetenin henüz bende olduğunu gördüğümde mahcup bir gülümsemeyle gazeteyi aldığım adama uzattım.

“Teşekkür ederim.”

Anlayışlı bir ifadeyle  bana gülümserken “Önemli değil!” dedi. “Üzgünüm ama konuşmanıza kulak misafiri oldum. Davayı geri mi alacaksınız?”

“Hayır! Geri almak olmayacak, sadece yeni bir dava açılacak. Sanırım çözülmesi gerekenler.” İlk defa karşımdaki tanımadığım birine kendimi düşüncesizce açıyordum ve bu garip gelse de devam etme isteğime engel olamadım. “Açıkçası Kid Care’in ölümünü normal olduğunu düşünmüyorum. Cinayet kokusu geliyor.”

“Haberi ilk okuduğumda bende aynı şeyi düşünmüştüm. Sanki başka bir şeyler var gibi…” Aynı fikirde olmamıza ve bu kadar açık bir şekilde fikir beyan etmemize rağmen henüz tanışmamıştım.  Ben kaşlarımı kaldırıp gülümserken o da gülümsedi ve kendini tanıttı. “Ahh bu arada ben Lorenzo Jones. Doktorum ve bu tür olayların genelde cinayet çıktığını öğrenecek kadar çok ölüm gördüm.”

“Ben de Ashley Grench! Adli Tıpta mı çalışıyorsunuz?”

“Hayır, ama bir dönem çalışmıştım. Mesele ilk olarak orada başladım diyebilirim.”

“Anlıyorum. Kid Care’in ölümü bana da cinayet gibi geliyor çünkü ölmesi için hiçbir sebep yoktu, oldukça sağlıklıydı. Her ay doktorlar tarafından yapılan muayene raporlarını inceliyordum. Ölmesine neden olacak hiçbir hastalığı yoktu.”

Tanıdık bir ses, “Genetik bir hastalık ya da rutin kontrollerde çıkmayacak bir hastalığı var olabilir.” dediğinde bakışlarımı onun olduğu tarafa çevirdim.  O kadar yumuşak ve kadifemsi bir ses tonu vardı ki insanın içini okşuyordu sanki.

Dikkatimi toplamaya çalışırken hafifçe kaşlarımı çattım. “Her ay check up yapılıyordu, onlarda mutlaka çıkardı. Ailesinden öğrendiğime göre kronik bir rahatsızlığı dahi yoktu!” O geceden sonra ilk defa konuşmuş ve karşılıklı bir sohbetin içinde bulmuştuk kendimizi. Garip bir şekilde onun yanında olmak istiyordum. Düşüncelerim neden devamlı ona kayıyordu bilmiyordum ama kalbim buna isyan etmiyor gibiydi.

“O zaman otopsi yapılırsa çıkar…” Lorenzo Jones’un sözleri üzerine bakışlarımı ona çevirdim.

“Gömüldü, nasıl otopsi yapılabilir ki Bay Jones?”

“Lütfen Lorenzo deyin ve avukat olan sizsiniz. Mahkeme emri ile mezar açılabilir.”

Ölü bir insanın mezarını açmak… Ailesine bu haberi veremezdik. Kim olursa olsun bu o kişiye saygısızlık olurdu bence. Onun orada huzur içinde yatması gerekiyordu. Her ne kadar suçlu dahi olsa… Onu rahatsız etmeye hakkımız yoktu.

Başımı onaylamadığımı belirtircesine sallayarak “Ahh! Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum!” dedim.

“Neden?”

“Bu saygısızlık…”


“O zaman davayı nasıl açmayı planlıyorsunuz?”

“Gazete haberlerinde, verdikleri röportajlarda sözlerinin her bir kelimesinde beni tehdit ederlerken mi? Lanet olsun! Hiç sanmıyorum!” Konuyu başka bir yere getirmeye çabalasamd a bu fikir her geçen saniye aklıma yatıyordu ve yapılamayacak bir şey de değildi üstelik. Tehdit ediliyorsam ne olmuş! Zaten ediyorlar fazladan bir iki kez daha ederlerdi.

“Pekala, ben kabul ettim diyelim… Bu işe bulaşacak bir doktor yok! Herkes gazetede okuyor, haberleri izliyor… Hiçbir doktor bu riske girmez çünkü eminim aynı tehditler ona da gelecektir.”

“Sanırım bu konuda yardımcı olabilirim! Bakın… Uzman bir ekibe sahibim! Bu konuyla ilgilenebiliriz! Eminim bu onlarında dikkatini çekecektir.”

Lorenzo Jones bu akşam beni şaşırtma konusunda çığır açıyordu! Tanımadığım bir adam nasıl böyle bir adım atabiliyordu. Çok monoton hayatı vardı da biraz heyecan mı arıyordu Tanrı aşkına!

Teklifi geri çekmesine, vaz geçtim demesine imkan bırakmamak için “Pekâlâ, tamam! Mahkeme emri pazartesi elinde…” dedim.

Anlaşmış olmamızdan sonra telefon numaralarımızı birbirimize verdik ve ben kafeden kalkarken o da kalktı ve otele bırakmayı teklif edince reddedemedim. Otele giderken dava hakkında konuşmalarımız devam etse de benim aklımda başka biri vardı. Adını bilmediğim başka biri… Öğrenmek için elime fırsat geçen ama benim bu fırsatı değerlendirmeyi akıl edemeyecek kadar Care’e odaklandığım bir zamanda fırsat elime geçmişti. Lanet olsun!


Otele geldiğimizde ayrıldık ben otelden faks numarası öğrenip Justin’e verirken bu geceyi yoğun bir şekilde davayla geçireceğimin farkındaydım. İş görüşmesi aklıma gelen en son şeydi şimdilik. Daha önemli bir iş vardı elimde! Care Davası…


~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

4 yorum :

  1. Yine heyecanli ve merak icinde birakan harika bir bölümdü ama (iste amasi var)konu karakterler süper fakat.aralarda yanlis yazilmis kelimeler ( ki hani sosyal paylasimlarda bir paragraf oluyorda harfler arasinda sayilar oluyor ama biz yine de okuyabiliyoruz iste aslinda beynimiz bunu algiliyor falan deniyor ya valla bu bölümde de aynen öyleydi sayi yoktu ama yanlis yazilim vardi mesela meslege yerine mesele, sözler yerine söyler yazilmis) sonra basiyla sonunu birlestiremedigim cümle (söyle ki " O an icine girdigim yeni Hayat aklimdaki bütün düsünceleri,yolculugum boyunca icime hep süphe tohumlari eken her seyi unuttum o anima odaklandim. acaba" hayatta" mi olacakti ya da "her seyi unuttum degilde unutturdu" mu olacakti?)

    Dedigim gibi hikaye süper olaylar güzel isliyor, Justin favorim :) umarim elestirilerimle kirmamisimdir. ben profesyonel degilim sadece okuyucu olarak takildigim yerleri aktariyorum yoksa imla kurallarina cok hakim degilim (bizim zamanimizda mavi kapli imla klavuzu kitapcigi vardi bu aralar keske elimin altinda olsaydi diyorum :) )
    yüregine kalemine saglik...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende güya okudum ve düzelttim :)) düzeltmeden yayınlasaydım kim bilir nasıl hataları söyleyecektin ama bazıları demek ki doğru okuyunca direk gözden kaçıyor :) Dilerim bir sonraki bölümde hiç imla hatası yapmayacağım :)

      Beğenmene sevindim, yorumlar çok önemli yönlendirme oluyor bu yüzden her şekilde fikre ve eleştiriye açığım :)

      Teşekkürler :)

      Sil
  2. Yine hemencecik biten bir bölüm ve yine meraktan çatlatacak bir yerde bitirilmiş! :) En azından haftada 2 kez yayınlasan keşke.. Merakla bekliyorum yeni bölümü.. Bir de, biraz yavaş mı gidiyor sanki? Şu adamı aşırı merak ediyorum ama hala kendisinden bir haber alamadık. :D Dava olayı da bir avukat adayı olarak ayrıca ilgimi çekti. Eline sağlık. Ufak tefek yazım hataları veya devrik cümleler var yine ama eminim birkaç bölüm sonra onlar da kalmayacaktır. Bu arada, ben de bloguma beklerim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O adam yavaş yavaş kendini gösterecek Asena ve tam olarak konuya girene kadar bu şekilde ilerleyecek ama daha sonradan hızlanacak konu gereği, en azından bana öyle geliyor :) İmla hatalarını düzeltmeye çalışıyorum ama Nevin Hanım'ında dediği gibi okurken bazıları aklen doğru okuyunca fark etmiyorum, onları en aza indirip hatta tamamen ortadan kaldırmaya çalışacağım :)

      Ayrıca bölümleri düzenleyip yayınlıyorum dolayısıyla çalışan bir bayan olarak ne yazık ki haftada 2 bölüme vaktim yetmiyor, haftada bir bölümle idare edeceğiz artık :(

      Yorumun için teşekkürler :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın