"Yani - gerçek hayatta- iki düşmanın, büyülü bir şekilde farklılıklarından kurtulup birbirlerine delice aşık olabileceğine mi inanıyorsun?"
"Evet."
"Ve gerçek aşkı alevlendirmek için planlar yapmanın, komplolar kurup üçkağıtçılık yapmanın bir sorun olmadığını mı düşünüyorsun?"
Dudağımı ısırdım. Yaptığım bu muydu? Üçkağıtçılık mı? Bu düşünce karnımda ağrıya sebep oldu ama üzerinde çok durmadım. Burada olan o değildi. "Bilerek bunu saçmaymış gibi gösteriyorsun."
"Ah hayır, bu gerçekten saçma."
"Sensin saçma." Dişlerimi gıcırdattığımı fark edip çenemi gevşettim. Wes'in aşk hakkındaki düşünceleri kimin umurunda zaten?
Hafifçe sırıtarak, "Aşka dair minik kavramların bu geçerliyse, Michael'ın aslında senin için doğru kişi olmadığı gerçeğini de hiç düşündün mü peki?" dedi.
Hayır, Michael benim için doğru kişiydi. Doğru kişi olmak zorundaydı. Yine de, "Ne demek istiyorsun?" diye sordum.
"Şu anda, sen ve Michael birbirinize kızgın değilsiniz. Yani, hapı yuttun. Çünkü her romantik komedinin başlarında birbirine katlanamayan iki karakter, er ya da geç birlikte olurlar."
*****
"Bozuk para düşürdüm, ileriye yuvarlandı. Öyle yani. Ben de burada, bozuk paramı arıyordum, sadece. Şanslı bozukluğumdu da," dedim.
"Senin..."
"Bozuk param. Evet. Ama önemli değil. İhtiyacım yok." Tekrar boğazımı temizledim ama boğazımdaki yumru bir türlü geçmiyordu. "Bozukluk işte, bilirsin ya? Yani, kim bozukluğa ihtiyaç duyar ki? Üvey annem onları çöpe atıyor mesela."
İkisi de öylece bana bakıyordu, Wes'in suratındaki sert çizgiler, eskiyi, ben her şeyi mahvetmeden önce gülen gözlerini özlememe sebep oldu. "Ne tuhaf, bazen bir bozukluk aslında hep oradadır, ona ihtiyaç olmadığını zannedersin ve hiç umursamazsın bile, değil mi?"
Alex başını eğdi ve kaşlarını çattı, ben saçmalamaya devam ederken Wes'in yüz ifadesi hiç değişmedi.
"Sonra bir gün uyandığında, bozuk paraların ne kadar harika olduğu konusunda gözün açılmış olur. Nasıl olmuş da önceden fark etmemişsin, değil mi? Yani, resmen en iyi para onlardır. Bütün paralar arasında bile en iyi onlardır. Ama sen yeteri kadar özenli değildin ve bozukluğunu kaybettin. Keşke bozukluğuna, onu el üstünde tutmadığın için pişman olduğunu söylemenin bir yolu olsaydı ama artık çok geç çünkü onu kaybettin."
*****
"Neden bana kızgın gibisin?" Gözlerimi yüzüne diktim ve bir yanıt bekledim. Esip gürlemek isteyen bendim. Neden o sinirli davranıyordu?
Çenesi kasıldı. "Oyunlardan nefret ederim de ondan," dedi.
"Hangi oyunlar?"
"Hangi oyunlar mı?" Gözleri ateş saçıyordu, yani evet, sinirliydi. "Sen değerli Michael'ını elde ettin ama ben Alex'i durup düşündüğümde, bana bu inanılmaz CD'yi kopyalıyorsun, sanki bahsedilen senaryodaki bozuk para benmişim gibi düşünmeme sebep olacak şekilde şanslı paralar hakkında bir şeyler geveliyorsun. Üstelik, üzerinde benim beysbol kapüşonlumla. Ne yapıyorsun bana böyle?"
"CD'yi gördün mü?" Yanağımın içini ısırıp bir insan tam anlamıyla ölmeden önce yerin dibine ne kadar daha girebilir, diye merak ettim. Çünkü CD kapağına koyduğum ketçaptan baş harfleri düşündükçe, tutuşup yere usulca bir köz olarak dökülmeye yaklaşmışım gibi hissettim.
Ellerini ceketinin cebine koydu. "Etrafımda olup bitenleri anlayabiliyorum, Liz. Notu, ıslanmış s'more malzemelerini ve parçalanmış CD çaları da gördüm."
"Ah." Koyu gözleri gözlerimi delerken titrek bir nefes aldım. Sonra, "Peki, ondan hoşlanıyor musun?" deyiverdim.
*****
"CD'yi kopyaladım ve o utanç verici şeyleri hazırladım çünkü Michael'ın aklımda çıkmayan kişi olmadığını fark ettim ve bunu sana söylemek istedim. Yani, o harika biri fakat onunla olmak, seninle hamburger yemenin, yıldızları seyretmenin ve s'more hazırlamak için Gizli Bölge'ye kaçmanın ya da bir park yeri yüzünden tartışmanın yerini tutmuyor. Ama bunu anlamam çok uzun sürdü ve senin yanında Alex var artık."
Ağzını açtı, fakat başımı salladım.
"Hayır. Sorun yok, anlıyorum. O kusursuz, tatlı biri ve bunu söylemeye her ne kadar dilim varmasa da öyle birini hak ediyorsun." Koyu gözler, bizi bu noktaya getirmeme sebep olan yaptığım her şey yüzünden içimi yakarken büyük, titrek bir nefes aldım. "Çünkü ben yanılmışım, Wes. İyi olan şey, sensin."
Çenesini kaşıdı ve ileri, sokağın aşağısına doğru baktı. Sonra yüzüme baktı. "Yanıldığın tek nokta o değil," dedi.
"Ne?" Düşene bir tekme daha. "Neden bahsediyorsun?"
"Alex hakkında yanılıyorsun. Kusursuz değil."
"Bennet, hiç kimse kusursuz olamaz. Hadi ama." Bu cesaretine inanamıyordum. Kusursuzluğa oldukça yakın."
"Galiba."
"Galiba mı? Kızın nesi eksik olabilir? Daha büyük meme falan mı istiyorsun? O..."
"O, sen değil."
"Ne?"
"O. Sen. Değil."
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın