Kitabın yorumu için tıklayınız!
"Hey," dedi Nathan düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayarak ve ıslak bir saç tutamımı başımın arkasına götürdü. "Mutlu musun, Bree?" Gözleri dudaklarımda geziniyordu. Bu anın ne olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yoktu ama önemli gibi geliyordu. Yüreğim tekliyordu.
"Çok. Ya sen?" Bakışlarım bir an dudaklarına kaydı sonra gözlerine döndü.
"Şu anda mı? Evet. Seninle birlikteyken her zaman mutluyum."
"Çok yorgunum. Haftalardır göğsümde bir sıkışma var ve şimdi biraz rahatladığını hissediyorum. Kendimi kırık dökük hissediyorum. Eskiden her şeyin altından kalkabilirdim ama..."
"Ama artık yapamıyor musun?"
Başını hayır anlamında salladı.
"Kırık dökük değilsin. Panik atakların ya da kaygıların senin bütünlüğünü yansıtmaz. Tükendim ve bu son derece anlaşılır bir durum. Kendini, daha önce kimsede görmediğim derecede zorlandın ve bu noktaya gelmiş olman da çok doğal."
Başını itiraz eder gibi salladı. "Hayır... Yapamam. Bu durumla baş edebilmem lazım."
"Kim demiş?"
Cevap vermedi. Geri çekildim ve çenesini tutup yüzünü kendime doğru döndürdüm. Karanlıkta bile şişen gözlerinin kıpkırmızı olduğunu, utançla baktığını görebiliyordum. Yüzünü çevirmeye çalıştı ama izin vermedim, çünkü onun bu yanından utanmadığımı bilmesini istiyordum. Muhtemelen hayatı boyunca kimsenin önünde ağlamamıştı ve bunun sebebi de içinde bulunduğu, erkekliğin duygulara geçit vermemek olduğunu savunan kültür baskısıydı.
"Neden her şeyle baş etmen gerektiğini düşünüyorsun, Nathan? Neden kendine dinlenmek için izin vermiyorsun ki?" diye sordum, gözlerinin içine bakarak.
Bunun üzerine gözlerini yumarken gözyaşları yanaklarından süzüldü. "Çünkü bunu hak etmiyorum."
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın