10 Ocak 2015 Cumartesi

16 Sıradan Bir Hayat - 29. Bölüm



(ASHLEY)

Yatak odasında gözlerimi kapıya dikmiş bakıyordum sadece. Söylediğim sözler beynimde yankılanıyordu. Brandon’ın sözleri gibi… O anı tekrardan yaşıyormuşum gibiydi. İki gün geçmişti ve bu iki gün boyunca Brandon benimle konuşmaya çalışmamıştı ve başka bir odada yatmaya başlamıştı. Onu kırdığımı biliyordum, bunun farkındaydım. Söylediği sözleri kalbime bıçak gibi saplanmıştı. İçimde hiçbir ışık bırakmadan tamamen karanlığa gömmüştü sözleriyle beni. Hayır! O değil… Ben sebep olmuştum.

Gece karanlığına gözlerimi dikmiştim ve hiç uykuya dalmadan gün aydınlanana kadar boş boş bakınmıştım karanlığa… Odanın aydınlandığında bile içimde hiçbir ışık belirtisi olmamıştı. İşte bu tam anlamıyla sondu! Benim sonum!

Kapı çalınıp açılmasıyla bakışlarımı kapıya çevirdim. Brandon kapıda duruyordu. Hep göründüğünden daha kötü görünüyordu. Onunda hiç uyumadığı belli oluyordu. Yorgunluğu, uykusuzluğunu duruşu ve ifadesiyle belli ederken acısını da gözleri belli ediyordu. Bana baktı incelercesine. Bakışlarında anlam veremediğim bir sertlik vardı, istemsiz bakışlarımı kaçırdım ve yatakta doğruldum.

“Biletimi ayırttım, bu akşam gidiyorum. Boşanma davasını ben açmam. Eğer o kadar istiyorsan sen aç… Herhangi bir zorluk çıkarmayacağımdan emin olabilirsin. Benimle olmaktan bu kadar rahatsız olduğunu bilmiyordum. Her neyse Dean ile konuştum yanına gelecek, bu halde yalnız kalmanı istemem, aklım sende kalmasın… O geldiğinde gideceğim, sana daha fazla rahatsızlık vermem.”

Sözlerini o kadar sert bir sesle dile getirmişti ki yüzüne bakamadım, sadece yere baktım. Ayak seslerinden yanıma yaklaştığını fark ettim. Elini yanağıma koyup okşadığında gözlerimi kapadım. İçimde bir şeylerin kaynadığını hissediyordum. Başımı avucuna yaslamak, gitme demek istiyordum ama içimde bir şeyler buna engel oluyordu.

“Ne olursa olsun, seni seviyorum.” Son iki sözcüğü kalbime dokunurken, dudaklarının da saçlarımda hissettim.

Son iki kelimenin ağırlığını o kadar hissettim ki nefes alışlarımda hızlanmalar oldu. Sanki içimde bir şeyler patlamaya hazırlanıyordu ve onları dindirebilmek için savaş veriyordum. Brandon’ın kapıyı kapatması ardından kendimi yatağa bıraktım ve ayaklarımı kendime çekerken kollarımı bedenime sardım, o patlamalardan kendimi koruyabilmek için... sözlerin ağırlığına karşı koyabilmek için...

Bir süre sonra kapı sesi duyduğumda yatakta doğruldum ve kalkarak kapıya doğru yürüdüm. Odadan çıkıp koridorda yürürken Dean’in sesini duydum.

“Tamam, Brandon konuşuruz. İyi yolculuklar.”

Adımlarımı biraz daha hızlandırıp, kapı görüş alanıma girdiğinde kapının kapandığını gördüm sadece. Bakışlarım Dean’e kaydı ve Brandon’ın sözlerini anımsadım. “O geldiğinde gideceğim” kelimeleri beynimde yankılanıyordu. Gitmişti…

Ayaklarımın beni taşıyamadığını hissettim ve yere çöktüm. Sırtımı duvara yaslayıp gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Bu o kadar acı vericiydi ki dayanmak, imkânsızdı. Hıçkıra hıçkıra ağlamak, hiç susmak istemiyordum. Hayattaki her şeyimi kaybetmeye mahkûmdum ben…

“Ashley… Tamam, her şey yoluna girecek…”

Dean yanıma gelip bana sarıldığında bu sözleri fısıldıyordu kulağıma. Ama ben artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını biliyordum.

Sanki şimdiye kadar içimde olan her şey gün yüzüne çıkıyormuş gibi geliyor, boğazımda düğümleniyordu. Nefes alamıyor, beni boğuyordu sanki. Kendi gözyaşlarımda boğuluyordum. Canımı acıtıyordu bu… Kızımı, kocamı, hayatımı kaybetmiştim. Tek bir darbede her şey bitmişti.

“Neden?” diye fısıldadım başım Dean’ın göğsünde boğuk çıkan sesimle.

“Şşt… İsyan etme Ashley…” Dean beni yatıştıracak kelimeleri bulamıyormuş gibiydi ki bende beni yatıştıracak bir kelime olduğunu sanmıyordum.

“Neden kızımı kaybettim, o benim tek tutanağımdı Dean… Brandonsız hayatıma devam edebilmek için tek dayanağımdı…”

“O zaman şimdi Brandon’a tutun… Onunla ol… Yeniden çocuklarınız olacaktır, tek ihtiyacın Brandon, Ashley… Git onunla… Seni toparlamasına izin ver…” diye Dean konuşmasını bitirdiğinde cevap veremedim bir süre. Çünkü cümlelerinin doğruluğu kesindi. Belki de beni tek toparlayacak kişiydi Brandon. Ama… işte bu amalar yüzünden yapamazdım.

“Yapamam… Affedemiyorum… İçimde bir yerde hala aldatılmanın acısı varken yapamıyorum…”

Konuşurken sesim ağlamaktan kısıldığı için fısıltı gibi çıkıyordu. Gözlerimden yaşlar sicim gibi yanaklarıma akıyordu. Sanki ömrümce biriktirdiğim bütün acılar için akıyordu. Hâlbuki sadece kızımı ve kocamı kaybetmemin acısını yaşıyordum.

“Brandon, seni aldatmadığını söyledi.” Dean inanamıyormuş gibi tereddütle konuşmuştu. Sesinde öyle bir ifade vardı ki sanki kendi de söylediğine inanmıyor gibiydi. Başımı Dean’ın omzundan kaldırdım ve gözlerine baktım. Gözlerimin içi yanıyordu, zaten akan yaşlarımın daha da akmasına sebep oluyordu.

“Bana da söyledi. Ama o gece o odaya gitti Dean. O kadınla… Bu da yeterli değil mi? Onunla sevişmemiş olması bir şey ifade etmiyor. O lanet olası kadınla, o lanet olası odaya girdi. Onu öptü, dokundu… Yeterli değil mi? Aldatmak sadece o kadınla yatması mı? Ona dokunması, öpmesi de aldatmak olmuyor mu? O an onu arzulaması… Dean… sanki bana her dokunuşunda o kadının kokusunu alıyor gibi hissediyordum ve iğreniyorum… sadece aklım değil kalbimde bu sefer affetmiyor … Mantığımla beraber kalbimde aynı şeyi hissediyor, bağırıyor içimde…”

Dean sözlerim karşısında sadece sustu. Zaten diyecek hiçbir şeyde yoktu. Biliyordum, bu sefer haklıydım. Hiçbir kadın bunu yetiremezdi kendine… Her şeyden önemlisi gururuna… Ama ben onlardan farklı olarak aşkımın da bunu hak etmediğini düşünüyordum.

“Biraz uyumaya çalış…”

“Uyandığımda her şey düzelmiş olacak mı?” diye mırıldandım çaresizlikle.

Dean yine de cevap vermedi soruma. Duymazdan gelip ayağa kalktı ve ellerimi tutarak beni de kaldırdı. Belimden sarılarak kendine çekti ve bana sımsıkı sarıldı. Bende ona sarılarak sırtından gömleğini sıktım ve başımı omzuna dayayıp ağladım. Sanki biliyordu, buna ihtiyacım olduğunu. Kendimi bu şekilde rahatlatabileceğimi biliyordu. Her akan gözyaşımla içimdekilerin de birazını dışarıya atıyor nefes almamı sağlıyordu sanki…

Kendimi çok fazla bitkin hissetmeye başlamıştım. Gözlerimdeki yanmalardan dolayı gözlerimi açamıyordum ve artık kendimi tükenmiş hissediyordum. Dean’ın sırtından ellerimi gevşettim, sanki Dean anlamış gibi beni kucağına aldı hemen. Başım sanki taşıyamayacakmışım gibi omzuna düştü. Gözlerimi kapattım ve sessizce gözyaşlarının yanaklarımdan süzülmesine izin verdim.

“Beni yalnız bırakma… lütfen…” diye fısıldadım. Kendimi kaybettiğimi hissediyordum.

“Şşt. Biraz uyu… Ben buradayım.”

Dean’ın beni yatağa bıraktığını ve üzerimin örtüldüğünü hissettim. Kapının kapanma sesi üzerine ayaklarımı kendime çektim ve kapalı gözlerimle sessizce ağladım. Ta ki kendimi tamamen bitirene kadar…




(BRANDON)

Kapıyı kapatıp çıktığımda bu kapının ardında her şeyimi bıraktığımı biliyordum. Her şey bizim için çok daha zor olacaktı, ama Ashley’nin da zamana ihtiyacı olduğunun farkındaydım. Onca yaşanan şeyden sonra ona bunu borçluydum.

Derin bir nefes aldım ve kapıya arkamı dönerek binadan çıkmak için asansöre yöneldim. Asansöre bindiğimde gözüm karşımdaki aynaya ilişti. Kendimi değil Ashley’i görüyordum. Onun solgun yüzünü, gözlerindeki acıyı ve kaybetmişliği… İçindeki her şeyi kaybettiğine inanmak istemiyordum, ama bakışlarındaki boşluk inandırmaya zorluyordu.

Gözlerimi kapattım ve başımı önüme eğip derin derin nefesler almaya başladım. Asansör kapısının açılmasıyla başımı kaldırdım ve iç çekerek binanın çıkış kapısına ilerledim. Binadan çıktıktan sonra sokakta yürümeye başladım. Amacım bir taksi bulup ve havaalanına gitmekti. Tabi kalbim buradayken, gidebilirsem…

Sokağı geçtikten sonra biraz daha yürüdüm ki boş bir taksi gördüm. Hemen gidip bindim. Havaalanını söylediğimde taksi hareket etti ve bende bir haftadır nefes almaya çalıştığım ama aslında her seferinde biraz daha nefessiz kaldığım şehre baktım. Bu şehirde boğuluyordum ama yine de hayatımı burada bırakıyordum. Sadece hayatımı da değil, kalbimi de bırakıyordum… Ashley’i bırakıyordum…

Havaalanına geldiğimde taksinin ücretini ödeyip indim ve acele etmeden ama bir yerde de duraksamadan havaalanına girdim. Telefonla ayırttığı biletini kestirip ücretini ödedikten sonra havaalanının içerisindeki kafelerden birine girdim ve kahvaltı olarak yiyecek bir şeyler istedim. Uzun zamandır düzgün bir şey yemiyordum, daha doğrusu yemek istemiyordum. Ashley’i her geçen an kaybederken boğazımdan bir şeyler geçmiyordu. Gerçi şimdi geçecek miydi ki?

Acaba ne yapıyordu şimdi? Yine yatakta uzanıp boş bir şekilde kapıya mı bakıyordu yoksa peşime kalkmış mıydı? Tanrım! Nasıl kabul etmiştim onunla boşanmayı… Hangi akılla yapmıştım bunu… Lanet olsun! Bunu kabul eden aklıma bin kere lanet olsun! Nasıl ayrılacaktım ondan? Nasıl onsuz yaşayacaktım?

Kahvaltım geldiğinde bir iki lokma bir şeyler yiyip bıraktım, sadece kahvemi içtim. Evden çıktığımdan beri içimde olan huzursuzluğu atamıyordum bir türlü… İçimden bir ses Dean’i aramamı Ashley’i sormamı söylüyordu ama mantığım ise bunu engellemeye çalışıyordu. Yine de içimdeki sesi dinledim, o sesin duygularımdan geldiğine emindim.

Telefonumu çıkarıp Dean’i aradım. Uzunca bir süre çaldırmış olmama rağmen açmadı. Garip bir dürtüyle her an geri dönebilecektim. İkinci kez aramayı denedim, ama yine açmadı. Garsonu yanıma çağırdım hesabı istemek için ama garson gelene kadar Dean’in geri dönüş yaptığını gördüm. Bu sırada garsonda yanıma yaklaştı.

“Bir kahve daha alabilir miyim?” diye mırıldandım ama garson beni duymuştu ve başını sallayarak masadakileri topladı. Bende o sırada telefonu açtım.

“Brandon, aradığını duymadım…” Dean’ın sesini duyduğumda biraz nefes alabildim. Dean’in sesi biraz rahat gibi geliyordu.

“Ashley nasıl? Onun için aramıştım.”

“Sen gittikten sonra kendini kaybetti. Bir ağlama krizine girdi ve biraz da olsa içini boşaltabildi. Biraz rahatlamış görünüyor. Ağlamaktan bitap düşünce de uyuyakaldı.”

“Bir şey söyledi mi?” Benim hakkımda bir şey söylemesini diliyordum. Geri dönmemi istemesini daha çok ya da yanıma gelmek istemesini… Bunları duymaya ihtiyacım vardı ve her şeyden önemlisi Ashley’e ihtiyacım vardı. Onsuz kızım acısı çok daha fazla hissettiriyordu kendini…

“Evet, seni affedemeyecek Brandon. Haksızda değil bu konuda. Kabullenemiyor… Sana ihtiyacı olduğunun farkında ama kabullenemiyor… Kadınlık gururuna yediremiyor, ama bence sana olan sevgisi de bunu affedemiyor… Bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Zamana ihtiyacı var…”

Dean konuşmasına devam ederken, ben tek bir noktada kalmıştım. “Sana ihtiyacı olduğunun farkında ama kabullenemiyor” bu sözler beynimin her lobunda ayrı ayrı bağırıyordu sanki. Gözlerimi kapattım. Kendimi sıkmıştım Ashley’nin yanında… Her gece gözlerim akmayan gözyaşlarının verdiği sızıyla yanarken ben Ashley’nin yanında güçlü durmaya çalışmıştım ve o yaşlar şimdi yine zorluyordu sınırlarımı… Sımsıkı kapattım gözlerimi akmamaları için…

“Dean sonra konuşalım mı?” diye fısıldadım telefona doğru, sesim oldukça garip çıkmıştı. Sinirli gibi değil, endişeli hiç değil… Daha çok çaresiz gibiydi… Zaten çaresizdim… Benim tek çarem kapıyı kapatıp çıktığım evdeydi ve çare kendini benden uzak tutarken nasıl iyi olabilirdim… Biliyorum! Ashley kısa zamanda toparlanacaktı, ama ben asla toparlanamayacaktım. Asla yapamayacaktım bunu…

“Tamam… Görüşürüz!”

Telefonu kapatıp cebime koydum ve masamın üzerinde soğumuş halde duran kahveye baktım. Dirseklerimi masaya koydum ve başımı ellerimin arasına aldım. Dayanma sınırlarımı zorladığımın farkındaydım. Bir yerde kopma noktasına gelecektim, ama tek umudum o noktadan daha önce Ashley ile her şeyi yoluna sokmaktı. Karım ile…

Uçağımın anonsu ile düşüncelerimden sıyrıldım başımı kaldırıp çevreme bakındım. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım… Zaten zaman kavramını da bir süre önce kaybetmiştim.
Havaalanında kalabalık artmıştı. Hesabın fazlasından bir miktar parayı bıraktım masaya ve kafeden çıktım. Düşünmeden atıyordum adımlarıma, sanki nereye gideceğimi ben değil ama ayaklarım biliyormuş gibiydi. Birden duyduğum bir ağlama sesiyle başımı çevirip sesin geldiği yöne baktım. Küçük bir kız çocuğu yere yüzükoyun yüzmüştü. İçgüdüsel hareket ederek yanına gidip eğilip kaldırdım.

“Neren acıyor?” diye sordum eğilip bir dizimi yere dayamış diğer dizimin üzerine de küçük kızı oturtmuştum.

“Dizim…” diye mırıldandı titreyen dudaklarıyla gözlerinden yaşlar akarken. Kızın mavi gözleri gözyaşları ile buğuluydu ve yumuşak, beyaz yanaklarından süzülüyordu. Elimi dizine koyup ovaladım. Muhtemelen düşünce şiddetli vurmuştu ve önemli bir şey yoktu ama her şeye rağmen o bir çocuktu.

Kız birden kollarını birine uzattı. Başımı kaldırdığımda bir kadın koşar adımlarla bize yaklaştı. Kız dizimden inip annesinin kollarına atılınca daha fazla ağlamaya başladı. Hafiften gülümseyeme başladım onların bu haline…

“Teşekkür ederim. Eşimi karşılamak için gelmiştik ama kızım pek yerinde duramıyor.”

Kadın yere çömelmiş halde bana bakıyordu. Dudaklarında hafif bir tebessüm vardı, ama gözlerinde kızı için duyduğu endişeyi belli ediyordu. Acaba Ashley’de mı böyle olurdu? Olurdu tabi ki… Çok daha iyi bir anne olurdu. Belki de oturup kızımızla ağlardı… İşte o an boğazımda bir yumru hissettim. Yutkunmama rağmen gitmiyor gibiydi. İçimdeki, kalbimdeki sızı artıyordu.

“Kızım…” diye duyduğum sesle başımı kaldırdığımda takım elbiseli bir adam küçük kıza ve kadına endişeli ile koşar adımlarla yaklaşıyordu. Kız, annesinin kollarından sıyrılıp adama doğru koştu.

“Baba… düştüm… dizim acıyor…”

Kızın sözlerine gülümsedim, ama adamın kızına sarılışındaki sevgi o kadar fazlaydı ki içim acıdı… Bende kızıma böyle sarılabilmek, koklayıp kucaklamak isterdim.

Kızımın acısı içimde yerini daha yeni belli etmeye başlıyordu hem de öyle kuvvetli bir belli etmeydi ki bu gerçekten dayanılmayacak kadar güçlü bir acı olduğunu fark ediyordum. İnsanın içindeki sevgiyi emiyor, hiçbir şey bırakmıyormuş… Ben böyle hissederken, Ashley’in acısı daha fazla olmalıydı. Yedi ay boyunca içinde büyüttüğü, her şeyden koruduğu kızını kaybetmenin acısı, onun için benim için olduğundan daha acı verici olmalıydı.

İçimdeki acıya gömülerek, sessizce onların yanından ayrıldım ve bilet kontrol yerine gittim. Orada durmak bana daha fazla acı veriyordu bunu biliyordum. Bilmekten çok hissediyordum. Ashley’yle bu kadar çok hissetmiyordum, gerçekten onun varlığıyla teselli olabiliyordum ama onsuz… bununla başa çıkmak… imkânsız gibiydi.

Biletimin kontrolünü yaptırdıktan sonra geriye dönüp baktım. Gerçekten bu bir ayrılıktı… ve bu sefer ikimizde farklı yollardaydık. Derin bir nefes alarak önüme döndüm ve uçağa doğru ilerledim. Attığım her adımda biraz daha uzaklaşıyordum. Aynı şehirde olmak belki bir umuttu ama bu artık bizim için hiçbir umut kalmadığını görebiliyordum. Gerçekten o kadar kötüydü durumumuz… Geri dönüşümüz yoktu!

Uçağa bindiğimde cam kenarında bir yerlerde olmayı diledim ama sanki Tanrı bana daha fazla acı çektirmek istiyor gibiydi. Orta sırada oturuyordum ve çevremde o kadar çok çocuklu aile vardı ki… Başımı koltuğa dayadım ve gözlerimi kapattım. Belki görmemek biraz daha rahatlatırdı beni. Ama tam aksi oldu… Ashley’nin gülen yüzü ile giderken ki yüzü hiç gözümün önünden gitmiyordu. Ne hale gelmişti böyle… Nasıl söndürebilmiştim onun hayatını bu şekilde… Eğer o lanet olası gece olmasaydı belki kızımızı kaybetsek de birbirimizle olabilirdik ama şimdi buna bile sahip değildik.

Uçak indiğinde havaalanında sadece Charles ve George’u gördüm. İkisinin de yüzünde aynı ifade vardı. “Üzgünüm” tek bir kelime acını paylaşıyorum ile aynı anlama geliyordu ama ben bu konuda tereddütlüydüm. Bu acıyı sadece yaşayan kişinin bileceğini düşünüyordum, diğerleri asla anlamazlardı. Dilerim ki kimse de anlamak durumunda kalmazdı!

Arabaya bindiğimizde kimsenin tek kelime etmemesine karşılık bende susuyordum. Yalnız geldiğimden dolayı olanları tahmin ettiklerinin farkındaydım ama artık hiçbir şey yapamayacak haldeydik. Kimse bu konuda kolunu kaldırmayacaktı bunu biliyordum. Artık çok geçti… birçok şey için!

Düşüncelerimden biraz da sıyrılıp çevreye bakındığımda bu yolun benim evime giden yol olmadığını fark ettim. Ama belki Charles yolu uzatmak istemiştir diye düşündüm ve ilerideki dönüşten döneceğini düşünüyordum ama beni yanılttı ve tam ters istikamete gitmeye başladığında George’un evine doğru gittiğimizi fark ettim.

“Beni eve bırak!” diye o kadar sert bir sesle konuştum ki farkında olmadan George arkasını dönüp bakarken Charles camdan baktı. İçimdeki acı bir şekilde sert bir sesle dışarıya çıkmıştı.

“Ama bizimle biraz daha rahat edersin Brandon. En azından bir süre bizimle kal…” Planlarını söylemeye başladığında George’un sözünü kestim.

“Beni eve bırakın!”

Söylenecek bir söz bırakmamıştım geriye, sadece hayatıma bu noktada karışmalarını istemiyordum. Bununla kendim baş etmeye çalışacaktım ve kendime geldiğimde, biraz olsun acımla baş edebildiğimde sevdiğim kadını tekrar kazanmaya çalışacaktım. Bu konuda kararlıydım. Bir şekilde Ashley’yi tekrardan kazanacaktım ve kaldığımız yerden değil belki ama yeniden başlayacaktık…

Charles arabayı binanın önünde durdurunca kuru bir teşekkürle indim. Onları yukarıya davet etmedim ki buna alındıklarını da sanmıyordum. Şuanda yalnız kalmaya anılarımla biraz zaman geçirmeye ihtiyacım vardı.

“Biraz dinlen. Yarın işe gelme zorunluluğun yok… Kafanı topla önce…”

George’un arkamdan gelen sesiyle dönüp baktım. Cevap vermedim, ama başımı sallayarak onayladım. Arkamı dönüp binaya girene kadar peşimden baktıklarına emindim.

Eve girdiğimde gözlerimi kapattım ve beni bu kapıda karşılayan güler yüzlü, gözleri aşkla bakan karımın burada olmasını umdum… ama hepsi boş umutlardı. Gözlerimi açtığımda gördüğüm tek şey boş bir koridor, sessiz bir evdi. Derin bir nefes alıp ayakkabılarımı çıkardım ve üzerimden de montumu çıkarıp içeriye girdim. Ashley’in daha önce dokunmuş olduğu her yere ellerimle dokunuyordum.

Yukarıya çıktığımda bebek odasının kapısını aralık gördüm. Sanırım çıkarken aralık bırakmıştım. Amacım yatak odasına girmekken bebek odasında bulduk kendimi. Kızımız için hazırlamıştık her şeyi… Beşikte ellerimi gezdirdim ve odanın çoğunlukla pembe olan dekoruna bakındım. Artık içimde dışarıya çıkmak için çırpınan ve canımı yakan şeyleri fark ediyordum. Beşinin kenarındaki yastığı aldım sanki bu yastıkta yatmış gibi kokladım ve beşiğin kenarında yere çömelerek oturdum ve yastığa sarıldım. Ashley haklıydı bu hale gelmekte, kendi bebeğini kaybetmenin acısı çok büyüktü ve bu acıya ben bile artık dayanamaz hale geliyordum. Gözlerimi kapatıp dizlerimi kendime çektim ve başımı dizlerime dayadım. Gözlerimin önünden Ashley ile kurduğumuz hayaller geçiyordu. Kızımız ile yaptığımız planlar… Şimdi hiçbiri elimizde kalmamıştı. Hiçbir şey…



(ASHLEY)

Dört gün… Koskocaman dört günü geride bırakmıştım. Ne kızım vardı yanımda ne de Brandon… Ama hala yaşıyordum, her ne kadar geceleri ağlayarak uykuya dalsam da… İçimdeki acının biraz da olsa azaldığını hissediyordum. Aslında azalmıyordu alışıyordum buna…

Bir şekilde devam etmeliydim değil mi? Derin bir nefes alarak evet dedim içimden. Devam etmeliyim… Gözlerimi kapatarak yatakta bir süre daha durdum ardından yataktan kalkarak beni kendime getirmesi umuduyla duşa girdim.

Duştan sonra bornozumla mutfağa gittim ve yiyecek bir şeyler hazırladım ardından da hazırladıklarımı yedim. Tıpkı eskisi gibi yalnızdım bu evde… Ama o zamanlar içimde bu kadar büyük bir acı yaşamıyordum.

“Hayır! Yapma Ashley…  Kendi kendine acı çektirme… Düşünme…”

Sesim boş evde yankılanarak bana geri geldi. Hatta evdeki tek ses oldu. Buna da alışacaktım. Her şeye alışacaktım… Derin bir nefes daha aldım ve odama gittim. Üzerimi giyindim. Saçlarımı kurutup topladım ardından çantamı hazırladım. Evde kalmak yeterince sıkmıştı, düşünmemek için oyalanacak bir şeylere ihtiyacım vardı.

Odadan çıkıp salona gittim ve çantamı koltuğa bırakıp öncelerden gelen iş tekliflerinin zarflarını çekmecelerde aramaya başladım. Sonuçta eğer burada yeni bir hayata başlayacaksam iş bulmalı, çalışmalıydım, ama zarfları bulamadım. Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Sanki yaptığım her şey geri tepiyor gibiydi.

Tek yapmam gereken şey holdinge gitmek ve onunla görüşmek, ama önce Dean ile konuşmalıyım ki biraz düşüncelerimi toparlayabileyim… Derin bir nefes daha aldım. Bugünlük ya da şimdilik iki şeyi planlamıştım. Gerisini daha sonra ayarlardım değil mi?

Evden çıkınca sokakta biraz yürüdüm ardından taksiye binerek Dean’in ofisine doğru ilerlemeye başladım. Dean ile kısa bir sohbet hep beni mutlu etmiş, düşüncelerimden uzaklaştırmıştı. Dört gün boyunca Dean ile telefonla konuşmak bile beni rahatlatıyordu. Ah… Tabi Justin de var. Onunla da konuşmak rahatlatıcıydı. Kate ile ilgili konuşmaları ise tamamen masal dinliyormuşum gibi hissettiriyordu.

Taksiden indiğimde Dean’in ofisine girdim. Sekreteri gülümseyerek selam verdi ve ben onun haber vermesine izin vermeden kapıyı çaldım ve girdim. Dean önünde dosyalarla uğraşıyor gibi göründü beni görünce gülümseyerek yerinden kalktı ve yanıma geldi.

Bana sarıldığında, “Seni buralarda görmek güzel… Nasılsın?” diye sordu. Gülümseyerek ondan ayrıldım ve koltuklara doğru yöneldik.

“İyiyim. Değişiklik yapmak istedim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu, yoksa aklımı kaçıracağım. Sana yardım edebileceğim bir şey var mı diye bakınmaya geldim.” Masadaki kağıtları işaret ederek sorduğum soruya gülümseyerek yanımdan masasına ilerledi Dean ve oradan bir dosya alıp karşımdaki koltuğa oturdu.

“Care Dosyası. En son cinayet olduğu ortaya çıktıktan sonra bu davayı araştırmaya başladım. Ailesi inanılmaz derece yardımcı oluyorlar. Sanki daha önceden bizleri tehdit etmemişler gibi. Çok ilginç şeyler çıkıyor… Cezayı almadan önce uyuşturucu ve silah kaçakçılığı işindeymiş. Bunu tahmin etmiş miydin? İçeriye girmeden önce çok yüklü miktarda para kaçırmış adamlardan ve şimdiki tahminim, parayı bulamadıkları için Kid Care’i ortadan kaldırdılar. Bu işler böyle ilerliyor sonuçta, bilirsin.” Kısaca özet geçerken bende dosyayı inceliyordum. Gerçekten Dean’in söylediklerini bilmiyordum. Her şeyi araştırmıştım ama nasıl oldu da bunları atlamıştım bilmiyordum.

“Davaya katılabilir miyim?” diye sordum Dean’e bakarak. Hafiften tebessüm etti ama başını olumsuz anlamda salladı. Nedenini sorarcasına bakmam karşılığında açıkladı.

“Başında da dediğim gibi Ashley, bu dava artık benim ve ben benim davalarımda başka avukatları istemem. Bu en yakın arkadaşım dahi olsa fark etmez. Sen eğer oyalanacak bir şeyler arıyorsan kendine bir iş bul. Ama bu davaya katılmak yok, bunu isteme. Zaten Justin’le zor uğraşıyorum. Bir de seninle uğraşamam.” Başını sallayarak hiç itiraz etme hakkı bırakmadı bende. İç çekerek nefes aldım ve başımı önüme eğdim. Elimdeki dosyayı kapatıp Dean’e uzattım. Gülümsediğine emindim genelde dediğini yapmazdım ya da ısrar ederdim. Ama şimdi sadece kabul etmiştim. Gerçi haklıydı bende istemezdim başka bir avukatın dosyasına bulaşmayı.

“Justin ne yapıyor?” dediğimde Dean kahkaha atmaya başladı. Konuyu değiştirme çabamı fark ettiğini biliyordum ama umursamadım.

“Kate ile beraber şuanda. Yanılmıyorsam öğle yemeğindeler… Kate bugün geri dönüyormuş ve ayrılık acısı şimdiden ikisini de sarmış görünüyor. Justin bu sefer çok hızlı gidiyor, umarım tökezlemez. Kızı ailesiyle tanıştırmış, inanılır gibi değil, ben bile daha Clara’yı bizimkilerle tanıştırmadım henüz. Umarım tökezlemez, umarım yanlış kararlar almıyordur.”

“Neden böyle düşünüyorsun, Kate’i tanıyorum iyi kız. Justin’den hoşlandığı da belli. Bence de evet hızlılar ama bu onların hayatı, hem sen fazla uyuşuksun yerinde başka biri olsa çoktan Clara gibi bir kıza evlenme teklifi etmişti,” sözlerime kahkahalarla gülemeye başladı. Başını sallayarak kahkahasını gülümsemeye çevirirken konuşmak için nefes aldı.

“Bunun üzerine çalışıyorum Ashley. Emin ol çalışıyorum.”

“Bu harika o zaman. Senin de evlendiğini görmek isterim. Ben artık gitsem iyi olacak. İş başvurusunda bulunacağım…” diye mırıldandım yerimden kalkarken.

“Nereye iş başvurusunda bulunacaksın? Ayrıca sen hayatta kotla iş başvurusuna gitmezsin…” dediğinde üzerimdekileri inceledim. Kot… bluz… Haklıydı bu şekilde gitmezdim, ama gideceğim yer zaten beni tanıyordu… Resmiyete gerek yoktu.

“Goodwinbomb Holdingi… Sanırım yeni bir başlangıç için en iyi tercih bu gibi… sanırım…”

Dean neresi olduğunu duyduğunda biraz şaşırmış olsa da itiraz etmedi, çünkü haklı olduğumu biliyordu. Şimdilik yeni bir başlangıç istiyorsam bu en iyisiydi.

Dean’in ofisinden çıktıktan sonra yürümeye başladım. Çok uzakta değildi buraya holding, bunun için yürümek ve biraz hava alıp düşünmek istiyordum. Aslında yanlış bir karar dahi olsa yapacak başka bir şey bilmediğimden bunu yapmak zorundaydım.

Goodwinbomb Holdingi’ne gelince, güvenlikten geçtim ve daha önce bu binaya girmiş olduğumdan hangi katı bildiğim için direk asansöre doğru ilerledim. Bu saatlerde sevgili Marcus Wingod’ın burada olduğunu tahmin ediyordum.

Asansör geldiğinde, bindim ve odasının bulduğu katın düğmesine bastım. Buralarda daha öncelerden bulunduğum konumu düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyordu.

Asansörden inip koridorda yürümeye başladım. Yanımdan resmi giyimli insanlar geçiyordu, çoğunluğu doğal olarak tanımadığım insanlardı ama tanıdıklarımsa bana garip bakışlar atıyorlardı. Umursamamaya çalıştım, duruşumu hafif dikleştirdim ve adımlarımı daha kararlı attım.

Odasının kapısına geldiğimde sekreteri beni gördü ve başıyla selam verip telefonu eline aldı. Beni tanıyordu ve randevum olmadığının da farkındaydı. Ama beni görünce yüzündeki gülümseme dik bakışlara dönüşmemişti.

“Bay Wingod sizi bekliyor Bayan Grench,” dedi gülümsemeyerek ama ilk soyadımı duymak beni husursuz etmişti. Ben Veldone olarak anılmayı sevmiştim, gerçi hala seviyordum, ama nedense kadını düzeltmek içimden gelmedi.

Derin bir nefes alarak odanın kapısına ilerledim ve kapıyı iki sefer tıklatarak açtım. İçeriye girdiğimde Marcus Wingod masasında koltuğuna oturmuş kollarını göğsünde birleştirmiş dudaklarında tatmin bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Köşeli çenesi, sert bakışları ve kendinden emin görüntüsüyle tedirgin edici olurdu başka biri için ama benim için değil! Hele dillere destan yakışıklılığı ise… bütün kadınların hedefi haline getirirdi onu… Girdiği ortamlarda uzun boyu, geniş omuzları, yapılı vücudu ile varlığını belli ederdi. Tıpkı şimdi varlığını belli edercesine masasının arkasından bana bakarken tek kelime almadan masasının önüne kadar ilerledim ve oturmamı söylememiş olmasını önemsemeden masanın önündeki koltuklardan birine oturdum.

“Merak ediyorum. Seni buraya hangi rüzgâr attı…” diyerek söze başladığında başımı çevirip ona baktım. Ses tonunda eğlenen ifade ve merak vardı. Kaşlarımı hafifçe çatarak cevap verdim.

“Marcus Wingod, artık seninle çalışmak istiyorum!” Sözlerime anında gülümsedi. Hatta gülümsemesi bir süre sonra sırıtmaya döndü. Böyle olacağını biliyordum der gibiydi bakışları. Sırf bu bakışları görmemek için bunca zaman ona direnmiştim, işte direncim buraya kadarmış.

“Sana burada hep yer vardı… Bunu zaten biliyordun.”

“Hayır, bunu bilmemi söylüyordun ama ben artık bunu kabulleniyorum ve buradayım!” diyerek sözlerine itiraz edercesine konuştum. Birazda laf kalabalığı yapmasını engellemek için. Marcus’u uzun yıllardır görmemiş olsam da nasıl biri olduğunu biliyordum.

“Yönetim kuruluna mı geçmek istersin yoksa şu diplomanı konuşturmak isteyip avukatlarımızdan biri mi olmak istersin?” Sesindeki alayı duymazdan geldim.

“Sanırım, diplomamı konuşturmayı yeğlerim…”

“Yönetim kurulunda olmanı tercih ederim!” diyerek sözlerimi duymazdan geldi. Derin bir nefes aldım. İtiraz edemeyecek kadar zayıf hissediyordum kendimi, hayatımı yakından takip eden biri olarak bunun oda farkındaydı.

“Pekala, senin istediğin olsun!”

Sözlerim üzerine gülümsedi ve telefonla sekreterine talimatlar verdi. Sözleşme kurallarını, holdingde bu konumda olmamın bana ne getireceğini bilmiyordum ama bunun benim için yeni bir başlangıç olmasını istiyordum. Belki iyi bir başlangıç değildi, ama yeni bir başlangıçtı!



(BRANDON)

İki hafta geçmişti buraya geleli ama bana sanki zaman durmuş gibi geliyordu. İşten geldikten sonra çoğu zamanımı bebek odasında geçiriyor olmama rağmen kurulu bir saat gibi kalkıyor, işe gidiyor, akşam olunca da aynı şekilde eve geliyordum. Bunlar benim monotonlaşmış rutin davranışlarım haline gelmişti. Bir insanın kendini bu kadar dağıldıktan sonra toplaması gerçekten imkansıza yakın bir zorluktaymış. Özellikle de sevdiğinden uzaktayken bu daha da zor oluyormuş, onu anladım.

Güneş doğmadan uyanmış olmam bir şey değiştirmemişti benim için. Zaten geç saatlerde yatıp erken saatlerde kalkmak bir alışkanlıktı benim için. Sanki ihtiyacım yokmuş gibi uykuya, halbuki vardı! Bedenim deli gibi uyumak istiyordu ama beynim düşüncelerle, ruhum da ayrılıkla o kadar fazla uğraşıyordu ki uyku artık geride kalan bir durum olmuştu.

Bedenimi biraz rahatlatabilme umuduyla duşa girdim ve sıcak duyun kaslarımı gevşetmesine izin verdim. İzin vermem bile artık bir işe yaramıyordu, kaslarım, bedenimin, ruhumun gevşemeye ihtiyacı vardı ve bunları tek bir kişi yapabilirdi… o da yanımda değildi.

Duştan çıktıktan sonra iç çekerek dolaptan herhangi bir takımı aldım ve giyindim. Kravatımı bağlamadan açık bir şekilde boynuma taktım. Yatak odasından çıktıktan sonra bebek odasına gittim ve odadaki her mobilyaya baktım. Dikkatlice… Ardından beşiğe yaklaştım sanki içinde kızım varmış gibi elimi yorganın üzerinde gezdirdim. Yapamıyordum. Nasıl yapacağımı da bilmiyordum. Onsuz olmuyordu! Ashley baş edebiliyor muydu bilmiyordum. Her gün Dean’in biraz daha iyi demesi dışında bir şey bilmemek beni çıldırtıyordu.

Derin bir nefes aldım ve ellerimi saçlarımın arasına geçirip gözlerimi kapattım. Bir süre öyle durduktan sonra ellerim saçlarımın arasından kaydı ve yanıma düşerken başımı yukarıya kaldırdım.

“Tanrım! Yalvarırım bir çıkış yolu göster… ya da dayanacak güç ver…”

Sanki cevap gelecekmiş gibi bekledim bir süre ardından başımı önüme eğip odadan çıktım. Merdivenlerden inerken sanki mutfaktan Ashley çıkacakmış beklentisi hep içimde oluyordu. O kapının önünden her geçişimde başımı çevirip bakıyordum ve her seferinde Ashley’nin orada olduğunu görür gibi oluyordum. Tıpkı şimdi gördüğüm gibi… Gözlerimi sıkıca kapattım ve elimi kapının eşiğine dayadım.

“Burada yoksun biliyorum… Ama gelmeni bekliyorum…”

Sesim evin içinde yankılanıp bana geri gelirken daha umut vericiydi. En azından çıkan sesimden daha emin geliyordu kulağıma…

Evden çıktığımda arabama doğru gittim ve arabaya binip holdinge doğru ilerledim. Trafiğin olmaması sebebiyle işe erken gittim, ama bunu umursamıyordum. Sonuçta evde zaman geçirmek sanki beni boğuyordu.

Holdinge girip çalışanlara bir baş işaretiyle selam verirken dudaklarımda zoraki bir gülümseme dahi yaratamamıştım. Gerçi son günlerde çalışanlar buna alışmışlardı. Asansörde bile yanımda bir çalışan olduğunda genelde sohbet ederken şimdi sadece sessizce duruyordum. Onlarda durumdan haberdarlardı ki konuşma çabasına girmiyorlardı.

Odama geldiğimde sekreterim Anna gülümseyerek başıyla işaret verdi. Oda benim gibi erkenci olmaya başlamıştı. Her sabah kahve ve gazete getiriyordu, bu da beni bir süre oyalıyordu. En azından herkes gelene kadar…

İçeri girdiğimde masamın üzerinde kahvemi gördüm. Ceketimi çıkarıp koltuğun kenarına koyarken kahveden bir yudum aldım ve masama oturdum. Bu sırada Anna içeriye girdi. Gülümseyerek gazeteyi masaya bıraktı bende kravatımı ona verdim. Artık bağlamayı pek beceremiyordum. Ashley’nin o düzgün bağlayışına o kadar alışmıştım ki bunun için uğraşmıyordum. Anna da artık beni bu halde görmeye alışmış gibiydi bu yüzden benim bu halimi umursamıyor, her sabah kravatımı bağlıyordu. En azından çalışanım iyi biriydi.

“Teşekkürler Anna,” diyerek dudaklarımı zoraki bir şekilde kıvırdım.

“Önemli değil Bay Veldone.” Başlarda üzüntü olan gözlerinde son bir haftadır sıcak ve anlayışlı bakışlar vardı. Güven verici ve rahatlatıcı. İç çektim ve kravatımı alıp boynuma taktım.

“Kimse gelmedi henüz değil mi?” Başımı önüme eğmiş kravatımı düzeltiyordum.

“Hayır, henüz kimse yok. Biliyorsunuz ki saat onda toplantı var. Gerekli dosyalar önünüzde. Tekrar incelemek isterseniz diye düzenledim.”

“Teşekkürler,” dedim tekrardan ve kravatımla uğraşmayı bırakıp gazeteyi elime aldım. Anna bu sırada odadan çıkıyordu.

“Bay Veldone?” diye seslendiğinde başımı kaldırıp ona baktım. Dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Konuşup konuşmama konusunda gözlerinde bir an için tereddüt gördüm.
“Bayan Veldone’ın hakkında bazı haberler var gazetede… Her ne yazarsa yazsın ben yazanlara inanmıyorum. Sizi sevdiğini düşünüyorum ve gerçek sevgiler kolay kolay bitmez. Bir şekilde tekrardan beraber olacağınıza inanıyorum bu yüzden habere pek dikkat etmeyin bence.”

Anna’nın sözlerine minnettar bir şekilde gülümsedim. Sözleri umut vericiydi ama bir yandan da gazetedeki haberi merak etmiştim. Ne yazılmıştı ki dikkate almayacaktım.

Gazetenin sayfalarını açarak hızlıca göz gezdiriyor ve Ashley’nin adını arıyordum, ama bulamadım. Bir sayfa daha çevirdim magazin köşesine doğru giden bir sayfayı daha çevirdim. Bu sırada elimi uzatıp telefondan hat alıp Anna’yı çağıracaktım bana haberi açması için ama elim kahve bardağına çarptı ve kahve masaya döküldü. Toplantı dosyalarını kurtarmak için onları kaldırırken kahvenin aktığı yerde Ashley’nin resmini gördüm.


~*~
“Ashley Veldone, söylentilere göre Singh Holdinglerin CEO’su Brandon Veldone’dan 
boşanma kararı almış ve şimdi Goodwinbomb Holdingi’nin CEO’su Marcus Wingod ile 
beraber çalışıyor, üstelik yönetim kurulunda. Sanıyoruz ki Ashley Veldone, 
yakında Grench olacak ama Grench soyadı da uzun süre kendisinde 
kalmayacak gibi görünüyor, Marcus Wingod ile beraber…”
~*~


Haberin devamını okuyamadım. Gözüme tek takılan nokta Marcus Wingod ile beraber kısmıydı. Henüz benim karımdı. Nasıl böyle bir şey yapabilmişti? Benden aynı şekilde mi intikam alacaktı? Bu şekilde mi kendini rahatlatıyordu? Bana benim yaptığımla mı cevap veriyor? Hatama karşılık hata mı yapıyordu?

Derin bir nefes alarak başımı havaya kaldırdım. Hayır! Beynimde dolaşan bütün soruların cevabı tek bir kelimeydi. Hayır! Ashley asla bu kadar küçülemezdi. Asla benim adımı taşırken böyle bir şey yapmazdı! Ashley hala beni seviyordu! Buna inanıyordum. Beni seviyordu!

“Brandon, toplantıya erken başlayacağız. Geliyor musun?”  Duyduğum sesle başımı kapıya çevirdiğimde Charles’ı ve yanında Lucy’i gördüm. Lucy endişeli bir şekilde yanıma geldi.

“Ne oldu? Bu suratının hali ne?”

Cevap veremedim. Daha doğrusu cevap verebilmek için sesimi bulamadım. Sanki içimde her şeyimi kaybediyor gibiydim. Elimle gösterdiğim haberi okumaya başladı. Charles’ta büyük bir merakla yanıma geldi ve oda masaya eğildi ve kahveden görünen kelimeleri okumaya başladı. Bende o sırada masanın kenarından dolandım ve koltuklardan birine oturup kollarımı dizime dayadım ve başımı da ellerimin arasına aldım. Bir süre sonra, kısa bir süre sonra omzumda hissettiğim el ile başımı kaldırdım. Lucy bana hafif bir tebessümle bakıyordu.

“Bu haberlere, sizin aşkınıza tanık olmuş bir deli bile inanmaz. Sakın inandığını söyleme… Dedikodudan başka bir şey değil. Belli ki Ashley kendini oyalamak için iş aramış ve bunun üzerine de ayrı yerlerde olmanız fırsat bilinip söylenti yaymışlar.”

“Bu konuda Lucy’e katılıyorum. Takılma…” diye Charles’ta Lucy’i destekledi. Onlara inanmak istiyordum ama aklımın bir köşesinde küçük bir olasılıkla bile doğru olabilme düşüncesi yankılanıyordu. Ama yine de ona inanmayacak, ona tutunmayıp Ashley’nin beni sevdiğine tutunacaktım.

“Hadi toplantıya gidelim!” diyerek yerimden kalktım.

Her şey iyi olacaktı, buna inanmak istiyordum. Hatta inanmaktan da fazlası buna tutunmak ve bunu gerçekleştirmek istiyordum. Ve bir şekilde, nasıl olacağını bilmesem de, gerçekleştirecektim. Ashley’i geri alacaktım! Tekrar hayatıma girecek, evime, yatağıma alacaktım! Kalbimi, nefesimi geri alacaktım. Tekrar eski mutluluğumuzu, huzurumuzu yakalayacaktık Beraber.. .Ashley ile beraber!


~~~~~*~~~~~

16 yorum :

  1. Kesinlikle bu bölümü sevdim herkes yaptığının karşılığını bulmalı asyhley brandon hemen affetmemeli

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de azıcık süründürmeli ;) Teşekkürler yorumun için

      Sil
  2. Ooooh nasilda iyi oldu su Brandon`a.Kendimi kocaman bir parca cikolata yemis kadar mutlu hissediyorum.Aldatilmak konusunda Ashley´in benimle ayni fikirde olmasi ayrica mutlu etti.Cek Brandon ceeeeek, sürün iyi oldu sana.
    Harika harika ve de harika bir bölüm olmus. Simdi görelim bakalim Brandon Efendi kendini affettirmek icin neler yapacak? Bu is cooook eglenceli olacak(Ayy ben feminist miyim acaba?) Cok güzel yazmissin, seviyorum kiz seni ;)
    Ellerine,yüregine,kalemine saglik...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çook teşekkürler yorumun içinNevin :* bende seni seviyorum :D

      Sil
  3. Sana gerçekten inanamiyorum bu nasil bir bolum olmuş boyle brandonla ashley öyle bi cikmaza soktuki nasil baristircaksin merak ediyorum gercekten yazik ama yaaaa ;( gerçekten çok harika bi bolum olmuş Cnm eline saglik artik cigerime öküz oturdu diyemiyorum cunku öküz oturduğu yerden daha kalkmadi brandonla ashley barisinca kalkacak artik herhalde diye düşünüyorum ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok fena ve romantik barıştıracağım görürsün :D yüzünde sırıtma aşk okumadan tatmin olmuş bir şekilde bölümü bitireceksin :D çok mu iddialı oldu ne :)

      Yorumun için çok teşekkür ederim içimdeki yazma isteğini arttırıyorsunuz vallahi :D

      Sil
    2. Hmmm bak çok heycanlandim simdi yalniz bu yorumundan sonra beklentilerim çok yuksek heee bilgin olsun sen simdi her yeri romantiklige boğar 2 bolum sonra bi eksin çakar beni perişan edersin demi ama ha ha ha ;) ;) ;)

      Sil
    3. Hahahahaha ekşın yok şimdilik ama çok fena romantizm var :P hehe beklentiler yüksek olmasın yav :D sonra karşılayamazsam beklentini hikayeden soğuturum seni :)

      Sil
  4. Çooook güzel olmuş yine, bayılarak okuyorum. Eline sağlık ama işler iyice çıkmaz bir hal aldı ya. :(
    Bu arada, seni zorlu bir mimde mimledim. Baya zor sorular var bence ama güzel sorular. Umarım yaparsın.
    http://ortaboypopcorn.blogspot.com.tr/2015/01/mim-yazs-part-2-high-school-musical.html

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu mimi görmüştüm :D haftasonu cevap vereceğim inş :)

      Sil
  5. Geç yorumladığım için kusura bakma öncelikle :) :)
    Ahh brandon demek istiyorum.Sonunda oda pes etti tamam dedi boşanmaya.
    Ashley haklı ama gerçekten brandon öküzlük etti.İlla yatmaları gerekmiyor.O kadınla o odaya gitti mi gitti.Çok doğru dedi.Şımarıklık yaptı demiştim ashley için geri aldım :) :)
    Brandon çok acı çekiyor.Ama her şey onun yüzünden oldu.Keşke o gece hiç yaşanmamış olsaydı onlar için.Ashley çocuğunamı üzülsün sevdiği adamdan boşanacağına mı ??
    Ashley doğru karar verdi.Yeni hayat yeni iş.Amaa ben bu marcusu sevmedimmmm.Adam mal çıktı :D Ama işe yarayabilir anladın sen onu :D
    Brandon çocuk odasına gidiyor sürekli.Çok üzülüyorum amaa beee off şunlar birleşsin kızımmmm :) Haşin bir şekilde barışma istiyoruummmm :D
    Gazetede o habere bende çok şaşırdım laaan ama iyi oldu :D Brandon sürtsün biraz değil mi amaaa :D
    Bak bu haberle sınırlı kalmasın bence.Geri gitsin new yorka kıskansın bi güzel barışsınlar tutkuyla :D Ohh mis :D
    Bölüm çok güzeldi cnm devamını bekliyoruzz ne zaman gelecek bölüm ???

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için teşekkür ederim :) geç olması hiç sorun değim benim için zaten yorum yapmış olman yeterli :)) Bölümü bir aksilik çıkmazsa yarın akşam yayınlayacağım, çünkü yarışmamız bu akşam bitiyor :) Ayrıca haşin bir barışma olmayacak ama azıcık ucundan tutkulu olabilir ;)

      Sil
  6. Kuzucummm yakınlarda yeni bolum varmi ayyy çok meraklardayim hadi ama yolla artik yeni bolum ;))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet görünürde bir bölüm var :D mesela yarın akşam :) hazırladım yarın akşam yollayacağım =) çooook romantik bir bölüm diyerel beklentiyi arttırayım mı?:D

      Sil
    2. Beklentim yuksek zaten bu konuda basarili olucagini dusunuyorumda. sana güveniyorum ooo konuda.benim asil sikintim. Bu hikaye bitmeden ben bitcem beklemekten. simdi yarin aksam ki bolumu okicam ondan sonra bekle babam bekle bidaki bolumu offff offff :)

      Sil
    3. Ama bu akşam ki bölümden sonra yine çarşamba günü gelecek bölüm :) bölümlerdeki aksamanın sebebi blogdaki çekilişti, şimdi o bitti yine çarşamba akşamları bölüm sizlerle olacak :D

      Ayrıca umarım güvenini boşa çıkarmam :) bu kadar beğeniyor olmandan dolayı teşekkürler :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın