Bu kadının kitaplarını seviyorum. Yaşanmışlıkların hikayesi ve gerçekliği olan hikayeleri kurgulaştırdığı için etkileyiciliği daha fazla oluyor.
Yazarın kendisinin Afgan asıllı olması, oradaki insanların neler yaşadıklarını bilerek, hissederek yazıyor olması kitaplarını daha etkileyici kılıyor. Daha da önemlisi biliyoruz ki bu hikayeler bir zamanlar yaşandı, bazıları halen yaşanıyor... Bu da kitap da daha fazla yürek burkan satırlar olmasına sebep oluyor.
Historical Fiction dediğimiz tarihsel kurgu türünde olan kitap Afgan bir annenin Taliban yönetiminde kocasının öldürülmesinden sonra üç küçük çocuğuyla kız kardeşinin yanına Londra'ya göç hikayesini anlatıyor. Öncesine ve sonrasına değinerek... Kitap 1978-1979 yılından başlayıp 1999'lara kadar olan süreci anlatıyor.
Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Fereiba, doğumuyla annesini kaybetmiş babası ve ağabeyiyle yaşamaya devam ederken babasının ikinci bir evlilik yapmasıyla bir anne figürüne sahip olduğunu düşünür. Üvey annesi KokoGul, kendi çocukları olana kadar Fereiba ve ağabeyine annelik yapsa da kendi kızları doğduğunda onlara daha fazla önem vererek Fereiba'yı annelik yaptığı manipülesiyle evde hizmetçi gibi kullanmaya başlar. Fereiba, kardeşleri okula giderken üvey annesine yardım etmesi gerektiği iddia edilerek okula gönderilmez ve birçok şeyden eksik kalır. Ancak bir gün küçük bir baş kaldırıyla babasına okumak istediğini dile getirerek eğitimine başlar. Yaşıtlarını yakalayan ve onlarla aynı eğitime sahip olmayı başaran Fereiba, istemediği bir evliliğe zorlanır. Bu süre zarfında da babasının meyve bahçesinde duvarlar ardında yan komşusunun oğlu ile de küçük bir arkadaşlığa ve flörte başlarlar. Fereiba'nın evleneceği genç geçirdiği rahatsızlık sonucunda ölünce komşu oğlu ailesini Fereiba'yı istemesi için gönderir ancak KokoGul'un büyük kızını isteyen aile Fereiba'yı görmezden gelir. Komşu oğlu bu duruma karşı çıkmayınca aşık olduğunu sandığı genç adamın kız kardeşiyle evlenmesine içerleyen Fereiba hayatın onun için hep umutsuzluk olduğunu düşünmeye başlar. Bu zaman diliminde ise komşu oğlunun kuzeni Mahmood için Fereiba'yı isterler. Bir mühendis olan ve ileri görüşlü bir genç adam olan Mahmood ile evlenen Fereiba, aşkı, saygıyı, sevgiyi ve mutluluğu bu evlilikte öğrenir. Bir yandan öğretmenlik yaparken bir yandan da evliliği ve Mahmood'u tanırken hayatı çok iyiye gider. Bu süre zarfında bir oğlu ve bir kızı olur. Her şey çok yolunda gittiği dönemde Taliban'ın Kabil'e girmesi, orada kendi hükümetini kurması bütün hayatları allak bullak eder. Tüm bu olaylar patlak verdiğinde Fereiba üçüncü çocuğuna da hamiledir. Mahmood'un ileri görüşlülüğü ve Taliban'a baş kaldırı fikirleri sonucunda evinden götürülüp ibretlik olsun diye öldürülmesi sonucunda Fereiba, üç çocuğuyla ortada kalıp da Taliban yönetiminde ne yapacağını bilememenin sonucunda ülkeden kaçmaya karar verir. Tıpkı kocası öldürülmeye götürülmeden önce bütün evraklarını hazırlayıp kaçmayı planladıkları şekilde o yolu izlemeye karar verir. Fereiba, 15 yaşındaki oğlu Saleem, küçük kızı ve bebeği ile yollara düşer. Londra'daki kız kardeşinin yanına gidecek orada kendine bir hayat kurmayı amaçlayacaktır. Tek hedefi çocuklarının çocukluklarını yaşamaları, eğitimlerini görmeleri ve kendi hayat düzenlerini kurmaya yeterli birer birey olmalarını sağlamaktır. Ama bu yolculuk hiç de kolay değildir çünkü dillerini bilmedikleri ülkelerde hayatta kalmaları, paraları yetmediği için sokaklarda kalmaları, karınlarını doyurmak için çaba harcamalarının yanı sıra bir sürü tehditle de baş etmeye çalışırken hem hayatta kalmaları hem de hedefledikleri gibi Londra'ya ulaşmaları gerekmektedir. Üstelik büyük oğlu yolculuğu sırasında yakalanıp sınır dışı edilirken küçük oğlu kalbinden dolayı biran önce tedavi edilmesi gerekmektedir. Fereiba bir annein yaşayacağı en büyük ikilemde kalarak bir karar da alması gerekmektedir.
Öncelikle yorumun başında da dediğim gibi yazarın kitaplarında en sevdiğim şey gerçek, yaşanmışlıkları kaleme alıyor oluşu... hepimiz Taliban yönetimindeki hayatın nasıl olduğunu gerek kitaplarda gerek haberlerde görüyoruz. Bunu bir aile dramında okumak da oldukça etkileyiciydi. Üstelik bizler gibi özgür ve kadınların biraz da olsa hakları olan bir yönetimde ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş gibi bile muamele göremediği bir yönetime geçiminin zorluklarını okumak kötü hissettirdi.
Düşünsenize hamilesiniz, doğumunuz için gün sayıyorsunuz... sancılarınız oluyor hastaneye gitmek istiyorsunuz ve küçük oğlunuzla yola çıkıyorsunuz... ama birileri önünüzü kesiyor, hamile olmanızın utanç verici bir şeymiş gibi lanse ediyor bir de sizi dövüyor... geri gönderiyor... üstelik bu durumu oğlunuzun önünde yaşıyor, her şeye şahit oluyor... bu o kadar acı ki!
Fereiba'nın hayatı gerçekten zorluklar hatta imkansızlıklar üzerine kurulmuş gibiydi. Resmen hayat ağzına bir tatlı kaşığı bal vermiş tatlandırmış sonrasında da kepçelerle de acı yüklemiş gibiydi.
Üvey anne KokoGul'un manipülasyonları, acımasızlıkları ve Fereiba'nın iyiliğini istiyormuş gibi görünürken kötülükler yapması... zalimlikti. Hele ki Fereiba'nın istemediği evliliğe zorlaması, o çocuğun nasıl bir zalim olduğunu bilirken umursamaması, çocuk öldükten sonra da nasıl kötü bir delikanlı olduğu ile ilgili söylemleri... zalimliğin ötesindeydi. KokoGul aslında alıştığımız üvey anneydi bunu çok güzel üstünü kapatıyordu.
Fereiba'nın bütün bu yaşanmışlıklarına rağmen Mahmood büyük bir şanstı onun içindi. Evlilikleri, Mahmood'un sakinliği ve Fereiba'ya karşı olan tutumu çok güzeldi. Aslında Taliban olayları olmasaydı bence Fereiba hak ettiği mutluluğu yakalamıştı.
Fereiba'nın Taliban'dan kaçıp seyahatine başlaması, ne olacağının bilinmezliğiyle henüz birkaç aylık bebeği ve diğer iki küçük çocuğuyla yolculuğu çok yürek burkucuydu.
Türkiye'ye gelmeleri Hayal ve Hakan'ın yardımcı olması çok güzeldi. Fereiba'nın oğlu Saleem'in çocukluktan çıkıp evin erkeği moduna gelmesi, çalışması ve kendi yaşıtları okula gidip eğlenirken onun çiftlikte ağır işlerde çalışması ve para kazanması çok hüzünlüydü.
Kitapta evet Fereiba çok çekti dedim ama henüz 15 yaşında bir çocuk olan Saleem'in yaşadıkları... çok daha fazla hüzünlendirdi. Çocuksun sen daha dedim... bunları düşünmemeli, yapmamalısın... ama hayat herkese eşit davranmıyor ve bazılarımız ne yazık ki daha acımasız bir şekilde yaşamak zorunda kalıyoruz. Düşünsenize henüz 15 yaşındasınız, bilmediğiniz bir ülkedesiniz, annenizden kardeşlerinizden uzaktasınız ve hayatta kalmalı, onlara yetişmelisiniz...
Off Saleem... çocuğum sana yüreğim çok acıdı... Kitabın sonunu hep umarım annenin kollarına kavuşursun duasıyla okudum.
Savaş, politik oyunlar, birilerinin hırsı ne yazık ki hep kadınların, çocukların canını daha çok yakıyor. Bir kitapta okumuştum, "savaş en çok kadınlar ve çocuklar için insanlık suçu" diye... gerçekten öyle.
Kitabın sonu ise... sonu bir muammayla bitiyor ve yüreğim Saleem ve Fereiba için attı hep ve umarım birbirinize kavuşursunuz dedim.
Nadia Hashimi kitaplarını seviyorum. Bu türü pek okumuyorum evet ama bu yazarın kitaplarını okumayı seviyorum.
Ay Düşerken, bir anne olan Fereiba'nın hayatını ve onun 15 yaşındaki oğlu Saleem'in hayatını anlatan bir hikayesi vardı.
Kitaba dair puanım 5 üzerinden 4 veriyorum. 🌟🌟🌟🌟
Bu arada yazarın favori kitabım Kabuğunu Kıran İnci... ilk okuduğum kitabı olduğu için mi daha etkileyici geldiği için mi bilemiyorum ama favorim o kitap.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın