(BRANDON)
‘Mahkemede görüşürüz’sözleriyle gözlerimi açtım. Yine aynı şey… derin derin nefesler aldım. Bir gecede kaç defa aynı şekilde uyanabilirdi bir insan… Ben uyanıyordum, kaçıncı kezdi bilmiyorum.
Ashley gittiğinden beri sözleri kulaklarımda yankılanıyordu. Nasıl olmuştu da böyle bir hataya düşebilmiştim. Lanet olsun niye hiçbir şeyi hatırlamıyordum o geceye dair.
Yatakta yan döndüm ve Ashley’in yastığını alıp kollarımla sardım. Yastığına sinen kokuyu içime çektim. ‘Benim hissettirdiklerimi mi hissettirdi? Yoksa çok daha iyi miydi?’ Sesi tekrardan beynimde yankılanmaya başladı. Her sözü kalbime bıçak gibi saplanıyordu. ‘Bu kadar mı bir kadına ihtiyacın vardı? Bu kadar mıydı bana olan sadakatin. Beni hiç mi sevmedin de bana dokunamadığında başka kadınlara gittin.’ Hayır demek istemiştim o an… Sadece sen bana bunları hissettirebilirsin demek, neden böyle bir şey yaptım bilmiyorum demek istemiştim.
Tanrım! Tek istediğim o geceyi hatırlamaktı. Uğruna her şeyi verebilirdim, sadece o gece bunu gerçekten yapıp yapmadığımı hatırlamak istiyordum… Bu belirsizlik beni öldürüyordu ve sadece beni değil benimle birlikte hayattaki tek değer verdiğim kadının da canını yakıyordu. Ashley... Gözünden akan her yaş ölümü istememe neden olmuştu. Belki hala akıyordu o yaşları. Hayatımda ilk kez sana yalvarıyorum Tanrı’m. Lütfen Ashley’in canını acıtmasın…
‘Her şeyi mahvettin Brandon. Her şeyi… Beraber yaptığımız her şeyi tek başına yıktın’ Giderken söylediği sözler sanki yeniden söyleniyormuş gibi hissediyordum. Şuanda hayali karşımda aynı sözleri tekrar tekrar söylüyor ve ağzından çıkan her kelime ruhumu biraz daha parçalıyordu… Havaalanında giderken peşinden ‘Gitme’ deyişimi önemsemeden gitmişti. Arkasını dönüp gitmişti! İşte o zaman yanında ruhumu, kalbimi ve bütün benliğimi de götürmüştü.
Başımı Ashley’in yastığına iyice bastırdım ve gözlerimi kapattım. Onsuz ne kadar boştum. Ne kadar yalnızdım… Bir ölüden hiçbir farkım yoktu… Gözümde biriken yaşları gözlerimi kırpıştırarak geri göndermeye çalıştım. Her gece Ashley’in arkasını dönüp gidişi ile uyanıyordum ve onun yastığına akıtıyordum onsuzluğu gözyaşları olarak.
Zorunda olarak kalktım yataktan. Şansımı yeniden denemek istedim. Ashley’i aramak… Belki açardı telefonumu… Bu kaçıncı arayışımdı saymamıştım… Ama ondan haber alamadığım her saniye sanki cehennemin en derin yerinde ateşte kavruluyordu yüreğim… Merak ve endişe beynimi yiyordu.
Ashley’e ulaşamayacağımı anlayınca aklıma Dean geldi. Muhtemelen Dean’in haberi vardı Ashley’den. Tanrım! Karım hamileydi ve ben onun nerede olduğunu bilmiyordum. Nerede olduğu bir kenara iyi olup olmadığını bile bilmiyordum.
“Ne istiyorsun?” diyerek açtı telefonu Dean. Verdiği tepkiden Ashley’in onunla konuştuğunu tahmin etmemek zordu. Belki de onun yanındaydı. Umarım onunladır…
“Sadece Ashley’i merak ettim,” diye mırıldandım. Sesim boğuk ve çatallı olmasının yanında çaresizdi de. Dean bir avukattı ve insanların ses tonlarından ne halde olduklarını tahmin edebilir diye umuyor ve bu çaresizliğime en azından sevdiğim kadının, karımın iyi olduğuna dair bir şey söyleyebilirdi.
“Lanet olası bir sürtüğün yatağındayken de Ashley’i merak ediyor muydun?” Sesindeki öfkeyi dışarıya vurmaya başlamıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sözlerinin doğruluğu hançer gibi saplanıyordu kalbime.
“Lütfen, Dean. Onun iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var. Yalvarırım, söyle orada mı? İyi mi?”
“Sen asıl benim soruma cevap ver, gerçekten Ashley’i aldattın mı?” Sözleri karşısında ne diyeceğimi bilemeden yerimde kaldım. Bunu zihnimden geçirmek, kabullenip üzerine konuşmak söylemekten, duymaktan daha kolaydı. Ashley’in canının ne kadar acıdığını tahmin edebiliyordum. Resmen onun kalbini parçalamıştım. Değersizmiş gibi yere atmış ve ezmiştim. Tanrım! Ne yapmıştım ben…
“Bilmiyorum, hiçbir şey hatırlamıyorum. Lanet olsun hatırlamayı o kadar çok istiyorum ki. Dean, kendimde olsam asla böyle bir şeyi Ashley’e yapamazdım inan bana. Onu ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun… Onsuz nefes alamıyorum bile…”
“Lanet olası, sana gerçekten Ashley’i aldattın mı diye sordum, bana hikâye anlatma…” diye sitemini belli edercesine bağırdığında sanki buradaymış da yüzüme bağırıyormuş, beni parçalara ayırıyormuş gibi hissettirmişti ki bu hisle yerimde sıçradım.
Tükenmiş hissediyordum, gücümün kalan son kırıntılarını kullanarak konuştum. “Hatırlamıyorum… Sarhoştum…”
“Bende sarhoş oluyorum, ama sevdiğim kadını evde bırakıp başka kadınların yataklarına girmiyorum. Ashley senin çocuğuna hamile ve sen ilk fırsatını bulduğunda başkalarının kollarına girdin. İhtiyaçlarını karın karşılayamadı mı karşılayacak birini mi arıyorsun? Senin sadakat anlayışın bu mu? Hani seviyordun, hani hayatının anlamıydı, hani onsuz nefes dahi alamazdın? Şimdi nasıl nefes alıyorsun Brandon? Nasıl yaşayabiliyorsun? Bunun bedelini ödeyeceksin… Boşanma davasında elinde ne varsa alacağım Brandon… Canını öyle bir yakacağım ki Ashley’in yaşadıkları seninkinin yanında bir hiç olarak kalacak…
Dean’in sözlerine cevap veremedim. Başım önüme eğik dinledim. Söylediği her kelime doğruydu. Lanet olsun! Her kelimesinde yerden göğe kadar hakkı vardı. Bir kez daha lanet olsun!
Yüzüme telefonu kapattığında sanki suratıma tokat yemiş gibi irkildim. Telefonu sinirle yatağa attım ve ellerimi başımın arasına alarak yatağın kenarına oturdum. İçimdeki acıyı atmaya çalışmıyordum, Ashley’in o halini özellikle beynimden çıkarmamaya çalışıyordum, canımın acıması onun acısını hatırlatıyordu bana… Benden kat kat fazla acı çekiyordu.
Sinirle kalktım yataktan ve dolaptan Ashley ile aldığımız takımlardan birini aldım ve giyindim. Beynimi bu konuda çok zorluyordum belki bu yüzden hiçbir şey hatırlamıyordum. Belki biraz, sadece biraz sakinleşsem hatırlardım bir şeyler… Bu umutla üzerimi giyindim, telefonumu ve diğer eşyalarımı alıp evden çıktım. Holdinge gidip işe yoğunlaşıp önce aklımı boşaltacak ve ondan sonra hatırlamak için acı bir kahve içecektim. Sonucunda hatırlayacaktım! Umarım… Aslında umarım demem gereken şey bunun bir yalan olmasıydı… Hiçbir şey olmamış olmasıydı… İç çektim… Derin bir iç çektim…
Holdingin otoparkına park ettiğimde başımı direksiyona dayadım. Gözlerimi kapattım. Sadece Ashley veya Dean değil bütün ailemde bana tepki göstermişti. Tanrım! Hele ki Charles ve George neredeyse üzerime saldıracaklardı. Gerçi böyle bir atılım gösterselerdi elimi bile kaldırmaz, karşılık vermez, onlara engel olmazdım. Hak ettiğimi biliyordum. Dünden beri yüzüme bakmıyorlardı ve yapılması ya da imzalanması gereken işlerde sekreterlerini gönderiyorlardı. Bundan daha fazlasını hak ediyordum.
Arabadan çıkıp holdinge doğru ilerledim. İçeriye girdiğimde güvenliğe başımla selam verdim. Asansörün düğmesine basarken Ashley ile buraya ilk gelişimiz geldi gözümün önüne… Kendi kendime gülümsedim. Gözlerimi kapattım ve başımı önüme eğdim. Asansörün kapısının açılma sesiyle başımı kaldırıp gözlerimi açtım ve asansöre bindim. Yukarı katın düğmesine bastım ve kendime lanetler okumaya devam ederek odama gittim.
Odama girdiğimde elimdekileri masaya bıraktım. Canım hiçbir şey istemiyordu. Kollarımı masanın üzerine uzattım ve başımı da kolumun üzerine koydum. Ashley’in gülüşünü gözümün önünden gitmesini engellemeye çalıştım. Gülüşü, parıldayarak bakan çikolata kahvesi gözlerini… Yatakta dokunuşlarıma verdiği karşılıkları… O an bir şeyler netleşmeye başladı aklımda… Hayali olarak…
“Bak sen bizim sadakatsiz koca da gelmiş!” diyerek odama dalan Charles’ın sesine biran dikkatim dağıldı, hatırlamaya çalıştığım ve beynimden bir şeyler koparabildiğim görüntülerden dikkatim dağıldı.
“Lanet olsun, kapa çeneni!” diye çıkıştım onun verdiği sinirle. Charles kaşlarını çatarak birkaç adım attı ama onu önemsemeden telefondan hat alıp sekreterimi aradım. “Bana hemen Bayan Cronforn’u bağla,” dediğimde sesim öfkeli, telaşlı, umutlu ve emredici tondaydı.
Charles kaşlarını çatarak sanki bir çocuğu azarlıyormuş gibi bir tonla konuşarak, “Sinirlerini çalışanlarından çıkarma! Kendi yaptıklarının bedelini ödüyorsun! Kendine gel…” dedi.
“Bay Veldone, Bayan Cronforn toplantıdaymış. Çıktığında hemen sizi arayacak.”
Hiçbir şekilde teşekkür simgesi göstermeden kapattım telefonu. Sinirle dirseklerimi masama dayadım ve başımı ellerimin arasına aldım. Duyduğum ayak seslerinden Charles’ın yaklaştığını ve koltuktaki hafif çekilmeyle oturduğunu da fark ettim.
“Sanırım kadının tadı damağında kaldı ki yeniden arıyorsun o sürtüğü… Tanrım! Bir kadın bir erkeğin evli olduğunu bile bile nasıl onunla yatmayı kabul edecek kadar aşağılık olabilir merak ediyorum!”
“Charles! Kapa çeneni… Sadece kadını suçlama… En azından şimdilik…” dediğimde sesim sonlara doğru fısıltı gibi çıkmıştı.
“Şimdilik? Ne demek istiyorsun Brandon?”
“Sen hiç sarhoş olduktan sonraki geceyi hatırladın mı?” diye sordum merakla. Charles kaşlarını kaldırıp bana baktı ve alaycı bir şekilde sırıttı.
“Adamım, ben hiç kör kütük sarhoş olmadım. Sınırımı biliyorum ve ağzımla içiyorum… Sende sınırını bilmeli ve ağzınla içmeliydin o gece…” Alaycı sesinin altında kızgınlığı ve kınamayı hissetmiştim. Zaten sadece Charles’ı tanıyanlar bu ses tonundaki duyguları anlayabilirdi.
“Sanırım, yapmadım!”
“Ne demek istiyorsun?”
“Sen gelmeden önce birkaç bir şey hatırlar gibi oldum. Evet, Bayan Cronforn ile otele gittim ve lanet olası yatakta onun üzerine de çıktım ama hayır yapmadım… yani sanırım…”
“Bu yüzden mi aradın? Ya yattığınızı söylerse…”
“Ya hiçbir şey yapmadığımızı, sızdığımızı söylerse?”
“Sabah kalktığında üzerinde hiçbir şey olmadığını söyledin, kadının da…”
“Charles, içimdeki umutları yok etme… Hiçbir şey bilmiyorum… Ama bir umut bulup ona tutunmaya çalışıyorum ve sen bunu yok ediyorsun.”
“Gerçekçi davranıyorum adamım, gerçekçi. Sen ummaya devam et… Ama bence arada karını da hatırla… Hani şu aldattığın, karnında senin çocuğunu taşıyan 7 aylık hamile olan kadını…”
Charles son sözlerinde yine beni en zayıf yerimden vurmuştu. Son sözleri kırbaç gibiydi tıpkı sesi gibi… Gözlerimi kapattım ve başımı arkaya doğru dayadım… Bayan Cronforn’un toplantıdan çıkıp bana dönmesini beklemekten başka çarem yoktu… beklemek… İşte bu bana çok zor gelmeye başlamıştı şimdiden.
Kolumdaki saate baktığımda saat akşam onu gösteriyordu. Holdingde herkes çıkmıştı ve ben hala kadından telefon bekliyordum. Anlaşılan toplantıdan çıkınca önemseyip aramamıştı. Zaten niye arasın ki? George olanları öğrenince, özellikle de buna sebep olan kadının o olduğunu öğrenince bütün anlaşmayı fes etmişti.
Masamda duran Ashley ile olan resmimize baktım. Elimi onun resminin üzerinde gezdirdim. Resmine dahi olsa ona dokunabilmek gülümsememe neden olmuştu.
“Seni özledim…”
Sesim o kadar kısık bir fısıltı halinde çıkmıştı ki söyleyen kişi ben olmasaydım kelimeleri anlamayı bırak duymazdım bile…
İç çekerek elimi Ashley’in resminden çektim ve ayağa kalktım. Evden sadece ceketimle çıkmıştım. Ashley olmayınca kendime dikkat etmek bile gelmiyordu içimden. Hem niye sağlıklı olmaya çalışacaktım ki, karım yoktu yanımda…
Holdingden çıktım ve arabaya binip alışkanlık gereği elim telefona gitti ve Ashley’i aradım. Hep işten çıkarken arardım, bu alışkanlığı o benimle değilken bile yapıyor olmak garipti. Ama açmadı telefonumu. Ardından Dean’i aradım. O da açmadı ve bıkmadan tekrar Ashley’i aradım. Garip bir endişe içimi sarıyordu ve telefonumu her açmayışı benden uzaklaştığını, soğuduğunu, beni artık istemediğini hissettiriyordu. Beni artık unuttuğunu… İşte bu benim ölümüm olacak kadar acı vericiydi. Bir umutla açması, senin duymak hala onun benim olduğunu, beni sevdiğini hissettiriyordu. Bu da tek bir şans için bir umut oluyordu içimde…
“Alo?” diye sesini duyduğumda garip bir şekilde heyecanlandım. Açacağını hiç beklemiyordum.
“Ashley? Tanrım! İyisin…” Karşımdan gelen sessizlik içinde konuşmak iyi bir fırsattı ama kendi sesimi bile bulamıyordum şuanda.
“Ne istiyorsun?” Konuştuğunda sesindeki çatallanmayı hissetmiştim. Ağlamasını istemiyordum ki sessiz kalmam onu daha fazla üzeceğini düşünerek sadece kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.
“Sadece nasıl olduğunu merak ettim. Dean açmadı telefonumu, eve yerleştin mi? Yalnız mısın? Yalnız kalmasaydın, yanına Dean ya da Justin gelsin. Seni merak ediyorum… Lütfen, bari evde yalnız kalma…” diye o kadar hızlı döküldü ki kelimeler dudaklarımdan, bütün endişelerimle beraber hissettiğim her duyguyu sesimde yakalamıştım.
“O gece de yalnızdım Brandon, o zamanda merak etmiş miydin?”
Sözleri söylenecek hiçbir şey bırakmadı. Cevap vermek istedim, ama kelimeler dudaklarımdan dökülmedi. O sözleri söylerken içindeki acıyı o kadar hissetmiştim ki kalbim buna dayanamadı ve gözümden bir damla yaş süzüldü. Buna Ashley, karım, sevdiğim kadın nasıl dayanıyordu? Üstelik hamileydi… Doğuma bu kadar az kalmıştı…
“Hoşça kal!”
Telefondan gelen son bir ses ve söylenen sözle, artık açık bulduğum tek kapının da suratıma kapandığını hissettim. O zaman Ashley’i tam anlamıyla kaybetmiştim. İçimden deliler gibi içmek ve her şeyi unutmak geliyordu, ama yapamıyordum. Ashley her türlü acıyı orada çekerken ben burada kendimi rahatlatacak çözümler aramamalıydım. Onun gibi bende acı çekmeli, kıvranmalıydım. O kıvranmıyorsa bile ben kıvranmalıydım ki her şeyi bu hale getiren bendim… Tıpkı Ashley’nin dediği gibi… Her şeyi tek başıma ben yıkmıştım!
Eve gittiğimde karanlığa gözlerimin alışmasına izin verdim. Madem artık hayatımda hayatımı aydınlatacak ışığım yoktu, bu evde aydınlanmayacaktı… İçim, ruhum ve kalbim gibi karanlık kalacaktı… Ben anılarımla boğulana kadar karanlık kalacaktı.
Elimde telefon ile salona gittim ve salonun camının kenarında ayağa dikildim. Kendime acı çektirircesine Ashley’le geçirdiğim her anı tekrar tekrar yaşamaya çalıştım. Onun her gülüşü için, kahkahası için gözümden yaşların akmasına izin verdim. Ona her dokunuşuma karşılık verdiği için… Onun beni sevdiği için…
Sessizlik ve karanlık içinde anılara dalıp gitmiş, kalbimin parçalanmasını, acı çekmesine izin vermiştim. İçim içime sığmamaya başlamıştı, ama asıl olay birden garip bir huzursuzluk içine girmiştim. Garip bir sıkıntı bütün benliğimi kaplamaya başlamıştı. Acaba… Ashley’e bir şey mi olmuştu? Bu kadar uzaktan bile onu hissedebilmek… Garip bir huzursuzlukla telefonu elime aldım ve Ashley’i aradım. Meşguldü… Gözüm telefonun saatine gitti. Gece üç… Bu saatte bu kadın kimle konuşuyordu? Neden biri ile konuşuyordu? Gündüzler ne güne duruyordu. İçimdeki kıskançlık sıkıntıyı bastırır hale gelmişti. Ama hem merak, hem kıskançlık hem de sıkıntı dolu endişe ile aradım Ashley’i defalarca. Sonunda açıldı.
“Alo?”
Duyduğum ses bir erkek sesiydi. Ashley’nin telefonunu niye bir erkek açsın? Ashley’nin bu saatte bir erkekle ne işi vardı? Üstelik bu ses ne Dean’in ne de Justin’in sesine benziyordu. Lanet olsun! Kimdi bu?
“Kimsiniz?” diye aynı ses tekrarladığında düşüncelerimden sıyrılarak öfkeli bir şekilde konuştum.
“Bu soruyu benim sormam lazım. Karımın nerede?” diye konuştuğumda karım kelimesini özellikle vurgulamıştım. Ashley’nin evli olduğunu idrak etmesini istiyordum.
“Oh… Tabi siz Ashley’in eşisiniz. Bay Veldone… Değil mi?” Soyadımla hitap etmesi Ashley’in tanışırken hala benim adımı kullandığını gösterirdi. Bu hoşuma gitmişti.
“Evet, benim. Karım nerede? Niye telefonu siz açıyorsunuz?”
“Ashley’in sancıları başladı. Hastanedeyiz… Bekliyorum… Bana pek bir şey söylemiyorlar bu yüzden bir şey diyemem…”
“Hangi hastane hemen geliyorum!” dediğimde salondan çıkıp odaya gitmiştim. Hızla küçük spor çantasına kendim için bir şeyler atmak yerine Ashley için bir şeyler koydum. Yanına pek bir şey almadığı dikkatimi çekmişti. Ama birden şifonyerin yanına koyduğu çanta geldi aklıma. Ben hastayken beraber evde doğum için çanta hazırlamıştık. Hemen onu aldım elime ve aşağıya inmeye başladım.
“Presbytreian Üniversite Hastanesi’ndeyiz.”
“Herhangi bir gelişme olursa beni arayın lütfen. Ben şuanda Washington’dayım. En kısa zamanda geleceğim.”
Telefonu kapattıktan sonra cebime koydum ve üzerime ceketimi giyip, anahtarları aldım ve evden çıktım. Bu sırada hesap yapıyordum arabayla mı uçakla mı daha kolay giderdim acaba… Hemen havaalanını aradım ve ilk uçağın saatini sordum. İki saat sonra… Sabah beşte… İç çektim her şekilde uçak daha hızlı olacaktı. Havaalanına doğru sürmeye başladım arabayı. Havaalanına geldiğimde de hemen biletimi aldım ve boş koltuklardan birine doğru ilerleyip oturdum. O an bizimkilere haber vermek geldi aklıma. Hızla son aramada Charles’ın numarası olduğu için onu aradım.
“Ne var Brandon? Bu saatte?” diye açtığında telefonu sesi uykulu ama öfkeli gibiydi.
“Ben New York’a gidiyorum. Ashley’nin sancıları başlamış, hastaneye götürmüşler…”
“Ne? Tamam, ben diğerlerine haber veririm. Sen neredesin?”
“Havaalanındayım.”
“Orada görüşürüz.”
Telefonu kapattıktan sonra cebime koydum. Sessizce beklemeye başladım, zaman geçmiyor gibiydi. Sanki zaman durmuştu bana inat… ve içimdeki sıkıntı her geçen an daha da büyüyordu ki birden telefonum çalınca elim hızla telefona gitti. Acaba Ashley’e bir şey mi olmuştu?
“Alo?” diye telefonu açtığımda sesimde fazlası ile endişe ve korku vardı.
“Bay Veldone? Ben Bayan Cronforn. Sekreterim beni aradığınızı söyledi ancak vakit bulup arayamadım. Gecenin bu saatinde umarım rahatsız etmiyorumdur…” dediğinde havaalanının duvarındaki saate baktım. Dört buçuk! Bu saatte bu kadın niye arıyordu ki? Ama bir şeyleri öğreneceksem saatin önemi yoktu benim için.
“Hayır, rahatsız etmiyorsunuz… Sizi aramamın nedeni… O gece aramızda ne oldu?” diye sordum direk konuya girerek. Kadın karşımda bir süre sessiz kaldı ardından nefes aldığını duydum.
“Hiçbir şey olmadı! Evet, otel odasına gittik ve sizinle baya ilerledik, ama nasıl olduysa birden bana eşinizin adıyla hitap edince yaptığımız şeyin farkına vardım ve size eşiniz olmadığımı söylediğimde, her şey bitti. Yani evet birlikte olacaktık ama siz eşinizi seviyorsunuz ve başka bir kadına bile o olduğunu düşünerek dokunabiliyorsunuz. Buna tanık oldum. Suçlu olduğumu kabul ediyorum ve sizi zorladım da… Sızmak üzereydiniz, üzerinizi çıkardım ve bende soyundum ama siz reddettiniz ve sonra da sızıp kaldınız… Bunun için üzgünüm! Sabah gittiğinizi duymadım, eğer uyandırsaydınız beni o anda söylerdim bunları… Sizin hatırladığınızı ve bunun için anlaşmayı iptal ettirdiğinizi düşündüm!”
“Ben size ne olduğunu söyleyeyim. O gece yüzünden eşimle ayrılma noktasındayım. Üstelik eşim 7 aylık hamile… ve bütün ailem bunun yüzünden bana cephe aldı, anlaşmayı da onlar iptal ettiler… Gerçi bende aynısını yapardım. Lanet olası o gece yüzünden karım şuanda benden kilometrelerce uzak bir hastanede doğum yapıyor ve ben yanında olamıyorum.”
Onun cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapattım ve gözlerimi kapatarak derin derin nefesler aldım, ama Bayan Cronforn’un sözleri dudaklarımda bir gülümseme oluşturmuştu. Ashley’e ihanet etmemiştim. Ne ruhum, ne kalbim ne duygularım ne de bedenim… Hala her şeyimle Ashley’indim, tıpkı onun benim olduğu gibi… Her şeyi yoluna sokmaya çalışacaktım… umarım…
Uçağa bindiğimde yerimde duramıyordum. Ashley’i tekrardan geri alabilecek olmanın verdiği heyecan kalp atışlarımı hızlandırmıştı ki buna birde baba olacağım düşüncesi… Tanrım, lütfen ikisi de iyi olsun… Lütfen…
Uçağın iniş anonsu ile gözlerimi araladım. Sanırım uykusuzluktan sızmıştım. Uçak indikten sonra hızla çantayı aldım ve havaalanının çıkışına doğru ilerledim. Kapının önündeki taksilerden birine bindiğimde hemen hastanenin adını söyledim. Taksi yolda ilerlerken dışarıya bakmıyor, telefonun ekranına odaklanmış Ashley ile olan resmimize bakıyordum. O kadar dalmıştım ki taksi şoförünün geldik diyene kadar durduğumuz fark etmedim. Taksi ücretini ödeyip indim ve hastanenin girişine ilerledim ki kapıda elinde sigara ile bekleyen ve kolunu bir kadına dolamış olan Dean’i gördüm. Oda beni görünce sigarayı elinden attı. Hızla yanıma doğru ilerleyip yüzüme vurdu. Başımı attığı yumruğun etkisiyle yana çevirdim. Dudağımda bir sıcaklık hissettiğimde elimi dudağımın kenarına götürdüm. Sanırım dudağım patlamıştı.
“Dean, dur! Tanrım, ne yapıyorsun?” diye bir kadın sesi duyduğumda başımı çevirip Dean’e baktım. Gerçekleri bilmiyordu ve her şeye rağmen birkaç günlük de olsa Ashley’nin acısına karşılık bu bir hiçti.
“Senin yüzünden… Senin yüzünden Ashley yıkılacak… Yaptığının bedeli ne olduğunu biliyor musun? Kızınızı kaybettiniz… Ashley bu habere nasıl tepki verecek sence?” diye konuşmasına devam ederken ben sadece iki kelimede takılı kalmıştım, ‘kızınızı kaybettiniz’ gözlerimi kapattım ve gözlerimin dolmaya başlaması karşılığında gözyaşlarımın akmasına izin vermedim.
“Ne?” diye duyduğuma inanamamış gibi fısıldadım. Gözlerimi açıp Dean’e baktığımda gözleri öfke ile parlıyordu.
“Bebek öldü. Sadece biran için nefes aldı ve sonra öldü. Doğumda Ashley çok kan kaybetti. Bebeğin ise… ciğerlerinde problem varmış… Bilmiyorum daha fazla detay vermediler… Ayrıntıları sen öğren ve Ashley’ye da sen söyle!”
“Ashley… İyi mi?” Tek bir umut kırıntısı ile onun benimle kalmasını istedim. Onun beni bırakmamasını…
“Toparlanacaktır! Zamanla atlatacaktır.”
Dean, yanındaki kadınla içeriye doğru yürüklerinde sessizce arkasından ilerledim. Dudağımdaki acıyı umursamıyordum ve muhtemelen çenemin kenarında uzunca süre kalacak bir morluk olacaktı. Artık kesin olarak emindim ki Dean’in sağ eli baya kuvvetliydi.
İçeriye girdiğimizde direk Ashley’in odasına girdik. Ashley yatakta yatıyordu. Oldukça solgun görünüyordu. Elimdeki çantayı yatağın kenarına bıraktım ve Ashley’in yanına doğru ilerledim. Kolunda serum vardı ve diğer eline de kelebek takılmıştı. Ashley bunlardan nefret ederdi bunu öğrenmiştim ve uyandığında çıkarmak isteyecekti. Dudaklarımda yapmacık bir gülümseme koydum ve elimi Ashley’in yanağına koydum. Teni soğuktu… Üşüdüğünü düşündüm ve üzerindeki yorganı biraz daha yukarıya çektim. Ardından eğilip alnından öptüm.
“Sevgilim… Sende beni bırakma…” diye fısıldadım kulağına doğru…
“Buraya gelip hala Ashley’e nasıl sevgilim diyebiliyorsun anlamıyorum… Nasıl bir herifsin sen…” Justin’in sesi ile başımı çevirip arkama doğru baktım.
Kaşlarımı çatarak ona baktım, kızımın yokluğunun verdiği acı içimi sızlatırken Ashley’e odaklanmak onunla ilgilenerek kızımın acısını hafifletmek istiyordum. “O benim karım… Ne dememi isterdin Justin?”
“Başkalarının yatağındayken de mi karındı?”
“Justin, ben Ashley’yı aldatmadım. Bunu asla da yapmam… Sadece bir yanlış anlama o kadar… Ki bu benimle Ashley arasında… Karışmayın!”
Sözlerimden sonra ikisi de sustu. Sanki inanmamış gibilerdi, ama umurumda değildi. Tek inanıp inanmamasını önemseyeceğim kişi Ashley’ydi.
Başımı çevirirken gözlerim yabancı bir yüze takıldı. Sanırım konuştuğum adam buydu. İster istemez adamı süzdüm… Nasıl oluyor da o an Ashley’nin yanında olabiliyordu. Gözlerim kısılarak baktım bir süre… Ama yine de adama haksızlık yapmak istemedim. Sonucunda eğer ondan haber alamasaydım Dean’in ya da Justin’in bana haber vereceğinden şüpheliydim.
“Teşekkür ederim…” diye fısıldadım adama doğru. Adam hafif bir tebessümle başını salladı.
Ardından Ashley’nin yanındaki sandalyeye oturup, içimdeki acıyı bastırmaya çalıştım. Kızımı kaybetmenin acısını… En çok korktuğum şeydi bu… Tekrardan ailemi kaybetmek ve şimdi bunu tekrardan yaşıyordum ve ruhum onarılması imkânsız bir şekilde yaralanıyordu. Sanırım bir tek Ashley ile sarılacaktı bu yaralar… Bende onunkini sarmaya çalışacaktım… Kızımızı kaybetmemizin acısını ancak birbirimizle atlatabilirdik. Bu düşüncelerle bakışlarımı Ashley’nın kapalı gözlerinde, yüzünde gezdirdim. Elini ellerimin arasına aldım ve başımı yatağının kenarına dayadım.
“Lütfen sevgilim, kızımız gibi sende bırakma beni…”
(ASHLEY)
İçimdeki garip duyguyla savaşamıyordum. Yorgundum ve uyumak istiyordum, ama içimdeki o garip huzursuzluk uyumamı imkansız hale getiriyor ve dinlenmemi engelliyordu. Bu durum inanılmaz derecede sinir bozucu bir durumdu. Yatakta yalnız uyanmak canımı acıtacaktı yine, göz yaşları gözlerimi yakacak ama ben inatla akıtmayacaktım daha fazlasını. Kaşlarımı çatarak gözlerimi araladım ama karşımda odamı beklerken beyaz boyanmış bir odada olduğumu fark ettim. O an için en son hatırladığım şey doğumdan çıkarken bebeğimin ağlama sesiydi… Ellerim karnıma gitti ve dudaklarımda bir gülümseme oluştu. Derin bir nefes alıp odanın içinde göz gezdirdim. Odada tek gördüğüm sırtı bana dönüp camdan dışarıya bakan bir adamdı. Erken doğum dolayısıyla demek ki bebeği güveze koymuşlardı, ama birden odamdaki adam aklıma geldi ve başımı çevirip daha dikkatli baktığımda, bir eli cebinde bir elini cama dayamış, başını önüne eğmiş omuzları çökmüş çok fazla acı çeker gibi görünen bir adam… Brandon…
Burada görmeyi beklemiyordum. Niye beklemiyorsam? Ne olursa olsun onunda kızıydı ve bundan haberi olmalıydı… ama kim çağırmış olmalıydı? Dean mi? Hayır sanmıyorum… Tabi ki Mike… En son telefonumu alıp cebine koymuştu.
Ben bakışlarımı Brandon’ın sırtına dikmiş bakarken, birden bana döndü. Gözlerinde gelip geçen bir ışıldama, dudaklarında zoraki bir gülümseme ve her şeye göğüs germeye hazır bir şekilde dikilmeyle bana doğru yaklaşmaya başladı. Yanıma geldiğinde eliyle yanağımı okşadı. Özlemiştim dokunuşunu, gözlerim istemsiz kapanıp derin bir nefes aldığımda dudaklarını alnımda hissettim. Ardından yatakta hissettiğim ağırlıkla gözlerimi açtığımda yatağın kenarına oturmuş olduğunu gördüm. Dudaklarındaki zoraki gülümseme silinmiş, gözleri sanki boşluğa bakarmış gibi bakıyordu. İç çekerek başını omzuma koydu ve başını yana çevirerek boynumdan öptü. Derin derin nefesler alıyordu. Sanki kokumu içine çekiyor gibiydi.
“Özür dilerim… Yanında olamadığım için özür dilerim, ama her şey iyi olacak bundan sonra… Söz veriyorum yanından ayrılmayacağım…” diye sözlerini sıralamaya başladığında yerimden kımıldamamıştım ama başımı onun başına doğru yatırmıştım birazcık.
“Ne demek istediğini anlamıyorum.”
Sesim kısık ve çatallı çıkmıştı ve boğazımda da ağrı vardı biraz. Sanki ağzımın içi kurumuş gibiydi. Başını kaldırıp bana baktığında gözlerindeki kızarıklığı yeni fark etmiştim. Sanki uykusuzluk ve gözyaşı saklıydı gözlerinin derinliğinde… Elimi kaldırıp yanağına dokunduğumda, elimi ellerinin arasına aldı ve dudaklarına götürüp öptü. Dudaklarımda istemsiz oluşan gülümsemeyle sanki her şey unutulup gitmişti. Belki de küçük kızım her şeyi geçmişte bırakmama neden olacaktı…
“Sana bir şey söylemem gerekiyor…”
Brandon sesinde öyle büyük bir acı vardı ki bunu hissetmek bile sanki hiçbir şeyin iyi olmayacağını düşünmeme neden olmuştu. Gözlerini gözlerimden kaçırıyordu, bakışlarını elleri arasındaki elime dikmiş ve elimin üzerinde elini gezdirişini izliyordu. Bu içimdeki huzursuzluğu arttırdı. Tam neler olduğunu soracaktım ki içeriye doktor girdi.
“Kendinize geldiğinizi görmek çok güzel… Nasılsınız? Ağrınız var mı?”
Doktor yatağım kenarındaki masadan dosyayı alıp incelerken sorularını sıralamıştı. Her ne kadar doktora bakıyor olsam da sözlerini duyuyor olsam da beynim Brandon’ın sözleri altındaki anlamları analiz ediyor, sesindeki acının sebebini bulmaya çalışıyordu.
“Bayan Veldone?” diye doktorun sesiyle hafifçe yerimde sıçradım ve bakışlarımı doktora yönlendirdim. Bakışlarımı gördükten sonra sorularını yeniledi. “Nasılsınız? Ağrınız var mı?”
“Teşekkürler iyiyim. Sadece kasıklarımda ağrım var, ama normaldir herhalde değil mi?” Doktorun sorularına cevap verirken beynimdekileri bir köşeye ittim. Onlarla daha sonra ilgilenecektim.
“Normal ancak doğumunuz sezaryen olduğundan dolayı bir süre dinlenmenizi öneririm. Dikişleriniz açılabilir.”
“Dinleneceğim, peki küçük kızımı ne zaman görebilirim?” diye özlem dolu bir sesle sorduğumda dudaklarımda oluşan gülümsemeyi engelleyemedim.
“Sanırım henüz eşiniz vakit bulamadı söylemek için. Üzgünüm, yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Bebeğinizi kaybettik!”
Doktorun sözlerini algılayamadım. Bakışlarımı doktorun üzerinden ayırıp odadaki herhangi bir boşluğa çevirdim. Sözleri beynimde evirip çeviriyordum, kelimeleri yanlış duymuş, yanlış anlamış olma olasılığımı düşünmeye başlamıştım. Böyle bir şeyin olma imkânı yoktu! Her şey normaldi, daha iki hafta önce doktora gitmiştik Brandon ile beraber ve doktorum her şeyin normal olduğunu söylemişti. Her şey iki haftada nasıl değişebilirdi ve ben nasıl bunları hissetmezdim…
“Ashley bana bak! Ashley! Lütfen… Kendini kaybetme… Lütfen…”
Bakışlarımı, yüzümü ellerinin arasına almış olan Brandon’a çevirdim. Gözlerinde kıvılcım gibi parlıyordu endişe, korku… kaybetmenin verdiği acı… Kolumda hissettiğim yanma ile başımı çevirdiğimde doktor elindeki iğneyle koluma ilaç enjekte etmişti. Kaşlarımı çattım, doktorun Brandon’a bir şeyler söyleyip gittiğini gördüğümde. Garip bir şekilde bilincimi kaybettiğimi hissediyordum. Gözlerimi kapatmamaya çalışıyor bunun için savaşıyordum kendimle. İç çekerek bakışlarımı Brandon’a çevirdim. Hissettiğim acı sisli bir bulun arkasına saklanıyor gibiydi. Hissizlik parmaklarımdan başlayarak bütün vücuduma yayılıyor gibiydi.
“Üzgünüm, Ashley… Sakinleşmen gerek… Kendini kaybetme… Bunu benim için yap... Kızımın acısı zaten yetiyor, lütfen… Yalvarırım senin acına dayanamam.”
Brandon’ın sözleri kalbimdeki acıyı yumuşatmıyordu, ama damarlarımdaki ilaç hissizleşmemi sağlıyordu ve bu kesinlikle kalbimdeki acıyı yumuşatıyordu. Göz kapaklarımla savaşmadım daha fazla zaten buna direncimde kalmadı.
***
Kulaklarıma ilk önce hafif titreşim halinde vızıltılar, ardından da anlamlaşmaya başlayan kelimeler gelmeye başladı. Kendime geldiğimi biliyordum, uykuya dalmadan önce duyduklarımı da… Her şeyden önemlisi içimdeki boşluğu da biliyordum. Ruhumun hayattan kopuşunu hissetmiştim gözlerimin her saniye kapanmasında… Sanki bedenim değil de ruhum gözlerini kapıyordu, kalbim hissetmeyi bırakıyor sadece yaşamam için boş boş atıyordu…
Gözlerimi araladığımda boş bir hayata bakmaya başlayacağım biliyordum. Artık hiçbir şey yapmak istemeyeceğim gibi, hiçbir amacım olmayacağı gibi… Artık tam anlamıyla boş bir hayata başlayacaktım… Bunu biliyordum. Sanırım bu da bir şekilde hayatta benim ödeyeceğim bedeldi. Kendime çok güvendiğim için, belki insanların hayatını mahvettiğim için, belki ilk bebeğimin ölümüne sebep olduğum için, belki Brandon’ı yeterince mutlu edemediğim için ve belki Brandon’a yeterince iyi eş olamadığım için… Belki şimdiye kadar farkında olarak ya da olmayarak yaptığım her hatamın bedelini kızım ödemişti ve şimdi sıra bendeydi… Değer verdiğim insanlar, sevdiklerim yeterince acı çekmiş, bedel ödemişlerdi… Şimdi bendeydi sıra…
“Ashley? Lütfen, uyandığını biliyorum… aç gözlerini…”
Brandon’ın sesinden adımı duyduğumda göz kapaklarımı refleks olarak açıldı. Gözlerine bakıyordum. Gerçekten bitmişti her şey… Daha önceden bu gözlerde hayat bulduğumu düşünüyordum ama şimdi benim için sadece bir çift göz olmuştu. O kadar!
Brandon bakışlarımda ne gördü bilmiyorum, ama gözünden süzülen bir damla yaş ile başını omzuma koydu ve sessizce ağlamaya başladı. Sessiz, içinde boğulan hıçkırıklarını, kesik kesik nefeslerini kulağımdaki nefesini duyuyordum. Sadece onun acısını hissediyordum. Garip bir şekilde onun için canım acıdı… Kalbimde bir sızı hissettim. Kolumu kaldırıp ona sarılmayı, onun yaptığı gibi bende başımı onun omzuna gömüp ağlamayı, hıçkıra hıçkıra gözyaşlarım kuruyana kadar ağlamak istedim. Ama ne beynim Brandon’ı kollarım arasına almak için ne de onunla beraber ağlamak için hareket etme emri verdi bedenime. Sadece bakışlarımı tavana dikerek yatakta yattım ve Brandon’ın sessiz ağlayışlarını dinledim.
“Özür dilerim. Senin yanında güçlü duracağıma, kendimi kaybetmeyeceğime yeminler ediyordum ama yapamadım.”
Sözlerinden sonra boynuma bir öpücük kondurup başını kaldırdı. Normalde bu benim hoşuma gider, kıkırdamama neden olur ve Brandon bunun devamında dudaklarımdan öpmesini isterdim, ama şimdi garip bir şekilde umursamıyordum. Hiçbir şey hissettirmemişti.
Brandon kendimi toparlamak ister gibi yatağın kenarından kalktı ve elleri ile önce yanaklarını sildi sonra gözlerini ovaladı. Ellerini daha sonra saçlarına geçirerek odanın içinde dolandı. Sanki bana bakmamaya özen gösteriyormuş gibiydi. Sanki göreceklerinden korkacakmış gibi…
Brandon’ın sessizce odada dolanmasını izledim. Sadece gözlerimle onu takip ediyordum, ancak kapının çalınması ve açılmasıyla Brandon durdu ve kapıya dönüp baktı. Kim olduğunu önemsemiyordum, sonucunda küçük kızım değildi ya gelen. Bu düşünce ile gözlerimi yumdum sıkıca ama gözümden akan tek bir damla gözyaşına engel olamadım.
Brandon, doktorla ne konuştu bilmiyordum. Dinlemedim ki zaten merak da etmiyordum. Aslında umursamıyordum! İçimden sadece gözlerimi kapatmak, görebilirsem eğer rüyalarımda kızımı görmek, ona dokunmak, koklamak istiyordum.
“Bayan Veldone?”
Doktorun yakından gelen sesiyle başımı çevirip baktım. Doktor incelercesine bana bakıyordu. İlgiliymiş gibi görünmeye çalışıyordu ama ilgili olduğundan şüpheliydim.
“Bay Veldone, eğer müsaade ederseniz, Bayan Veldone’ı muayene edeceğim.”
Brandon’ın başını sallayıp odadan çıkışını ve ardından kapıyı kapatışını izledim. Ardından içeriye bir hemşire girdi ve doktor elindeki dosyayı bırakıp muhtemelen dikişlerime bakmak için üzerimdeki örtüyü kaldırdı. Ben üzerimdeki geceliği sıyırırken hemşire de bana yardım etti, ardından doktor incelercesine baktı ve hemşire pansuman için ilaç sürdü.
Doktor ve hemşire çıktıktan sonra Brandon içeriye girdi, ama yalnız değildi. Arkasında Lucy, Charles ve Betie vardı. Betie ile Lucy’in gözlerinin kızarıklığı belli oluyordu. Charles’ın gözlerinde ise Brandon’ı anlayan bakışlar vardı.
Ne içeri girerken ne de içeride bir yerlere otururlarken tek kelime etmemişlerdi. Bakışlarımla onları izliyor, yüz ifadelerini, gözlerindeki bakışı görüyor ve dudaklarından dökülmeyen taziye sözlerini dinliyordum.
Buna daha fazla dayanamıyordum. İçimde bir yerlerde isyanlar vardı, fırtınalar kopuyordu, kanım dalgaların kayalara çarpması gibi çarpıyordu damarlarıma ve bedenim sadece susuyordu. Dudaklarım içimdekilerin hiçbirini dışarıya vurmuyordu. Sadece nefes alıyor, sadece yaşam belirtisi gösteriyordu…
Gözlerimi kapatarak arkamı döndüm onlara ve camdan dışarıdaki yağmuru izledim. Yağmur damlalarının cama vuruşu içime huzur vermesi gerekiyordu ama vermiyordu. Sanki gözlerimden akmayan yaşlardı yağan yağmur. Sanki benim yerime ağlıyordu gök… Sanki benim acımı paylaşmaya çalışıyordu.
***
Üç gün… Bitmek tükenmek bilmeyen üç gün hastanede kaldım ve şimdi taburcu kâğıtlarım imzalanmış, Betie ve Lucy buradaki eşyalarımı toparlıyorlardı. Onlara sırtım dönüktü, yatağın kenarında oturmuş camdan dışarıyı izliyordum. Hiçbir şey düşünmeden boş boş bakıyordum sadece…
Omzuma değen bir elle bakışlarımı camdan, yağan yağmurdan çekerek omzumdaki ele baktım, sakin nefes alışlarım arasında başımı kaldırdığımda Brandon bana elini uzatmıştı, hadi, gidelim dercesine… Başımı yere eğdim ve ellerimi yata bastırarak yataktan aşağıya indim ve kapıya doğru birkaç adım attım. Ama kimsenin hareket etmemesi üzerine durdum ve onlara baktım. Brandon olduğu yerde durmuş bana bakıyordu.
“Bize biraz izin verir misiniz?”
Brandon’ın sözlerinden sonra diğerleri onaylayarak odadan çıktılar. Ben yerimden kımıldamadan Brandon’a bakıyordum. Gözlerinde daha önce hiç tanık olmadığım bir duygu vardı… Anlamlandıramıyordum…
Brandon derin bir iç çekip yatağa oturdu ve ellerini yatağın kenarına bastırarak başını önüne eğdi. Beni yanına çağırdığını düşünmüyordum, o tarz bir hareket yapmamıştı, sadece sanki ayakta durmaya takati kalmamış da yatağa zayıflığı anlaşılmasın diye oturmuş gibi bir hali vardı.
“Bu şekilde olmayacak… İçindekiler dışına vurmadığın sürece rahatlayamayacaksın. Seni tanıyorum… İçindekileri bilecek kadar tanıyorum… Neden? Neden susup sadece kendini suçluyorsun? Neden her şeyin sorumlusu olduğunu düşünüyorsun? Hiçbir şeyden sorumlu değilken böyle düşünme, bunların bedelini yalnız ödeme… Bunu yapma… Her şeyle bir şekilde başa çıkmayı başardım. Ama bununla başa çıkamam… Bunu bana, bize yapma Ashley…
Brandon’ın sözlerinden sonra yere oturup ağmak istedim, içimdekilere kelimelere dökmek ama yapamadım. Sadece orada öyle durdum ve dinledim. Zaten duygularının yerini boşluğa bırakmış birinden ne beklenirdi ki başka?
Brandon sözlerini bir şekilde devam ettiriyordu. Birçok şey söylüyordu. Bununla nasıl başa çıkacağımızın hikayesini anlatıyordu. Suçu o da üstleniyordu. Ama söyleyeceği hiçbir şey bundan sonrasını değiştirmeyecekti. Her şey artık bitmişti. Koca bir boşluktan ibaretti ve asla dolmayacaktı…
***
Eve gelmemizin üzerinden bir hafta geçmişti. Bir hafta boyunca Brandon benimle New York’ta benim dairemde kalmıştı. Her an her şey normalmiş gibi konuşuyordu benimle, her akşam bana sarılarak yatıyordu. Onunda benim gibi geceleri uyumakta zorluk çekiyordu, ama fark benim hiç uyuyamamam ve onun hep geç saatlerde de olsa uykuya dalmasıydı.
Bazı günler beni alışverişe çıkarıyor, ama elimiz hep boş dönüyorduk. Etrafıma boş boş bakmıyordum, sadece Brandon’ın belime doladığı el ile gitmem gereken yöne yöneliyor ve yere bakıyordum. Sanki suçlu gibi yüzümü kaldıramıyordum yerden.
Bazı akşam saatleri beni yemeğe çıkarıyordu ve kendine verdiği yemeğin aynısını bana da sipariş veriyordu. Masamıza oturduğumda ben camdan dışarıyı izlerken Brandon yemekleri söylerdi. Yemeklerde de pek bir şey yiyemiyordum. Canım istemiyordu. Yemekten sonra da sinemaya giderdik. Genellikle komedi romantik film seçerdi Brandon, ama ben onların bile konusunun ne olduğunu bilmiyordum.
Her sabah Brandon dudaklarımdan karşılık almak umudu ile öpüyordu ama hiçbir karşılık alamıyordu. Geceleri bazen karşılık alabilmek umudu ile ileriye gitmeye çalışıyordu ama hiçbir tepki alamayınca başını sırtıma dayıyor ve derin nefesler alıyordu. Bazen de sessiz ağlayışları ile geceliğimin ıslandığını hissediyordum. Her gece kulağıma ‘sevgine deli gibi ihtiyacım var’ diye mırıldanıyordu. Bu sözlerin karşısında verdiğim tek tepki sıkıca gözlerimi kapatmak oluyordu. ‘Benimde deli gibi sevgine ihtiyacım var, sana da’ demek istiyor ama diyemiyordum. Acımı onunla geçirebileceğimi, birbirimize destek olacağımızı biliyordum, ama yapamıyordum. Beynim sanki uyuşmuş gibiydi…
Brandon artık geri dönmemiz, evimize gitmemiz gerektiğini düşündüğünü söyleyip duruyordu. Söylediği diğer şeyler gibi… Kahvaltı masasında oturmuş, çatalımla tabağımdaki peynirle oynarken Brandon bundan sonra olacakları anlatıyordu. Anlattığı her şeyle anıları canlandırıyordu gözümde, ama yine de hiçbir şey değişmiyor. Ama tek bir cümlesi her şeyi değiştirdi ve her şeyi sona getirdi.
“Belki yine bir bebeğimiz olur. Belli mi olur Tanrı’nın işine… Hem henüz genciz, sağlıklıyız ve birbirimizi seviyoruz değil mi?”
Beynim tek bir sözü algılamış ve başımı kaldırıp ona bakmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa tepki veriyordum ve belki ilk defa konuşacaktım. Ama yine de o cümlenin beynimde yankılanmasına engel değildi bunlar.
“Ben başka bir bebek istemiyorum.”
Brandon sözlerimden sonra şaşkın bakışlarını gözlerime dikti ve kaşları havaya kalktı. Sanki sözlerime inanamamış gibiydi. Ama bir yandan da sanki karşılık verdiğim için de gözlerinde bir parıltı vardı.
“Pekâlâ, eğer istemiyorsan. Bu konuda seni zorlayamam. Tanrım… Nasıl da özlemişim sesini duymayı…” dedikten sonra ayağa kalktı ve yanıma gelip elimden tutup benimde kaldırdı ve kollarını belime dolayarak bana sarılarak konuşmasına devam etti, “Ashley, aşkım seni çok özledim. Tekrar benim Ashley’im olmanı çok özledim. Beni yok saymamanı… Bu inanılmaz acı veriyordu.”
Brandon sarılmasına karşılık kollarım iki yanımda duruyordu. Ona sarılmamıştım. Onun bana söylediği sözleri söylememiştim. Zaten onun gibi de bakmıyordum ona. Ama sözlerindeki özlem, bu zaman boyunca ona haksızlık ettiğimi düşündürdü beynime. Belki de birçok konuda haksızlık etmiştim. Belki… yine… yine suçlu bendim işte… ve bu evlilik boyunca kim bilir daha ne kadar suçlu olacaktım. Yaşamım bir suçtu ve bedelini ödememe Brandon hiçbir zaman izin vermeyecekti ve ben bunun bedelini ödemek istiyordum.
“Ben… Brandon… ben boşanmak istiyorum.”
Benimi saran kolların bir an için kasıldığını hissettim. Bunu kolay kolay kabul etmeyecekti sanırım ya da hiç kabul etmeyecekti, ama fikrimi de değiştiremeyecekti.
“Ne? Neden? Eğer buraya taşınma kararınla ilgiliyse, o geceyle ilgiliyse bunu açıklamıştım. Her şeyi anlatmıştım. Ama… Ashley yapma… Bir şans daha ver bize… Bundan sonra her şeyi senin içi yapacağım bunun için söz veriyorum… Ama bu şekilde yapma.”
Sözlerini dikkate almıyormuş gibi kollarından sıyrıldım ve yanından geçerek mutfak kapısına doğru yöneldim. Ne söylerse söylesin bu seviyeden sonra fikrim değişmeyecekti bunu biliyordum.
“Sanki kızımızın acısını sadece sen yaşıyormuşsun gibi yapma. Ama haklısın sadece sen yaşıyorsun. Senin için endişelenmekten, bir şeyler yapmaya çalışmaktan, bir kelime söylemen için, bir tebessüm için, tek bir tepki vermen için çabalamaktan bu acıyı yaşayamıyorum bile. Sadece elimde kalanlara tutunmaya çalışıyorum… Sana… Ama sen bunu bile bana çok görüyorsun.”
Brandon’ın sözleri beni olduğum yerde durdurmuştu. Sözlerinin doğruluğunun farkındaydım ve haklıydı da… Ama… Artık hiçbir şeyin aması kalmamıştı ki…
Sadece ilk defa derin bir nefes aldım ve yatak odasına gitmek için mutfaktan çıktım. Mutfakta arkamda yıkılmış bir adam bıraktığımın farkındaydım… Sadece farkında olmakla kalmıştım zaten. Odaya gelince üzerimdeki eşofman üstünü çıkardım ve yatağa girdim. Bacaklarımı kendime doğru çektim ve kollarımı da etrafına sardım. Günlerce uyuyamamanın ardından en azından şimdi uyuyabilmek umuduyla gözlerimi kapadım.
~~~~~~*~~~~~~
Hepinize tekrardan mutlu yıllar arkadaşlar. Dilerim 2015 her şeyin gönlünüzce olacağı, bütün güzelliklerin sizlerle olacağı bir yıl olur =)
Brandonın aldatmadığını biiyordum !!
YanıtlaSilOnun gözünden okumayı istiyordum ve iyi oldu bu :) Tahmin etmiştimmm :))
Ama bebeği kaybetmeleri çok kötü oldu..Ya kızım bebeğin günahı neydii?? Ashley hala brandonı suçuyor bi yerde.
Ne demek öyle hissetmiyorumlar falan!! Şok etkisine bağlıyorum.O hala brandonı çoook seviyor sadece şokta doğal olarak.
Ama brandonda acı çekiyor zaten.Birbirlerine destek olmalarını bu sorunu birlikte aşmalarını istiyordum.Şimdi ashley hanım boşanalım diyor!! Oldu canım başka??
Bence şımarıklık yaptı.Adam elinden geleni yapıyor.Oda üzgün,çaresiz.Neden böyle şeyler dedi anlamıyorum.Tamam bebeğini kaybetti 2.kez ama brandonda kaybetti.Sonuçta ikisinin çocuğuydu.
Hemen toparlarsın demiyorum ama boşanılacak bir durum yok bana göre.Hem aldatmadıda.Kadın dedi zaten karının adını sayıklıyordun diye.Adam deli gibi seviyor ashleyde onu şimdi boşanalımmış!! Hıhh ashleye çoook kızdım!!
Ya boşanmasınlar.Ashley şok etkisiyle söylesin beni kızdırmasın ya!! Vazgeçmicekmiş! Şı-ma-rık-lık bu yaptığııı!!!
Ashleye son kısımlarda çok kızdım cidden..Pazar günü demiştin ama bugünde iyi olmuşş :)))
Sanada mutlu yıllar canımm :)) Ama devamında lütfen barışıyor olsunlar.Sen kıyamazsınn çiftinee :))
Önümüzdeki bölümde de Brandon gözünden okuyacağınız bölümler olacak :) Eee onunda duygularını bilmek lazım ;) Uzun süren ayrılıkları yazmayı sevmem ama birkaç bölüm ayrı olacaklar ;)
SilTeşekkür ederim yorumun için :)
Himmmm yine her zamanki gibi dokturmussun. Bu saatte telefon elimde bolum okuyorum yarin sabah ise gidecek ben degil ya :) kiymetlisin. Yasilwrini anlatis tarzini ozlemisim. Ashley nin acisi aslinda depresyonh kendi icine atmasi yerine kocasi ile paylasabilirdi. Ama bununda ustesinden umarim gelirler. Iki bolumude wrka wrkaya okudum. Psikolojim bozuldu aman tanrimmm :) nasil uyutum ben. Eline emegine yuregine saglik :) iyi seneler incimmm
YanıtlaSilAman tanrim o kadar yorum yazdim ve hepsi silindi :( bu saate sabah 6 da kalkip ise gitmeyecek gibi iki bolumude arka arkaya okudum ve psikolojim bozuldu. Anlatis tarzin kelimelerin hikayeye hayat vermen her zaman hosuma gitmistir. Yazilarini ozlemisim. Aslhey nin cektigi acilari dusunutken bence kocasindan destek almaliydi. Kendi basina cekmesi gayet zor. Yine de senden gelen harika bir bolum olmus eline emegine kalemine saglik. iyi seneler yeni bolum icin sabirsizlaniyorum :)
YanıtlaSilCanım benim teşekkür ederim senin yorumlarını görmek mutluluk verici :D
SilOfff Hayır yaa! Neden bu bebek öldü iyice drama bağladın sen ama. Ayrıca Brandon aldatmadı diyemem,kadınla otele gitmiş ilerlemişler ve kadın karısının adını duyunca durmuş yoksa Brandon neler yaparmış yani. Sinirliyim,doluyum boşan Ashley diyorum.
YanıtlaSilAma tabiki birleşecekler ve mutlu olacaklar bana rağmen :)
Eline, yüreğine, kalemine sağlık. . .
Sevenleri ayırmayalım ama değil mi :D hehehe bence de aldatmak sadece yatmak değildir, dokunmak öpmek ve bazen bakmak ve arzulamak da aldatmaktır! ;) Bir iki bölüm böyle dram olacak sonrasında bomba gibi döneceğim :P
SilTeşekkürler canım benim yorumun için :D
yaaaa ciyerime ökuz oturdu resmen kızım bu nası bi acı yaa bebekten ne istedin ama ben sana söyliğim bu hikayeyi bebeksiz bitirme sakın ruh halim hiç iyi deyil tamam brandonu ashleyden biraz kıskanıyor olabilirim ama ayrılmalarına sevinecek kadar deyil gerçi ashley affeder diye düşünüyorum evet barondon ashley aldatmış olabilir kendince aldatmamış ama aldatmanında kademeleri var tabi ama adam karısı sanmış o yüzden ben brandonu affettim bile ama seni tebrik ediyorum ben bir hikayeyi okurken dikkat ettiğim şey karakterlerin ruh hallerine bakıyorum eğer bende aynı onlar gibi sevinip onlar gibi üzülüp ağlaya biliyorsam tamam bu hikaye olmuş diyorum yani yazar muhteşem bir iş çıkarmış beni hem ağlatıp hem güldüre biliyorsun bu benim için çok önemli şimdi incicim çok çok iki en fazla üç bölüm daha üzüle bilirim ki malesef ben bunu evede yansıta biliyorum farkında olmadan anlıcan evdekılerin sağlığı açısından artık sevinmem lazım cnm şaka bi yana eline yüreğine sağlık yeni bölümü merakla bekliyorum öpüldün cnm
YanıtlaSilAllah'ım bu soğuk kış gününde içimi ısıtan bir yorum oldu teşekkür ederim :) Uzun süren ayrılıkları sevmiyorum ben o yüzden kısa zamanda gülümsemeye başlarsınız :)
SilYorumun için çok teşekkür ederim cidden yüzümü güldürdün :))
Tabiki sorumlusu brandon o yüzden bence de surunmeli hangi kadın olsa onu suçlar o kadar içmeseydi,başka kadınla otele gitmeseydi hamileliği böyle sonlanmazdı
YanıtlaSilHerşey brandon suçu kendini kaybeden e kadar neden içiyorsun bence asyley başka bebeğini kaybettiğini öğrendiğinde kovmalıydı yanından 3 çocuk annesi olarak asla affetmezdim diyorum hiç kimse vazgeçilmez değildir kadın çok pasif bir karekter oldu hep kendini suçluyor o kadar olayı yasamasaydı hamileliği böyle sonuçlanmaya bilirdi
YanıtlaSil