"Lucas'ı neden kıskandın, Jake?" Dilini çıkarıp alt dudağını ıslattı. Bunu farkında olarak yaptığını sanmıyordum ama başka bir şeyi fark edemiyordum. "Yani o hala ailesine bağımlı, her gece parti yapan bir oğlan. Senin gerçek bir hayatın, harika bir kariyerin var."
"Ama o sana sahipti." Konuşmadan önce düşünmedim bile; çünkü Chelsea McQuaid'de... vermek istememe sebep olan bir şeyler vardı. Daha fazlasını. Diğer elimle uzanıp yanağını avuçladım. Saçının ipeksi tutamları parmaklarıma döküldü. "En azından bu akşam için öyleydi. Nasıl kıskanmazdım?"
Chelsea daha da yaklaştı ve aramızda santimler kalana kadar başımı eğdim. O kadar yakındık ki nefesindeki tatlı nanenin tadını alabiliyordum.
"İstediğin bu mu?" diye sordu sessizce. "Beni mi istiyorsun?"
O berrak mavi gözlerde kendimi kaybettim. Sonsuz ve tropik denizler gibi azur mavisiydi. Sesim fısıltıyla çıktı. "Sürekli. Artık seni istemediğim zamanı hatırlayamıyorum."
*****
"Bence içten içe kıvranıyorsun. Önce kimi öldürmek istediğine karar veremiyorsun. Eğer söz konusu Presley olsaydı ben öyle hissederdim." Cevabımı bekleyerek duraksadı. Raftan bir kitap aldım ve sayfalarını taradım. "Sadece senin yanında olduğumu bilmeni istiyorum, Jake. Neye ihtiyacın olursa."
Kitabı pat diye kapattım ve ona dik dik baktım. Bir şey yaptı diye değil ama sırf orada olduğu için... "Bir çocuğun evi onun kalesidir. Onları öcülerden veya çocuklar bugünlerde ne s*kimden korkuyorsa onlardan korur." Dişlerimi sıktım. "Evlerine gelip onları aldılar, Stanton. Bu bir çocuğa ne yapar biliyor musun?"
Başıyla onayladı. "Evet, biliyorum."
*****
"Nasıl dövüşeceğim, nasıl avukat ya da arkadaş olacağımı biliyorum." Artık zorlanarak nefes alıyordum. "Aile babası nasıl olur bilmiyorum."
"Bunu söyleyebileceğini düşündük." Stanton başını salladı, sonra da Sophia'ya işaret verdi. "Önce hanımefendiler."
Sophia ayağa kalktı ve beni çapraz sorguya alıyormuş gibi volta attı. "Ronan'ın biberonunu hazırlarken kaç ölçek ama gerekiyor?"
"Bunun ne alakası..."
"Lanet soruyu cevapla."
"Altı." İç geçirdim. "Yatma vakti hariç, o zan fazladan iki ölçek koyman gerekiyor."
Başını salladı. "Peki, Regan kaç kelime biliyor?"
"Üç. Melaba, hayır ve Jake." Sırıtmadan edemedim. "Çok akıllı."
Sophia oturdu ve Brent kalktı. "Rosaleen'in en sevdiği renk ne?" diye sordu.
"Gökkuşağı. O halt ne anlama geliyorsa."
Başını salladı. "Raymond nelerden korkuyor?"
Düşünmem gerekmedi bile. "Göktaşlarından. Meteorlardan. Öngöremediği veya kontrol edemediği her şeyden."
Brent yerine oturdu. Stanton, Sofia'nın sandalyesinin arkasına yaslanıp gözlerimin içine baktı. "Rory büyüdüğünde ne olmak istiyor."
"Yüksek mahkeme yargıcı. Tanrı hepimizin yardımcısı olsun."
Stanton pis pis gülümsedi. "Şu günlerde Riley'i aşık olduğu oğlanın adı ne?"
Kaşlarımı çattım. "Preston Drabblesmith."
Gerçek bir çocuktu bu arada, Harry Potter'dan bir karakter falan değildi.
Stanton masanın etrafında dolanıp koluma vurdu. "Tebrikler Jake. Sen zaten bir aile babasısın."
*****
"Seni korumaya çalışıyordum. Senin için daha iyisin istedim, Chelsea. Çocuklar için. İyi bir adamı hak ediyordunuz. Yetebileceğimi düşünmüyordum. İhtiyaç duyduğun ey olabileceğimi düşünmüyordum."
Gözlerimi araştırdı. "Peki şimdi?"
"Şimdi yapabileceğimi biliyorum. Çünkü hiç kimse seni benim kadar sevemez, benim kadar isteyemez. Sen benim için her şeysin, önemli olan tek şeysin."
Yanağından aşağı bir damla yaş düştü. Bana doğru yaklaştı. "Beni bir daha incitme."
"İncitmeyeceğim."
"Bir daha benden uzaklaşma."
"Uzaklaşmam."
Kollarıma atladı ve bana öyle sıkı sarıldı ki içimde hava kalmadı. Dünyadaki en iyi histi.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın