8 Temmuz 2018 Pazar

0 Tillie Cole - Bin Öpücük


~~~*~~~
"Böylesine mükemmel ve özel bir şeyin kaderinde solmak var. Elbet rüzgarla beraber uçup gitmesi gerek." Poppy hala elinde tuttuğu kiraz çiçeğini kaldırdı. "Tıpkı bu çiçek gibi."
"Poppy..."
"Belki biz de kiraz çiçekleri gibiyiz Rune. Kayan yıldızlar gibi. Belki de çok ufakken aşırı sevdik ve öyle parladık ki solmamız gerekti. Olağanüstü güzellik, tez elden ölüm. Elimizde bize bir ders verecek kadar tuttuk bu sevgiyi. Ne kadar çok seveceğimizi bize öğretene dek."
~~~*~~~

İçim dışıma çıkana kadar ağladım, hüngür hüngür ağladım, ağlamaktan nefes alamadım diyen okurlar... bloggerlar... lütfen hatırlatın da size inanayım kendimi hazırlayayım... ne kadar hazırlayabilirim bilmiyorum gerçi ama itiraf ediyorum son 100 sayfadan sonra içim dışına çıkana kadar, gözlerim kan çanağına dönene kadar burnum tıkanıp nefes alamayana kadar, salak mısın kızım alt tarafı kitap niye ağladın bu kadar tepkisi alana kadar ağladım. 

Uzun zamandır beni bu kadar etkileyip ağlatan bir kitap olmamıştı hayatımda ve cidden uzun süre etkisinden çıkamam da.

Tillie Cole, yabancı bookstagram adreslerinde çeşitli kitaplarını çok sık gördüğüm ve Bin Öpücük kitabıyla da bir çok Türk blogger ve bookstagram hesabından isminden oldukça bahsettiren bir isimdi. Kitaplarını genel olarak çok merak ediyordum ve elimde okuyabileceğim bir kitabı varken de bir deneyeyim dedim. Ki beklentim yüksekti kitaba dair her ne kadar sıradan bir aşk hikayesi beklesem de okuduğum iyi yorumlardan beklentim çok yüksekti. Ve şunu fark ettim ki sıradan bir aşk hikayesi değildi, muazzam bir aşk hikayesiydi. Yürek burkan, akılda yer eden, gülümseten, ağlatan, sevmeyi ve sevilmeyi değerli kılan bir kitaptı. Ne kadar beklentiniz yüksek olursa olsun her şekilde daha fazlasını veren bir kitaptı. Ah bir de gözleriniz kızarana kadar ağlatan bir kitaptı. 

~~~*~~~
Rune tarafından sevilmek baş döndürücü bir sıcaklık hissi veriyordu. Rune tarafından nefret edilmekse kutuptaki buz tabakasında dikilmek gibiydi adeta.
~~~*~~~

Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Rune ve Poppy 5 yaşındayken Rune'un ülkesi Norveç'i geride bırakıp babasının işi için Georgia'ya taşınması ve Poppy ile tanışması ile başlar. Poppy yerinde duramayan, her şeyi seven, serüvene her daim evet diyen cıvıl cıvıl küçük bir kızken Rune'un kalbini çalar ve sıkı dost olurlar. İlerleyen zamanla aralarındaki arkadaşlık kendini aşka bırakırken ikisi de birbirlerinin ruh iki, kayıp parçaları ve iki yarım ruhun parçaları olduğunu bilincindeyken hayatlarını mutlulukla ve aşkla dolu dolu yaşarlar ama... her güzel şeyi bozan olaylar vardır ya Rune ve Poppy'nin hikayesinde de bu güzel aşkı yarım kalmaya zorlayan şey, Rune'un babasının işi gereği iki yıllığına Norveç'e taşınması. Bu Rune ve Poppy'i ayırırken Rune'un içinde hep bastırdığı karamsarlığı ve kötü yanını dışarı çıkması için bir kapı açar ama asıl kapıyı ardına kadar açan ise Poppy'nin hiçbir açıklama yapmadan Rune'u terk etmesi olur. 

Poppy isteyerek Rune terk etmez. Hastalanır ve hastalığının tedavisi boyunca ailesinin nasıl perişan olduğunu gördüğü için aynı duyguları Rune da yaşamasın diye onu terk eder. Ama bunu bilmeyen Rune, içten içe Poppy'e bilenir, kızar ve öfkelenir. 

İki yıl sonra geri dönen Rune, bir şekilde olan olayların ardından gerçeği, aşık olduğu, ruhunun yarısı olan Poppy'nin ölümcül hastalığını öğrenir.

İşte asıl olaylarda oradan sonra patlak veriyor. 

~~~*~~~
Son iki gündür tüm acı çeşitlerini tattığımı düşünüyordum ama yanılmıştım. 
Hem de ne yanılmak. 
Çünkü hiçbir şey sevdiğini başkasının kollarında görmenin acısıyla kıyaslanamaz. 
~~~*~~~


~~~*~~~
"Gitmem gerek Rune. Her şeyi burada, çok sevdiğimiz çiçek bahçesinde bırakalım. Aramızdaki... eski bizi bitirmemize izin ver. Senden uzak duracağım. Sen de benden uzak dur. Böylece ilişkimizi bitireceğiz. Olması gereken bu. Tüm bu acıya katlanamıyorum. Benim ay gibi ışıldayan yüreklere ve güneç gibi parlayan gülümseyişlere ihtiyacım var. Devam etmemi bu sağlıyor. Güzel bir dünyaya inanmaktan vazgeçmeyeceğim. Beni yıldırmasına izin vermeyeceğim. Ve sana da daha fazla acı çektirmeyeceğim."
"Ne? Neden bahsediyorsun ne? Hiçbir şey açıklamadın! Neyle başa çıkamayacağımı düşündün?"
"Rune, lütfen."
"Bana yanıt ver!"
"Bırak beni!"
"hayıri anlat. Kendini açıkla!"
"Rune..."
"Açıkla!" diye bağırdı bana.
"Lütfen! Lütfen!" diye yalvardım.
"Poppy!"
"HAYIR!"
"AÇIKLA!"
"ÖLÜYORUM BEN!"
~~~*~~~


~~~*~~~
Kalbim biraz önce kırdığım kalp için kırıldı.
Hep kurtarmak için çalıştığım kalp için.
~~~*~~~

Şimdi Bin Öpücük ile ne alaka diyeceksiniz. Bu kitaptaki bir detay. Poppy, 5 yaşındayken büyük annesini kaybeder ve büyükannesi bu küçük kıza bin tane pembe kalple dolu bir kavanoz verip onu en heyecanlandıran öpücüklerini buraya not almasını ister.

Asıl hikaye de o zaten... Rune, Poppy ölmeden onun büyükannesine verdiği sözü tutturuyor ve bin öpücük veriyor kalbini yerinden fırlayacakmış gibi attıran.

Çok fazla kitap içeriğine girdim daha fazla girmeyeyim, çok fena spoiler vereceğim yoksa ama kitap çıkalı zaten 7 ay falan oldu okumayan kalmamıştır kaldıysa da ayıp ediyorlar hemen okusunlar. 

Kitaba dair hoşuma giden şey Rune, Poppy'i son zamanlarında gülümsetebilmek için yaptığı şeylerdi. Hem ağlattı ki yorumu yazarken bile o satırları anımsayıp gözlerim doluyor, hem de kalbimde cidden unutamayacağım yer edindi. 

~~~*~~~
"Rune, sen de hissediyor musun?"
"Neyi?"
"Hayatı!" diye bağırdı. "Keşke Rune, "dediğinde başımı kaldırdım, "Keşke insanlar bunun her gün nasıl hissettirdiğini bilseydi. Neden her günün tadını çıkarmayı, biten bir yaşam öğretiyor?"
~~~*~~~

Hele ki o bin öpücüğü dilek fenerlerine yazıp bırakması... çok güzeldi. 

Beni bilen, tanıyan, az çok takip eden bilir ki üniversitede bir arkadaşımı kanserden kaybettim. Her anında yanında olmaya çalıştığım, acısını ilk elden görüp gözünün önünde eriyip giderken hiçbir şey yapamamanın ne demek olduğunu deneyimledikten sonra bu tür kitaplar ben de inanılmaz bie etki bırakıyor.

Bin Öpücük de aynı etkiyi bıraktı ve 60 yaşında dahi olsam okumak isteyeceğim bir kitap oldu. 

Fark ettim ki yorumu yazarken çok dağılıyorum, konudan konuya atlıyorum. Ama hala kitabın etkisinden çıkamadım. 

Poppy'nin en sevdiği parça... Rune, Poppy'i için hayali olan yerde bu şarkıyı dinletiyor. 

Kitaptaki arkadaşlık çok güzeldi. Rune'un Poppy için yaptıkları... New York gezisi, mezuniyet balosu, kiraz çiçekleri, sahil, göl, en büyük hayali olan viyolenseliyle verdiği solo, gün doğumları, kaçırdığı her anı resmetmesi... 

~~~*~~~
"Eskiden bir çocuk tanırdım, tüm kalbimle severdim bu çocuğu. O, tek bir an için yaşardı. Bana tek bir anın dünyayı değiştirebileceğini söylemişti. Birisinin hayatını değiştirebileceğini. O kısa anda, birinin hayatını ölçülemeyecek kadar iyi ya da kötü yapabileceğini."
~~~*~~~

Böyle bir aşkı hak etmek için... gereğinden fazla iyi olmak gerekiyor sanırım. 

Ama Poppy öldükten sonra Rune'a bıraktığı o kutu... işte dedim Rune, onun için çok şey yaptığı sayılı kalan günlerinde ama Poppy'de Rune'a hayallerini geri verdi. Aşk... böylesine büyük, huşu uyandıran aşk... muazzam bir şey.

Kitaba dair bütün bu aşkın yanında küçük sevimli Anton, müthiş bri detay olmuş ve evet Rune'a da bence faekında olmadan en büyük destek oldu. Poppu, ölümüne günler kala Rune'a küçük kardeşi Anton ile olan ilişkisini düzeltmesinde bile yardımcı oldu.

Kitaba dair yorumumu bitirmek istiyorum çünkü bahsetmek istediğim çok şey var ama kafamı toparlayamıyorum. Sanırım çok ağlamaktan. Ama söylemek istediğim bir şey var. İzlediniz mi bilmiyorum ama To Walk  A Remember (Uzaktaki Anılar) diye bir film vardı. Kız kanserdi ve okulun popüler çocuğu aldığı ceza yüzünden kızla vakit geçirmesi gerekiyordu. Birbirlerine aşık oluyorlardı ama kız sonunda ölüyordu. Kızın yağmak istediği şeyleri yerine getiriyordu çocuk. Onunda sonunda oldukça ağlamıştım ve bu kitabı okurken sonlarına doğru o filmi anımsadım. Eğer bu kitabı sevdiyseniz o filme de bir bakın derim.  

~~~*~~~
Kaybediş hikayelerinin her daim hüzünlü ve acı olmaması gerektiğine inanıyordum. Benimkinin elimden geldiği kadar, en iyi şekilde yaşadığım büyük bir serüven olarak hatırlanmasını istiyorum. Nasıl olur da tek bir soluğumuzlu dahi boşa harcayabiliriz? Nasıl olur da böylesine tatlı bir şeyi boşa harcarız? Bunun yerine şu dünyadaki kısa vaktimize nice değerli anlarımızda alınan nice değerli soluklar sığdırmaya çalışmalıyız. İşte bu sevdiklerimize bırakılacak en güzel miras.
~~~*~~~

Neyse yorumumu bitiriyorum. Ben kitaba bayıldım. Mutlaka okuyun. 5 üzerinden bin veririm bu kitaba. 

Kitaba dair alıntılar yazısı paylaştım ayrı olarak. İşaretlediğim o kadar çok yer vardı ki paylaşmadan geçemezdim. Alınlara ulaşmak için TIKLAYINIZ.

Kitabın adı    :  Bin Öpücük
Orijinal adı   : A Thousand Boy Kisses
Yazarı           : Tillie Cole
Çevirmen      : Merve Özcan
Yayınevi        : Yabancı
 Sayfa sayısı    : 336

Kitabın tanıtım yazısı: 

USA Today çoksatan yazarı Tillie Cole’dan gözyaşlarınızı tutamayacağınız romantik bir hikâye.

Bir öpücük bir an sürer… ama bin öpücük bir ömür boyu… 

Bir oğlan. Bir kız. 

Anında kurulan ve uzun süre kopmayan, ne zamanın ne de mesafenin koparabileceği bir bağ. Sonsuza dek sürecek bir bağ. Ya da öyle olduğuna inanmışlardı. 

On yedi yaşındaki Rune Kristiansen ülkesi Norveç’ten Georgia’daki Blossom Grove kasabasına geri döndüğünde aklında tek bir şey vardı: Ruhunun diğer yarısı olan, onun dönüşünü beklemeye söz veren kız neden bir açıklama dahi yapmadan onu hayatından çıkarmıştı? Rune'un kalbi iki yıl önce, Poppy tek kelime bile etmeden onu terk ettiğinde kırılmıştı. Ancak işin gerçek yüzünü öğrendiğinde, asıl kalp kırıklığını henüz yaşamadığını fark edecekti.  

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın